Kur'an ve Sünnet
   
 
  Yoldan sapanların türleri:

Yoldan sapanların türleri:

Bunların yolundan sapanlar ise üç gruptur: Tahyil ehli, Te'vil ehli ve Techil ehli.

1. Tahyil ehli (sembolistler) : Bunlar, onların yolunda giden filozof, kelâma, mutasavvıf ve fıkıhçılardır. Bütün bu adamlar diyorlar ki: «Resulün Allah'a ve âhiret gününe imanla ilgili olarak sözünü ettiği şeyler, tüm insanların yararlanmaları için hakikatleri hayal ettirmekten (sembolik olarak anlatmaktan) ibarettir. Yani gerçekte bunlar, hakkı açıklamak, insanlara doğru yolu göstermek, ya da hakikatleri olduğu gibi ortaya koymak değildir.»
Böyle diyenler ayrıca kendi aralarında iki bölüme ayrılıyorlar : Bir bölümü Resûl'ün, hakikatleri oldukları şekilde bilmediğini söylüyor ve diyorlar ki: «Bu hakikatları bazı ilâhiyatçı filozoflar ile evliya adı verilen bazı şahıslar bilmiştir». Sonra da bu filozof ve evliya dedikleri şahısların içinde Allah'ı ve âhiret gününü peygamberler-, den daha iyi bilenlerin olduğunu iddia ediyorlar. Bu sözler, Şia ve sûfiyyenin bâtınî gruplarından olan filozoflardan aşın ilhadçı sapık kimselerin sözleridir.
Diğer bir kısmı da: «Hayır, gerçekte Resul hakikatleri biliyor, fakat onları açıklamamıştır. Aksine bu hakikatlere zıt şeyler söylemiş, halkın bu zıt şeyleri anlamasını murad etmiştir. Çünkü halkın faydası hakkı yansıtmayan bu itikadlardadır» demişlerdir.
Bu adamlar yine diyorlar ki: «Peygamberin, batıl da olsa tecsim(cisimleştirme), bedenlerin meâdı (ba's v.s.) ve cennet ehlinin yiyip içeceklerini haber vermesi gerekir. Çünkü halkı, kulların faydası için, yalanlarla dolu olan bu metoddan başka bir metodla davet etmeye imkân yoktur». îşte bu sözler Allah'a ve âhiret gününe imanla ilgili naslar hakkında bu adamların < söyledikleri sözlerdir.
Amellere gelince, bazısı bunları kabul ediyor, bir kısmı da amelleri itikâdlar gibi sembolik görerek diyor ki: «Bazı insanlar bu amellerle yükümlü, bazısı değil; halk bunlarla yükümlüdür, ama seçkinler değil». îşte bu yol, mülhid Bâtınilerin, îsmâiliyye'nin ve benzerlerinin yoludur.

2. Te'vil ehli : Bunlar da şöyle diyorlar: «Resul, Allah'ın sıfatları hakkındaki naslarla, insanların aslı bâtıl olan şeylere inanmasını istememiş, bunlarla birtakım anlamlar kasdetmiş, ama bu anlamlan onlara açıklamamış ve göstermemiştir. Bakarak, hakki akü-larıyla bulmalarını, bu nasları medlulünden başka yönlere çevirmek için çalışmalarını istemiştir. Böyle yapmaktan maksadı onları imtihan etmek, onlara külfet yüklemek, zihinlerini ve akıllarını yormaktır. Bunu, kendisinin sözlerini medlulünden ve gerektirdiği mânadan çevirmeleri, başka anlama çekmeleri hususunda yapmış, yani hakkı onlara dolaylı yoldan tarif etmiştir». Bu sözler ise Kelâmcıların, Cehmiyyenin, Mûtezile'nin ve ara sıra bunların sözlerine benzer şeylere dalan kimselerin sözleridir.
İşte bu fetvamızda kendilerini reddetmek istediğimiz grup bunlardan oluşmaktadır. Çünkü insanların birincilerden kaçtıkları zaten meşhur bir şey. Bunlar ise öyle değil. Zira bu grup bir çok mes'elede sünnetten yana görünmekle birlikte, aslında ne İslâm için tam bir destek durumundadırlar ve ne de filozofları tam reddetmişlerdir. Gerçi saydığımız şu mülhidler bunları, meâd ile ilgili naslarda da, tıpkı sıfatlarla ilgili naslarda iddia ettikleri metoda mecbur etmek istemişler, ama bunlar onlara demişlerdir ki: «Biz ıztırârî olarak peygamberlerin nedenlerin meâdı (ba's v.s.) itikadını getirmiş olduklarını biliyoruz*. Biz de daha önce meâdı reddeden şüphelerin geçersiz olduğunu belirtmiştik.
Ehl-i Sünnet bunlara şunu söylüyor: «Biz Resullerin, sıfatların is-bâtı ile gelmiş olduklarını zorunlu olarak biliyoruz. İlâhî kitablarda sıfatla ilgili naslar, meâd ile ilgili naslardan daha çok ve daha büyük bir yer tutmaktadır». Ehl-i Sünnet şunu da ilâve eder: Arab müşrikler ve diğer başkaları meâdı inkâr ediyorlardı, Resule karşı da meâdı inkâr edip fiilen onunla tartıştılar. Sıfatlarda ise böyle bir şey yapmadılar, yani araplardan hiçbiri peygambere karşı Allah'ın sıfatlarını inkâr edip karşı çıkmamıştır.
Demek ki, akılların sıfatları ikrarı daha kolay, meâdı ikrarı ise daha zordur. Başka deyişle akıl inkâr edecekse, önce sıfatları değil, meâdı inkâr eder. Öyle olunca siz nasıl olur da haber verdiği sıfatların, haber verdiği gibi olmadığını, meâdin ise haber verdiği gibi olduğunu söylersiniz?! (Yani akla uygunluk esâsı kabul edilirse sıfatlar akla meâdden daha uygundur. Buna göre, niçin sıfatları akla uygun bulmayıp te'vil ettiniz de, meâd mes'elesini te'vil etmediniz?!)
Yine aynı şekilde Resûlüllah (s.a.v.)'in, ehl-i kitabı, tahrif ve tebdillerinden dolayı kınadığı bilinmektedir. Biliyoruz ki Tevrat, sıfatları zikreden âyetlerle doludur. Eğer onlar bu sıfatlarda tahrif ve tebdil yapmış olsalardı peygamber onları elbette daha fazla kınayıp reddedecekti. Nasıl öyle olmasın ki, onlar gelip huzurunda sıfat âyetlerini zikrettikçe onlara hayret ederek ve onları tasdik ederek (!?) gülüyordu, onları, sıfatları reddedenlerin isbat edenleri ayıpladıkları «tecsime düştünüz, teşbihe saptınız v.s.» gibi lâfızlarla reddetmemişti. Aksine (Allah'ın eli demelerinden değil) «Allah'ın eli bağlıdır»(55) demelerinden, 'Allah fakirdir biz ise zenginiz»(56) demelerinden «Allah gökleri ve yeri yaratınca istirahata çekildi» demelerinden dolayı kınamıştı. Bu sonuncusu hakkında Allah: «Biz gökleri, yeri ve arasındakileri altı günde yarattık ve bize bir yorgunluk dokunmamıştır»(57) buyurur.
O halde Tevrat, Kur'an ve hadiste zikredilen sıfatlara uygun sıfatlarla doludur, ama Tevrat'ta meâd Kur'an'daki gibi tasrih edilmemiştir. Her iki kitabın ittifak ettiği sıfatlan te'vil etmek caiz görülürse, sadece birinde geçen meâdı te'vil etmek daha evlâdır. İmdi peygamberimizin dininden zarurî olarak -meâdı te'vil etmenin bâtıl olduğu- malûm olduğuna göre, sıfatları te'vil etmek daha bâtıldır.

3. Techil ehli (cahil sayanlar) : Sünnete ve selefin tâbilerine mensub olanlardan böylesi kimseler çoktur. Bunlar derler ki: Resûlüllah (s.a.v.) kendisine inen sıfat âyetlerinin anlamlarını bilmiyordu. Bu âyetlerin anlamlarını Cebrail de bilmiyordu, öne geçen ilk müslü-manlar da.
Sıfatlardan bahseden hadisler hakkındaki,  «bunların anlamlarını sadece Allah bilir, peygamber bunları ilke olarak söylemiş olmakla birlikte durum budur» sözleri de aynıdır. Onların bu sözüne göre peygamber, anlamlarını bilmediği şeyler söylemiştir.
Bunlar böyle demekle Allah Teâlâ'nın «Onun te'vilini ancak Allah bilir»(58) kavl-i kerimine uyduklarını sanıyorlar. Gerçekten selefin çoğunluğu âyetin burasında susmayı tercih etmiştir. Bu susma sahih bir susmadır. Fakat bunlar, bir sözün anlamı ve tefsiri ile, yalnızca Allah tarafından bilinen te'vilini birbirinden ayırmıyor ve Allah'ın bu âyette zikrettiği te'vil ile müteahhirinin sözleri arasında geçen te'vilin aynı anlamda olduğunu sanıyor, dolayısıyla büyük bir yanılgı içine düşüyorlar.

Dip Notlar:
55) 5 Mâide, 64
56) 3Âl-İ İmran, 181
57) 50 Kaf, 38
îbn Teymiye Külliyatı: V — F.: 3
58) 3 Al-i îmran, 7


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol