Kur'an ve Sünnet
   
 
  ONSEKİZİNCİ BOLUM

ONSEKİZİNCİ BOLUM

 

PEYGAMBERİMİZİN ÇEŞİTLİ HAYVANLARLA İLGİLİ MUCİZELERİ

 

Cemel Ve Naka (Erkek Ve Dişi Deve) İle İlgili Mucizeler

 

Beyhâkî Cabır bin Abdullah'tan şöyle rivayet eder: Seleme Oğulla­rından birine âit bir erkek deve, heyecanlanıp köpünneğe başladı ve sa­hiplerine saldırdı. Deveyi tutup yakalayamıyorlardı. Hurma bahçeleri de susuzluktan kurumaya yüz tuttu. Halbuki bahçeyi bu deve ile sulu-yorlardı. Resûlüllah'a gelip durumu arz ettiler. Resûlüllah (s.a.v.) de derhal kalkıp onların bahçesine gitti ve kapıya yaklaştığı zaman, bahçe sahipleri: "Yâ Resûlallah, onun sana bir şey yapmasından korkarız!" dediler. Peygamberimiz de yanındakilere: "Hiç korkmayınız, onun size bir zararı dokunmaz, haydi benimle beraber sizde giriniz!" diyerek bah­çeye girdi. Deve Peygamberimiz'i görünce başını yere eğerek yürüyüp gelmeye başladı ve O'nun önüne kadar gelip başını yere koyarak secde etti. Peygamber Efendimiz de devenin sahiplerine: "Haydi devenizi alı­nız ve yularını takınız!" buyurarak onlara teslim eyledi. [1]

Beyhakl ve Ebu Nuaym, Abdullah bin Ebû Evfâ'dan naklederler: Bir gün bizler, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in yanında oturuyorduk. Birisi gelip: "Ey Allah'ın Resulü, filanların devesi kaçtı, onu bir türlü yakalayamıyorlar!" dedi. Peygamberimiz de derhal yerinden kalktı. O'nunla birlikte biz de kalktık... Kendisine dedik ki: "Yâ Resûlallah, ona yaklaşmanız, size zarar verebilir." Peygamberimiz ise doğruca devenin yanına gitti ve ona yaklaştı. Deve O'nu görünce boynunu eğip secde etti. Peygamberimiz de elini onun başına koydu ve sahiplerine hitaben: "Haydi başlığını getiriniz" diye emretti. Başlığını getirdiklerinde, yine kendi eliyle onun başına geçirdi ve devenin sahibine hitaben: "Bunu gü­zel yemle, gücünden fazla da çalıştırma!" diye emretti.

Beyhakl, Taberânî ve Ebû Nuaym, îbn-i Abbas'tan şöyle rivayet e-derler: Bir topluluk Peygamber'e (s.a.v.) gelip: "Ey Allah'ın elçisi, bah­çemizdeki deve hırçmlaşıp ele geçmez oldu!" dediler. Peygamberimiz de derhal onların bahçesine gidip deveye yaklaştı ve: "Haydi gel!" diye emretti. Deve de başını eğerek geldi. Peygamberimiz devenin yularını geçirip sahibine teslim etti. Bu sırada Ebû Bekir: "Ey Allah'ın elçisi, sanki o sizin bir peygamber olduğunuzu biliyor" dedi. Peygamberimiz de buyurdular ki: "Cinlerin ve insanların kâfir olanları müstesna, benim bir peygamber olduğumu bilmeyen bir kimse yoktur!" Beyhakî, Hammâd bin Seleme'den de şöyle bir haber nakleder: O demiştir ki: "Kays kabilesinden bir yaşlı zat bana, babasından naklen şöyle demişti: Peygamber (s.a.v.), bize geldiği zaman bizim develerden biri köpürüp ele-avuca sığmıyordu. Peygamberimiz ise, o deveye yaklaştı ve onu tutup okşadı. Sonra memesini mesnetti ve bir miktar ondan süt sağıp içti. Deve de kendisine son derece uysal ve itaatli davrandı."

îbn-i Ebû Şeybe, Beyhakî ve Ebû Nuaym Abdullah bin Cafer'den şöyle rivayet ederler: Bir gün Peygamber (s.a.v.), Ansârdan birinin bah­çesine girmişti. Orada bir deve ile karşılaştı. Deve Peygamberimiz'i gö­rünce O'na sokuldu ve gözlerinden yaşlar dökerek ağlamaya başladı. Peygamberimiz: "Bu devenin sahibi kimdir?" diye sordu. Ansârdan bir delikanlı yaklaşarak: "Benim, ey Allah'ın Resulü" dedi. Peygamber E-fendimiz de buyurdu ki: "Allah'ın sana bir mülk olarak verdiği bu dili söylemez hayvana, haksızlık etmekten hiç korkmaz mısın? Ona çok iyi bak! Onun canını acıtıyor ve çok çalıştırıyörmüşsün! Onun senden bu hususta bana şikâyeti var!"

Ahmed, îbn-i Ebû Şeybe, Dârimî ve Ebû Nuaym, Câbir bin Abdul­lah'tan naklederler, O demiştir ki: "Bir gün biz, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte Neccâr Oğullarından birinin bahçesine gitmiştik... Bir de ne görelim, oradaki bir deve şiddetlenip köpürüyor, kimse yanma yaklaşa-mıyordu, derhal bu deveye yaklaştı ve onu "gel" diye çağırdı. O da derhal geldi ve O'nun önünde çöktü. Peygamberimiz: "Başlığım getiriniz!" bu­yurdu. Getirildiği zaman başlığını geçirdi ve sahibine teslim etti. Bu vesile ile orada buyurdu ki:

"Cinlerin ve insanların âsîleri müstesna, yerde ve gökte hiçbir varlık yoktur ki, benim Allah'ın Resulü olduğumu bilmemiş olsun!"

îbn-i Sa'd, Hasan'dan şöyle nakleder: "Bir gün biz, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte Mescid'de bulunuyorduk. Yerinden ve sahibinden kaçmış bir deve geldi ve Peygamberimiz'in kucağına başını uzatıp dur­du. Peyamberimiz de buyurdu ki: "Bu deve, sahibinin kendisini kesece­ğini hissedip kaçmış, kestirilmemesi için buraya sığınmış." Az sonra da sahibi geldi, Peygamberimiz durumu sorduğunda, az önce kendilerinin haber verdiği gibi olduğunu söyledi. Peygamberimiz de kendisine, bu deveyi kesmemesi hakkında talepde bulundu. Devenin sahibi, Efendi-miz'in bu talebini kabul etti ve devesini kesmekten vazgeçti."

Ebû Nuaym, Sa'lebe bin Ebû Mâlik'ten şöyle rivayet eder: Seleme oğullarından adamın biri, üzerinde yük taşımak için bir deve satın aldı. Götürüp onu ağıla bıraktı. Sonra yük sarmak için onun yanına gittiğin­de, kendisine yaklaşamadı. Bu deve, yanına her yaklaşana saldırıyordu. Adamcağız Hz. Peygamber'e giderek durumu arz etti. Peygamberimiz de derhal oraya giderek: "Ağılın kapısını açınız!" buyurdu. Onlar kendisine: "Ey Allah'ın Resulü, onun sana bir zarar vermesinden korkarız" dediler. Peygamberimiz: "Kapıyı açınız" buyurdu. Onlar da açtılar. Peygamberimiz'in içeri girdiğini gören deve, boynunu eğerek geldi ve O'nun Önünde durup yere kapandı, başını yere koyup secde etti. Oradakiler de bunu hayretle görüp tekbîr getirdiler ve: "Ey Allah'ın Resulü, bizler sana secde etmeğe, şu dili söylemez hayvancıktan daha lâyık değil miyiz?" dediler. Peygamber Efendimiz de onlara cevaben buyurdular ki:

"Eğer herhangi bir kimsenin Allah'tan başka herhangi bir varlığa secde etmesi lâyık olsaydı, kadının kocasına secde etmesi lâyık olurdu! Fakat Allah'tan başkasına secde etmek yoktur!"

Taberânî ve Ebû Nuaym'ın Yala bin Mürre'den sevkettikteri bir rivayette bu merkezdedir, ancak bu rivayetteki hadîs-i şerif şu mealdedir: "Eğer ben, herhangi bir kimseye Allah'tan başkasına secde etmesini emretse idim, kadının kocasına secde etmesini emrederdim!"[2]

 

Keçi Ve Koyunla İlgili Kıssalar

 

İbn-i Sa'd, Beyhakî, Ebu Nuaym ve îbn-i Seken el-Hâris îbn-i Ke-lede'nin oğlu Nâfi'den şöyle rivayet ederler: Biz dört yüz kişi, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte sefere çıkmıştık, bir yere inip konakladık. Orada hiç su yoktu. Şiddetli bir şekilde susuzluk çektik. Derken bir keçi yürüyerek bize doğru geldi. Boynuzları bıçak gibi keskindi. Resûlüllah'ın önünde durdu, O da onu sağarak bütün askerlere süt içirip kandırdı, kendisi de içip kandı. Sonra bana dedi ki: "Ey Nâff, bu senin mülkün olsun mu? Fakat ben senin ona mâlik olabileceğim de zannetmiyorum." Ben, o ke­çiyi Hz. Peygamberin elinden teslim alıp, yere bir kazık çakarak ona bağladım. Ben de çok iyi ve sağlam bağladım. Derken Resûlüllah is­tirahata çekilip uyudu. Ben ve herkes uyuduk... Uyandığımız zaman baktım, ip çözülmüş, keçi de kayıplara karışmış. Durumu Hz. Peygam-ber'e duyurdum. O da ban:< dedi ki: "Ben sana, ona mâlik olamayacağım söylemiştim. Onu buraya gönderen götürmüştür!"

îbn-i Adiyy, Beyhakî, Taberânî ve Ebû Nuaym, Hasan tarikiyle Ebû Bekir'in azadlısı Sa'd'dan şöyle naklediyorlar: Bir seferde biz, Resûlüllah (s.a.v.) ile birlikte idik. Bir yere indiğimiz de bana hitaben: "Ey Sa'd, şu keçiyi sağ ve süt ikram et!" buyurdular. Halbuki orada bir keçi yoktu. Baktım hakikaten memesi sütle dolu bir keçi durmaktadır. Sütü sağıp içirdim ve kaç defa sağdığımı da bilmiyorum. Sonra o keçinin korunmasını istedim. Mola verdiğimiz yerden göç hazırlığı yaparken, keçi kaybolmuş... Durumu Hz. Peygamber'e haber verdim, O da buyur­du ki: "Onu sahibi götürmüştür."

Tayâlisî, İbn-i Sa'd ve Beyhakî, Habbâb bin Eret'in kızından nak­lederler: O demiştir ki: "Babam Habbâb [3] Resûlüllah'ın emriyle sefere çıkınca, ben evdeki keçiyi alarak Resûlüllah'a götürdüm, O da onu bağlayıp bir güzelce bizim için sağıverdi. Bana: "Evinizdeki en büyük kabı getir!" diye emretti. Ben de içinde hamur yoğrulan leğeni götürdüm. O da sütü bunun içine sağıp leğeni doldurdu. Sonra bana: "Haydi bu sütü hem kendiniz içiniz hem de komşularınıza içiliniz!" buyurdu. Biz bu keçiyi sağılacağı zaman, Hz. Peygambere götürür, o da bizim için sağı-verirdi. Biz de kendimiz içer, komşularımıza da içirirdik. Babam sefer­den gelince, keçiyi bağlayıp sağdı, o da eskisi kadar süt verdi. Anam kendisine: "Keçinin bereketini giderdin" dedi. Babam: "Bu ne demek o-luyor?" diye sordu. Anam da durumu kendisine anlattı. Babam: "Peki keçiyi kim sağıyordu?" dedi. Ona: "Resülüllah sağıyordu" cevabını ver­dik. O da dedi ki: "Elbette Allah'ın Resulü sağdığı zaman, dediğiniz ka­dar bereketli olmuştur! Zira O'nun bereketi çok büyüktür!"

Ebû Nuaym, Ebû Karsafe'den şu haberi nakleder: "Ben müslüman olduğum günlerde anamla teyzemin arasında kalmış bir yetim idim. Ben koyun ve kuzuları otlatmaya çıkarken teyzem bana: "Sakın, şu adamla karşılaşma!" diyerek Peygamberimiz'i görmememi tembihler, benim müslüman olmamdan korkardı. Ben de koyunları mer'aya çıkardıktan sonra orada bırakıp Hz. Peygamber'in meclisine gider, onun derslerini dinlerdim. Sonra koyunların yanma gider, onları karınlan aç, memeleri kupkuru bir vaziyette eve getirirdim. Teyzem de bana: "Neden koyunların memeleri kupkuru?" diye sorar, ben de: "Bilmem" diyerek cevab verirdim. Nihayet bir iki gün daha Hz. Peygamber'in meclisine gittikten sonra, kesin kararımı verdim ve müslüman oldum. Peygamber Efendimiz'e, koyunla­rımızın ve teyzemin halini arz ettim. O da bana: "Koyunlarınızı buraya ge­tir!" buyurdu. Getirdiğim zaman, onların mamelerini ve arkalarım mübarek eliyle mesh etti ve sütlerinin bereketlenmesi için dua buyurdu­lar. Koyunlarımız da hem etleri, hem de sütleri bakımından çok bereket­lendi. Bu şekilde teyzemin yanına döndüğüm zaman, teyzem hayretler içinde kaldı ve sebebini yine bana sordu. Ben de kendisine durumu haber verdim. Bunun üzerine teyzem ve annem, derhal müslüman oldular.

Müslim, Mikdâd bin el-Esved'in şöyle dediğini rivayet eder: "Ben ve iki arkadaşım, bazen o kadar aç kalırdık ki, açlığın tesiriyle kulakla­rımız duymaz, gözlerimiz görmez olurdu. Gidip Resülüllah'a (s.a.v.) sı­ğınırdık, o da bizi kabul eder barındırırdı. Resülüllah Efendimiz'in ev halkına ait üç keçi vardı, bunları sağıp sütünü içerlerdi. Peygamberimiz, bu sütten bizim hisselerimizi ayırıp bize verirdi. Kendisinin hissesi de ayrılır ve biz bunu Ona verirdik. O da alıp içerdi. Geldiği zaman, bize selâm verirdi; öyle bir sesle selâm verirdi ki, uyuyanı uyandırmaz, uyanık olana da işittirirdi. Biz de kendisine ait olan sütü, O'na takdim e-derdik. Birgün, şeytan bana vesvese verip: "O'nun sütünü de iç! O nasıl olsa, içecek sütü bulur! Ansâr'dan herhangi birinin yanma gider, onlar da kendisine ikramda bulunur" dedi. Şeytan durmadan bana böyle ves­vese veriyordu. Nihayet ben de dayanamayıp, Peygamberimizin sütünü de içtim, içtikten sonra da şeytan bana: "Böyle yapmamalıydın, sen bunu nasıl oldu da yaptın? Az sonra Peygamber gelir, sütünü içtiğini anlayınca sana beddua eder, sen de onun bedduası sebebiyle ebediyen helak olursun" diye vesvese veriyordu. Neredeyse nedamet ve kahrım­dan çatlayacak hale geldim. Derken Peygamber Efendimiz de geldi. Sü­tünün yerinde olup olmadığına baktı, sütün olmadığını görünce, dua için ellerini kaldırdı. Ben bu sırada: "Eyvah, dua için ellerini kaldırdı, senin aleyhine dua edecek, sen de helak olacaksın!" diye müthiş bir korkuya kapıldım. Fakat dua için ellerini kaldırmış bulunan sevgili ve büyük Peygamberimiz, bu duasında aynen şöyle buyurdular:

"Allah'ım, bana ifâm eden kuluna Sen de ifâm eyle! Bana süt içi­ren kuluna, Sen de içir, kendisini kandır!"

Bunun üzerine ben, bıçağı alarak keçiyi kesmek için koştum. Hangisinin eti daha semiz ise, derhal onu kesip, yemek yapmayı ve Re-sülüllah Efendimiz'e yedirmeyi düşündüm. Bir de ne göreyim, hepsinin memeleri sütle tıklım tıklım dolu! Hayret ettim ve hangisini keseceğime karar veremedim. Bıçağı bıraktım ve en büyük yemek kabını getirip bunları sağmaya başladım. O kadar süt sağdım ki, üstünden kaymağı taşıyordu." [4]

Beyhâki Ebu'l-Aliye'den şöyle nakleder: Bir gün Peygamber'in (s.a.v.) yanında ashabdan bazıları oturuyordu. O, evlerinden herbirine haber göndererek yiyecek bir şeyin olup olmadığını sordurdu. Yiyecek bir şey olmadığı haberi geldi. Evin avlusunda henüz yaşını doldurmamış bir keçi yavrusu vardı, onun yanma gidip memesini meshetti. Derhal onun memesi kabarıp sarktı. Bunun üzerine Efendimiz bir süt kabı is­tedi, kab getirildiğinde kendi eliyle o yavrudan süt sağmaya başladı. Dokuz odanın her birine süt gönderdi. En sonunda kendi eliyle sağdığı bu sütten, yanındaki ashabına ikramda bulundu."

Abdurrazzâk Musannaf adlı eserinde Muhammed bin Râşid'den, o da Vadîn binAtâ'dan [5] şöyle nakleder: "Kasabın biri, bir gün koyununu kesmek üzere ağılın kapısını açmış, koyun da kaçarak Hz. Pey-gamber'in yanma gitmiş. Adam koşarak arkasından gelip koyunu yaka­lamış ye onu sürüyerek götürmeye başlamış. Peygamber (s.a.v.), koyuna hitaben: "Allah'ın emrini sabırla karşıla!" demiş, kababa hitaben de: "Sen de bu hayvancağıza iyi muamele et ve onu kesmeye götürürken güzel davran!" buyurmuştur.

Ebû Nuaymda Enes'ten şöyle nakleder: Peygamber (s.a.v.), yanın­da Ebû Bekir ve Ömer olduğu halde, Ansardan birinin bahçesine gitti. Bahçede koyunlar vardı. Onlar Hz. Peygamberi görünce, O'nun Önüne gelip secde ettiler. Ebû Bekir de dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, biz sana secde etmeye şu zavallı koyunlardan daha layık değil miyiz?" Bunun ü-zerine Peygamberimiz şöyle buyurdular:

"Benim ümmetimde (islâm hidayeti kemâle erdikten sonra) artık, herhangi bir kimsenin herhangi bir kimseye secde etmesi asla layık de­ğildir! Eğer herhangi bir kimsenin, herhangi bir kimseye secde etmesi lâyık olsaydı, kadının kocasına secde etmesini emrederdim!"[6]

 

Dişi Geyiğin Kıssası

 

Beyhaki Ebû Said el-Hudri'den şöyle nakleder: "Peygamber (s.a.v.), yakaladıkları bir geyiği, çadırlarının direğine bağlamış bulunan bâzı kimselere uğradığı zaman, buradaki geyik kendisine: "Ey Allah'ın Resulü, beni salıver de gidip yavrularımı emzireyim ve geri geleyim!" diye yalvardı. Peygamberimiz: "Bâzı kimselerin yakalayıp bağladıkları zavallı bir geyik!" buyurdu ve ondan, kesin döneceğine dâir yeminli söz aldıktan sonra onu serbest bıraktı. Geyik koşarak gidip yavrularını em-zirdi ve derhal geri döndü. Resülüllah da onu tekrar eski yerine bağladı. Bu sırada oraya gelen sahihlerine de, onu serbest bırakmalarını istedi. Onlar, o geyiği Hz. Peygamber'e hibe ettiler. Peygamberimiz de bunun üzerine bağını çözüp o geyiği serbest bıraktı."

Beyhaki ve Ebû Nuaym Zeyd bin Erkam'dan şöyle rivayet ederler: Bir gün ben, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte Medine sokaklarından birin­de yürürken, bir ârâbiye ait çadıra rasladık. Çadırın direğinde bir geyik bağlı idi. Geyik Hz. Peygamber'i görünce: "Ey Allah'ın Resulü, ârâbi beni yakalayarak buraya hapsetti, halbuki benim çölde iki adet yavrum var. Göğüslerim de sütle dolup şişti. Arabi beni, ne bırakıyor, ne de kesip a-cılarıma son veriyor" diye istirhamda bulundu. Peygamberimiz de bu geyiğe: "Ben seni serbest bırakırsam, geri gelir misin?" buyurdu. Geyik: "Evet geri gelirim, eğer gelmezsem, Allah bana vergi ve haraç toplayan­lara yapacağı azab gibi azâb etsin!" dedi. Peygamberimiz de onu serbest bıraktı. O da koşarak gitti ve koşarak geri geldi. Resülüllah da onu eski yerine bağladı. Derken çadırın ve geyiğin sahibi ârâbi oraya geldi. Peygamberimiz ona: "Bu geyiği bana satar mısın?" diye teklifte bulundu. Arabi de: "Onu sana hibe ettim!" dedi. Bunun üzerine Peygamber Efen­dimiz, bu geyiği bağından çözüp serbest bıraktı. Geyikceğiz de koşarak çölün yolunu tuttu ve giderken de: "Allah'tan başka ilâh yoktur, Mu-hammed Allah'ın Resulüdür!" diyordu. [7]

 

Kurt Kısası İle İlgili Rivayetler

 

Ahmed, îbn-i Sa'd, Bezzâr, Hâkim ve Beyhaki (bu ikisi aynı za­manda sahihtir diyerek), Ebû Nuaym çeşitli tarikler ile Ebû Said el-Hudri'den rivayet ederler: O demiştir ki: Çobanlardan biri, Medine Har-rasmda koyunlarını otlatmakta iken, bir kurt arız olup koyunlara sal­dırmak ister. Çoban kurdu görür ve kurt ile koyunlann arasında durur. Kurt dile gelip: "Allah'ın bana rızık olarak taktir ettiği şeyle benim ara­ma girip rızkıma mani olmaya çalışmaktan korkmuyor musun?" der. Çoban da: "Şaşılacak şey, kurt insan gibi konuşuyor!" der. Kurt: "Bun­dan daha şaşılacak şey, Resülüllah'ın iki Harra arasında, insanlara hi­taben evvelinin ve âhirinin haberlerini söylüyor olması değil midir?" şeklinde karşılık verir. Bunları duyan çoban, koyunlarını sürerek derhal Medine'ye gider ve Resülüllah'ın huzuruna çıkar. Durumu O'na arzeder. Peygamberimiz de der ki: "Doğru söylemiştir! Haberiniz olsun ki, kıyamet alâmetlerinden biri de yırtıcı hayvanların dile gelip konuşma­sıdır. Ben yemin ederim ki, yırtıcı hayvanlar insanlarla konuşmadıkça; kişinin ayakkabısının tasması, kılıcının kabzası kendisiyle konuşma­dıkça kıyamet kopmaz! Yine kişi evinden ayrıldıktan sonra, işini bitirip evine döndüğü zaman, ev halkının neler yaptığını kendi uyluğu kendi­sine haber vermedikçe kıyamet kopmaz!"

Buharı (Târihinde), Beyhakî ve Ebû Nuaym, .Ehban bin Evs'ten şöyle naklederler: Ben koyunlarımı güdüyordum. Ansızın bir kurt ko­yunlardan birini kapmak istedi, ben bağırıp engel oldum. Kurt, kuyruğu üzerine çömelip bana hitaben: "Allah'ın bana verdiği rızka mânı mi ol­mak istiyorsun?" diye konuştu. Ben de: "Bundan daha şaşılacak birşey görmedim!" dedim. Kurt: "Niçin şaşırıyorsun? îşte Allah'ın Resulü, Medine hurmalıklarında, geleceğin ve geçmişin haberini söyleyip dur­maktadır!" diye karşılık verdi. Ben de derhal Medine'ye gidip Resülüllah'ın insanları Allah'a davet ettiğini gördüm. Durumu kendisi­ne haber verip müslüman oldum."

Yine Ahmed ve Ebû Nuaym sahih bir senedle, Ebû Hüreyre'den şöyle naklederler: Koyunlarını gütmekte olan çobanın koyunlarından birini kurt kapmış, çoban da peşinden giderek koyunu kurdun ağzından kurtarmış... Kurt dile gelip çobana: "Allah'ın bana verdiği rızkı, ağzım­dan almak için Allah'tan korkmaz mısm?" demiş. Çoban: "Vallahi ben böyle bir gün görmedim, kurt insan gibi konuşuyor!" demiş. Kurt da şu karşılığı vermiştir: "Bundan daha gârib olanı; işte Allah'ın Resulü, Medine'de insanlara gelmiş-geçmişin ve geleceğin haberlerini vermek­tedir!" Kurdun bu sözleri üzerine Resûlüllah'a giden ve aslında yahûdî olan adam, Resûlüllah'm huzurunda bu olup bitenleri anlatır. Peygam­berimiz de kendisini tastık eder." [8]

 

Hummara Kuşunun Hikayesi

 

Beyhakî, Ebû Nuaym, Ebu'ş-Şeyh'in çıkardıkları bir habere göre, îbn-i Mes'ûd şöyle demiştir: "Bir seferde biz Resûlüllah (s.a.v.) ile birlikte idik. Bir ağaca uğradığımızda ağacın üzerinde Hummara kuşunun iki yavrusu vardı. Biz bunları aldık... Derken Hummara gelip hâlini Resûlüllah'a arz etti. Peygamberimiz de: "Bu kuşun yavrularını alarak canını acıtan kimdir?" buyurdu. Biz cevap verdiğimizde de: "Onları yer­lerine koyunuz!" buyurdu ve biz de yerlerine iade ettik." [9]

 

Evdeki Vahşi Hayvanın Kıssası

 

Ahmed, Ebû Yâlâ, Taberânî, Beyhâki, Ebû Nuaym, Dârekutnî ve îbn-i Asakîr, birtakım yollarla Aişe'den şöyle rivayet ederler: Resûlüllah'm (s.a.v.) âline ait olmak üzere vahşî (evcil olmayan) bir hayvan vardı. Bu hayvancağız dâima Resûlüllah'ı gözetler, O dışarı çık­tığı zaman oynaşır, koşarak gider gelirdi. Adetâ yerinde duramazdı. Fakat Resûlüllah Efendimiz geldiği zaman, ininde bekler ve hiç kıpır­damazdı. Peygamber Efendimiz evde bulunduğu müddetçe, hiç hareket etmezdi."

Heytemî, bu rivayetin sahih olduğunu söylemiştir.[10]

 

Beygir Kıssası İle İlgili Rivayet

 

Beyhakî Cüayl'den şöyle nakleder: Ben Peygamber (s.a.v.) ile bir­likte gazaya gitmiştim. Fakat binitim beygir, zayıftı. Bu yüzden askerin en gerilerinde kalıyordum. Peygamberimiz durumu görmüş olacak ki, bana yakınlaşıp: "Ey beygirine binmiş adam, haydi sür!" diye hitap etti. Ben de kendisine: "Ey Allah'ın Resulü, binitim gayet zayıf, fazla yürü­müyor" dedim. Peygamberimiz bunun üzerine elindeki kamçısı ile bey girime vurdu ve: "Allah'ım bu adamın binitini kuvvetli ve bereketli eyle!" diye de duada bulundu. Bunu müteâkib beygirim o kadar hızlandı ve kuvvetlendi ki, başını zor zaptediyordum. Ayrıca çok da bereketini gör­düm, onun neslinden pek çok sayıda hayvan elde edip sattım."

Buharı ve Müslim Hammâd bin Zeyd'den, o Sâbiften, o da Enes'ten şöyle rivayet etmiştir: "Peygamber (s.a.v.), insanların en güzeli, en cö­merdi ve en cesaretlisi idi! Birgün Medîneliler, geceleyin duydukları şiddetli bir ses sebebiyle korkuya kapılmışlardı. Peygamberimiz ise bu sırada Ebû Talha'ya âit olan bir çıplak atın sırtına atlayarak, o sesin duyulduğu tarafa doğru bu atı koşturmuştur. İnsanlar korku içinde o sese gitmek istedikleri zaman, Peygamberimiz'in karşıdan gelmekte ol­duğunu gördüler. Peygamberimiz durumu öğrenmiş ve insanlara: "Korkulacak bir şey yoktur! O, denizden gelen bir sestir" diyordu. Hammâd der ki: Peygamberimiz'in bu sırada bindiği bu atı, bundan sonra geçen bir at olmadı. Halbuki o, ağır giderdi." [11]

 

Merkep Kıssası İle İlgili Rivayet

 

İbn-i Sa'd îbn-i îshâk tarikiyle Abdullah bin Ebû Talha'dan şöyle rivayet eder: Peygamber (s.a.v.), Sa'd'ı ziyaret etti ve onun yanında kuş­luk uykusuna yattı. Öğle vaktinin şiddetli sıcağı geçince yürüyüşü iyi olmayan bir merkep getirip, Resûlüllah için hazırladılar. Resûlüllah da bu merkebe binerek evine döndü... Merkep çok iyi yürüyen bir merkep olarak iade edilmiş oldu."

Taberânî ise bunu, isme bin Mâlik el-Hutamî'den şöyle nakleder: Resûlüllah Efendimiz, Küba'ya gelip bizi ziyaret etti. Döneceği sıra, yü­rüyüşü iyi olmayan bir merkeple O'nu Medine'ye uğurladık... O, mer­kebimizi bize iade ettiği zaman merkebimizin, emsali arkasından yetişemiyecek kadar hareketli ve iyi yürüyüşlü oldu."

Ebû Nuaym ise bunu Muâz bin CebeVden şöyle nakleder: Peygam­ber (s.a.v.) Hayber'de iken, siyah bir merkep gelip O'nun Önünde durdu. Peygamberimiz ona: "Senin adın nedir?" dedi. O da: "Amr bin Fülân" diyerek cevap verdi ve kendilerinin üç kardeş olup her birine ancak bir peygamberin binmiş olduğunu, kendisinin ise Peygamberimizi bekledi­ğini anlatıp: "Ben aslında bir yahûdîye âit idim. Seni hatırladıkça onu sırtımdan atıp düşürürdüm. O da beni döverdi" diye ilâve etti. Peygam­berimiz de ona: "Senin adın Yâfûr olsun" buyurdu.[12]

 

Arslan Kıssası İle İlgili Rivayet

 

Bu kıssayı îbn-i Sa'd, Ebû Yâlâ, Bezzâr, Îbn4 Mende, sahihtir kaydiyle Hâkim, Beyhakî ve Ebû Nuaym, Resûlüllah Efendimiz'in azâdlısı Sefine'den rivayet ederler. O demiştir ki: "Ben, deniz yolculuğu yapıyordum. Bindiğimiz gemi parçalandı. Ben bir tahta parçasına tutu­narak sahile çıktım. Burası ağaçlık bir yerdi. Derken arslanlar görün­meye başladı. Bu arslanlardan biri bana doğru geldi. Ben arslana hitaben: "Ey Abu'l-Hâris, ben Resûlüllah'm (s.a.v.) âzadlısı Sefîne'yim!" diye bağırdım. Arslan kuyruğunu sallıyarak bana yaklaştı ve yanıba-şımda durdu. Sonra benimle birlikte yürümeye başladı. Beni yola çıka-rmcaya kadar benimle birlikte yürümeye devam etti. Yola çıktıktan sonra durakladı. Ben yoluma devam ederken de kendisine hâs sesiyle beni uğurlamak istiyormuşcasma birtakım bağırtılar çıkarıyordu."

Beğavî ile îbn-i Asâkir'in yine Resûlüllah Efendimizin âzadlısı Sefine'den naklettikleri haber ise şöyledir: "Bir de ne göreyim, karşıma bir arslan çıktı. Ben arslana hitaben dedim ki: "Ey arslan, ben Resûlüllah'm (s.a.v.) âzadlısı Sefîne'yim!" Ben böyle söyleyince, önüme çıkan ve bana doğru gelmekte olan arslan, kuyruğu üzerine çömelerek yere oturdu ve benim geçip gitmemi bekledi."

Bu babda,, îbn-i Seb'ın şöyle bir açıklaması var: "Peygamber'in (s.a.v.) özelliklerinden biri de: O'nun binmiş olduğu her binitin (hayva­nın), O üzerindeyken mucizevî olarak yetiştiği sür'at ve kuvveti ne ise, hep o güç ve kuvvette kalması; daha sonraları bu güç ve kuvvetini kay­betmemesi ve ihtiyarlamamasıdır. Şüphesiz bu hal, Peygamber Efendi­miz'in bereketi ile olmaktadır." [13]

 

Kuş Hikayesi İle İlgili Rivayet.

 

Beyhakı ve Ebû Nuaym îbn-i Abbâs'ın şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.), kazâ-i hacet için çıktığı zaman, kimsenin göremeye­ceği kadar uzaklara giderdi. Yine bir gün haceti için çıktığında ben de kendisine hizmet için çıkmıştım. Ben O'nun devesini tutarken, bir ağa­cın arkasına geçti ve hacetini gördü. Sonra gelip abdest için hasırlan­maya başladı. Mestlerini çıkardı ve abdestini aldı. Mestlerinden birini giydiği zaman, havadan bir kuş süzülüp diğer mestini alarak gitti. Hayli yukarıya çıktıktan sonra ters çevirip aşağıya bıraktı. Bunun içinden bir yılan çıktığını gördük... Demek ki kuş onu, bunun için alıp yukarıya çı­karmıştı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular: "Bu, Allah'ın bana lütfettiği büyük bir keramettir!"

Ebû Nuaym'in Ebû Ümâme'den naklettiği haber ise şöyledir: Bir gün Peygamber (s.a.v.), mestlerini istedi ve giymeye başladı. Birini giyerken bir kuş gelip diğerini alarak yukarıya uçtu. Sonra yüzü aşağı mesti bıraktığında, içinden bir yılan çıktı. Bu vesile ile Peygamberimiz de şöyle buyurdu:

"Allah'a ve âhiret gününe inanan kişi, mestlerini (çizme veya a-yakkabılarmı) aşağı doğru çevirip silkelemedikçe giymesin!" [14]

 

İfrit Kıssası İle İlgili Rivayet

 

Buharl ve Müslim Muhammed bin Zeyyâd tarikiyle Ebû Hürey-re'den rivayet ederler. O şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki: Cinlerden biri ifrît, ben geçen gece namazımı kılmakta iken üzerime saldırdı ve namazımı kesmek istedi. Allah bana imkân verdi de o^u ya­kaladım ve Mescid'in direklerinden birine bağlayayım da sabah olunca sizlere göstereyim istedim. Fakat kardeşim Süleyman Peygamberin şu duasını hatırlayarak onu serbest bıraktım. O duasından şöyle dem.şti: "Ey Rabbim, beni affet, bana benden sonra hiç kimseye nasîb olmc yan bir mülk (hükümdarlık) ver! Çünkü Sen'sin o çok lütfeden Sen!" (,SaJ sûresi, 35).

Müslim tek başına Ebu'd-Derdâ'dan şöyle rivayet etmiştir: "Pey-gamber'in (s.a.v.) bir defasında ayağa kalkıp şöyle dediğini işittim: "Ben, senin şerrinden Allah'a sığınırım!" Bunu söyledikten sonra, üç defa da şöyle dedi: "Ben sana, Allah'ın laneti ile lanet ediyorum!" Sonra bir şey yakalamak istercesine, elini ön tarafına doğru uzattı. Namazını bitir­dikten sonra biz kendisine, bunun sebebini sorduk. O da buyurdu ki: "Allah'ın düşmanı îblîs, elinde ateşten bir alevle gelip yüzümü yakmak istedi! Ben de kendisini yakalayıp rezîl etmek istedim. Fakat kardeşim Süleyman Peygamber'in duasını hatırlayarak kendisine ilişmedim. Eğer Süleyman'ın o duası olmasaydı, onu yakalayıp direğe bağlayarak, Medîne'li çocukların önünde rezîl edecektim!"

Ebû Nuaym Dumra'dan şu haberi nakletmiştir: Adamın birinin koyunları vardı. Koyunları sağdığı zaman, oğlu ile Hz. Peygamber'e süt gönderirdi. Sonra Peygamberimiz bu çocuğu göremez oldu ve babasını gördüğünde sordu. O da: "O öldü yâ Resûîallah" dedi. Peygamberimiz de o adama dedi ki: "Oğlunu diriltmesi için Allah'a dua etmemi mi istersin, yoksa sabredip âhirette sana şefaatçi olmasını mı istersin? Bu taktirde evlâdın senin elinden tutar ve seni cennetin kapısına getirir, sen de di­lediğin cennet kapısından içeri girersin!" Adamcağız bunu duyunca: "Ay Allah'ın Resulü, bu bana hâs bir şey midir?" diye sordu. Peygamber (s.a.v.) de: "Bu, hem senin içindir, hem de her mü'min içinair!" buyur­du. [15]

 

Dilsizin Ve Âmânın Özrünü Giderecek Şekilde Vukua Gelen Mucizeler.

 

Beyhakl, Şimir binAtiyye'den şöyle bir haber nakletmiştir: Bir gün, Peygamber'e (s.a.v.) bir kadın geldi. Yanında bulûğ çağı yaklaştığı halde hâlâ konuşmamış olan oğlu da vardı ve durumun böyle olduğunu arz etti. Peygamberimiz de bu çocuğa hitaben: "Söyle bakalım, ben kimim?" diye sordu. Çocuk derhal konuşup: "Sen, Allah'ın Resulüsün!" diye cevap verdi.

îbn-i Şeybe, îbn-i Seken, Beğavî, Beyhakl, Taberânî ve Ebû Nuaym, Habîb bin Füdeyk'ten şöyle rivayet ederler: "Ben, babamla beraber Resûlüllah'a (s.a.v.) gittim, onun iki gözü de hiç görmüyordu. Niçin görmediğini soran Hz. Peygamber'e cevaben dedi ki: "Bir gün giderken ayağım, yılan yumurtasının üzerine basmıştı. Kınlan yumurtanın için­deki sıvı gözüme sıçradı ve zehirli olduğu için gözlerim görmez oldu."

Peygamber Efendimiz derhal mübarek tükrüğü ile onun gözlerini ilaçladı. Derhal gözleri açılıp iyi oldu. Yaşı seksene vardığı halde bile, rahatlıkla iğneden ipliği geçirebiliyordu." [16]

 

Hastalığı, Özürü Veya Sakatlığı Olanı İyileştirme Şeklindeki Mucizeler

 

Beyhakl Muhammed bin İbrahim'den şöyle rivayet eder: Peygam­ber'e (s.a.v.), ayaklarında çıban olan ve tedavisinden bütün tabiblerin âciz kaldığı bir adam getirdiler. Peygamber Efendimiz de mübarek şehâdet parmağının ucunu tükrüğü ile ıslattı ve yere indirerek toprağa temas ettirdi. Sonra da şu şekilde duada bulundu:

"Ey Allah'ım, Senin adın ve izninle, bâzımızın tükrüğü arzımızın toprağına batırılmış olarak, içimizden hasta olana şifâ olur! Ey Rabbim, Senin izninle!"

(Beyhakî'nin rivayet ettiği bu haber mürsel'dir.) [17]

Yine Beyhakl, Semmâk bin Harb tarikiyle Muhammed bin Hâtıb'ın şöyle dediğini nakleder: "Kaynar haldeki tencere elimin üzerine düşüp yaktı. Beni yanına alan annem, derhal Peygamber'e (s.a.v.) götürdü. O da yanık üzerine mübarek tükrüğünü püskürtüyordu ve şöyle dua edi­yordu:

"Ey insanların rabbi olan Allah'ım, şu be'si ve zararı gider!"

Tarih'inde Buharı der ki, bana Saîd bin Süleyman söyledi, ona Abdurrahmân bin Osman, ona ibrahim bin Muhammed, ona babası de­desinden, ona Muhammed bin Hâtıb nakletmiş. O da anası Ümmü Cemil'den haber vermiş: Ümmü Cemil demiştir ki: "Ben, Habeş ülkesin­den seninle birlikte döndüm. Medine'ye geldiğimiz zaman, bir gece ben yemek yapıyordum. Tencerenin altında yanacak birşey kalmadığı için ben, yakacak birşeyler toplamaya çıktım. Bu sırada sen tencereye do­kunmuşsun. Tencere de ellerin ve kolların üzerine dökülüp buralarının yanmasına sebep olmuştu. Ben döndüğümde derhal seni alıp Hz. Pey-gamber'e götürdüm. O da senin ellerin ve kolların üzerine püskürüyor ve şöylece duada bulunuyordu:

"Ey bütün insanların rabbi olan Allah'ım, şu zararı gider, şifâ ver, şifâyı verecek olan Sensin, Senin vereceğin şifadan başka şifâ da yoktur! Rabbim, öyle bir şifâ ver ki, hastalıktan eser kalmasın!"

"Ben, seni O'nun yanından alıp ayrılmadan, senin elin-kolun iyi olmuştu."

(Bunu, Hâkim, Beyhakî, Ebû Nuaym de rivayet etmiştir.)

Tarih'inde Buharı, Taberanî, îbn-i Seken, îbn-i Münde, Beyhakî; Şürahbil el-Cu'fı'den şöyle rivayet ederler: Ben Peygamber'e (s.a.v.) gidip elimdeki urlardan şikayette bulundum ve dedim ki: "Ey Allah'ın Rasulü, bu elimdeki urlar, kılıcımın kabzasını, binitimin yularım tutmama engeî oluyor ve bana ezâ veriyor." Peygamberimiz de derhal elime püskürdü ve elini urların üzerine koyarak iyice oğuşturdu. Onları ezip kaybedin-ceye kadar oğuşturmaya devam etti. Mübarek elini çektiği zaman, ur­lardan eser kalmamıştı." [18]

(Beyhakî Ebû Sebra'dan da bu mealde bir haber sevketmiştir.)

îbn-i Sa'd, Beyhakî ve Ebû Nuaym Ebyad bin Hammâl'dan şu ha­beri rivayet ederler: "Benim yüzümde birtakım kabarcıklar çıkmıştı. Yüzüm rengârenk olmuştu. Durumdan oldukça rahatsızdım, gidip hâlimi Hz. Peygamber'e arz ettim. O da derhal dua buyurdu ve mübarek eliyle yüzümü mesnetti. Yüzüm iyileşti ve O'nun bereketiyle yüzümde bir güzellik kaldı."

(Yine Beyhakî Habîb bin Yesâftan da şu haberi nakletmiştir: Ben Peygamber (s.a.v.) ile birlikte kaldığım bir savaşta, omzumdan bir darbe yemiştim. Elimi darbe yerine koyarak derhal Hz. Peygamber'e gittim. Peygamber Efendimiz derhal yaramın üzerine püskürdü ve eliyle kopinak üzere bulunan kolumu birleştirdi. Yaram ve kolum iyi olup hiçbir şikâyetim kalmadı. Derhal savaş alanına dönüp, beni yaralamış olan a-damı katlettim.)

Yine Beyhakî, Esma bint-i Ebû Bekir'den nakleder. O demiştir ki: "Benim başım rahatsızlanıp şişmişti. Derken şişkinlik yüzüme de geçti. Hemen hâlimi Hz. Peygamber'e arz ettim. Peygamber Efendimiz de, ba~ şımdaki örtünün bir kısmı ile yüzümü de örterek ve mübarek elini örtü­nün üzerinde gezdirerek başımı ve yüzümü meshetti ve şu şekilde duada bulundu: "Rabbim, bu hastanın hastalığını ve çirkinliğini, mübarek ve temiz Resülü'nün duası bereketiyle gider, ona şifalar ver!" Bu şekilde üç defa mesh ve dua etti. Benim rahatsızlığım da geçti." [19]

îbn-i Sa'd Ubeyd bin Umeyr'den şöyle nakleder; Esmâ'nm boy­nunda verem (şişkinlik) vardı. Peygamberimiz eliyle örtü üzerinden bu şişkin kısmı meshetti ve: "Allah'ım ona, hem çirkinliğinden, hem de ezasından yana afiyet ihsan eyle!" diyerek de duada bulundu ve Esmâ'nm boynundaki veremden eser kalmadı." Dua aynen şöyle idi: "Allahümme âfihâ min fuhşihî ve ezâhu"

Ahmed, Dârimi, Taberani, Beyhaki ve Ebû Nuaym îbn-i Abbâs'ın şöyle dediğini rivayet ederler: "Bir kadın, yanındaki çocuğu ile birlikte Peygamber'e (s.a.v.) gelerek: "Yâ Resûlallah, benim bu yavrumda cinnet hastalığı var. Tam biz yemek sofrasına oturduğumuz zaman hastalığı onu yakalıyor ve ağzımızın tadını ifsâd ediyor." Peygamberimiz de der­hal o çocuğun göğsünü eliyle meshetti ve onun için dua etti. Çocuk bu sırada çok şiddetli bir şekilde öksürüp içinden siyah birşey çıkardı. A-kabinde gözlerini açıp şifâya kavuştu."

Beyhakî, Muhammed bin Sîrîn'den şu haberi nakletmiştir: Kadının biri, çocuğu ile birlikte Peygamber'e (s.a.v.) gelerek: "Yâ Resûlallah, şu yavrumun şöyle şöyle rahatsızlığı var" diye çocuğun hâlini arz etti ve: "îşte o, gördüğün gibi! Bu haliyle yaşamasa daha iyi. Onun ölmesi için dua ediver!" teklifinde bulundu. Peygamber Efendimiz de: "Ben onun şifa bulması, kuvvetli ve sâlih (iyi) bir insan olması için dua edeceğim! O da Allah yolunda cihâd edecek, Allah yolunda şehîd düşüp cennete gidecek!" buyurdu. Bu şekilde dua etti. Yüce Allah da ona şifâ ihsan ey­ledi. Çocuk büyüyüp gelişti, kuvvetli ve sâlih bir adam oldu. Allah yo­lunda savaştı ve şehîd düştü."

Beyhakî: "Bu rivayet mürsel olmakla beraber ceyyiddir, iyidir" dedi. [20]

Beyhakl Yezîd bin Nûh bin Zekvân'dan şu haberi vermektedir: "Abdullah bir Revâha Resûlüllah'a gelip: "Yâ Resulallah, dişlerim şid­detle ağrıyor, kulağım da ıztırab veriyor" dedi. Peygamber Efendimiz de hemen elini onun ağrıyan yüzüne koydu ve: "Allah'ım, bunun rahatsızlık ve ıztırabım gider, kendisine kıymetli ve mübarek Resulünün duası be-reketiyle şifa ihsan eyle!" diyerek yedi defa bunu tekrarladı. Yüce Allah da derhal ona şifâ ihsan eyledi."

Beyhakı, Ebû Nuaym Rifâa bin Rafı den şu haberi vermektedirler: Bir gün ben çiğ yağı alıp yutmuştum. Bir seneye yakın bunun rahatsız­lığını çektim. Fakat rahatsızlığım geçiniyordu. Nihayet hâlimi Peygam-ber'e (s.a.v.) arz eyledim, O da mübarek eliyle karnımı meshetti. Midemden dışarı birşeyin çıktığını hissettim. Şu âna kadar da hiç mîde rahatsızlığı duymadım."

Taberâni Cerhed'ten şöyle nakleder: "Benim sağ elimde tutukluk olduğu için yemeğimi sol elimle yemek zorunda kalıyordum. Peygamber (s.a.v.) bu durumu görünce bana: "Yemeğini sağ elinle ye!" diye emretti. Ben de sağ elimin özürlü olduğunu haber verdim. Bunun üzerine Pey­gamberimiz sağ elim üzerine püskürdü ve ben bundan sonra ölünceye kadar bu elimde bir rahatsızlık hissetmedim."

Yine Taberâni Abdullah bin Üneys'ten şöyle rivayet eder: Bir gün Müstenîr bin Rezzâm adındaki yahûdî beni döverek başımdan yaraladı. Ben, bu yaralı hâlimle Peygamber'e (s.a.v.) gittim. Peygamberimiz der­hal yarama baktı ve üzerine püskürmek suretiyle tedâvî etti. Başım derhal iyj oldu ve bir daha bana rahatsızlık vermedi." [21]

Ebû Nuaym el-Vâzi'den şu haberi vermektedir: "Ben bir gün, mecnûn olan oğlumu yanıma alarak Peygamber'e (s.a.v.) gidip durumu arz ettim. Peygamberimiz derhal onun yüzünü ve başını eliyle meshetti ve onun iyileşmesi için dua etti. O da derhal iyileşti. Artık aramızda on­dan daha akıllı birisi yoktu.

Vâkıdî ve Ebû Nuaym, Urve'nin şöyle dediğini nakleder: "Mülâıb el-Esinne bir adamım Peygamber'e (s.a.v.) göndererek, mübtelâ olduğu hastalığa (iç hastalığına), şifâ talebinde bulundu. Peygamberimiz de derhal yerden bir miktar toprak aldı ve ona püskürdü, sonra onu gelen elçiye vererek: "Bunu götür, su ile karıştır sonra hastaya içir" buyurdu. O da gidip emredildiği şekilde yaptı. Mülâıb da iyileşti."

Denilir ki: "Peygamber Efendimiz ona, bir miktar bal gönderdi. O da bu baldan azar azar yemeğe başladı ve sonra, hiçbir şeyi yokmuş gibi iyileşti."

lbn-i Sa'd Vâkıdî'den, o Sehl bin Sa'd el-Sâidî'nin torunu Übeyy bin Abbâs'tan nakleder. O da babasından nakleder. O demiştir ki: "Ben, aralarında Ebû Üseyd, Ebû Humeyd ve babam Sehl bin Sa'd da bulunan bâzı ashâbtan işittim. Bunlar derlerdi ki: Bir defasında Peygamber (s.a.v,), Büdâa Kuyusu'na giderek, bu kuyudan çekilen su ile, kova içinde abdestini aldı. Abdestini bitirdikten sonra, kovanın içindeki suya mübarek Üikrüğünden de ilave ederek kovanın içindeki suyu kuyuya döktü. Sonra bu kuyunun suyundan bir miktar da içti. İşte O'nun za­manında, herhangi bir şahıs hasta olsa ona derlerdi ki: "Büdaa Kuyu-su'ndan su getirsinler de sen onunla yıkan, inşaallah iyi olursun!" Böyle denilir sonra bu kuyudan su getirilir, hasta bu su ile yıkanır, sonra hiç­bir şeyi yokmuş gibi ayağa kalkardı."

Buharı ve Müslim Câbir'den şöyle rivayet ederler: "Ben, rahatsız­lanmışım ve Seleme Oğulları yurdunda bulunuyordum. Peygamber (s.a.v.) yanında Ebû Bekir de olduğu halde beni ziyarete geldi. Beni çok ağır bir vaziyette buldu. Ben neredeyse kendimi bilmiyordum. Peygam­ber Efendimiz bir miktar su istedi, onunla abdest aldı, sonra bu suyu ü-zerime serpti. Ben de kendime geldim. Derken iyice toparlandım ve: "Ey Allah'ın Resulü, malım hakkında nasıl hareket edeyim?" diye sordum. Bunun üzerine şu âyet-i celile nâzi] oldu:

"Allah size çocuklarınızın alacağı mîrâs hakkında, erkeğe kadının payının iki mislini tavsiye eder." [22]

lbn-i Seken ve Ebû Nuaym Muaviye bin Hakem'den şöyle rivayet eder: Biz, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte gaza ediyorduk. Kardeşim Ali bin Hakem, atını sürerek bir hendekten geçmek istedi. Fakat atı, gereği kadar sıçramayıp -hendeğe düştü ve ayağını hendeğin duvarına vurup sıkıştırdı. Bu şekilde ayağı sakatlanmıştı. Biz derhal onu alıp Hz. Pey­gamber'e getirdik. Peygamber Efendimiz de derhal onun ayağını mes-hetti, o da Üileşti."

Muâviye bin Hakem, kardeşinin bu şekilde derhal iyi olması kar­şısında hayU duygulanıp, bunu irâd ettiği bir kasidesi ile dile getirmek istemiştir." [23]

 

 



[1] Onlar, Seleme Oğullarındandı. Seleme Oğulları ise, Hazrec'in bir kolu İdi. Rivayet edildiğine göre, Seleme Oğulları'nın evleri Mescid'e uzaktı. Yerlerini terkederek mescid ya­kınında evler yapmak istedikleri zaman, Sevgili Peygamberimiz kendilerine hitaben: "Ey Se­leme Oğulları, Mescid'e geliş ve dönüş sırasında attığınız adımların ne kadar sevaplı oldu­ğunu, yoksa unutuyor musunuz?" buyurarak, onların evlerini terketmelerine razı olmadığını beyan ettiler

[2] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/109-111.

[3] Habbâb bin Eret, Sa'd Oğullarındandı ve Ebû Abdullah künyesi ile anılırdı. Vak­tiyle esir düşmüş, Ümmü Enmâr tarafından satın alınıp âzad edilmiştir. Habbab, gerçekten yiğit bir zat idi. Oğlu Abdullah, Hariciler tarafından şehid edildi, gelini dahi hâmile olduğu halde onlar tarafından karnı deşilerek şehid edildi. Bunun üzerinedir ki, müslümanlar Haricilere karşı kılıç çekip savaşmayı caiz gördüler. Habbâb, Kûfe'de H. 37 yılında 63 (veya 73) ya­şındayken vefat etti. Ali (r.a.), Sıffın'den döndükten sonra Kûfe'de, ilk olarak Habbâb bin Eret'in cenaze namazını kılmıştır.

[4] Bu hadîs, çok büyük, hikmetler ve ibretler dolu bir hadîstir. Peygamber Efendİ-miz'in yüce edeb ve ahlâkını ortaya koymakta, büyük müslümanlara çok güzel dersler ver­mektedir. Peygamberİmiz'in, uyuyanlar varken, uyanık olana işittirecek, uyuyanları ise uyan­dırmayacak şekilde selam verdiği, Mtkdâd'a hiç kızmadığı, şeytanın verdiği vesveseleri hükümsüz kıldığı, Mikdâd ve arkadaşları için hayır ve bereket duasında bulunduğu, O'nun duası bereketiyle keçilerin memelerinin derhal sütle dolduğu, O'nun sabrı, cihadı, Rab'bine olan itimâd ve tevekkülü bildirilmektedir ki, her biri birer hakikat ve hikmet incisidir.

[5] Vadîn bin Atâ; Ahmed ve bâzılarına göre sağlamdır, Ebû Hatîm'e göre mâruf ve münkerdir.  Ebû  Davud'a göre: "Kaderi mezhebinde olup iyidir." Cüzcânİ'ye göre de: "Rivayetleri vahi ve çürüktür."

[6] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/111-114.

[7] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/114-115.

[8] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/115-116.

[9] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/116.

[10] Bu rivayette, sözü edilen vahşi hayvanın ne olduğu, niçin orada bulundurulduğu açıklanmamıştır. Halbuki Peygamber Efendimiz, evde köpek edinilmesini yasaklamış­tır. Doğrusunu söylemek gerekirse; bu rivayetin mânâsı ve sıhhati bizce anlaşılmamıştır. Her ne kadar, Heytemî onu sahih saymışsada, biz sahih olduğunu kabul edemiyeceğiz.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/116.

[11] Bu rivayet, Peygamber Efendimizin, düşmanlarının dâima kendisine kötülük yapmak için fırsat kolladıklarını bildiği halde, o sesin geldiği tarafa süratle gitmekle, ne kadar büyük ve kâmil bir şecaate sâhib bulunduğuna, yine aynı büyüklükte sorumluluk taşıdığına ve ona riâyet ettiğine delâlet etmektedir

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/116-117.

[12] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/117.

[13] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/118.

[14] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/118-119.

[15] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/119.

[16] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/120.

[17] Yani sahabe adı geçmemektedir. Muhammed bin İbrahim ise tabiindendir. Ze-hebi'nin bildirdiğin© göre, Ahmed bin Hanbel onu itham edermiş ve dermiş ki: "Onun rivayeti illetlidir, o münker haberler rivayet eder." Zehebi ayrıca der ki: "Bazıları ise onu sika'dan saydılar. Buhari ve Müslim onunla ihticacda bulundular, o da böylece köprüyü geçmiş oldu." En doğru olanını, şüphesiz Allah bilir. Bu hadisi Nevevî, Riyazü's-Salihîn adlı eserinde rivayet etmiş ve üzerinde ittifak edildiğini söylemiştir.

[18] Mecmeu'z-Zevaid'de bildirildiğine göre, Heytemî şöyle demiştir: Muhalled ve onun üst tarafındaki râvîler mâruf değildir. Diğer râvîleri ise sikadır.

[19] Sevgili ve şanlı Peygamberimizin mübarek ve temiz olduğunda hiç şüphe yoktur. Şu kadar var ki, O, bütün dualarında kendi sıfatlarını değil, Yüce Allah'ın sıfatlarını zikrederek teberrükte bulunurdu. Az yukarıda da geçtiği gibi... ihtimâl buradaki fazlalık, hadîse sonradan eklenmiştir. Nitekim bundan sonraki rivayette de, böyle bir fazlalık bulunmamaktadır.

[20] Bu rivayetin mürsel olması, İbn-i Sîrîn'in hangi sahâbîden rivayet ettiğini zikret-memesindendir. Ceyyİd ve iyi oluşuna gelince, tabîî bu,   bunu rivayet edenlerin adaletli ve mazbut râvîler olmasına bağlıdır ki, inşaallah öyledir.

[21] Mecmeu'z-Zevâid'de: "Bu haberin ravıleri arasında Abdül-Azîz bin Imrân da var­dır ve bu râvî zayıftır" denilmektedir.

[22] Bu âyetin nazil oluş sebebi olarak başka bir hadîs de rivayet edilmiştir. Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmİzî ve İbn-i Mâce, çeşitli tarîkler ile Abdullah bin Muhammed bin Akîl'den, o da Câbir'den şöyle nakleder: "Sa'd bin Rabî'in hanımı Resûlüllah'a gelerek: "Ey Allah'ın resulü, kocam Sa'd, seninle birlikte Uhud'a gitti ve savaşarak şehid oldu. Şu iki kızımızı geride bıraktı. Bunların amcası, onun bütün malının kendisine kalacağını iddia ederek bütün malı aldı ve bu iki kızımıza hiçbir şey vermedi. Bunlar, henüz evlenmemiş iki kız olarak ne yapa­caklar?" diyerek mürâcâtta bulundu. Peygamberimiz de: "Yüce Allah, elbette bu hususta hükmünü bildirecektir!" buyurdu. Bunun üzerine de ilgili âyet nazil oldu ve mîrâsı belirledi. Bu mîrâs âyeti nazil olunca Peygamberimiz, derhal kızların amcasına haber gönderdi ve: "Sa'd'ın iki kızına mirastan üçte iki hisse, bu iki kızın analarına da sekizde bir hisse ayıracaksın! Maldan kalanı ise senindir" emrini töblîg eyledi."

[23] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/120-124.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol