Kur'an ve Sünnet
   
 
  TASAVVUFUN MÜSLÜMANLAR ÜZERİNDEKİ KÖTÜ SONUÇLARI

TASAVVUFUN  MÜSLÜMANLAR  ÜZERİNDEKİ  KÖTÜ  SONUÇLARI

 

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ

 

   Değerli Müslümanlar ! bu sohbetimizde inşaallah tasavvufu ele alıp  ve onun Müslümanlar üzerindeki olumsuz etkilerinden bahsetmeye çalışacağız…Bizi böyle bir çalışmaya iten sebep ise ; konunun tevhid inancını tepeden tırnağa altüst ettiğinden dolayıdır.

  

   Şunu rahatlıkla ve bütün samimiyetimle söyleyebilirim ki,tasavvuf ve onun getirdiği inanç ve ameller, geçmişte olduğu gibi bugün de binlerce inananın itikadını ve amellerini tepeden tırnağa bozmuş ve onların üzerinde - geçmiş cahiliye dönemlerinde bile görülmemiş -  çok kötü sonuçlar doğurmuştur.

 

   İşin en acı yönü ise ; Allah resulü s.a.v’in senelerce ortadan kalkması için çaba sarfettiği bir çok çirkin inanç ve ameller,bu gün tasavvuf adı altında Allah’a yakınlaşma maksadı  olarak icra edilmektedir.

 

   Değerli Müslümanlar ! Tasavvuf – diğer bir ifadeyle tarikatlar – hak-kında şimdiye kadar yapılan tarifler ve tabirler bir çok yönüyle kapalı kalmış ve bu tarif ve tabirler tam manasıyla doyurucu olmamıştır... Çünkü bu konudaki yapılan izahlar,tarifler sürekli ve genelde “ tasavvuf “ kelimesine takılmış kalmış, dolayısıyla bu ismin h.200 veya 250 yıllarında çıktığı anlatılarak, asıl anlatılması gereken  bu isim adı altında - din adına - işlenen cinayetlerden bahsedilmemiştir…. Veya bahsedilmişse de,bu bir çok yönüyle kapalı bırakılmış ve konu ile ilgili cüz’i şeyler anla-tılmıştır.

 

   Halbuki üzerinde durulması gereken bu isimler değil. - Yani,tasavvuf ve tarikat isimlerine takılıp kalmak değil – bu isimler adı altında işlenen şeyler olmalıdır. İşte önemli olan nokta burasıdır.

 

   Çünkü,bu isimlerle isimlenmek - yani mutasavvıf veya sofi diye isim-lenmek - insanı dinden imandan çıkaracak bir problem değildir. Bunlar sadece ve sadece islam’da olmayan birtakım isimler ve yanlışlıklardır. Ama işin tehlikeli boyutu,- biraz önce de ifade ettiğimiz gibi - bu isimler adı altında işlenen itikadi ve ameli yanlışlıklardır. Çünkü bunlar insanı dininden imanından soyutlayan problemlerdir.

 

   Öyleyse sözü daha fazla uzatmadan ve isimlere de takılıp kalmadan, gelin hep beraber tasavvufun inananlar üzerindeki çirkin etkilerine şöyle bir nazar edelim… Bakalım tasavvuf Müslümanlara neler getirmiş ve yine bakalım tasavvuf onlardan neleri götürmüştür.

 

 

   İşin doğrusu ; getirtiği olumlu bir şeyler olmadığı için biz götürmüş olduğu şeylerden ve açtığı derin yaralardan  bahsetmeye çalışacağız.

 

TASAVVUF  İNANANLARIN  ALLAH  İNANCINI  BOZMUŞTUR

 

   Tasavvuf her şeyden önce,öne sürmüş olduğu birtakım gayri islami inanç sistemiyle Müslümanların kısmı azamının Allah inancını boz-muştur.

 

   Değerli Müslümanlar ! Aradaki farkı ve uçurumu görmeniz açısından önce islam’ın tarif ettiği Allah inancına ve sonrada tasavvufun öne sürdüğü Allah inancına şöyle bir nazar edelim…. Nazar edelim ki, tasav-vufun öne sürdüğü Allah inancının ne kadar batıl,tutarsız ve saçma bir inanç olduğunu gözler önüne serelim.

 

İSLAM’IN TARİF ETTİĞİ ALLAH  İNANCI

 

   İslam akidesinde Allah inancı ; varlığı ezeli ve ebedi olan,eşi ortağı ve benzeri bulunmayan, yoktan vareden, zatı ve sıfatları bakımından bütün noksanlıklardan münezzeh olan,yaratmış olduğu mahlukatından tama-men ayrı Arşının üzerinde olan, kendisinin dışında her şeyin sonradan yaratılmış  olup ve kendisi var iken hiçbir şeyin olmadığı tek varlıktır...İşte islam’ın tarif ettiğ Allah inancı ana hatları ile böyledir.

 

   Çünkü Rabbimiz kendisini böyle tanıtıyor. O’nun Resulü Muhammed s.a.v Alemlerin rabbini böyle tanıtıyor.

 

   Rabbimiz kerim kitabında :

 

 هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

  

“ O – Allah ki – ilk’tir - yani kendisinden önce hiçbir varlık yoktur - ve Sondur. – yani kendisinden sonra hiçbir varlık yoktur.Her şey yok olurken sadece O kalacaktır - Zahir’dir – yani varlığı delillerle gün gibi açıktır – Batın’dır – yani zatının hakikatı gizlidir.Akıllar onun özünü idrak edemezler – O her şeyi bilendir “

                                                                                            HADİD : 3.AY.

 

  Ayet’i celilesiyle ; ezeli ve ebedi olduğunu,zahir ve batın olduğunu ve ayrıyeten her şeyi bildiğini kullarına haber vermektedir.

 

  Rabbimiz yine :

 

“ Allah her şeyin yaratıcısıdır ve her şeyin yöneticisidir “

                                                                                                 ZÜMER : 62.AY.

 

   Ayet’i celilesiyle ; kullarına istisnasız her şeyin yaratıcısı ve yöneticisi kendisinin olduğunu haber vermektedir.

 

  Rabbimiz yine   :                            إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ

 

“ Şüphesiz ki rızık veren sağlam kuvvet sahibi ancak Allah’tır “

                                                                                   

ZARİYAT : 58.AY.   

 

  Ayet’i celilesiyle ; Rezzak ve çok çetin bir kuvvet sahibi olduğunu kul-larına haber vermektedir.

 

  Allah’u Azze ve Celle ; “ O’na benzer hiçbir şey yoktur “    ŞURA : 11.AY.

 

Ayet’i celilesiyle,zatına benzer hiçbir şeyin olmadığını.

 

“ … Yaşatan ve öldüren Allah’tır … “                              ALİ İMRAN :156.AY.

                                                                                      

Ayet’i celilesiyle,bütün canlılara hayat veren ve onları tekrar öldüren ken-disinin olduğunu.

 

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ      Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden

 

yardım bekleriz “                                                                      FATİHA : 4.AY.

 

Ayet’i celilesiyle,ibadet adı altında her ne var ise onların sadece ve sadece kendisine takdim edileceğine ve yardımın da sadece ve sadece kendisinden bekleneceğine kullarının inanmalarını emretmiştir.

 

   Ve yine Allah’u Teala :

 

“ Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa O'ndan başka onu gide-recek yoktur. Eğer sana bir hayır dokundurursa ; işte O, her şeye gücü yetendir. O, kullarının üzerinde kâhhar olandır . O, hikmeti sonsuz olandır ve herşeyden haberdardır.

                                                                                                                                     YUNUS : 107.AY.

 

    Ayet’i celilesiyle, gerçek fayda ve zarar verme gücüne sadece ve sadece kendisinin sahip olduğunu ve kendisi bir şey dilediği zaman onun önüne hiçbir şeyin geçemeyeceğini kullarına haber vermektedir.

 

   Ve yine Allah’u Azze ve Celle :

 

“ Allah'dan başka kendisine Kıyamet'e kadar cevap veremeyecek olan ve kendilerine yapılan duadan habersiz olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir ?  ……………… ”                                           

                                                                                                 AHKAF : 5.6.AY.

 

 

    Ayet’i celilesi ve : “ …… O'ndan başka çağırdıklarınız bir hurma çekirdeğinin zarına bile malik değillerdir. Onlara dua etseniz duala-rınızı işitmezler. İşitseler dahi isteklerinizi yerine getiremezler…… “

                                                         

 FATIR : 13 . 14 .AY.

 

Ayet’i celilesiyle ; sadece ve sadece kendisine dua edileceğini, kendi-sinden medet umulacağını, dolayısiyle kendisinden başka hiç kimsenin dualara karşılık veremeyeceğini kullarına haber vermektedir.

 

   Yüce Rabbimiz yine  :                                        إِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِ 

 

“ Şüphesiz ki Rabbin daima gözetleme yerindedir ”            FECR : 14.AY.

 

Ayeti kerimesiyle, kendisinin yarattığı şeylerden tamamen ayrı bir yerde olduğunu zikretmiş ve bu yerin de neresi olduğunu belirtmek için ;

 

                                                                               الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى    

 

 Rahman - olan Allah - Arş’a istiva etmiştir. ”                              TAHA : 5.AY.

 

أَأَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء أَن يَخْسِفَ بِكُمُ الأَرْضَ فَإِذَا هِيَ تَمُورُ

 

“ Gökte olanın sizi yere batırmayacağından emin misiniz ? ……. “

           

 MÜLK : 16.AY.

 

  أَمْ أَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء أَن يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباً فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذِيرِ

 

“ Yoksa siz,gökte olanın üzerinize taş yağdıran bir fırtına gönderme-yeceğinden emin misiniz ? ………………. “

                                                                                     MÜLK : 17.AY.

                                                                                                                                                                                                                       

   Ayet’i celileleriyle de, göklerin fevkinde Arşının üzerinde olduğunu kul-larına haber vermiştir.

 

   Ayrıyeten Allah resulü s.a.v bir çok hadisi şeriflerinde ; “ …  Ben gökte olanın eminiyim … “  “ … Yerdekilerine merhamet edin ki, gökteki olan da size merhamet etsin … “  “ … Allah Arşının üstünde yanında olan  kitapta  şöyle yazmıştır ; Rahmetim gazabıma galebe çalmış- tır … ”  ve Muaz için “ … Sen yedi kat semanın üstündeki Melik’in verdiği hüküm ile hükmettin … “ ifadeleriyle Alemlerin yaratıcısı olan Allah’ın, yaratmış olduğu her şeyden ayrı olarak kainatın en üstünde olduğunu bildirmiştir.

 

 

   İşte İslam’ın tarif ettiği Allah inancı budur….. Dolayısıyla kendisine hakkıyla iman eden muvahhidlerin inancı da böyle olmalıdır…..

 

   Onlar ; Allah’ın evvel ve ahir olduğuna iman ederler…. Onlar ; öldüren ve diriltenin sadece ve sadece Allah olduğuna iman ederler …Onlar ; her şeyi yoktan varedenin ve onları koruyup kollayanın Allah olduğuna iman ederler…. Onlar ; Alemlerin rızkını tedarik edenin ve çetin güç ve kuvvet sahibi olanın sadece ve sadece Allah olduğuna iman ederler…. Onlar ; kendisine iman ettikleri rablerinin bir çok isim ve sıfatlarının olduğuna ve bu isim ve sıfatlarında kendisinin hiçbir şeye benzemediğine iman eder-ler…. Ve yine onlar ; sadece ve sadece Allah’a dua edileceğine,O’ndan istenileceğine,O’na yalvarılacağına ve O’ndan başka hiç kimseye dua edilmeyeceğine iman ederler…. Onlar ; ibadet adı altında her ne var ise onun sadece ve sadece Allah’a takdim edileceğine ve fayda ve zararın yine sadece ve sadece O’ndan geleceğine iman ederler… Ve yine onlar ; kendilerini yoktan vareden yaratıcılarının bu kainatın en üstünde Arşının üzerinde olduğuna iman ederler….Ve en önemlisi onlar ; bu inançlarında isbat ve nefyi bir arada yürüterek, Allah için kabul ettikleri bir şeyi yara-tıklardan nefyederler.

 

   İşte değerli kardeşlerim ! İslamın Müslümanlardan istediği ve beklediği Allah inancı bu şekildedir. Bu inanç, taa öteden beri ehli sünnet ve’l cemaatin inancıdır. Bu inanç, daha hayatta iken cennetle müjdelenen sahabenin ve onlara güzellikle tabi olanların inancıdır.

 

TASAVVUFUN  TARİF  ETTİĞİ  ALLAH  İNANCI

 

   Ama ne yazık ki,üzerine İslam kılıfı geçirilerek binlerce inanana sunu-lan ve yutturulan Tasavvuftaki Allah inancı böyle değildir.

 

   Tasavvuftaki Allah inancı ; biraz önceki Kur’an ve Sünnet’in  tarif ettiği Allah inancı ile tamamen ters ve birbirine taban tabana zıd olan bir inançtır.

 

   Aslında meseleyi araştıranlar soruşturanlar şunu çok iyi bilirler ki ; tasavvuf denildiği zaman bunun temelinde “ vahdeti vücut “ inancı yatmaktadır .…. Yani,  her ne kadar bu yolun müntesibi olan cahil insan-ların kısmı azamı “ vahdeti vücuttan “ kastın ne olduğunu bilmeseler de, istisnasız her kolun ve her gurubun temel inancı budur.

 

VAHDETİ VÜCUT : Kelime anlamıyla,varlığın birliği demektir.Yani,eşyada yada varlıkların görünen yapısındaki çokluğa rağmen, hepsi mahiyet itibariyle tek bir özelliği sergilerler… İşte bu çokluk içindeki birliği görmek, “ birlikteki çokluk “ demektir.

 

 

   Bu inanç ve anlayış,doğu ve batı kültürlerinde olduğu gibi tasavvuf inancını bayraklaştıran ve onun önderliğini yapan başta İbni Arabi, Hallacı Mansur, Ebu Bekr Şibli, Sadreddin konevi, Celaleddini Rumi, Yunus Emre ve Şemseddin Tebrizi gibi şahsiyetlerde de açıkça görül-mektedir.

 

   Bu inanç ve uygulamaların hiç birisini islam’da görmeniz mümkün değildir. Bunlar ancak Hinduzim’de, Budizm’de, Şamanizm’de, Zerdüş-lük’de ve bütün Paganizm  - yani şirk - dinlerinde görülen şeylerdir.

 

   Delilleriyle de isbat edeceğimiz gibi bu inanca sahip olanlar,geçici ve fani olanla kalıcı ve ebedi olanı birleştirmektedirler... Daha açık bir ifa-deyle bunlar,birincisini ikincisine irca etmek suretiyle cüz’ün, ait olduğu bütüne kavuşması inancındadırlar.

 

   Değerli Müslümanlar işin açığı bunlar, – haşa – her şeyin Allah olduğu inancındadırlar.

 

   Gelin hep beraber bu batıl dinin İslam adı altında Müslümanlara Pazar-ladıkları ve takdim ettikleri çirkin inancı ve onun hareretli savunucularının ilhad ve küfür olan sözlerini beraber okuyalım.

 

İBNİ ARABİ : Bu zat ; “ vahdet’i vücut “ inancının başta gelen savunu-cularındandır. Zaten tasavvuf denildiği zaman ilk önce bu isim akla gelir.Bu kimse Din adına öyle şeyler zırvalamıştır ki, inanın kendisinden önce bu şekilde Allah’a karşı küfreden hiç kimseyi göremezsiniz. Gelin hep beraber bu küfür önderinin – ki,aslında kendisine şeyhu’l ekber denilmesine rağmen şeyhu’l ekfer’dir – bunun çirkin ve pislik kokan inancını ve sözlerini okuyalım… Bakın neler zırvalıyor :

 

“ …. Hak ile halk arasını ayıramazsın.Şu halde her varlık hak’tır,yahut her şey halk’tır dersin. Yahutta,o bir bakımdan hak’tır,bir bakımdan da halk’tır diyebilirsin …. “

                                                   FİSUS UL-HİKEM : 99.S – İST- KİTABEVİ  1981

 

Yaratan,yaratılan,halık,mahluk,hep O’dur.O’nun dışında,O’nun varlığı haricinde hiçbir varlık tassavur edilemez.Çünkü Vücut birdir. “

 

FİSUS UL-HİKEM : 13.S M.E.B YAYINLARI İST-1992

 

 Var olan kimdir ? Varlık nedir ? Varlıkta bir belirme vardır.O beliren var olan zatın kendisidir.O’nu umumileştiren hususileştirmiş oldu,O’nu hususi gören de,umumileştirmiş oldu. Tek varlıktan başka varlık yoktur.Şu halde nur ile zulmet aynıdır 

                                      FİSUS UL - HİKEM : 99.S – İST- KİTABEVİ  1981

FİSUS UL-HİKEM : 190.S M.E.B YAYINLARI İST-1992

 

 

  Ey nefsinde varlıkları yaratan,sen yarattığın şeylerin hepsisin. Varlığı nihayetsiz olan şeyi sen vücudunda yaratırsın.Şu halde sen hem dar hem de genişsin 

                                                                                    FİSUS UL-HİKEM : 55.S – İST- KİTABEVİ  1981

  Bir vakit olurki kul şüphesiz rabb olur.Başka bir vakitte de iftirasız kulluk derecesine iner …..

                                                                                    FİSUS UL-HİKEM : 57.S – İST- KİTABEVİ  1981

 

  Allah beni över, ben de Onu. O bana kulluk eder, ben de Ona,Bir halde ben Onu ikrar eder ve eşyadaki çokluk ve değişikliği görünce de inkâr ederim….

                                                                           FİSUS UL-HİKEM : 48.S İSTANBUL- KİTABEVİ 1981

FİSUS UL-HİKEM : 13.S M.E.B YAYINLARI İST-1992

 

   Sen kulsun ve sen Tanrı'sın ; kulluğun kimin kulu olduğunu bildiğin içindir…..

FİSUS UL-HİKEM : 101.S M.E.B YAYINLARI İST-1992

 

YUNUS EMRE : Bu zat’da aynı kervanın yolcularından olup , Allah ve insa-nın aynı şey olduğunu zırvalamıştır. İşte onun zırvalarından bir kaçı :

 

Ete kemiğe büründüm …. Yunus diye göründüm.

Sıyırın eti kemiği,işte onun sesi,işte onun kendisi.

Ol kadiri kün feye kün,lutfedici sübhan benem.

Kesmeden rızkı veren cümlelere sultan benem.

Nutfeden Adem yaradan,yumurtadan kuş türeten.

Kudret dilini söyleten,zikreyleten sübhan benem.

 

Hem batinem hem zahirem,hem evvelem hem ahirem.

Bu cümlesini yaratıp tertib eden Yezdan benem.

Yoktur anda tercüman,andaki iş bana ayan..

Bin bir adı vardır bir adı da Yunus,ol sahibi Kur’an benem.

 

YUNUS EMRE : KÜLTÜR BAKANLIĞI 1275 KÜLTÜR ESERLERİ 161 SAYFA.361

 

   Aynı kitapta yine Yunus’tan şöyle bahsedilir : “ ….  Şiirlerinde Allah’ı insanlaştıran ve insanı da Allah’laştıran ilk ozan Yunus Emre’dir. Yunus Allah’ı uzun uzun aradıktan sonra O’nu,insanın canevinde bulduğunu şu sözlerinde anlatmaktadır :

 

Bu tılsımı bağlayan.                                    Çok aradım özledim.

Türlü dilde söyleyen.                                   Yeri göğü aradım.

Yere göğe sığmayan.                                  Çok aradım bulmadım.

Sığmış bu can içinde.                                  Buldum insan içinde.

 

 

   Görüldüğü gibi Allah’ı insan içinde bulan Yunus,insanı Allah gibi yada Allah’ı insan gibi konuşturmuştur. Yine şu sözlerinde olduğu gibi :

 

    Evvel benem ahir benem, canlara can olan benem  

 

YUNUS EMRE : KÜLTÜR BAKANLIĞI 1275 KÜLTÜR ESERLERİ 161 SAYFA.365

 

 

MEVLANA : Mevlana olarak isimlendirilen Celaleddini Rumi’de  bir çok inanan tarafından hakkıyla tanınamamış ve kendilerine büyük İslam önderi olarak sunulmuştur. Halbuki bu şahsiyet de aynı şekilde “ vahdeti vücud “ inancına sahip olup,onun da islam’la tabab tabana zıd olan bir çok çirkin söz ve davranışları mevcuttur….. İşte onlardan bir kaçı :

 

   …. Mesnevi’deki sözlerden maksadım senin sırrın,onu şiir halinde söylemekteki muradım ise senin sesindir. Bence sesin,Allah sesidir.Aşık, haşa sevgilisinden ayrılmaz. İnsanların canı ile insanın rabbi arasında keyfiyetsiz,kıyasa sığmaz bir ulaşma,bir birlik vardır. “ …. Attığın zaman aslında sen atmadın,Allah attı ….. “  ENFAL : 17.AY. Ayetini okumuşsun ama cisimden ibaretsin,cüz’lerde kalakalmışsın ….

 

                                                                      MESNEVİ : 4.C.62.63.S. M.E.B1991 İST

 

   Bilindiği gibi bu Ayet’i celile de,Resulullah s.a.v’e yönelik bir hitap vardır. Allah resulü s.a.v Bedir harbinde iken ellerini kaldırarak : “ Ey Rabbim ! eğer şu topluluğu helak edecek olursan bir daha asla yer-yüzünde sana ibadet edilmeyecektir “ diye dua etmişti. Cibril’de ona : “ Bir avuç toprak al ve bunu onların yüzlerine at “ dedi. Peygamber s.a.v de bir avuç toprak alarak onların yüzlerine attı.Bunun üzerine müş-riklerden hiç kimse kalmadı ki gözlerine,burun deliklerine ve ağızlarına bu bir avuç topraktan isabet etmiş olmasın.Ve netice de arkalarını dönüp kaçtılar….. İşte bunun üzerine Rabbimiz Allah’u Teala : “ …. Attığın zaman aslında sen atmadın, Allah attı ….. “ buyurarak, Müslümanlara Bedir harbinde nasıl yardım ettiğini zikretmektedir…… Ama ne yazık ki, bu küfür önderlerinin sözlerinden de anlaşıldığı gibi, bu Ayet’i kerime kendi sapık fikirlerine delil getirilmiştir… İslam önderi olarak tanıtılan bu şahsiyetin çirkin sözlerinden bir tanesi de şudur :

 

….. Evvelce sen, varlığını tanrıya verdin … Karşılık olarak da tanrı varlığını sana verdi …

MESNEVİ : 4.C.1.S. M.E.B - 1991 İST

 

….. Mesnevi Alemlerin Rabbinden inmedir. Batıl ne önünden ve ne de arkasından ona yaklaşamaz…..

MESNEVİ : 1.C.7.S. M.E.B - 1991 İST

 

             

ŞEMSEDDİN TEBRİZİ : Mevlânâ Şems-i Tebrizî'nin Kimya adında bir karısı vardı. Bir gün Şems hazretle­rine kızıp Meram bağları tarafına gitti. Mevlânâ haz­retleri medresenin kadınlarına işaretle : " Haydi gidin Kimya Hatunu buraya getirin; Mevlana, Şemseddin'in gönlü ona çok bağlıdır " buyurdu. Bunun üzerine kadın­lardan bir grup onu aramaya hazır-landıkları sırada Mevlânâ, Şems'in yanına girdi. Şems, şahane bir ça­dırda oturmuş, Kimya Hatunla konuşup oynaşıyor ve Kimya Hatun da giydiği elbiselerle orada oturuyordu. Mevlânâ bunu görünce hayrette kaldı. Onu aramağa hazırlanan dostların karıları da henüz gitmemişlerdi. Mevlânâ dışarı çıktı. Bu karı kocanın oynaşmalarına mâni olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Son­ra Şems " içeri gel " diye bağırdı. Mevlânâ içeri girdiği vakit, Şems'ten başkasını görmedi. Bunun sırrını sor­du ve : " Kimya nereye gitti " dedi. Mevlânâ Şems : " Yü­ce Tanrı beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya şeklinde geldi " buyurdu, işte Bayezid'in hali de böyle idi. Tanrı ona daha sakalı bit­memiş bir genç şeklinde göründü.

 

 

MENAKİBU ARİFİN  : 2 – 56.57.69.70.S - AHMED EFLAKİ -  M.E.B ŞARK İSLAM KILASİKLERİ . İST.1989

 

 

SULTAN VELED : Sultan Veled'den nakledilmiştir ki : Bir gün ileri gelen sofiler babam Hudavendigâr'dan : " Abu Yezid : Ben Tanrı'mı daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde gördüm, buyuruyor. Bu nasıl olur ? " diye sordular. Babam : " Bun­da iki hüküm vardır : Ya Bayezit Tanrı'yı sakalı bitme­miş genç şeklinde görmüş, yahut ta Bayezid'in meylinden ötürü Tanrı onun gözüne bir genç çocuk suretinde gö­zükmüştür " dedi.

 

MENAKİBU ARİFİN  : 2 – 56.57.S -AHMED EFLAKİ -  M.E.B ŞARK İSLAM KILASİKLERİ . İST.1989

 

 

 

İMAM RABBANİ : Bu insanın da meşhur Mektubat isimli eserini okudu-ğunuz zaman, onun da aynı inanca sahip olduğunu ve Allah’ın bütün eşyaya hulul ettiğini zikrettiğini göreceksinizdir…. İşte bu kimsenin de çirkin sözlerinden bazıları :

 

….. Tarikat edeplerine dair işlere devamım sırasında,Yüce Allah’ın zahir ismine bir zuhur yeri olma şerefine erdim.Hem de tam manası ile her şeyden ayrı bir manada. O kadar ki ; bütün eşyada,tek tek bu tecelliyi gördüm.Özellikle kadınların kisvesinde.Hatta ayrı ayrı her uzuvlarında.Bu kadınlar zümresine o kadar ram oldum ki,anlatamam. Bu ram olam işinde çaresiz bir duruma düştüm ….

 

                                 MEKTUBAT : 1.C.1. MEKTUB 38.39.S – MERVE YAYINLARI İST

 

 

BEYAZİD’İ  BESTAMİ : Bilindiği gibi bu şahsiyet de bir çok inanan tara-fından hakkıyla tanınamamış ve kendisi, büyük İslam önderi olarak inananlara yutturulmuştur. Halbuki bu şahsiyet de aynı şekilde “ vahdeti vücud “ inancına sahip olup,onun da islam’la tabab tabana zıd olan bir çok çirkin söz ve davranışları mevcuttur….. İşte onlardan bir kaçı :

 

….Allah’tan Allah’a çıktım. Nihayet ben de : “ ey ben sen olan “ diye seslendi….

DR.ABDURRAHMAN BEDEVİ . ŞATAHATU’S SUFİYYE : 28-32.S

                                                      FERİDUDDİN ATTAR .                  TEZKİRETU’L EVLİYA : 1 /  160

 

 

….. Noksan sıfatlardan münezzehim,şanım ne yücedir …

 

DR.ABDURRAHMAN BEDEVİ . ŞATAHATU’S SUFİYYE : 30.S

 

 

….Çadırımı Arş’ın yanına kurdum…Allah’ım senin bana itaatin, benim sana itaatimden daha büyüktür …

 

         DR.ABDURRAHMAN BEDEVİ . ŞATAHATU’S SUFİYYE : 29-30.S

 

… Allah’a yemin ederim ki,sancağım Muhammedin sancağından daha büyüktür. Nurdan olan sancağımın altında cinler,insanlar ve Peygam-berler bulunmaktadır….

 

… Beni bir defa görmen,Rabbini bin defa görmenden hayırlıdır …  

 

         DR.ABDURRAHMAN BEDEVİ . ŞATAHATU’S SUFİYYE : 29-30.S

 

  Aynı ifadeleri,bu gün din adına kaleme alınmış ve insanlara sık sık tav-siye edilen   GAZALİ’YE  AİT İHYAU ULUMİ’D DİN  kitabında da görebilirsiniz.

 

“ ….. Beyazidi Bestaminin Arşa çıkması ….. “

 

                                  TUĞRA NEŞRİYAT - İHYAU ULUMİ’D DİN : 4.C.610.S

 

 

“ …. Ebu Yezid’i bir defa görmen, Allah’ı yetmiş defa görmenden daha hayırlıdır ….. “

                      TUĞRA NEŞRİYAT - İHYAU ULUMİ’D DİN : 4.C.610.S

 

    Bu ve bunlar gibi daha nice insan ve din adına zırvalanan sözler var ki, bunları burada zikredecek olsak inanın vaktimiz ve sayfalarımız buna yetmeyecektir…. Bunlar elbetteki yaptıklarına kavuştular. Dolayısiyle bunlarla alakalı yapılacak tek şey ; ileri sürdükleri bu saçma sapan inançlarının çirkinliğini insanlara anlatmaktır.

 

 

   Allah’u Azze ve Celle, henüz hayatta olupta bu çirkin inanca sahip olanlara hidayet nasibeylesin. Ve bunun yanı sıra Allah’u Teala ; tasav-vuf denildiği zaman, onu islam’dan zanneden,onu islam’ın özü olarak kabul eden ve özellikle de onu Allah’a yaklaşma vesilesi olarak gören bir çok zavallı ve kandırılmış kimselere de uyanmayı nasibeylesin…. Çünkü bir çok samimi Müslüman, bu kurumun temelinde yatan bu çirkin inanç-lardan haberleri yoktur….

Hatta bunların bu çirkin arızalarını dile getir-diğimiz zaman - bir çok tasavvuf ehli -  bunları kesinlikle kabul etmiyor. Buda gösteriyor ki, tasavvufa ilk giren ve bu konuda yeni olan kimselere bu çirkin şeylerden bahsedilmiyor. Zaten şahit olanlarda bilirler ki,bu kurumda kademe kademe ilerleme sözkonusudur. Ve bunlarıda ; fenafi’ş şeyh … fenafi’r resul … fenafi’llah … ve … bekabi’llah diye kodlamışlardır.

 

 

TASAVVUF  İNANANLARIN  PEYGAMBER  İNANCINI  BOZMUŞTUR

 

 

   Tasavvuf,biraz öncede dile getirdiğimiz gibi inananların sadece Allah inancını bozmamıştır. Tasavvuf,öne sürmüş olduğu birtakım gayri islami inanç fikirleriyle Müslümanların  peygamber inancını da bozmuştur.

 

   Değerli Müslümanlar ! Bu konuda da aradaki farkı ve uçurumu gör-memiz açısından islam’ın tarif ettiği  peygamber inancı ile  tasavvufun öne sürdüğü peygamber inancına da şöyle bir nazar etmemiz gerekir…. Nazar etmemiz gerekir ki, tasavvufun öne sürdüğü  peygamber inancının ne kadar batıl, tutarsız ve saçma bir inanç olduğu gözler önüne serilsin.

 

İSLAM’IN TARİF ETTİĞİ  PEYGAMBER  İNANCI

 

   Değerli kardeşlerim ! İslam akidesinde tarif edilen Peygamber inancı şudur ; Allah’ın insanlar için seçip gönderdiği Muhammed s.a.v, her şeyden önce Allah’ın kulu ve resulüdür. Kendisi de aynen Allah’ı dinini yaşama hususunda sorumlu olan bir mükellefti… Onun içindir ki şehadet kelimesinde inanalar : “ Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve resuluhu “ derler.

 

   Allah’u Azze ve Celle onu,kulları arasında müjdeleyici,uyarıcı ve hakka davet edici olarak göndermiştir… Rabbimiz şöyle buyurur :

 

“ Allah peygamberleri müjdeleyici ve uyarıcı elçiler olarak gönderdi ki,peygamberler geldikten sonra insanların Allah’a karşı bir paha-neleri kalmasın “

                                                                                                  NİSA : 165.AY.

    Rabbimiz yine şöyle buyurmaktadır :

 

مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ”……     

 

“ Muhammed  sizin adamlarınızdan birinin babası değildir, fakat Allah’ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur…… “  

                                                                                                              AHZAB.40.AY.

                                                                                                                           وَإِن تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا

 

“ … Eğer  ona  itaat  ederseniz  doğru yolu bulursunuz …”

                                                                                                      NUR.54.AY.                                                                                                                               

 

   Kendisine itaat ve iman edilmesi için gönderilen bu resul, Din adına ancak kendisine vahyedileni konuşan, insanlar arasında Allah’ın indirdiği ile hükmeden, indirilen vahye ne bir ziyadelik ve ne de bir noksanlık yapma yetkisi olmayan, gaybı bilmeyen, kendiliğinden şefaat edemeyen, kendiliğinden mucize gösteremeyen bir insan idi…. Allah’u Azze ve Celle Resulü ile alakalı olarak zikretmiş olduğu :

 

  وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَ إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى   

 

 “ O, heva  ve  arzusundan   konuşmaz. Onun söyledikleri, yalnızca kendisine ilka edilen bir vahiy’dir. “

                                  NECM.3-4.AY.

                                                                                                                                                    

إِنْ  أَتَّبِع إِلَّا مَا يُوحَى إِلَي            

 

“ Ben, ancak bana vahyolunana uyarım ……”               

              AHKAF.9.AY.

                                                                                            

Ayet’i celileleriyle; Peygamberinin din adına konuşmalarının vahye dayalı olduğunu haber vermiştir… Ve yine :

 

“ Ey Muhammed sen onlara deki : ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Ben gaybı da bilmem, ben size meleğim de demiyorum.….. “

                                                                                                  EN’AM : 50.AY.

 

Ayeti celilesiyle ; Resulünün, Allah’ın hazinelerinden insanlara dağıtmak için bir yetkiye sahip olmadığını, gaybı bilmediğini, Resulünün de kendi-leri gibi bir insan olduğunu ve melek olmadığını haber vermektedir… Ve yine Allah’u Azze ve Celle :

 

“ Ey Muhammed ! onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet, sakın onların keyiflerine uyma…… “

                                                                                                  MAİDE : 49.AY.

 

   Ayet’i celilesiyle ; Resulünün dinle alakalı hususlarda insanlar arasında Allah’ın indirdiği ile hükmettiğini ve insanların heva ve arzularına göre hareket etmediğini bildirmektedir…… Rabbul izzet yine :

 

 

“ Hiçbir resul, Allah’ın izni olmadan bir mucize getiremez ”

 

                                                                                                 MÜ’MİN : 78.AY.

    Ayet’i celilesiyle de ; Peygamberlerin kendi isteklerine göre tasarruf sahibi olmadıklarını ve kendileri istedikleri zaman bir mucize göstereme-yeceklerini anlatmaktadır…. Ve yine Allah’u Teala :

 

“ O’nun izni olmadan katında hiç kimse şefaat edemez “

                                                                                                 BAKARA : 255.AY.

 

  Ayet’i celilesiyle de ; Peygamberinin kendiliğinden şefaat etme selahiye-tine sahip olmadığını ve ne zaman kendisine “ şunlara şefaat et “ diye izin verilir ise, işte o zaman şefaat edeceğini açıkça haber vermektedir.

 

  Ve yine Allah’u Azze ve Celel :

 

“ Ey resulüm onlara deki : ben kendime Allah’ın dilediğinden başka ne bir fayda ve ne de bir zarar verme gücüne malik değilim….. “

 

                                                                                                 A’RAF :188.AY.

 

“ Ve yine de ki : Ben size ne zarar verebilirim ve ne de size iyilik edebilirim “

                                                                                               CİN : 21.AY.

 

Ayet’i celileleriyle ; Peygamberinin fayda ve zarar verme gücüne sahip olmadığını anlatmaktadır….. Ve yine Allah’u Azze ve Celle :

 

Uhud savaşında yaralanıp dişinin kırıldığı bir esnada kızarak müşrikler için kullanmış olduğu :” Nebilerinin başını yaralayan bir topluluk nasıl felaha erer ki “ sözlerinden sonra indirmiş olduğu :

 

“ O konu da senin yapabileceğin bir şey yoktur. Allah ya onların tevbelerini kabul edip affeder, ya da zalim olduklarından dolayı onlara azabeder “

                                                                                           ALİ İMRAN : 128.AY.

 

    Ayet’i celilesiyle de Resulüne ; “ insanların felaha erip ermeme işinde senin yapabileceğin bir şey yoktur. Sen sadece tebliğ görevini yap,çünkü hidayet verici olan sadece ve sadece  benim “ buyurarak ,onun hidayet verici olmadığını ve insanlara kızdığı zaman da onların helak olmaya-caklarını anlatmaktadır.

 

   Görüldüğü gibi Allah’u Azze ve Celle bu Ayet’i celilesinde Resulünün kızarak söylemiş olduğu bu sözünü tasvib etmemiştir……. Nedeni ise ;

 

“ insanların felaha erip ermeme işinde veya onların helak olup olmama işinde peygamberin kızıp kızmaması ölçü değildir “  

 

   İşte Allah’u Azze ve Celle buna işaret ederek, Peygamber hususunda inananların ölçülü olmalarını ve peygamber kızdığı zaman insanlar helak olur veya artık iflah olmaz şeklinde bir inanca sahip olmamalarını iste-miştir. Yani insanların hidayeti veya helakı, sadece ve sadece Allah’u Teala’nın gadabına veya rızasına bağlıdır.

 

   Bununla beraber yine bilindiği gibi  Peygamber s.a.v, en  yakını ve  sevdiği kişiler olan insanlara dahi hidayet verememiştir…. Çünkü Allah’u Teala :

 

  Sen sevdiklerine hidayet veremezsin “ buyurmaktadır.

 

   İşte ana hatlarıyla İslamdaki peygamber inancı budur….. Dolayısıyla Resule iman hususunda şuurlu ve basiretli bir müslümanın inancı da böyle olmalıdır.

 

TASAVVUFTAKİ  PEYGAMBER  İNANCI

 

   Ama ne yazık ki tasavvuftaki peygamber inancı bu anlatılanların tama-men tersinedir.

   Tasavvuf, her şeyden önce biraz evvel ki bahsini ettiğimiz “ vahdeti’l vücut “ inancı gereği – haşa – Peygamberin Allah’tan bir parça oldu-ğuna inanmaktadır…. Bunu biraz önce Mevlana olarak isimlendirilen Celaleddini Rumi’nin şu sözlerinde açıkca görmüştük ; 

 

“ … İnsanların canı ile insanın rabbi arasında keyfiyetsiz,kıyasa sığmaz bir ulaşma,bir birlik vardır. “ …. Attığın zaman aslında sen atmadın, Allah attı ….. “  ENFAL : 17.AY. Ayet’ini okumuşsun ama cisimden ibaretsin,cüz’lerde kalakalmışsın ….

 

İBNİ ARABİ : ise bu inancını şu sözleriyle ortaya koymaktadır : “ Mekke den Medine ye hicret eden Allah’tı ve O’nunla beraber ikinci bir şey yoktu ….. “   İkinci bir sözünde şunları söylemektedir :

 

“ … Muhammedin hakikatı bütünüyle alemin başlangıcı ve varlık olarak ilk zahir olandır.Onun varlığı o ilahi nurdan,boşluktan ve külli hakikat-tandır.Boşlukta kendisi varolmuş ve alemin kendisi onun tecellisinden meydana gelmiştir ….. “

                                                                                FUTUHATU’L MEKKİYE : 1.152

 

ABDUL GANİ EN-NABLUSİ  de bu konudaki küfrünü ve ilhadını şu sözleriyle ifade etmektedir :

 

 

“ …Muhammed ancak Muhammed’e salat okumuştur.Çünkü kulların ona salatı isminin suretinden bir emriyle kullardan sadır olmuştur.( Yani, Kuran’da Allah mü’minlere muhammede salat okumalarını emreder-ken, gerçekten emreden Muhammed’in kendisiydi ve Allah, salat okuyan kulların suretine bürünmüştür. ) … “

                                                                                     MECMUU’L AHZAB : 557

 

   Bununla beraber tasavvuf ; “ Nebiler avam’a geldi,veliler ise havas’a geldi “ dolayısiyle “ veliler deryaya daldı, nebiler ise sahilde kaldı “ gibi sözlerle, tasavvuf yolunda ilerlemiş velilerin peygamberlerden üstün olduğunu ileri sürmüşlerdir.

 

Şems’i Tebrizi Nefahatu’l Üns’te Beyazid’i Bestami’nin Muhammed’den üstün olduğunu açıkça söylemektedir … “

                                                                      NEFAHATU’L ÜNS : 640.S

 

Sultan veled buyurdu ki : “ bir gün babam medresede bilgiler saçıyordu. Bu arada dedi ki : halis mürid kendi şeyhinin herkesten üstün olduğuna inanan kimsedir.Mesela,“ Bir adam Beyazid’in müritlerinden birine : senin şeyhin mi büyük Ebu Hanife mi ? diye sordu. Mürid : “ benim şeyhim “ diye cevap verdi. Sonra : “ Ebu Bekir mi büyük,senin şeyhin mi ? diye tekrar sordu. O yine : “ benim şeyhim “ diye cevap verdi. Nihayet o birer birer sahabeyi saydı,fakat mürid yine şeyhinin hepsinden üstün olduğunu söyledi.Sonra : Muhammed mi üstün, senin  şeyhin mi ?  dedi.  O  yine : “ Benim şeyhim büyüktür dedi “ En sonunda : “ Allah mı büyük,senin şeyhin mi ? “ diye sordu. Mürid : “ Ben Allah’ı şeyhimle gördüm, şey-himden başka bir şey tanımam “ dedi.

                                                                      MENAKİBU ARİFİN : 1.C.324.S

 

   Bunun yanında Tasavvuf ; hatemu’l enbiya’ya rakip olarak uydurdukları hatemu’l evliya nazariyesini ortaya atmışlardır. Yani, peygamberlerin so-nuncusu Muhammed s.a.v olduğu gibi hemen hemen her tasavvuf önderi veya meşhuru kendisini hatemu’l evliya ilan etmiştir.

 

   Bu konudaki inançları ise ; Hatemu’l enbiya, Peygamberin adı dışında onun bütün sıfatlarına sahiptir. Zamanın en üstün temsilcisidir. Gayb’tan haber verir,insanların kalplerini okur,kader üzerinde tasarrufu vardır, melekler kendisine vahy getirir,melekleri görürler,kısacası peygamberin bütün özelliklerine sahiptiler.Hatta biraz önce de ifade ettiğimiz gibi ; Peygamberden dahi üstündürler.

 

   Ve yine tasavvuf ; onu insanüstü bir varlık göstererek,bütün alemin kendisi için yaratıldığını, bütün varlıkların ondan meydana geldiğini, herkesten ve her şeyden önce yaratıldığını öne sürerek inananların onun hakkındaki inancını bozmuştur.

 

 

el-İbriz kitabının sahibi Abdulaziz ed-Dabbağ şöyle demektedir : “ Arş ve ferşiyle,yer ve gökleriyle,cennet ve perdeleriyle,alt ve üstleriyle ne varsa, hepsi bir araya getirilip bekıldığında Muhammed’in nurundan bir parça olduğu görülür.Muhammedin bütün nuru bir araya getirilip Arşa konulsa, Arş erir.Arşı örten yetmiş kat perdeye yöneltilse,perdeler parçalanırlar. Bütün yaratıklar bir araya getirilip o büyük nura tutulsa, hepsi dökülür ve dağılırlar.”

                                                                               EL- İBRİZ : 2 / 84

 

Hatta bu gün etrafımızda söylenen ve adına da hadis’i kutsi dedikleri şu ifadeler de bu inancın parçalarından birisidir :

 

“ Allah’u Teala – güya - buyurmuşlar ki : “ Ey Muhammed ! eğer sen olmasaydın sen, ben bu alemi yaratmazdım “

 

   Haşa,bu ifadeler şirk ve küfürdür. Çünkü biraz önce de zikrettiğimiz gibi,Allah’u Azze ve Celle her şeyi kendisine ibadet etsinler diye yarat-mıştır.

 

   Hulasa,daha burada zikretmekte zorluk çekeceyimiz bir çok bu mana-da sözler mevcuttur…. İşte bunlar ; tasavvufun bu konudaki inancıdır.

   Biraz önce de zikredildiği gibi ; belki tasavvufla yeni tanışan veya kendisinin bunlardan haberi olmayan birileri,bu ifadeleri kabullenme-yebilir. Ki,zatan tebliğlerimizde bazen buna rastlıyoruz. Fakat unutul-maması gerekir ki,baştan beri anlatmaya çalıştığımız bu inanç tasaffufun temelinde olan şeylerdir.

 

 

TASAVVUF  İNANANLARIN  VAHY  İNANCINI  BOZMUŞTUR

 

   Tasavvuf bu anlatılanlarla beraber,öne sürmüş olduğu birtakım gayri İslami ifadelerle Müslümanların kısmı azamının vahy inancını bozmuştur.

 

    Bu  konuda da aradaki farkı ve uçurumu görmemiz açısından önce İslam’ın tarif ettiği  vahy inancına ve sonra da tasavvufun öne sürdüğü  vahy inancına  göz atmamız gerekir…..  Göz atmamız gerekir ki, tasav-vufun öne sürdüğü  vahy inancının Kur’an ve Sünnete ne kadar ters düş-tüğünü gözler önüne serelim.

 

 

 İSLAM’IN   TARİF  ETTİĞİ  VAHY  ANLAYIŞI

 

 

   Değerli kardeşlerim ! İslam’ın Kur’an ve Sünnet çizgisinde tarif ettiği vahy anlayışına geçmeden önce isterseniz bu kelimenin tarifini bir öğrenelim.

 

   Luğat olarak vahy ; “ … işaret ilham gizli söz gizli ve süratli bir şekilde bir şeyi bildirme manalarına gelir. Diğer bir ifadeyle de şöyle denilmiştir : “ Vahy ; başkasına gizli kalacak biçimde kendisine yöneltilen kimseye mahsus gizli ve süratli bir şekilde bildirmedir “

 

   Bu ise ; Rahmani ve şeytani olarak ikiye ayrılır. Yani, Allah’tan bir öğreti mahiyetinde gelen ilahi bir bilgide olabilir, şeytanın fısıldaması yoluyla gelen bir bilgi de olabilir.

 

   Allah’u Azze ve Celle kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :

 

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْياً أَوْ مِن وَرَاء حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاءُ إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ

 

“ Allah bir beşerle karşılıklı asla konuşmaz. Ancak vahiyle, yahut perde arkasından,yahut bir resul gönderipte kendi izniyle dilediğini vahyetmesi müstesna. O, yücedir, hakimdir “

                                                                                       ŞURA : 51.AY.

 

   Ayeti kerimenin ifadesine göre Allah’u Teala’nın insan için vahyi – diğer bir ifadeyle – öğretisi üç şekilde olmuştur.

 

1 - Ona vahyetmesi.

2 - Perde arkasından konuşması.

3 - Elçi aracılığı ile dilediğini bildirmesi.

 

Ona vahyetmesi : Allah’u Teala’nın direk olarak resulünün kalbine ilka etmesidir.Bu,uyanıkken olduğu gibi,uyku halinde de olmuştur.

 

“ … Aişe r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v’in ilk vahy başlangıcı,uykuda doğru rüya görmekle olmuştur…..

                                                                 BUHARİ : 1.C.146.S  -  MÜSLİM : 1.C.160.N

 

“ … Aişe r.a dan.Dedi ki:Haris ibn Hişam Resulullah s.a.v’den : Ya Rasu-lallah ! sana nasıl vahy geliyor ? diye sordu. Rsulullah s.a.v :

- Vahy bana bazı vakitlerde çıngırak sesi gibi gelir ki,bana en ağır geleni de budur …… “

                                                                             BUHARİ : 1.C.144.S

 

Perde arkasından konuşması : Bu konuşma şekli ise,bilindiği gibi Allah resulü s.a.v’in miraca çıktığı zaman vuku bulmuştur. Kendisine mirac dönüşü Aişe validemiz tarafından şu sorulmuştu ; Rabbini gördün mü ?

 

 

 

Resulullah s.a.v ise şöyle buyurdular : “ Ya Aişe ! sen işitmedin mi ? Allah’u Teala :

لاَّ تُدْرِكُهُ الأَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الأَبْصَارَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ

 

“ Gözler O’nu idrak edemez. Fakat  O, bütün gözleri idrak eder. Çünkü O latif’tir, habir’dir. “   EN’AM : 103.AY.

 

Ve yine işitmedin mi ? Allah’u Teala :

 

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْياً أَوْ مِن وَرَاء حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاءُ إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ

 

 “ Allah bir beşerle karşılıklı asla konuşmaz. Ancak vahiyle, yahut perde arkasından, yahut bir resul gönderipte kendi izniyle dilediğini vahyetmesi müstesna. O, yücedir, hakimdir “   ŞURA : 51.AY.

                                                                                      

                                                                                       MÜSLİM : 1.C.177.N

 

 Elçi aracılığı ile dilediğini bildirmesi : Bu şekildeki vahy ise ; Cibril’in bazen görünmeden, bazen asli suret ve heybetiyle ve bazen de insan suretinde gelerek rabbinin mesajını iletmesidir.

 

   Kur’anı kerim,Cibril a.s’ın vahyi getirmede vasıta olduğunu şu şekilde zikreder :

 

“ De ki onu, iman edenlere tam bir sebat  vermek,Müslümanlara bir hidayet ve bir müjde olması için Rabbinden hak olarak Ruhul Kudüs indirmiştir. “

  NAHL : 102.AY.

 

{ … Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Muhakkak ki Ruhul Kudüs benim kalbime şöyle ilham etti : “ Hiç bie nefis rızkını ve ecelini tamamlamadan ölmeyecektir. Öyleyse Allah’tan korkun ve taleb te mu’tedil olun “ }

 

EBU NUAYM HİLYE – İBNİ HİBBAN SAHİH – MİŞKATU’L MESABİH : 5300.N                                                                         

 

 

   Buraya kadar anlatılanlardan anlaşıldığı gibi vahy ; süratli bir şekilde bildiri ve öğreti mahiyetinde olan bir bilginin adıdır… Yani, ilham yolu ile yapılan bildiri ve öğreti …. Perde arkasından konuşma yolu ile  bildiri ve öğreti …. Elçi aracılığı ile yapılan bir bildiri ve öğreti.

 

  İşte islam’ın delilleriyle beraber anlatmış olduğu rahmani vahy anlayışı ; bu şekilde ve çeşitte  Allah’ tan “ ÖĞRETİ ” mahiyetinde gelen ilahi bilginin adıdır….

 

   Bu konuda islam’ın inanılmasını istediği ve emrettiği gerçek, Allah’tan hiç bir kimseye ne vahy ve ne de ilham gelmeyeceğidir.    

 

  Çünkü bu din : 

 

“... Bu gün sizin dininizi tamamladım…. “ MAİDE : 3 Ayet’iyle Muham-med s.a.v’e vahyedilerek tamamlanıp kemale ermiş bir din’dir…. Ve yine kendisinin bir çok hadislerinde buyurduğu gibi :

 

ما بقي من شيء يقرب من الجنة ويباعد من النار إلا وقد بين لكم   . ( صحيح )              

{ … Size cennet’e yaklaştıracak ne var ise onu açıklamışımdır. Ve yine size, cehennem’den uzaklaştıracak ne var ise onları da açıkla-mışımdır. }

                                                                                                                         M. ZEVAİD   :       8 .  264

                                                                                                                         S . SAHİHA :  4.C.1803.N

                                                                                                                         HAKİM        :  2.C. 4. SAY

 

{  Ve yine bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır : Allah’ın size emredip de benim size emretmediğim hiçbir şey bırakmadım.Ve yine,Allah’ın size yasaklayıp da benim size yasaklamadığım hiçbir şey de bırak-madım.}

                                                                                                     S . SAHİHA : 4.C. 1803.N

 

   Öyleyse kime din adına bir şeyler gelsin ki ?... Diğer bir ifadeyel ; bu din de noksan olan ney ki, onunla ilgili insanlara vahy veya ilham gelsin ?

 

   Halbu ki İslam, bu konuda Resulullah s,a.v hariç hiç kimseye ne vahy ve nede ilham gelmeyeceğine dair açıkça deliller bildirilmiştir.

 

    Rabbimiz Allah’u Azze ve celle şöyle buyurmaktadır :

 

“ Gaybı bilen 0’dur.Bilgisini kimseye göstermez .Ancak razı olduğu elçilerine gösterir.Çünkü onların önlerine ve arkalarına gözetleyi-ciler koymuştur. “

CİN : 26.27.AY

 

{ … Ebu Hureyre r.a şöyle demiştir : Resulullah s. a.v şöyle buyurdu :  Muhakkak ki sizden önce gelip geçen ümmetler içinde kendilerine haber ilham olunan kimseler bulunurdu. Eğer ümmetim içinde de bunlardan bir kimse olacak olsaydı, muhakkak Ömer olurdu. }

 

BUHARİ : 7.C.3445.S

 

{ … Ebu Hureyre r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v den işittim 0 şöyle buyuruyordu : Mübeşşirattan başka nübüvvetten ilham alacak bir şey kalmadı. Sahabiler : Mübeşşirat nedir ya Resulallah ? diye sordular. Al lah Resulü s.a.v : O, salih rüyadır, buyurdu. }

BUHARİ : 15.C.6863.S

{ … Abdullah bin Utbe b ,Mes’ud’un, Ömer İbnu’l Hattab’ın, şöyle dediğini rivayet etmiştir : “ Resulullah s.a.v devrinde bazı kimseler vahy ile yakalanırlardı. Zamanımızd artık vahy kesilmiştir. Şimdi ise biz sadece yaptıklarınızdan bize zahir olanlar sebebiyle sizleri yakalarız. Bize kimin hayır hali zahir 0luyorsa,biz onu emin kılar,kendimize de yaklaştırırız. Onun gizli işlerinden bir şeyi araştırmak bize düşmez, gizli işlerinde onu Allah hesaba çekecektir.Her kimin de bize şerri zahir olursa, biz onu ne emin kılarız ne de tastik ederiz, velevki gizli işlerinin güzel olduğunu söylesede. }

BUHARİ  EFA’LİL  İBAD : 416. N – HATİP : KİFAYE : 306.N

 

{ … Amır bin Dinar’ dan : Adamın biri Ömer r.a’ ya : “ Cenabu Allah’ın sana ilham ettiği şekilde hükmet ” dedi. Ömer r.a ise : “ Sus, İlham ancak  Peygambere  mahsustur , dedi “

EL- KENZ : 5.C.241

 

 

{ … İbn Ebu Hatim, İkrimeden rivayet eder ve der ki, o şöyle demiştir : Muhtara vardım,beni misafir etti. O kadar ki, neredeyse benim geceleyin kalacağım yeri bile temin edecekti. Bana : “ İnsanların yanına çık ve onlarla konuş” dedi. Çıktım ve bu arada bir adam gelerek : Vahy konu-sunda ne dersin ? diye bana soru sordu. Ben :”  Vahy iki çeşittir. AIlah’u Azze ve Celle :

 

” Biz sana bu Kur’anı vahyetmekle...” YUNUS : 3  Ayet’iyle Resule indir- diği vahy’den sözetmiş ve :

 

“ … İnsan ve cin şeytanlardan kimileri,kimilerini aldatmak için bir birlerine cazip sözler vahyederler...” EN’AM : 112  Ayet’iyle de, Şeytanların bir birlerine vahy edişinden söz etmiştir ” dedim. Hemen üzerime yürüyüp beni yakalamak istediler… Size ne oluyor ? ben sizin soru sorulanınız ve misafirinizim, dedimde beni bıraktılar.

 

   İkrime ,Muhtar İbnu Ebu Ubeyd’e tarizde bulunuyor. Çünkü o,kendisine vahy geldiğini sanırdı. Kardeşi Safiyye, Abdullah İbn ömer’in nikahı altındaydı ve saliha kadınlardan idi. Abdullah İbn Ömer, Muhtarın kendisine vahy geldiğini zannettiğini haber alınca : Allah’u Azze ve Celle doğru söler ve : “... Doğrusu şeytanlar,kendi dostlarına vahyederler ...” ve “ ... İnsan ve Cin şeytanlarından kimi,kimini aldatmak için birbirlerine cazip sözler vahyederler...“ buyurur.

 

Yani “ onlardan kimisi kimisine süslü, cazibeli ve cahillerden duyanların aldanacağı sözler söyler ” demiştir.”

İBN KESİR : 6.C.2799.S

 

   Görüldüğü gibi İslam’daki vahy anlayışı, Onun sadece Resulullah s.a.v’e geldiği ve onun haricinde hiç kimseye ne vahyin ve ne de onunla eş manalı olan ilhamın gelmeyeceği ve böyle bir iddiada bulunanlara ise - yani,bana vahy geliyor veya ilham ediliyor diyenlere ise - sadece şeytanların musallat olup onların vahyedeceği açıkça bildiriliyor….

 

 

TASAVVUFTAKİ  VAHY ANLAYIŞI

 

   Tasavvuftaki vahy anlayışına gelince o da ; gerek biraz önceki bahsini ettiğimiz şahsiyetler ve gerekse bu yol da şeytan ve avanelerinin hilesine aldanmış kimseler, Peygamber s.a.v’e Allah’tan nasıl vahy geliyor ise  kendilerine de aynen vahy veya ilham geldiğini söyleyerek bu konuda Nübüvvet sistemine rakip bir sistem ortaya atmışlardır…

 

   Bu kimseler bu yönlü iddialarıyla islamın getirmiş olduğu vahiy sistemini açıkça ihlal etmişler ve kendilerine yöneltilecek eleştirilerin önüne geçmek için de sözlerinin kendilerine ait olmaktan ziyade gökten inen vahiy veye ilham olduğunu rahatlıkla söylemişlerdir..

 

    Gelin hep beraber bu yolda kaşarlaşmış kimselerin bazı sözlerine kulak verelim…

 

İBN ARABİ : “ Resulullah’ı rüyamda gördüm. Bu kitabi - yani Fususu’l, Hikemi - yazmamı benden istedi. Bende yazdım. Bu kitap, nefis arzularının münezzeh ve içine fesat karışmamış olan en kutsi makamdan indirilmiştir. Ben ancak bana ilham olunan şeyi yazdım....Size söyledik-lerimiz O’ndan bizedir. Bizim size verdiklerimiz ise,bizden sizedir...”

 

FİSUSU‘L – HİKEM

 

MEVLANA : Mevlana’da aynı şekil de Mesnevisinin Kur’an’ın sahip olduğu özelliklere sahip olduğunu şu ifadeleriyle açıkça sergilemektedir.

  

“ … Şüphe yok ki mesnevi gönüllere şifadır ,hüzünleri giderir,Kur’anı apaçık bir hale koyar,rızıkların bolluğuna sebep olur,huyları guzelleştirir, Şanları yüce, özleri hayırlı katiplerin elleriyle yazılmıştır. Temiz kişilerden başkalarının dokunmasına müsade etmezler. Mesnevi Alemlerin Rabbinden inmedir. Batıl ne önünden gelebilir,ne de ardından.Tanrı onu korur ve gözetir…. “

MESNEVİ : MUKADDİME : VII

 

SAİDİ NURSİ : “... Saidi Nursi’de aynı kervana katılmış, oda risalelerin ilham’la yazıldığını, kendisine gayb’den haberler ve yardım geldiğini açıkça risalelerinde zikretmiştir…. Bir iki misal :

 

“... Ey Said, sen zamanın Abdulkadiri ol, ihlası tam kazan, fakrinle beraber maişetini düşünme, insanlardan minnet olma, ismin ” SAİD ” olduğu gibi maişette de mes’ud olacaksın. Muhabbetimde sadık oldu-ğundan ve ihlasa çalıştığından,Hulusi gibi muhlis talebeler ve yardımcılar Süleyman,Bekir gibi sadık hizmetkarlar ve Sabrı tam takdir edici ve ciddi müştak talebeler size verilmiş ....”

SİKKEYİ TASDİKİ GAYBİ : 123. S.

 

“ … Risaleyi Nur bir mucize durumundadır. Onda öyle parçalar vardır ki, kimisini 6 saatte,kimisini 2 saatte atte,kimisini 1 saatte,hatta kimisini 10 dakikada yazıp meydana getiremiyorum... Ve 6 saatte yazılmış olan otuzuncu sözü ben de, en yeterli dindar fiiozollan da çalışsak 6 günde yazamayız…Ve kimse de yazamaz …

 

 BEDİU’Z ZAMAN CEVAP VERİYOR RİSALESİ : 122

 

“ … Ama,onda yazılı olanlar Kur’an’ın malıdır, Allah tandır..

 

S.NURSİ : HİZMET REHBERİ : 92.S.

 

“... Risale’i nur,bu çağda,bu tarihde bir urvetu’l uska – yani kopmayan kulptur,Kopmaz bir zincirdir, Bir Allah ipidir. Bu Allah’ın ipine elini atıp tutunan kurtulur….

HİZMET RRTIBERİ : 31.S - MEYVE RİSALESİ : 150 .S

 

 

    Hulasa,bu ve bunlar gibi daha nice tasavvuf erbabı olan insanlar varki, kendilerine Allah’tan vahy ve ilham geldiğini söylemişler ve kitaplarının Allah  tarafından yazıldığını açıkça ifade etmişlerdir…… Bu konuda daha doyurucu deliller arayan ve isteyenler, bu insanların kitaplarına baka-bilirler….

 

    Artık görüldüğü gibi,baştan beri anlatılanların bir kısmı Allah’ın Kitabı ve Resulünün sünnetine dayanırken, diğer kısmı da ; şeytanın ilhamına ve vesvesesine, ayrıyeten heva ve arzularını ilahlaştırmış kimselerin şahsi yorum ve anlayışlarına dayanmıştır…

 

   Artık belli ki,Allah’a hakkıyla iman etmek isteyenler Kitaba ve Sünnete tabi olup Allah’ı ilahlaştıracaklar,bundan imtina edenler ise, biraz önceki isimleri zikredilen  insanlara tabi olup onları ilahlaştıracaklardır.

 

 

ÖNEMLİ  BİR  İKİ NOKTA

 

    Değerli kardeşlerim ! sorumluluğumuz gereği, bu tür inanç ve amel-lerin çok çirkin ilhad, şirk ve küfür olduğunu anlatmaya çalışıyoruz ve canlar bedende olduğu müddetçe de anlatacağız inşaallah.

 

   Ben hasseten son olarak bir iki noktayı dile getirmek istiyorum, o da : Tebliğlerim esnasında bu meseleleri gündeme getirip, söylenen bu çirkin sözlerin şirk ve küfür olduğunu anlattığım sırada, bu müessesenin cahil müdafileri tarafından bizlere şöyle karşılıklar verilmektedir :

 

“ ... Efendim bu insanların anlattığı şeylerden siz anlamıyorsunuz…“

 

“… Bu kimseler bu sözleriyle başka şeyler kasdetmişlerdir….. “

 

“... Şeriatta küfür olan şey, hakikatta küfür değildir… Şeriat başka hakikat başkadır….. “

 

“… Sonra bu sözler sekir halinde söylenen sözlerdir ve geçer-  sizdir … “

 

    İşte bu tür zırva sözlerle bir çok inanan ve hatta - hassetsen tasavvuf kesimindeki insanlar - bu kimselerin avukatlığını yapmaya çalışmak-tadırlar… Bu kimselere şöyle sesleniyorum :

 

    Şeriat başka hakikat başkadır…. derken bu ayırım neye dayanarak yapılmıştır ? … Allah’mı böyle bir ayırım yapmış, yoksa bu şirk ve küfür müessesesinin önderleri mi ?..

 

   Eğer ; Allah bunu ayırmıştır denilirse bunun delili istenir. Rabbimiz olan Allah böyle bir ayırım yapmamıştır. Bu sözlerin delili ancak,biraz önceki ismi geçen insanlardır. Ki bunu  kendi kitaplarında açıkça ifade etmiş-lerdir.

 

Bakınız Yunus Emre ne diyor : “ ŞERİAT OĞLANLARI NİÇİN YOL KESER BANA , HAKİKAT DERYASINDA BAHRİ OLDUM YUZERİM “    

YUNUS EMRE : 306.S

 

   Görüldüğü gibi şeriatçılar yunusa karşı çıktığı için,Yunus’ta yaptığı ve inandığı şeylerin hakikattan olduğunu ifade etmektedir.

 

Bakınız Hallacı Mansur ne der : “ KÜFRETTİM ALLAH’IN DİNİNE Kİ ,KÜFÜR VACİPTİR BENCE, AMMA KATINDA MÜSLÜMANLARIN KATINDA KABİHTIR “

 

RABBANİ : MEKTUBAT : 2.C.456.S

 

   İşte Hallacı Mansur’un sözlerinde de görüldüğü gibi, Şeriat nazarında küfür olan bir şey,Tasavvuf’ta vacip’tir.Yani yapılması gerekli olan bir şeydir.

 

   Öyleyse bu gibi saçma sapan şeyleri hiç kimse şeriata maledemez. Bu ayırımı kendileri yapmış ve kendileri de küfrediyorlar.

 

“ … Bunlar bu sözleriyle başka şeyler kasdetmişlerdir ...” ifadesine gelince :

 

   Bu ifadeler de geçersiz ve saçma sapan ifadelerdir. Çünkü herkesinde bildiği gibi bu kimseler, şiirler yazıp konuşan edip insanlardı… Dolayısiyle bunlar herhalde meramlarını anlatamayacak kadar kelime yetimliği  çeken insanlar değillerdi ki,  biz de kalkıp diyelim ki bu sözlerle belki de başka şeyler kasdediyorlar ....

 

     Ve yine önemli bir hususta şu ki : “... Acaba hakkı tebliğde şirk ve küfür olan söz ve davranışları İslam da vesile olarak kullanılmasını kim emretmiş veya kim bunun caiz olduğunu söylemiş ki ?... “

 

   Kaldıki bunlar,hakkı da anlatmıyorlar. Şirk ve küfür olan inançlarını anlatmak için şirk ve küfür olan sözleri vasıta olarak kullamnaktadırlar.  

 

    Akli selim herkes çok iyi bilir ki ; İslam’ın en önemli kaidelerinden birisi de, “... HÜKMÜN, ZAHİRE GÖRE VERİLMESİDİR ...”

 

   Dolayısıyle,kalpleri yarıpta niyetlerinin ne olduğunu bilmek görevimiz değildir…. Bizler insanları, yaptıkları ve söyledikleri şeylere göre değer-lendiririz.

 

{ … Abdullah bin Utbe b ,Mes’ud’un, Ömer İbnu’l Hattab’ın, şöyle dediğini rivayet etmiştir :

 

“ Resulullah s.a.v devrinde bazı kimseler vahy ile yakalanırlardı. Zamanımızd artık vahy kesilmiştir. Şimdi ise biz sadece yaptık-larınızdan bize zahir olanlar sebebiyle sizleri yakalarız. Bize kimin hayır hali zahir 0luyorsa, biz onu emin kılar, kendimize de yaklaş-tırırız. Onun gizli işlerinden bir şeyi araştırmak bize düşmez, gizli işlerinde onu Allah hesaba çekecektir. Her kimin de bize şerri zahir olursa, biz onu ne emin kılarız ne de tastik ederiz, velevki gizli işlerinin güzel olduğunu söylesede. }

 

BUHARİ  EFA’LİL  İBAD : 416. N – HATİP : KİFAYE : 306.N

 

“… Bu sözler sekir halinde söylenen sözlerdir , dolayısiyle geçer-sizdir … “ Şeklindeki kullandıkları sözlerine gelince, bu da  yine kendi-lerinin ifade ettiği gibi batıl ve geçersiz sözlerdir…. Yani kendilerinin de ifade ettiği gibi ; sekir halinde söylenen sözler, geçersizdir.

 

   Öyleyse bu konuda söylenecek en güzel söz şu olmalıdır :  madem ki sekir halinde söylendiği için bu sözler geçersizdir, öyleyse neden söylenen bu çirkin sözleri ağızlarınızda dolaştırıyor ve kitaplarınızda da bu ifadelere yer vererek insanların akidelerini bozup zihinleri bulandırı-yorsunuz….

 

   Hulasa, bu konuyla alakalı problemleri olan insanlar hakkında söylen-mesi gereken son söz ; Allah hidayet versin … sözüdür.

 

  Sohbetimi noktalamadan önce Rabbimden son niyazım ; Allah’u Azze ve Celle bizlere, Kur’an ve Sünnet çiçgisinde hareket eden ve bu çirkin hastalıklardan bizleri kurtardığı için de kendisine bol bol hamdeden  kullarından olmamızı nasib eylesin ……

 

   Ve ayrıyeten öğrenmiş olduğumuz bu hakikatleri de başkalarına anlatan ve aktaran kullarından olmamızı nasib eylesin ……

 

                                                                                                   AMİN ……

 

 

 

 

 

VELHAMDULİLLAHİ  RABBİL ALEMİN

 

 

 

 

 

                                                                            TACUDDİN   EL - BAYBURDİ

 

 

 


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol