Kur'an ve Sünnet
   
 
  Ebû Süleyman el-Hattabî'nin sözleri:

Ebû Süleyman el-Hattabî'nin sözleri:

Meselâ Ebû Süleyman el-Hattâbi meşhur risalesi *el-Ğunye ani'l-Kelâmi ve Ehlih» de der ki: Sorduğun sıfatlar ile, Kitab ve Sünnet'te bu konuda geçenlere gelince, şüphesiz selefin mezhebi onları isbât ve zahirleri üzere icmâ etmek, onlardan keyfiyet ve teşbihi reddetmektir. Doğrusu bazı topluluklar o sıfatları nefyedip, Allah'ın isbat ettiğini ibtal etmiş, bazı isbatçı topluluklar ise onların hakikatini kabul etmekle beraber bir nevi teşbih ve keyfiyet belirlemeye kalkmışlardır. Orta yol, iki taraf arasında bulunan doğru yola koyulmaktır. Allah Teâlâ'nın dini, o dinde aşırı gidenle, c dini eksik ve kusurlu yapan arası bir yoldur.
Bu konuda aslolan şudur: Sıfatlardan söz etmekle zattan söz etmek aynı hükme tâbidir. Her ikisi hakkında da aynı konuşma esasına yönelinir. Allah Sübhânehû'nun varlığını kabul, nasıl sadece O1-nun var olduğunu söyleyip varlığının keyfiyetini söylemek değilse, O'nun sıfatlarını kabul ve isbat etmek de sadece var olduklarını söylemektir;  sınırlarını  belirlemek,  keyfiyetlerini  tesbit  etmek  değil.
Binâenaleyh yed (el), sem' (işitme), basar (görme) vesaire dediğimiz zaman, bunlar Allah'ın kendisi için sabit kıldığı sıfatlardan ibarettir. Yani ne *yed»in anlamı «kuvvet» veya -ni'met»tir, «sem*» ve «basarım anlamı «ilimdir» diyoruz; ne, bunlar uzuvdur diyor, onları (bildiğimiz) ellere, işitme ve görme organlarına benzetiyor ve iş görme araçları olan uzuvlardır diyoruz! Asla! O halde deriz ki: Böyle söylemek bu sıfatları isbât etmekten ibarettir. Çünkü bunlar tevkifidir. (Allah ve Resulünden) böyle gelmiştir, onlardan teşbihi nefyetmek de gereklidir. Çünkü Allah, değil benzeri olmak, benzer gibisi bile olmayandır. îşte sıfat hadislerinde selefin sözleri bu usûl üzeredir. Bu sözlerin tamamı Hallabî' nin idi.
Hafız Ebû Bekr el-Hatîb de bir risalesinde bunları söylemiş, selefin mezhebinin bu şekilde olduğunu haber vermiştir.
H a 11 â b î' nin zikrettiği sözlerin benzerini, sayılamayacak kadar çok âlim de nakletmektedir: Meselâ, Ebû Bekr el-İsmâil, îmam Yahya b. Ammâr es-Siczî, «Zemmü'l-Kelâm» ve «Menâzilü's-Sâirin» sahibi Şeyhu'l-islâm Ebû ismâil el-Herâvi -ki bu zat çok meşhurdur-, Şeyhu'l-îslâm Ebû Osman es-Sâbûnî, Mağrib îmamı Ebû Ömer îbn Abdi'1-Berr en-Nemerî ve başkaları gibi.
«Hılye» sahibi Ebû Nuaym el-Isfahânı bir akidesinin baş tarafında der ki: «Yolumuz Kitab'a, Sünnet'e ve ümmetin icmaına tâbi olanların yoludur». Yine dedi ki: Peygamberimizden Arş ve Allah'ın istivası hakkinda sabit olan hadisler, onların itikadı olan şeylerdir, onları söyler, keyfiyetsiz, misilsiz (temsilsiz) ve teşbihsiz olarak isbat eder, Allah'ın mahlûkatmdan, mahlûkatm Allah'tan ayrı olduğunu, O'nun onlar arasına girip hulul etmediğini, onlarla karışmadığını, yeryüzünde ve yaratıkları içinde değil, göğünde Arş'ı üzere istiva ettiğini kabul ve ifade ederler».
Hafız Ebû Nuaym, yazdığı Mahıccetul-Vâsikin ve Medravetü'l-Vâmikin» adli eserinde der ki: Onlar, Allah'ın gökleri üstünde olduğunda, Arş üzerinde bulunup, ona istiva etmiş olduğunda, Cehmiyye'nin dediği gibi Arş'ı istilâ etmiş ve her mekânda olmadığında icmâ etmişlerdir ki, Cehmiyye'nin sözleri Kitab'ta indirilenlerin hılâfınadır: «Emin misiniz ki gökte olan...*(115), «Güzel söz O'na çıkar» (116). «Rahman Arş'ı üzere istiva etti» (117). Üzerine istiva ettiği Arş'ı O'nundur, gökleri ve yeri kaplayan Kürsî'si O'nundur. Buyurur ki: «Kürsi gökleri ve yeri kaplamıştır»(118).
Ve Kürsîsi cisimdir, yedi yer ve yedi gök, Kürsisine göre çöl yüzeyinde bir halka kadardır. Cehmiyye'nin dediği gibi, Kürsîsi ilmi değildir. Bilâkis Kürsisi kıyamet günü mahlûkatı arasında hüküm vermesi için konulacaktır. Bunu Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ve O'nun kıyamet gününde kulları arasında hükmünü verip yargısını bitirmek için geleceğini, meleklerin de saf saf dizileceklerini haber vermiştir. Nitekim Allah Teâlâ: «Melekler saf saf olduğu halde Rabbin gelir»(119) buyurur. Peygamberimiz ek olarak, kıyamet günü Allah'ın kullan arasında hükmünü vermek için geleceğini, muvahhid günahkârlardan dilediğim bağışlayıp dilediğine azab edeceğini haber vermiştir. Nitekim Allah buyurur ki: «Dilediğini bağışlar, dilediğine azâb eder»(120).
Hicrî dördüncü yüzyılın sonlarında, ülkesinde sûfiyyenin şeyhi olan arif imam Mâmer b. Ahmed el-îsfehâni der ki: «Ashabıma sünnetten bir vasiyeti, hikmetten bir öğüdü tavsiye etmeyi, hadis ve eser (nakil) ehlinin, ayrıca mütekaddimîn ve müteahhirînden ehl-i marifet ve ehl-i tasavvufun «keyfiyetsiz» kaydıyla üzerinde durdukları şeyleri toplamak istedim». O (risalesi)nde şunları söylüyor: Allah Arş'ı üzere keyfiyetsiz, teşbihsiz ve te'vilsiz olarak istiva etmiştir. Filvaki istiva aklen biliniyor, ondaki keyfiyet ise meçhuldür. Şüphesiz Allah Cc.c.) Arşına istiva etmiştir, yarattıklarından ayrıdır, yarattıkları da O'ndan ayrıdırlar, ne bir hulul (girme), ne bir birleşme, ne bir karışma, ne bir yapışma olmaksızın. Çünkü O, mahlûkatmdan ayrı bir tektir, yegânedir, eşsizdir, yarattıklarından müstağnidir. Ve Allah (c.c), işiticidir, görendir, bilendir; konuşur, razı olur, kızar, güler, beğenir, kıyamet günü kullarına gülerek görünecektir, her gece dünya semasına nasıl isterse öyle iner ve der ki: «Var mı bir dua eden ona icabet edeyim? Var mı istiğfar eden, ona mağfiret edeyim? Var mı bir tevbe eden, tevbesini kabul edeyim? Bu, tâ şafak sökünceye kadar sürer»(121). Rabbimizin semâya inişi keyfiyetsiz, teşbihsiz ve te'vilsiz olacaktır. Kim O'nun inişini inkâra veya te'vil etmeye kalkarsa, o kişi bîd'atçıdır, sapıktır. Ariflerden sair seçkinler de bu inanç üzerindedirler». Sûfî şeyhin sözü burada bitti.
Şeyh îmam E b û Bekr Ahmed b. Muhammed b. Hârûn el-Hallâl Kitâbü's-Sünne»de der ki: Bize Ebû Bekr el-Esram anlattı, bize İbrahim b. el-Hâris, yani el-İbâdî anlattı, bize Leys ibn Yahya anlattı ve dedi ki: İbrahim b. el-Eş'as'i -Ebû Bekr (el-Hallâl) der ki, bu zât Fuzayl'in sahibidir- işittim, dedi ki: Fuzayl b. İyâz'ı işittim, diyordu ki: Bizim Allah hakkında nasıldır diye birşey düşünme hakkımız yoktur. Çünkü o Teâlâ, kendini bize vasfetmiş ve en beliğ olarak vasfetmiştir. Buyurmuştur ki: «De ki: O Allah bir tektir, Allah yegâne Samed'dir (herşey varlığını ve bekâsını O'na borçludur, herşey O'na muhtaçtır. O hiçbir şeye muhtaç değildir, herşeyin tek ve doğrudan yegâne dayanağı O'dur), doğurmamıştır, doğurulmamıştır, hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır»(122). Artık kimse O'nu, O'nun kendisini vasfettiği gibi vasfedemez. O'nun şu inişi, şu gülmesi, şu övünmesi, şu muttali olması, nasıl inmek isterse öyle bir iniş, nasıl gülmek isterse öyle bir gülüş, nasıl övünmek isterse Öyle bir övünüş, nasıl muttali olmak isterse öyle bir muttali oluştur. Dolayısıyla bizim «nasıl?», «acaba nasıl?» diye düşünmek haddimiz değildir. Cehmîler, yerinden ayrılan bir Rabbe inanmam dediği zaman, sen şöyle de: Hayır, ben istediğini yapan bir Rabbe inanırım».
Bu sözleri Fuzayl 'den ayrıca başkaları da nakletmiştir. Buhâri bunlardan biri olup, onları «Halku Ef'âli'l-İbâd»'da nakletmiştir.
Şeyhu'l-İslâm (el-Heravî) de kitabı «el-Fârûfe»'da, kendi isnadı ile nakletmiştir. Der ki: Bize Yahya b. Ammâr anlattı, bize babam (veya Übeyy) anlattı, bize Yûsuf b. Yâkub anlattı, bize Haremi b. Ali el-Buhâri ve Hâni' b. en-Nazr anlattı, Fuzayl'den...» Amr b. Osman el-Mekkî, el-Taarruf bi Ahvâli'l İbâdi ve'l-Müte'abbidîn adını verdiği kitabının «Şeytanın tevbekârlara ne yolda geldiği bâbı»nda şeytanın onları, ümitsizliğe, sonra aldanışa ve uzun emellere düşürdüğünü, ayrıca tevhid konusunda yanılttığını zikretmiş ve şöyle demiştir: Onun tevhid konusunda verdiği en büyük vesvese, çarpıtma veya Rabbin sıfatları açısından temsil ve teşbihe sapma veya onları inkâr ve ta'tîl etmektir». Vesvese hadisini zikrettikten sonra da der ki: -Allah sana rahmet etsin, şunu bil ki: Kalbinde düşündüğün, zihninde doğan, aklına düşen, düşünüp tasarladığın ne kadar güzellik, iyilik, parlaklık, göz alıcılık ve doğuş varsa, zihninde hangi şey belirir, gözlerinin önünde ne canlanırsa, Allah ondan başkadır, onlardan daha yüce, pek büyük ve en uludur. Allah'ın şu sözünü işitmiyor musun: «O'na değil benzer, benzer gibi olan bile yoktur»(123),  «Ona hiçbir şey, hiçbir şekilde(124) asla- denk olmamıştır(125). Yani O'na benzeyen, O'nu andıran, O'nu dengeleyen, O'nun misli olan hiçbir şey yoktur. Bilmiyor musun ki O, dağa tecelli ettiği zaman O'nun büyük heybeti, ulu saltanatı sebebiyle dağ paramparça olmuştu. İşte O böyle hiçbir şeye tecelli etmez ki, o şey paramparça dağılıp gitmesin! Aynı şekilde kim O'nu tevehhüm eder, tasavvur etmeye kalkarsa, mutlaka helak olur. O halde sen de teşbihi, misli, benzer ve küfvü, Allah'ın, kendisini Kitab'ında bizzat açıkladığı şeylerle reddet!
Bu şeylere inanıp korunursan ve yanma, Rab Teâlâ ve Tekaddes'in Kitab'ındaki, resulü Muhammed (s.a.v.)'in sünnetindeki sıfatlarını ta'til eden biri gelir «sununla mevsûf ise veya sen O'nu sununla vasf edersen benzerlik kaçınılmaz olur» derse, o kişiyi yalanla, yalan söylüyorsun de! Çünkü o mel'ûn senin ayağını kaydaırmak, seni azdırmak, seni haktan kaymış, Rab Teâlâ'nın sıfatlarını inkâr eden sapıkların nitelemelerine daldırmak istemektedir.
Allah sana rahmet etsin, bil ki: Allah Teâlâ birdir, diğer birler gibi değildir. Tektir, sameddir, doğurmamıştır, doğurulmamıştır, O'na hiçbir şey, hiçbir şekilde denk olmamıştır. (A m r b. Osman) daha sonra der ki: Esmâ-i hüsnâ sadece O'na mahsustur, bu isimler hakikatlerinin doğruluğu ve gerçekliği ile tâ ezelden beri vardır, Allah Teâlâ'nın sonradan olan, önceden sahip olmadığı bir sıfatı, bir ismi, yoktur. Hâşâ, bundan sonsuz bereket ve hayır sahibi yüce Allah'ı tenzih ederim. Yâni O, hidâyete erdirecek (ezelî) bir hadi idi, yaratacak ezeli bir yaratıcı idi, rızık verecek (ezelî) bir rezzâk idi, bağışlayacak ezelî bir mağfiret sahibi idi, yapacak bir yapıcı idi. O'nun için, istiva sonradan olma birşey değil, bu fiilin meydana geleceği bir sıfatı dahilinde idi. O, ilâhi fiilleri içerisinde istiva ile isimlendirilir.
Aynı şekilde Allah Teâlâ yine buyurur ki: «Melekler saf saf olduğu halde Rabbin geldi(126) ,Yani (kıyamet günü) gelecek. O'nun gelmesi ve bu fiilinin tâ geliş vaktine ertelenmesi, «gelici» ismini hadis kılmaz. Binâenaleyh O, gelecek olan bir gelicidir, O'nun gelmesi keyfiyetten ve teşbihten tamamen uzak bir nitelikte olacaktır. Çünkü bu geliş Rabbe mahsûs bir fiildir ve Ma'bûdun keyfiyetini elde etmeye kalkmak istediği anda akıl durur, can kesilir. O halde iki tarafa da sapma, ne sıfatları inkâr et, ne birşeye benzet! Allah'ın kendisi için razı olduklarına razı ol, O'nun kendisini bildirdiği sınırda müslümanca, teslimiyyet göstererek, tasdik ederek dur, darmadağınık dağıtmadan, didik didik didiklemeden!
Daha sonra der ki: O Tebâreke ve Teâlâ: *Ben Allah'ım, ağaç değilim, gelmesi gerçekleşmeden önce de gelici olanım» emri gelici olan değil, meâd (âhiret) de dostlarına görünecek olanım, böylece onların yüzleri kendisi ile ağaracak, bunu inkâr edenlere karşı hüccetleri bununla (Benimle) üstün gelecek, doğruluğu açığa çıkacak olanım, celâlinin büyüklüğüne göre Arş'a istiva eden, her mekânın üstünde olanım -Tebâreke ve Teâlâ- Mûsâ ile hakikaten konuşan ve ona âyetlerimden gösteremem. Ve Mûsâ Allah'ın konuşmasını işitti, çünkü o, onu gizli konuşmak için yaklaştırdı, O'nun konuşmasının, yaratılmış,' sonradan olma ve âciz bir fani olmasından O mukaddes ve münezzehtir. Yaratıklarını yaratıklarına varis kılanım, seslerini işitenim, gözü ile onların bedenlerine bakanım, iki eli açık olanım, -ki iki eli, nimetinden başkadır, Âdem'i yaratmış, ona ruhundan üflemiştir, ruh O'nun emridir, hâşâ O, bir cisme girmekten, bir cisimle birleşmekten veya bitişmekten münezzeh ve yücedir, bundan münezzeh, yüce, hem çok yücedir-, kendisi için bir meşîet bulunan isteyici, ilmi olan bilici, iki elini rahmeti ile açan, mahlûkatının ibâdet ederek yaklaşmaları, vesileye sarılarak rağbet etmeleri için her gece dünya semâsına inen, yakınlığında şâh damarından daha yakın olan yakın, yüksekliğinde her uzak mekândan uzak ve insanlara benzemez olanım».
Daha sonra der ki: «Güzel söz O'na yükselir, salih amel de onu (güzel sözü) yükseltir»(127). (Allah der ki:) Ben, «Gökte olanın sizi yere batırmayacağından emin misiniz? O zaman yer birden sallanmağa başlar. Yoksa siz gökte olanın üzerinize bir taş yağdırıcı göndermeyeceğinden emin misiniz?»(128) buyuranım. Amr b. Osman e 1 - M e k k i' nin sözleri bitti.


Dip Notlar:
115) 67 Mülk, 16, 17
116) 35 Fâtır, 10
117) 20 Tâhâ, 5
118) 2 Bakara, 255
119) 89 Fecr, 22
120) 3 Âl-i İmran, 129
121) Buhârî, Teheccüd, 14; Müslim, Müsâfirin, 16S-170; Ebu Dâvûd, Sünnet, 21
122) İhlâs sûresi.
123) 42 Şûra, 11
124) Âyette geçen <küfüv> kelimesi denkliğin her yönünü ortadan kaldırmaktadır. Çünkü bu kelime herhangi bir açıdan denk olan şeyler hakkında kullanılır. Meselâ asalet yönünden denk olan, biri kadın diğeri erkek bir çift hakkında, bunlar birbirine küfüvdür denilir. Ayrıca birbirini başka açılardan dengeleyecek şeylere de küfüv denilir. Meselâ biri aşırı kuvvetli, diğeri çok iyi oyun bilen iki güreşçi de birbirine küfüv'dür. Binaenaleyh Allah O'na hiçbir şey küfüv olmamıştın buyurunca, O'nun hiçbir şekilde bir küfvünün olmadığını anlamış oluyoruz. Bir önceki âyette «mislehû» buyurulmayıp «ke mislihi» buyurulmaa da aynıdır. Yani Allah'a benzer birşeyin olması bir yana, O'na uzaktan-yakından şöyle veya böyle en küçük bir benzerin, benzer gibi birşeyin bile olması mümkün değildir.
125) ihlâs sûresi.
126) 89 Fecr, 22
127) 35 Fâtır, 10
128) 67 Mülk, 16-17


 
Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol