Kur'an ve Sünnet
   
 
  Ulûvv ve Arş'a istiva:

Ulûvv ve Arş'a istiva:

Şeyhü'l-îslâm İbn Teymiye: «Allah'ın yücelerde oluşu (ulûvv) ve Arş'a istivası* konusundaki bir soruya şu cevabı verdi:
Yüce Allah Kitab'ında birçok âyette Resulünün dili üzere kendisini «ulüvv (yücelerde olmak), Arş'a istiva ve fevkiyet (üstte olma) ile» vasıflandırmıştır. Hattâ Ş a f i i' ye tâbi olan büyüklerden biri şöyle demiştir. Kur'an'da, Allah'ın yaratıklarından yücelerde ve kullarının üzerinde olduğuna ilişkin bin veya daha fazla delil vardır.
Başka biri de: Bu konuda üç yüz delil vardır, demiştir. Meselâ: «Rabbinin yanında olanlar...»(1), «Göklerde ve yerde kim varsa hep O'nundur. O'nun yanında bulunanlar...»(2) âyetleri bu delillerdendir. Eğer - Cehmî'nin dediği gibi - «O'nun yanında» ifadesi, «kudretinde» demek olsaydı, Allah'ın bütün yaratıkları O'nun yanında olurdu. Çünkü yaratıklarının hepsi O'nun kudret ve meşîetindedir. O zaman göklerde olanlarla yerde olanlar ve Allah'ın yanında olanlar arasında bir fark olmazdı.
Yine «Arş'a istiva etmesi», «Arş'a istilâ ve onu hâkimiyeti altına alma» anlamında olsaydı, bütün yaratıklara istiva etmiş olurdu ve Arş'ı yaratmazdan önce de Arş'a istiva etmiş olurdu. Oysa istiva, gökleri ve yeri yaratmasından sonra Arş'a has bir şeydir. Nitekim Allah Kur'an'da (bunu haber vermiştir. Kur'an'da anlatılanlar, Allah'ın bir defasında Arş'a istiva etmişken, diğer birinde istiva etmediğine delâlet etmektedir. Bu sebepledir ki, isbat ehli âlimlerce sıfatlardan «ulüvv» sıfatı hem nakil, hem de akıl ile bilinen; «Arş'a istiva» ise, sadece nakil ile bilinen sıfatlardandır.
Burada bu mes'ele üzerinde durmamızın sebebi şu: Allah Teâlâ kendisini «beraber olma» ve «yakın olma» ile nitelendirmiştir. Beraberliğin genel ve özel olmak üzere iki anlamı vardır. «Nerede olsanız, O sizinle beraberdir»(3) âyeti birinci anlamda; «Çünkü Allah, (azabından) korunanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir»(4) âyeti de ikinci anlamda kullanılmıştır.
"Yakın olma"ya gelince,  Kullarım, sana benden sorarlarsa (söyle): Ben (onlara) yakınım»(5) âyetiyle, «Biz ona sizden daha yakınız»(6) âyetinde anlatıldığı gibidir.
Bu konuda insanlar dört gruba ayrılmışlardır:
1  — Allah ne âlemin içinde, ne de dışında; ne üstte, ne de alttadır, diyen nefy ehli Cehmîler. Bunlar Allah hakkında yücelerde olma (ulüvv) ve üstte olma (fevkiyet) yi kabul etmezler. Aksine, bu konulardaki nassların hepsi te'vil edilir, ya da tafviz edilir. Bid'at ehlinin hepsi; meselâ: Haricîler, Şia, Kaderiyye, Mürcie ve başkaları bazı nasslara sarılırlar. Ancak Cehmiler böyle değildir. Ellerinde inandıkları nefy konusunda kendilerini destekleyen peygamber sözlerinden tek biri bile yoktur.
Bu sebebledir ki İbnü'l-Mübârek ve Yusuf b. Esbât, Cehmiye'nin yetmişüç fırkanın dışında olduğunu söylemişlerdir. A h -med b. Hanbel'in ashabından nakledilen iki görüşten doğru olanı da budur. Ebû Abdillah b. Ham id ve başkaları bu iki görüşü nakletmişlerdir.
2  — İkinci bir grup şöyle der: Allah zâtıyla her mekândadır. Neccariyye fırkasıyla Cehmilerin birçoğu; âbid, sufî ve avamı ile bu görüştedir. Derler ki:. Allah, yaratıkların vücûdlarının kendisidir. Nitekim varlığın bir olduğunu söyleyen vahdet-i vücûdcular, hulul ve ittihada inananlar bu görüşteler.
Onlar bunu ileri sürerken «beraberlik» ve «yakınlık» ifade eden nassları delil olarak ileri sürer ve ulüvv ile istiva nasslarım te'vil ederler. Halbuki delil olarak ileri sürdükleri her nass, aslında aleyhlerine delildir. Çünkü nasslarda geçen «beraberliğin» büyük çoğunluğu Allah'ın peygamberleri ile velilerine hastır. Oysa onlara göre Allah, her mekandadır. İleri sürdükleri nasslarda, görüşlerinin aksini ortaya koyan unsurlar mevcuttur. Çünkü yüce Allah: »Göklerde ve yerde bulunan herşey Allah'ı teşbih etmiştir. O, azizdir, hakimdir"(7) buyurmaktadır. Göklerde ve yerdeki herşey Allah'ı teşbih etmektedir ve teşbih eden, teşbih edilen değildir. Yine şöyle buyurmaktadır: «Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır»(8). Bu âyette mülkün kendisine ait olduğunu bildirmektedir. Sonra şöyle buyurmaktadır: "O, ilktir (kendisinden önce hiçbir varlık yoktur), sondur (kendisinden sonra hiçbir varlık yoktur), zahirdir, bâtındır, O, herşeyi bilendir»(9). Sahih rivayette de: «İlk, sensin. Senden önce birşey yoktu...» buyurulmaktadır.
Allah ilk olunca, O'ndan sonra meydana gelen de vardır; son olunca da, kendilerinden sonra olduğu şeyler vardır. Yine üstünde birşey bulunmayan zahir olunca, kendisinin üstünde olduğu birşey vardır; berisinde birşey olmayan bâtın olunca da, ortada başka bir takım, şeyler var ki, onların berisinde olmadığını söylüyor.
Bu sebebledir ki, İ b n Arabi şöyle demiştir: «Allah'ın güzel isimlerinden biri de «Aliy»dir. Ortalıkta başkası olmadığına göre O, Aliy'dir (üstündür)?! Kimden üstün olacak ki, O, ancak O'dur. Üstün oluşu, kendine karşıdır. O, varlık yönünden mevcudatın aynıdır. Muhdesât (sonradan meydana gelmişler) olarak isimlendirilenler, bizzat onlar üstün olanlardır; onlar, Allah'ın kendisidir».
H a r r a z da şöyle demektedir: «O, hakkın vecihlerinden ve dillerinden biridir. Kendisi hakkında Allah'ın zıdların arasını birleştirmekle bilindiğini söyler. O, zahir olanın kendisidir ve zuhuru esnasında bâtın olanın kendisidir. Ortalıkta gördüğün, O'ndan başkası değil ve kendisinden bâtın olduğu da, bir başkası değildir. O, kendi nefsi için zahir olmakta ve kendisinden bâtın olmakta (gizlenmekte) dir.  Ebû  Said  el-Harraz  diye isimlendirilen de O'dur».
Beraberlik» karışım ve bileşime işaret etmez. «Yakın» kelimesi de böyledir. Hulul ehline göre, Allah nasıl diğer aynlarda ise, şah-damarın da içindedir. Böyle bir görüş küfür olup Kur'an'ı bilmemektir.
3 — Üçüncü grup, Allah'ın hem Arş'm üzerinde, hem de her yerde olduğunu söyleyenlerdir. Bu görüşte olan şöyle der: Ben bütün bu nassları kabul ediyorum; onlardan hiçbirini zahirinden başka anlamda yorumlamam. Bu, E ş ' a r î' nin «el-Makalâtu'1-İslâmiyyîn» isimli eserinde söz konusu ettiği bazı fırkaların görüşüdür. Sâlimiy-ye ve sûfiyyeden bir fırkanın sözleri arasında da bu tür ifadeler bulunmaktadır. Ebû Talib el-Mekkî, İbn Berricân ve benzerlerinin görüşleriyle bu görüş arasında bir benzerlik vardır. Şunu da belirtelim ki, bu görüşte olanların büyük çoğunluğunun sözlerinde birbirini çürüten sözlere de rastlamaktayız.
Bu nedenledir ki «Mesâlibu îbn Ebi Bişr» isimli eserin yazarı ve Ebû'l-Kasım   b.   Asakir'in görüşlerini reddeden   Ebü   Ali e 1 - E h v a z î,   Salimiye fırkasındandır.
Aynı şekilde Hatib el-Bağdadî, bir grup âlimin, Ebû T a 1 i b ' in sıfatlarla ilgili sözlerinden bazısını reddettiklerini zikretmektedir.
Bu üçüncü grup her ne kadar nasslara sarılma konusunda diğerlerinden nasslara daha yakın ve onlara muhalefetten daha uzak ise de - çünkü birinci grubun nasslarla hiçbir ilgisi yoktur - aksine hepsine muhalefet etmişlerdir.
İkinci grup ise, .muhkem ve açık nassların birçoğunu terkedip anlamı kendilerine karışık gelen az sayıdaki nasslara sarılmışlardır.
îşte bu üçüncü gruptakiler: Biz nassların hepsine tâbi oluyoruz, diyorlar. Ne var ki bunlar da mugalata içerisindeler. Çünkü; Allah zâtıyla her yerdedir diyen Kur'an'a, Sünnet'e, ümmetin selefi ile imamlarının icmaına muhalefet etmekle birlikte Allah'ın kullarını üzerinde yarattığı fıtrata, sâlih akla ve birçok delile de muhalefet ediyorlar. Bunlar birbirleriyle çelişen sözler söylüyorlar. Allah, Arş'-in üzerindedir diyorlar, ama bir de: Arş'ın Allah'tan payı, arifin kalbinin payı gibidir, diyorlar. Nitekim Ebû Talib ve başkaları açık açık bunu söylüyorlar. Oysa arifin Allah'tan payının marifet, iman ve buna tâbi şeyler olduğu bilinmektedir. Eğer böyle derken, Arş da böyledir demek istiyorlarsa, kendi sözlerine ters düşmüş olurlar! Ama Allah'ın zâtıyla arifin kalbine hulul ettiğini demek istiyorlarsa, o zaman özel bir hulule inanmış olurlar.
Tasavvuf ehlinden bir grup hattâ «Menazilu's-Sâirîn» yazan bile, menzilelerin sonuncusunda tevhidi anlatırken - böyle bir hulul anlayışına düşmüşlerdir. Bu sebeble tasavvuf ehlinin bazı imamları böyle bir görüşten sakındırma ihtiyacını duymuşlardır.
C ü n e y d ' e tevhidin ne olduğu sorulduğunda: «Sonradan olanları kadîmden ayırt etmektir», demiştir. Böylece bu sözüyle muvahhid kişinin, kadîm olan yaratıcı ile sonradan meydana gelen yaratılmışı birbirlerinden ayırt etmesi; birini diğerine karıştırmaması gerektiğine dikkat çekmiştir.
Bu üçüncü gruptakiler Hıristiyanların Mesih hakkında, Şia'nın imamları hakkında söylediklerinin aynısını marifet ehli hakkında söylerler. Hulul ve İbâhiye'ye kail birçok kişi, C ü n e y d gibi Kur'-an ve Sünnet'e tâbi mutasavvıfların hululü red konusunda ve emir ile nehyi isbata ilişkin sözlerine karşı çıkar ve bu mutasavvıfların, . kendisiyle benzeri hulûlcü ve ibâhiyecilerin ulaştıkları marifet makamına ulaşmadıklarını söyler.
4 — Dördüncü grup ise, ümmetin selefi ve müctehid imamları; ilim ve ibadet şeyhlerinden ilim ve din imamlarıdır. Onlar, kelimeleri tahrif etmeksizin Kur'an ve Sünnet'te anlatılanların hepsine iman etmiş; anlatılanları kabul etmişlerdir. Allah'ın göklerinin yukarısında, Arş'ının üzerinde ve yaratıklarının dışında olduğunu; yaratıklarının da O'ndan ayrı olduğunu söylemişlerdir. Ama bununla birlikte Allah, ilmi yönünden bütün kullarıyla; onlara yardım ve destek yönünden, ve onlara yeterli olma bakımından peygamber ve velileriyle beraberdir. Aynı şekilde yakın ve duaları kabul edendir. Necvâ âyetinde kullarından haberdar olduğuna ilişkin işaret vardır.
Peygamber (s.a.v.) şöyle dua ederdi: «Allah'ım, yolculukta yol arkadaşı sensin! Geride kalan aile efradıma bakan da sensin»(10). Yani Allah, yolculukta yolcuyla, evde de aile efradından geri kalanlarıyla beraberdir. Ama hiç şüphesiz beraber olması, zâtının onların zâtıyla karışmış olmasını gerektirmez. Yüce Allah'ın buyurduğu gibi: «Muhammed Allah'ın elçisidir. Onunla beraber olanlar...»(11). Buradaki beraberlik, iman etmekle olan beraberliktir, yoksa Peygamber'in zâtının, onların zâtlarıyla karışması değildir. Aksine, taraftarlık anlamındaki beraberliktir.
«...İşte onlar mü'minlerle beraberdir»(12) âyetindeki beraberlik, iman ve dostlukta onlarla beraberliğe işaret eder. Allah Teâlâ kullarını bilir; nerede olurlarsa O, onlarla beraberdir. Onlar hakkında bilgi sahibi olması, beraberliğin gerektirdiklerindendir. Meselâ kadın: «Kocam, kılıç bağı uzun, külü çok ve evi toplantı yerine yakındır» derken bu söylediklerinin hepsi hakikat üzeredir ve maksadı bunların gerektirdikleridir ki, o da uzun boylu, çok yemek yedirmesi sebebiyle cömert ve evinin misafirlere yakın olduğunu söylemektir»(13).
Kur'ân-ı Kerîm'de: «Yoksa biz, onların sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmez miyiz? Hayır, işitiriz ve yanlarında bulunan elçilerimiz de (her yaptıklarını) yazarlar»(14). Burada görme ve duymasından maksat bu husus hakkında bilgisini isbattır. O, bunun iyilik mi, yoksa kötülük mü olduğunu bilir. İyilikleri mükâfatlandırır ve kötü lükleri de cezalandırır. Yaratıklara karşı kudretinin isbatı da böyledir. Şu âyetlerde olduğu gibi: «Siz, ne yerde, ne de gökte (Rabbinizi) aciz bırakamazsınız»(15)Yoksa kötülükleri yapanlar, bizi geçeceklerini mi sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar»(16). Burada maksat, kötülüklerinin peşinden gelenler ve ceza, intikam gibi kötülüklerin gerektirdikleridir.
Rab Teâlâ'nın sakındırmak, korkutmak, iyiliklere teşvik etmek için kendisini, kulların yaptıklarım bilmekle nitelendirmesi pek çoktur. Yine aynı payeyle kendisini kudret, duyma, görme ve yazmakla vasıflandırması da pek çoktur. Lâfzın medlulünden bu anlaşılır. Bazen de o anlamın gereği kastedilir.
Bazen mutabakat ve mülâzemet yoluyla kelimenin lügat anlamı kastedilir. Kelimeyle, sadece kelimenin lâzımı anlamı değil, aksine melzum medlulü de kastedilebilir ve bu (mecaz değil), hakikattir.

Dip Notlar:
1)   7 A'râf 206
2)   21 Enbiyâ, 19
3)    57 Hadid, 4                                        
4)    16 Sahi,  128                                      
5)    2 Bakara, 186                                   
6)   56 Vakia, 85
7)   57 Hadid, 1
8)   57 Hadid, 2
9)   57 Hadid 3
10)    Tirmizi, Deavât, 41; Muvatta', İsti'zân, 34
11)    48 Fetih, 29
12)    4 Nisa, 146
13)   Kılıç bağı uzun olanın boyu da gerçekten uzundur.'Külü çok olan kişi, bolca yemek pişiren kişidir. Yemeği pişirdiği yakacağın külü de çok olur ve bu, onun başkalarına da yemek yedirdiğinin işaretidir. Evinin toplantı yerine yakın olması da misafirlerinin çokluğuna işaret eder.
14)    43  Zuhruf, 80
15)    29 Ankebût, 22                                
16)    29 Ankebût, 4    


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol