Kur'an ve Sünnet
   
 
  3.10.20---3.10.21

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

3.10.20

 

Râfizî şöyle diyor:

“Ali, bütün insanların en cesuru idi. İslâmın temelleri yalnız onun kılıcıyla oturmuş, imanın dayanakları yine onun kılıcıyla sağlamlaştırılmıştır. Üzüntüleri Rasulullah'dan (sallallahu aleyhi ve sellem) defetmiş, başkasının kaçtığı gibi savaş meydanlarından kaçmamıştır.”

Ey Râfizî!

Ali'nin (r.a.) cesaretinde ve İslâmın zaferi için bir çok kâfirleri öldürdüğünde kesinlikle şüphe yoktur. Yalnız bu durum yalnız Ali'ye (r.a.) has bir özellik değildir. Aksine ashab-ı kiramın bir çoğu bu hususta onunla ortaktırlar. İnsanların en cesuru da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dır. Bu hususta Enes (r.a.) şöyle diyor:

“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) insanların en güzeli, en cömerdi ve en cesaretlisi idi.

Bir gece Medine halkı paniğe kapılmıştı. Halk ses gelen tarafa doğru yürüdü. Yolda, kendilerinden önce o tarafa, altında Ebu Talha'nın atı, boynunda kılıçla gidip dönen Rasulullah'la karşılaştılar. Rasululah, onlara:

“Korkmayın!” diyordu.

Müsned'te rivayet edildiğine göre Ali (r.a.):

Savaşlarda tehlike arttığı zaman Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a sığınır ve onunla korunurduk. O, içimizde düşmana en yakın olanımız idi, buyururlar. Cesaret, korku anında, düşmanın hücumu karşısında ve harp sanatının tatbiki esnasında kalbin güçlü olması ve sebat etmesi demektir. Bütün bunlara rağme Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), übey b. Haleften başkasını öldürmemiştir. Hüneynde ashab-ı kiram biraz geri çekilince, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)in, düşmana doğru ilerleyerek etrafındakilere:

“Ben Peygamber'im, bunda yalan yok. Ben Abdülmuttalib oğullarındanım” deyip haykırması, Onun çok üstün cesaret ve şecaatine delâlet ediyor.

Eğer, devlet reisinden beklenen cesaret, kalbi şecaat ise şüphesiz ki ashabın en şecaati isi Ebubekir (r.a.) idi. Ebubekir (r.a.), İslâmın bidayetinden beri Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) karşılaştığı bütün musibetlere katlanmıştı. Hiçbir zaman bu tehlike ve musibetlerden korkmamış ve onlara karşı sabırsızlık da göstermemiştir. Bilakis O, tehlikelerin üzerine yürüyor ve Rasulullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) kendi canıyla koruyordu. Diliyle,eliyle ve malıyla durmadan cihad ediyordu. Ebubekir (r.a.), Bedir'de Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile çadırda iken Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ayağa kalktı. Allah (c.c.)'a dua edip Ondan yardım dileyerek:

 “Ya Rabbi! Bana va'dettiğin yardımı bugün lütfet! Ya Rab! Bu bir avuç muvahhid bugün telif olursa yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmayacak!” diye niyazda bulununken, Ebubekir  (r.a.):

Yâ Resulullah, duan arşı titretti. Allah va'dini elbette yerine getirecek, diyordu. Bu da Ebubekir'in (r.a.) kâmil imanına ve kuvvetli sebatına delâlet ediyor. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Allah (c.c.)'a olan bu niyazdan dolayı da hiçbirşeyi eksilmemiştir. Aksine bu niyazı Onun için bir yüceliktir.

Her şeyi sebeplere bağlamak Tevhid'te noksanlıktır.

Sebeplerin arzu edilene vesile olduklarını kabul etmemek akla halel getirir.

Onları tamamen ortadan kaldırıp ve onlardan yüz çevirmek de şer'î ahkâma halel getirmektir.

Onun için Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, bütün imkânlara başvurarak canıyla, malıyla, duasıyla cihad edip, müslümanları da cihada teşvik etmesi elbette Onun için gereklidir.

Allah (c.c.)'a sığınmak ve Ondan yardım dilemek en büyük cihad ve zafer sebebidir. Rasulullah da bununla emrolunmuştur.

Kalb, korku ve yalvarış ile kaplandığında müşahede ettiklerine karşı dalar. Ebubekir'in makamı ise bunun da üstündedir. O doğrudan doğruya Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) yardım ediyor ve etrafında pervane kesiliyordu. O, zafere ulaşacaklarına dair olan inancını Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem)haber veriyor ve durmadan düşmanla çarpışan ashabı gözetiyordu.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), vefat edince büyük musibet meydana geldi. Ashab derin bir kedere büründü. Akıllara durgunluk geldi. Sanki kıyamet kopmuştu. Büyük kıyametten kopmuş küçük bir kıyamet...

Göçebe araplar irtidat etti. Emniyet sarsıldı. O sırada Ebubekir (r.a.), iman, yakîn ve sabırla dolu bir kalble kalktı ve Allah Taala'nın, Resulünü indinde dilediği şeye -yüce makama- kavuşturduğunu ashab-ı kirama haber vererek şöyle buyurdu:

“Kim ki Muhammed'e tapıyorsa bilmiş olsun ki, Muhammed vefat etmiştir. Kim ki Allah'a tapıyorsa, bilmiş olsun ki, Allah dâim ve Bakîdir.”

Daha sonra:

“Muhammed ancak bir Peygamberdir. Ondan önce birçok peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O ölür veya öldürülürse siz ardınıza dönüverecek misiniz? Kim ardına dönerse, elbette Allah'a hiçbir şeyle zarar verecek değil, fakat şükredip sabredenlere Allah muhakkak mükâfaat verecektir.” (Al-i İmran: 3/144) mealindeki ayeti okudu.

Ashab sanki bu ayeti daha önce işitmemişlerdi. Ebubekir (r.a.), bilahare onlara bir nutukta bulundu. Nutkunda tekrar ashaba sabır ve sebatı tavsiye etti. Üsame'nin komutanı olduğu ordunun techiz edilerek bir an önce yola çıkması için onları cesaretlendirdi. Biraz sabretmesi için kendisine fikir vermelerine rağmen mürtedlerle hemen savaşmağa başladı. Hatta Ömer (r.a.) çok cesur olmasına rağmen Ona:

Ey Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) halifesi! İnsanları kendine sevdir, diyordu. Bu konu oldukça geniştir.

Şüphesiz ki Ali (r.a.)'den başka diğer ashab-ı kiram da birçok kâfir öldürmüşlerdir. Ondan fazla öldürenler de vardır. Siyer ve mağazî kitaplarını dikkatle araştıran bu hakikati açıkça görecektir.

Bera' b. Mâlik -Enes'in kardeşidir-, bizzat ve herkesin önünde yüz kâfir öldürmüştür. Başkalarıyla beraber öldürdükleri bunlardan müstesnadır.

Halid b. Velid'in öldürdüğü kâfirler sayısızdır. Mu'te muharebesinde elinde dokuz kılıç kırılmıştır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Her peygamberin bir havârîsi vardır. Benim havarim (yardımcı) ise Zübeyr'dir.” buyurmuşlardır.

Ebu Talha hakkında da:

“Ebu Talha'nın ordudaki sesi, bir cemaattan (orduda bulunmasından) daha hayırlıdır.” buyurmuşlardır.

İbn-i Hazm şöyle diyor:

Şiîler, Ali (r.a.)' nin diğer bütün ashaba nisbeten daha çok cihad ettiğini ve daha çok kâfir öldürdüğünü ileri sürerek hilafetin yalnız Onun hakkı olduğunu iddia ediyorlar.

Halbuki cihad üç çeşittir:

Birincisi ve en yücesi dille insanları Allah (c.c.)'ın dinine davet etmektir.

İkincisi, ümitsizlik anında düşünerek bazı tedbirler almaktır.

Üçüncüsü, elle yapılan cihâddır.

Birinci cihad çeşidine bakınca Rasulullah'dan (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra Ebubekir (r.a.)'den başka hiç kimsenin bu dereceye varmadığını görüyoruz. Çünkü büyük sahabîler hep Ebubekir'in vasıtasıyla İslama girmişlerdir. Ömer (r.a.) de İslama girince. Onu kuvvetlendirdi. Hatta İbn-i Mesud:

“Ömer İslama girdiğinden beri güçlüyüz,” buyurmuştur. Ebubekir  ve Ömer (r.a.) benzeri görülmemiş bir cihadla tanınmışlardır. Ali'nin (r.a.) bu çeşit cihadda payı yoktur.

İkinci cihad çeşidi ise, meşveretir ki, bu da Ebubekir ve Ömer'e  (r.a.) mahsustur.

Üçüncü kısmı olan elle cihad'a baktığımızda bu çeşit cihadın Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) (sallallahu aleyhi ve sellem) en az amellerinden olduğunu görüyoruz.

Ama bunu hiçbir zaman korkaklığına te'vil edemeyiz. Bu cihad kısmını da nazar-i dikkate alırsak Ali'nin (r.a.) bunda da Rasulullah'dan önce geldiğini söyleyemeyiz. Aksine diğer ashab da elle yapılan cihadda Ali'ye (r.a.) ortak olmuşlardır. Talha, Zübeyr, Sa'd, Hamza, Übeyde b. Haris, Mus'ab b. Ümeyr, Sa'd b. Muaz, Ebu Dücâne ve emsalleri gibi (Allah (c.c.) cümlesinden razı olsun)

Ebubekir  ve Ömer (r.a.)'de elle yapılan cihadda Ali (r.a.) ile birlikte hareket etmişlerdir. Ama Ali (r.a.) ve diğerlerinin aldıkları pay kadar Ebubekir  ve Ömer (r.a.) alamamışlardır. Çünkü onlar devlet idaresiyle çok meşgul olmuşlardır.

Onlar Rasululah (sallallahu aleyhi ve selem)'e refakat ederek işlerinde vezirlik görevini ifa etmişlerdir. Buna rağmen Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebubekir  ve Ömer'i, Ali (r.a.)'den daha fazla seriyyelerle birlikte göndermiştir. Ali'yi (r.a.) ise yalnız Hayber kalelerine göndermiş O da orayı fethetmiştir. (Allah cümlesinden razı olsun.)


بســـم الله الرحمن الرحيم

 

3.10.21

 

Ey Râfizî!

“İslâmın temelleri ve iman'ın dayanakları yalnız Ali'nin kılıcıyla oturmuş ve sağlamlaştırılmıştır” şeklindeki iddian, İslâmın, yayıldığı günleri bilen herkesin indinde açık bir yalandır.

Aksine Ali'nin (r.a.) kılıcı, İslâmî ve imanı temel ve kaidelerinin oturup sağlamlaştırılmasına vesile olan sebeplerin bir parçasıdır. Cenab-ı Allah (c.c.)'ın İslâmı hâkim kıldığı birçok olayda Ali'nin (r.a.) kılıcını görmüyoruz. Ama Bedir'de Onun kılıcı diğer ashabın kılıçları gibi İslâmı müdafaa etmiştir. Çarpışmanın vuku bulduğu savaşların hepsi de dokuz tanedir. Rasulullah'dan (sallallahu aleyhi ve selem) sonra Fars ve Rum savaşlarına da katılmamıştır. Şüphesiz ki Ali'nin (r.a.) hilafetinde de büyük savaşlar meydana gelmiştir.

“Ali (r.a.) asla hezimete uğramamıştır” şeklindeki sözün doğrudur. Bu hususta Ebubekir  ve Ömer (r.a.) gibidir. Çünkü hiçbirisi için hezimet sözkonusu olmamıştır. Eğer hafif bir çekilme vuku bulmuşsa O da rivayet edilmiş değildir.



Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol