Müslim, Sevbân'dan şu hadîsi rivayet etmiştir: .
"Ümmetimden bazı kabileler müşriklere katılmadıkça, bazı insanlar putlara tapmadıkça, kıyamet kopm ayacaktır!"
Yine Müslim Ebu Hüreyre'den şu hadîsi rivayet eder: "Resûlullah (s.a.v.) buyurdu: "Haberiniz olsun, yarın kıyamet günü bazı kimseler havzımm başından alınıp uzaklaştırılırlar, tıpkı yabancı bir devenin diğer develere karışmasın diye uzaklaştırıldığı gibi. Bu sırada ben: "Onları buraya getiriniz!" dîye nida ederim. Fakat bana denilir ki: "Onlar senden sonra dinlerini değiştirdiler, bunun için buradan uzaklaştırılmış bulunuyorlar!" Ben de bunun üzerine derim ki: "Öyleyse uzak olsunlar, uzak olsunlar!"
Buharı ve Müslim ittifakla îbn-i Abbas'tan şu hadîsi rivayet etmişlerdir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Ben havzımın başındayken bazı kimseler getirilir ve havzıma uğratılmaksızm sol tarafa sevkedilirler. Bu sırada ben: "Onlar benim ashâbımdır!" diye nida ederim. Bana denilir ki: "Evet, onlar senin ashabındır, fakat sen, onların senden sonra neler ihdas ettiklerini bilmezsin!" Ben de onların bu sözü üzerine, Allah'ın iyi kulu isa'nın dediği gibi derim:
"Yâ Rabbi, ben onlara: "Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin" diye senin bana emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim. Ben onların içinde olduğum müddetçe onları kolladım, fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen yalnız sen oldun. Sen, her şeyi görensin!"
Bundan sonra, benim o nidama karşılık olarak bana denilir ki: "Onlar senden sonra topukları üzere geri dönüp mürted oldular, dinlerinden ayrıldılar."
Müslim Câbir bin Abdullah'tan şu hadîsi rivayet etmiştir: "Şeytan gerçekten şu Arap yarımadasında puta tapılmasından ümidini kesmiştir. Fakat müslümanlarm arasında tahrişte bulunmaktan ümidi kesmiş değildir. Sizleri birbirinize karşı tahrik ederek aranızı açıp ifsâd eder. Buna çok dikkat etmelisiniz!"
Beyhakî Müstevrid'in şöyle dediğini nakleder: "Ben, Peygamber'in (s.a.v.) şöyle dediğini işittim: "Ey müslümanlar, sizlere karşı düşmanlığı en şiddetli olanlar, Rumlardır. Onlar, tâ kıyamete kadar helak da olmazlar."
Hâkim ve Beyhakl Süfyân bin Uyeyne tarikiyle Amr'den, o da Hasan bin Muhammed bin el-Hanefiye'den şöyle rivayet eder: "İslâm'm düşmanlarından Süheyl bin Amr Bedir'de esir edildiği zaman, Ömer Peygamberimiz'e hitaben dedi ki: "İzin ver de ey Allah'ın Resulü, şu islâm düşmanı Süheyl'in dişlerini sökeyim! Zira bu ağızla o, islâm aleyhine çok konuşmuştur." Peygamberimiz ise Ömer'e cevaben: "Onu bırak! Bir gün gelir o, okuyacağı bir hutbe ile, seni sevinç ve sürura gark eder!"
Süfyan bin Uyeyne der ki: Peygamber'in (s.a.v.) vefatından sonra Mekke'de bazı kimseler islâmdan ayrılmak istediler. îşte böylesine nâzik ve mühim bir zamanda Süheyl bin Amr kalkıp kısa bir hutbe irâd etti ve dedi ki:
"Her kim Muhammed'i ilâh tanımış ise, bilsin ki onun ilâhı ölmüştür! Fakat her kim Allah'ı yegâne ilâh edinmişse, biliniz -ve de bilirsiniz- ki Allah; ebediyen ölmez! Çünkü Allah, doğmaktan münezzeh olduğu gibi, ölmekten de münezzehtir."
Yunus bin Bükeyr el-Mağâzî adlı kitabında ve îbn-i Sa'd îshak tarikiyle Muhammed bin Amr bin Atadan şu haberi naklederler: "Süheyl bin Amr Bedir'de esir edildiği zaman Ömer dedi ki: 'Tâ Resûlallah, şu ağzı açık olan ve îslâm aleyhinde nice şeyler konuşmuş bulunan a-damın ön dişlerinin sökülmesi için izin veriniz!" Resûlullah (s.a.v.) de buyurdu ki: "Ben, başkalarına ibret olsun diye bir insanı, görünüşünü değiştirecek bir şekilde cezalandırmak istemem. Aksi halde, bir peygamber olmama rağmen, Allah da beni bu şekilde cezalandırır. Hem ümîd edilir ki yâ Ömer, ummadığın bir anda bu adam, seni memnun ve mesrur edecek bir şekilde de hutbe okuyabilir."
Peygamberimizin vefat haberi duyulup da bazı kimselerin dinden dönmek istemeleri üzerine Süheyl bin Amr, derhal ayağa kalkmış ve Mekkelilere hitaben, Ebu Bekir'in Medînede'ki hutbesine benzer bir hutbe irâd etmiştir. Sanki Ebu Bekr'in hutbesini dinleyip de ezberlemiş gibiydi. Onun bu hutbesi, Medine'ye ve Hz. Ömer'e ulaştığı zaman, Ömer hayretler içinde kalmış ve: "Ben şehâdet ederim ki sen, Allah'ın Resûlü'sün! Çünkü O: "Ümîd edilir ki yâ Ömer, bir gün Süheyl, seni memnun edecek şeklide de bir hutbe okur!" demişti!" demekten kendisini alamamıştır."
îbn-i Sa'd'ın, Hudâalı Ebu Amr bin el-Hamrâ'dan naklettiği bir haber de şöyledir: "Peygamberimiz'in vefat haberi Mekke'ye geldiği zaman ben Süheyl bin Amr'a baktım, bize tıpkı Ebu Bekr'in Medine'deki hutbesi gibi bir hutbe irâd etti. Sanki onu dinlemiş ve ezberlemiş gibiydi. Bu, Ömer'e ulaştığı zaman şöyle demiştir: "Ben şehadet ederim ki Mu-hammed Allah'ın Rasulüdür ve O'nun getirip tebliğ buyurduğu şeyler de haktır! Şimdi Süheyl'in kalkıp böyle bir hutbe okuması, vaktiyle Peygamberimiz'in bu hususta verdiği haberin aynen vukuundan başka bir şey değildir. Zira Peygamberimiz bana: "Yâ Ömer ümîd edilir ki bir gün Süheyl, senin hoşuna gidecek bir hutbe de irâd eder!" buyurmuştu."
(el-Mehâmilî, Fevâid adlı kitabında Âişe'den bunu mevsûl olarak rivayet etmiştir.)
Tirmizt, sahihtir kaydiyle Hâkim ve Beyhakî Enes'ten şu hadîsi rivayet ederler: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Nice zayıf, müstaz'af, iki eski elbise parçasına bürünmüş (perişan kıyafetli) kimseler vardır ki, eğer bunlar bir hususta Allah'a karşı kasem verseler (yemin ederek duada bulunsalar), muhakkak Allah onların duasını kabul buyurur, işte Berâ bin Mâlik, onlardan biridir!"
Berâ, Tüster denilen yerde bazı islâm gâzileriyle karşılaştı. îslâm gazileri, bu sırada dağılır gibi olmuşlardı. Berâ'yı görünce şu ricada bulundular: "Ey Berâ, bizler biliyoruz ki Peygamber (s.a.v.) senin hakkında: "Eğer sen Allah üzerine yemin versen, Allah senin yeminini boşa çıkarmaz!" buyurmuştu. Şimdi Allah üzerine kasem vererek duada bu-lunuver de, Allah bizlere yardım etsin!" Bunun üzerine Berâ bin Mâlik de: "Ey Allah'ım, onların bize teslim veya mağlûb olmaları için Senin ü-zerine kasem vererek duada bulunuyorum, onları perişan eyle!" diye dua etti. Onlar da îslâm gazilerine doğru yaklaşıp teslim olacak gibi yaptılar. Sonra Süs Köprüsüne doğru ilerleyip orada toplandılar. Derken anîden hücuma geçerek müslümanları sıkıştırmaya başladılar. Bunun üzerine islâm gâzüeri Berâ'ya tekrar ricada bulunup: "Haydi, Allah üzerine yemin ederek duada bulun!" dediler. O da daha önceki gibi bir dua daha yaptı. Bu sefer duasında: "Allah'ım onları yenmemiz için sana karşı kasem ediyorum ve beni bu savaşta ilk şehîd olan kulun kılmanı senden niyaz eyliyorum!" dedi. Savaş kızıştı, müslümanlar çok kuvvetli bir hamle yaptılar, onların bu hamlesine dayanamıyan Fars askerleri hezimet ve mağlûbiyete uğradılar. Berâ da bu savaşta şehîd düştü."
Buharı ve Müslim Âişe'den şu hadîsi rivayet etmişlerdir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Önceki ümmetlerde Muhaddes (Allah'ın ilhamına mazhar olan) kullar vardı. Eğer bu ümmette de bir tek muhaddes zât varsa, işte o Ömer'dir."
Taberânî ise el-Evsad adını verdiği hadîs kitabında Ebu Saîd el-Hudrî'den şu hadîsi rivayet eder: Resûlullah (s.a.v.) buyurdu: "Allah Teâlâ'nın gönderdiği bütün peygamberlerin ümmetlerinde muhaddes kimseler bulunur! Eğer benim ümmetimde de bunlardan biri bulunursa, işte Ömer o kişidir!" Oradakiler: "Ey Allah'ın Resulü, muhaddes kişi nasıl olur?" diye sordular. Peygamberimiz de: "Melekler onun dili üzerine konuşurlar" buyurdu.
Yine Taberânî, Âişe'den şu hadîsi rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Hiçbir peygamber gelmemiştir ki, onun ümmeti içinde bir veya iki muallem zât bulunmasın! Eğer onlardan benim ümmetimde de biri bulunursa, işte Ömer o zâttır!"
(Yine Taberânl'nin ve Beyhakı'nin Ali'den naklettikleri bir haber var. Şu mealdedir: "Peygamber'in (s.a.v.) ashabı olarak bizler çok sayıda idik ve kendi aramızda asla şüphe etmeksizin: "Muhakkak melekler Ömer'in dili üzerine konuşmaktadır" derdik.)
Beyhakl'nin tek başına rivayetinde, Târik bin Şihâb'ın şöyle dediği nakledilmektedir: "Bizler kendi aramızda: "Muhakkak Ömer İbnü'l-Hattâb, bir meleğin lisanı üzere konuşuyor!" derdik."
Hâkim de îbn-i Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Ben, herhangi bir mes'ele hakkında Ömer'in: "Benim bu husustaki zanmm şöyledir" dediğini duyduktan sonra, o şeyin aynen Ömer'in zannettiği gibi olduğunu görmüşümdür"
Müslim Aişe'den Peygamberimiz'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Benden sonra bana en evvel yetişecek olanınız, eli en uzun olam-mzdır!"Peygamberimiz'in böyle buyurmasından sonra, hangisi daha eli uzun olacak diye birbirleriyle yanşa (hayır ve sadaka yarışına) girdiler. Eli en uzun olanm Zeyneb olduğunu gördüler. Zira Zeyneb validemiz, kendi eliyle işlediğinden çok ve bol sadaka verirdi."
Beyhakı'nin el-Şa'bî'den olan rivayeti ise şöyledir: "Kadınlar dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, sana ilk Önce kavuşacak olanımız, hangi-mizdir?" Peygamberimiz de: "Eli en uzun olanınızdır!" buyurdu. Bunun üzerine kadınlar, hangisinin elinin uzun olduğunu ölçmeye kalkıştılar. Peygamber'den sonra ilk olarak vefat edenin Zeyneb olduğu görülünce, hayır ve sadakada onun elinin ne kadar uzun olduğunu iyice bilip anlamış oldular."
îbn-i Asakîr Nübit el-Eğcaî'den şu haberi nakletmiştir: Osman (r.aj, mushafların yeniden yazılıp çoğaltılmasını emrettiği zaman (ki onun emriyle yedi adet mushaf-ı şerif yazılmıştır), Ebu Hüreyre kendisine hitapla şöyle demiştir: "Çok yerinde bir karar ve emir verdiniz. Ben Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğuna şahit olmuştum:
"Ümmetim içinde beni en çok sevenler; benden sonra gelip de bana îmân eden, beni görmedikleri halde Mushafta yazılı olanları aynen kabul eden kimselerdir!"
Ben, Peygamberimiz böyle buyurduğu zaman: "Acaba bu nasıl o-lacak?" diye düşünmüştüm. Şimdi sizin yazdırdığınız Mushafları görünce, bunu çok daha iyi anlamış bulunuyorum." Ebu Hüreyre'nin bu sözü üzerine Osman, çok memnun olup sevindi ve Ebu Hüreyre'yi de memnun etti. Ayrıca dedi ki: "Vallahi ben, senin bu zamana kadar Pey-gamberimiz'e ait biz sözü söylememiş olacağını zannetmiyordum!"
Müslim Ömer'den rivayetle şu hadîsi nakletmiştir: "Peygamber (s.a.v.) bizlere hitaben: "Yemen'den bir adam, anacığını orada bırakarak size gelir. Bu adamın vücûdunda abraşlık (alaca hastalığı) zuhur etmişti de, iyileşmesi için Allah'a dua etti. Allah da onun bu duasını kabul ederek kendisine şifâ verdi. Ancak vücûdunda bir dirhem kadar yeri beyaz olarak kalmıştır. Bu adamın adı Üveys'tir. İçinizden her kim onunla karşılaşırsa, kendisi için istiğfar edivermesini ondan rica etsin!"
Beyhakî, bir başka tarîk ile yine Ömer'den şu hadîsi nakletmiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Tâbün içinde, Karan'lı ve kendisine Üveys denilen bir adam bulunur. Onun vücûdunda abraşlık çıkar, o da Allah'a dua eder. Allah onun duasını kabul ederek kendisine şifâ verir. O, bu duası sırasında der ki: "Ey Allah'ım, bana olan nimetini dâima hatırlı-yabihnem için, bu hastalıktan üzerimde bir nişan kalsın!" îşte bundan dolayı vücûdunda dirhem miktarı bir beyazlık kalmıştır. İçinizden ona kim yetişecek olursa, kendisi için onun istiğfar edivermesini ondan rica etsin!"
îbn-i Sa'd ve Hâkim Abdurrâhman bin Ebu Leylâ'dan §u haberi nakleder: "Biz Sıffîn Savaşında iken adamın biri: "içinizde Üveys el-Karanî diye birisi var mı?" diye nida etti. Kendisine "evet" diye cevab verdiler. Sonra Şam'lı adam yine dedi ki: "Ben, Peygamberin (s.a.v.): "Tâbiîn'in en hayırlılarından biri de Üveys el-Karanî'dir" dediğini işittim!" Adam, bunu söyledi sonra atını sürerek onların içine katıldı."
Yine îbn-i Sa'd, Hâkim, bu sefer Üseyr bin Câbir'den şu haberi nak-letmiştir: Ömer, Veysel-Karânî'ye: "Benim için istiğfar ediver" dedi. O da: "Sen Allah Resûlü'nün arkadaşısın, ben senin için nasıl istiğfar ederim?" dedi. Ömer bunun üzerine dedi ki: "Ben, Peyganıber'in (s.a.v.): "Tâbiîn'in en hayırlısı, Üveys el-Karanî'dir!" buyurduğunu işittim."
Buharî ve Müslim Abdullah bin Selam'dan, Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler: "Ey Abdullah sen, ölünceye kadar islâm üzere bulunacaksın!"
Beyhakî ise, Peygamberin (s.a.v.) ona hitapla: "Ey Abdullah, bu şehidlere mahsus olan bir mertebedir, sen buna nail olamıyacaksm" buyurduğunu rivayet eder."
îbn-i Sa 'd ile Hâkim Sa 'd'dan şu şekilde rivayet eder: "Peygamber'e (s.a.v.) bir tabak yemek getirildi. Peygamberimiz bu yemeği yedi ve bir miktar arttı. Buyurdular ki: "Şimdi şuradan cennetliklerden bir adam gelecek, bu artan yemeği yiyecektir." Bunun üzerine Abdullah bin Selâm geldi ve o artan yemeği yedi."
Tayâlisî, îbn-i Sa'd ve Beyhakl Râfi' bin Hudeyc'in torunu Yahya'dan şu haberi nakletmişlerdir: "Bana ninemin anlattığına göre dedem Râfi", Uhud (veya Huneyn) günü mızrakla göğsünden yaralandığı zaman peygamber'e (ş.a.v.) gelip: "Ey Allah'ın Resulü, oku lütfen çıkarı-veriniz!" diyerek mürâcâtta bulunmuş. Peygamberimiz de kendisine: "Ey Râfi', eğer dilersen oku çıkarıp ucunu (değir iğini) yerinde bırakayım ve bu suretle de yarın âhirette senin şehîd olduğuna şahitlik edeyim!" diye karşılık vermiş. Dedem Râfi1 ise bunun üzerine: "Evet ey Allah'ın Resulü, oku çıkar, iğini bırak, benim şehidliğime de âhirette şahitlik yapıver!" demiştir."
Râfi' bin Hudeyc, bu olaydan sonra Muâviye'nin halifeliği zamanına kadar yaşamış, Uhud'da aldığı yara kanamaya başlaması ü-zerine de vefat etmiştir."
Sahihtir kaydiyle Hâkim ve Beyhakî Ümmü Zerr'den şöyle rivayet ederler: "Vallahi Ebu Zerr'i Osman sürgün ederek Medine'den uzaklaş-tırmış değildir. Bilakis bunun sebebi, Resûlullah'm (s.a.v.) ona hitaben: "Ey Ebu Zerr, Medine'de yapılan evler tâ Sel' Dağına kadar uzanırsa, hiç durmayıp Medine'den ayrıl!" İşte Ebu Zerr de, evlerin tâ oralara kadar uzandığını görünce Medine'yi terk etti ve Şam'a gitti."
Yine Hâkim ile Ebu Nuaym Ümmü Zerr'den şu haberi nakletmeş-lerdir: "Ebu Zerr ağır hastalandığı zaman, vefatını yakın görüp şöyle konuştu: "Bir gün ben, bir topluluk içindeydim. Peygamberimiz bize hitaben buyurdu ki: "içinizden biri tenhâ bir yerde vefat edecek, mü'minlerden bir topluluk da gelip onun cenazesine şahit olacaktır!" Bakıyorum da şimdi, o arkadaşlardan her biri bir kasabada veya bir topluluk içinde vefat etmiş durumda. Tenhâda ve yalnız olarak vefat e-decek kişi, bu durumda ben oluyorum." Ben kendisine dedim ki: "İyi amma şimdi herkes hacca gitti, yollarda kafilelerin arkası kesildi, senin cenazene şahit olacak bir cemâat nereden gelecek?" Derken bir kafile göründü bile. Hızla yanımıza geldiler. Vefat etmek üzere bulunan Ebu Zerr'in vefatına ve cenazesine şahit oldular ve onu defnettiler."
1 Ebu Nuaym ve îbn-i Asâkır'in bizzat Ebu Zerr'den rivayet ettiklerine göre o şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.) bana, onların beni öldüre-meyeceklerini, fitneye düşüremeyeceklerini, dînimden ayıramacayakla-rım benim yalnız olarak islâm'a girdiğim gibi yalnız olarak öleceğimi, kıyamet gününde de yalnız olarak dirileceğimi haber verdi."
Yine Ebu Nuaym'ın Esma bint-i Yezîd'den naklettiği bir haber de şöyledir: Peygamber (s.a.v.) Mescid'e gittiği zaman, Ebu Zerr'in orada uyumakta olduğunu görmüş, ona demiştir ki: "Demek sen burada mı u-yuyacaksın?" Ebu Zerr de şu karşılığı vermiştir: "Benim başka evim yok ki!" Bunun üzerine Hz. Peygamber kendisine: "Peki ileride seni buradan çıkardıkları zaman senin hâlin nolacak?" buyurmuş, Ebu Zerr de: "Çıkar Şam'a giderim" demiş. Peygamberimiz: "Peki oradan da çıkarırlarsa?" buyurmuş. Ebu Zerr de: "Tekrar Medine'ye gelirim" demiş. Peygamberimiz: "Peki ey Ebu Zerr, Medine'den ikinci defa çıkarırlarsa, ne yapacaksın?" buyurmuş. Bunun üzerine Ebu Zerr: "Kılıcımı çeker ölünceye kadar onlarla dövüşürüm" cevabını vermiştir.
Hz. Peygamber ise kendisine: "Ben seni, bundan daha hayırlısına delâlet edeyim mi? Onlar seni nereye yollamak isterlerse oraya gider, onlara itaat edersin ve bu hususta tâ bana kavuşuncaya kadar devam edersin!" buyurmuştur.
Haris bin Ebu Üsâme, Ebu'l-Müsennâ el-Müleykî'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (s.a.v.) ashabının yanma çıktıkları zaman, onlara hitaben:
"Uveymir ümmetimin hakimi, Cündüb ise ümmetimin tarîdidir (toplumdan çıkarılmış, uzaklaştırılmıştır)! Cündüb; yalnız olarak yaşar, yalnız olarak ölür ve kendisi için, yalnız Allah kâfidir!"
îbn-i Sa'd'ın Muhammed îbn-i Şîrînden naklettiği haber de şöyledir: Peygamber (s.a.v.), Ebu Zerr'e hitaben: "Eğer yapılan binaların Sel Dağı'na kadar uzandığım görürsen Medine'den çık!" buyurmuş, bunu buyururken de eliyle Şanı tarafını işaret etmiştir. Ayrıca: "Onların seni kendi hâline bırakacaklarını da zannetmiyorum!" buyurmuştur. Bunun üzerine Ebu Zerr: "Peki yâ Resûlellah, Senin emrinle benim arama girenlere karşı kılıcımı çekip mücâdele edeyim mi?" demiş, Hz. Peygamber de: "Hayır, hayır; bilakis onları dinle ve onlara itaat et! isterse başındaki âmir, habeşli bir köle olsun!" buyurmuştur.
Peygamberimizin dediği olduğu zaman Ebu Zerr, Medine'den ayrılıp Şam'a gitmiştir. O Şam'da iken, oranın valisi Muâviye, halîfe Osman'a bir mektub yazmış ve bu mektubunda: "Ebu Zerr, Şam'da insanları ifsâd ediyor!" diyerek şikayette bulunmuştur. Osman da kendisini Medine'ye çağırmıştır. Sonra Ebu Zerr Medine'den çıkarak Rab-ze'ye gitmiştir. Kendisini oraya süren Osman'ın bir adamı, onun üzerinde nöbet tutardı. Namaz vakti olunca Ebu Zerr o adama: "Haydi öne geç, namazı kıldır! Zira ben habeşli bir köle bile olsa, basımdaki a-dama itaat etmekle emrolundum! Nitekim sen de habeşli bir kölesin!" dedi ve onu imamlığa geçirip onun arkasında namazını laldı."
îbn-i Huzeyme, Beyhakî ve Taberânî Küdeyr el-Dabî'den şu haberi nakletmişlerdir: Arâbînin biri Peygamber'e (s.a.v.) gelip: "Ey Allah'ın Resulü, bana öyle bir ameli haber verip tavsiye buyurunuz ki, ben o amel sayesinde cenneti kazanıp cehennemden kurtulmuş olayım!" dedi. Peygamberimiz de kendisine dedi ki:
"Dâima adaleti ayakta tutar, kazancının fazlasını da hayır ve sadaka olarak harcarsın!" Adamcağız bu tavsiye karşısında: "Vallahi ey Allah'ın Resulü, benim buna gücüm yetmez" dedi. Peygamberimiz ise, tavsiyesini biraz hafifleterek: "O halde, yemek yedirir, selâmı yayarsın!" buyurdu. Adamcağız bu seferinde de: "Bu dahî, kolay değildir" karşılığım verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Senin deven var mı?" diye sordu. Ârâbî de: "Evet" dedi. Peygamberimiz: "Develerinin birini ayırır, onunla sakalık yaparsın. Her gün su içme imkanı bulamayan bir aileye su taşıyıp verirsin. Bu takdirde, deven henüz ölmeden, su tulumun da eskimeden cennet senin için vâcib olur!" buyurdu. Ârâbî bunun üzerine gitti, aynı hayırlı işi yapmaya başladı. Henüz devesi Ölmeden, su tulumu
da eskimeden şehit olarak ölüp cenneti haketti."
Yukarıda belirtilen kaynakların bu rivayeti hakkında İmâm-ı Münzirî: "Bu hadîsin râvîleri, sahih haber rivayet eden râvîlerdir. Ancak Küdeyr el-Dabî, ashabtan değil tâbiîndendir ve bu hadîs mürseldir" demiştir. Hadisin mürsel olması, zayıf olmasını iktiza eder, zira mürsel rivayetin, delil ve hüccet olabileceği üzerinde ittifak edilememiştir. İbn-i Huzeyme ise, Küdeyr'in sahâbî olduğunu zannetmiş ise de, bu doğru değildir. Aynı zamanda o, (yâni İbn-i Huzeyme), bu rivayeti Sahîh'inde rivayet etmiştir. Ben burada, bunu destekliyen bir başka rivayetin daha bulunduğunu söylemek isterim. O rivayet de şöyledir:
Taberânî, Yahya el-Hamanî hâriç, diğerleri sağlam olan râuîler vasıtasıyla îbn-i Abbas'tan şöyle rivayet etmektedir: Peygamber'e (s.a.v.) bir adam gelip: "Güzelce yerine getirip edâ ettiğim takdirde beni cennete kavuşturacak olan amel, hangi ameldir?" diye sordu. Peygamberimiz de kendisine: "Sen, içilen ve kullanılan suyu dışarıdan taşınılan bir yerde mi ikâmet ediyorsun?" diye sordu. Adam: "Evet" dedi. Peygamberimiz bunun üzerine kendisine şu tavsiyede bulundu: "Devenle su taşımak için yeni bir su tulumu al, bununla su taşıyarak hayır yap! Tulumun eski-yinceye kadar bu hayırlı işine devam et! Göreceksin ki, sen bu tulumunu hayır yolunda eskitmeden, seni cennete kavuşturacak olan yolu bulmuş olacaksın!"
Müslim Câbir bin Semura'dan şöyle nakleder: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Kıyamet öncesinde otuz kadar yalancı deccâller zuhur eder ve bunların hepsi peygamber olduğu iddiasında bulunur."
Ahmed'in Huzeyfe'den rivayeti ise şu mealdedir:Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Ümmetim içinde yirmi yedi kadar yalancı ve deccâl zuhur eder. Bunların dört tanesi kadındır. Halbuki benden sonra peygamber gelmeyecektir, zira ben; peygamberlerin sonuncusuyum."
Abdullah bin Zübeyr'den gelen bir rivayet de şöyledir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Otuz kadar yalancı deccâl çıkmadıkça kıyamet kopmaz! Müseylime, el-Ansî ye Muhtar bunlardandır. Arap kabilelerinin en şerlisi ise, hiç şüphesiz Ümeyye Oğullarıdır! Sonra Hanîfe Oğulları ile Sakîflilerdir."
Yine Müslim Esma bint-i Ebu Bekr'den şu haberi vermiştir: Bir gün Esma, meşhur Haccâc'a hitaben: "Ben işittim ki Peygamber (s.a.v.), "Sakîf kabilesi içinde bir büyük kezzâb ile bir mübîr adam vardır! Kezzâb'm kim olduğunu biz gördük. Mübîr'e gelince: Bu çok zâlim adam, senden başkası olmasa gerektir!"
(Beyhakî dahî, bunun benzeri bir haberi, îbn-i Ömer'den rivayet etmiştir.)
îbn-i Sa'd ile Beyhakî Ömer bin el-Hattâb'ın şu haberini verirler: Adamın biri, Ömer bin el-Hattâb'a gelip dedi ki: "Ben 'Irak'tan geliyorum. Oranın halkı, kendi imamlarını taşa tuttular." Ömer bu haberi a-lınca çok kızdı ve kalkıp kendisini toparlayabilmek için namaza durdu. Namazını da yanılmadan kılamadı. Namazdan sonra ise: "Ey Allah'ım, onlar beni allak-bullak etti, namazımda yanılttı. Sen de onları allak-bullak et! Sakîfli genci, bir an Önce onlara musallat kıl! Onların hakkından ancak o gelir. O, onların iyilerinin iyiliğini kabul etmediği gibi, kötülerinin kötülüğünü de affetmiyecektir!" diyerek bedduada bulundu."
Ömer, bunları söylediği zaman, henüz Haccâc-ı Zâlim, dünyaya gelmemişti. Anasından doğmamıştı. îşte bu sebeble Ebu'l-Yemân der ki: "Ömer, Haccâc'ın günün birinde mutlaka çıkacağını biliyordu Zira Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu hususu onlara haber vermişti- Iraklıların imamlarını taşladıklarına dâir haberi alınca, çok kızdı ve namazında dahî yanıldı. Iraklılara gelecek olan azabın, bir an önce gelmesi için duada bulundu."
Ahmed ile Beyhakî de Hasan tarikiyle Ali'nin bir haberini verirler. O, Kûfeliler için demiştir ki: "Allah'ım, bunlar benim kendilerine olan güvenime ve güven vermeme karşı nasıl hiyânetle mukabele ettilerse, Sakîfli genci bir an önce gönder de, çalımlı çalımlı yürüyerek onların üzerine yürüsün de cezalarını versin! Onların içinde câhiliye hükmüyle yürüteceği hükmünü yürütsün!"
Hasan-ı Basrî der ki: Ali (r.a.), böyle bir bedduada bulunduğu zaman, Sakîfli genç (Haccâc-ı Zâlim), henüz dünyaya gelmemişti.
Yine Beyhakî'nin Hubeyb bin Ebu Sâbit'ten olan rivayeti de şöyledir: Bir gün Ali, adamın birine: "Sen, Sakîfli genci görmeden Ölmezsin!" dedi. Adam hayretle sordu: "Sakîfli genç kimdir?" diye. Ali şu karşılığı verdi: "Kıyamet günü kendisine: "Sana cehennem köşelerinden şu köşe yeter!" denilecek olan bir adamdır. Öyle bir adam ki, yirmi veya yirmi küsur yıl iş başında kalır. Ortalığı kırar geçirir. Irtikâb etmedik bir günah bırakmaz. Hattâ günahlardan bir tanesi kalmış olsa, önündeki kapıları kırarak o günaha yine ulaşır ve işler. Kendisine itaat edenler sayısınca itaat etmeyeni öldürür." İtaati olanın sebebiyle, olmayanı katleder."
Buharî'nin Ebu Bekre'den bu hususta çıkardığı haber aynen şöyledir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Benim şu oğlum, gerçekten seyyid-dir. Ümîd edilir ki Allah kendisi vasıtasıyla müslümanlardan iki büyük cemaatin arasını sulha kavuşturacaktır!"
(Beyhakî de, Cabir'den bunun benzeri bir haberi rivayet etmiştir.)
Beyhakî Ali'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (s.a.v.) bana hitaben: "Ey Ali, benden sonra senin bir oğlun olur, bu oğlunun adı benim adım, künyesi de benim künyem olur" buyurdu.
îbn-i Sa'd, Beyhakî ve Ebu Nuaym Abdullah îbn-i Mübarek tarikiyle Yezîd bin Câbir'in oğlu Abdurrahman'dan şu haberi naklet-mistir; "Bize ulaşan bir habere göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ümmetim içinde kendisine Sıla bin Üşeym denilen bir adam bulunur, bu adamın şefaati sebebiyle çok sayıda kimseler cennete girerler."
Bu husustaki Avf bin Mâlik hadîsi, bundan önce geçmişti. Şimdi îmam-ıAhmed'in Muâz bin Cebelden rivayet ettiği hadisi görelim: Mûaz diyor ki: "Peygamber'den (s.a.v.) işittim. O şöyle buyuruyordu: "Siz ya-kında Şam'a hicret eder, orasını fethedersiniz. Orada çıban veya ur gibi bir hastalığa yakalanıp çok sayıda ölürsünüz. Bu hastalık, kişinin karın kısmında başlayıp içinin gitmesine ve ölmesine sebeb olur. Böyle bir ö-lümle (veba ile), Allah sizleri şehitlik sevabına eriştirir ve amellerinizi tezkiye edip (sizleri günahtan temizleyip) rızâsına erdirir." Taberânî'nin yine Muâz bin Cebelden naklettiği bir haber de şöyledir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Sizler, çok geçmeden el-Câbiye denilen yere iner, orada deve vebası gibi bir veba hastalığına yakalanırsınız. Çok sayıda ölümünüze sebeb olan bu hastalık dolâyısiyle Allah sizleri, şehid sevabına kavuşturup amellerinizi de yine bu sebeble temizler."
Ahmed, Taberânî, Bezzâr, Ebu Yala, Hâkim, İbn-i Huzeyme ve Beyhakî'nin Ebu Mûsadan rivayet ettikleri bir hadis ise şöyledir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Ümmetimin yokoluşu, ta'n ve tâûn ile olacaktır!" Bunun üzerine bazıları: "Ta'nm (vuruşun) ne olduğunu anladık. Fakat tâûn dediğiniz nedir ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Peygamberimiz de: "Düşmanlarınız cinlerin (gizli bir dürtüşü) ile husule gelen ve sizlere şehitlik sevabı kazandıran bir hastalıktır."
Ahmed, Ebu Yâlâ, Taberânî Aişe'den şu haberi nakletmiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Benim ümmetim, ancak ta'n ve tâûn ile helak olur!" Ben sordum: "Ey Allah'ın Resulü, tâûn nedir?" Peygamberimiz de: "Deve uru gibi bir ur çıkar. Bu hastalık çıktığı zaman; hastalığın çıktığı yerden başka yerlere kaçmayana şehid sevabı vardır. Kaçan ise, harpten kaçmış gibi günâha girmiş olur."
îbn-i Mâce ve Beyhakî îbn-i Ömer'den şu hadisi rivayet eder: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Herhangi bir kavimde büyük günahlar açıkça işlenir oldu mu, mutlaka o kavmin içinde veba hastalığı da zuhur etmiştir!"
Taberânî'nin îbn-i Abbas'tan rivayet ettiği hadis de şöyledir: Resûlullah (s.a.v.) buyurdu: "Herhangi bir toplulukta zina yaygın hâle geldi mi, o kavimde mutlaka ölümler çoğalır!"
Ebu Dâvûd, Ebu Nuaym Cemî'den ve Abdurrahmân bin Hallâd el'Ansârl'den şu haberi vermektedirler ki onlar da bunu Ümmü Varakadan naklederler: Peygamber (s.a.v.) Bedir Savaşını yaptığı zaman, Ümmü Varaka demiştir ki: "Ey Allah'ın Resulü, sizin çıktığınız şu Bedir Savaşına benim için de izin veriniz! Ümîd ederim ki, sizinle birlikte savaşırken Allah bana şehitlik nasîb eder." Peygamberimiz de kendisine cevaben: "Sen evinde otur! Bu takdirde dahî Allah sana şehitlik nasîb eder!" buyurdu, işte bundan dolayı kendisine "kadın şehîd" denilir olmuştu. Böylece çok şerefli bir unvana kavuşan Ümmü Varaka, Kur'ân'ı da okumuştu. Sonra kendisinin bir kölesi ve cariyesi bulunan bu kadın şehîd, bunların her ikisini de müdebber kıldı. Yâni, kendi Ölümünden sonra hür olduklarını söylemişti. Fakat bu köle ve câriye, bir an önce hür olmaları maksadıyla, geceleyin Ümmü Varaka'mn odasına girmişler, yatağında onu boğarak öldürmüşlerdir. Bu olay, Ömer bin el-Hattâbm halifeliği zamanında olmuştur. Hz. Ömer'in emriyle, bu köle ve câriye, asılmak suretiyle îdâm edilmiştir. Medine'de ilk asılan da bunlar olmuştur. Şüphesiz Ümmü Varaka da, bu suretle şehitlik sevabım kazanmış oldu ve vaktiyle Bedir Savaşı sırasında Hz. Peygamber'in kendisine haber verdiği şey de, bu şekilde yerine gelmiş oldu."
İbn-i Râhûye, îbn-i Sa'd, Beyhakî ve Ebu Nuaym de diğer bir tarîkten az farklı olarak şöyle rivayet ederler: "Ömer, bu köle ve cariyenin idamından sonra demiştir ki: "Resûlullah (s.a.v.) doğru söylemiştir! Zira O bize Ümmü Varaka ile ilgili olarak buyururdu ki: "Haydin gidip şu kadın şehidi ziyaret edelim!" İşte o da, şehit olarak vefat etmiş oldu."
îbn-i Sa'd, Zeyd bin Ali bin Hüseyin'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (s.a.v.), peygamber olduktan sonra Ûmmü'1-Fadl'dan başka kendisi için helâl olmayan bir kadının dizine başını koymamıştır. Ümmü'1-Fadl Peygamberimiz'in amcası Abbas'ın zevcesi idi. Peygamberimiz başını onun dizine kor, o da Peygamberimi z'in başında bit olup olmadığına bakar, gözlerinin de sürmesini çekerdi. Bir gün yine böyle O'nun gözlerini sürmelerken, gözleri yaşardı ve gözünden damlayan yaş Peygamberimizin yanağına düştü. Peygamberimiz bunun üzerine ona niçin ağladığını sordu. O da şu karşılığı verdi: "Ey Allah'ın Sevgili Resulü, şüphesiz Allah Teâlâ senin vazifen bitince seni aramızdan alacaktır. Acaba senden sonra bizlere kimi tavsiye edeceğinizi bana haber verebilir misiniz?" Peygambirimiz de onun bu sorusuna cevab olarak buyurdu ki: "Ey Ümmü'1-Fadl, sizler benden sonra şüphesiz makhûr ve müstaz'af olarak yaşıyacaksınız, hor ve hakîr görüleceksiniz."
Buharı ve Müslim Huzeyfe'den şu hadisi rivayet eder: "Bir gün bizler Ömer'in yanında idik. Ömer bizlere hitaben şöyle bir soru yöneltti: "içinizden hanginiz, Peygamberin (s.a.v.) fitne hakkındaki bir sözünü aynen muhafaza etmiştir?" Ben, bu husustaki hadîsi aynen muhafaza ettiğimi söyledim. Ömer'de: "Haydi o hadîsi bize anlat" dedi. Ben de anlatmak üzere dedim ki: "Peygamberimiz, fitne hakkındaki bir sözünde; kişinin ehli, malı, çocuğu ve komşusu hakkında karşılaşabileceği fitneleri beyân buyurmuş ve bunları kıldığı namazların, verdiği sadakaların keffaretleyeceğini beyan buyurmuştur." Ömer: "Ben, bu mânâdaki fitneden sormuyorum! Benim sormak istediğim, deniz dalgaları gibi insanları sarıp sarsan fitnedir" dedi. Ben de bunun üzerine kendisine: "Bu büyük fitneden sana bir zarar gelmiyecektir, ey mü'minlerin emîrî! Zira o fitne ile senin aranda kilitli bir kapı vardır" dedim. Ömer: "O kapı, açılacak mı, yoksa kırılacak mı?" diye sordu. Ben de: "Açümıyacak, bilakis kırılacaktır" dedim. Buna çok üzülen Ömer: "Öyleyse o kapı, bir daha kap atıl mıyacak demektir!" karşılığım verdi." Bu hadisle ilgili olarak Huzeyfe'ye: O kapıdan maksadın kim olduğunu sormuşlar. Huzeyfe de: "O kapıdan maksat Ömer'dir" cevabını vermiştir.
Ahmed, Beyhakî ve Taberânî Urve bin Kays'tan şu haberi naklet-miştir: Bir gün Hâlid bin Velîd'e dediler ki: "Haber verilen fitneler gerçekten çıkmıştır." Hâlid bin Velîd de böyle söyleyenlere hitaben demiştir ki: "Hayır! Zira Ömer sağken fitneler çıkamaz, ancak onun ölümünden sonra çıkabilir."
îbn-i Râhûye Ebu Zerr ile ilgili olarak şöyle rivayet etmiştir: "Bir gün Ebu Zerr (r.a.), Peygamberimiz'i anmış ve O'nu çok yüksek bir şekilde övüp sena etmiştir. Sonra Ömer'i anıp onun hakkında da güzel bir şekilde senada bulunmuştur. Sonra da demiştir ki: "Ey Ebu Zerr, otuzuncu hicret yılından sonra yüzünü ne tarafa istersen o tarafa çevir, görebileceğin yâ bir acizlik olacaktır, yâ da Allah'a isyan teşkil eden gayr-i isiâmî bir iş ve hareket olacaktır!"
Bezzâr, Taberânî ve Ebu Nuaym Kudame bin Maz'ûn tarikiyle Osman bin Maz'ûn'un şöyle dediğini rivayet ederler: Ben Peygamber'in (s.a.v.): "Ömer, fitneyi kapalı tutan bir kapı ve kilittir! O yaşadığı müddetçe fitne kapalı ve kilitli kalacaktır!" diye buyurduğunu işittim."
(Taberânî'nin tek başına Ebu Zerr'den olan rivayeti de, aşağı yukarı bu mealdedir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Şu adam, yâni Ömer, sizin aranızda yaşadığı müddetçe size fitne isabet etmez!"
îmâm-ı Müslim, Sahîh'inde Sevbân'dan şu hadîsi rivayet etmiştir. "Ümmetim içinde kılıçlar kınından çekilip işlemeye başladı mı, bir daha onların üzerinden kaldırılmaz! Tâ kıyamete kadar devam edip gider.'
Beyhakî de Ebu Musa el-Eş'arl'den şu hadisi rivayet eder: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Kıyamet öncesi herec meydana gelir!" "Herec nedir ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Peygamberimiz'in bu soruya verdikleri cevab ise şöyle olmuştur: "Herec; katl-i âmdır. Fakat sizin düşmanınız olan kâfirlerin sizleri Öldürmesi değil, sizin birbirinizi Öİ-dürmenizdir!"
Ahmed, Beyhakî, Bezzâr, Taberânî ve Ebu Nuaym Kürz bin Alka-ma'dan şu hadîsi rivayet etmişlerdir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Fitneler, hafifçe çiseliyen yağmur gibi vukua gelir. Sizleri çok zehirli siyah yılanlar hâline getirir. Bazınız bazınızın boynunu, hiç Allah yaratmış demeden vurur."
Yine Ahmed, Bezzâr, Taberânî ve Hâkim Hâlid bin Arfeta'dan şu haberi nakletmişlerdir: "Peygamberimiz (s.a.v.) bana hitaben buyurdu ki: "Yakında birtakım yeni olaylar ve,fitneler meydana gelir. Ayrılık ve ihtilâflar yüzgösterir. Bu sırada eğer sen, öldüren kişi değil de, öldürülen kişi olmaya güç yetirebilirsen, öldürülen kişi olmayı tercih et!"
Taberânî ile Hâkim de (sahihtir kaydiyle) Amr bin Hamık'tan şöyle rivayet etmişlerdir: Peygamberimiz (s.a.v.): "Yakında fitneler vukua gelir" buyurdu ve devamla: "Bu sırada fitnelerden en uzak olanlar, batıda bulunan askerlerdir" dedi. İşte benim, sizin yurdunuz olan Mısır'ı tercih edişimin sebebi de budur."
Taberânı'nin îmrân bin Husayn'dan olan rivayeti de şu merkezdedir: Peygamber (s.a.v,) buyurdu: "Yakında dört fitne meydana gelir: Birinci fitneden sonra, haksız yere kan dökmek helâl kabul edilir, ikinci fitneden sonra, kan dökmek ve mal ele geçirmek helâl kabul edilir. Ü-çüncü fitneden sonra, hem kan dökmek, hem mal ele geçirmek, hem de ırza geçmek helâl olarak kabul edilir."
Beyhakî ve Ebu Nuaym Ebu'd-Derdâ'nın şöyle dediğini rivayet e-derler: Bir gün ben, Peygamberimiz'e: "Ey Allah'ın Resulü, bana ulaşan habere göre, siz: "Bazı kavimler, îmân ettikten sonra fitneye kapılıp dinlerinden dönerler" buyurmuşsunuz?" dedim. Peygamberimiz: "Evet. Fakat sen onlardan değilsin" buyurdu.
Ebu'd-Derdâ, Osman (r.a.) öldürülmezden önce vefat etmiştir.
Tayâlisî ise Yezîd bin Ebu Hubeyb'ten şu haberi nakletmiştir: îki adam, kendi aralarında bir karış toprak için ihtilâfa düştüler. Sonra birbirine hasım olarak, aralarım ayırd etsin diye Ebu'd-Derdâ'ya gittiler. Ebu'd-Derdâ ise bunları dinledikten sonra dedi ki: "Haberiniz olsun ben, Resûlullah'ın (s.a.v.): "Sen bir yerdeyken, oradaki iki kişinin bir karış toprak için birbirine hasım olduklarım duyarsan, derhal orayı terket!" dediğim şu kulaklarımla duymuştum. îşte şimdi böyle bir durumu, duyup gözlerimle de görmüş oluyorum ve burayı terkediyorum!"
(Ebu'd-Derdâ, böyle söyledikten sonra, bulunduğu yeri terkedip Şam'a gitmiştir.)
Ebu Dâvûd, Beyhakî ve sahihtir kaydiyle Hâkim Huzeyfe'den rivayet ederler. O demiştir ki: "Zuhur eden fitnelerin şerrinden ve sirayetinden hiçbir kimsenin tam manâsıyla emin olamıyacağını düşünür, fakat Muhammed bin Mesleme hakkında hiçbir endîşe duymazdım.
Zira Peygamber (s.a.v.) onun hakkında: "Fitne sana zarar vermez!" buyurmuştur.
Salebe bin Dubey'a der ki: Biz Medine'ye geldiğimiz zaman, Medine'nin dışına kurulmuş bir çadır gördük ve bunun kime âit olduğunu sorduk. Dediler ki: "Bu çadır Muhammed bin Mesleme'ye aittir." Kendisine gidip bunun sebebini sorduk. O da cevabında dedi ki: "Ben şimdi, müslümanlar böylesine fitneye dalmışken hiçbir şehirde otura-mam! Ancak fitne yatıştıktan sonra herhangi bir şehre girebilirim."
Taberânî'nin ondan rivayeti ise şöyledir: Peygamber (s.a.v.) bana hitaben: "insanların dünya üzerine fitneye tutulup birbirlerini öldürdüklerini gördüğün zaman, Medine Harrasma giderek kılıcını oradaki büyük kayalardan birine vurarak iyice körelt, hattâ kır! Sonra evine gelip otur. Sonunda yâ bir günahkâr gelip seni de öldürür, yahut da o-rada ölümünü beklersin." İşte ben de, Peygamberimiz'in bana olan bu emrini yerine getiriyorum."
(Yine Muhammed bin Mesleme'nin kendisinden gelen bir rivayet hakkında İbn-i Sa'd'ın tahrîci de şöyledir: Peygamber (s.a.v,) bana bir kılıç verip: "İşte bu kılıç ile, müslümanlann ikiye bölünüp birbiriyle harbettiklerini göreceğin zamana kadar Allah yolunda cihâd et! O zaman kılıcını taşa vurarak kır, dilini ve elini de iyi tut. Tâ sonunda sana yâ ölüm gelir yâ da hatalı bir el" diye emretti." Osman katledildikten sonra, o da böyle yaptı. Kılıcım taşa vurup kırdı ve tenhâya çekildi.)
Beyhakî ve sahihtir kaydiyle Hâkim Ümmü Belemeden şu haberi nakletmiştir: Peygamber bir gün, hanımlarından birinin hurucunu haber vermişti. Âişe ise bu duruma gülmüştü. Peygamberimiz bunun üzerine: "Ey Aişe, dikkat et, bu huruç edecek olan sen olmayasm!" buyurdu. Sonra Ali'ye dönerek şöyle dedi: "Ey AH, günün birinde sen, Âişe'ye karşı âmir ve hâkim durumda olursan, onun hakkında yumuşak davranmalısın!"
Ahmed, Ebu Yâtâ, Bezzâr, Hâkim, Beyhakl veEbu Nuaym, Kays'ın şöyle dediğini naklederler: "Aişe, Ali'ye karşı çıkıp giderken Âmir Oğulları diyarına vardığında, bazı köpeklerin havladığını işitti. Yanındakilere hitaben: "Bu suyun adı nedir?[' diye sordu. Onlar da: "Hav'eb suyu" cevabını verdiler. Bunun üzerine Aişe: "Ben mutlaka geri dönmeliyim!" dedi. Zübeyr, bunu doğru bulmadı ve: "Yola çıkıp ileri atıldıktan sonra geri dönmek doğru olmaz" dedi. Aişe ise: "Hayır, ben mutlaka geri dönmeliyim! Zira ben, günün birinde Peygamber'in (s.a.v.): "Ey hanımlar, içinizden biri, halîfeye karşı hurûc edip Hav'eb Suyu'na vardığı ve oranın köpekleri de kendisine karşı havladığı zaman, acaba onun hâli nice olur?" dediğini işitmiştim karşılığını vermişti."
(Bezzâr ile Ebu Nuaym'in İbn-i Abbas'tan rivayeti de şöyledir: Peygamberimiz zevcelerine hitaben: "Sizin içinizden kıllı kırmızı deveye binerek halîfeye karşı hurûc edecek olanınız, acaba hanginizdir? Çıkıp Hav'eb Suyu'na vardığı zaman, oranın köpekleri kendisine havlayacak-tır. Etrafında birçok insanlar Öldürülecektir. Neredeyse kendisi de öldürülecek duruma gelmişken, sonunda kurtulacaktır" buyurdu.
Ahmed, Bezzâr ve Taberânı Ebu Râfi'den şu haberi nakletmiştir: Peygamber (s.a.v.) Ali'ye hitaben buyurdu ki: "Ey Ali, seninle Âişe arasında bir şey olacak. O zaman kendisine iyi muamele edip emniyet içinde kendisini yerine göndermelisin!"
Beyhakî ve sahihtir kaydiyle Hâkim Ebu'l-Esved'den şöyle naklederler; Zübeyr Ali'ye karşı mücâdele etmek maksadıyla çıkacağı zaman Ali kendisine dedi ki: "Ey Zübeyr, Peygamber'in (s.a.v.) sana hitaben:
"Günün birinde Ali ile mücâdele edersin, fakat sen haksız bulunursun!" dediğini hatırlamıyor musun?" Zübeyr de Ali'ye verdiği cevabta: "Ben bunu hatırlamıyorum" demişti. Zübeyr, Ali ile bu şekilde konuştuktan sonra çıkıp gitmiş ve sonunda da geri dönmüştü."
Yine Beyhakî ile Hakîm'in ve Ebu Yâlâ ile Ebu Nuaym'in Ebu Cerve el-Mâzinl'den şöyle bir haberleri var: Ben, Ali'nin Zübeyr'e şöyle dediğini işittim: "Allah aşkına söyle, Peygamber'in (s.a.v.), senin benimle haksız yere mücâdele edeceğini söylediğini sen duymadın mı?" Zübeyr ise Ali'ye şu karşılığı verdi: "Evet duymuştum yâ Ali, fakat ben bunu emin olunuz, unutmuştum."
Hâkinı'in tek başına Kays'tan olan rivayeti ise şöyledir: Ali, Zübeyr'e hitaben dedi: "Hatırlar mısın birgün ikimiz bir arada idik. Peygamberimiz de sana hitaben: "Ali'yi sever misin?" diye sormuştu. Sen de Hz, Peygamber'e: "Ali'yi sevmemem için bir sebeb mi var?" karşılığını vermiştin. îşte bunun üzerine sana: "Fakat sen ona karşı çıkıp kendisiyle harb edeceksin, fakat bunda haksız olacaksın!" buyurmuştu. Zübeyr, Ali'nin bu hatırlatması üzerine bu husustaki Hz. Peygamber'in: "Fakat sen bunda haksız olacaksın!" sözünü gayet iyi hatırladı ve anladı ve derhal savaş yerini bunun üzerine terk etti."
Buharı ve Müslim Ebu Hüreyre'den şu hadîsi ittifakla rivayet ederler: "Ümmetimden iki büyük taife, birbiriyle kıyasıya savaş yapmadıkça kıyamet kopmaz! Her iki taifenin dâvası aynı olduğu halde, aralarındaki bu savaşta, çok büyük sayıda insanlar ölecektir
Beyhakî'nin rivayetine göre Ali (r.a.) şöyle demiştir: Bir gün Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Vaktiyle îsrâil Oğulları aralarında ihtilafa düştüler, bu ihtilâfı kaldırsınlar diye her iki taraftan birer hakem tayin ederek iki hakemi bir araya getirdiler. Bu hakemler ise, ihtilâfı bertaraf edecekleri yerde daha da artırıp sapıttılar ve başkalarının sapıtmalarına da sebeb oldular. Benim ümmetim de yakında ihtilâfa düşer ve bu ihtilâfı halletmeleri için iki hakem gönderirler. Bu hakemler ise, hem kendileri sapıtırlar, hem de kendilerine tabî olanların sapıtmalarına sebeb olurlar."
Taberânî ise Ebu Mûsâ el-Eş'orl'den şu haberi nakleder: Bir gün Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Benim şu ümmetimde iki hakem çıkar, bu iki hakemden her biri sapıtır, kendilerine uyanların sapıtmasına da sebeb olur."
Süveyd bin Gufle der ki: "Ben Ebu Musa'nın bizzat kendisine sordum ve: "Allah aşkına doğru söyle, bununla Peygamber (s.a.v.) seni kasdederek şöyle buyurdu değil mi: "Benim ümmetimde muhakkak fitne çıkar! Sen de ey Ebu Mûsâ, bunun içinde bulunursun! îşte o'zaman sen; oturur olacağına uyuyan ol, ayakta olacağına oturur ol, yürüyen olacağına ayakta dikilen ol! Zira senin için hayırlı olan budur!" îşte Peygamberimiz böyle buyurup, başkalarını umûmî olarak zikrederken seni de husûsî olarak anmıştı, değil mi?"
Beyhakı ve sahihtir kaydiyle Hâkim Ebu Sald'den şu haberi nak-letmiştir: "Bir gün yolda giderken bizler, Peygamber (s.a.v.) ile beraber bulunuyorduk, derken Hz. Peygamber'in pabucunun bağı koptu. Ali bunu yamayıp bağlamak için geri kaldı. Bu şurada Hz. Peygamber buyurdu ki: "İçinizden bazıları, benim Kur'ân'ın tenzili (indirilmesi) üzerine savaştığım gibi, Kur'an'm te'vîli (yorumu) üzerine savaşmak zorunda kalacaktır!" Oradakilerden Ebu Bekr: "Ben mi ey Allah'ın Resulü?" diye sordu. Peygamberimiz:" Hayır" buyurdu. Ömer de: "Ben mi?" diye sordu. Peygamberimiz ona da: "Hayır, sen değilsin" diyerek cevab verdi ve devamla: "Fakat o, şu pabuç yamayan adamdır!" buyurdu.
Hakim Ebu Eyyüb'tan şöyle rivayet eder: Peygamber (s.a.v.) Ali'ye: "Sözünden dönenlerle, zalimlerle ve dinini terkedenlerle savaşmasını emretti!"
Ebu Yâlâ, Beyhakî, Ebu Nuaym ve sahihtir kaydiyle Hâkim Ali'den şöyle rivayet ederler. Peygamber'in (s.a.v.) bana emânet ettiği bilgiler a-rasmda: "Kendisi'nin vefatından sonra ümmetin bana haksızlık edeceği de bulunmaktadır."
Yine Ebu Yâlâ ve sahihtir kaydiyle Hâkim'in verdiği haberler arasında, İbn-i Abbas'ın şu rivayeti de vardır: "Peygamber (s.a.v.) Ali'ye hitaben buyurdu: "Sen. benden sonra bazı zorluklarla karşılaşacaksın!"
Ali bunun üzerine Hz. Peygamber'e: "Ey Allah'ın Resulü, dînimde selâmet üzere bulunduğum halde mi?" diye sordu. Peygamberimiz de: "Evet, dîninde selâmet üzere bulunacaksın!" buyurdu.
Humeydı, İbn-i Ebu Amr, Bezzâr, Ebu Yâlâ, îbn-i Hıbbân, Hâkim ve Ebu Nuaym Ebu'l-Es'ved et-Düyeîî'den şu haberi nakletmişlerdir: "Abdullah bin Selâm, Ali'ye giderek dedi ki: "Ey Ali, sakın Irak'a gitme, eğer gidersen orada sana kılıç isabet eder" dedi. Bunun üzerine Ali de şu karşılığı verdi: "Allah'a yemin ederim ki, bunu bana Resûlulîah Efendimiz de söylemişti."
Ebu Nuaym, tek başına seukettiği bir rivayette Ali'nin şöyle dediğini nakleder: "Peygamber (s.a.v.) bana buyurdu ki: "Yakında bazı fitneler çıkacak ve sen kavminle çatışmak zorunda kalacaksın." Ben bunun üzerine: "Ey Allah'ın Resulü, bana neyi tavsiye ve emredersiniz?" diye sordum. Resûlulîah Efendimiz de bana: "Allah'ın Kitabı ile hükmet!" emrini vermişti.
Hâkim îbn-i Mes'ûd'dan şu haberi nakleder: Peygamber (s.a.v.) bizlere hitapla: "Yedi fitneden sakınınız! Bunlardan biri Medine'den çıkar, biri Mekke'de meydana gelir. Biri Yemen'den çıkar. Biri Şam'dan gelir. Biri doğudan, bir diğeri de batıdan gelir. Biri de Şam'ın içinden çıkar ki bu da Fitne-i Süfyânî'dir" buyurdu.
Hadîsin râvîsi İbn-i Mes'ûd der ki: İçinizden bazıları bu fitnenin ilk çıkacak olanlarına yetişir. Bu ümmetten bazıları da sonraları çıkacak olanlarına yetişir." Velîd bin el-Ayyâş da bu konuda şöyle demiştir: "Medîne'den çıkan fitne, Talha ve Zübeyr fitnesi idi. Mekke'de çıkan fitne ise, Abdullah bin Zübeyr fitnesi idi. Şam fitnesi ise; Ümeyye Oğulları fitnesidir. Doğudan gelecek olan fitneye gelince, işte bu da o taraftan gelecek olan fitnedir."
Buharî ve Müslim ittifakla Ebu Hüreyre'den şu hadîsi rivayet e-derler: "Benim ümmetimin helak olması, Kureyş'ten bazı gençlerin ellerinde olacaktır."
Ebu Hüreyre, bunu söylediği zaman o gençlere lanet okuyan Mervân bin Hakem'e karşı dedi ki: "Ben istersem, onların kimler olduğunu "Fülanm oğlu, fülanm oğlu fülan" diyerek açık isimleriyle bildirebilirim!"
Beyhakî de Ebu Saîd el-Hudrî'den şu hadisi rivayet etmiştir: "Ben, Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu duydum: "Altmış yıl sonra yeni bir nesil gelir, bunlar namaz kılmaz, şehvetlerine tabî olurlar ve cehennemi boylarlar. Bunlardan sonra farklı bir nesil daha gelir. Bu nesil de çok Kur'ân okur, fakat okudukları Kur'ân, gırtlaklarından aşağı inmez! içlerini, hidâyet nuruyla aydınlatmaz."
Beyhakî îmam-ı Şabî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Ali (r.a.), Sıffin'den döndüğü zaman insanlara şöyle hitap etmiştir: "Ey insanlar! Sizler bugün Muâviye'nin emirliğini kerîh görmeyiniz: Muâviye'nin vefatından sonra, nice başların karpuz keser gibi omuzlardan kesilip u» çurulduğunu görürsünüz."
Ahmed, Bezzâr sahih bir senedle Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Altmışıncı yılın şerrinden Allah'a sığınınız! Aynı zamanda gençlerin emirliğinden de Allah'a sığınınız! tyi biliniz ki alçak oğlu alçak iş başına gelmedikçe şu fânî dünyanın sonu gelmez."
Beyhakî ise Ebu Hüreyre'ye âit şu haberi nakletmiştir: "Ebu Hü-reyre Medine sokaklarında dolaşırken: "Allah'ım, altmışıncı yılı bana gösterme!" diyerek yürürdü." Yazıklar olsun size, Muâviye'yi ne de çok
kerih görüyorsunuz!. Allah'ım, gençlerin emirlik devrini de bana gösterme!" diyerek Allah'a niyaz ederdi."
îbn-i Ebu Şeybe, Ebu Yâlâ ve Beyhakî Ebu Zerr'den şöyle rivayet eder: Ben, Peygamber'in (s.a.v.): "Benim sünnetimi ilk değiştirecek olan kişi, Ümeyye Oğullarından bir adamdır!" diye buyurduğunu duydum."
Haberi nakledenlerden Beyhakî der ki: "Bu hadiste haber verilen kişinin, Muâviye oğlu Yezîd olması, çok muhtemeldir."
îbn-i Ment, Ebu Yâlâ, Beyhakî ve Ebu Nuaym Ebu Ubeyde bin Cerrâh'tan rivayet ederler. O demiştir ki: Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde: "Şu din ü devlet, Ümeyye Oğullarından Yezîd denilen bir kişi onu ele geçirinceye kadar dimdik ve dosdoğru devam eder!"
Sahihtir kaydıyla Hakimin Ebu Hüreyre'den tek başına naklettiği bir haber de aynen şöyledir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Yazık şu Araba, yakında kendisine yetişecek olan serden dolayı... Bu şer; altmışıncı yılın şerridir. Bundan sonra emanet, ganimet, sadaka, borç, şahitlik hatır ve para için verilen hükümler de Kitab'a göre değil, keyif ve arzulara göre olur."
Hâkim sahihtir kaydiyle Ebu Hüreyre'den şu haberi nakletmiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "insanların Medine âlimine ulaşmak için develerini sürerek yollara çıkacağı günler yakındır. İşte o zaman onlar, Medine âliminden daha bilgili birisini bulamıyacaklardır."
Bu hadisle ilgili olarak Süfyân bin Uyeyne demiştir ki: Biz bu âlimin, Mâlik bin Enes olduğunu kabul ediyoruz."
Ebu Yâlâ, îbn-i Mende, Beyhakî Ali'nin şöyle dediğini rivayet e-derler: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "içinizden herhangi biri, cennete kendisinden Önce uzuvlarından bazısı gidecek olan bir adama bakmak isterse, işte Zeyd bin Sûhân'a baksın!" Yine îbn-i Mende ile îbn-i Asâkır Büreyde'den şöyle rivayet ederler; Peygamber (s.a.v.), ashabı ile birlikte giderken: "Ah şu Cündüb, ne Cündüb'tür! Şu Zeyd, ne Zeyd'dir" buyurdu. Ashab sordu: "Ey Allanın Resulü, siz iki adamdan mı bahsediyorsunuz?" Peygamberimiz: "Cündüb, kahraman adam! Kılıcını çeker ve bir darbe indirir, bununla (hakkı bâtıldan ayırdığı gibi), tek başına bir ümmet oluverir. Hayırlı Zeyd'e gelince: O da kahraman bir adam. Savaşta elini kaybeder, eli kendisinden önce cennete gider."
Velîd bin Ukbe, Osman bin Affân (r.a.) zamanında Küfe'ye vali olmuştu. Bir sihirbazı sokak başına oturtmuş, insanlara ölüyü dirilttiğine dâir birtakım sihirbazlık ve hokkabazlık oyunları gösteriyordu. Bu, Cündüb un kulağına gitti. Kılıcını kuşanıp oraya gitti. Baktı ki söylenenler doğru imiş. Kılıcını çekip sihirbazın başını gövdesinden ayırıverdi ve sonra: "Ey sihirbaz, haydi şimdi kendi nefsini dirilt bakalım!" diye haykırdı. Zeyd bin Sûhân'a gelince:-Bu zâtın eli Kadisiye meydan muharebesinde kesilmiştir. Sonra Hz. Ali ile birlikte Cemel vak'asma katıldı ve oradr öldürüldü.
(îbn-i Asâkîr, bunun bir benzeri rivayeti; Ali'den, îbn-i Abbas'tan ve İbn-i Amr'den de rivayet etmiştir.
îbn-i Sa'd ise, el-Eclah tarikiyle Ubeyd bin Lâhık'tan şu haberi nakleder: Peygamber (s.a.v.) bir seferde idi. Ashabtan bir grup, şarkılar söyleyerek geldi ve inip yerleşti. Sonra bir başka grup gelip mola verdi. Peygamberimiz de ashabının bazı ihtiyaçlarını karşılamak istedi. O da bu maksatla inip mola verdi ve şöyle demiye başladı: "Cündüb, bu Cündüb kimdir? Şu eli kesik hayırlı Zeyd de kimdir?" Sonra işi bitince binip yola koyuldu. Ashabı da kendisine yaklaşarak, az önce söylediklerinin mânâsını kendisinden sordular. Peygamberimiz de kendilerine şu cevabı verdi: "İlci adam. Bu ümmette görülürler. Bunlardan biri ki Cündüb'tür; kılıcını çekip kuvvetle vurur ve bununla bâtılı yok edip hak ile onun a-rasını ayırır. (Yâni bâtılı uzaklaştırmış olur.) Diğeri ise Zeyd'dir; bu da Allah yolunda elini kaybeder. Sonra Zeyd'in cesedinin geri kalanını da cennete göndererek, kendinden önce cennete gitmiş bulunan parçasıyla birleştirir."
ilgili hadisi açıklamak üzere el-Eclah demiştir ki: Cündüb bin Zü-beyr el-Gâdırî'dir, Velîd bin Ukbe'nin yanında onun sihirbazını öldürmüştür. Zeyd bin Sûhân ise: Elini Celulâ Savaşında Allah yolunda kaybetti, sonra kendisi de Cemel olayında şehid düştü."
Hâkim Hasan-ı Basrî'den şu haberi nakletmiştir: Küfe emirlerinden biri, bir sihirbazı halkın önüne takdim ederek, birtakım oyun ve icrââtta bulunmasını emretti. Sihirbaz emîrin emri üzerine icrââta başladı. Halk çok sayıda toplanıp seyrediyordu. Cündüb'ün bundan haberi olunca hemen kılıcını kuşanıp oraya geldi. Baktı ki, durum aynen kendisine söylendiği gibidir. Hemen kılıcını çekip sihirbazın kellesini uçuruverdi. Halk bunu görünce korkuya kapılıp dağılmaya başladı. Cündüb halka hitaben dedi ki: "Ey insanlar, korkmaymız! Benim sizinle bir işim yoktur, benim maksadım sihirbaz idi. işte onun da vücûdunu ortadan kaldırmış oldum."
tbn-i Asâkîr'in yine bu konuda Haris el-Aver'den rivayeti de şöyledir: Peygamberimizin (s.a.v.) anlattığı şeyler arasında "Zeydü'1-Hayr = Hayırlı Zeyd" diye anılan Zeyd bin Sûhân da vardı. Peygamberimiz'in bu husustaki sözü şöyleydi: "Yakında ashabımı gören tabiîn nesli arasında bir adam bulunur. O, Zeydü'l-Hayr'dır. Onun vücûdundan bir parça, kendisinden Önce cennete gidecektir. Yirmi sene sonra da kendisi (şehîd olup) cennete gidecektir."
İşte bu Hayırlı Zeyd, Nehâvend taraflarındaki bir savaşta sol elini kaybetti. Yirmi sene sonra da Cemel vak'asına katıldı ve burada öldürüldü. Öldürülmezden az önce demişti ki: "Ben bir rüya gördüm. Bu rüyamda yirmi sene önce kaybettiğim elim, yukarıdan bana "haydi gel, gel!" diye işaret ediyordu. Kanâatim odur ki, ben artık Ölüp elime kavuşacağım." Ve dediği gibi o, bu savaşta Ali'nin yanında şehid düşmüştür."
Buharı ve Müslim'in ittifakla Ebu Saîd'den, ayrıca Müslim'in tek başına Ümmü Seleme ve Ebu Katâde'den rivayet ettikleri hadîs şöyledir: Peygamber (s.a.v.), Ammâr'a hitaben buyurdu ki:
"Ey Ammâr seni, isyan eden topluluk öldürür!"
Bu hadîs, mütevâtirdir. Mütevâtir Hadîsler adlı kitabımızda beyan ettiğimiz gibi, bu hadîsi yirmiye yakın sahâbî rivayet etmiş bulunuyor.
Beyhakî ve Ebu Nuaym, Ammâr'ın âzadlı kölelerinden şu haberi nakletmiştir: "Ammâr bir gün hastalanmıştı. Hastalığı giderek ağırlaştı. Derken bayıldı. Bizler ise onun etrafında toplanmış ağlaşıyorduk. Bir müddet sonra kendine geldi ve bizlerin ağlaşmakta olduğumuzu gördü. Dedi ki: "Benim, böylece yatağımda öleceğimi mi zannediyorsunuz? Bana Sevgili Resûlullah (s.a.v.) haber verdi ki: "Beni ancak halîfeye isyan etmiş bir topluluk öldürecektir ve benim dünyadan son nasibim de bir içim süt olacakmış."
Ahmed, İbn-i Sa'd, Taberânî, Beyhakî, Ebu Nuaym ve sahihtir kaydiyle Hâkim, Ebu'l-Bahterl'den şu haberi nakletmişlerdir: Ammâr bin Yâsir, Sıffîn savaşında kendisine bir içim süt getirilmesinden sonra, bu sütü içti ve gülmeye başladı. Kendisine: "Niçin gülüyorsunuz?" diye sordular. O da cevaben dedi ki: "Peygamber (s.a.v.) bana demişti ki: "Ey Ammâr, senin dünya nimetlerinden en son içeceğin, bir içimlik süt olacaktır!" İşte ben bunun için (şehîd olarak ölümüm yaklaşmıştır) diye gülüyorum."
Ammâr bin Yâsir, böyle söyledi, sütünü içtikten sonra savaşmaya başladı ve şehîd oldu.
(Bu, bu şekilde Ammâr'dan diğer tarîkler ile de rivayet edilmiş bulunmaktadır. Keza Ruzzîn dahi bunu bu şekilde Ebu Hüreyre'den rivayet etmiş bulunmaktadır.)
Yine Hakimin sahihtir kaydiyle Huzeyfe'den de bir rivayeti var. Onun bu rivayetine göre Huzeyfe demiştir ki: Ben, Peygamberimizin (s.a.v.) Ammâr'a hitaben: "Ey Ammâr, seni isyan etmiş bir topluluk öldürecektir! Senin dünyâ nimetlerinden en son alacağın, bir içimlik süt olacaktır" buyurduğunu işittim."
Ahmed, Taberânî ve Hâkim Amr bin el-As'tan şu haberi naklet-mislerdir: "Ben, Peygamberin (s.a.v.): "Allah'ım, gerçekten sen Ammâr sebebiyle şu Kureyşi tahrik etmiş oldun (da onlar aklını Ammâr'a takmış bulunuyorlar.) Şüphesiz Ammâr'ın katili de cehenne mdedir!" diye buyurduğunu işittim."
İbn-i Sa'd da bu konuda Huzeyl'den şöyle bir haber nakletmiştir: "Adamın biri, Peygamber'e (s.a.v.) gelip: "Yâ Resûlallah, Ammâr yıkılan duvar altında kaldı ve öldü!" diye bir haber getirdi. Peygamberimiz ise: "Hayır Ammâr Ölmedi!" karşılığını verdi. Sonradan anlaşıldı ki, gerçekten Ammâr ölmemiştir."
Beyhakî Eyyûb bin Beşîr el-Evsî'den şu haberi rivayet eder: Peygamber (s.a.v.) bir seferde iken yolu Zühre Harrası'na uğramıştı. Burada biraz durakladı ve: "Innâ lillah ve innâ ileyhi râciûn!" buyurdu. Ölüm olayında söylenmesi âdet ve sünnet olan bu sözün, O'nun tarafından burada söylenmesi üzerine ashâb, bunun sebebini sordular. Peygamberimiz de: "Bu Harra'da ashabımdan sonra ümmetimin hayırlıları olan kimseler öldürüleceklerdir. Bu sebeble böyle söyledim."
Beyhakî'nin bu rivayeti mürseldir. Fakat Beyhakî kendisi der ki: "îbn-i Abbas'ın bir âyeti tefsir sadedinde söylediği bir sözde bunu te'yîd eder mâhiyettedir."
Yine Beyhakî, Hasan-ı Basrı'den şu haberi nakletmiştir: "Harra o-layında Şamlılar Medine'de o kadar adam Öldürdüler ki, hattâ Medine lilerden neredeyse bir tek kişi bile kurtulamıyacaktı."
Yine Beyhakî'nin rivayetine göre Mâlik bin Enes de şöyle demiştir: "Harra Olayı Gününde yalnız Kur'ân hafızlarından tam yediyüz kişi öldürüldü. Bunların üçyüz tanesi Ashab-ı Kiram efendilerimizdendi. Bu olay, Müâviye'nin oğlu Yezîd zamanında olmuştur."
Bir de bu konuda Beyhakî'nin Muğîra tarikiyle sevkettiği bir haber var. Bu da şöyledir: "Yezîd'in komutanlarından Müslim bin Ukbe, Medine'yi yağma ettirdi: Burada üç gün müddetle herşeyi mübâh ilân etti. Bu sırada ehl-i islâmın ırz ve nâmûsu Öylesine çiğnendi ki, bakire kızlardan bin kadarı, bakireliklerini zâyî ettiler." (Medine yakınındaki Harra olayı, hicretin altmış üçüncü yılında vukua gelmiştir.)
Yâkûb bin Süfyân Târih'inde, Beyhakî ve îbn-i Asâkır Ebu'l-Esved'den şu haberi nakletmiştir: "Bir gün Muâviye, mü'minlerin annesi Âişe'yi ziyarete gitti. Aişe validemiz kendisine: "Ey Muâviye, Azrâ'da Hucür ve arkadaşlarını nasıl ve niçin öldürttün?" diye çıkıştı, Muâviye ise şu cevabı verdi: "Ben, onların yaşamasını bu ümmet için zarar, öldürülmelerini ise iyilik olarak gördüm ve bu görüşle öldürttüm." Muâviye'den bu cevabı alan Aişe validemiz de şunu ilâve ettiler: "Ben ise, Peygamberin (s.a.v.) bu hususta: "Azrâ'da ümmetimden bazı kimseler mazlum oarak öldürülecekler! Bu mazlumların hatırı için Allah da buğzeder, Allah'ın melekleri de" diye buyurduğunu işitmiştim."
(Bu hadîs mürseldir.)
Beyhakî ile îbn-i Asâkır Ali bin Ebu Tâlib'ten de şu haberi nakletmiştir: Ali, Iraklılara hitaben dedi ki: "Ey Iraklılar, sizden yedi kişi Azrâ denilen yerde katledilir. Bunların meseli, Kitâbımız'da anlatılan Ashâb-ı Ühdûd'un meselidir." Ali'nin bu sözüne uygun olarak yedi kişi: yâni Hucür ve arkadaşları Merc-i Azrâ'da katledildiler."
Ebu Nuaym bu konuda der ki: Meşhur Zeyyâd bin Sümeyye hutbe okuyordu. Ümeyye Oğullarının âdeti veçhile hutbede Ali'yi andı ve onu kötüledi. Hucür bin Adiyy de eline bir taş alarak Zeyyâd'a attı. Bu suretle onu, Ali'yi kötülemekten menetmek istedi. Zeyyâd ise bunu şikâyet olarak Muâviye'ye yazdı. Muâviye de Hucür bin Adiyy ile arkadaşlarının kendisine gönderilmelerini emretti. Bunlar yola çıkarıldılar. Şam'a doğru giderlerken Merc-i Azrâ denilen yere gelip mola vermişlerdi. Bu sırada, kendilerini öldürmeleri için Muâviye'nin gönderdiği a-damlar da buraya gelip onlarla karşılaştılar ve onların hepsini öldürdüler."
(Beyhakî, Ali'nin bu husustaki yukarıda geçen sözüyle ilgili olarak der ki: "Hz. Ali, böyle bir sözü kendiliğinden söylemiş olamaz. Muhakkak o bunu, Hz. Peygamber'den işitmiş olması sebebiyle söylemiştir.)
İbn-i Asâkır Rifâa bin Şeddâdel-Becelî'den şu haberi nakletmiştir: "Ben, Muâviye onu yakalamam için emir verdiği zaman onunla beraber kaçıp yola çıkmıştım. Yolda giderken o bana dedi ki: "Ey Rifâa, Peygamberimiz (s.a.v.), onların beni öldüreceğini haber vermiştir. Hem dahî bilmelisin ki, ins ve cin, benim kanıma ortak olmuştur." O bana bunları söyler söylemez, peşimize takılan atlıların da ileriden görünmeleri bir oldu. Ben derhal Amr bin Hamık'a veda ederek kendisinden ayrıldım ve sıvışarak kayboldum. Tam bu sırada yılanın biri, onun üzerine atılarak kendisini sokup öldürdü. Muâviye'nin atlıları geldikleri zaman, ancak onun ölüsüne yetişmiş oldular. Başını keserek götürdüler ve islâm tarihinde kesilip de emîr'e hediye edilen ilk müslüman başı da bu oldu."
Beyhakî Zeyd bin Erkam'dan rivayet eder. O şöyle demiştir: Bir gün ben, hasta olmuştum. Peygamber (s.a.v.) beni ziyarete ve geçmiş olsun, demeye geldi ve beni şu sözleriyle teselli buyurdu: "Senin bu hastalığın, korkulacak ve sana zararı olacak bir hastalık değildir. Fakat ileride, benden sonra yaşıyacak ve âmâ olacaksın. O zaman hâlin nasıl olacak?" Ben, Resûlullah Efendirniz'in bu sözü üzerine dedim ki: "O zaman ben de, sabreder, sabrımın sevabını da Allah'tan ümîd ederim." Peygamberimiz (s.a.v.) de bunun üzerine şu müjdeyi verdiler: "Bu takdirde sen de cennete girersin! Hem de hesaba çekilmeksizin."
(Zeyd bin Erkam, gerçekten Peygamber'in (s.a.v.) vefatından sonra âmâ oldu. Sonra Allah Teâlâ kendisine gözlerini bağışladı (gözleri iyi olup görmeye başladı.) Daha sonra da vefat etti.
îbn-i Mâce ve Beyhakî îbn-i Mesûd'dan rivayet ederler. O şöyle demiştir: Resûlüllah (s.a.v.) buyurdu: "Sizler bazı insaniar göreceksiniz ki onlar, namazlarım vaktinde kılmayacaklar. Onlara yetiştiğiniz zaman, namazınızı evlerinizde ve vaktinde kılınız! Sonra gidip onlara u-yarak kılınız ve onların arkasında kıldığınız bu namazı, nafile sayınız."
Beyhakî ile Ebû Nuaym'in yine îbn-i Mesûd'dan rivayeti şöyledir: Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu: "Yakın bir gelecekte işlerinizin başına öyle adamlar geçecektir ki, onlar sünneti söndürüp bid'ati îlân edeceklerdir! Namazı da vaktinden geciktireceklerdir..."
îbn-i Mâce de Ubâdetü'bnü Sâmit'in Peygamberimiz'den şöyle rivayet ettiğini bildirir: "Yakında bazı emirler (devlet adamları) gelecek, bunların çok meşgaleleri olacak, bu yüzden namazı vaktinden geciktirecekler. Siz, (namazlarınızı vaktinde kılıp) onların arkasında kıldığınız namazı, nafile olarak niyet ediniz..."
(Ben derim ki, bu hadîslerin haber verdiği ümerâ (devlet adamları), Ümeyye Oğulları idi... Çünkü onlar, bununla tanınırlar, bununl a meşhurdurlar.. . Durum, Ömer İbn-i Abdül-Azîz zamanına kadar devam etmiştir. O gelmiş, namazı vaktinde kıldırarak durumu düzeltmiştir.) (Suyûtî)
Buharı ve Müslim îbn-i Ömer'den şöyle rivayet ederler: Bir gece Peygamber (s.a.v.) bize yatsı namazını kıldırdıktan sonra ayağa kalkıp şöyle buyurdu: "Şu geceyi görüyorsunuz ya, işte bu geceden itibaren yüz sene sonra, bugün yeryüzünde yaşamakta olanlardan hiç biri hayatta kalmayacaktır."
(Peygamberimiz bu sözüyle o neslin yüz sene sonra tükeneceğini haber vermiş oluyordu... -Suyûtî-)
Müslim'in Abdullah bin Câbir'den rivayetinde ise şöyle denilmektedir: "Siz bana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorsunuz. Bunu bilmek ise, ancak Allah'a mahsustur. Ben ise sizlere, sadece, bugün yeryüzünde yaşamakta olanlardan yüz sene sonra kimsenin kalmayacağım haber veriyorum!"
Müslim'in senedlerine dayanarak naklettiği bir habere göre, Pey-gamberimiz'in ashabından Ebu't-Tufeyl şöyle demiştir: "Peygamberi-miz'i görenlerden benden başka kimse hayatta kalmamıştır."
(Gerçekten de Ebu't-Tufeyl, yüzüncü senenin başında vefat etmiştir.)
Hâkim, Beyhakı ve Ebû Nuaym'in Muhammed bin Zeyyâd el-Elhânî tarikiyle Abdullah bin Büsr'den şu mealde bir rivayetleri vardır: Peygamber (s.a.v.) bir gün Abdullah bin Büsr'e işaretle: "Şu delikanlı bir asır yaşıyacaktır!" buyurdu. O da tam yüz sene ömür sürdü. Bu Abdullah'ın yüzünde göze batacak şekilde bir siğil vardı. Peygamberimiz: "Ve bu delikanlı, yüzündeki siğil sönmeden de ölmez" buyurmuştu... Hakîkaten o vefat etmezden önce, yüzündeki siğili de sönmüştü...
Yine bu cümleden olarak İbn-i Sa'd ve diğerlerinin kaydettiği şu haber de manidardır: Habîb bin Müslime, Medine'ye gelip Peygamberi-miz'i görmek istedi... Arkasından da babası yetişti ve Peygamberimizde hitaben dedi ki: "Bu oğlum, benim elim ve ayağım demektir. Onu yanınızda alakoyub da asker yapmayınız!" Peygamber Efendimiz de onun oğlu Habîb'e hitaben: "Haydi babanla git, o yakında vefat eder, sen de o zaman bana gelirsin" buyurdu. Babası da gerçekten o sene vefat etti." (Habîb, ertesi sene asker olup cihâda iştirak etti.)
İbn-i Sa'd, Asım bir Ömer bin Katâde'den rivayet ediyor: "Amre bint-i Ravâha, bir beze sarmış olduğu çocuğunu, yâni Nûmân bin Beşîr'i alarak, Hz. Peygambere getirdi ve: "Ey Allah'ın elçisi, çocuğumun ileride malının ve çocuklarının çok olması için dua ediveriniz!" diyerek ricada bulundu... Peygamberimiz de ona verdiği cevapta buyurdu ki: "Sen onun, dayısı Abdullah bin Ravâba kadar yaşamasına razı değil misin? O Abdullah ki, övülecek bir şekilde yaşadı ve şehîd olarak ölüp cennete girdi!"
Yine îbn-i Sa'd, Müslime bin Muhârib'ten ve başkalarından şu haberi nakletmiştir: "Mervân bin Hakem'in hilâfeti zamanında Merc-i Râhit Savaşında Dahhâk bin Kays öldürüldüğü zaman, Nûman bin Beşîr Humus tan kaçmak istedi. Kendisi, buranın valisi idi... Mervan'a muhalefet etmiş ve Abdullah bin Zübeyr için çalışıp davette bulunmuştu... Kaçınca Humuslular peşine düşüp onu yakaladılar ve katlettiler. Peygamber Efendimiz ise bu hususta; "...Şam ehlinden bir münafığın onu öldüreceğine dâir" işarette bulunmuştu..."
Müslim'in Ebû Hüreyre'den rivayetine göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ümmetimin son zamanlarında bazı insanlar zuhur eder ve bunlar, sizlerin ve sizlerin atalarının hiç duymadıkları şeyler konuşurlar... Bunlar, müthiş yalancılardır! Bunların zararından ve saptırmasından son derece sakınınız!"
îbn~i Adiyy ve BeykakVnin rivayetinde de: "tblîs, sokak sokak dolaşıp: "Bana falanca da şu hadîsi rivayet etti" diyerek hadîs rivayet etmeye kalkışmadıkça, kıyamet kopmaz!" buyurulmuştur..."
îbn-i Adiyy ve Beyhakî, îsâ bin Ebu Fâtıma el-Fizârî'den nakleder. O demiştir ki: "Bir gün ben, Mescid-i Haram'da bir üstadın yakınında oturuyordum. O bana hadîs yazdırıyordu ve: "Bana el-Şeybânî rivayet etti" dedi. Baktım, onun yanında birisi var, o da: "Bana el-Şeybânî rivayet etti" dedi. Üstad: "Bana el-Şeybânî el-ŞaTrî'den rivayet etti" dedi. Yanındaki adam ise: "Bana el-Şa'bfnin kendisi rivayet etti" dedi. Bu sırada üstad: "O da el-Hâris'ten rivayet etmiştir" dedi. Yanındaki adam ise: "Vallahi ben, el-Hâris'in kendisini gördüm, bana bizzat kendisi rivayet etti" diyerek and içti. Üstad: "El-Hâris ise Ali'den naklet-miştir" dedi. Yanındaki adam ise: "Vallahi ben Ali'nin kendisini gördüm ve onunla Sıffîn savaşına katıldım!" diyerek yemin etti. Ben bu durum karşısında hayret edip, hemen Allah'a sığındım ve Ayete'l-Kürsfyi okumaya başladım. "Velâ yeûdühû hıfzuhümâ" kısmına gelip bunu da okuduğum zaman, baktım ortalıkta birşey kalmamıştır. Yâni bana musallat olup yanıltmaya çalışan tblîs, kayıplara karışmıştır."
tmrân bin Husayn'dan Müslim rivayet ediyor, O şöyle demiştir: "Resûlüllah (s.a.v.) buyurdu: "Sizin en hayırlılarınız, benim asrımda o-lanlannızdır! Sonra, benim asnmdakilere yakın olanlardır, sonra da bunlara yakın olanlardır. Bunlardan sonra ise Öyle adamlar gelecektir ki, hıyanet edip emniyetten eser bırakmayacaklar, şahitlik etmeleri is-tenilmediği halde şahitlik edecekler, adayacaklar fakat adaklarını yerine getirmeyecekler... Çokça yiyip bol kilo almak ve şişmanlamak ise, onlarda moda olacak... (Halbuki mü'min birtek karnını doyurmak için yer. Münank ise, yedi karnım doyurmak için yer.)
BeyhakVnin Ebû Nadra tarikiyle Ebû Hüreyre'den rivayeti şöyledir: "Peygamber Efendimiz, bir gün karşılaştığı bazı kimselere hitaben: "Sizin içinizden en son vefat edecek olan kişi, ateş içerisinde ölecektir" buyurdu. Bunların içinde Semura bin Cündüb de vardı. Ebû Nadra demiştir ki: Gerçekten bunların en son vefat edeni, Semura olmuştur."
Hafız Abdürrezzâk'ın rivayetine göre, bunlar üç kişi olup: Ebû Hüreyre, Semura ve diğer bir adam,.. Bu üçüncü adam, adı geçenlerin her ikisinden önce vefat etmiştir. Bu yüzden birisi eğer Ebû Hüreyre'yi kızdırmak isterse: "Haberin var mı, Semura vefat etti" deyi verirmiş... Ebû Hüreyre de bunu duyunca ateş içinde ölmek korkusuyla bayılıp düşermiş... Sonunda Ebû Hüreyre de Semura'dan önce vafet etti."
Ibn-i Asâkîr'in Muhammed bin Sîrîn'den nakline göre, yukarıda geçen, (Peygamberimiz'in önceden haber verdikleri veçhile) Semura bin Cündüb'ün vefatı da şöyle olmuştur: Bir gün Semura, Arapların Gezâz Hastalığı dedikleri puntaya tutulmuş... Aşırı derecede üşütmekten tir tir titriyormuş. Titremekten adetâ yerinde duramaz olmuş ve büyük bir kazanın su ile doldurulmasını ve altında kuvvetli ateş yakılmasını emretmiştir. Derhal onun bu emrini yerine getirmişler. O da suyu kaynamakta olan bu kazanın üzerine bazı şeyler koydurup oturmuş, kendisini şiddetle kaynamakta olan suyun buharına vermiş... Böylece ısınıp titremekten kurtulmak istemiş... Derken kazanın üst tarafına konulan şeyler ansızın çökmüş, Semura da kazanın içine düşerek ölmüştür."
Taberânî ve diğer bazıları, RâfV bin Hudeyc'in şöyle dediğini kaydeder: "Raccâl bin Anfüve adındaki zâtın, başkalarını imrendirecek derecede devamlı Kur'ân okumakta ve okuyuştaki huşûda pek acâib bir hâli vardı. Hayırlı işlere koşturmakta da şaşılacak bir durumda görülürdü. Bir gün bizler bâzı arkadaşlarla oturuyorduk. Raccâl de yanımızda oturmakta idi. Derken Peygamber Efendimiz çıkageldi ve buyurdu ki; "Şu topluluktan birinin yeri ateştir!11 Bunun üzerine ben, oradaki insanların tamamını tanımak istedim, baktım: Ebû Hüreyre, Ebû Ervâ, Tufeyl bin Amr ve Raccâl bin Anfüve var... Hepsine dikkatle baktım, hayretler içinde kaldım ve kendi kendime: "Acaba bu şakı adam kimdir ki?" demekten kendimi alamadım. Ben, Resûlüllah Efendimizin vefatından sonra Hanîfe Oğulları'na döndüm. Orada Raccâl in ne yaptığını sordum. Aldığım cevab: "Onun, fitneye kapıldığı, Resûlüllah'ın a-leyhine ve Müseylime'nin lehine şehâdette bulunduğu..." merkezinde oldu. Bu sefer de, yine kendi kendime dedim ki: "Elbette Allah Resûlü'nün buyurduğu haktır!"
Seyf bin Ömer rivayet eder: Farrât bin Hayyân Ebû Hüreyre ve Raccâl, Resûlüllah'm yanından çıktılar... Bu sırada Resûlüllah: "Bunlardan birinin yeri cehennemdir ve onun iki omzu üzerinde hâin bir kafa vardır!" buyurdu. Sonunda Raccâl, Müseyleme'ye katıldı. Bu haber geldiği zaman, Ebû Hüreyre ile Farrât sevinçlerinden secdeye kapandılar."
Hâkim ve Beyhâkl, Velîd bin Ukbe'nin kendisinden şöyle nakleder:
"Resûlüllah (s.a.v.) Mekke'yi fethettiği zaman, Mekke halkı çocuklarını alıp getirdiler. Resûlüllah da onların başlarını meshedip haklarında hayır duada bulundular... Bu sırada anam da beni, başıma kokular sürerek Rasulullah'a götürdü. Fakat Rasulullah benim başıma meshetmedi ve bana hiç dokunmadı..."
Beyhakî bu hususta der ki: "Şüphesiz bu, Velîd hakkındaki ilâhî takdir icâbı ve bunu yüce Allah'ın Resûlü'ne bildirmiş olması neticesi o-larak böyle olmuştur. Ve daha sonraki Velîd'e âit haberler de bunu te'yîd eder mahiyette olmuştur.. Târihen bilindiği gibi, Velîd Hz. Osman'ın valisi idi ve bu sırada içki içmekle tanınmıştı... Namazı da son derece geciktirmiş olarak (ve bâzan da sarhoş olarak) kıldınrdı... Hz. Osman'ın öldürülmesine kadar varan fitnelerin çıkış sebeplerinden biri de, şüphesiz yine bu Velîd idi..."
Hâtib, Ruvâtü Mâlik adlı eserinde Ebû Seleme bin Abdurahmanhn şöyle dediğini nakleder: "Bir gün, Selmân-ı Fârisî, Suheyb-i Rûmî ve Bilâl-i Habeşî'nin de bulundukları bir topluluk, oturmuş konuşuyorlardı... Derken bu topluluğun bulunduğu yere Kays bin Metâta da geldi... Öfkeyle oradakileri süzdükten sonra şöyle konuşmaya başladı: "Evs ve Hazrecin (Medinelilerin) Muhammed'e ve diğer kendilerinden (Araplardan) olan adamlara sahip çıkıp yardım etmelerini anladık... Peki şu Arap olmayan adamlara ne oluyor? Bunlara niçin sahip çıkılıp yardım ediliyor?"
Orada oturanların içinde Muaz da vardı. Muâz derhal ayağa kalkarak Kays bin Metâta'nın yakasından tutup doğruca Peygamberimiz'e götürdü ve onun söylediklerini O'na haber verdi. Peygamber Efendimiz ise bundan çok öfkelendi ve cübbesini sürüyerek doğruca Mescid'e gitti... Sonra da "namaz toplayıcıdır" diye nida olundu... Ashâb da bunun üzerine Mescid'e toplandılar. Peygamberimiz ise Allah'a hamd ü sena ederek kısa bir hutbe irâd ettiler... Buyurdular ki: "Ey insanlar! Rabbimiz, bir tek Rab'tır, hepimizin atası da Hz. Adem'dir! Dînimiz de birdir... A-raplık dediğiniz şey ise, ne sizlerin anası, ne de babasıdır... Bu, konuşulan bir lisandan ibarettir... Her Arapçayı konuşan Araptır..."
Bu sırada Muaz bin Cebel, kılıcını eline almış duruyordu... Hz. Peygamber'e sordu: "Ey Allah'ın Resulü, bu münafık hakkında ne buyürürsünüz, onun başını vurayım mı?" Hz. Peygamberdin cevâbı ise: "Bırak onu, onun cehenneme yolu var!" oldu."
. Gerçekten de Hz. Peygamber'in vefatından sonra yüz gösteren ir-tidâd olaylarının içinde bu adam da vardı. Sonunda mürted olarak öldürüldü.
Beyhakî ve Ebû Nuaym, Abdü'l-Muttalib'in oğlu Abbas'tan rivayet eder: "Ben oğlum Abdullah'ı Peygamber Efendimiz'e göndermiştim, işini görüp dönecekti... Gittiğinde Peygamberimizin yanında bir adam görmüş ve birşey demeden dönüp gelmiş... Sonra Hz. Peygamber beni gördüğü zaman ben kendisine: "Ey Allah'ın Resulü, oğlum Abdullah'ı bir iş için size göndermiştim. O da yanınızda bir adam gördüğü için bir şey demeden dönüp gelmiş" dedim ve bunu, sırf O'nun yanındaki adama saygısından böyle yapmış olduğunu da haber verdim. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Demek o, O'nu görmüş mü?" dedi. Ben de "evet" dedim. O da: "Onun gördüğü Cebrail idi. Abdullah, sonunda gözleri âmâ olmadan ölmez ve mutlaka kendisine çok geniş bir ilim de yerilmiş olacaktır" buyurdu.
Ebû Nuaym ise, îbn-iAbbas'ın kendisinden şu haberi nakletmiştir; Bir gün Peygamber (s.a.v,) bana dedi ki: "Ey Abdullah, sonunda senin gözlerin âmâ olacaktır." Nitekim de öyle oldu. Yine bir defasında Hz. Peygamber bana: "Gün gelecek, suya batacak ve Ölümden döneceksin!" buyurmuştu. Nitekim gün geldi ben, Taberiye gölüne düşüp ölümden döndüm. Bir defasında da Hz. Peygamber bana, fitneden sonra bir hicret yapacağımı söylemişti. Öyle ümid ediyorum ki bu işaret buyurulan hicret de, Ali bin Ebû Talib'in oğlu Muhammed bin Hanefi'ye'ye olan hicre-timdir. Böyle söylemekle bir yanlışım varsa, Allah beni affetsin. Ali ile oğlu Muhammed'den de Allah razı olsun!"
Beyhaki ve Hakim, Ebû Hüreyre'den rivayetle Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler:
"Yahudiler yetmiş bir (veya yetmiş iki) fırkaya ayrılmışlardır. Nâsâra (hıristiyanlar) ise, yetmiş iki fırkaya bölündüler. Benim ümmetim de, yetmiş üç fırkaya bölünür. (Pek çok gurup ve partilere ayrılır.)
Yine Bakim ve Beyhaki'nin Muâviye'den rivayetlerine göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bizden önceki kitap ehli, dinlerinde yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Şu benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır (ki bunlar hevâ ve bid'at fırkaları olacaktır). Bunların hepsi cehennemdedir. Ancak bir tanesi müstesnadır. Bu ise, cemâattir (yâni sünnet ve cemâat ehli olan müslümanlardır). Yine benim ümmetim i-çinde öyle kavimler bulunacaktır ki, kuduz hastalığına yakalanan bir kişinin bu hastalık nasıl bütün vücuduna işleyip yayılırsa, benim sünnetime aykırı.olan bid'atler de bu kavimlerin bütün vücuduna işleyip yayılacaktır. Öyle ki, vücudlarında bid'atin nüfuz etmediği ne bir damar kalır, ne de bir mafsal."
Yine Beyhaki ile Hakim, îbn-i Ömer'den rivayet ediyorlar. O şöyle demiştir: "Resülüllah buyurdu: "îsrâil oğullarına gelen hastalık ve kötülükler, benim ümmetim üzerine de gelecektir. Hatta onlardan biri, bir mahremine alenen zina etmiş olsa, onları taklit ederek bunu işleyen ümmetim içinde dahi bulunacaktır. Isrâü oğulları yetmiş bir fırkaya ayrılmış idi. Benim ümmetim ise, yetmiş üç fırkaya (daha çok guruplara) ayrılacaktır. Bu fırkaların biri müstesna, diğerleri hep cehennemdedir!"
Peygamberimizin böyle buyurması üzerine, müstesna olan (cehennemde olmayan) bu fırkanın kimler olduğunu sordular. Peygamber Efendimiz de onlara verdiği cevabda aynen şöyle buyurdular:
"Onları cehennemden kurtarıp cennete götüren şey; şu anda benim ve ashabımın üzerinde bulundukları şeydir! (Kitap ve Sünnet'e dayalı, bid'at ve hurafe karışmamış olan dindir) islâm'dır!"
(Yine Beyhaki ile Hâkim'in Amr bin Avf tan bir rivayetleri olup, o da bu mealdedir. Yalnız bu ikisiyle beraber Bezzâr'ın İbn-i Abbas'tan bir rivayetleri daha bulunmaktadır. Bu rivayet dahi aynı mealde ise de, bunun sonunda; "...Hatta onlardan biri keler deliğine girse, siz dahi gireceksiniz" buyurulmuştur.)
Taberani El-Evsat'ında güzel bir senedle El-Müstevrid bin Şeddât'tan şu haberi nakletmiştir: Resülüllah (s.a.v.) buyurdu:
"Şu ümmet, evvelkilerin sünnetlerinden (âdetlerinden) hiçbir şey bırakmaz, hepsini yapar!"
Yine Taberani, Avf bin Mâlik'ten şu haberi nakletmiştir. Yâni Avf şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.) buyurdu; "Benim şu ümmetim, yetmiş üç fırkaya ayrılıp da yetmiş ikisinin cehennem yolunu, bir tanesinin de cennet yolunu tuttuğu zaman, acaba sizlerin hali ne olacaktır?"
Ben bunun üzerine dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, bu buyurduğunuz ne zaman olacaktır?" İşte benim bu sorum üzerine Hz. Peygamber'in cevabı da şöyle olmuştur:
"Zabıta ve emniyet memurlarının çoğaldığı, cariyeler iş başına geçtiği (veya söz sahibi olduğu), zayıf ve ehliyetsiz kimselerin kürsi ve minberleri işgal ettiği, Kur'an musiki kabul edildiği, mescidîer aşırı bir şekilde süslendiği, minberler fazlaca yükseltildiği, "devlet malı deniz, yemeyen domuz" tekerlemesine uyulduğu, zekât bir haraç addedilip verilmek istenilmediği; emânetler, ele geçirilmiş bir ganimet sayıldığı, din ilminin AJlah rızasının dışında başka maksat ve gayelerle tahsil edildiği zaman... Aynı zamanda kişinin karısına itaat edip anasına itaatsizlik gösterdiği, babasını kendisinden uzaklaştırdığı, birtakım arkadaşlar e-dinip onları kendisine yaklaştırdığı ve şu ümmetten son gelenlerin ilk gelenlere lanet ettiği zaman... Yine bir kabile veya millete en kötüsü hükmettiği, en alçak adama en mühim işlerin danışıldığı veya emanet edildiği, kişiye sırf şerrinden korkulduğu için itibâr ve ikram edildiği zaman... îşte bütün bu söylediklerim meydana geldiği 2aman; daha önce haber verdiğim husus da meydana gelecektir ve o zamanın insanları, kendilerine iyi bir yer arayıp Şam'a sığınacaklardır." Bunun üzerine ben: "Şam fethedilecek mi?" diye sordum. Efendimiz de: "Yakında fethedilir, fethinden sonra da fitneler sökün eder" buyurdular."
Hâkimin Ebû Hüreyre'den rivayetine göre, Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde de şöyle buyurmuştur: "Sizler, sizden evvelkilerin sünnetlerine (âdetlerine), kulacı kulacına ve karışı karışına uyacaksınız! O derece ki onlar kertenkelenin deliğine girseler, onları takliden siz de gireceksiniz."
Bunun üzerine oradakilerden biri sordu: "Ey Allah'ın Resulü, "sizden evvelkiler" derken, acaba yahudiler ile nasranileri mi kastediyorsunuz?" Peygamber Efendimiz de: "Başka kimler olacak?" diyerek karşılık verdi."
Buharı ve Müslim, Ebû Said el-Hudri'den rivayet ederler: "Ben Peygamberin (s.a.v.) yanında oturuyordum. O, orada bulunan bazı kimselere ganimet malım taksim ediyordu. Derken oraya Zülhuvaysıra denilen adam geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü, malı adaletle dağıt!" diyerek çıkıştı. Peygamber Efendimiz de kendisine: "Yazık sana, ben adalet etmezsem, kim adalet edecek?" diyerek karşılık verdi. Ayrıca: "Şayet ben adalet etmeyecek olursam, bir peygamber olmama rağmen büyük bir zarara ve hüsrana düşmüş olurum!" diye ilâve etmeye de lüzum gördüler. Bunun üzerine Ömer: "Bana izin ver de şunun boynunu vurayım!" diyerek izin istedi. Resülüllah Efendimiz ise: "Bırak yâ Ömer, bunun bazı arkadaşları olacak, onların namaz ve oruç gibi ibadetlerinin çokluğu yanında, sizler kendi oruç ve namazlarınızı az bulacaksınız. Buna rağmen okudukları Kur'an, gırtlaklarından aşağıya inmeyecektir. Okun yaydan fırlayıp uzaklaştığı gibi de islâm'dan uzaklaşacaklardır. Onların içinde siyah bir adam bulunacak, bu adamın bir kolunda kadınların memesi gibi bir şişkinlik bulunacak ve bu şişkinlik, bir insan kalbi gibi devamlı atıp duracak. Bunlar, insanların bölündüğü sırada meydana gelecektir."
Bu hadisi rivayet eden Ebû Said der ki: "Ben, bütün bunları aynen Resülüllah Efendimiz'den duyduğuma şahitlik ederim! Yine ben şahid-lik ederim ki: Ali bin Ebû Talib ile birlikte biz onlarla savaştık. Ben, bu sırada Ali'nin yanında idim. Ali, bu işareti taşıyan adamın yanına getirilmesini emretti. Arayıp getirdiler. Aynen Peygamberimizin haber verdiği gibi, siyah bir adamdı ve bir kolunda kadın memesi gibi devamlı deprenen bir şişkinlik vardı."
Ebû Yâlâ'mn rivayetine göre, Ali: "Bu adamı tanıyan var mıdır?" diye sormuş, içlerinden biri: "Bu adamın adı Harkus'tur. Anası da buradadır" demiş. Anasını çağırıp: "Bunun babası kimdir?" diye sorulduğunda, şu cevabı vermiş: "Ben, bunun babasının kim olduğunu bilmiyorum. Vaktiyle Rabze taraflarında koyun güderken, karanlık gibi bir şey üzerime çöktü. Ben buna işte o şeyden hâmile kaldım" karşılığını vermiştir.
Müslim Ebû Said'den rivayet ediyor. Bu rivayete göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Müslümanların iki büyük fırkaya ayrılması sırasında Mârika (Hâriciler) çıkar, bu iki fırkadan hakka daha yakın olan taraf, Mârika ile savaşır."
Yine Müslim'in Abide'den şöyle rivayeti var: "Ali, Nehrevân'da Hâriciler ile savaşı bitirdikten sonra: "Bunların içlerini iyice araştırın. Eğer gerçekten Resülüllah Efendimiz'in haber verdiği kimseler iseler muhakkak aralarında eli noksan olan bir adamın bulunması lâzım. A-raştırıp o adamı bulunuz!" dedi. Araştırdılar ve o adamı bulup getirdiler. Ali onu görünce derhal "Allahü Ekber!" diyerek tekbir getirdi. Bunu üç defa tekrarladıktan sonra: "Vallahi sizlerin şımaracağınızdan korkma-sam, bunlarla (Hâricilerle) savaşanlar hakkında yüce Allah'ın ne kadar büyük mükafatlar vadettiği hakkında Resülüllah Efendimiz'den duyduklarımı sizlere anlatmak isterdim" dedi. Ben de onun böyle söylemesi üzerine: "Sen bütün bunları Resülüllah1 tan mı duydun?" diye sordum. Ali de: "Evet, Kabe'nin Râbbi'ne yemin ederim, Resülüllah'tan duydum!" karşılığını verdi ve bu yeminini, üç defa da tekrarladı."
Hâkim'in rivayetine göre de Sâid bin Cemhân şöyle demiştir: "Ben, Abdullah bin Ebû Evfâ'nın yanına gitmiştim. O bana: "Baban ne oldu?" diye sordu. Ben de: "Hâriciler'in bir kolu olan Ezârika öldürdü" dedim. Abdullah bunun üzerine öfkelenerek: "Allah onlara lanet etsin! Peygamber Efendimiz onların "cehennemin köpekleri" olduğunu bildirmişti" diyerek konuştu."
Bezzâr, Ebû Yâlâ, Hâkim ve Zevâidi'l-Müsned adlı kitabında Abdullah bin Ahmed, Ali (r.a.)'den şu haberi rivayet etmişlerdir: Peygamber (s.a.v.) bana hitaben buyurdu: "Ey Ali, sende Isâ Peygamber'in haline bir benzerlik bulunmaktadır. Şöyle ki: Yahudiler ona o kadar kızdılar ki, sonunda onun anasına iftira etmekten kendilerini alamadılar. Nasrâniler de ona o kadar muhabbet duydular ki, onu haddi olmayan bir mertebeye (tanrılık mertebesine) çıkardılar."
işte Hz. Ali, Peygamberimiz'in bu hadisine dayanarak dermiş ki: "Haberiniz olsun, benim hakkımda iki fırka muhakkak helak olacaktır! Bunlardan birisi, beni aşırı derecede seven fırka, diğeri de bana aşırı derecede kızan fırkadır. Beni aşırı seven fırka, bana bende olmayan bir sıfatı yakıştırıp (Ali ilâhtır) diyerek helak olacaktır. Diğeri ise, bana iftira edip kâfirliğimi iddia edecek ve bu yüzden helak olacaktır."
îmam-ı Ahmed, İbn-i Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde buyurdular ki: "Benim şu ümmetimde, insan üzerinde bir şekil değişimi olacaktır. Haberiniz olsun bu, kaderi yalanlayanlar ile zındıklığa kaçanlar üzerinde olacaktır."
Ahmed sahih bir senedle Abdullah bin Ömer'den şu merfu haberi nakletmiştir: "ileride ümmetim içinde mesh ve kazf (insanlar üzerinde şekil değişikliği, büyük bir yer patlaması ve göçmesi) gibi olaylar olur! Bu olaylar, islâmı görünüşte savunup da aslında zındıklığa sapan kimseler üzerinde tecelli eder."
Taberâni de Ebû Mûsâ el-Eşari'den şu merfû haberi nakletmiştir: "Benim ümmetim, kaderi yalanlamadıkları müddetçe İslama sımsıkı sarılmış olurlar. Kaderi yalanladıkları zaman da, helak olma zamanları gelmiş olur."
İbn-i Ebû Şeybe ile Beyhaki'nin verdikleri habere göre, Yezid bin Esam şöyle demiştir: "Meymûne validemiz, bir gün Mekke'de rahatsızlandı ve hemen kendisinin Mekke dışına çıkarılmasını istedi ve bu hususta dedi ki: "Ben Mekke'de ölmem. Zira Resülüllah bana, Mekke dışında vefat edeceğimi söylemiştir." Tabii bunun üzerine kendisini alıp Mekke dışındaki Sörf denilen yere götürdüler. O da orada vefat etti."
Bey haki, Mikdâd bin Mâdikerb'ten rivayet eder. 0, Resülüllah'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Unutmayınız, bana kitap ve bir de onun misli kadar (hadisler) verildi. Fakat yakında öyle adamlar gelir ki, karnını iyice doyurmuş olarak koltuğuna kasılır ve der ki: "Siz Kur'an'a bakınız! Kur'ân'da helâl olanı helâl olarak alınız. Haram olanı da haram olarak alınız, gerisini bırakınız! -Hadis'e, sünnete aldırış etmeyiniz-"
Yine Beyhaki ile Ebû Davud'un, Ebû Rafı den rivayetlerine göre, bu hususta Peygamber (s.a.vj bir hadislerinde de şöyle buyurmuştur: "Çok geçmez sizden biri koltuğuna kasılarak oturur. Kendisine benim emir veya yasaklarımdan biri haber verildiği zaman, bunu kabul etmeye yanaşmaz ve: "Biz, böyle bir şey bilmiyoruz. Biz, Kur'an'da ne bulduksa ona tâbi oluruz!" diyerek karşılık verir."
Buhari ile Müslim'in yine bu konuda Aişe'den rivayetleri ise şöyledir: "Peygamber (s.a.v.) Al-i Imran Sûresi'nin: "Kitabı sana O indirdi. Onun bazı âyetleri muhkemdir, bunlar kitabın anasıdır. Bazı âyetleri de müteşâbihtir (birbirine benzer ve çeşitli anlamlar taşır). Kalblerinde eğrilik olanlar ise, fitne çıkarmak ve kendilerine göre tevil etmek (yorumlamak) için, bu müteşabih âyetlerin peşine düşerler" mealindeki yedinci âyetini okudu ve sonra şöyle buyurdu: "Eğer sizler, Kur'an'm müteşabih âyetlerinin peşine düşerek mücadele edenleri görürseniz, biliniz ki böylelefi yüce Allah'ın demin okuduğum âyetiyle haber verdiği kimselerdir. Şahsi yorumlarıyla İslâm'da fitne çıkarmak isteyen kimselerdir. Bunlardan sakınınız."
Eyyûb-i Sahtiyâni hazretleri derdi ki: "Ben, şahsen ehl-i bid'attan olup da Kur'an'm müteşabih âyetlerinin peşine düşerek, bunları esas alarak mücadele etmeyenim hiç görmedim. Dikkat ediniz, benim tesbit ettiğim hususu, sizler de aynen görebilirsiniz."
Taberâni ve Bey haki, Ebû Zeyyâd el-Sekafi'nin torunu Muhammed bin Yezid'den nakleder. O demiştir ki: Kays bin Hırşe, Peygamberin (s.a.v.) huzuruna geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü, senin Allah'tan getirdiğin şeyler üzerine ve dâima hakkı söyleyeceğime söz vererek sana biat etmek istiyorum!" dedi. Peygamberimiz de kendisine: "Ey Kays, ihtimaldir ki benden sonra bazı adamlar ve durumlarla karşı karşıya gelirsin de, onlara karşı hakkı söylemeye güç yetirememiş olabilirsin!" buyurdu. Kays ise, ne üzerine biat ederse, o hususta mutlaka vefalı olacağına yemin etti. Peygamberimiz de kendisine: "O halde sana hiçbir beşer zarar veremez" buyurdu.
Kays, Zeyyâd bin Ebû Süfyan'ı ayıpladığı gibi, bunun oğlu Ubey-dullah'ı da acı acı tenkit ederdi. Bu tenkitlere vâkıf olan Ubeydullah, a-damlarından birini göndererek Kays'ı yanma getirtti ve ona: "Allah'a ve O'nun Resûlü'ne iftira eden sen misin?" diyerek çıkıştı. Kays, hiç istifini bozmadan: "Hayır ben değilim, fakat sen istersen, onun kim olduğunu sana söylerim!" dedi ve arkasından: "O, Allah'ın kitabı ve Resülü'nün sünneti ile ameli terkedendir" sözünü de ilâve etti. Ubeydulîah: "Peki o kimdir?" diye sordu. Kays da hiç çekinmeden: "Sen, senin baban ve size emir veren kişidir!" cevabını verdi. Sonra kendisini alamayıp: "Hem söyler misin, ben Allah'a ve Resülü'ne ne gibi bir iftirada bulunmuşum?" dedi. Ubeydullah da: "Hiç bir beşerin sana zarar veremeyeceğini iddia edermişsin" dedi. Kays bunun üzerine "evet" dedi. Ubeydullah ise, iyice gadaba gelerek: "Şimdi nasıl yalan söylediğini görürsün sen!" diye konuştu ve: "Derhal bana işkenceciyi ve bütün işkence aletlerini getiriniz!" diye bağırdı. Bunun üzerine Besmele ile hemen yere uzanan Kays, oracıkta ruhunu teslim ediverdi. Gerçekten de kendisine bir zarar veremedikleri gibi, şaşırıp kaldılar."
Hâkim ve Ebû Nuaym Enes'ten rivayet ederler: Peygamber (s.a.v.) Ensar'a hitaben buyurdu: "Benden sonra sizler, bazı bencilliğe kapılan insanlar tarafından haksızlığa uğrayacaksınız. Işde ve bölüşme hususunda sizleri arkaya iteceklerdir. Sizler, Havuz başında bana kavuşuncaya kadar sabrediniz."
Hâkim'in Muksim'den rivayetine göre, birgün Ebu Eyyub el-Ensâri Muaviye'ye gidip bir hacetinden bahsetmiş. Muaviye ise kendisine kötü davranmış ve başını kaldırıp da onun yüzüne bakmamış. Bunun üzerine, bu gibi durumlarla karşılaşacaklarını Hz. Peygamber'in kendilerine vaktiyle haber verdiğini söyleyen Ebû Eyyub'a karşı, Muaviye şu soruyu yöneltmiş: "Peki size ne ile emretti?" Ebû Eyyub: "Havuz başında kendisiyle buluşuncaya kadar sabır etmemizi emretti" demiş. Muaviye de: "Öyleyse sabrediniz!" karşılığını vermiş. Neticede öfkelenen Ebû Eyyub, ölünceye kadar Muaviye ile konuşmayacağına dâir yemin ederek oradan ayrılmıştır."
Hâkim, Ebû Hüreyre'den yaptığı bir rivayette, Hz. Peygamber'in Ebû Hüreyre hakkında: "Ebû Hüreyre, ilim dağarcığıdır!" buyurduğunu bildirmiştir."
îbn-i Sa'd'ın îbn-i Ömer'den olan rivayeti ise şöyledir: "Bizim içimizde Ebü Hüreyre, Peygamber Efendimiz'i en iyi tanıyanımız, O'nun hadisini de en iyi bilenimizdir!"
Hâkim'in rivayetine göre, Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Bir gün Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:
"Ümmetimin içinde öyle insanlar bulunacaktır ki, onlar, beni görmek uğrunda mallarını ve ev halkını feda edercesine can atacaklardır. Beni, can ve mallarından daha çok seveceklerdir,"
îbn-iAdiyy, Dârekutni ve îbn-iAsâkir'in Muaviye'den rivayetlerine göre, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlar: "ileride öyle bir kavim gelecektir ki, onlara ihsâ (hadımlaştırma) isabet edecektir. O zavallılara, hayır ve iyilikle muamele ediniz!" (Böyle bir kötülüğü yapmayınız)."
Müslim, Ebû Hüreyre'den şu haberi nakletmiştir: Resülüllah buyurdu: "Yakında Öyle insanlar gelecektir ki, bunların ellerinde sığır kuyruğu gibi kamçılar bulunur. Güya emniyeti te'min ediyoruz, diyerek Allah'ın kullarına zulmederler. Bu yüzden Allah'ın gadabına uğrarlar."
Müslim Ebii Hüreyre 'den şu haberi nakletmiştir: Peygamber (s.a. v.) buyurdu: "Ümmetimden iki sınıf cehennemliktir. Ben bunları henüz görmüş değilim. Bunlardan biri, ellerinde sığır kuyruğu gibi kamçılar bulundurup Allah'ın kullarını dövenlerdir. Diğeri de, giyinik oldukları halde çıplak olan (çıplak sayılacak şekilde giyinen) bazı kadınlardır. Bu kadınlar, erkeklerin ilgi ve kalblerini çekmek için başlarını deve hörgücü gibi yaptırıp çalımlı çalımlı (sükse yaparak) yürürler."
Hafız Ebû Nuaym, yukarıdaki hadisle ilgili bir açıklama yaparak ve kendi zamanına kıyaslayarak demiştir ki: "Bu hadisde durumlarından bahsedilen kadınların, Irak'taki şarkıcı kadınlar olduğunu söyleyenler olmuştur. Zira bu kadınlar, başlarına büyük ve yuvarlak başlıklar koyup bürgülerini de bunun üzerine atarak deve hörgücü gibi bir manzara arzederler."
Hâkim'in Ebû Hüreyre'den rivayetine göre, peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Hicaz'dan büyük bir ateş çıkmadıkça kıyamet kopmaz. Bu ateş, tâ Busrâ demlen yerdeki develerin boyunları görülecek kadar yüksek ve ışıklı olacaktır."
Yine Hâkim Ebû Zerr'den şu hadîsi rivayet eder: "Biz bir seferde Peygamber Efendimiz'le beraber idik. Dönüşümüz sırasında içimizden bazıları Medine'ye bir an önce girebilmek için acele ettiler. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdular: "Bunlar yakında Medine'yi en güzel bir şekilde bırakmışlarken, onu yırtıcı kuşlar ve hayvanlar işgal eder. Bilemiyorum, Verkan dağından fışkıracak olan ateş, ne zaman fışkıracaktır. Bu ateş çıktığı zaman, Busrâ1 daki develerin boyunlarını aydınlatacaktır."
Ben bu hususta derim ki: Bu ateş, hicretin 654. yılında çıkmıştır.
Ebû Nuaym'ın Huzeyfe'den rivayet ettiğine göre, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Yakın bir gelecekte doğuda iki nehir arasında büyük bir şehir kurulur. Yeryüzünün hazine ve defineleri oraya akar. Orada insanların en şerlileri otururlar. Bunlar kılıçla şiddetli bir azaba uğradıktan sonra, Allah bu şehri batırır."
Ben derim ki: Bu şehir (yâni Bağdad), gerçekten ikinci asırda yapıldı ve yedinci asırdaki Tatar istilasıyla da en şiddetli bir azaba maruz kaldı. Allah tarafından yere batırılması ne zaman olur, bunu bilemeyiz. -Suyûtî-
Buhari ve Müslim, Mâgirâ bin Şâbe'den rivayetle Peygamber'in (s.a.v.) şu hadisini bildirirler:
"Allah'ın emri gelip kıyamet kopuncaya kadar ümmetimden bir taife, dâima hak üzere bulunacaktır!"
(Taberâni'nin ve sahihtir kaydıyle Hâkim'in Ömer (r.a.)'den rivayetleri de, aynen bu mealdedir.)
Ahmed ve sahihtir kaydiyle Hâkim, Câbir bin Semura'dan bir hadis rivayet ederler ki, bu da şu mealdedir: "Kıyamete kadar bu dini dimdik ayakta tutmak için mücadele eden bir müslüman cemâat muhakkak bulunacaktır."
Hafız Bezzar'ın da Ebû Hüreyre'den rivayetine göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şu din-i mübin üzerinde devamlı sebat ve mücadele veren bir müslüman topluluk, dâima bulunacaktır ve bunlara, muhalefet edenlerin muhalefetinden bir zarar dokunmayacaktır. Bu böylece, tâ kıyamete kadar devam edecektir."
Hâkim, Ebû Hüreyre'den şu haberi nakleder: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Şüphesiz Allah, şu ümmete her yüz senenin başında onun dinini tecdid edecek bir müceddid gönderecektir."
Abdullah bin Ahmed'in Zevaidü'l-Müsned adlı kitabında, Mus'ab bin Cüsâme'den bir rivayet var. Bü rivayete göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur; "Bir gün gelecek, insanlar ümmetim için en büyük fitne olan Deccâl'i unutacaklar. Camilerin kürsi ve minberlerinde de imamlar bunu hiç zikretmez olacaklar. îşte böyle bir zamanda Deccâl, ansızın ve beklenmeksizin çıkmış olacaktır."
Ben derim ki: "Şu içinde bulunduğun zamanı bir gözden geçir. Deccâl diye bir fitneyi ananı; kürsi ve minberlerde bunu müslüman halka tebliğ eden bir imam veya mürşidi, acaba görebilir misin? Cevabını ben vereyim: Hiç göremezsin!"
Hâkim, sahihtir kaydiyle Ruveyfi' bin Sâbit'ten rivayet ediyor: "Bir» gün Peygamber Efendimiz, ashabı ile birlikte oturuyorlardı. Derken bir miktar hurma getirip takdim ettiler. Peygamberimiz ve ashabı, bu hurmayı yiyip bitirdiler. Geride hurma çekirdekleri ile hurmanın kötüsü kaldı. Peygamber (s.a.v.) bunları göstererek durumun neye benzediğini sordu ve başkasının birşey söylemesine mahal bırakmadan şöyle buyurdu: "İçinizden iyiler, önce ve sırasıyla gider, geriye de sadece böyleleri (kötüleri) kalır."
Buhari ve Müslim, Huzeyfe bin el-Yemân'dan rivayet ederler. O şöyle demiştir: insanlar, Peygamber Efendimiz'den dâima hayrı sorarlardı. Ben ise, korunabilmek için şerrin ne olduğunu sorardım. Bir gün yine bu maksatla dedim ki: "Ey Allah'ın elçisi, bizler bin câhiliye ve şer içinde yaşıyorduk. Allah bize, bu hayrı ve hidayeti lütfetti. Acaba bu hayır ve hidayetten sonra, yine şer ve cehalet olacak mıdır?" O: "Evet" buyurdu. Ben: "Bu serden sonra yine bir hayır var mıdır?" diye sordum. Efendimiz'in bu soruma cevabı da: "Evet, fakat biraz karışık" şeklinde oldu. Ben yine sordum ve: "Bu karışıklık nedir?" dedim. Peygamberimiz de: "Bazı insanlar gelir. Bunlar, benim sünnetimi ve yolumu bırakarak başkalarının sünnetini ve yolunu alırlar, işte bunlardan, hayrın da, şerrin de meydana geldiğini görürsün" diye cevab buyurdular. Ben, bununla da yetinmeyip: "Ey Allah'ın elçisi, bu karışık hayırdan sonra, yine şer olacak mıdır?" diye sordum. O da: "Evet, hem de insanları cehenneme davet edecekler. Kendilerine uyanları, kendileri gibi cehennemlik edecekler" buyurdu. Ben, bunların kimler olduğu üzerinde bilgi sahibi olmak merakıyla: "Peki, bunlar kimlerdir?" dedim. Allah'ın Resulü, bu soruma da cevap verdiler ve: "Bunlar, bizim cildimizden ve bizim lisanımızı konuşan kimselerdir" buyurdular.
(Bu hadisin devamı şöyledir).
Bunun üzerine ben: "Bana neyi emir ve tavsiye buyurursunuz?" dedim. Efendimiz: "Müslümanların cemaatinden ve imamından sakın ayrılma!" buyurdu. Ben, yine kendimi yenemediğim bir ilgi ve merakla: "Peki ey Allah'ın Resulü, öyle bir zamanda müslümanların bir cemâati ve imamı dahi bulunmaz ise, ne yapmamı emredersiniz?" dedim. Peygamber Efendimiz de: "O günkü fırkaların hepsinden uzak dur! Sana ne kadar zor ve imkansız gibi gelirse gelsin, bu hal üzere tâ ölünceye kadar azim ve sebat et!" diyerek cevab ve tavsiyede bulundular."
tmam-ı Evzai, bu hadisle ilgili olarak der ki: Hadis'de geçen birinci şer, Peygamber'in (s.a.v.) vefatından sonra meydana gelen riddet (dinden dönme) olayıdır.
Beykaki, İbn-i Ömer'den şöyle nakleder: Süleym Oğulları bir gün kendi mâden yataklarından elde edilmiş bir miktar altın getirdiler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "ileride bazı altın madenleri daha bulunacaktır. Fakat buna, insanların şerlileri sahip olacaklardır" buyurdu.
Beyhaki'nin Sevbân'dan rivayet ettiği hadis-i şerif de şöyledir:
"İleride öyle durumlar olacaktır ki, diğer ümmetler sizlerin üzerine, aç kalmış insanların ortaya konulan yiyeceğe üşüştükleri gibi üşü-şeceklerdir."
Peygamberimizin böyle buyurması üzerine, ashabdan biri: "O gün bizler sayı bakımından çok az olacağız da ondan mı?" diye sordu. Efendimiz de: "Hayır, o gün sizler sayı bakımından çok olacaksınız. Fakat i-yice güçten düşüp, selin vadiye getirdiği çör-çöp gibi değersiz olacaksınız. Çünkü Allah, düşmanlarınızın sizler hakkında duydukları korkuyu, onların kalblerinden gidermiş, sizlerin kalblerini de vehen ile doldurmuş bulunacaktır.."
Denildi ki: "Ey Allah'ın Resulü, vehen nedir?"
Resülüllah da buna şu karşılığı verdi: "Vehen, dünya sevgisi ve ö-lümü göze alamamaktır. (Bu yüzden kalblere musallat olan mânevi bir za'f ve hastalıktır.)"
Buharı Ebû Hüreyre'den rivayet eder. Resülüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "insanlar üzerine öyle zamanlar gelecektir ki, kişi elde ettiği mahn, helâl mi, yoksa haram mı olduğunu hiç düşünmeyecektir!"
Buhari ve Müslim, yine Ebû Hüreyre'den rivayet ediyorlar. Resülüllah (s.a.v.) buyurmuş: "Öyle bir gün gelecektir ki, içinizden (müslü-manlardan) biri, beni bir defacık, iki defacık görmeye karşılık bütün malından ve ev halkından vazgeçmeye can atacaktır! (Beni bu kadar çok sevecektir.)"
Yine Ebû Hüreyre'den Müslim rivayet ediyor: Resülüllah (s.a.v.) buyurdu: "Ah, kardeşlerimi görmeyi çok özledim!" Bunun üzerine ashab: "Bizler senin kardeşlerin değil miyiz Ey Allah'ın Resulü?" dediler. O da şöyle buyurdu: "Sizler benim ashabım (arkadaşlarım)sınız. Benim kardeşlerim ise, henüz aramızda bulunmayan (ve fakat beni canlarından daha çok sevecek olan) müslümanlardır."
Beyhakî ve Ebû Nuaym îbn-i Abbas'tan rivayet ederler. O şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Bugün sîzler işitip anlıyorsunuz... Sizden sonrakiler de sizden işitip anlayacaklar... Daha sonrakiler de gelip sizden işitenlerden işitip anlayacaklardır."
Buhari ve Müslim ise, Ebû Bekre'den şu hadîsi rivayet ederler: "Bugün Ben'den burada işitenler bu işittiklerini, burada bulunamamış olanlara tebliğ etsinler! Ümîd edilir ki, kendisine tebliğ edilenlerden bazıları, burada işitenlerden daha iyi anlayıp kavramış olabilirler..."
(Peygamberimiz bu hadîsim, Veda Haccı'nda söylemiş ve ashabından buradaki hutbesinde îrâd buyurdukları islâmî hakikatleri ki bunlar İslâm'ın başlıca esaslarını içeriyordu ve bunlar O'nun ümmetine başlıca vasiyet ettiği şeylerdi, işte bunların burada bulunamayanlara ulaştırılmasını istiyordu... Sevgili Peygamberimiz, bu hutbesini ömrünün sonlarına doğru ve müslümanların en büyük bir cemâat hâline geldikleri bir günde ve yerde irâd etmiş bulunuyordu... Bu bakımdan bu hadîsin ve hutbenin Önemi çok büyüktür.)
îbn-i Mâce ve Beyhakî'nin Ebu Hârûn el-Abedl'den rivayetine göre, ashâb-ı kiramdan Ebû Saîd el-Hudrî, kendisinden ilim öğrenmeye gelenlere karşı büyük bir sevgi ve şefkatle: "Resûlüllah'm (s.a.v.) vasiyeti üzerine merhaba!" dermiş ve bu çok manâlı alâka ve merhabadan sonra da: "Bize Sevgili Peygamberimiz haber verdiler. Buyurdular ki: "Yakında sizlere ilim öğrenmek için etraftan pekçok gelenler olur. Onlar, sizlerin yardımı Ve sıcak ilgisi sayesinde dinlerini öğrenmek isterler... Onlara karşı, çok iyi ve hayırlı bir şekilde davranmanızı vasiyet ediyorum!"
(Bunu bu şekilde, İbn-i Mâce de Ebû Hüreyre'den rivayet etmiştir.)
Buhârî ve Müslim îbn-i Ömer'den şu hadîsi rivayet ederler: "Şüphesiz Allah; kullarına büyük bir lutfu ve nimeti olan ilmi, kullarının kalblerinden söküp alırcasına alıp kaldırmayacaktır. Bilakis Allah ilmi, ilim sahiplerinin tükenmesi neticesinde alıp kaldıracaktır. Allah'ın istediği ve emrettiği şekilde bir tek âlim kalmayınca, insanlar bazı kiîn -seleri kendilerine dînî lider edineceklerdir. Fakat Dunlar aslında câhil kimseler olacaktır. Bundan dolayı da kendilerinin peşinden gelen insanları, delâlete sevkedeceklerdir... Zira insanlar onlara, bunlar âlimlerdir diyerek dinlerine âit meseleleri soracaklar, onlar da bilmedikleri halde fetva vereceklerdir. îşte bu şekilde, hem kendileri sapıtmış, hem de başkalarını saptırmış olacaklardır."
Ebû Nuaym, Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini nakleder: "Resûlüllah (s.a.v.) buyurdu: "İlim, yeryüzünden tâ Süreyya Yıldızına çekilmiş bile olsa, Fârisin evladlarından bazı adamlar onu oradan alıp yeryüzüne indirir ve insanlara Öğretir!"
Müslim ve Beyhakl, îbn-i Sîrîn'den naklederler. O demiştir ki: Bir gün ben Ebû Hüreyre'nin yanında idim. Adamın biri kendisine anlayamadığım bir şey sordu... Ebû Hüreyre: "Allahü Ekber!" diyerek hayretini ifâde ettikten sonra şöyle dedi: "Bunu, bu adamdan Önce iki kişi daha sormuştu, bu üçüncüleri oluyor... Ben Resûlülîah'dan (s.a.v.) işittim, o şöyle buyurmuştu: "Bazı adamlar gelecek, meseleyi çok ilerilere götürüp: "Evet, bütün varlıkları Allah yaratmıştır, peki Allah'ı kim yaratmıştır?" diyecekler."
Beyhakî'nin Sünen'inde Enes'ten rivayet ettiği bir hadis de şu mealdedir: "Ümmetim için korktuğum şeylerden biri de, onların namazlarını vaktinden evvel veya geç kılrıalandır!"
Ebû Nuaym, Abbas bin Abdül-Milttalib'ten rivayet eder. O şöyle demiştir: "Resûlüllah (s.a.v.) buyurdu: Dîn, o kadar ilerleyecektir ki, zaman gelecek Allah yolunda denize dalınacak, denizler geçilecek... Derken öyle adamlar da gelecektir ki, bunlar Kur'ân okuyacaklar, bu sebeble kibire düşüp; "Biz Kur'ân'ı okuduk, bizden daha iyi Kur'ân okuyan kim var? Kur'ân'ı bizden daha iyi anlıyan var mıdır? Bizden daha âlim olan var mıdır?" gibi büyüklük dâvasına kapılacaklardır."
Peygamber Efendimiz böyle buyurduktan sonra, ashabına dönerek sordu: "Söyleyin bakayım, böylesine insanlarda hayırdan eser bulunur mu? Biliniz ki, bunlar ancak cehennem odunudurlar!"
Ahmed, Bezzâr, Taberânî, Ebû Nuaym ve sahih bir senedle Hâkim, Semura'dan rivayet ediyor. O demiştir ki: Bir gün Peygamber Efendimiz buyurdular: "Allah'ın sizlere büyük bir başarı vererek Acem diyarını fethedeceğiniz günler yakındır. O gün, elleriniz ganimetle dolacaktır. Fakat sonra onlar aslan kesilip sizinle amansız savaşlar yapacaklar ve sizin mallarınızı ellerine geçireceklerdir..."
(Enes'ten, Huzeyfe'den, Ibn-i Ömer ve Ebû Musa'dan gelen rivayetler de bu merkezdedir.)
Ebû Nuaym'ın, Ebû Hüreyre'den rivayetine göre, Peygamber Efendimiz bir gün, Medine'nin bir bölgesi üzerine dikkatle bakmış ve sonra şöyle buyurmuştur: "Burada birtakım ahş-verişler olacak, mal kazanmak maksadıyla yeminler edilecek, tabiî bu yeminler îlâhî huzura yük-selmeyecektir. Ben burada köle ve hayvan pazarlayanları, onların dellalhğım yapanları görür gibi oluyorum."
Hâkim'in rivayetine göre Ubâde bin Sâmit şöyle demiştir: Ben Peygamber Efendimiz'in şöyle buyurduklarını duydum: "Benden sonra başı niza birtakım emirler gelecek, bunlar sizin makbul bildiğinizi merdûd, merdûd bildiğinizi de makbul sayacaklar... İçinizden her kim o günlere yetişecek olursa, Allah'a isyan olan bir işte kula itaat etmesin!"
îbn-i Râhûye Muâz bin Cebel'den rivayet eder. Muaz, Uz. Peygam-ber'in şöyle buyurduğunu bildirmiştir: "Size verilen bahşişi, bahşiş olduğu müddetçe alınız. Dîninize karşı rüşvet mâhiyetinde olan bir şeyi sakın kabul etmeyiniz. Gerçi bunun terki de her kula müyesser olmaz... Ne o devletlilerden korkarak, ne de fakirlik endişesiyle bu duruma düşmemenizi vasiyet ederim!"
Haberiniz olsun, îmân (ve islâm) değirmeni dönecek (işler tersine gidecek)tir. Sizler, hiçbir zaman Allah'ın Kitâbı'ndan ayrılmayınız! Yine unutmayınız ki, sultan ile Kur'ân birbirinden ayrı düşeceklerdir... Siz, sakın Kur'ân'dan ayrı düşmeyiniz! Unutmayınız, başınıza öyle adamlar gelecektir ki, onlara itaat etseniz, sizi doğru yoldan ayırırlar, itaat etmeseniz sizi öldürürler."
Bu sırada ashâbtan: "Ey Allah'ın Resulü, bizlere ne yapmamızı emredersiniz?" diye soran oldu. O da buyurdu ki: "îsâ (a.s.)m ashabının yaptığı gibi yaparsınız. Onlar dînlerinde sebat ettikleri için asıldılar. Testerelerle kesilip doğrandılar. Biliniz ki, Allah'a itaat hâlinde ölmek, O'na isyan hâlinde yaşamaktan hayırlıdır."
Hâkim'in Abdullah bin Hâriş'ten nakline göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İleride öyle sultanlar gelir ki, fitnenin asıl kaynağı bunlardır. Hiç bir kimseye, dîninden o miktar almadıkça, bir şey vermezler."
îbn-i Kani'de Hıcr bin Adiyy tarikiyle şu hadîsi rivayet etmiştir: "Ümmetimden bazı kimseler, içkiyi başka başka isimler vererek içeceklerdir."
(Hâkim, bu hadîsin bir benzerini ise; Aişe'den rivayet etmiştir.)
Ebû Yâlâ'nın Enes tarikiyle rivayet ettiği hadîs ise şu mealdedir: "Zaman ilerler, öyle günler gelir ki, adam kalkar, büyük bir cür'etle: "Şu bir avuç paraya dînini satacak olan var mı?" diye bağırır."
Ahmed, îmrân bin Husayn el-Dabbî'den rivayet eder. O şöyle der: "Ben, Basra'dayken Abdullah bin Abbas ile beraber bir adamla karşılaştık. Adam: "Elbette Allah ve O'nun Resulü doğru söylemiştir" diyordu. Bunun sebebini sorduğumuzda şöyle anlattı:"Bir gün ben, kendi kabilemizden yaşlı bir adamın oğlunu, fidyesini vererek kurtarmak için Hz. Peygamber'e gitmiştim... Maksadımı söylediğimde Hz. Peygamber bana: "Kurtarmak istediğin kişi, işte burada... Alıp babasına götür" buyurdu. Ben: "Fidyesini almayacak mısınız, ey Allah'ın Resulü?" dedim. Resûlüllah da bana: "tsmâîl (a.s.)'m soyundan bir adamın fidyesini alıp da yemek, Muhammed'in ailesine lâyık olan bir şey değildir! Ben zâten, Kureyş'in geleceği için yine Ku-reyş'in kendisinden endîşe etmekteyim! (Kureyş'in başına gelecek olan kötülükler, yine Kureyş'ten gelecektir.) Ben bu sırada; "Kureyş'e ne olacak?" diye sordum. O da: "Ömrün uzun olursa, burada onlara ne olacağını görürsün... insanları, iki havuz arasında kalan koyunların, bir bu havuza, bir öbür havuza koşturdukları gibi, bir o tarafa, bir bu tarafa koşturduklarını görürsün" buyurdu, işte sizin de gördüğünüz gibi, şimdi ben bunun gerçekleştiğine şahit olduğum için Öyle söylemiş bulunuyorum... Zira insanlar önceleri Ibn-i Abbas'a koşturup ondan izin (emir) alıyorlardı... Şimdi de Muâviye'ye koşturup ondan izin alıyorlar... Bu sebeble Peygamberimiz'in o sözünü hatırlamış oldum..."
Yine Ahmed, îbn-i Abbas'tan rivayetle şu hadîsi kaydeder: "Ahir zamanda bazı kimseler, ağaran saçlarını siyaha boyarlar, başlarını kuş yuvası gibi yaptırırlar. Bunlar, cennetin kokusunu duymazlar..."
îbn-i Sa'd ile îbn-i Mâce ise, Sülâme binti Hur'dan şöyle naklederler: "Ben, Resûlüllah Efendimiz'in: "Öyle zaman gelir ki, insanlar kendilerine namaz kıldıracak kimseyi bulamazlar!" dediğini işittim."
Taberânî,Ebû Ümâme'den rivayet ediyor. O şöyle diyor: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Ümmetimin son zamanlarına doğru kendisi hakkında en çok endîşe ettiğim şeylerden biri de; yıldızlara (yıldız falma, yıl-dıznâme denilen hurafeye) inanmaları, kaderi yalanlamaları ve idarecilerin zulmüdür!"
îbn-i Sa'd, îbn-i Seken, Taberânî ve Târih'inde Buharı Cünâde el-Ezdî'den rivayet ediyorlar. O şöyle demiştir: Peygamberimiz buyurdu: "Üç şey câhiliyedendir ve ehl-i islâm da bunları bırakamaz... Bunlardan biri: Yağmurun yağmasını yıldızlardan bilmek (veya istemek), ikincisi: Kişinin nesebine ta'n edip sövmek, üçüncüsü ise: Ölü üzerine niyahadır. (Çağırıp-bağırmak, yas tutmak.)"
Taberâni Ebu'd-Derdâ'dan rivayet ediyor. O diyor ki: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Ben, ümmetim üzerine üç şeyden korkuyorum: Alimin zellesi, münafığın Kur'ân ile mücâdele etmesi, kaderin yalanlanması..."
Ebû Yala ve BezzârAbdurrahmân bin Avftan şöyledir hadîs rivayet ederler: "Dünyanın zîneti, yüz yirmi beş yıl sonra kalkar..."
Taberânî Ebû Ümâme 'den naklen şu hadisi bildirir: "Muhakkak şu dinîn bir ikbâl, bir de idbâr devri vardır. (Yani ilerleme ve gerileme zamanları vardır.., (Dînin ilerleme devrinin başlıca âmili; müslüman topluluğun tamâmının dinde fakîh olmasıdır. Ancak bir iki kişi müstesna olabilir (yâni müslümanların yüzde doksan sekizinin derin din bilgisine sâhîb olmasıdır.) içlerinde alenen günah işleyenlerin sayısı da, bir veya ikiyi geçmez... Tabiî bu bir veya iki kişi de, o kahir, âlim ve dindar ekseriyetin içinde tamamen silik ve eziktir. Hiç bir şeye ve söze kadir değillerdir... Dînin idbâr (gerileme) devri ise, müslüman bir topluluğun tamamen câhil bırakılmasıdır. O kadar ki, içlerinde fakîh (yâni derin din bilgisine sahip) bir iki kişi ancak bulunur. Bulunsa da bunlar, kahir ve câhil ekseriyetin te'siri altındadırlar. Tamamen silik ve ezik vayiyette-dirler, hiç bir kelâma kadir değillerdir..."
"Ve zaman gelir, bu ümmetin âhiri evvelini lanetler olur... Tabîî asıl lanete lâyık olanlar ise bunlardır. Bunlar, içkiyi de alanen içerler... Zinayı da alenen yaparlar. O gün, bu gibi çirkinliklere karşı çıkıp: "Bu ayıptır, günahtır" diyenler, Ebu Bekir ve Ömer gibidirler... Bu gerçek mü'minlere, o günkü emr-i bil-mârûf nehy-i anil-münkerin çok zor olmasına karşılık elli sahâbî sevabı vardır..."
(Gerek müellif, gerekse muhakkik, bu rivayet üzerinde harhangi bir hüküm veya yorum vermemektedirler).
Ahmed, Bezzâr ve sahihtir kaydiyle Hâkim îbn-i Ömer'den naklederler. O şöyle demiştir: "Ben, Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduklarına şahit oldum:
"Ümmetimin, herhangi bir zalime "sen zâlimsin!" demekten korkup çekindiği zaman, biliniz ki artık ümmetimin işi bitmiştir! Artık onun hayat ışığı sönmüştür."
Ebû Yâlâ ve Taberani Ebû Hüreyre'den naklederler. O demiştir ki: Bir gün sevgili Peygamberimiz bizlere hitaben şunları söylediler:
"Ey insanlar! Kadınlarınız itaat etmez, gençleriniz günâha dahcı olduğu zaman, sizlerin hâli ne olacak?" Ashâb dediler ki: "Demek bunlar olacak mı, ey Allah'ın elçisi?" Peygamberimiz de: "Evet, hem de bundan daha kötüsü olacak! iyiyi emredip kötüyü nehyetmeyi terkettiğiniz zaman, hâliniz ne olacak? Bu, öncekinden daha kötü değil mi?" buyurdu. Dediler ki: "Demek buda mı olacak?" Buyurdu ki: "Bundan daha kötüsü bile olacak. Bizzat kötü olanı iyi, iyi olanı da kötü kabul ettiğiniz zaman, hâliniz daha müşkil olmaz mı?"
Hâkim'in Ali tarikiyle şöyle bir rivayeti var. Diyor ki: Peygamber buyurdu: "Müslümanlar âlimlerine buğzettikleri, çarşı ve sokaklarını çok bakımlı kıldıkları ve sırf zengin olmak için evlilik yaptıkları zaman; Allah kendilerini dört şeyle cezalandırır! Şöyle ki: Başlarına zâlim hükümetler, zaman darlığı (kıtlık ve kuraklık) ve adaleti gözetmeyen hâkimler verir. Yaptıkları savaşlarda başarıyı da düşmanlarına verir."
Hâkim, sahihtir kaydiyle îbn-i Ömer'den şöyle rivayette bulunur: "Ümmetimin son zamanlarında, öyle kimseler olur ki, bunlar mescidlere namaz kılmaya hayvanlarının (veya arabalarının) ipek ve atlas gibi yumuşak minderlerine kasılmış olarak gelirler... Hanımları ise, giyinik fakat çıplaktır. Başlarını ise, deve hörgücü gibi yaptırır yükseltirler..."
Yine Hâkim Muâz bin Cebelden şu hadîsi nakleder; "Benim ümmetim, kendilerinden şu üç şey zuhur etmedikçe şeriat üzerinde devam eder... Bunlardan birincisi ilmin kaldırılması, ikincisi zina mahsûlü çocukların çoğalması, üçüncüsü de sekkâr adamların belirmesidir..." Sekkâr adamların kimler olduğu soruldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Bunlar, birbiriyle karşılaştıkları zaman, birbirine lanet okuyarak selamlaşan kimselerdir (ki, birbirini) gördükleri zaman, "Merhaba kâfir! Merhaba domuz herif.,." gibi sözlerle şakalaşıp (!) laflaşırlar."
Ahmed, Taberânî ve sahihtir kaydiyle Hâkim Ebu Ümâme'den şu hadîsi, ivâyet ederler: "İslâm'ın yapışılacak urveleri (kulpları) birer birer çözülüp dağılacaktır! Her ne zaman müslümanlar bunlardan birini kaybetseler, bundan sonra gelen kulpa yapışırlar... O da çözülüp dağılınca, ondan sonrakine yapışırlar... islâm'ın urvelerinden ilk bozulacak olanı, hükümet ve siyâset işleridir. En son bozulacak olanı ise, şüphesiz namazdır..."
Bezzâr ve Taberânilbn-iMesûd'dan şöyle rivayet ederler: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: İleride sizleri bekliyen sabır ve mihnet günleri vardır... O günler gelip çattığı zaman sabretmek» adetâ elinde köz (ateş) tutmak gibi olacaktır. İşte bu sabır ve mihnet günlerinde Kitap ve Sünnetle amel edene elli kişilik sevab vardır." Bu sırada Ömer sordu: "Bizden elli kişinin sevabı mı, yoksa onlardan elli kişinin sevabı mı?" diye... Peygamber Efendimiz de: "Sizden elli kişinin sevabı" diye cevap verdiler."
Yine Bezzâr, Taberânî ve sahihtir kaydiyle Hâkim, îbn-i Mesûd'dan rivayet ederler. Peygamber Efendimiz buyurdu: "Öyle günler gelecek ki, içinizden biri, yükü hafif olana imrenecektir. Bugün (yükü ağır olana) mâl ve evlâdı çok olana imrendiğiniz gibi... Hattâ kişi, bir kardeşinin kabrine uğradığında kendisini toprağa atıp: "Ah kardeşim, keşke senin yerinde ben olsaydım!" diyerek inliyecektir. Bunu, sâdece üzerine çöken belâların ağırlığından yapacaktır."
Taberânî'nin Ümmü Seleme'den rivayetine göre, peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Zaman gelecek yalancı adama inanılacak, gerçek a-dama inanılmayacak... Hâin adama güven duyulacak da, emîn kişiye güyenilmeyecek... Kişi, şahitliği istenilmediği halde şahitlik yapmak istiye-cek, yemin etmesi gerekmediği halde yemin edecek.,. Böyle bir zamanda dünyalık bakımında en zengin kişi, bir alçağın oğlu alçak olacak..."
Yine Taberânî Ebû Ümâme el-Bahili'den rivayet eder. O şöyle der: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Şimdi insanlar, hamdolsun meyveli ağaç gibidir. Fakat zaman gelecek insanlar, meyvesiz ve dikenli ağaca dönecekler. Sen onlarla konuşsan, onlar daha fazla konuşacak. Konuşmak istemesen, onlar seni kendi hâline bırakmıyacak. Kaçsan bile kaçamı-yacaksın..." Denildi ki: "Peki çâre nedir, ey Allah'ın elçisi?" Buyurdu ki: "Çare, onların senin şerefine saldırmalarına karşı sabredecek, sabrının karşılığını da âhirette alacaksın..."
Taberânî Ebû Ümâme'nin tarikiyle, Peygamberin (s.a.v ) şöyle buyurduğunu nakleder: "îş gittikçe şiddetlenecek, mal gittikçe çoğalacak, insanların hırsı da o nisbette artacaktır. Kıyamet ise, sâdece insanların en şerlileri üzerine kopacaktır."
Yine Taberânî, Huzeyfe'nin şöyle dediğini nakleder: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "îyiyi emredip kötüyü yasaklamanın terkedileceği zaman; Isrâîl Oğullarına isabet eden şeyin size de isabet edeceği zamandır. Yâni sizin hayırlılarınız şerlilerinize karşı gereksiz tâvizle!1 verip gevşediği, fıkıh ilminin fâsıklarm eline geçtiği ve idarenin de gençlerin elinde bulunduğu zamandır..."
îbn-i Mâce'nin Câbir'den rivayetine göre, Hz. Peygamber bir hadîslerinde de şöyle buyurmuştur: "Şu ümmetin âhiri evveline lanet o-kuduğu zaman, Benim bir hadîsimi gizleyen, Allah'ın âyetlerinden birini gizlemiş gibi günahkâr olur!"
Muâz bir Cebel'den Bezzâr ve Taberânî'nin rivayet ettikleri hadîs de şöyledir: "Ahir zamanda öyle kimseler gelir ki, bunlar açıktan birbirine dost görünürler, fakat gizliden gizliye birbirine düşmanlık ederler." Bunun nasıl olacağının sorulması üzerine de Hz. Peygamber şu karşılığı vermiştir: "Bunların bazısının bazısından beklentileri olacak ve aynı zamanda birbirlerinden de korkacaklardır."
Taberânl îbn-i Abbas'tan rivayet eder: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "ileride bazı kavimler gelecek, yüzleri insan yüzü gibi, fakat kalbleri şeytan kalbi gibi olacak. Kötülükten sakınmazlar. Kendilerinin yanında bulunsan seni idare ederler, ayrıldığın zaman da arkandan çekiştirirler. Seninle konuşurken yalan söylerler, bir şeyi emânet etsen hıyanet e-derler. Sabileri yaramaz, gençleri şımarık, yaşlıları ise iyiliği emretmez, kötülüğü de nehyetmezler... Onlarla arkadaş olmayı şeref bilmek çok yanlıştır. Çünkü onlar yaşının adamı değillerdir. Elleri de çok sıkıdır. Yumuşak huylu insana, kötü gözle bakarlar, iyiliği emredip kötülükten meneden de onların yanında müttehemdir. Onların aralarında müminler ezilmiş, fâsıklar ise muhteremdir. Sünnete bid'at, bid'ate de sünnet gözüyle bakarlar, işte insanlar bu duruma gelince, en şerlileri kendilerine musallat olur. içlerinden bazı hayırlı kişiler durmayıp dua ederler, fakat duaları kabul edilmez..."
Ahmed, Ebû Yâtâ ve Beyhakı Ebû Hüreyre'den rivayetle Peygamber Efendimiz'in şöyle buyurduğunu naklederler: "Bir zaman gelecek kişi, fâcirlik ile acizlik arasında tercih yapmak durumunda bırakılacak. O zamana yetişen bir müslüman, fâcirliği değil, acizliği tercih etsin!"
Taberânı'nin Ebû Hüreyre yoluyla rivayeti de şöyledir: "Ümmetime, önceki ümmetlerin hastalığı bulaşacaktır!" Ashâb: "Ümmetlerin hastalığı nedir yâ Resûlellah?" diye sordu. Peygamberimiz de: "Şımarmak, kibirlenmek, birbirine arka çevirmek, birbirini kıskanmak, birbirine buğz etmek, pintilik gibi hâl ve sıfatlardır" buyurdu ve devamla: "Sonunda da, zulüm ve kıtaller başlar..." buyurdu."
Ebû Yâlâ Ebû Hüreyre'den rivayet eder: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Bu ümmetten ilk kaldırılacak olan şey, haya ve emânettir! En son kaldırılacak olan şey de namazdır..."
Hâkim sahihtir kaydiyle Câbir'den şu hadîsi rivayet eder: "Ümmetim üzerine en çok korktuğum şeylerden biri de, Lût kavminin yaptığı iştir."
îbn-i Asâkîr îbn-i Ömer'den nakleder. O şöyle demiştir: "Ben Resûlüllah'tan işittim, O şöyle buyurdu: "Ümmetimin İslâm'dan ilk dökeceği (terk edeceği) şey, bir su kabım tersine çevirir gibi..."
Beyhakî Hasan'dan şu mealde bir hadîs rivayet etmiştir: "insanlar Öyle zamanlar göreceklerdir ki, mescidlerde toplanıp dünyâ işlerini konuşacaklar. Sizler onların yanma oturmayınız, onların Allah'a yarar işleri yoktur..,"
(Hasan-ı Basrî'den gelen bu rivayet, mürseldir.
Zübeyr bin Bekkâr Ömer bin Hafs'tan şu haberi nakleder: "Öyle .zamanlar gelecektir ki, hükümdarlar haccı bir gezinti olarak yapacaklar. Zenginler ticâret için, fakirler de dilenerek dünyalık toplamak için yapacaklardır."
Ahmed Kitâbü'z-Zühd'de Bekr bin Sevâde'den rivayetle şu hadîsî nakleder: "Ümmetimde bazı gençler olacak. Bunlar, bol nimetler içinde büyüyüp gelişecekler. Zira ana ve babalarının himmeti, sâdece bunları yedirip beslemek olacaktır. Bunlar da büyüyünce kimseleri beğenmeyip çalımlı çalımlı kelâm edecekler..."
Ebu 'l-Kâsım el-Beğavt ile İbni Asâkir îbni Abbas tarikiyle şu hadîsi naklederler: "Ümmetim içinde bir kavim zuhur edip Kur'ân okuyacak, fıkıh tahsil edecektir. Şeytan kendilerine yanaşıp diyecek ki: "Ne olur, hükümdara gidip de onun yakınlığını kazansanız ve bu sebeble biraz dünyalık elde etseniz. Korkmayan, dininizi olduğu gibi korursunuz..." Fakat siz onun bu vesvesesine aldanmayımz! Çünkü sultana yanaşıp da dînine zarar verdirmemek mümkün olmayacaktır. Sâdece bir sürü hatâlar irtikâp edilmiş olacaktır..."
Beyhaki el-Zühd'de Ebû Hüreyre yoluyla şu haberi nakletmiştir: "Öyle bir zaman gelecektir ki, kişi, dağa kaçmadıkça dînini koruyamaz olacak! O zamanda helâlinden mal kazanmak da kolay olmayacaktır, îşte bu zamanda kişinin helak sebebi, eşi ve çocukları olacaktır! Eğer çoluk çocuğu yok ise, bu seferde ana-babası olacaktır. Şayet bunlar da yoksa, helaki akrabalarının elinde olacaktır." Ashâb hayret ederek: "Ey Allah'ın Resulü, bu nasıl olacaktır?" dediler. Peygamberimiz de: "Onlar onu, geçindirecek kadar bol kazanç kazanamamakla itham edip ayıplı-yacaklardır. O da, bunlar tarafından ayıplanmamak için, çeşitli gayr-i meşru kazanç yollarına baş vurup helak olacaktır..."
Buharı ve Müslim Enes'den rivayet ederler. O şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "ilmin kaldırılması, cahilliğin yerleşmesi, içkinin açıkça içilmesi ve zinanın zuhur etmesi, kıyametin yaklaşmış olduğunun alâmetlerinden bazılarıdır..."
Yine Buhari ve Müslim'in Ebû Hüreyre'den rivayetine göre, bir arabi gelip Hz. Peygamber'e: "Kıyamet ne zaman kopacaktır?" diye sormuş. Peygamber'in (s.a.v.) buna verdiği cevap da: "Emânet zâyî edildiği zaman, kıyametin kopmasını bekle!" olmuştur. Arâbî, "Emânetin zayi edilmesi nedir?" demiş. Peygan berimiz de: "iş ehil olmayanlara verildiği zaman, kıyameti bekle!" buyurmuştur.
Buhari ve Müslim yine Ebû Hüreyre'den rivayet ederler: Peygamber'e (s.a.v.): "Kıyametin ne zaman kopacağını" sormuştu, Peygamber Efendimizin buna cevâbı ise: "Kendisine kıyametin ne zaman kopacağı sorulan kişi, bunu soran kişiden daha iyi biliyor olamaz! Fakat Ben» bunun bazı alâmetlerinden haber verebilirim: Eğer cariyenin efendisini doğurduğunu görürsen, işte bu kıyamet alâmetlerinden biridir. Yalınayak, kör ve konuşmasını bilmez çobanların yeryüzüne mâlik olduklarım görürsen, keza sığır çobanlarının şehirlere inip yüksek binalar yaptırmakta başkalarıyla yarıştıklarını görürsen, işte bunlar da kıyamet alâmetlerinden bazılarıdır."
Bezzâr Amr bin Avf'tan nakleder. O da şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Kıyamet kopmazdan önce aldatıcı (hayırsız ve kurak) yıllar olacak ve o günlerde yalancılara inanılacak, doğrulara inanılmayacak... Hainlere güvenilecek de emîn adamlara güvenilmeyecek, söz tamamen değersiz adamların eline geçecek."
Taberanl Enes'ten rivayet eder: "Resûlüllah Efendimiz buyurdu: "Fuhşun yayılması, konuşmaların çok çirkinleşmesi, akraba ile ilişiğin kesilmesi, emîn kişinin hâin ilân edilip hâin adama itimâd edilmesi de kıyamet alâmetlerindendir."
Tirmizl de yine Enes'ten merfuân şöyle rivayet eder: "Allah'a yemin ederim ki, sizler imamınızı öldürmedikçe kıyamet kopmaz! O gün, kılıçlarınızı çalıştıracaksınız ve sizlere, içinizden en şerli olan vâris olacaktır."
Taberanl îbni Mes'üd'dan rivayet ediyor. O şöyle diyor: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Oğlunun ana-babasına karşı Öfkeli olması, yağmurun yakıcı olması, şerlilerin çoğalması, kişinin yakınlarına arka çevirip u-zaktakileri kendine dost edinmesi, her kabilenin liderliğini münafıkların ele geçirmesi, mescidlerdeki mihrablarm alabildiğine süslü yapılması, kalblerin ise harabe bir şekilde bulunması, mü'min kişinin kendi kabilesi içinde en hor duruma düşmesi, kadınların kadınlarla erkeklerin erkeklerle iktifa etmesi, gençlerin iş başına geçmesi, kadınların söz sahibi olması, dünyanın en mâmur yerlerinin harâb edilip en harabe yerlerinin de en bakımlı hale getirilmesi, içkilerin alenen içilip şımarılması ve insanların aşın derecede eğlenceye kapılması gibi haller de kıyamet alâmetlerindendir."
Taberarii Ebû Musa'dan rivayet eder: Resûlüllah (s.a.v.) buyurdu: "Zaman kısalıp yıllar ve mahsûller azalmadıkça Allah'ın kitabı Kur'ân utanılacak bir şey sayılmadıkça, hâinler emm, emîn olan kişiler de hâin sayılmadıkça asla kıyamet kopmayacaktır. Keza yalancılar doğru, doğrular yalancı sayılmadıkça, savaşlar, haksızlıklar, hased ve hırslar iyice artmadıkça; işler karışıp tersine gitmedikçe, hevâ ve hevese uyulup zan ile hüküm verilmedikçe, ilim kaldırılıp cahillik yaygın bir hâl almadıkça, yeryüzü kana bulanmadıkça da kıyamet kopmayacaktır."
Yine Taberanî ve Hâkim Ebû Zer tarikiyle Hz. Peygamber'in şöyle dediğini nakleder: "Zaman kısaldığı, taylasan giyenlerin çoğaldığı, ticâret ve malın arttığı, mâl sahiplerine zenginliği sebebiyle hürmet ve itibâr e-dildiği, ahş-verişte hilelerin arttığı zaman; kıyamet yaklaşmış demektir. İşte böyle bir zamanda, kişinin bir köpek yavrusu beslemesi, evlât beslemesinden kendisi için daha hayırlı olacaktır. Böyle bir zamanda bir küçüğe acıyan, bir büyüğe saygı duyan da kalmayacaktır!"
Taberanî Enes'ten Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Hilâî'in bir gün erken görülmesi de kıyamet alâmetlerindendir! Herkes tarafından hilâl görüldüğü zaman denilecektir ki: "Şimdi bu hilâl, tam iki günlüktür! Mescidlerin yol edilmesi ve anîden ölümlerin çoğalması da kıyamet alâmetlerindendir!"
Bu hususla ilgili Buhârî'nin Tarihindeki Talha bin Ebû Hadreften olan rivayeti de şöyledir: "Kıyamet alâmetlerinden biri de, hilâî'in görüldüğünden bir gün evvel görülmüş olduğunun iddia edilmesidir. Hilâl herkes tarafından görüldüğü zaman, iki günlük olduğu iddia edilecektir. Halbuki o, iki günlük değil bir günlük olacaktır."
Ahmed, Bezzâr, Taberanî ve sahihtir kaydiyle Hâkim, îbni Mes'ûd'dan rivayet ederler: "Kişinin sâdece tanıdığına selâm vermesi, ticâretin 'çok yaygın hâle gelip kişiye hanımının bu hususta yardımcı olması, akraba ile ilginin kesilmesi, yalancı şahitliğin çoğalması, doğru şahitliğin çeşitli endişelerle gizlenmesi ve kişi namaz kılmıyacağı halde mescide uğrayıp oradan geçmesi de kıyamet alâmetlerindendir..."
Taberanî Abdurrakmân el-Ensarî'den naklen şu hadisi rivayet eder; "Kıyamet alâmetlerinden bazıları da şunlardır: Yağmurların çok yağması ve bitkilerin azalması, okuyanların çoğalması, gerçekten bilgi edinenlerin ise azalması, emredenlerin çoğalması, emîn insanların gerçekten çok azalması."
Ahmed'in Ebu Hüreyre'den olan rivayeti de şöyledir: "Hicaz toprakları (Şam Ovası gibi), sulanan ve yeşilliği bol olan bir yer haline gelmedikçe, kıyamet kopmaz! Bu maddi bolluğun yanı sıra, emniyet ve asayiş de artar. Hattâ Irak'la Mekke arasında yolculuk eden bir yolcunun yolunu kaybetme korkusu dışmda hiçbir korkusu kalmaz."
Ebû Yâlâ Ebû Hüreyre'den şöyle nakleder: "Zaman iyice kısalmadan kıyamet kopmaz! O derece ki, bir sene bir ay gibi olur. Bir ay bir hafta, bir hafta bir gün gibi olur. Bir gün ise, bir ot alevinin yanıp geçi-verdiği gibi geçer gider."
Taberanî de Enes'ten şu hadisi nakleder: "Eğer ümmetim, şu altı şeyi helal sayarsa mahvolup gider: Birbiriyle lanetleşmeyi, içkiyi, ipekli giymeyi, çalgıcı çengicî kadın tutup söyletmeyi, erkeğin erkekle, kadının da kadınla iktifa etmesini... İşte ümmetim bunları helâl saydığı zaman, helak oldu demektir."
îbn Mâce ve Beyhakî Enes'ten rivayet ederler. Onun naklettiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İnsanlar mescidlerde birbirine karşı övünme yarışına girmedikçe kıyamet kopmaz!"
Yine İbn-i Mâce'nin İbn-i Abbas'tan bir rivayeti var. Buna göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Sizlerin Benden sonra mescidlerinizi, yahûdî ve hristiyanlann mâbedlerini süsledikleri gibi süsleyeceğinizi görüyorum!"
(Yine îbn Mâce'nin Ömer bin el-Hattâb'tan rivayetine göre Hz. Peygamber, bu husustaki hadislerin birinde de şöyle buyurmuştur: "Hiç bir kavmin (ümmetin) ameli, onlar mâbedlerini süslemeye kalkışmadıkça bozulmamıştır.)
Hâkim, İbni Mes'ûd'dan rivayet eder. O şöyle demiştir: "Kıyamet kopmazdan önce mîrâs malının bölüşülmesi ortadan kalkacak, düşmandan alman ganimet sebebiyle de kimse sevinç duymaz olacak..."
Ben bu hususta derim ki: Bu rivayette verilen haberin ikinci şıkkı bizim zamanımızda gerçekleşmiş durumdadır. Birinci şıkka âit de bazı belirtiler vardır. Zira zamammızdaki devletin vezirleri (bakanları), mirasçılardan çoğunu mirastan mahrum etmektedirler... (Suyûtî).
Beyhakî ve sahihtir kaydiyle Hâkim, îbn-i Mes'ûd'dan rivayet e-derler: Peygamber (s.a.v.) bir hadîslerinde de şöyle buyurmuştur: "Kıyamet kopmazdan önce mescidler yol edinilecek, kişi sadece tanıdığına selâm verir olacak, kadın kocasıyla beraber ticâret yapacak, at ve kadın son derece azalacak, sonra bir çoğalma olacak. Bu çokluk kıyamete kadar devam edecektir."
Deylemî Ebu'd-Derdâ'dan rivayet eder. O demiştir ki: Peygamber (s.a.v.) bir gün Harise Oğullarına mensub adamın birine hitaben: "Sen Allah yolunda gazaya gitmiyor musun?" dedi. O adam da: "Ey Allah'ın Resulü, elbette gitmek isterim, fakat birkaç fidan dikmiştim, onlar kurur diye korkuyorum. Onlara bakacak başka kimsem de yoktur" dedi. Peygamberimiz ise ona tekrar buyurdu ki: "Senin Allah yolunda gaza etmen, o birkaç fidanına bakmandan daha hayırlıdır!" Adam, Efendimiz'in bu sözü üzerine gazaya katıldı... Dönüşünde de, çok güzel bir fidanlıkla karşılaştı..."
îbni Âsâkîr, Hasan bin Muhammed el-Alevî'den rivayet ediyor. O şöyle anlatıyor: "Ben, bir gün Kûfe'deki Cuma Mescidinde idim. O sırada isyan hâlinde bulunan Karmatîler, tâ Hicaz'a kadar gidip Mekke'yi işgal etmişler, Haceru'l-Esved'i de sökerek Kûfe'ye getirmişlerdi. Kûfe'liler ise daha Önce bana da, Hz. Ali'nin Haceru'l-Esved'le ilgili olarak şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Sanki ben, Ham soyundan olup da el-Esvedü'd-Dendânî adındaki adamın, Hacer-i Esved'i şu yedinci kemerden aşağıya doğru sarkıttığını görür gibi oluyorum!"
işte, Hz. Ali'nin bu sözünün tecellisine ben şahid oldum. O adama o sıralarda "Rahme" diye hitap ediyorlardı. Karmatiler Mescid'e girdikleri zaman, başlarındaki adam ona hitaben: "Ey Rahme, haydi Hacer-i Esved'i al, Mescidin damına çık, oradan aşağı sarkıt!" diye emir verdi. O da yani Esved-i Dendâni de onu alarak Mescid'in damına çıktı, birinci kemere varıp durdu. Halk da merakla bakışıyorlardı. Fakat sanki orada birisi onun elinden tutup da yediyormuş gibiydi. O, oradan ikinci kemere geçti, buradan sarkıtacakmış gibi yaptı, sonra üçüncü kemere geçti. Böylece tâ yedinci kemere kadar gidip Hacer-i Esved'i oradan sarkıttı. Bunu benimle birlikte seyreden cemâat da hayretler içinde kalmıştı. Zira onlar, bana da naklettikleri gibi, Hz. Ali'nin bunu daha önceden bu şekilde haber verdiğini işitmişlerdi. Şimdi de aynen gözleriyle görmüş oluyorlardı. Onlar hayretlerinin büyüklüğünden, "Allahü Ekber! " diyerek tekbir getirdiler."
Ben derim ki: "Ali (r.a.), böyle bir şeyi kendiliğinden haber vermiş olamaz. Muhakkak bu, bunu Hz. Peygamberden duymuştur. Karmati-ler'in fitnesi ve Hacer-i Esved'i yerinden söküp getirmeleri ise, hicretin 317. yılında olmuştu. (Suyûtî)
Bu hususla ilgili rivayetlerin bazısında da şöyle gelmiştir: "Bil ki iyilik; nefsin ve kalbin itmi'nân duyup iyice yatıştığı şeydir. Kötülük ve günahkârlık ise, nefsi ve kalbi tırma lıyan ve insanı huzursuz eden şeydir! Her ne kadar insanlar veya ben, sana bunun aksini söylesek de bu yine böyledir! Kişi, kimden fetva veya haklılığına hüküm almış, olursa olsun, aslında haksız olduğu zaman, nefsi (yâni ruhu) ve kalbi mutlaka rahatsız ve huzursuz olacaktır, zira Allah İnsanların mayasına yaratılıştan böyle bir duygu ve asaleti koymuş, insanları vicdan denilen bir duygu ile şerefli ve keremli kılmıştır."
İlgili hadislerden birinin meali de şöyledir: "Ne olduğunu sormak istediğin iyilik, güzel ahlâktır! Kötülük İse, vicdanını tırmalıyan ve insanların öğrenmesini hoş görmediğin şeydir."
Sa'd, Uhud'da Efendimiz1! cansiperane savunmuştur. Efendimiz ona okları veriyor ve: "At yâ Sa'd, anam-babam sana feda olsun!" Duyuruyordu. O gelirken de: "Bu gelen benim dayımdır, kimin böyle dayısı vardır?" buyururdu. Sa'd, fitnelerin hiç birine katılmamış, hilâfet etrafındaki çekişmelerin hepsinden uzak durmuştur. Kendisini tenkîd eden oğluna da: "Allah; takva, kanaat ve ihlas sahibi kulunu gerçekten sever!" cevabını vermiştir.
Müezzine icabet etmek, şüphesiz tergîb edilmiş sünnetlerdendir. Fakat bunu yanlış anlamamak lâzımdır. Yâni adamın bu sayede cennetlik oluşu; sırf müezzine icabeti sebebiyle değildir. Müezzine bu şekilde icabet öden kişi, o vaktin namazını kılmamış olsa, veya farzları ihmâl, kebâiri irtikâb odiyor bulunsa; bu takdirde dahî müezzine icabeti kâfidir denilebilir mi? Bahsi geçen adam, kuvvetle muhtemeldir ki, ezana olan saygı ve sevgisi sebebiyle ölümünden önce bir güzel tevbe etmiş, Ölürken de ezandaki şehâdetİ söyleyerek ölmüştür ve bu yüzden cenneti kazanmıştır. Bizim bu sözümüz, bu rivayetin sıhhati halindedir. Aksi halde, amellerin faziletlerine dâir rivayetlerin pek çoğunun zayıf olduğu bilinen hususlardandır. Hele zayıf bir habere güvenip dayanmak ve bu yüzden aldanmak, hiç de isabetli bir hareket olamaz. (Muhakkik, "pek çoğu" derken, elbette bütün hadisleri kasdetm et mektedir.)
Haberde geçen, Imvas vebası, Filistin ovasındaki bir kasabada vukua gelmiş, tam yirmi beş bin can almıştır. Ebu Ubeyde, Mu'az bin Cebel ve Yezîd bin Ebu Süfyân gibi zatlar da bu veba sırasında kara toprağın altına girmişlerdir.
Olayı anlatan Avf bin Mâlik el-Eşcâi ise, Huneyn gününde müslüman oldu ve bu savaşa katıldı. Mekke'nin fethi gününde ise, Eşca'iıların sancaktarı idi. Ebu Bekr'in hilâfeti sırasında Şam'a gitti, oradan Humus'a geçti. Abdül-Melik'İn hilâfeti zamanına kadar yaşadı ve yetmişüç hicret yılında vefat etti.
Burada, bu mürsel hadisle işareten, fakat bundan önceki dört hadîs-i şerîfle de sarahaten ve bazılarında ise yemîn ile te'kîden,Fâris (İran) ve Rum'un fethedileceği bildirilmiş, bildirildiği gibi de tahakkuk etmiştir. Bu en son hadîsin mürsel olduğunu bildiren müellifimiz Imâm-ı Süyûtî hazretleri, istanbul'un fethine dâir o meşhur hadîsi ise zikretmemiştir. Halbuki o, bu rivayeti el-Câmius-Sağîr adındaki meşhur hadis kitabına almıştır. Şimdi bu rivayeti oradan aynen yazalım, hakkında kısaca bilgi verelim:
"Kostantİniye mutlaka fetholunacaktır! Onun kumandanı ne güzel kumandan, askeri de ne güzel askerdir!" (El-Câmius-Sağîr, 2/104).
Müellifimiz bunu bu şekilde burada rivayet etmiş, ayrıca bu rivayetin sahih olduğunu işaretlemiştir. Bunun şerhi Feyzu'l-Kadir'de de: "Hafız Zehebî"nin bunun sahih olduğunu kabul ve ikrar ettiği" kaydedilmiştir. (Bakınız, Feyzu'l-Kadîr, 5/262 - Beyrut, 1357). (M.)
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/215-216.
Evet, Ensâr bu sırada halîfe Osman'a gelip yardımcı olmayı iki defa teklifte bulundular. Fakat Osman, bunu kabul etmedi. Ali ve bazı arkadaşları da bu şekilde yardım için müracaat ettiler, Osman bunu da kabul etmedi. O şöyle diyordu: "Allah aşkına beni dinleyiniz! Bana bîat etmiş bulunan herkesin, kılıcını kınına koymasını emrediyorum!"
el-Meârif'te der ki: Osman, geceleyin el-Bekîa (Medine Kabristanına) defnedildi. Cenaze namazını Cübeyr bin Mut'ım kıldırdı ve Huşşukevkeb denilen yere defnedilip kabri gizlendi."
Görünen odur ki, bu hadîs, hicretten önce Mekke'de irâd edilmiştir. Bu hususta Uhud'da irâd edilmiş bulunan hadîsten başkadır. Gerçekten de bu mübarek zâtlar, ilgili hadîsin haber verdiği gibi hep şehîd olarak vefat etmişlerdir. Allah cümlesinden razı olsun.
Bunu müfessir Ibn-i Cerîr de rivayet eder ve der ki: Sabit bin Kays; "Seslerinizi Peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyiniz." (Hucürât, 2) mealindeki âyet indiği zaman, yol üzerine oturmuş ağlıyordu. Oradan Âsim bin Adiyy geçti. Onunağladığmı görünce: "Ey Sabit, niçin ağlıyorsun?" diye sordu. Sâbıt şu cevabı verdi: "Biliyorsun ki benim sesim gür ve kuvvetli. İşte bu hususta inmiş bulunan şu âyetin, benim hakkımda inmiş olacağından korkuyorum!" Bunun üzerine doğruca Hz. Peygambere giden Âsim, durumu O'na nakletti. Bu sırada yerinden ayrılıp evine giden Sabit, hanımına hitaben: "Haydi kapıyı üzerimden i-yice kilitle, arkasına demir sürgüsünü de iyice sür. Artık ben, ölünceye kadar veya Allah'ın Resulü benden razı oluncaya kadar evimden dışarı çıkmam!" dedi. Asım durumu Hz. Pey gamber'e haber vermesi üzerine de Peygamber (s.a.v.), Âsım'ı Sâbit'i çağırmaya göndermişti. Âsim ise onu çağırmak üzere onunla karşılaştığı yere gitmişti. Orada kendisini bulamayınca evine gitti ve Sâbit'in evde olduğunu öğrendi ve kendisini Hz. Peygamberin çağırdığını söyledi. Sabit: "Haydi kilidi kırınız" dedi. Kilidi kırarak kapıyı açtılar ve Âsım'la birlikte Hz. Peygamber'e gittiler. Peygamberimiz kendisine: "Ey Sabit, sen neden ağlıyorsun?" dedi. Sabit: "Gür ve kuvvetli sesli olduğum için, şu âyetin benim hakkımda nazil olmuş olabileceğinden korkarak ağlıyorum" cevabını verdi. Peygamberimiz de kendisine: "Ey Sabit, sen; Övülecek bir şekilde yaşamak, şehîd olarak ölmek ve sonunda da cennete gitmekten razı değil misin?" buyurdu. Sabit: "Elbette Allah Resûlü'nün müjdesinden çok sevinçli ve razıyım! Sesi mi de asla Allah Resûlü'nün sesinden daha fazla yükselt m iveceğim" mukabelesinde bulundu."
Gerçekten Hüseyin (r.a.)"in Kerbelâ'da fecî bir şekilde şehîd edilmiş olması; kendisini haklı olarak sevenlerin mahabbet duygularını alevlendirmiş, bütün islâm âlemini ve müslümanları çok şiddetii bir şekilde sarsmıştır. Aynı zamanda bu büyük olay, bazı aşırıların ve şîîlerin, birtakım hayâl ve efsâneler uydurmalarına da büyük bir fırsat yermiştir. Bunun için bizim, bu rivayetlerin kabulünde ihtiyadlı davranmamız gerekmektedir. Öyle ki: Ancak bunların sahih olanlarını kabul etmeli, sahîhe aykırı olanlarını da reddetmeliyiz. Şüphesiz:, yalan olduğu sabit olandan başkasını red etmemiz de doğru olmaz. Bundan da İhtiyâd etmeliyiz.
Tirrnizî, bu Ümmü Seleme rivayetini Ebu Râfi'in hanımı Selmâ'dan şu şekilde rivayet eder: "Ümmü Seleme'nin yanına girdiğimde onu ağlar vaziyette görüp sebebini sordum. O da: "Az önce -rüyamda- Resûlullah'ı gördüm, yüzü gözü toprak içindeydi ve ağlıyordu. Sebebini sordum. O da: "Az önce Hüseyin'in Öldürülüşünü gördüm" cevâbını verdi" dedi."
Hadis'te geçen Rumlardan maksat; elan Avrupa ve Amerika'da yaşıyan insanlar olabilir ki onların Haçlı Seferleri denilen savaşlarla İslâm alemine neler ettikleri ve çektirdikleri, târihen bilinen bir husustur. Nihayet onları, işgal ettikleri islâm topraklarından büyük islâm Kahramanı Salâhaddîn-i Eyyûbî def etmiştir. Sonra Birinci Cihan Harbi gelip çatmış, Türk Devleti zayıflayıp çökmüş. Bunu fırsat bilen haçlılar, yine pek çok islâm ülkesine girip oraları işgal ve istismar etmişlerdir. Fakat Türkler, Allah'ın yardımı İle ayağa kalkıp yeniden İstiklâllerini kazanmışlardır. Avrupalılar bu sırada, Türklerin bu başarısı için, "hasta adamın ayağa kalkışı" tabirini kullanmışlardır.
Sonra çeşitli Arap-İslâm toplulukları ayaklanıp istiklâllerini kazanmak üzere amansız bir mücâdeleye koyulmuşlar ve sonunda istiklâllerini kazanıp Avrupa'nın askerî istilâ ve tasallutundan kurtulmuşlardır. Bu sefer de Avrupalılar; İslâm ülkeleri ve toplulukları için bir takım kaideler koyup ileri sürdüler. Öyle kaideler ki bunlar; yine Avrupalıların İslâm alemindeki baskı ve sömürülerini devam ettirme hedefine yöneltilmiş vaziyettedir. Bu yetmiyormuş gibi, bir de İslâm aleminin tam kalbinde Isrâîl diye bir devlet kurdular ki, bununla devamlı bir şekilde müslüman ülkelerin güvenlik ve selametini tehdîd edip duracaklardır. Bütün bu durumlar, yukarıdaki hadîsin haber verdiği mânâya ne kadar da uygun düşmektedir. Anlaşılan ve görünen de odur ki: Koskoca islâm aleminin, tâ kıyamete kadar Avrupa emperyalizminden daha nice çekecekleri vardır
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/238.
ibn-i Bükeyr'in verdiği bu haberde, ifâde biraz değişmiş gibidir. Zİrâ Hz. Ömer gibi bir zâtın: "Şüphesiz Allah'ın Resulü doğru söylemiştir!" diyeceği yerde, "şüphesiz sen Allah'ın Resulüsün!" diyerek hitâb sigasına geçmesi beklenemez, Zira Peygamberimiz, bu durumda onun muhatabı değildir; öbür âleme göçmüştür. Ashâb-ı Kiram efendilerimizin ise bu gibi durumlarda httab sigası kullanmadıkları, bilinen hakikatlerdendir.
Bu, Ömer (r.a.) için, gerçekten çok büyük bir fazilet ve menkıbedir. Bu hadîste, aynı zamanda bazı sofilerin yanlış iddialarına da açık bir cevab vardır. Şöyle ki; Bu iddianın sahibleri kendileri için Ledün İlmi sünneti ve bu iki aslî kaynaktaki ilmi terkederler. Şüphesiz böyle bir tutum söfîierin, hepsinde yoktur. Fakat nicelerinde açıkça görülen bu tutum, hiç şüphesiz İslâm'a aykırı ve çok yanlıştır. Hattâ onlardan biri demiştir ki: "Onlar ilimlerini, ölmüş kimselerden rivayet ederek elde etmiye çalışırlar. Halbuki bizler, ölmekten münezzeh bulunan Allah'tan vasıtasız olarak almaktayız!" işte bu ve buna dayandırılan iddialar, tamamen bâtıldır, islâm'ın temel kaynağı bulunan Kitap ve Sünnet'teki ilmin terkedilmesidir. Onlar bu hususta bir de Hızır (a.s.)'ın kıssası ile delîl göstermektedirler ki bu da yanlıştır. Zira Hızır (a.s.) da, Mûsâ (a.s.) gibi (sahih olan kavle göre) bir peygamberdir. Mûsâ (a.s.) gibi Allah'ın vahyine mazhardır. ilgili âyet, açıkça bunun delîlidir ve şu mealdedir: (Hızır (a.s.), Mûsâ (a.s.) ile aralarında cereyan etmiş bulunan işlerin te'vîl ve tefsirini yaptıktan sonra demiştir ki:) "Ey Mûsâ, ben bunları kendiliğimden yapmış değilim!" (Kehf, 82).
İşte bu âyet delâlet etmektedir ki, Hızır (a.s.) o şeyleri kendiliğinden yapmış değildir, bilakis Allah'ın emri ve vahyi ile yapmıştır.
(Hz. Ömer (r.a.) ki, muhaddes olduğu, yâni Allah'ın ilhamına ve ledün ilmine mazhar olduğu, Resûlullah Efendimizin hadisleriyle sabittir! Fakat buna rağmen o, hayâtında bir defa olsun, herhangi bir mes'elede: "Bu hususta bana şu şekilde bir ilham gelmiştir, binâen aleyh bunun böyle halledilmesi gerekir!" gibi bir laf etmemiştir. O veya başka bir sahâbî, böyle bir tutumu asla ortaya koymuş değillerdir. Bilindiği gibi, bir defasında Ömer (r.a.); Ebu Musa el-Eş'ari'ye bir mektub yazdırmıştı. Ebu Musa mektubun sonunda: "işte bu, Allah'ın Ömer'e gösterdiği şeydir" demişti. Ömer derhal müdâhale etti ve: "Ey Ebu Mûsâ, o yazdığın cümleyi imha et, onun yerine: "İşte bu, Ömer'in gördüğü şeydir. Eğer hatâ ise Ömer'e aittir" şeklinde yaz!" diye emir verdi. Yine o büyük Ömer ki, hiç bir zaman büyük konuşmadı, Kitap ve Sünneti küçümsemedi. Hutbesine itiraz eden bir kadına hitaben de: "Kadın doğru söyledi, halifeniz Ömer ise hata etti" buyurdu. Yine ondan önceki büyük sahâbî ve Resûlullah'ın ilk halîfesi Ebu Bekr ki, şöyle buyurur idi: "Bu, benim düşüncem ve hükmümdür. Eğer doğru ise Allah'tandır, yanlış ise benden ve şeytandandır. Allah ve Resulü, bundan uzak ve münezzehtirler." (Kitâbü'l-Müstasfâ-Fevâtihu'r-Rahamût, 2/374, 243, Mısır, Bulak, 1324).
Demek ki şu ümmetten hiç bir kimse, Hz. Ebu Bekir'den ve Hz. Ömer'den daha ileri giderek: "Bu mes'ele böyledir, zira ben bu hususta arada hiç bir vâsıta olmaksızın doğrudan doğruya Allah'tan ilim alıyorum!" iddiasında bulunamaz. Bulunursa veya bulunmuşsa bunun batıl ve atıl olduğunda da hiç bir müslümanın hiçbir şüphesi olamaz. Bu nâzik ve çok mühim mes'eleye, muhakkikin sözlerine ilâveten verdiğimiz bu bilgiyi, İmâm-ı Muhammed el-Birgivî gibi bir islâm büyüğünün şu sözleriyle bitirelim:
"Gerçekten Ashâb-ı Kiram efendilerimiz; şu ümmetin en hayırlıları ve en afdal olanlarıdır! Onlar, nice mes'elelerde ictihâd ve ihtilaf etmişler ve fakat hiç bir mes'elede onlardan hiç biri: "Bana ilham olunduğuna göre, şu mes'ele şöyledir, şu haram, şu ise helâldir; şu hakikat, şu ise bâtıldır" dememiştir. Buna benzer herhangi bir söz veya tutum ortaya koymamıştır. Onlar mutlaka Allah'ın Kitabı ve Resûlü'nün Sünneti ile istidlal ve ihticâc etmişler; hiç bir zaman fikrî tahakküm ve istibdada da yol vermemişlerdir." (Et-Tarîkatü'l-Muhammediye, s: 48-1276). (M.)
O, duası müstecâb olan bir zât idi. Müslim'in Üseyr bin Câbir'den rivayetine göre: "Yemen'den kafileler geldiği zaman Ömer onlara: "İçinizde Üveys bin Âmir var mı?" diye sorardı. Nihayet Üveys'in bulunduğu kimselerin yanına geldi ve: "Sen Üvoys misin?" dedi. O da: "Evet" dedi. Ömer: "Sen abraş hastalığına tutulup iyileşmen için dua ettin, ancak bir dirhem kadarının kalmasını istedin değil mi?" dedi. O da: "Evet" dedi. Ömer: "Senin bir validen var, değil mi?" dedi. O da: "Evet" dedi. Sonra bu hususta Resûlullah'tan işittiklerini ona anlattı ve kendisi için istiğfar edivermesini istedi. O da onun için istiğfar etti. Ömer: "Nereye gidiyorsun?" dedi. O: "Kûfe'ye" dedi. Ömer: "Küfe valisine senin İçin yazayım mı?" dedi. O: "Fukara arasında yaşamak benim için daha sevimlidir" dedi ve Kûfe'ye gitti."
Bu hadis, bütün açıklığı ile Tabiînin efendisinin Üveys olduğuna delalet etmektedir. O halde, Tabiînin efendisi; Hasan-ı Basrî'dir, Saîd bin el-Müseyyeb'tir gibi sözlere iltifat etmemek gerekir. Zira bunu, şer'î bir delile dayanmaksızın bilmek mümkün değildir.
(Evet, eğer bu husustaki hadisler, bu son hadisten ibaret olsa, bu son hadis de sahih olsa; başka bir diyecek söz olmazdı. Halbuki bundan önceki hadis, Üveys'in de Tabiînin en hayırlılarından biri olduğunu haber vermektedir. Kaldı ki, bu son haberin ravisi Üseyr bin Cabir, bir ravi olarak zayıf bulunmaktadır. Nitekim rivayet ilminin alemdarı, hadis alimlerinin emiri olan imam-ı Buhari hazretleri, bu sebeble bu hadislerin hiç birini sahihine almamış; Tarİh-i Kebir'İnde de bütün bunların zayıf olduğunu bildirmiştir. (Veysel Karani ve Üveysilik, 47, A. Yaşar Ocak).
Bu durumda, muhakkikin bu taassub derecesine varan tavrını anlamak, bizim İçin mümkin olmamıştır. Kaldı ki, Veysel Karani'nin bizzat vücudu dahi hadis alimleri arasında münakaşa konusu olmuş, İmam-ı Buhari'den evvel onun sahihi ayarındaki el-Muvatta'ını vücuda getiren imam-ı Malik hazretleri gibi bir islam büyüğü, Veysel Karani'nin varlığını ka-bui etmemiş ve açıkça: "Öyle biri yoktur" demiştir. (el-Kenzü'l-Medfun, 118- Ce!aleddin-i Süyûtî, Kesteliye Matbaası, 1293) Şerhu'ş-Şifa li-Aliyyil-Kari, 1/692-Amire, 1307).
Fakat, Hasan-ı Basri gibi sünnet imamlarının, Said bin el-Müseyyeb gibi islam ulularının varlığı ve İslam'a olan büyük hizmetleri hakkında, hiç kimse münakaşa etmemiştir. Bunların Tâbiîn'in en hayırlısı ve en büyükleri olduğunu söyleyenler de, İmâm Ahmed bin Hanbel gibi zâtlar olmuştur. Bu zâtlar, Tâbiîn'in en hayırlısının kimler olduğunu söylerlerken, onların İslam'a ve müslümanlaraolan hizmetlerini nazar-i itibara alarak söylemişlerdir. Yoksa herhangi bir şahsın, Allah yanındaki makam ve mertebesini tayin İtibariyle değil.
Veysel Karani'nin varlığını kabul etmekle beraber, manevi makam ve mertebesi üzerinde ileri-geri söylenen sözlerin bazısı da vardır ki, Allah korusun insanın din ve imanını yıkacak derecede tehlikeli ve zararlı bulunmaktadır. İşte bu cümleden olmak üzere halk arasında: "Veysel Karani! Nebi'den üstün veli!" diye bir acaib söylenti dolaşır. Gerçi bu konuda kitap yazanlardan muhterem M. Necati Bursalı: "Bu söz, tamamen yanlıştır" diyerek bunu a-çıkça red etmişse de; "Ey veliden üstün veli! Gel de bize imdad eyle" diyerek onu tehlikeli bir şekilde yadetmekten de kendisini alamamıştır. Biz: "Veliden üstün velinin ne demek olduğunu anlıyamad iğimiz için, burada bunun tenkidine girişecek değiliz. Fakat diğer söylenti ve yazılarda rastlanılan; "Peygamberimizin hakikat sırlarını Veysel Karani'den veya onun amcası İ-samü'l-Fahr adındaki şahıstan öğrendiği" şeklindeki zihniyeti de burada açıkça red edeceğiz! Bunların İslamla ve islamİ maneviyat anlayışı ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını haykıracağız! Hatta Peygamberimizin: "Ben Rahman'ın kokusunu Yemen tarafından alıyorum!" dediği iddiasının da doğru olmadığını arz edeceğiz! (Keşfü'l-Hafa, 1/260-Beyrut, 1351).
Bunu dahi kabul edip yanlış nazariyelere mesned yapmak isteyenlere karşı da, Şeyh Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi'nin dediği gibi deriz: "Eğer bu iddia, yani Peygamberimiz'in saadet asrında kutbun Yemende'ki İsamü'l-Fahr adındaki adam olduğu (ve ona işaretle Öyle buyurulmuş bulunduğu) iddiası ileri sürülecek olursa, hiç tereddüd etmeden deriz ki: "Her şeyden önce bu, isbata muhtaç bir iddiadır! Aynı zamanda çürüktür." (Levamiu'l-Ukul, 5/27-Mektebi-i Sanayi, 1294) Bu dahi yukarıdaki batıl olduğu çok açık olan iddiaya varır ki, o İddiada: "Peygamberimiz'in hakikat sırlarını, Veysel Karani'den veya onun amcası İsamü'l-Fahr adındaki kutuptan öğrendiği" (!) ileri sürülmekte idi ve batıl olduğu gayet açıktı. Sonunda bu iddiaya varması muhakkak bulunan bir diğer iddianın da, hak ve hakikatten nasibi olamaz! Şeyh Alaeddin es-Simanani'nin iddia etmesiyle sahih veya sabit de olamaz. Allah'ın bazı kulları, ne kadar ihlaslı ve iyi kullar da olsalar yanılmaktan masum değillerdir. Bazı konularda yanılmış olmalarına, kesin bir engel bulunmamaktadır. Bu mes'elede de böyle olmuş olabilir ve olmuştur da. Yoksa Peygamberimiz'in vücuduna, O'nun raşid halifelerinin varlığına rağmen, başka yerlerde kutup (maneviyatı en yüksek olan zat) aramak, ne kadar saçma ve gülünç bir şeydir. Hatta vaktiyle Peygamberimiz'in Yemen'e gidip fsamü'l-Fahr'ın cemaatine katılmak istediğini ve fakat kapıyı çaldığı zaman: "Kimsin?" sorusuna, "Ben Muhammed'im" diye karşılık verdiği için bu kapıdan kovulduğunu düşünmek veya ağzına alabilmek; aklı başında bir müslümanın kârı mıdır?
İşte bu gibi akıl ve havsalanın almıyacağı, İslam'ın ve insan fıtratının kesin olarak reddeceği hezeyanlar karşısında insan; daha doğrusu Allah'ın Resulü'ne ve O'nun vasıtasıyla bizlere ulaştırdığı Kur'an'a samimi olarak inanmış bulunan bur müslüman; bu yüce Ki-tab'ın: "Ve Allah, akıllarını güzelce kullanmayanların üzerine azab ve sıkıntıları yağdırır da yağdırır!" mealindeki (Yunus Suresi, 100) büyük ihtarını daha iyi anlamak fırsatını buluyor; ibret ve hayretlerle doluyor. Yüceler Yücesi Rabbimİz, biz müslümanları, müstehak oldukları azab ve sıkıntılarla başkalarına ibret olacak derekelere düşürmesin! Şu veya bu sebeble, Şunların veya bunların yüzünden bu durumlara düşmüşsek, bir an önce intibah ve hidayetler nasib buyursun! Amin!) (M.)
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/244-246.
Abdullah bin Selam (r.a.) bir yahudi idi. Kaynuka'lılardandı. Peygamberimiz Medine'yi şereflendirdikleri zaman gelip müslüman oldu. Onun hakkında Kur'an'da pek çok ayetler nazil oldu. Mesela: "De ki: "Hiç düşündünüz mü: Eğer bu Kur'an Allah katından ise ve siz de onu tan imam ışsanız, İsrail Oğullarından bir şahit de bunun benzerini (Tevrat'ta) görüp inandığı halde, siz inanmağa tenezzül etmemişseniz, durumunuz nice olur? Şüphesiz Allah zalim bir topluluğu doğru yola iletmez!" (Ahkaf, 10) mealindeki ayet-i kerime onun hakkında nazi! olan ayetlerdendir.
Abdullah bin Selam (r.a.) bir rü'ya görmüştü. Şöyle ki: Büyük bir dağ. Abdullah bu dağa gitmişti, yanındaki'kendisine: "Haydi bu dağa çık" diyordu. Abdullah bu dağa çıkmak için sıçrıyor, fakat her defasında çıkamayıp yere düşüyordu. Gelip bu rü'yasını Hz. Peygamber'e arz etti. Hz. Peygamber de kendisine yukarıda geçtiği gibi: "Ey Abdullah, bu, şehidlere mahsus olan yüksek bir makamdır. Sen buna nail olamıyacaksın!" buyurmuştur.
Bu Muhtar'a gelince: O da Haccac gibi Sakiflidir. Mus'ab bin Zübeyr zamanında Kufe'yi ele geçirdi ve orada peygamberliğini iddia etti. Basralılar, Mus'ab ile birlikte gidip onu tepelediler ve yok ettiler.
Biraz uzunca olan bu hadîsin Buharîdeki devamı şöyledir: "Nihayet otuz kadar yalancı deccâl çıkar. Her biri, kendisinin peygamber olduğu iddiasında bulunur. İlim kalkar, zelzeleler çoğalır, zaman kısalır, fitneler ve öldürmeler çoğalır. Mal o kadar çoğalacak ki, kişi sadaka vermek isteyecek, sadakasını kabul eden bulamayacak. İnsanlar birbiri ile çok yüksek binalar yapma hususunda yarışacaklar, Fakat ruhen bunalımda kalacaklar. İçlerinden biri, bir kabre uğradığında: "Keşke şu kabirde yatan ben olsaydım!" diyerek Ölümü temennî edecek. Sonunda Güneş batıdan doğup doğuya doğru gelecek, insanlar bunu görünce toptan tevbe edecekler, fakat tevbeleri kendilerine bir fayda te'min etmiyecektir. İşte bütün buniar olmadıkça kıyamet kop m ayacaktır."
Buharf nin rivayetine göre İkrime der ki: "İbn-i Abbas oğlu Ali'ye ve bana: "Ebu Saîd'e gidip ondan hadis dinleyiniz" dedi. Biz de gidip ondan şu hadisi dinledik: "Çocuklar biz, Mescid'i yapıyorduk. Bizler birer kerpiç taşırken, Ammâr iki kerpiç birden taşıyordu. Onu gören Hz. Peygamber, onun üzerindeki toprağı silkeliyor ve ona hitaben de: "Yazık Ammâr'a, onu İsyancı bir topluluk öldürecektir! Amrfîâr onları cennete davet edecek, onlar ise Ammâr'ı cehenneme çağıracaklar." İşte İbn-i Abbas'ın oğlu Ali ile birlikte bize bu hadisi söyledi. Hadîsi bitirdikten sonra da: "Ammâr, Peygamberimiz'in bu sözünü duyduktan sonra hep: "Allah'ım, fitnelerden sana sığınırım!" diyerek dua ederdi" dedi.
(Peygamberimiz bu hadîsi, Ammâr'ın fazîletini izhar, katilini de zem için buyurmuştur. Bilindiği gibi Ammâr, Sıffîn'de hak Halîfe Ali'nin saflarında savaşırken, Muâviye ve onun a-damları tarafından öldürülmüştür. Bunlar ise tâğî, bâğî ve zâlim idiler. Derler ki: Muâviye bu hadîsi: "Osmanın kanını taleb edenler" şeklinde te'vîl edermiş. Bu ise, Muâviye'/ıin bu hadîsi tahrîf ettiğini gösterir. Zira hadîsi bu mânâda anlamak mümkin değildir. Zira hadîsin diğer tarîkinde: "Ammâr onları cennete, onlar ise Ammâr'ı cehenneme çağırırlar" buyurulmuştur. (fbn-i Melek Tirevî, Şerhu'l-Meşârık, 2/179) - Âmire, 1287).
Amr bin Hamık (r.a.) (el-Meârıf'ten naklen daha önce de dediğimiz gibi), Huzâa'dandır. Resûlullah'a Veda Haccı sırasında bîat etmiştir. Sonra Hz. Peygamberden ayrılmamış, O'ndan hadîs rivayet etmiştir. Sonra Kûfe'de ikâmet edip Ali'nin taraftarı olmuştur ve Ali ile, onun yaptığı savaşlara katılmıştır. Muâviye'nin öldürttüğü Huciir bin Adiyy'e yardım ettiği için tâkîbe mâruz kalmış, Musul'a kaçmıştır. Orada bir mağaraya saklanmış, mağarada bir yılan kendisini sokarak ölümüne sebeb olmuştur. Tâkİbcileri mağarada onun Ölüsünü bulmuşlar, başını keserek Musul valisine vermişler. O da onun başını Zeyyad'a, Zeyyâd da Muâviye'ye göndermiştir. Böylece onun başı, şehirden şehire gönderilen ilk baş olmuştur.
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/271.
Yukarıdaki hadisleriyle Peygamber Efendimiz, asılsız bir takım hadisler rivayet edenlere karşı son derece uyanık olmaya çağırmaktadır. Çeşitli sebeblerle hadisler uydurulduğu, islâm ve müslümanlar İçin bu yolla tuzaklar kurulduğu da malumdur. Hadis uydurmakta en istekli olan fırkalar ise, (Müslim'in mukaddimesinde de İşaret edildiği gibi), şiiler ile sofiler olmuştur.
Beyhaki doğru söylüyor. Gerçekten Velid, Hz. Osman'a olan yakınlığından da cesaret alarak, sarhoş iken namaz kıldıracak kadar şımarmıştı. Zira o, Osman'ın ana bir kardeşi idi. Mekke'nin fethi gününde müslüman olmuştu. Resûlüllah onu, Mustalık oğullarına zekat tahsildarı olarak gönderdiği zaman, "Onlar zekat vermek istemiyorlar" diyerek yalan söylemişti. Az kalsın bu yüzden de bir fitne çıkayazmıştı. Hz. Osman ise onu, Sa'd İbnü Ebi Vakkas'ın yerine Kûfe'ye vali olarak tayin etmişti. Burada kendisini içkiye kaptırmış, hatta bir defasında sarhoş olarak namaz kıldırmış!!. Durumu anlayan müslümanlar derhal Halife Osman'ı bundan haberdar ettiler, o da kendisini valilikten azletti. Bunun üzerine Velid, Medine'de İkâmete başladı. Ali'ye biat edilmesi üzerine Rakka'ya gitti. Ali'ye de, Muâviye'yede katılmadı. Sonunda burada ikâmet halindeyken vefat etti.
Tirmizi’nin rivayetine göre: "Bunun ne zaman olacağı" sorusuna karşılık Hz. Peygamber'in verdiği cevâp: "İnsanlar, çalgı ve eğlence üzerinde düşkünlük gösterdiği, alenen içki İçildiği zaman" şeklinde olmuştur.
Ebû Eyyub el-Ansâri, Neccar Oğullarından olup Peygamber Efendimİz'in babası Abdullah'ın dayılarından biridir. Efendimİz'in Medine'ye hicretleri sırasında, O'nu hanesinde barındırmıştır. Bu durum, Efendimizin hanımlarının odaları yapılıncaya kadar da devam etmiştir. Kostatıniyye'nin fethi için giden orduya, o da katılmıştı. Hâlen orada (İstanbul'da) medfun bulunmaktadır.
Bu hadis, mâruf (ve çok meşhur) bir hadistir. Denilmiştir ki: Birinci yüzün başında Ömer bin Abdülaziz, üçüncü yüzün başında da Ahmed bin Hanbel, bu dinin müceddidi idiler. Allah, her ikisinden de razı olsun.
Muhakkik burada, bunu neye İstinaden söylediğini belli etmediği gibi, ilgili rivayet üzerinde de yeterli bilgiyi nedense vermemiştir. Bunun için biz burada biraz daha bilgi vermek istiyoruz. Şöyle ki:
Müellifimiz bu rivayeti El-Camius-Sağir adlı eserinde, Ebû Dâvûd, Hâkim ve Beyha-ki'den nakledip: "Bu hadis sahihtir, demiştir. Keza Imam-ı Münavi de bunun şerhinde: "Hafız Zeynüddin el-lrâki ve başkaları bu rivayetin senedinin sahih olduğunu bildirmişlerdir" demiştir. Hadisin vermek istediği mesaj ise: Yüce Allah'ın her asrın başında veya ona yakın zamanlarda islâmı yeniden ihya edecek; o'nu o'na karıştırılan bid'atlardan temizleyecek bir veya birkaç müceddidlerı göndereceği hususudur ki hiçbir asrın müceddıdlerden hâlî (boş-uzak) bırakılmayacağını müjdeler. Bazı kimselerin: "İslâm'ı ihya edecek zatların, mükallid değil müctehid olması lazımdır. Son asırlarda ise müctehid denilen birinci sınıf alimler yetişmemektedir. Binâenaleyh müceddidlerin bulunması da düşünülemez" şeklindeki iddiaları; kuru bir İddia olmaktan ote geçemez. (Bakınız, Fevâtihu'r-Rahamût, 2/399, Mısır, 1325).
Buhari, Müslim ve Tirmizi'nin yine Ebû Hüreyre'den olan rivayetlerinde ise şöyle denilmiştir: "...Bu sırada Peygamber Efendimiz elini Selman-ı Farisi'nin omuzuna koyarak: "Varlığım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer iman Süreyya yıldızında bile olsa, bunun milletinden olan bazı adamlar, muhakkak ona ulaşacaklardır" buyurdu.
Görüldüğü gibi, hadis metninin mevcudu ile, kelâm eksik kalmakta ve manası anlaşılamamaktadır. (Bu noktaya temas eden ve daha önce geçmiş bulunan hadisin yardımı ile mana: “Ümmetimin ilk tersine çevirip (terkedeceği) şey, hükümet ve siyaset işleridir” şeklinde olsa gerektir. Nitekim bu mealde sarih bir hadis daha önce geçmiş ve sonunda da “En son bozulacak şey ise, namazdır” buyurulmuştur. (M.)
|