Kur'an ve Sünnet
   
 
  Kaynak olarak Kur'an ve Sünnet yeterlidir:

Kaynak olarak Kur'an ve Sünnet yeterlidir:

Mes'ele, kula Allah'ın hikmet ve iman vermesidir. Ta ki kişinin aklı ve dini olsun; anlasın ve bağlansın. Daha sonra Kur'an ve Sünnet nuru, kendisine yetsin ve başkasına ihtiyaç göstermesin. Ne var ki, insanların pek çoğu, kelâm gruplarından birine intisap etmiştir. Başkalarına değil! onlara hüsn-i zan beslemektedir. Bu konuda başkalarının varamadığı gerçeklere onların vardığını zannetmekte ve kendisine bir âyet de getirilse, o âyete ancak onların bu âyeti nasıl anladıklarını öğrendikten sonra tâbi olmaktadır.
Ama bununla birlikte onlar seleflerine aykırı bir yoldalar, onlara tâbi değiller. Geçmişlerinin sözlerinde buldukları hidâyeti alsalardı, hakkı arama konusunda hidayetlerinin artması umulurdu. Ancak belli bir gruptan geldiği takdirde hakkı kabul eden, sonra da o grubun getirdiği hakka saramayanların, haklarında Allah'ın şöyle buyurduğu yahudilerle bir benzerlikleri vardır: «Onlara: Allah'ın indirdiğine inanın denilse, bize indirilene inanırız, derler, ötesini kabul etmezler. Halbuki o, kendi yanlarında bulunanı doğrulayıcı bir gerçektir. De ki: Gerçekten inanıyor idiyseniz neden daha önce peygamberleri öldürüyordunuz?(258)
Yahudiler: Biz ancak bize indirilene inanırız, dediler. Allah, da onlara: «Gerçekten inanıyor idiyseniz neden daha önce peygamberleri öldürüyordunuz?» dedi. Böylece onlara: Aslında siz ne peygamberlerinizin, ne de diğer peygamberlerin size getirdiklerine tâbi oluyorsunuz, siz sadece nevalarınıza uyuyorsunuz. Bu, Allah'tan bir delil ve açıklama olmaksızın bir gruba körü körüne bağlandığı halde, hak sözkonusu olduğunda, bu kendi grubundan da gelse, başkasından da gelse, kabul etmeyenlerin durumudur.
Ebu'l-Meâli el-Cüveynî, «er-Risâletu'n-Nizâmiyye» isimli eserinde şöyle demektedir: Bu nasslar konusunda âlimlerin izlediği yollar birbirlerinden farklı olmuştur. Bazıları bunları te'vil etmekten yanadır ve Kur'an âyetleriyle sahih sünnette bu yola başvurur. Selef imamları ise, te'vilden uzak durur, bu nassları dış görünüşleriyle alır ve anlamım Allah'a havale ederler. C ü v e y n i şöyle devam eder: Bizim tercih ettiğimiz ve akide olarak din edindiğimiz, ümmetin selefine ve kesin naklî delile tâbi olmaktır. Bu konuda ümmetin icmâı vardır ve o, tâbi olunan bir delildir, şeriatın büyük kısmının dayanağı budur.
Dinin kurallarını zaptetme, onları koruma ve bilmeyenlere öğretme konusunda var güçleriyle çalışan ve bu uğurda hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan müslümanların en seçkinleri ve şeriat yükünü yalnız başlarına omuzlayanları olan Resûlullah (s.a.v.)'in ashabı, bu tür nassların anlamlarına dalmamayı yol edinmişlerdir. Eğer onları te'vil etmek caiz, ya da kaçınılmaz olsaydı, şeriatın fer'î mes'elelerinden daha çok bu yöne yönelir, ona önemle sarılırlardı. Sahabe ve tabiîn dönemi te'vile yönelmemeyi seçtiğine göre, tâbi olunacak yol budur. O halde din sahibi kişi, Allah'ın yaratıkların sıfatlarından münezzeh olduğuna inanmalı, zor mes'elelerin te'viline dalmamak.
anlamlarını Allah'a havale etmeli; istiva ve Allah'ın gelişiyle ilgili âyetleri, «...iki elimle yarattığıma..», «Yalnız Rabbinin, celâl ve ikram sahibi yüzü baki kalacaktır», «...gözlerimizin önünde akıp gidiyordu» âyetlerini ve Allah'ın dünya göğüne inmesi gibi Resûlullah (s.a.v.)'den nakledilen diğer sahih rivayetleri olduğu gibi kabul etmelidir,                                                          
Derim ki: Soran kişinin bu cevaptaki hedefi, bu konuda selefin görüşünü nakleden bazı âlimlerin sözlerini zikretmektir. Kelâmcılardan ve diğerlerinden naklettiklerimiz, bu konuda söyleyeceklerimizin tamamı değil, ancak bir bölümüdür. Fakat hak, kimin ağzından çıkarsa çıksın kabul edilir. Muâz b. Cebel, Ebû Davud'un Sü-nen'inde naklettiği meşhur sözünde şöyle demektedir: «Kimden gelirse gelsin, onu söyleyen kâfir -veya fâcir- bile olsa hakkı kabul edin. Hikmet sahibi kimsenin sapıtmasından da sakının». Çevresindekiler sordular: Kâfirin hak söz söylediğini nasıl bilelim? Dedi ki: -Hakkın üzerinde bir nur vardır (bu nurdan hak olduğu anlaşılır)» -Ya da bu anlamda bir söz söyledi-.
Bunun delille isbatma, ortaya çıkan şüphelerin ortadan kaldırılmasına ve gönlün yakin derecesinde kabullenmesi için işin araştırılmasına ve bu gibi konularda âlimlerin görüşlerinin ayrıntılı bir şekilde gözler önüne serilmesine gelince; bunları anlatmak bu fetvanın boyutlarını aşar. Daha önce bu konuda bazı şeyler yazmış ve bizim meclislerimizde bulunanlara da anlatmıştım. Belki de -Allah izin verirse- ileride yeterli derecede mes'eleyi ele alıp yazacağız.
Özet olarak söylemek gerekirse, Allah'ın kitabını ve peygamberinin sünnetini tedebbür ile okuyan, maksadı hakkı bulmak olup sözleri yerlerinden tahrif etmekten ve Allah'ın isim ve âyetlerinde ilhaddan uzak duran için tam hidâyet ve nur vardır.

Dip Notlar:
258) 2 Bakara, 91


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol