YİRMİYEDİNCİ BÖLÜM
Sahih hadîste vârid olan şudur: "Peygamber (s.a.vj, ashabından bazılarına, borçtan kolaylıkla kurtulabilmek için şu duayı öğretmiştir:
"Ey yedi kat göklerin ve ulu arş'm sahibi, bizlerin ve her şeyin sahibi bulunan Rabbim! Dâneyi yaran, çekirdeği çatlatan (ve bu küçücük tohum ve çekirdeklerden sonsuz nimet ve bereketler meydana getiren), Tevrat'ı, İncil'i ve Kur'ân'ı indiren Allah'ım!... Ben, şer ve zararı bulunan her şeyden sana sığınırım! Her şeyin durumu ve geleceği Senin elindedir... Sen, kendinden evveli olmayan, kendinden sonrası bulunmayansın! Kendinden üstünü bulunmayan Zahir, kendinden daha yakını bulunmayan Bâtm'sın! (Şüphesiz, ban^ benden daha yakınsın, beni benden daha iyi bilensin!)... Borcumu ödemekte bana yardımcı ol, kolaylık ihsan eyle Rabbim! Beni fakirlikten kurtarıp, zengin eyle Rabbim."
Peygamber Efendimiz'in bu duayı kendisine talîm buyurduğu sahâbi, böylece ve samîmine duasını yaptı. Böylece her şeye kadir olan Allah'a sığınıp, yalvarıp yakardı. Allah da o kuluna, borcunu ödemesi hususunda yardımcı oldu da, borçtan kurtuldu.
Tirmizl'nin rivayet ettiği bir hadîse göre de (ki bunu da Ali (r.a.) rivayet etmiştir) Peygamber (s.a.v.), ashâbdan birine şöyle dua etmesini tâlim buyurmuştur:
"Allah'ım, helâl mâl ile bana yeterlik ver de, asla harama düşmeyeyim! Allah'ım bana lutfunla (helâlinden) zenginlik ver de, başkalarına muhtaç olmayayım!" O sahabî de böyle dua etmiş, borcundan kurtulup helâle kanâat etme zenginliğine ermiştir. (Mert veya nâmert hiç bir ferde muhtaç olmamıştır.)
îbn-i Sa'd ve Beyhakî Ebu'I-Aliye'den naklen Hâlid bin Velîd'in şöyle dediğini rivayet eder: Ben Peygamber'e (s.a.v.) mürâcât ederek dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, geceleyin cinlerden biri ansızın gelip beni korkutuyor... Bana neyi tavsiye edersiniz?" Peygamber Efendimiz de bana şu şekilde dua edip Allah'a iltica etmemi tavsiye buyurdular:
"Allah'ım ben Sana, Senin o iyi veya kötü hiçbir varlığın dışına çıkamıyacağı kelimât-i tâmmeni vesile ederek, yeryüzünde gizlenen veya aşikâre olan, yeryüzünden yukarı çıkan veya yukardan yeryüzüne inen serlerden sığınırım ve ansızın gelip de beni korkutan şeyden de sığınırım... Ancak hayır ve iyilikle gelen hâriç... Ey Rahman olan Rabbim, bütün bunlardan beni Sen koru..."
îbni Sa'd, îmrân bin Husayn'dan, babasının şöyle dediğini naklediyor: "Ben Peygamberin (s.a.v.) yanından ayrılırken, ne dememi tavsiye edeceğini sormuştum. O da bana: "Allah'ım beni nefsimin şerrinden koru ve bana doğru olana azmetmemi nasîb eyle!" dememi tavsiye etti. Ben de bu şekilde söyledim. Ben, bu şekilde söylerken henüz müslüman olmuş değildim. Fakat anîden müslüman olmak kararma vardım ve müslüman oldum. Sevinerek Hz. Peygamber'e koştum ve durumu kendisine müjdeledim..."
îbni Sa'd Ebâ Bekir bin Muhanımed'den nakleder. O şöyle demiştir: "Yılanlı Kayacıklar" denilen yerde, Abdullah bin Sehl'i yılan sokmuş. Peygamber (s.a.v.) ise: "Onu hemen Umara bin Hazm'a götürünüz" buyurmuş. Oradakiler demişler ki: "Ey Allah'ın Resulü, o ölüyor!" Peygamberimiz de tekrar: "Eğer siz onu Umara bin Hazm'a götürürseniz, o da ona okursa, Allah Teâlâ kendisine şifâ verir" buyurmuştur. Onu hemen ona götürmüşler. O da onu okumuş. Allah da şifâsını lütfetmiştir."
Yine Îbni Sa'd, Sehl bin Ebû Has'ama'dan rivayet ediyor. O şöyle diyor: "İçimizden birini 'Yılanlı Taşlık" denilen yerde yılan sokmuştu... Amr bin Hazmın ona okumasını istediler. O ise okumak istemedi. Peygamber Efendimiz oraya gelince ondan izin istenildi. O da: "Bakayım ne okuyacaksınız! Okuyacağınız şeyi bana arz ediniz" buyurdu. Arz ettiler... O da izin verdi."
îbni Sa'd'ın bir rivayeti de Abdurrahmân bin Sâbit'ten. O şöyle demiştir: "Halid bin Velîd uyuyamamak hastalığına tutuldu. Halini Hz. Peygamber'e arzettiğinde o kendisine şu tavsiyede bulundu. "Ey Hâlid, şu şekilde dua edip Allah'a sığın:"Ey yedi kat göklerin ve onun altındakilerin, arzların ve onun ü-zerinde taşıdıklarının Rabbi olan Allah'ım! Keza bütün şeytanların ve onların yoldan çıkardıklarının Rabbi olan Allah'ım!... Sen benim komşum ve yoldaşım ol da beni bütün yarattıklarının şerrinden koru! Senin komşuluğun altında onlar bana karşı bir kötülük yapamaz, bana saldıramazlar... Senin komşuluğun ne güzel ve ne büyüktür, Allah'ım! Ve Sen'den başka hiç bir ilâh yoktur!"
Buharî ve Müslim Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayet ederler. O şöyle demiştir: "Ben, Peygamber Efendimiz'in ashabından bâzıları ile seferde bulunuyordum... Arap kabilelerinden birine uğramıştık. İçlerinden birini kuyruklu sokmuş, adam da bu yüzden komaya girmişti... Bizim içimizden biri, bu adama Fatiha Sûresi'ni okudu. Adam da Allah'ın izniyle şifâya kavuşup iyileşti."
Beyhakî Harice bin el-Salt'tan şöyle nakleder: "Amcam bir gün yoluna giderken bir kavme rastlamış, içlerinden biri deli olduğu için, boyuna adamcağızı dövüyorlarmış. Amcamı görünce demişler ki: "Şu zavallı adamı tedâvî edip iyileştirecek bir şeyin var mı? Senin arkadaşın, (peygamberiniz) bütün insanlara iyilikle gönderilmiş bir hayırlı kimsedir..." Amcam da, onların bu ricasını kırmayıp üç gün müddetle ve her gün ikişer defa olmak üzere Fatiha Sûresini okuyuvermiş... Hastaları da iyi olmuş. Bu sebeple amcama yüz koyun vermişler. O da bunu Pey-gamberimiz'e sorduğunda: "Bâzısı batıl bir iş yaparak haram yer, fakat sen hak olan bir iş yaptın, helâl olarak bunları ye!" cevâbını almıştır..."
Beyhakî îbni Abbas'tan rivayet eder. O şöyle der: "Peygamber (s.a.v.), Isrâ Sûresi'nin: "De ki: îster yâ Allah diyerek ister yâ Rahman diyerek çağırın. Hangisiyle çağırıp dua etseniz, nihayet Esmâ-i Husnâ (en güzel isimler) ancak onundur!...11 âyetiyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Bu âyetin yatmazdan önce okunması, hırsızlık tehlikesine karşı, bir emniyet vesilesidir."
Peygamberimiz'in zamanında, O'nun ashabından biri, yatmazdan önce bu âyeti okuyup yatmıştı... Derken henüz o uyumadan evine bir hırsız girdi. Hırsız evde ne varsa toplayıp çuvalına doldurdu. Çuvalı sırtlayıp kapıya vardı. Fakat kapı kapalıydı. Çuvalı yere koyup kapıyı açmak istedi. Fakat, kapının açık olduğunu gördü. Kapı zâten acıkmış diyerek çuvalını sırtına aldı, kapıdan çıkmak istedi. Fakat gördü ki kapı kapalıdır. Bunu üç defa tekrarlamak zorunda kaldı. Çıkmaktan âciz olduğunu anlıyarak hayretler içinde kaldı. Bu sırada ev sahibinin güldüğünü işitti... Ev sahibi kendisine dedi ki: "Boşuna uğraşıyorsun, sen bu çuvalla bu evden çıkamazsın... Çünkü ben bu evin etrafını kale ile çevirmiş durumdayım!" Bunun üzerine hırsız, çuvalım boşaltarak evi ter-ketinek zorunda kalmıştır..."
İbni Sa'd, Ebân bin Ayyâş'tan şöyle nakleder: Bir gün Enes bin Mâlik meşhur Haccâc-ı Zâlim ile konuşurken, ona karşı biraz söylendi. Haccâc da kendisine kızarak: "Eğer senin Resûlüllah'a (s.a.v.) hizmetin ve emira'l-müminmin senin hakkındaki bana gönderdiği yazı olmasaydı, bana karşı böyle konuşmayı sana gösterirdim ben!" dedi. Enes ona şu karşılığı verdi: "Ne istersen şöyle, amma sen boşuna konuşuyorsun! Zira ben, bülûga erdiğim günlerimde idim. Bu sırada Resûlüllah (s.a.v.) bana bâzı dualar öğretti ve sıdk u ihlâs ile bu şekilde Allah'a dua ve niyazda bulunduğum takdirde, zâlimlerin zulmünden kurtulacağımı ve bâzı ihtiyaçlarımın te'mîninde de kolaylıklar elde edeceğimi buyurmuştur.
Mü'minlerle karşılaştığımda da, onların sevgisine mazhar olacağımı müjdelemiştir."
Enes'ten bu sözleri duyan Haccâc: "Bana da bu duayı öğretsen olmaz mı?" dedi. Enes: "Olmaz, zira sen buna lâyık değilsin!" cevâbını verdi. Bunun üzerine Haccâc, iki oğluna iki bin dirhem vererek: "Bakınız, bir fırsatını bulup bu duayı bu ihtiyardan öğrenmeye gayret ediniz!" diyerek Enes'in peşine taktı ise de, onlar da bunu ondan Öğrenmeye muvaffak olamadılar... Vaktaki Enes'in vefatına üç gün kaldı, bana dedi ki: "Ey Ebân, sana bu duayı Öğreteceğim, fakat sen sakın bunu lâyık olmayan birisine öğretmeye kalkışma!" işte, şimdi aklımda kaldığı kadarıyla Enes'in öğrettiği bu dua, aşağı-yukarı şu merkezde idi:
"Allahü ekber, Allahü ekber, Allahü ekber. Nefsim ve dînim üzerine bismillah, Allah'ın bana verdiği her şey üzerine bismillah, isimlerin en hayırlısı bismillah! Kendisiyle beraber hiçbir derdin zarar veremeyeceği bir isim olan bismillah. Ben, açışı bismillah ile yaparım, ancak Allah'a tevekkül ederim! Ancak Allah'tır benim Rabbim, hiç bir kimseyi ona ortak koşmam! Ey Allah'ım, senden başkasının asla veremeyeceği hayrı istiyorum, senden. Senin övgün çok yücedir, komşuluğun da çok büyüktür! Ve Senden başka ilah da yoktur! Beni Senin, koruman ve komşuluğunda kıl, her kötülük ve serden, kovulmuş şeytandan hıfzeyle! Allah'ım, yarattıklarından sana sığınıyorum. Ancak Senin korumana güveniyorum..." (Bu duaya başlamadan önce, yedi defa Ihlâs Sûresi o-kunacaktır...)
Hatîb-i Bağdadî, Ruvâtü Mâlik adlı kitabında, îbni Ömer'den şöyle nakleder: Adamın biri, Resûlüllah'a (s.a.v.) gelip: "Ey Allah'ın Resulü, dünyâ hiç benim yüzüme gülmemektedir. Bana bu hususta bir dua öğ-retseniz!" diyerek mürâcatta bulundu. Peygamberimiz de kendisine: "Meleklerin duasını, mahlûkâtm da edip de bol nimet ve rızka kavuştukları tesbîhi, sen bilmiyor musun?" buyurdu ve ona şu mealde bir tavsiye de bulundu:
"Tam tan yerinin ağarmaya başladığı sırada, yüz defa şöyle söyle:
"Allah'a hamdeder ve O'nun her nevî kusur ve ayıplarından münezzeh olduğuna inanırım! Çok büyük ve yüce olan Allah'ım; gerçekten münezzeh ve mukaddestir! O'nu tesbîh ve tenzih ederim!"
Bu şekilde yüz defa Allah'a tesbîh ve tahmîdde bulun. Dünyanın senin de yüzüne güldüğünü, koşarak sana geldiğini göreceksin!"
Adam, Peygamber E^endimiz'in kendisine olan bu tavsiyesini aynen yerine getirdi. Bir müddet sonra, yine Resûlüllah'ın huzuruna gelip: "Ey Allah'ın elçisi, dünyâ o kadar koşarak bana geldi, o kadar zengin oldum ki, şimdi dünyâ malını nereye koyacağımı bilemiyorum!" dedi."
Buhâri îbni Ömer'den rivayet eder. O şöyle der: "Peygamber'in (s.a.v.) ashabından bâzıları, bâzı rüyalar görür ve bunu Peygamber Efendimiz'e arz ederlerdi. Resulüllah Efendimiz de onların bu rüyası hakkında, Allah'ın dilediği bazı şeyler söylerdi. Ben ise, henüz yeni yetişmekte olan bir genç idim ve Mescid'de yatar kalkardım. Henüz evlenmediğim için, buradaki Ashâb-ı Suffe ile birlikte kalırdım. Ashâbtan bâzılarının gördükleri o güzel rü'yalara imrendiğim için, bir gün kendi kendime şöyle dedim: "Ey Abdullah, eğer sen de bir hayır olsa idi, bu zâtların gördüğü gibi, sen de hayırlı bir rüya görürdün..." Böyle düşündüğüm günün gecesinde, Allah'a dua edip yalvardım ve dedim ki: "Ey Allah'ım, eğer bende bir hayır varsa, ben kuluna da hayırlı bir rüya göster!"
İşte böyle dua edip yattım ve uyudum... Rüyamda, ellerinde demirden kamçılar bulunan iki melek geldi ve beni cehenneme doğru götürdüler... Ben, bu iki meleğin arasında giderken, yine: "Ey Allah'ım, beni cehennemden koru!" diyerek dua ediyordum... Derken karşıdan bir melek daha göründü, bana hitaben dedi ki: "Hiç korkma, sen, namazı fazla kılansın, ne iyi insansın!" O da bizimle gelerek nihayet cehennemin kenarına vardık... Cehennemin, bir kuyu gibi kademe kademe aşağıya doğru derinleştiğini ve her kademede bâzı melekler bulunduğunu gördüm... Onların da ellerinde demir kamçılar vardı. Bu kademelerde de birtakım insanlar başı aşağı asılmış azâb olunmakta idiler... Hatta içlerinde Kureyş'ten bâzı tanıdığım kimseleri de gördüm... Beni sağ tarafa doğru götürdüler... Artık, cehennem gözümden kaybolmuştu..." Bu rüyamı sabahleyin kardeşim Hafsa'ya anlattım... O da Resûlüllah'a anlatmış. Resûlüllah da bana bu hususla ilgili olarak buyurdu ki: "Abdullah, gerçekten iyi bir kişidir!"
Buhârlyine Îbni Ömer'den şöyle nakleder: Gördüğüm bir rüyada: Elimde bir ipek parçası bulunuyordu ve ben cennette idim. Cennette nereye gitsem, bu ipek parçası da uçup benimle beraber geliyordu. Ben bunu Hafsa'ya anlattım. O da Resûlüllah'a anlatmış. Resûlüllah da ona: "Senin kardeşin iyi bir kimsedir" buyurmuştur...
Buhârl, Abdullah bin Selâm'dan nakleder. O şöyle demiştir: "Rüyamda ben, bir güzel bahçede geziniyordum. Bahçenin tam ortasında bir yüksek direk vardı. Direğin üzerinde de tutunulacak bir kulp vardı. Bana denildi ki: "Haydi ne duruyorsun, bu direğe çık!" Ben de: "Buna gücüm yetmez!" dedim... O sırada taze bir genç gelip elbisemden tutarak beni yukarı yükseltti... Baktım, tâ direğin üzerindeyim... Oradaki kulpa sımsıkı tütündüm. Derken uyanıvermişim... Fakat hâlâ elimle o kulpa tutunuyordum... Bu rüyamı, Resûlüllah Efendimiz'e anlattım, o da bana hitaben: "Gördüğün bahçe, islâm bahçesidir! Direk de islâmın direğidir. Direğin ucundaki kulp da, urve-i vüskâ'dır, islâmın kopmaz kulpudur! Sen, hiç ayrılmadan ölünceye kadar İslama sarılıp tutunacaksın" buyurdu.
îbni Sa 'd, yine Abdullah bin Selâm 'dan rivayet eder. O şöyle anlatır: "Ben, Peygamberin (s.a.v.) zamanında bir rüya görmüştüm. Şöyle ki: Adamın biri bana gelip: "Haydi bakalım, benimle gel!" dedi. Beni alarak çok geniş bir caddeden götürmeye başladı. Yürürken, sola bir yol açıldı. Ben bu yola sapmak istedim, yanımdaki adam ise: "Sen bu yolun adamı değilsin!" dedi. Gitmeye devam ederken, bu sefer de sağa bir yol ayrıldığını gördüm ve bu yola saptım, yanımdaki adam hiç itiraz etmedi. O-nunla birlikte giderken yalçın kayalarla dolu bir dağa rastladık... Yanımdaki adam beni tutup o dağa öylesine fırlattı ki, ben kendimi dağın zirvesinde buldum... Uçuruma yuvarlanmamak için oradaki kulpa sımsıkı sarılmamı söyledi. Ben de sımsıkı ona tütündüm... Derken uyanıvermişim... Ben, bu rüyamı Peygamber Efendimiz'e anlattım. O da bana dedi ki: "Hayırlı bir rüya görmüşsün. Şöyle ki: Gördüğün o geniş cadde mahşer yeridir. Giderken solunda arız olan yol ise, cehennemlik-
lerin yoludur. Sağma açılan yol ise; cennetliklerin yoludur. Yalçın kayalıklarla dolu olan dağ, şehîdlerin mertebesidir. Tutunduğun kulp ise, islâmın kulpudur, işte buna, ölünceye kadar sımsıkı tutunmalasm."
Beyhaki, Talha bin Ubeydullah'ın şöyle dediğine dair bir haber nakletmiştir: Peygamber'e (s.a.v.) Bülâ'dan iki adam geldi. İkisi birlikte müslüman oldular... Bunlardan biri, diğerinden daha çok ibâdet ederdi. Bu daha çalışkan olan kişi, katıldığı bir savaşta şehîd oldu. Diğeri de bir sene sonra vefat etti. Bu ikincinin vefatından sonra idi. Rüyamda Cennetin kapısında imişim... Baktım bu iki kişi de oradalar. Cennetten biri geldi; önce, bir sene geç vefat edeni çağırıp cennete aldı. Sonra tekrar gelip ikincisini cennete aldı. Sonra gelip bana dedi ki: "Sen geri dön, şimdilik senin cennete girmene izin verilmedi. Ben bunu, ertesi gün insanlara anlattım. Onlar da bunu hayretle karşılayıp: "Niçin, önce şehîd olanı cennete çağırmamıştır?" demek istediler... Bu konuşulanların ü-zerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular: "Bu, diğer arkadaşından bir sene daha fazla yaşayıp bu müddet zarfında fazlaca namazlar kılmış, Ramazan'a yetişip oruç tutmuştur."
Yine Beyhakî, Ebû Sâid el-Hudrî'den rivayet eder. O da şöyle anlatmıştır: "Rüyamda ben, Sâd Sûresini okuyordum... Bu suredeki secde âyetine gelince, her şey secde etti. Bu sırada Levh ve Kalemi de gördüm... Sabahleyin Resûlüllah'a (s.a.v.) giderek rüyamı anlattım. O da buyurdu ki: "Bu âyet okunduğu zaman secde edilsin!"
Buharî ve Müslim, îbni Ömer'den rivayet ederler: Peygamber'in (s.a.v.) ashabından pek çoklan rüyalarında, Kadir Gecesi'nin Rama-zan'm son yedi günü içinde bulunduğunu gördüler... Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.): "Görüyorum ki, rüyalarınız, Kadir Gecesinin Rama-zan'ın son yedi günü içinde olduğu üzerine ittifak etmektedir. O halde Kadir Gecesini taharri edecek (araştıracak) olanlar, onu Ramazan'm son yedi günü içinde arasınlar" buyurdu.
Darimî Ebû Ümâme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir gün benim kardeşim rüyasında, insanların uzun ve uçurum bir dağa doğru tırmandıklarını görmüş... Bu dağın zirvesinde ise, iki ağaç varmış. A-ğaçlar, dağın zirvesine tırmanan insanlara: "içinizde Bakara Sûresini okumasını bilen var mıdır? içinizde Al-i İmrân Sûresini okumasını bilen var mıdır?" diye nida ediyorlarmış, içlerinden biri: "Evet, bilenimiz vardır" diye ses verdiği zaman, bu iki ağaç o adama yaklaşıp eğilmiş. Adam da o ağaçlara tutunmuş. Böylece dağın zirvesine doğru yükselmiş..."
Alimlerimiz demişler ki: "Herhangi bir peygambere verilmiş bulunan bir mucize veya faziletin bir benzeri veya onun daha büyüğü, mutlaka Peygamberimize de (s.a.v.) verilmiştir."
Burada buna bir misâl olarak: Yüce Allah'ın Adem'i kendi eliyle yaratmış olmasını ve melekleri secde ettirmiş ve esmayı öğretmiş olmasını zikredebiliriz... Alimlerin bâzıları demişlerdir ki: "Bâzılarına göre, Adem (a.s.), işte bu sırada peygamber olmuş ve meleklere peygamber o-larak gönderilmiştir. Onun mucizesi de, eşyanın isimlerini meleklere haber vermesi olmuştur. Aynı zamanda Allah'ın kendisiyle konuşması olmuştur.
Adem (a.s.)'a verilen bu mucize ve özelliklerin benzerlerinin Peygamber Efendimiz'e de verilmiş olmasına gelince: Evet, bütün bunların benzerleri Peygamberimiz'e de verilmiş bulunmaktadır. Allah'ın kendisiyle konuşmuş olması mucizesi, bundan evvelki "Isrâ ve Mîrâc" bahsinde geçmiştir.
Meleklerin kendisine secde etmesine gelince: Alimlerden bâzıları demişler ki: "Yüce Allah'ın: "Allah ve melekleri Peygamber'e salât etmekte (O'nun şerefini yükseltmekte) dir" mealindeki âyetiyle beyân buyurduğu özellik; meleklerin Adem'e secde etmiş olmaları özelliğinden, iki yönden daha ileri ve daha geniş bir özelliktir. Şöyle ki: "Bir defa, Adem (a.s.)'a âit bulunan bu özellik, olmuş ve geçip gitmiştir. Allah ve meleklerin peygamberimize olan salâtlan ise; geçici değil, devamlıdır, ikincisi: Adem'e secde edenler sâdece meleklerdi. Başkaları değil... Re-sulüllah Efendimiz'e ise, Allah, melekleri ve mü'minler salât etmekte-dirler..."
Bilindiği üzere, yüce Allah âyet-i kerîmesinde: "Biz onu yüce bir mekâna yükselttik" buyurmuştur. Peygamber (s.a.v.) de, şüphesiz (Isrâ ve Mîrâc Gecesi), Kâbekavseyn makamına yükseltilmiştir."
Bu hususta Ebû Nuaym der ki: Nuh (a.s.)'a verilen mucizeler şunlardır: Duasının kabul buyurulması, kavminin tûfân ile batmış olması... Bizim Peygamberimiz'e de duasının müstecâb olması mucizesi verilmiştir ve bunun pek çok örnekleri vardır; Şöyle ki: Namaz kılarken sırtına işkembe koyanlara beddua etmesi, kıtlık ve kuraklık zamanlarında yağmur ve bereket için dua etmesi, kabul olunan dualarmdandır."
Yine Ebu Nuaym der ki:"Peygamberimizin Nuh (a.s.)'a üstünlüğü aşikârdır. Yirmi küsur sene gibi pek kısa zamanda Peygamber Efendimize îmân etmiş olanların sayıları binlere varırken, insanlar ferd ferd değil, fevc fevc onun dînine gelip müslüman olurken; Nuh (a.s.) kavmi içinde dokuz yüz elli sene kalmış olmasına rağmen, kendisine imân etmiş olanların sayısı yüzü bulmamakta idi.
Ben derim ki: Nûh (a.s.)'a verilen mucizeler arasında, gemideyken bütün hayvanların kendisine itaat etmiş olduğunu da söyleyebiliriz... Keza ilgili bölümde geçtiği gibi, Peygamberimiz'e de çok sayıda hayvanat itaat etmiştir."
Ebû Nuaym, bu hususta şöyle demiştir: "Hûd (a.s.)'a rüzgar mucizesi verilmiştir. Peygamber'e (s.a.v.) de, Hendek Gazvesine âit bahiste geçtiği gibi, rüzgarla yardım ve imdâd mucizesi verilmiştir."
Ebû Nuaym der ki: "Salih (a.s.)'a (dokunulması yasak) deve mucizesi verilmiştir. Peygamber'e de (s.a.v.); devenin kendisiyle konuşması ve kendisine itaat etmesi mucizesi verilmiştir."
ibrahim (a.s.)'a ateşten necat (ateşten yanmama) mucizesi verilmiştir. Peygamberimiz'e âit benzeri bir mucize de, bundan önceki ilgili bölümde geçti...' Ayrıca îbrâhim (a.s.)'a, "Hıllet" (Allah'ın Halîli, yâni dostu olma) mucizesi de verilmiştir. Peygamberimiz'e de aynı mucize verilmiştir.
Nitekim İbni Mâce ve Ebû Nuaym şöyle rivayet ederler. Amr bin el-As'ın oğlu Abdullah anlatıyor: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Allah, gerçekten İbrahim (a.s.)'ı halîl edindiği gibi, beni de halîl edindi! Cennette İbrahim ile benim makamım, yüzyüze olacaktır. Aramızda ise amcam Abbas bulunacaktır. Abbas iki halîl arasında tam bir güven i-çinde bulunacaktır..."
Ebû Nuaym, Ka'b bin Mâlik'in şöyle dediğini rivayet eder: "Ben Peygamberden (s.a.v.) işittim. O, vefatından beş gün önce şöyle buyurdu: "Allah, arkadaşınızı (peygamberinizi), gerçekten halîl ittihâz etti!"
Yine Ebû Nuaym, İbni Mes'ûd'dan da şu haberi nakletmiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Eğer ben rabbim'den başka halîl edinseydim, şüphesiz Ebû Bekr'i halîl edinirdim! Fakat sizin peygamberiniz, Allah'ın halîlidir!"
Ebû Nuaym der ki: îbrahîm (a.s.), Nemrûd'a karşı üç türlü koruma ile korunmuştur. Keza ilgili âyetlerin haber verdiği gibi, Peygamber E-fendimiz de müşriklere karşı pek çok kere korunmuştur. Yine îbrâhîm (a.s.) Nemrûd'a karşı kesin delilini ortaya koyarak onu susturmuş; ilâhî burhan ve hüccetleri zikrederek mağlûb etmiştir. Keza Peygamber E-fendimiz de, Übeyy bin Halef gibi bu ümmetin nice nemrûdlarım ilâhî beyan ve hüccetler serdederek susturmuştur. Nitekim Übeyy bin Halef bir defasında Hz. Peygamber'e gelmiş ve elinde tuttuğu çürümüş kemiği ufalıyarak, öldükten sonra dirilmeyi inkâr ettiğini ortaya koymuş: "Bu çürümüş kemiği kim diriltecek?" diyerek Allah'ın kudretine karşı meydan okumuştu... Yüce Allah da bunun üzerine: "Kendi yaratılışını unutarak Bize bir mesel verdi. "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi. De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek! O, her yaratmayı bilendir!" mealindeki âyetlerini indirerek ona ilahî hüccet ve burhanını bildirdi, tşte bu, dosdoğru ve apaçık bir burhandır..."
Ebû Nuaym, daha sonra der ki: îbrâhim (a.s.), kavminin putlarını kırmıştı... Bizim Peygamberimiz de kavmi Kureyş'in Kabe etrafına doldurdukları üç yüz altmış putu kınp yerle bir etti. Ki buna dâir hadisin, Mekke'nin Fethi bölümünde geçtiğini hatırlatmış olalım..."
tsmâîl (a.s.)'a sabır ve metanet mucizesi verilmiştir. Bu husus, bundan önce Peygamberimiz'in göğsünün yarılması mûcizesiyle ilgili bölümde geçmişti... Peygamberimiz'e verilen bu mucizenin, îsmâîl (a.s.)'a verilen sabır mucizesinden daha büyük olduğu da orada belirtilmişti... Gerçekten de bu böyledir... Zira îsmâîl (a.s.) Allah'ın emri istikâmetinde kurban olmaya rızâ göstermişti, fakat kurban edilmemişti... Efendimiz'in bundan daha büyük bir sabır isteyen Göğsünün Yarılması Mucizesi ise, aynen meydana gelmiş ve yaşanmış bir mucizedir.
Keza tsmâîl (a.s.)'a, kesilmekten kurtuluşu için koç feda edilmişti. Efendimizin babası Abdullah'a da kesilmekten kurtuluşu için yüz deve feda edilmiştir. îsmâîl (a.s.)'a Zemzem verilmişti... Keza Efendimiz'in dedesi Abdül-Muttalib'e de, Zemzem'i yeniden kazıp çıkarma verilmiştir, îsmâîl (a.s.)'a Arap dili verilmişti... Keza Peygamberimiz'e de Arap-çayı en güzel ve üstün bir şekilde konuşmak verilmiştir.
Bu hususta Hâkim'in Cabir'den rivayeti şöyledir: "Resûlüllah E-fendimiz buyurdu: "Şu Arab lisânı, bir ilham olarak îsmâîl (a.s.)'a verilmiştir!"
Ebû Nuaym'in ve başkasının Ömer'den rivayetleri ise şöyledir: "Ben bir gün Peygamber'e (s.a.v.): "Ey Allah'ın Resulü, aramızda Arap-çayı en güzel ve üstün bir şekilde konuşanımız sensin. Halbuki sen, A-rapçayı aramızda öğrenmiş de değilsin" diye sordum. O'nun verdiği cevap ise şöyle olmuştur: "îsmâîl (a.s.)'ın Arapçası zamanla bozulup u-nutulmaya yüz tutmuştu... Cebrail (a.s.) gelip bana Arapçayı tâlim etmiştir."
Cilrcâni, Emâlî adıyla meşhur bulunan eserinde Ebu'l-Hasan Ah-med bin Muhammed tarikiyle ve el-Tenûhî'ye kadar varan uzun bir se-nedle, şöyle bir haber zikreder: "Yakûb (a.s.)'a, Yusuf un kardeşleri gelip "Onu kurt yedi" dedikleri zaman; Yakûb (a.s.) bu kurdu çağırdı ve ona: "Sen, benim iki gözümün nuru olan Yusuf umu yedin mi?" diye sordu. Kurt: "Asla, böyle bir şey yapmadım!" dedi. Yakûb: "Peki sen nereden gelip nereye gidiyorsun?" diye sordu. Kurt da: "Ben, Mısır'dan gelip Cürcân'a gidiyorum" cevâbını verdi. Yâkûb tekrar sordu: "Cürcân'da senin ne işin var?" Kurt da dedi ki: "Ben, senden önceki peygamberlerin: "Her kim, bir dostunu veya yakınını ziyaret ederse, onun her adımı başına bin hasene (sevaplı iş) verilir, bin günâhı bağışlanır, derecesi de bin derece daha yükseltilir" demiş olduklarını işitmiştim... Benim yakınım olan kurtlardan birinin Cürcân'da bulunması ve bu sevabı kazanmak arzusuyla oraya gidiyorum..."
Yâkûb (a.s.), evladlarını çağırıp: "Haydi bu hadîsi yazınız!" diye emretti. Kurda da, anlattığı hadîsi tekrarlamasını istedi. Fakat kurt, bu teklifi kabul etmedi. Yâkûb'un, niçin kabul etmediğini sorması üzerine de: "Ben bunlara karşı bu hadîsi söyleyemem, zira bunlar günahkârdır!" cevâbını verdi."
Bundan önce geçtiği gibi, Peygamber Efendimiz'e de, kurt ile konuşma mucizesi verilmiştir. Ebû Nuaym der ki: "Yâkûb'a, sabr mucizesi de verilmişti. Yusuf un firakı üzerine neredeyse üzüntüsünün şiddetinden tükenip öleyazmıştı... Fakat sabretti. Keza Peygamberimiz de, oğlu tbrâhîm'in ansızın ölümü ile karşılaştı, başka oğlu olmadığı halde buna sabredip razı oldu. Böylece O'nun sabrı, Yâkûb'un sabrından daha üstün oldu..."
Ebû Nuaym der ki: Yusuf (a.s.)'a verilen mucize, onun bütün nebî ve resullerden ve hattâ bütün insanlardan daha güzel olması idi. Bizim Peygamberimiz'e verilmiş bulunan güzellik ve cemâl ise, hiç bir kula verilmemiş derecede idi. Yusuf (a.s.)'a verilmiş bulunan güzellik ile, peygamber efendimiz'e verilmiş bulunan güzellik, eğer karşılaştırılacak olursa; güzelliğin tamâmının sevgili ve güzel Peygamberimiz'e, bunun yansı kadarının da Yusuf (a.s.)'a verilmiş olduğunu söylememiz gerekir
Yusuf (a.s.), ana-b ab asından ve vatanından ayrılmak zorunda bırakılmıştı... Peygamber Efendimiz de, ev halkını, yakınlarını ve dostlarım bırakarak vatanından hicret etmek zorunda kalmıştır. Fakat O'nun bu hicreti hiç şüphesiz Allah'a olmuştur."
Mûsâ (a.s.)'a taştan su fıştırtmak mucizesi verilmiştir. Bu önceki bölümlerde (Peygamberimiz'in peygamberliğinin ilk günleriyle ilgili bahiste) geçtiği gibi, Peygamber Efendimiz için de vâki olmuştur. Ayrıca sevgili Peygamberimiz'in mübarek parmaklarından da su fışkırdığı malumdur.
Ebû Nuaym der ki: Peygamberimiz'in bu mucizesi, Musa (a.s.)'m taştan su fışkırtması mucizesinden daha büyüktür... Zira taştan su fışkırması, örf ve adettendir. İnsan elinin (ki o et, kan ve kemiktendir) su fışkırtması daha önceleri görülmüş bir şey değildir."
Mûsâ (a.s.)'a verilen mucizeler arasında, bulutun gölgelendirmesi de vardır. Bunun benzerinin Peygamberimize de verildiğine dâir, bâzı hadîsler, daha önce geçmişti... Yine Musa (a.s.)'a asâ mucizesi verilmiştir. Keza Peygamberimiz'e de, kuru kütüğün kendisinden ayrılması sebebiyle inlemesi mucizesi verilmiştir. Musa'nın asasının ejderhâya çevrilmesine karşılık da Peygamber Efendimiz'e, Ebu Cehli korkudan titreten azgın deve mucizesi verilmiştir. Ayrıca Musa'ya yed-i beyzâ mucizesi verilmiştir ki, elini yakasından çıkardığı zaman bembeyaz parlardı. Keza Peyganıbe-rimiz'in ashabından Tufeyl'e de bunun bir benzeri, Peygamberimiz'in hürmetine, yüzünde kandil gibi parlayan bir nûr verilmişti. O, bunu yanlış anhyacaklarından çekinerek dua etmişti de, bu nûr eline geçmişti. Nitekim bu, onun müslüman oluşuyla ilgili kısımda anlatılmıştır.
Musa (a.s.)'a verilen mucizelerden biri, denizin kendisi için yarılması, bir diğeri de Mennu-Selvâ idi. (Yani gökten yağan kudret helvası ve bıldırcın eti). Birincinin benzeri olarak Peygamberimiz'e Mirâc gecesi, yerlerin ve göklerin yarılması mucizesi verilmiştir. Diğerinin benzeri o-larak da, Allah yolunda cihadın semeresi olarak bol bol ganimetler verilmiştir.
Musa (a.s.)'m kavmi itaat etmeyince, o da onlar için beddua edip tufan, çekirge, kurbağa, kan ve çeşitli haşerat ile terbiye edilmelerim istedi. Bunun Peygamberimiz'de olan benzeri de, kavminin Yusuf (a.s.)'m seneleri kadar kıtlık ve kuraklık içinde kalmaları için olan dua-sıdır.
Musa (a.s.) Rabbi'ne olan münâcatmda: "Yâ Rabbi, sen razı olasın diye sana çabuk geldim!" dedi.
Muhammed (a.s.) içinse yüce Allah şöyle buyurdu: "-Habibim ü-zülme!- Rabbin sana verecek ve sen razı olacaksın!"
Diğer bir ayet-i celilesinde de yine Peygamberimiz için yüce Allah şöyle buyurmuştur: "-Habibim, merak etme!- Elbette biz seni, hoşlanacağın bir kıbleye döndüreceğiz."
Yüce Allah Musa (a.s.)'a hitaben: "Ey Musa, sen gözümün önünde büyüyesin diye senin üzerine tarafımdan bir sevgi koydum."
Bizim Peygamberimiz için ise yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Sen onlara de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin!"
Ebû Nuaym der ki: Dâvud (a.s.)'a, dağların kendisiyle beraber o-kuyup Allah'ı teşbih etmesi mucizesi verilmiştir. Bunun benzeri olarak da Peygamberimiz'e kum danelerinin, sofradaki yiyeceğin teşbih etmeleri verilmiştir. Nitekim bu, daha önceki ilgili bölümde anlatılmıştır. Keza Davud (a.s.)'a kuşların teshiri (itaat ettirilmiş olması) mucizesi verilmiştir. Peygamberimiz'e de bu kabil mucizelerin verilmiş olduğu hususu, önceki ilgili bölümlerde geçmiştir. Ayrıca Davud (a.s.)'a "Demirin yumuşatılması" mucizesi verilmiştir. Keza Peygamberimize de taşın ve kayanın yumuşatılması mucizesi verilmiştir.
(Burada söylediklerimizin tamamı da, Ebû. Nuaym'ın kelamıdır)
Yine Ebâ Nuaym der ki: "Süleyman (a.s.)'a büyük bir mülk (hükümdarlık) verilmiştir. Peygamberimize (s.a.v.) de gerçekten çok büyük bir mülk verilmiştir. Ki bu, Süleyman (a.s.)'a verilmiş olan mülkten de daha büyük idi. Yeryüzünün bütün hazineleri dahi ona verilmiş bulunuyordu.
Süleyman (a.s.)'a "rüzgarın teshiri" mucizesi de verilmişti. Keza Peygamber Efendimiz'e de, bundan daha büyüğü verilmiştir. Süleyman (a.s.), kendisinin emrine verilen rüzgar sebebiyle, sabah gidişi bir aylık yol, akşam dönüşü de bir aylık yol olan mesafeye bir günde gider ve dönerdi. Peygamber Efendimiz ise, gecenin üçte birinden biraz daha az olan bir zaman içinde, Burak'ın üzerinde, elli bin senelik mesafeye gidip gelmiştir, (Isrâ ve Miraç gecesinde.) Teker teker semâlara yükselip girmiş, pek acaib tecellilere mahzar olmuş, cennet ve cehennemi de görmüştür (ki bunlar, Süleymam (a.s.)'a verilen rüzgarın teshiri mucizesiyle kıyas kabul etmiyecek kadar büyük ve şümullü olan mucize ve tecellilerdir.)
Süleyman (a.s.)'a bir de "cinlerin teshiri" mucizesi verilmiştir. Cinler, ona itaat etmek istemez, o da onları bağlar ve zorlardı. Sonunda cinler de kendisine itaat ederlerdi. Peygamber Efendimiz'e ise cinler, diğer cinlerin temsilcileri ve elçileri olarak gelmişler, bir zorlama ile değil kendi istekleri ile gelip imân etmişlerdir. Dönüşlerinde de tslâm'ın temsilciliğini yapmışlardır. Cinlerin kafirleri yani şeytanlar da Pey-gamberimiz'e itaat etmek zorunda kalmışlar, ona yapmak istedikleri kötülüğü de asla yapamamışlardır. Hatta bir defasında büyük şeytan gelip Efendimiz namazını kılmakta iken, Efendimiz'e zarar vermek istemişse de zarar verememiştir. Efendimiz de onu Mescidin direğine bağlayıp, bu kötü kasdı sebebiyle insanların huzurunda onu rezil etmek istemişse de, bundan vazgeçip onu serbest bırakmıştır.
Süleyman (a.s.)'a verilerT'mucizelerden biri de, kuşların mantığını yani konuşmasını anlaması idi. Peygamber Efendimize de, bazı kuşların değil, bütün hayvanların halinden ve dilinden anlama mucizesi verilmiştir. Fazladan olarak da, ağaçlar, taşlar ve asâ ile konuşma mucizeleri verilmiştir ve bunlar, bundan Önceki kendi bölümlerinde belirtilmiş bulunuyor.
Ebû Nuaym der ki: "Yahya (a.s.), daha sabi iken, kendisine hüküm verilmiştir. Herhangi bir günahı olmamasına rağmen, sürekli ağlayıp gözyaşı dökerdi ve birbirine ulayarak oruç tutardı. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e ise, şüphesiz bundan daha faziletli olanı verilmiştir. Zira Yahya (a.s.), putlara ve suretlere tapılan bir cahiliye içinde değildi. Peygamberimiz ise, câhiliyenin en koyusu içinde bulunduğu halde kendisine büyük bir hikmet ve hüküm verilmiştir. Kendisi sabi olmasına rağmen, puta tapanların içinde büyümesine rağmen; onların putlarından hiç birine rağbet göstermemiştir! Onların bayram ve merasimlerinden hiç birine katılmamıştır. Kendisinden hiç bir zaman bir yalan işitilmediği gibi, çocukça bir hareket, yalana ve batıla ufacık bir meyli dahi görülmemiştir. Tuttuğu oruçları ise, ertesi günün orucuna ulardı. (Fakat ümmetine bunu yasaklamış, onların böyle yapmalarına izin vermemiştir.)
Ve sevgili Peygamberimiz buyururlardı ki:
"Ben, öyle bir halde gecelerim ki, Rabbim bana bu esnada yedirir ve içirir! Sizler, bazı Özel hallerimde kendinizi bana kıyâs etmeyiniz!
Keza Peygamber Efendimiz de çok ağlardı. Bazen öyle ağlardı ki, mübarek göğsünün sanki kazan kaynıyormuş gibi ses çıkardığı olurdu.
Yine Ebû Nuaym der ki: "Eğer denilirse ki: 'Yahya (a.s.), malum hasur idi. Hasur, kadınlarla bir ilgisi bulunmayan (hiç evlenmemiş olan)dır. Acaba bu hususta ne diyeceksiniz?" Biz buna karşı deriz ki: "Bizim peygamberimiz, bütün insanlığa son peygamber olarak gönderilmiştir. Halkın kendisine uymaları için evlenmekle emrolunmuştu. Zaten insanların fıtratına uygun olan da budur."
Yüce Allah bu hususta şöyle buyurdu: "Allah onu îsrâil oğullarına elçi olarak gönderecek. O da onlara: "Ben size Rabbi'nizden bir mucize getirdim: Ben, çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üflerim, Allah'ın izniyle hemen kuş oluverir; körü ve alacalıyı iyileştiririm; evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm" der."
İşte bu âyet-i celilede îsâ (a.s.)'a verilen mucizeler, bildirilmektedir. Daha önce zikredildiği veçhile, Peygamber Efendimiz'e de bu kabil mucizeler verilmiş; o da hastaları iyileştirmiş, azası sakatlananların azalarını düzeltmiştir. Bedir ve Uhud Gavzelerinde gözü sakatlanan Katade'nin gözünü iyileştirmiş, Hayber Gazvesinde gözleri hasta olan Ali'nin gözlerini iyi etmiştir. Bunlar, daha önce ilgili bölümlerinde ve Peygamberimiz'in "gaybi haberleri" bölümünde geçmiştir.
Ebû Nuaym, İsa (a.s.)'m çamurdan kuş yaratması mucizesine benzer bir muci?e olarak, Peygamberimiz'in, ashabından birinin elindeki hurma dalım demirden bir kılıca çevirmesi mucizesini zikreder. Nitekim buna dair bilgi, Bedir Gavzesi'ne ait bölümde geçmişti.
Yüce Allah şöyle buyurur: "O (Isâ), beşikte ve yetişkinlikte insanlarla konuşacak, iyilerden olacaktır." Keza bizim Peygamberimiz'e de böyle bir mucize verilmiş olduğuna dair bir rivayet; Peygamberimiz'in doğumuyla ilgili bölümde geçti idi.
Hâkim'in îbn Mes'ud'dan rivayetine göre, îsâ (a.s.) doğduğu zaman, yeryüzünde ne kadar put varsa, hepsi yüzüstü yere düşmüştür. Keza benzeri bir mucizenin Peygamberimiz'e de verildiğine dair ilgili rivayet, ait olduğu bölümde geçmişti.
îsâ (a.s.)'a verilen mucizeler arasında zikredebileceğimiz, bir de onun semaya kaldırılmış olmasıdır. Ebû Nuaym bu hususta der ki: "Bu, bizim Peygamberimiz'in ümmetinden bazılarına da kısmet olmuştur. Bu meyanda Amir bin Füheyre'yi, Hubeyb'i ve Alâ bin el-Hadrami'yi söyleyebiliriz. Nitekim, bu da önceki bahislerde geçmiştir."
Allame İbni Kesir, isrâ Sûresi'nin bu ve bundan sonraki son âyetini tefsir ederken demiştir ki: "Rivayet edilmiş bulunan bir hadise göre, Peygamber (s.a.v.), bu son ayet hakkında: "Bu ayet, Allah'ın izzetini, büyüklüğünü bildirdiği için "Ayetü'l-lzz'dir!" diye buyurmuştur. Bazı eserlerde de: "Bu âyet, herhangi bir evde, yatmazdan önce okunacak olursa, o gece o eve hırsızlarım veya başkalarının bir zarar vermemesine vesile olur!" denilmiştir. Daha doğru olanını bilen, şüphesiz Allah'tır."
İşte, İbni Kesir merhumun tefsirinde, mezkur ayetin, hırsızlık tehlikesine veya başkaca bir fitne korkusuna karşı bir emân olması hakkında söyledikleri bunlardır. Yâni o bu hususu: "Daha doğrusunu Allah bilir diyerek noktalamış, fakat ehl-İ-hadisce malum ve maruf bulunan bir sened zikretme m iştir.
Şaşılacak şey, doğrusu! Hiçbir mü'min, dünya malını nereye koyacağını bilmez olur mu? Allah ve Resulü, nereye konulmasını emrediyorsa, oraya kor, nereye ve nasıl harcanmasını emrediyorsa, o şekilde harcamasını yapar. Zekâtını ve diğer hak sahiplerini1" hakkını verir, akrabasına iyilikte bulunur, müslüman kardeşlerinin çeşitli sıkıntılarında onların imdadına yetişir ve gerektiğinde devletine de yardımcı olur.
Burada elinde kum tanelerinin teşbihi, kuru kütüğün inlemesi, parmaklarından su fışkırması gibi mucizelerin zikredilmesi, daha güzel olurdu.
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/343.
Bu rivayetin senedleri tamamen meçhuldür. Kurdun bu şekilde, önceki peygamberlerden hadis nakletmesi hikayesi, bir masaldan ibarettir.
Evet İsâ (a.s.) göğe çıkarılmıştır ve diri olarak çıkarılmış, diri olarak da gökteki hayâtını sürdürmektedir. Nihayet ahir zamanda semâdan yeryüzüne inecek, büyük Deccâli öldürecek ve kendisi de yeryüzünde vefat edecektir. Aslında İsa'nın semâdan inişi de, kıyametin belli başlı alâmetlerinden biri olacaktır. Nitekim Yüce Allah, ilgili âyet-i celilesınde şöyle buyurmaktadır: "O (İsâ), kıyametin kopacağını gösterir bir İlimdir (işarettir). Sakın o saatin geleceğinde şüphe etmeyin." (Zuhruf, 61).
|