Kur'an ve Sünnet
   
 
  2.3.41

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

2.3.41

 

Râfizînin:

“Ehl-i sünnet, zekâtı Ebubekir'e vermedikleri için Hanîfe oğullarına mürted ismini verdiler” şeklindeki iddiası en açık yalanlardandır.

Çünkü Ebubekir (r.a.), Müseylime'nin Peygamberliğine inandıkları için Hanifeoğullarına karşı savaşmıştır. Zekâtı vermek istemeyenler onlardan başka idiler. Zekâtı vermeyenlere karşı savaşın câiz olup olmaması hususunda ashab-ı kiramdan bazıları konuşmuşlardır. Fakat Hanifeoğullarına karşı savaşın vücûbu hususunda ashabdan hiç kimse tereddüt etmemiştir.

Râfizînin:

“Müslümanların kanını mubah görerek, Emirülmü'minin Ali'ye (r.a.) karşı savaşanlara mürted demediler. Halbuki Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Ey Ali! Savaşın (sana karşı savaş) benim savaşımdır (bana karşı savaştır), barışın da benim barışımdır” buyurduğunu duymuşlardır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a karşı savaşan da icmâ He kâfirdir” şeklindeki iddiasına karşı da şöyle deriz:

Mezkûr hadisi kim rivayet etmiştir? Ehl-i Sünnet bu hadisi duymuşlarda. Onun Rasulullah'a isnad edilmiş bir iftira oiduğunu duymuşlardır. Çünkü mezkûr hadis ne bilinen hadis kitaplarında mevcut ve ne de senedi maruftur. Aksine bütün hadîs âlimleri bu hadisin uydurma olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Ondan sonra Ali (r.a.)'in Cemel ve Sıffin'de yaptığı savaşlar Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın emri ile değil, kendi içtihadı ile olmuştur. Yunus, Hasan Basri'den, O da Kays b. Ubâd'den rivayet ettiğine göre (Kays b. Ubâd, (r.a.) Ali'nin taraftarlarından olup Ondan, (r.a.) Ömer ve Ammar'dan hadis nakletmiştir. Hadisleri Buhârî, Müslim, Ebu Dâvud, Nesâî ve İbn-i Mâce'dedirler. Hicrî Seksenden sonra vefat etmiştir. Hasan Basri'nin üstadlarındandır. Yunus ise Ubeydi El-Basri'nin oğludur. Güvenilir zatlardandır. İmam Ahmed ve diğer hadis imamları Yunusu güvenilir kabul etmişlerdir. )

Kays şöyle dedi:

Ali'ye (r.a.) dedim ki, söyle bakalım senin bu seferin (Cemel ve Sıffîn muharebelerine gidişin) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın sana verdiği bir emirle mi? Yoksa kendi içtihadınla mıdır? Ali (r.a.):

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bana (bu hususta) birşey emretmiş değildir. Fakat içtihadımla bunu uygun gördüm, dedi. Ali'ye (r.a.) karşı savaşanlar, Rasulullah'a karşı savaşmış kabul edilseydi ve böylece mürted olsalardı; Ali, (r.a.) Onlara mürtedlerin hükmünü uygulardı. Halbuki tevatüren sabittir ki, Ali (r.a.), Cemel Vak'asında Ona karşı savaşıp kaçanları takip etmemiş, yaralılarını öldürmemiş, mallarını ganimet olarak tutmamış ve kadınlarını esir etmemiştir. Bu sebepledir ki, Haricîler:

Bunlar mü'min iseler neden onlarla savaştın? Kâfir iseler neden kadın ve mallarını haram kıldın? diye Ali'ye (r.a.) itiraz ederek Ona karşı isyan etmişlerdir. Bunun üzerine Ali (r.a.), konuyu onlarla münakaşa etmek için amcasının oğlu İbn-i Abbas'ı kendilerine göndermiş ve İbn-i Abbas da haricîlere şöyle demiştir:

Aişe (r.a.), Ali'ye (r.a.) karşı savaşanların arasındaydı. Âişe'nin (r.a.) mü'minlerin validesi olmadığını söylüyorsanız Kur'an-ı Kerimi tekzib etmiş olursunuz. Onu validemiz olarak kabul ettikten sonra câriye olarak tutup helâl kılıyorsanız kâfir olursunuz.

Ali (r.a.), Cemel vakasına iştirak edenler hakkında:

Onlar kardeşimizdir. Fakat bize İsyan ettiler. Yalnız kılıç onları arındırdı, buyuruyordu. Ali'nin (r.a.) her iki taraftan şehid düşenlerin cenaze namazlarını kıldırdığı da rivayet edilmiştir.

Sıffînde Ali'ye (r.a.) karşı savaşanlar mürted ise, sizce masum olan imamın -Hasan (r.a.) - hilafetten vazgeçip onu mürted birisine teslim etmesi nasıl caiz olur? Kaldı ki Allah (c.c.) her iki tarafı “Mü'minler” diye isimlendirmiştir.

Nitekim âyet-i kerimede şöyle buyuruyor:

“Eğer mü'minlerden iki birlik çarpışırlarsa, hemen aralarını düzelterek barıştırın” (Hucurât: 49/9)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da bir hadislerinde şöyle buyuruyorlar:

“Benim bu oğlum (Torunu (r.a.) Hasan) Seyyid (efendi)dir. Allah ilerde Onun vasıtasıyla Müslüman iki büyük gurubu “ıslâh edecektir.” ( Buhari Sulh: 9, Fedail: 2 , Menakıb: 25, Tirmizi Menakıb: 30, Ebu Davud Sünnet: 12)

Nâsibîler - Allah Onları rahmetinden kovsun!- Kalkıp da râfizîlere:

Ali (hâşâ!) kanları helal kıldı. Kendi görüşüyle ve başkanlığı uğrunda çarpıştı. Halbuki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Müslümanı sebbetmek fasıklık, Onu öldürmek de küfürdür.” (Buhari Eyman: 7, Müslim İman Kaseme: 29)

“Benden sonra biriniz diğerinin boynunu vurmakla küfre dönmeyiniz” (Buhari Hacc: 132, Fiten: 8, Müslim Kaseme: 29) buyurmuştur, diyecek olurlarsa, onlara ne cevap vereceksiniz?

Şunu da iyi bil ki, Hanefi, Şafiî ve Hanbelî mezhebinden bir gurup fakih, zekatı vermek istemeyenler ile haricîlere karşı savaşı, bâğîlere karşı açılan savaş gibi addetmişlerdir. Cemel ve Sıffîn vakıalarını da aynı cinsten kabul etmişlerdir. Halbuki bu iddia yanlıştır. Ebu Hanîfe, Mâlik, Ahmed b. Hanbel ve diğer bazı fakihlerin ictihadlarına aykırı olduğu gibi, Sünnete de muhaliftir. Çünkü haricîlerle savaş hususunda ashabın ittifakı vardır. Halbuki Cemel ve Sıffîn hadiseleri bir fitne hadisesidir. Bu hususta asla ashabın icmâı yoktur. (Ashab-i Kiram üç guruba ayrılmıştı. İkisi ordularda idi. Diğeri de bu hâdiseleri fitne kabul ediyor ve kenarda duruyordu. Bunların başında da Abdullah b. Ömer b. Hattab bulunuyordu. Hatta hakem olayında Abdullah b. Ömer'in halife olması istenmişti de, İbn-i Ömer bunu kabul etmemişti. )

Sıffîn hâdisesinde Ali'ye (r.a.) karşı olanlar, önce kendileri savaşa başlamamışlardı. Ondan sonra Ebu Hanife ve başkaları, önce bâğîler imama karşı savaşa başlamadıkları müddetçe bâğîlerle savaşa cevaz vermemişlerdir. Yine Ebu Hanife, Ahmed ve Mâlik, zekâtı verip te fakat onu imama vermek istemeyen kimselere karşı imamın savaş açmasını caiz görmemişlerdir.

Binaenaleyh tamamen dinden çıkanlarla, dinin bir vecîbesini yerine getirmek istemeyenlerle savaşmayı birbirinden ayırmaık gerekir.

Ama zekâtı tamamen inkâr ediyorlarsa haricîlerden önce onlarla savaşmak lâzımdır. Kur'an-ı Kerimde zikredilen bâğîler ise her ikisinin dışındadır. Nitekim Allah (c.c.), önce onlarla savaşmayı bize emretmemiştir. Aksine onları islah etmeyi bize emretmiştir. Bu hüküm ise ne mürtedler ve ne de haricîler hakkındaki hükme benzer.

Cemel ve Sıffîn savaşları, bâğîlere karşı yapılan savaşlardan mıdır? Yoksa bir fitne savaşı mıdır? O fitne ki Ona iştirak etmeyenler, iştirak edenlerden daha hayırlıdır.

Bu savaşa karışmayan Ashab-ı Kiram ve hadis ehlinin cumhuru Cemel ve Sıffîn hadiselerini fitne savaşı olarak kabul ediyorlar. (Ebu Musa El-Eş'arî de, Cemel olayını fitne olarak kabul eder. Ebu Musa, Ali'nin (r.a.) Küfe'deki valisi idi. O ,aşırı giden bazı kimseler sebebiyle müslümanların kanlarının akmasından çekiniyordu. Birgün Kûfe'de mimbere çıkarak, fitneden bahsetmiş ve Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in “Ona karışmayan karışandan hayırlıdır...” mealindeki sözünü müslümanlara hatırlatmıştır. Orada bulunan Ester, camiyi terkederek beraberindeki birkaç kişi ile valilik binasını basmıştır. Ebu Musa, valilik binasına dönünce Ester ve beraberindekiler Onu içeriye almamışlar ve valilikten istifa etmesini istemişlerdir. Bunun üzerine Ebu Musa istifa edip ve fitnelerden uzak olan Urd adındaki köyde ikamet etmiştir. Fitneler baş gösterip kanlar aktıktan sonra müslümanlar Ebu Musa'nın kendilerine bir nasihatçı olduğuna kanaat getirmişlerdir. Bunun içindir ki, müslümanlar Ebu Musa'nın, hakem olayında Irak'ın mümessili olmasını istemişlerdir. Ondan sonra Ebu Musa'yı inzivaya çekildiği köyden alıp getirmişlerdir. Tabiî ki bu olayda da Ebu Musa müslümanlara nasihat etmiştir, ilerde bu olaydan bahsedilecektir. )

Eğer onlardan biri tecavüz ediyorsa...” mealindeki âyetinden de, çarpışan iki guruptan biri kasdediliyorsa, yani çarpışmayan mü'min bir gurup kasdedilmiyorsa, ayette böyle bir gurupla çarpışmayı emreden bir mânâ yoktur.

Muaviyenin (r.a.) taraftarları, Ali'ye (r.a.) biat etmedikleri için bâğî iseler, ayette onlarla çarpışmayı emreden bir mânâ yoktur. Savaştan sonra yine tecâvüze devam ettiklerini kabul etsek dahi, her iki gurubun arasını islah edecek kimse çıkmamıştır.

Diyorum ki: (Hafız Zehebî) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem). Ammar'a:

“Seni tecavüzkâr bir gurup öldürecektir” (Müslim Fiten: 70) diyerek Muaviye (r.a.) taraftarlarına bâğî demiştir. Fakat bu durum onları tekfir etmez.

Râfizî'nin “Ey Ali! Senin savaşın benim savaşım, barışın da barışımdır” diye naklettiği hadisin doğru olmadığı şu şekilde isbat edilebilir:

 Ali'ye (r.a.) açılan savaş Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) açılan savaş ise, Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) savaş açanların mağlub olması gerekirdi. Çünkü Allah (c.c.) buna tekeffül etmiştir.

Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Muhakkak ki biz, peygamberlerimizi ve iman edenleri hem dünya hayatında, hem de meleklerin şâhid duracağı gün muzaffer kılacağız” (Ğafir: 40/51),

“Gerçekten elçilikle gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmiştir: Muhakkak onlar, bizzat onlar muzaffer olacaklardır” (Saffat: 172-172)

Ama haricîler (dinden çıkanlar) öyle değildir. Onlar Allah ve Resulüne karşı muhariptirler. Onların durumu belli olduğu için kısa kesiyorum.

Bir başka âyette Allah (c.c):

“Allah'a ve Peygamberine karşı savaşa kalkışanlarla yer yüzünde fesada çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri, asılmaları yahut sağ elleri ile sol ayaklarının çaprazvârî kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir.” (Mâide: 5/33) buyuruyorlar.

Bununla da yol kesicileri kasdediyor. Buna rağmen onları tekfir etmiyoruz. Onları bu sebepten dolayı tekfir edecek olursak, mutlaka onları öldürmemiz gerekecekti.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol