Kur'an ve Sünnet
   
 
  Uyulması Vacip Olan Mezhep Hakkında

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

2.1.1

 

Reddiyyeyi kendisine yazdığımız İbnul Mutahhar şöyle diyor :

“İmâmiyye Mezhebi kendisine uyulması vacip olan mezheptir.

Çünkü o, mezheplerin hak ve doğruya en yakın olanıdır, İmamîler akaidde bütün fırkalardan ayrılmış ve kesin olarak kurtuluşa ermişlerdir. Çünkü onlar dinlerini masum imamlarından almışlardır. Diğer mezhepler ise ihtilafa düştüler, görüşleri çoğaldı. Onlardan biri hakketmeden halifeliğe talib çıkarken diğerleri dünya menfaati için ona biat ettiler. Bunlardan birisi Ömer b. Sa'd b. Mâlik'tir ki, emirlik ile Hüseyin'e (r.a.) karşı çarpışma arasında muhayyer bırakıldığı zaman, Hüseyin'i (r.a.) öldürecek olanın cehenneme gireceğini bilmesine rağmen şöyle demiştir:

“Vallahi doğru söylüyorum. Bu işte düşünemiyorum. İki tehlikeli durum arasında şaşırıp kaldım. Rey mülkünü mü terkedeyim? Hüseyin'i (r.a.) öldürme günahını mı yükleneyim? Onu öldürsem doğrudan cehenneme gireceğim. Fakat Rey'de de gözüm vardır. Bazılarına durum karışık geldi, dünyayı tercih ettiler ve ona uydular. Yanlış düşündüler de hakkı bulamadılar ve Allah onları muaheze etti. Bir başkaları yanlış anlayışa saplanarak, çoğunluğu orada gördükleri için onlara biat ettiler. Hakkın çoğunlukta olduğunu zannettiler de, Allah (c.c.)'ın:

“Doğrusu ortakların çoğu birbirine haksızlık ederler; ancak iman edip de sâlih amel işleyenler müstesnadır. Bunlar da ne kadar az.” (Sa'd: 38/24)

Ayetinden de gafil kaldılar. Bir başkası da, hakkıyla halifeliği istedi. Ancak dünya zînetine düşkün olmayan ve kurtuluşa eren azınlık ona biat ettiler. O azınlık kendilerine emredileni yerine getirdiler. O emir de, hilafete öncelikle lâyık olana itaat etmektir. Durum böyle olunca hakkı aramak ve görüş sahiplerinin neye dayandıklarını öğrenmek gerekir. Ta ki hak yerini bulsun.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Haberiniz olsun, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.” (Hûd: 11/18)”

İbnul Mutahhar, Rasûlullah'dan (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra müslümanları dört guruba ayırıyor.

Bu tamamen yanlıştır. Zira ashab-ı Kiramdan hiçbiri bu saydığı sınıflara dâhil değildir. İddiasınca haksız olarak hilafeti isteyen Ebubekir'dir (r.a.). Halifeliği haklı olarak isteyen de Ali'dir (r.a.). Bu iddiası her ikisine de yaptığı bir iftiradır. Ne Ali (r.a.) ve ne de  Ebubekir (r.a.) halifeliğe talip çıkmıştır.

Râfizî İbnul Mutahhar, diğer iki gurubu dünyaya ve kendi yanlış fikirlerine körü körüne bağlı olmakla suçlamıştır.

Gerçekten insanın hakkı öğrenmesi ve Ona uyması şarttır. Çünkü Yahudîler hakkı öğrendikten sonra ona uymadıkları için kendilerine gazab inmiştir. Hıristiyanlar da hakkı öğrenmek istemedikleri için sapıtmışlardır. Bu ümmet ise bütün ümmetlerin en hayırlısıdır. Allah (c.c.) bu ümmet hakkında:

(Ey Muhammed Aleyhisselâm ümmeti) Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz” buyuruyor. (Âl-i İmrân, 3/110)

Bu ümmetin en hayırlı olanları da Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın muasırları, Ondan sonra sırasıyla onları takip edenlerdir.

Bu hususta Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

“İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlar, (İman ederek Rasûlullah'ı görenlerdir.) Sonra Onları takip edenlerdir.” (Buhari Fedail: 1 , Şehadet: 9, Ebu Davud Sünnet: 9, Müslim Fedail: 210-214)

Ama Râfizîler, bunlar hakkında yukarıda naklettiklerimizi iddia ediyorlar. Onları ilim bakımından insanların en câhili, hevâ ve hevesine en çok düşkün olanı kabul ediyorlar. Râfizîlere göre bu ümmetin Rasûlullah'tan sonra sapıtmış olması gerekiyor.

Ey Râfizi! Bu anlattıkların sence Peygamberden sonra vuku bulmuşsa, ileride nakledeceklerin ve onları delil olarak getirmeye çalışacağın diğer hususlar kim bilir nasıl olacaktır?!

Ashab-ı Kiram hakkında söylediğin, “Görüşleri, kötü arzuları adedince teaddüt etmiştir. (çoğalmıştır)” şeklindeki iddiandan, Onlar çok çok uzaktırlar.

Ey sapık! Bu sözle kimleri kasdettiğini biliyor musun? Bu sözünle Allah (c.c.)'ın haklarında:

(İslâm'a ve dolayısıyla cennete girişte) ileri geçerek birinciliği kazanan Muhacirler ve Ensar, bir de güzel amellerle onların izinde giden mü'minler (var ya), Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah'tan razı olmuşlardır.” (Tevbe: 9/100),

“Muhammed (a.s.) Allah'ın Rasûlüdür. O'nun beraberinde bulunanlar (Ashab-ı Kiram) kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gayet merhametlidirler.” (Feth: 48/29),

“Onlardan (Muhacir ve Ensardan) sonra gelenler şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve iman ile bizden evvel geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla” (Haşr: 59/10) buyurduğu kimseleri kasdediyorsun.

Ensar ve Muhacirden sonra gelenler, ashab için kalblerine bir kin bırakmamak için Allah (c.c.)'tan niyaz ederken, râfizîler O hayırlı ümmete -Ashabı Kiram- af dilemedikleri gibi onlar için kalblerinde kin besliyorlar.

(Ahmahlıktan ve bunaklıktan kurtulmalarına vesile olması gereken ilmî eserlerinde, Ebubekir (r.a.) ve Ömer'e (r.a.)  (Haşa!) put diyorlar. Halbuki tarihte açıkça belirtilmiştir ki,  Ali (r.a.) küfede, mimberde defalarca ve binlerce kişinin huzurunda ve tevatür derecesine varan binlerce kişinin rivayetiyle şöyle demiştir: “Peygamberinden sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebubekir, sonra Ömer'dir.”)

Hasan b. İmâre, Hakem'den, O'da Muksim'den, O'da İbn-i Abbas'tan rivayet ettiğine göre İbn-i Abbas şöyle diyor:

“Allah (c.c.) Rasûlullah'ın arkadaşlarına -Ashab-ı Kiram- af dilemeyi emretmiştir. Bunların savaşacaklarını da biliyordu.”

Urve (r.a.) Âişe'nin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

“(Mü'minler) Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ashabına af dilemekle emredildiler, Onlar (Şiîler) ise onlara küfrettiler.”

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

“Ashabıma sövmeyiniz. Allah (c.c.)'a kasem ederim ki herhangi biriniz Uhud dağı kadar altın infak etse, onlardan (Ashabımdan) birinin bir avuç, hatta yarım avuç sadakasına (sevabta) yetişemez”. (Buhârî ,Fedail Ashabin Nebi: 5, Müslim Fedailu Sahabe: 221)

Câbir'den (r.a.): 

Âişe'ye (r.a.):

“Bazı insanlar Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem )ashabına dil uzatıyorlar. Hatta bu dil uzatmaları Ebubekir (r.a.) ve Ömer'e (r.a.) varmıştır” denilince:

“Bunda hayret edilecek bir şey yoktur, diyerek devamla şöyle buyurdu:

Ebubekir ( r.a.) ve Ömer'in (r.a.) amelleri kesilince Allah (c.c.) sevaplarının kesilmemesini istedi. Diye rivayet edilmiştir.

Sevrî, Nusayr b. Zu'lûk'tan, O'da İbn-i Ömer'in şöyle dediğini rivayet ediyor:

“Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ashabına sebbetmeyiniz (sövmeyiniz). Onlardan birinin Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile bir saat sohbetleri, sizden birinizin yapacağı kırk yıllık ibadetinden daha hayırlıdır.”

Allah (c.c.) bu zatlar hakkında şöyle buyuruyor:

“Hakikaten Allah, (Hudeybiye'de) ağacın altında sana biat etmekte oldukları vakit, o mü'minlerden razı oldu. Böylece kalblerinde olan sadâkati bildi de, üzerlerine sekinet (manevî huzuru) indirdi. Kendilerine de yakın bir zafer (Hayber'in Fethini) verdi.” (Feth: 48/18)

Allah (c.c.) bu Ayet-i Kerime ile onlardan razı olduğunu ve kalplerinde olanı bildiğini beyan ediyor. Bunlar Bindörtyüz kişi olup Ebubekir'e (r.a.) de biat edenlerdir.

Câbir b. Abdullah'ın rivayet ettiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde şöyle buyuruyorlar:

“Hudeybiyede ağacın altında -Rasûlullah'a- biat edenlerden hiçbirisi cehenneme girmeyecektir.” (Müslim) 

(Bu hadis Peygamberliğin alâmetlerindendir. Binüçyüzaltmışsekiz sene geçmesine rağmen müslümanlar Rıdvan ağacı altında Rasulul'lah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a biat eden Sahabe-i Kiram hakkındaki şehadetleri Cenab-ı Allah (c.c.)'ın el-Feth sûresinin onsekizinci âyet-i kerimesinde buyurduğu hüküm doğrultusundadır. Ayet de şudur:

“Hakikaten Allah (Hudeybiyede) ağacın altında sana biat etmekte oldukları vakit, O müminlerden razı oldu.”

Sonra ortaya câhil, ahmak, kör ve Rasûlullahm iki arkadaşının - Ebubekir (r.a.) ve Ömer (r.a.)-. imanında şüphe etmekten utanmayan biri çıkıp şöyle demiştir: “Deseler ki, Ebubekir ve Ömer ağacın altında biat eden ve Allah (c.c.)'ın kendilerinden hoşnut olduğu rıdvan ehlindendir. Bu da yukarıdaki âyet ile sabittir. Biz de şöyle deriz: “Allah ayette: “Ağaç altında sana biat edenlerden Allah hoşnut oldu” veya “sana biat edenlere” demiş olsaydı o zaman biat eden herkesten razı olduğu anlaşılmış olurdu. Fakat Allah, “Muhakkak Allah mü'min olup da sana biat edenlerden razı oldu” buyurmuştur ki, bununla ancak iman ehli olup ve biat edenlerden razı olduğu anlaşılır.”

Bu kör ne derse desin haddi zatında Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'m Müslim'de rivayet edilen hadis-i şerifi o körün ağzına basılan bir taşıtır. Hadis şöyledir: “Ağaç altında Rasulullaha biat edenlerden hiçbirisi ateşe girmeyecektir.” Bu âmâ (Şiî) tarafından, Sevr dağında nazil olan ayetin de (r.a.) Ebubekir'in medhine değil Eemmine işaret olduğu iddia edilmektdir. İşte bu âmâ, Şiî'lerin müctehidlerindendir. Artık onlardan ictihad (!) derecesine varmayanların halini siz düşünün!)

Allah (c.c.) Ensar ve Muhacir olan ashab hakkında şöyle buyuruyor:

“Andolsun ki Allah Peygambere ve güçlük saatinde (Tebûk savaşında çekilen sıkıntı ve mahrumiyet günlerinde) Ona uyan Muhacirlerle Ensara lütfetti. (tevbelerini kabul etti) (Tevbe: 9/117),

“Sizin veliniz ve yardımcınız ancak Allah'la Onun Peygamberidir; bir de iman edenlerdir.” (Mâide: 5/55),

“Erkek ve kadın bütün mü'minler, birbirlerinin velileridirler. (yardımcıları ve dostlarıdır.) (Tevbe: 9/71)

Böylece Allah (c.c.) bu zatlara (ashab) tabî olmayı emrederken, râfizîler onlardan uzaklaşıyorlar. Bazı câhiller Mâide sûresinin ellibeşinci ayetinin devamı olan:

 “... ki, Onlar, Allahın emirlerine boyun eğerek namaza devam ederler ve zekat verirler” bölümü,  Ali'nin (r.a.) namazda iken yüzüğünü tasadduk etmesi üzerine indiğini iddia ederek, bu hususta mevzu hadis de rivayet etmişlerdir. Hayır! Bu hiç de böyle değildir.

Birincisi, âyet cemi sığasıyla kullanılmıştır. Ali ise müfreddir. “Vehum râki'ûn” daki “Vav” hal bildiren “vav” değildir. Eğer durum bildiren hal vavı olsaydı zekâtın namazda ve rükû halinde verilmesi gerekecekti.

İkincisi, burda bir medih vardır. Medih ise vacip veya müstehap olan bir işten dolayı yapılır. Namaz kılarken zekatı vermek ise ittifak ile namazda bir meşguliyet olduğu için ne vacip ne müstehaptır. Övgüye de lâyık değildir.

Üçüncüsü, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında Ali'nin (r.a.) verecek zekâtı ve yüzüğü de yoktu. Farzedelim yüzüğü varmış peki yüzük neyin zekâtıdır! Fakihlerin çoğu da yüzüğün zekata tabi olmadığını söylüyorlar Şiilere göre yüzüğü dilenciye vermiştir. Medih ise zekatın hemen verilmesi üzerine yapılmıştır.

Dördüncüsü, Ayetin akışından kâfirlerle dost olmaktan nehiy mü'minlerle de dost olma hususunda emir vardır. Râfizîler ise, gördüğümüz gibi mü'minlere düşmanlık edip, münafık ve Tatar müşriklerinin arkasından gidiyorlar. Allah (c.c.):

“O'dur ki, seni yardımıyla ve mü'minlerle te'yid etti ve kalblerinin arasını sevgi ile birleştirdi.” (Enfâl : 8/62-63) buyururken, râfizîler ümmetin en seçkinlerinin arasını yalan ve iftiralarla bozmak istiyorlar. Allah (c.c.) şöyle buyurur:

“Artık o kimseden daha zâlim kim olabilir ki, Allah'a karşı yalan söylemiş; doğruyu (Kur'anı) da, kendisine geldiği vakit yalanlamıştır. Kâfirlerin yeri cehennemde değil midir? Doğruyu / gerçeği (Kur'ânı) getiren (Rasûlullah) ve Onu tasdik eden (Mü'minler) ise, işte bunlar takva sahibi kimselerdir. Onlara, Rableri katında, ne dilerlerse var. İşte bu, güzel ve iyi iş görenlerin mükafatıdır. Çünkü Allah, Onların daha önce işledikleri amelin en kötüsünü bile örtüp bağışlayacak ve yapmakta oldukları güzel amellerin en güzeli ile mükâfatlarını kendilerine verecektir.” (Zumer: 39/33-35)

Binaenaleyh (bundan dolayı) Ashab, ümmetin en üstünüdür. Allah (c.c.) Onlara, en kötü amellerini bile bağışlayacağını va'dediyor. Halbuki Ali(r.a.), onlara -râfizîlere- göre günahsızdır. Şimdi söyleyin bakalım  Ali (r.a.) niçin ayetin şümulüne girmiştir?

Allah (c.c.):

Allah, aranızdaki iman edip iyi ameller işleyenlere, kendilerini tıpkı daha önceki mü'minler gibi yeryüzünde egemen kılacağım, kendileri için seçtiği dinlerini sarsılmaz temellere oturtacağını ve korkularını güvene dönüştüreceğini vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar. Bu a,amadan sonra kâfir olanlara gelince, onlar yoldan çıkmışların ta kendileridirler. (Nur: 24/55)

Buyurarak onlara hükümranlığı va'dediyor, onlardan hoşnut olduğunu, onların takva sahibi olduklarını, onlara yardım gönderdiğini beyan ediyor. Bütün bu sıfatlar Ebubekir (r.a.) ve Ömer'e (r.a.) biat eden Ashab-ı Kiram içindir. Daha o zamandan beri hükümran olmuşlar, dini hâkim kılmışlardır. Ondan sonra da Fars ve Rumlara galebe çalarak Şam, Irak, Mısır, Mağrib, Horasan, Azerbaycan ve benzeri ülkeleri fethettiler. Ömer (r.a.) şehid edilip, fitneler alevlenince hiçbir yeri fethedemediler Üstelik Rumlar ve diğer milletler topraklarına göz dikmeye başladılar. Bid'atlar; haricilerden, rafizilerden ve nâsibilerden türemeğe, kanlar akmağa başladı. Vefatından: sonraki durum ile önceki durum nerede?


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol