Kur'an ve Sünnet
   
 
  İbnü'l-Mâcişûn'un sözleri:

İbnü'l-Mâcişûn'un sözleri:

Esrem «es-Sünne»'de, Ebû Abdillâh b. Batta «el-İbane»'de, ayrıca Ebû Amr et-Talemenkî ve başkaları sahih bir isnâd ile Abdülâziz  b. Abdillâh b. Ebî Seleme el-Mâcişûn'dan - ki bu zat Medine'nin üç imamından biridir. -Diğerleri Mâlik b. Enes ve İbn Ebî Zi'b'tir- rivayet ettiler. Bu zata Cehmiyye'nin inkâr ettiği husus sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
«İmdi, sorunu anladım, bana, Cehmiyyenin ve onların arkasın-dakilerin, azameti tasvir edilemez ve düşünülemez olan, dillerin kendisini vasfetmekten yetersiz kaldığı, akılların kudretini bilmekten âciz, azameti akılları durdurmuş, onlara bir imkân bırakmamış, bu sebeple akılların aşağılanıp yorgun düştükleri, binaenaleyh akıl sahiplerinin, Allah'ın, takdiri ile yarattığı şeylere bakıp düşünmeleri, önceden yok iken sonradan var olanların keyfiyetinden soru sormaları emrolunduğu bir rabbin, böyle bir rabbin sıfatı hakkında söylediklerini soruyorsun. Evet O Rab ki değişmez, yok olmaz, daima var, O'nun hiçbir eşi yok, nasıl olduğunu O'nun dışında hiç kimse bilmez, o halde bir başlangıcı olmayanın kadri nasıl bilinir? Ölmeyen, eskimeyen bir varlığın sânı nasıl kavranır? O'nun herhangi bir şeyinin vasfına, arifin bilebileceği, anlatanların belirleyeceği bir şey, bir sınır, bir son nasıl olabilir? Kaldı ki O, yegâne apaçık haktır, O'ndan daha gerçek ve daha açık olan bir şey yoktur. Akılların onun sıfatının gerçekliğini bilmekten âciz olmasının delili, yarattıklarının en küçüğü olan, küçüklüğünden dolayı dönüp dolaştığını, gelip gittiğini nerdeyse görmediğin, gözü kulağı farkedilmeyen, çekip çevirdikleri, akıl dolu hareketleri meydanda duran gözünden, kulağından daha çetrefilli, daha bir muamma olan bir yaratığın (meselâ bir sineğin) sıfatlarının hakikatim bilmekten âciz oluşudur. Yaratıcıların en güzeli olan, icatçıları yaratan efendiler efendisi, efendilerin Rabbi olan Allah ne yücedir, «Değil O'na benzer, benzer gibisi bile yoktur, O, işiticidir, görücüdür»(67).
Şunu anla -Allah sana rahmet etsin- ki, Rabbin bize bildirmediği sıfatlarını bilme gayretkeşliğinden uzaksın. Çünkü kendisinin sıfatları olarak bize bildirdiklerinin kadrini, keyfiyetini bilmekten âcizsin. Madem ki anlatmış olduğu sıfatlarının kadrini bilmiyorsun, öyleyse anlatmadıklarının kadrini bilmek için bu boş çaban niye? Bunlardan hareketle O'na daha fazla itaatte bir delil mi bulacak, O'na isyandan biraz daha mı el çekeceksin!
Rabbin kendisini vasfettiği şeyleri gayretkeşlik ve tekellüf yaparak inkâr edene gelince: «O kişiyi yerde şeytanlar ayartmış, şaşkın bırakmıştır»(68). Ve -kendi iddiasında- «İşte şöyle olduğu için böyle olması lâzım, yok şöyle olması lâzım» gibi sözlerini, Allah'ın kendini vasfettiği sıfatları, adlandırdığı Esmâ-i Hüsnâ'yı inkâra delil getirmiştir. Böylece bildirilmeyenlerden yola çıkınca, bildirilenleri görmez olmuş, Rabbin kendi isimleri olarak bize haber verdiği esmasını, haber vermediklerinden hareketle reddetmiştir. Tabiî ki şeytan ona (Allah'ın şöyle olması lâzım, böyle olması lâzım şeklinde) yazdırmaya devam etmiş, nihayet adam kalkıp Allah'ın şu-. «O gün yüzler vardır pırıl pırıl, Rab'lerine bakarlar»(69) âyetini reddetmiş ve demiştir ki: O'nu kimse kıyamet günü göremez!». Vallahi, böylece bu adam kıyamet günü Allah'ın dostlarına yapacağı en üstün ikramı, O'nun vechine bakıp yüzlerin pırıl pırıl olmasını, «her şeye kadir bir melikin huzurunda sadâkat makamında» bir lütfa nail olmalarını, kendilerine artık ölmemeyi takdir buyurup, O'na bakıp bakıp pırıl pırıl, ışıl ışıl parlamalarını inkâr etmiştir! (lbnü'1-Mâcişûn) sözlerine şöyle devam ediyor: Bu adam kıyamet günü Allah'ın görülmesini, kendi sapık ve saptırıcı delilini ayakta tutabilmek için inkâr etmiştir. Çünkü adam anlamıştır ki, Allah kıyamet günü kullarına göründüğü zaman, şu kendisinin inkâr ettiği, mü'minlerin ise inandığı şeyi (vechullâhı veya tecellî-i ilâhîyi) göreceklerdir.
(Bu görmeyi kabul etse, daha önce reddettiği şeyleri kabul etmiş olacak. Bu sebeple Allah'ı görmeyi de reddediyor).
Oysa müslümanlar, «ey Allah'ın resulü, dediler, Rabbimizi kıyamet günü görecek miyiz? Önünde bulut yokken güneşi görmekte zorluk çeker, sıkıntıya düşer misiniz? buyurdu. Hayır, dediler. Peki, buyurdu, mehtap gecesi önünde bulut yokken ay'ı görmekte zorluk çeker misiniz? Hayır, dediler. İşte buyurdu, o gün Rabbinizi de bu şekilde göreceksiniz»(70).
Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: «Cehennem dolmaz, tâ ki Cebbar (olan Allah) ayağını ona koyar, bunun üzerine yeter yeter der ve üst üste büzülür»71.
Sabit b. Kays'a da şöyle buyurdular: «Dün gece misafirlerine yaptıklarına Allah güldü»(72). Bize ulaşan haberlerde yine şöyle buyurdular: «Allah Teâlâ sizin darda kalıp ümit kesişinize ve size icabetinin sür'atine (bakar da) güler elbet. Araplardan bir adam bunun üzerine dedi ki: A, a! Rabbimiz güler mi? Evet, buyurdular. Bunun üzerine adam, gülen bir Rabb'tan gelecek hayırdan asla yoksun kalmayız»(73) dedi. Daha buna benzeyen ve sayıp bitiremeyeceğimiz nice hadis var.
Allah Teâlâ buyurur ki: «O işiticidir, görücüdür», «Rabbinin hükmü (gelinceye kadar) için sabret. Şüphesiz sen gözlerimiz önündesin»(74), «Gözümün önünde yetiştirilesin diye»(75), «İki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan ne?(76). «Halbuki kıyamet günü yer tamamen O'nun avucu içindedir (yeri tutacaktır), gökler de, elinde durulmuştur. O, onların ortak koştuklarından çok uzak, çok yücedir»(77).
Allah'a yemin ederim ki Allah, kendini vasfettiği şeyler ile tutuşunun kuşattığı şeylerin büyüklüğüne ve azametine neyi delil ve işaret kılmışsa, bir benzerini de küçültüp onların, o müslümanların benliğine koymuştur. Evet bu delil ve işaretler Allah'ın onların ruhlarına attığı bir şey, kalblerinin irfanı üzere yarattığı bir fıtrattır(78). Dolayısıyla Allah kendini ne ile vasfettiyse, peygamberinin dili üzere bize hangi isimlerini bildirdiyse, biz de O'nu, o isimleri ile anar, başka bir sıfatla O'nu anma tekellüfüne kapılmayız, ne şöyle, ne böyle deriz. Kendini vasfettiği sıfat ve isimlerini inkâr etmez, vasfetmediği şeyleri bilme tekellüfüne düşmeyiz. -Allah sana rahmet etsin- şunu bil ki: Dinde seni koruyacak olan şey, dinin bittiği noktada durman, dinin sana çizdiği sınırı geçmemendir. Çünkü dinen kemal, dinen bilinen şeyleri bilip tanımak, bilinmeyene dalmamaktır. Binâenaleyh dinde, neyin hakkında geniş bilgi varsa, gönüller hangi noktasında durdurulmuşsa, neyin esası Kitap ve Sünnet'te zikredil-mişse, miras olarak bu ümmetin elinde ne varsa, korkmadan onu söyle. Rabbin hakkında, kendisini vasfettiği sıfatlarla konuş, bundan utanç duyma, bu vasıflamaları ölçüp biçmeye kalkma.
Nefsin neyi tanımamışsa, Rabb'inin Kitab'ında, Peygamberinin hadisinde Rabb'inin sıfatları açısından bulamadığın birşeyi aklınla bilmeye çalışma, dilinle didelemeye kalkma, Rabb'inin o konuda susup birşey söylemediği gibi, sen de sus ve birşey söyleme, çünkü kendisi hakkında bir açıklama yapmadığı hususu bilmeye kalkmakla, kendisini vasfettiği sıfatlarını reddetmek aynı şeydir. Dolayısıyla inkarcıların, Rabbi'nin kendini nitelediği şeyleri reddetmelerini nasıl büyük (bir sınırı aşma olarak) görüyorsan, aynı şekilde O'nu, O'nun vasfetmediği şeylerle vasfedenlerin gayretkeşliklerini, tekellüflerini de büyük (bir sınırı aşma) olarak gör.
Allah'a yemin ederim ki, o müslüman (şahabı ve tabii) ler, o bilinenlerin bilgisine sahip, bu bilgiler sayelerinde bilinen, o bilinmeyenleri reddeden ve reddedilecekler sayelerinde reddedilen müslü-manlar, bu konuda Allah'ın kendisini Kitab'ında vasfettiği şeyleri işitiyor, peygamberlerinden aynısını duyuyorlardı da, onlardan hiçbirinin kalbi bu anış ve vasıf lamalardan hastalığa tutulmuyor (şüphe etmiyor), onlardan hiçbir mü'min Allah'ın kadrini kendi kendine belirtmeye kalkmıyor, başkalarının O'na taktığı isimlemelere de kapılmıyordu.
Resûlullah (s.a.v.)'in, Rabbinin sıfatları ile ilgili olarak O'nu isimlendirdiği şeyler de O'nun kendini isimlendirip tavsif ettiği şeyler mesabesindedir.
İlimlerinin bittiği noktada duran, Rabb'lerini kendi vasfettiği şeylerle vasfeden, zikretmeyi terkettiği şeyleri terkeden derin âlimler, O'nun kendim isimlendirdiği sıfatlarını asla inkâr ve reddetmez, kendini isimlendirmediği şeylerle O'nu asla vasfetmeye kalkışmaz, derine dalmazlar. Çünkü hak, O'nun terkettiğini terketmek, O'nu, kendini isimlendirdiği şeylerle isimlendirmektir. "Kim müminlerin yolundan başkasına uyarsa, onu döndüğüne döndürür ve cehenneme yaslarız. O ne kötü bir sondur»(79). Allah bize ve size hikmetler nasib etsin ve bizleri salihler içine katsın.»
Bütün bunlar İmam Îbnü'l-Mâcişûn'un sözleridir. Onları iyi düşün ve nasıl diğer imamlar gibi sıfatları isbat edip keyfiyetlerinin bilinmeyeceğini söylediğine dikkat et. «Sıfatlar isbat edilirse bize şöyle şöyle söylemek gerekir -nitekim Cehmiyye böyle söyler-, Allah'ın o zaman ya cisim olması, ya da araz olması gerekir, öyle olursa sonradan var olmuş olur» gibi gerekçeler öne sürerek O'nun sıfatlarını reddedenleri nasıl reddediyor!

Dip Notlar:
67) 42 Sûra, 11
68) 6 En'am, 71
69) 75 Kîyâme, 22, 23
70) Buhâri, Tefsir, 4-8, Tevhid, 24; Müslim, İman, 29&-302
71) Buhârî, Tevhid, 7; Müslim, Cennet, 38
72) Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr. 10
73) İbn Mâce, Mukaddime, 13; tbn Hanbel, IV/11, 12, 13
74) 52 Tur, 48
75) 20 Tâhâ, 39
76) 38 Sâd, 75
77) 39 Zümer, 67
78) Meselâ, O yücelerdedir. Biz de O'na duâ ederken ellerimizi yücelere doğru çevirme fıtratı üzereyiz.
79) 4 Nisa, 115


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol