Sahihtir kaydiyle Beyhakl Selmân'dan şu haberi nakletmektedir: "Bir gün ben, Peygamberimizin ashabından bir topluluk içinde idim. Bu topluluk, Allah'ı zikretmekle meşgul idi. Derken bulunduğumuz yere Peygamber (s.a.v.) teşrif ettiler. Bize doğru yönelip yaklaştılar. Ashâb da O'nun gelmekte olduğunu görünce, O'na olan tazimleri sebebiyle sözü kestiler. Peygamberimiz: "Ne söylüyordunuz?" diye sordu ve ilâve buyurdu: "Ben, sizin yakınınızdan geçerken baktım, sizlerin üzerine inmekte olan ilâhî rahmeti gördüm. Sizlere bunda ortak olabilmem için, buraya yaklaşıp aranıza katıldım.
îbn-i Asâktr, Sa'd bin Mes'üd'dan şu haberi rivayet eder: "Peygamber (s.a.v,) birgün oturuyordu. Derken nazarını yukarı çevirdi ve az sonra yere indirdi. Tekrar yukarı baktı. Niçin böyle yaptığını sormaları üzerine de: "Şu Ön taranmızdaki topluluk, Allah'ı zikrediyordu. Bu ee-beble üzerlerine melekler, ilâhî sekîneyi indirdi. Derken içlerinden biri, bâtıl bir söz sarfetti. Bu sebeble de üzerlerine inmiş bulunan sekîne yukarı çekildi."
(Bu haber, mürseldir).
Beyhakl, Ebu Nuaym, îbn-i Merdûye ve Târih'inde Buhârî Enes'ten şöyle rivayet ederler: "Birgün ben, Peygamber'le (s.a.v.) Mescid'e gittim. Orada bazıları ellerini kaldırmış Allah'a dua ediyorlardı. Peygamberimiz bana sordu: "Onların ellerinde ne olduğunu görüyorum. Bunu sen de görüyor musun?" Ben: "Ey Allah'ın Resulü, onların ellerinde ne vardır?" dedim. Peygamberimiz de bana: "Nûr vardır!" buyurdu. Bunun ü-zerine ben: "Ey Allah'ın Resulü, dua buyurunuz da Allah bunu bana da göstersin!" ricasında bulundum. Peygamberimiz dua buyurdular ve yüce Allah, o nuru bana da gösterdi."
îbn-i Sa'd ve Beyhakî, Sa'd'm hizmetçisi Ümmü Tarık'tan şöyle rivayet etmektedirler: "Bir gün Peygamber (s.a.v.) evine gelip selam ,verdi ve içeri girmesine izin verilmesini istedi. Sa'd ses çıkarmadı. Peygamberimiz üç defa izin talebinde bulundu. Cevab alamayınca dönüp gitti. Durumu gören ve üzülen Sa'd, beni koşturdu ve Hz. Peygamber'e yetişip: "Ey Allah'ın Resulü, bizler sâdece sizin selâmınızı ve bu duanızı, tekrar tekrar alabilmek isteğiyle size cevab vermemiştik" diyerek özür dilememi tembihledi. Ben de Hz. Peygamber'in evine giderek Sa'd'ın sözünü kendisine ulaştırdım. Bu sırada kapıda değişik bir ses duydum, fakat hiçbir şey göremedim. Bu sese Hz. Peygamber: "Sen kimsin?" diye sordu. O da: "Ben, Ümmü Müldem denilen sıtma hastalığıyım" karşılığını verdi. Hz. Peygamber, kendisini iyi karşılamadı ve ona hitaben: "Sana merhaba yok, ehlen demek de yok" dedi. Sonra: "Kubâ ehline gitmek mi istiyorsun?" dedi. O da: "Evet" cevabını verdi. Peygamberimiz de: "Peki onlara git!" buyurdu.
BeyhakVnin Câbir bin Abdullah'tan olan rivayeti ise şöyledir: "Sıtma hastalığı, Peygamber'e (s.a.v.) gelip izin istedi. Peygamberimiz ona: "Sen kimsin?" diye sordu. O da: "Ümmü Müldem denilen sıtma" cevabım verdi. Peygamberimiz: "Kubâ'lılara gitmek mi istiyorsun?" decıi. O da;. "Evet" karşılığını verdi. Peygamberimiz de: "Peki" diyerek izin verdi. Sıtma oraya gitti ve onlar onun yüzünden çok çektiler. Hz. Peygamber'e gelip hallerini arz ettiler. Peygamberimiz de kendilerine: "İsterseniz, size şifâ vermesi için Allah'a dua ederim, isterseniz sabredersiniz, hastalık da günahlarınıza keffâret olur!" buyurdu. Onlar da: "Ey Allah'ın Resulü, sabredelim de günahlarımıza keffâret olsun!" dediler.
Yine BeyhakVnin Selmân'dan rivayeti: "Sıtma, gelip Peygam-ber'den (s.a.v.) izin istedi. Peygamberimiz ona "kim" olduğunu sorduğunda: "Ben sıtmayım! Bedenleri eritir, kanlan emerim" dedi. Peygamberimiz de: "Haydi Küba'ya git!" buyurdu. Sıtma Küba'ya gitti. Onlar da Hz. Peygamber'e gelip hallerini arzettiler. Sıtmanın şiddetinden sapsarı kesilmişlerdi. Hz. Peygamber kendilerine: "Dilerseniz size şifâ vermesi için Allah'a dua ederim. Dilerseniz sabredersiniz, hastalık da günahlarınızdan arınmanıza vesîle olur" buyurdu. Onlar da "sabredelim" dediler.
Buharî ve Müslim Üsâme bin Zeyd'den şöyle rivayet ederler. O demiştir ki: "Bir gün Peygamber (s.a.v.), Medine'deki kalelerden birinden sarkarak buyurdu ki:"
"Benim görmekte olduğumu sizler de görebiliyor musunuz? Ben, gerçekten fitnelerin vukua geleceği yerleri görmekteyim!"
Beyhakî ve sahihtir kaydiyle Hâkim, Zeyd bin Erkam'dan şöyle rivayet eder: "Bir gün biz, Ebu Bekr el-Sıddîk'ın yanında idik. O, su içmek istedi. Kendisine bal şerbeti getirdiler. Bunu eline alan Ebu Bekir, ağlamaya başladı ve yanındakileri de ağlattı. Yanındakiler: "Ya Ebâ Bekr, neden ağlıyorsunuz?" diye sordular. O da dedi ki: "Bir gün ben, Peygamberin (s.a.v.), bir şeyi üzerinden defetmekle meşgul olduğunu gördüm. Fakat onun üzerinden defetmeye çalıştığı şeyi göremiyordum. Kendisine dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, siz neyi defetmeye çalışıyorsunuz?" Buyurdular ki: "Dünyâ bana temessül edip göründü. Ben de kendisine: "Haydi defol!" diye mukabele ediyordum. Nihayet onu üzerimden defettim. Fakat o da giderken bana şöyle diyordu: "Sen-, .benden kurtuldun amma senden sonrakiler kurtulamayacaklar!"
Hafız Bezzâr, bu hususla ilgili bir rivayetini, şu sözlerle yapmaktadır: Peygamberimiz buyurdu: Dünya bana uzanıp sokulmak istedi. Fakat ben ona: "Benden uzak ol!" dedim. O da benden uzaklaştı. Fakat uzaklaşırken şöyle söyledi: "Evet, ben sana ulaşamıyacağım!"
îmâm-ı Ahmed de Kitabü'z-Zühd adlı eserinde Atâ bin Yesâr'dan şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (s.a.v.) buyurdu: Dünya bana, gayet tatlı ve güzel bir şekilde geldi. Bana sokulup kendisini kabul ettirmek istedi. Fakat ben ona: "Sen bana lâzım değilsin, benden uzak ol!" diyerek karşılık verdim. O da bana: "Her ne kadar sen benden uzak kalsan da, senden başkası benden uzak kalamaz!" diyerek çekip gitti,"
Bezzâr, Ebu Yâlâ, Taberanî ve îbn-i Ebu'd-Dünya iyi tarikler ile Enes'teû şöyle rivayet ederler: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Cebrâîl bana geldi, elinde bir ayna vardı. Bembeyaz parlayan bu aynanın içinde siyah bir nokta vardı. Bunun sırrını ondan sordum. O da dedi ki: "Bu, Cum'a, Günüdür. Rabbin bunu sana ve senin ümmetine bir bayram olarak lut-fetmektedir." Ben daha sonra: 'Peki bu siyah nokta nedir?" diye sordum. Cebrâîl de: "Bu da, Cum'a Günündeki duaların kabul olunduğu saate işarettir11 dedi.
îmâm-ı Ahmed ve Taberani Abdurrahman bin Aişe el-Hadraml'den, o da Peygamberimizin ashabının birisinden şöyle rivayet eder: "Bir gün kuşluk vakti peygamber (s.a.v.), bizim yanımıza geldi. Kendileri çok iyi bir durumda idi, sevinç ve sürurundan yüzü gülüyordu. Biz, Ondan bunun sebebini sorduğumuzda, şu karşılığı verdiler:
"Şimdi ben, neden memnun ve mesrur olmayayım? Geceleyin Rabbim bana en güzel bir surette geldi (tecellî etti) de buyurdu ki: "ey Muhammedi" Ben de: "Buyur Rabbim, buyur!" dedim. Rabbim buyurdu
ki: "Mele-i Âlâ (yüce topluluk), hangi hususta birbiriyle ihtilaf ve münakaşa etmektedirler?" Ben de Rabbim'in bu sorusuna cevaben: "Bilmiyorum" dedim. Bunun üzerine Rabbim, elini iki omuzum arasına koydu. Öyle ki, bu sırada ben, onun serinliğini göğsümde hissettim ve sonunda bana yerin ve göklerin melekûtu tecellî etti."
Bunu Peygamberimiz'den rivayet eden der ki: Bundan sonra Peygamberimiz, Kur'an'ın şu mealdeki ayetini okudu: "Böylece biz, İbrahim'e de kesin İnananlardan olsun diye, göklerin ve yerin me-lekûtunu gösteriyorduk."
(Bu hadîs, aslında pek çok tarîklerden rivayet edilmektedir ve metni hayli uzundur. Biz burada kısa keâtik.
Musannafında îbnü Ebî Şeybe, Abdurrahmân bin Sâbıt'tan rivayet eder. O şöyle demiştir: "Rasulullah bir hadîslerinde şöyle buyurmuştur:
"Yüce Allah bana en güzel bir surette tecelli buyurup dedi ki: "Mele-i Âlâ, hangi hususta birbiriyle çekişmektedirler?" Ben de cevaben dedim ki:
"Rabbim, benim bu hususta bir bilgim yoktur."
Bunun üzerine Rabbim elini iki omuzum arasına koydu ve ben bu sırada O'nun elinin serinliğini iki göğsüm arasında hissettim. Bundan sonra bana ne sordu ise, büyük bir rahatlık içinde cevablandırdım."
Bunu Bezzâr da Sevbân'dan rivayet etmiştir. Onun bu rivayetinde de şu ifadeler bulunmaktadır:
"Derken yerde ve göktekilerin melekûtu gözümün önünde canlandırılıp bana gösterildi."
Yine Bezzâr'm bu konuda îbn-i Ömer'den de bir rivayeti bulunmaktadır. Onun bu rivayetinde ise aynen şöyle denilmiştir:
"Ben, namazgahımda namazımı kılmış uzanmıştım. Derken ağırlık basıp uyumuşum. Derken Rabbim Tebâreke ve Teâlâ hazretleri bana en güzel bir şekilde tecellî buyurup sordu." ilâ âhirihî.
Taberânî 'nin Ebu Ümâme 'den rivayeti ise şöyledir:
Rabbim bana en güzel bir surette tecellî buyurup sordu: "Ey Mu-hammed, şu Mele-i Âlâ, hangi konuda birbiriyle çekişip durmaktadırlar?" Ben: "Bilmiyorum" dedim. Bunun üzerine Rabbim, elini iki göğsümün arasına koydu da bu makamda bana ne sordu ise, cevâbını bildim ve verdim." ilâ âhirihî
İbn-i Mâce Fâtıma binti'l-Huseyn tarîki ile babası Hüseyn'den şu haberi rivayet eder: "Peygamberin (s.a.v.) oğlu Kâsxm, yedi günlük çocuk iken vefat ettiği zaman Hâdice dedi ki: "Eğer yüce Allah, ona süt emme süresini tamamlayıncaya kadar Ömür verseydi, çok sevinecektim." Bunun üzerine Peygamberimiz: "Onun süt emme süresini tamamlaması, cennette olacaktır" buyurdu. Hadîce de dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, ben bunun böyle olacağını bilseydim, şüphesiz onun ayrılığına dayanmam daha kolay olurdu."
Hadîce'nin bu sözü üzerine Peygamberimiz buyurdu ki: "Ey Hâdice, eğer istersen onun sesini sana duyurması için Allah'a dua edeyim." Hâdice de buna, şu karşılığı verdi: "Hayır ey Allah'ın Resulü, zira bunun böyle olduğuna dâir Allah'ı ve O'nun Resûlü'nü tasdik etmem, benim için kâfidir."
Yine Ahmed ve Bezzâr Câbir'den şöyle rivayet ederler; "Bir gün Peygamber (s.a.v.), Neccar oğullarından birine ait bir hurma bahçesine girmişti. Vaktiyle cahiliye zamanında Neccar oğullarından ölenlerin kabirlerinde azab olunmakta olduklarını duyunca, derhal oradan dışarı çıktı ve ashabına, kabir azabından Allah'a sığınmalarını emretti."
Müslim Zeyd bin Sabit'in şöyle dediğini rivayet eder: "Bir gün Peygamber (s.a.v.), kendisine ait bir katıra binmiş vaziyette Neccar 0ğullanndan birinin hurma bahçesine girmişti. Katır birdenbire ürktü ve neredeyse Peygamberimiz'i düşürecekti. Orada beş-altı kadar kabir göze çarpmakta idi. Peygamberimiz: "Bunların ne zaman vefat ettiklerini bilen var mı?" diye sordu. Birisi: "Bunlar, câhiliye zamanında öldüler" dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Eğer hepinizin toptan helak olmanızdan korkmasam, onların azâb içinde çıkardıkları iniltileri sizlere de duyurması için Allah'a dua ederdim. Fakat bu taktirde sizler hepiniz ölürdünüz ve cenazelerinizi kadıracak kimse bulunmazdı."
Buharı ve Müslim îbn-i Abbas'tan şöyle rivayet ederler: "Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bu iki kabrin sahihleri azab olunmaktadırlar. Azab sebebleri ise çok büyük değildir. Bunlardan birisi, bevilden istibra etmediği için; diğeri ise kişiler arasında söz taşıdığı için bu azaba maruz kalmıştır."
Peygamberimiz böyle buyurduktan sonra eline yeşil bir dal aldı ve onu ikiye ayırarak her bir parçasını bir kabrin üzerine koydu. Kendisine niçin böyle yaptığı sorulunca da: "Umulur ki, bu dallar kuruyuncaya kadar bu kişilerin azabının hafifletilmesine vesile olur."
îbn-i Cerır Kitâbus-Sünneh adlı eserinde Ebu Ümâme'den şu haberi vermektedir: "Peygamber (s.a.v.) Medine Kabristanına geldiği zaman, gözüne iki yeni kabir ilişti ve şöyle buyurdu: "Siz bu kabirlere, fülân ve fülân kişileri mi defnettiniz?" Oradakiler: "Evet" dediler. Peygamberimiz de: "Şimdi o fülân kişi kabrinde azab olunmağa başladı. Varlığım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ona öyle bir darbe indir diler ki, onu insanlar ve cinlerden başka bütün varlıklar işittiler. Eğer kalblerinizdeki karışıklık ve fazla konuşmanız olmasaydı, raunakkak şimdi benim duyduğumu sizler de duyardınız. Şimdi öbür kabirdeki de aynı şekilde azab olunmaktadır. Kendisine indirilen darbenin şiddetiyle bütün kemikleri kırılmış ve kabri ateşle dolmuştur."
Oradakiler dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, acaba bunların günahları ne idi?" Peygamberimiz de şu cevabı verdiler: "Bu iki kişiden şu adam, bevilden sakınmazdı. Öteki ise, insanları yerip çekiştirirdi."
îmâm-ı Ahmed, güzel senedle Cabir bin Abdullah'tan şöyle nakleder: "Bir gün biz, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte idik. Bir anda çirkin bir koku duyuldu. Resûlullah Efendimiz: "Bu çirkin koku nedir biliyor musunuz?" diye sordu ve şöyle buyurdu: "Bu, mü'minleri çekiştirip gıybet edenlerin kokusudur!"
îsbehânı el-Terglb adındaki kitabında Cerir bin Abdullah 'tan şöyle rivayet eder: "Biz, Peygamber'le (s.a.v.) bir sahraya uğradık. Bir binitli, binitini bize doğru hızla sürerek yaklaştı ve yanımıza geldi. Peygamberimiz ona: "Nereden geldiğini" sordu. O kişi de: "Malımın, evladımın ve aşiretimin yanından geliyorum" karşılığım verdi. Peygamberimiz: "Peki nereye gidiyorsun?" buyurdu. O da: "Ben, Allah Resühı'nün yanma gidiyorum!" dedi. Peygamberimiz de: "Gerçekten isabet ettin ve Allah Resulüne kavuşmuş bulunuyorsun!" buyurdu ve ona İslam'ı talim ve tebliğ eyledi. O sırada adamın devesi, köstebeğin eşeleyip toprağım çektiği yere basınca tepe-taklak yere yığıldı. Adam da devesinden tepe-taklak düşerek vefat etti. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) de buyurdu ki: "Ben bu adamın vefatı sırasında, iki meleğin cennet meyvelerinden getirip onun ağzına verirlerken gördüm."
Buhari ve Müslim, Esma'dan şu haberi naklederler: "Bir gün Güneş tutulmuştu. Peygamberimiz (s.a.v.) kendisini ibadete vererek namaz kıldı, dualar edip Allah'a hamd ve senalarda bulundu. Sonra buyurdu ki:
"Ben, bana bundan önce gösterilmemiş bulunan söyleri burada gördüm! Bunlar bana bir bir burada gösterildi. Hattâ cennet ve cehennem bile gösterildi."
Yine Buhari ve Müslim îbn-i Abbas'tan şöyle rivayet ederler: Peygamber (s.a.v.) zamanında Güneş tutuldu. Peygamberimiz kendisini i-badete verip namaz kıldı. Sonra ashabına döndü. Ashab dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, biz senin önce bir şey tutacakmış gibi ehni uzattığını, sonra yüzünden bir şeyi defetmeye çalıştığını gördük. Bunun sebebi ne idi?" Peygamberimiz de şu cevabı verdi: "Ben önce bu makamımda cenneti gördüm ve onun nimetlerinden bir salkım almak için elimi uzatmış bulundum. Eğer onu alabilmiş olsaydım, dünyanın sonuna kadar ondan yerdiniz de o tükenmezdi. Daha sonra da cehennemi gördüm. Onun alevinin şiddetinden sakınmak için olacak ki, yüzümden bir şeyi defediyor gibi yaptım ve ben, bugünkü kadar dehşetli bir manzara hiç görmedim. Yine gördüm ki, cehennem ehlinin çoğunluğunu kadınlar teşkîl ediyordu."
Hakim Enes'ten şöyle rivayette bulunur: "Bir gece Peygamber (s.a.v.) namaz kıldıktan sonra, elini ileriye doğru uzattı, sonra geri çekti.
Bunun sebebini sorduğumuzda: "Bana şu makamımda cennet arz edildi. Onun meyve ağaçlarının dallarını, meyvelerinin çokluğundan sarkmış ve bana doğru yaklaşmış gördüm. Ondan bir şey tutup almak istedim ve bana şuracıkta cehennem dahi arz edilip gösterildi. Hatta ben, kendimin ve sizlerin gölgesini cehenneme aksetmiş olarak gördüm. Yani o bana, bu derece yakından gösterildi. Sizinle benim aramdaki yerde."
Buhari ve Müslim'in, îmran bin Husayn'dan rivayetleri ise şöyledir: "Peygamber (s.a.v.) buyurdu: Ben, cennete ve cehenneme muttali olup gördüm. Cennet ehlinin çoğunun fakirler, cehennem ehlinin çoğunun da kadınlar olduğunu müşahede ettim."
Hâkim Âişe'den şu haberi nakletmiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Ben, cennete girdim ve orada birisinin Kur'an okumakta olduğunu duydum. Bunun kim olduğunu sorduğumda bana şu cevab verildi: "Bu Kur'an okuyan, Harise bin Nûmân'dır! îşte iyiler böyledir, iyiler böyledir!"
îbn-i Asâktr, Ebu Bekir bin Ayyaş tarikiyle Humeyd'den, o da Enes'ten şöyle rivayet eder: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Ben cennete götürüldüm ve orada bana bir köşk gösterildi. Bu köşkün kime ait olduğunu sorduğumda bana: "Ömer Îbnü'l-Hattab'a aittir" dediler. Ben, aynı zamanda o köşke girip içini de görmek istedimse de ey Ömer, senin kıskançlığını hatırlayarak bu isteğimden vazgeçtim."
Hadîs'in râvîsi Ebu Bekir bin Ayyaş der ki: "Ben bu hususta Hu-meyd'e: "Bu, uykuda mı olmuştur, yoksa uyanıkken mi olmuştur?" diye sordum. O da bana: "Uyanıkken olmuştur" diye cevab verdi."
Buhari Ebu Hüreyre'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (s.a.v.): "Ben, Amr bin Amir el-Huzeî'yi cehennemin alevleri içinde ve barsakları dışarı çıkmış bir vaziyette azab olunmakta iken gördüm. Zira o, tevhid dininde ilk olarak putlar namına hayvan bırakmayı -ve onlara tapınmayı- icad eden adamdır."
(Yine Buhari'nin Âişe'den de bu mealde bir rivayeti vardır. Sadece fark: "Cehennem ateşini, alev dalgalarını birbiriyle vuruşur bir halde gördüm" tabirinden ibarettir).
Hakim sahihtir kaydiyle Ebu Hüreyre'den şöyle rivayet eder: "Ra-sulullah (s.a.v.) buyurdu: "Cebrail benim elimden tutup cennete götürdü ve ümmetimin cennete gireceği kapıyı bana gösterdi." Peygamberimiz bunu buyurduğu zaman, yanındaki Ebu Bekir: "Ey Allah'ın Resulü, o sırada sizinle beraber olup cennetin kapısını görmeyi çok isterdim" dedi. Peygamberimiz de ona cevaben: "Ey Ebu Bekir, gerçekten sen, ümmetimden ilk cennete girecek olan kimsesin!" buyurdu.
Buhari'nin Sahîh'ine almayıp Târih'inde zikrettiği, Hâkimin de sahihtir kaydıyla naklettiği bir habere göre, Ümeyye bin Muhaşi şöyle demiştir; "Bir gün adamın biri, bir şey yiyordu. Peygamber (s.a.v.) de ona bakıyordu. Adam, o sırada Besmele çekmeyi unutmuştu. Yiyeceğini bitirdikten sonra: "Bismillahi evvelehû ve âhirahû" diyerek Besmele çekti. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Şeytan, hep onunla beraber yiyordu. Fakat adam Besmele'yi çekince, şeytan bütün yediklerini çıkarmak zorunda kaldı."
Yukarıdaki her üç rivayet,' aslında her müslüman için gerekli olan islâmî mânâdaki zühd ve takva dersini vermektedir. Ebu Bekir misâlinde gördüğümüz ise, onun bu husustaki hassasiyetini göstermektedir. O büyük zât, su içmek istemesi üzerine kendisine bal şerbeti getirilmesinden aşırı derecede duygulanmış, bir içecek yerine iki içeceği fazladan addetmiş, kendisine lâyık ve münâsib bulmamış, Resûlullah Efendimiz'in dünyâ süsü ve nimetleri bakımından durumunu hatırlayıp heyecanlanmış ve ağlamaktan kendisini alamayıp ağlamış, etraf ındakileri de ağ lalın ıştır.
Peygamberimiz'den sonra ümmetinden pek çokları ise, kendilerini dünyâya kaptırmışlardır. Sahih bir hadislerinde Peygamberimizin haber verdikleri duruma düşmüşlerdir. Bu sahih hadis »e şu mealdedir:
Allâme İbn-i Receb el-Hanbefî, bu hadisin açıklamasına dâir bir risale yazmış, hadisin muhtelif tarîklerini tesbît etmiş, tashîhiyle ilgili olarak da büyük bir gayret ve dikkat göstermiştir. Ayrıca hadîsin son kısmını kesmeden tam olarak vermiştir ki, biz de bunu bu bölümün sonunda, bundan sonraki notumuzda vereceğiz.
İlk hadîs'in devamı şöyle idi: "...Cevaben dedim ki: "Ey Rabbİm, onlar keffaret-lerle ilgili olarak çekişmektedirler." Rabbİm sordu: "Keffâretler nelerdir?" Ben cevab verdim: "Abdesti kusursuz ve güzel almak, mescidlerdeki cemaate katılmak, gelecek namaz vaktini dört gözle beklemek." Sorîra Rabbİm bana şöyle duâ etmemi emretti: "Allah'ım, Sen bana, iyilikleri yapmayı, kötülükleri terketmeyi, fakir ve miskinleri sevmeyi nasîb eyle! Ayrıca beni bağışla ve bana merhamet eyle! Sen bir topluluğa bir fitne vermeyi murâd ettiğin zaman, beni o topluluğun içinden çekip al! Beni fitneye bulaştırma!"
Bu rivayetten anlaşılan odur ki: Böyle bir şeyi yapmak (kabrin üzerine dal koymak), Peygamberimİz'e mahsustur; başkalarının böyle yapması caiz değildir. Bu yüzden kabir azabının hafiflemesi de, o iki kabirdekilere mahsustur. Zira Peygamberimiz, kendilerinin bir özelliği olan böyle bir şeyi, başka kabirdekiler için hiç yapmamıştır.
|