Kur'an ve Sünnet
   
 
  İmanın Zahiri ve Bâtını
     
 
 

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

İmanın Zahiri ve Bâtını

 

İmanın hem zahiri ve hemde bâtını bulunur.

Zahiri; dilin söylemesi ve azaların amel etmesidir.

Bâtını ise; kalbin tasdik etmesi, teslim olması ve sevmesidir.

Bâtını olmayana zahiri fayda vermez. Şayet kişi, kanının akıtılmasından kurtulur, malı ve zürriyeti korunacak olursa -acizlik ya da helak olma korkusundan dolayı ikrah özrü dışında- bâtını, zahiri olmayana yeterli gelmez. Zahiren mani bir faktör olmadığı hâlde ameli (şeriatın emrettiğinin) tersine yapmak, bâtının fesada uğradığına ve kalpte imanın olmadığına delil teşkil eder. Şu var ki, eksikliği eksikliğine delil ve kuvveti de kuvvetine delildir.

Öyleyse;

İman; kalbin ve beynin teslim olması anlamına gelir.

Yakın ise, imanın ve beynin kalbi demektir.

İman ve yakin kuvveti vermeyen her ilim ve amel muhakkak kusurludur. Ameli harekete geçirmeyen her iman da eksiktir


     
 
 

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Allah'a Tevekkül Etmek

 

Allah'a tevekkül etmek iki kısımdır:

1 - Kulun ihtiyaçlarında, dünyevî isteklerinde Allah'a tevekkül etmesi ya da dünyevî sıkıntılarının ve musibetlerin gitmesi için Allah'a tevekkül etmesi.

2 - Kulun, iman, yakin, cihad, davet gibi Allah'ın hoşuna giden ve onun rızasını gerektirecek şeyleri elde etmede O'na tevekkül etmesi.

Her iki maddede de mükâfatını ancak Allah'ın (c.c.) bildiği faziletler vardır. Ne zaman ki kul, ikinci maddedeki gerçek tevekkülü yapacak olursa, ilk maddedeki tevekkülü de yapmış olur. İkinci madde olmadan sadece ilk maddedeki tevekkülü yapacak olursa, bu da ona yetecektir. Ancak o kula gelecek olan sonuç, Allah'ın sevip razı olduklarına tevekkül edenlerin sonucu gibi olmaz.

Allah'a yapılan tevekkülün en yücesi; hidayet, saf tevhid, Resûl'e itaat ve bâtıl ehliyle cihad konularında Allah'a tevekkül etmektir. Kuşkusuz bu tevekkül, resullerin ve kendisine tâbi olanların tevekkülüdür.

Tevekkül bazen zor durumda kalındığında ve iltica zamanlarında olur. Şöyle ki, kul iltica etmeyi ve sıkıntının gitmesini ancak Allah'a yapacağı tevekkülde bulur. Özellikle birtakım felaketler kendisini daralttığında ve nefsi kendisine dar geldiğinde... Kendisi ancak Allahu Teâlâ'ya iltica edileceğini inanır. Elbetteki rahatlık ve kolaylık o kimseye (tevekkül vesilesiyle) gelir.

Bazende ihtiyarî tevekkül olur. Bu tevekkül ise; muradına götüren sebebin varlığı ile birliktedir. Şayet sebep kendisiyle emredilen ise, terkinden dolayı o kimse kınanır. Şayet sebebi yerine getirir ve tevekkülü terk ederse, yine terk ettiğinden dolayı kınanır. Çünkü imamların ittifakına ve Kur'an nassına göre bu vaciptir. Her ikisini yerine getirmek ve cem etmek kuşkusuz vaciptir. Şayet sebep, haram türünden bir şey ise, onu yapmak da haram olur. Dolayısıyla onun dışında bir sebep bulunmaz. Çünkü maksada ulaşmak ve musibetlerin kalkması için vesilelerin en güçlü olanı şüphesiz tevekküldür. Hatta mutlak mânada en güçlüsü tevekküldür. Şayet sebep mubah olursa, o zaman bakarsın, onun yerine gelmesiyle tevekkülün zayıflıyor mu, zayıflamıyor mu?

Eğer zayıflıyorsa ve kalbini senden ayrı tutuyorsa ve himmetini de dağıtıyorsa, onu terk etmek daha evlâdır. Ancak tevekkül zayıflamıyorsa, onunla uğraşmak daha evlâdır. Çünkü hakimlerin en hakimi olan Allahu Teâlâ'nın hikmeti, bunun müsebbibini meydana getirmeyi ortaya koymuştur. Öyleyse ne hâlde olursa olsun, yerine getirmeye çalış ve hikmeti sakın reddetme! Özellikle bunu bedensel konularda yapmışsan... İşte böylece kalbin ve azaların, ubudiyetle beraber tevekkülü yerine getirmiş ve Allah'a yakınlık niyetinin göstergesini ortaya koymuş olursun.

Tevekkül konusunun olması için, bunun emredilen sebepler ve vesilelerle yerine getirilmesi lâzımdır. O zaman her kim bunları yok edecek olursa, tevekkülü sahih olmaz. Tıpkı hayra götürecek vesilelerin yerine getirilmesi için ümidin gerçekleşmesi gibi. Çünkü her kim bunu yerine getirmezse, o zaman ümidi temenniye dönüşür. Tıpkı vesileleri yok edenin, tevekkülünün acziyete ve acziyetinin de tevekküle dönüştüğü gibi.

Tevekkülün sırrı ve hakikati sadece tek olan Allah'a kalbin itimad etmesidir. İşte böyle olursa, O'na itimat edip, O'na güvenen kalbin halvet bulmasıyla beraber vesilelerin bulunması zarar vermez.

Mesela; "Allah'a tevekkül ettim." deyip de Allah'tan başkasına itimat eden, güvenen bir kimsenin bu sözü kendisine yarar sağlamaz. Öyleyse dilin tevekkül etmesi başka bir şey, kalbin tevekkül etmesi başka bir şeydir. Tıpkı kalbin günahlarda ısrar etmesiyle beraber dilin tevbe etmesi bir şey, dil söylemese de kalbin tevbe etmesi başka bir şeydir. Yani kulun, kalbi Allah'tan başkasına itimat ettiği hâlde diliyle "Allah'a tevekkül ettim." demesi ne ise, günahları işlemede oldukça devamlı ve ısrarcı olan bir kimsenin "Allah'a tevbe ettim." demesi de öyledir.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol