Kur'an ve Sünnet
   
 
  Allah'ın yakınlığı:

Allah'ın yakınlığı:

«Yakınlıkla gelince, bazen tekil, bazen de çoğul sîgasıyla kullanılmıştır. Meselâ: «Kullarım, sana benden sorar(lar)sa (söyle): Ben (onlara) yakınım. Bana dua edince dua edenin duasına karşılık veririm»(17) âyetiyle: «Kendi nefislerinize merhamet edin... Kendisine dua ettiğiniz, bineğinizin boynundan size daha yakındır»(18) hadisinde tekil sîgasıyla kullanılmıştır.
*Biz ona şahdamarından daha yakınız»(19) âyetinde ise çoğul sigasıyla kullanılmıştır. Buradaki kullanış, «sana okuruz», «sana anlatırız», *onu derleyip okutmak bize düşer», «açıklaması bize aittir» gibi âyetlerdeki kullanışa benzer. Burada «okuma», Cebrail'den Kur'-an'ı duyduğu zaman için, «onu açıklama» ise, Kur'an'ı tebliğ edeceği kimseye onu açıklaması için kullanılmıştır.
Ümmetin selefi ile imamlarının ve halefinin görüşü o ki: Peygamber (s.a.v.) Kur'an'ı Cebrail'den, Cebrail de Allah'tan duymuştur. «Okuruz», «anlatırız» ve benzeri ifadeler arap dilinde, kendisine itaat eden yardımcıları bulunan büyük kişi için kullanılır. Yardımcıları, onun emriyle bir iş yaptıklarında, O büyük kişi: «Biz yaptık» der. Nitekim hükümdar:  «Bu beldeyi biz fethettik»  der. Oysa kendisi bizzat fethi gerçekleştiren orduda değildir.
«Allah, öldükleri sırada canları alır»(20) âyeti de bu kabildendir. Çünkü Allah, başlarında ölüm meleği bulunan elçileri vasıtasıyla canları alır. Nitekim başka âyetlerde şöyle buyurulmaktadır: «... elçilerimiz onun canını alır»(21), «Üzerinize vekil edilen ölüm meleği, canınızı alır»(22). Ölmek üzere olan kişiye meleklerin zâtları yaklaşır. «Biz ona şahdamanndan daha yakınız»(23) âyeti de yine bu kabildendir.
Çünkü Allah Sübhânehu ve Teâlâ ile melekleri, kulun nefsinin kendisine iyilik mi, yoksa kötülük mü fısıldadığını bilirler. Kalbte niyyet, amelden öncedir. «Biz ona şahdamanndan daha yakınız» sözü, meleklerin zâtlarının yakınlığı ve Allah'ın ilminin yakınlığı anlamındadır. Meleklerin zâtları, şahdamardan kalbe daha yakındırlar. Buna göre onlardan bir kısmının diğerlerinden daha yakın olması mümkündür. Bu sebepledir ki, âyetin devamında «Onun sağında ve solunda oturan iki alıcı (melek, onun yaptıklarını) kaydetmektedir»(24). Böylece o meleklerin şahdamardan daha yakın olduklarını haber veriyor. Bütün bunlar, melekler hakkındadır.
«Ben yakınım» ve «Allah kişiye, onun bineğinin boynundan daha yakındır» gibi nasslara gelince, bunlar dua konusunda söylenmiştir. Her durumda Allah'ın kullara yakın olduğunu anlatmıyorlar, bunun bazı özel durumlarda olduğunu ifade ediyorlar. Nitekim hadîste: «Kulun Rabbine en yakın olduğu durumu, secde durumudur» ve benzeri şeyler söylenmiştir.
«Bana bir karış yaklaşana bir arşın yaklaşırım; bir arşın yaklaşana bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene koşarak gelirim»(25) kudsî hadisine gelince, bir şeyin bir şeye yakınlığı, diğerinin de ona yakınlığını gerektirir. Ancak ikincinin yakınlığı, birincinin yakınlığının bir gereğidir ve ondan da bizzat bir yakınlık meydana gelmiş olur.
Birincisi Mekke'ye» ya da Kabe'nin duvarına yaklaşanın durumu gibi. Duvara yaklaştıkça duvar da ona yakın olur, ama duvarda herhangi bir eylem söz konusu değildir.
İkincisi: Kişinin,  kendisine yaklaşmakta olan birine yakın  olması durumu gibi. Bu, kudsî hadîste anlatılan bu yaklaşmaya benzer. Kul Allah'a yaklaşırken, Allah da ona yaklaşmaktadır. Bu husus müteaddid nasslarda dile getirilmiştir. «O yalvardıkları da, onların (Allah'a) en yakın olan(lar)ı da Rablerine yaklaşmak için vesile ararlar» âyeti ve benzeri nasslarda anlatıldığı gibi. Burada Rab-bin kendisinin kullarına yakınlaşmasıdır. Bu, Allah'ın dünya göğüne inmesine benzer.
Sahih bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır: "Allah Teâlâ Arafat akşamı yaklaşır (iner) ve meleklere karşı Arafat'ta bulunanlarla övünür»(26). Bütün bu yakınlaşma bazı durumlara hastır ve ne Kur'an'da, ne Sünnet'te bütün durumlarda asla, Allah'ın zâtının yaklaştığına dair bir delâlet yoktur. Hulule kail kimselerin görüşlerinin butlanı buradan da anlaşılmaktadır. Çünkü onlar mukayyed ve özel bir durumu mutlak ve genel bir durum gibi gösterdiler. Nitekim kardeşleri vahdeti vücûdcular da «...duyan kulağı olurum», «Suretinden başka bir suret üzere onlara gelir» ve Allah'ın, Peygamberinin dili üzere: «Allah kendisine hamd edeni duydu» buyurması gibi nassları kendilerine delil olarak ileri sürdüler. Halbuki bunların hepsi aleyhlerine birer delildir.
Bu anlattıklarımız anlaşıldıysa da; dua eden ve secdeye kapanan kişi, ruhunu Allah'a yönlendirmektedir. Ruhun ise, kendine has bir yükselişi vardır; şaibelerden uzaklığı nisbetince Allah'a yaklaşır. Böylece ruhun yaklaşmasının bir gereği olarak Allah da ona yakın olur. Allah'ın başka türlü bir yaklaşması da var ki, o Arafat akşamı yaklaşması, gece ortasında yaklaşması, kendisine bir karış yaklaşana bir arşın yaklaşması gibidir. Gecenin sonuna doğru insanların kalelerinde öyle bir teveccüh, ibadet duygusu ve rikkat var ki, başka zamanlarda böylesi mevcut değildir. Bu da, Allah'ın dünya göğüne inmesine ve: «Dua eden var mı?... Bir isteği olan var mı?... Tevbe eden var mı?...» buyurmasına uygundur.
Ayrıca bu nüzul, başka ülkelerde böyle bir vakfe bulunmaması sebebiyle, sadece hacılar için hâsıl olan Arefe akşamı yakınlaşması (inmesi) gibi midir? Yine Ramazan orucunu tutan -bu aya saygı duymayan kâfirler için değil - müslümanlar için cennet kapılarının açılması, cehennem kapılarının kapanması ve şeytanların bağlanması gibi midir? Yine Bedir günü Bedir savaşma katılanlara muttali olması ve onlara: «Dilediğinizi yapın» buyurması, onlara hâs mıdır, yoksa genel midir? Bu konuda söylenecek şeyler vardır, ama burası yeri değildir. Buradaki Allah'ın yakınlaşması sözü her gece ve bir de Arefe akşamı inmesi ve ağaçtan Musa ile konuşması ve : «Ateşin yanında olan ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır»(27) buyurması cinsinden bir sözdür.
Başka yerde Hammâd b. Zeyd, îshak b. Râhûye ve başka selef âlimlerinin Allah'ın dünya göğüne indiği ve Arş'ın kendisinden hâli olmadığına dair görüşlerini zikrettik. Sünnet Ehli olduğunu iddia eden bir taife bu durumda Arş'ın kendisinden hâli olduğunu iddia etmişse de, doğrusunun bunun aksi olduğunu beyan ettik.
Ebû'l-Kasım Abdurrahman b. Mende bu konuda bir eser yazmış ve Arş kendisinden hâlî olmadığı halde indiğini söyleyenin görüşüne saldırarak Ahmed b. Hanbel'in Müsedd i d' e gönderdiği mektupta söylenenlerin Ahmed b. Hanbel'e nisbetinin zayıf olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre bu mektup tamamen uydurma mahsulüdür. Mektubun râvisi olan el-Burdai Ahmed b. Muhammed meçhul biri olup îbn Hanbel'in ashabı arasında böyle biri yoktur.
Bir grup ise bu konuda tavakkuf eder; Arş kendisinden hâli olur da demez, hâlî olmaz da demez. îki şıktan hangisi olursa olsun ona kail olanı reddeder. Hafız Abdü'1-Gani el-Makdisi bunlardandır.
Allah'ın inmesi esnasında göğün yarılıp tekrar bitişip kaynaştığı mes'elesine gelince, bunu bazı kişiler iddia etmişse de cehaletin en katmerlisindendir.
Doğrusu: Selefin görüşü olup Arş'ın kendisinden hâlî olmadığıdır. Kulun ruhu da, ölünceye kadar gece-gündüz kulun bedeninde-dir. Uyku esnasında yukarı çıkar ve bazen Arş'ın altında secde eder. Ancak yine de bedenden ayrı düşmez. Yine kulun Rabbine en yakın olduğu an, secde anıdır ve bu anda da ruhu bedeniyle birliktedir. Ruhların tâbi olduğu kanunlar, bedenlerin tâbi olduğu kanunlardan farklıdır. Ruhların kanunları farklı olunca, ya melekler, hele Rab Te-âlâ nasıl olur, onu sen düşün.
Gece de dünyanın her tarafında farklı farklıdır; doğuda gecenin üçte biri, batının üçte birinden öncedir. Resûlullah'm Allah hakkında haber verdiği göğe nüzulü bunların göğüne gecelerinin üçte birinde, diğerlerinin göğüne de gecelerinin üçte birinde olur. Allah'ın bir durumda olması, başka durumda olmasına engel değildir. Birşeyi duyuyor olması, başkasına duymasına engel değildir. Meselelerin çokluğu O'nu hata yapmaya sürüklemez. Aksine O, kıyamet günü kullarla konuşup onları hesaba çeker ve biriyle meşgul olması, başkasıyla meşgul olmasına engel değildir.
îbn Abbas'a: Kıyamet günü Allah bir anda bütün insanlarla nasıl konuşur? diye sormuşlar; bir anda hepsine nasıl rızık veriyorsa cevabını vermiştir. Aynı şekilde Allah dünyada da dua edenlerin dualarını duyar ve istekte bulunanların isteğine icabet eder. Oysa dua edenlerin dilleri farklı ve ihtiyaçları muhteliftir. Bazen biz insanlardan bin bile, aynı anda birçok konuşanın sözlerini duyabilir. Meselâ Kur'an okutucuları böyledir. Bir anda okuttuklarından birçoğunu dinler. Ancak yine de bu sayı azdır ve kendisine yakın olanlardır, îçinde bazılarına daha yakınlık duyar. Hazır olan, ya da olmayan kimselerden bazılarına yakınlık ve meyil hisseder ve bu yakınlık ve meyil dereceleri farklılık arz eder. Rab Teâlâ ise, herşeyi kuşatır ve bilir. Duyması tüm sesleri kapsar ve isteklerin hepsine icabet eder.
Bazı kimseler yanılgıya düşerek Allah'ın yakınlaşmasının, insanların bedenlerinin yakınlaşması nevinden olduğunu sanır. Nasıl ki insan bedeni bir yöne yöneldiğinde diğer yönden uzaklaşıyorsa ve ruhu tarafından olan amelin, bedeninin amelinin aksine olabileceğini; meselâ bedenen yakınlığı şuna olduğu halde, ruh yakınlığı başkasına olabiliyorsa Allah'ın yakınlaşmasının bu anlamda olduğunu zanneder.
Kısacası; Rabbin mü'minlerin kalblerine yakınlığı ve kalbleri-nin O'na yakınlığı bilmen bir husustur. Kalbler, iman ve marifetleri; zikir, haşyet ve tevekkülleri nisbetince O'na yükselirler. Bu husus bütün insanlarca iltifat edilen bir husustur. Ama yakınlaşma mes'elesi böyle değildir. Kendisine ibadet edilen; namaz kılınıp secde edilen göklerin yukarısında bir Rabbin bulunmadığını söyleyen Cehmî bu yakınlaşmayı reddeder ki, bu küfürdür.
Birincisini Küllâbiyye ve ihtiyari fiillerin Allah'la kaim olamayacağı görüşünde olanlar reddediyor. Ayrıca E ş ' a r i' nin etbaından ve Ahmed b. Hanbel'le başkasının ashabından bazıları, rıza, gazab, sevinme ve sevmeyi irade sıfatı olarak, bazen de irade dışında başka kadîm bir sıfat olarak görürler.
İbn Mende, bu konuda sözü epeyi uzattıktan sonra şöyle diyor: Bu da gösteriyor ki, Allah'ı ikrar eden herkesin, ikrarı nisbetin-de imam vardır. Ayrıca rivayetlerin dile getirdiği aleyhine hüccet bulunmayan kimse, bir şeyi reddettiğinden dolayı tekfir edilemez. Bu da gösteriyor ki, namaz kılanların hepsi, mabudları ve O'nun sıfatları konusunda farklı itikatlara sahip olsalar bile Allah'a ve Resulüne inanıyorlar. Ancak kişi münafık olup diliyle mü'min olduğunu söylüyor ve küfrü içinde saklıyorsa o başka.
Münafık olmadığı halde müslüman olduğunu izhar eden herkes mü'mindir ve inandığı nisbette iman sahibidir. Kalbinde zerre miktarı olsa bile cehennemden çıkacak ve cennete girecektir. Bütün akide ihtilâflarına rağmen sıfat ve kader konularında tartışan ve farklı düşünenlerin hepsi bu hüküm kapsamına dahildir. Eğer Allah'ı ancak Peygamber'in tanıdığı gibi tanıyanlar cennete girseydi, Peygamber'in ümmetinden hiç kimse cennete giremezdi. Çünkü hepsi, ya da çoğu bu seviyede bir bilgi sahibi değildir. Aksine, cennete girecekler ve iman ile marifetleri nisbetince cennetteki menzileleri farklı farklı olacaktır.
Biri bir imana sahip olup o imanla Allah'a ibadet ediyor ve başka biri gelip birincisinin aciz kaldığı bir seviyeye ulaşıyorsa, gücünün yetmediği ona yüklenmez. Bu sebeble gücünün yetmediği ona yüklenerek onu fitneye düşürecek şeyler ona söylenmemelidir.
İnsanların eğitiminde ve onlara anlatılacak şeyler konusunda bu, önemli bir kuraldır. Vallahu a'lem.

Dip Notlar:
17)    2 Bakara, 186                            
18)   Buhâri, Deavât, 51
19)   50 Kat, 16
20)    39 Zümer, 42                                    
21)    6 En'âm, 61                                      
22)    32 Secde, 11
23)   50 Kaf, 16
24)   50 Kaf, 17
25)   Buhârî, Tevhid, 50; Müslim, Zikr, 2; Tirmizî, Deavât,  131;  tbn Mâce, Edeb, 58
26)   İbn Mâce, Menâsik, 56
27)   27 Nemi, 8


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol