Kur'an ve Sünnet
   
 
  ALLAH-A HÜSNÜZAN BESLEMEK

Allah'a Hüsnüzan Beslemek

 

Bazıları da şu kudsî hadisi yanlış anlarlar:

"Ben kulumun bana karşı beslediği zanna göre davranırım. Artık o hakkımda dilediği zanda bulunsun."

Yani: Zannında ne varsa ben ona onu yaparım. Şüphe yok ki, hüsnü zannı ancak iyilik yapan kişi besler. Hüsnü zanlı kimse Rabbinin onun iyiliğinin ödülünü vereceği, vaadinden dönmeyeceği ve tevbesini kabul edeceği inancında olur.

Büyük günahlarda, zulümde ve emirlere aykırılıkta ısrar eden kişiye gelince günahların, zulmün ve haramın onunla Rabbi arasında oluşturduğu soğukluk ve uzaklık, Rabbine karşı hüsnü zan beslemesine engel olur. Bu insanlar arasında da böyledir:

Firar eden ve efendisine itaatten çıkan kişi efendisine hüsnü zan besleyemez. Hiçbir zaman kötülük yapmanın peyda ettiği soğuklukla hüsnü zan bir arada bulunamaz. Çünkü kötülük yapan kişi karşısındakine, ona yaptığı kötülük oranında yabancılaşır. İnsanlardan Rabblerine en çok hüsnü zan besleyenler O'na (c.c.) en çok itaat edenlerdir.

Hasan-ı Basrî'nin söylediği gibi:

"Mü'min Rabbine iyi zan besleyip güzel amel yapmıştır. Günahkâr ise O'na (c.c.) kötü zan besleyip kötü amel yapmıştır."

Allah'tan kaçıp gazab ve öfkesini celbeden şeyleri yapan kişi, Rabbine nasıl hüsnü zan besleyebilir?

Rabbinin hak-hukukunu ve emrini önemsemeyip zayi eden, nehyini hafife alıp işleyen ve onda ısrar eden kimse O'na nasıl hüsnü zan besleyebilir?

Allah'a savaş açan, dostlarına düşmanlık, düşmanlarına dostluk besleyen, sıfatlarını inkar eden, Allah'ın ve Rasûlünün beyan ettiği vasıf ve özelliklerine kötü zanda bulunan, kişi O'na nasıl hüsnü zan besleyebilir?

Allah'ın konuşma, emretme, razı olma, gazab etme gibi özelliklerini kabul etmeyen O'na nasıl hüsnü zan besleyebilir?

Nitekim yüce Allah, kendisinin işitmesinin ancak bazı "cüziyatla" alâkalı olduğuna inananlara şöyle seslenmektedir:

"Rabbinize karşı beslediğiniz o zannınız sizi helak etti, böylece zarara uğrayanlardan oldunuz" (Fussilet, 23).

Bunlar Allah'ın kendilerinin bildiği çoğu şeyleri bilmediğini sanınca, O'nun hakkında su-i zan beslemiş oldular ve bu zanları onları helak etti. Bu, Allah'ın kemâl sıfatlarını ve yücelik vasıflarını inkar edenin ve O'nu layık olmadığı şeylerle nitelendirenin halidir. Bu kimse hâlâ Allah'ın kendisini cennete koyacağını sanıyorsa bu kendi kendisini aldatmadır veya şeytanın, onu Rabbine hüsnü zan beslemeyi süslü göstererek kandırmasıdır.

Bu noktayı iyi düşün. Kendisinin Allah'a varacağını, Allah'ın sözlerini işittiğini, kendisini gördüğünü, gizli veya açık her şeyi bildiğini, hiçbir şeyinin O'na gizli kalmadığını, huzuruna götürülüp tüm yaptıklarından sorguya çekileceğini yakinen bildiği halde daima O'nun gazabını celbedecek şeyler yapan, emirlerini yerine getirmeyen, O'nun hukukuna riayet etmeyen bir kul tüm bunlarla birlikte Rabbine nasıl hüsnü zan besleyebilir?

Bu nefislerin aldatmasından ve kuruntuların kandırmasından başka nedir?

Ebû Ümâme Sehl b. Hanîf şöyle anlatıyor:

Urve b. Zübeyr ile birlikte Âişe'nin (r.a.) yanına gittim. Âişe şöyle anlattı:

Keşke Rasûlullah'ı hastalığında görseydiniz!. Kendisinin o vakit altı veya yedi dinarı vardı. Buna onu sadaka vermemi emretti. Ancak hastalığı ve acısıyla meşguliyetim beni oyaladı. Allah ona şifa verdiğinde bana sorarak:

"Ne yaptın? Altı dinarı dağıtmış mıydın?" dedi. Ben:

"Hayır vallahi senin acın beni meşgul etti, yapamadım" dedim. Onu istedi, getirdim. Avucuna koydu ve:

"Bu paralar varken Allah'a kavuşan bir peygamberin O'nun (c.c.) hakkındaki zannı nasıldır?" buyurdu. Bir rivayete göre:

"Bunlar yanındayken Allah'a varırsa Muhammed'in Rabbine zannı nasıldır?" demektir?

Aman Allah'ım! Acaba, kullara türlü türlü haksızlık ve zulümleriyle Allah'a varacak olan zalimlerin ve büyük günah işleyenlerin Allah'a (c.c.) zanları nasıl acaba?

Eğer "Hakkında, hiçbir zalime ve fasığa azap etmeyeceğine dair hüsnü zan besledik" sözlerinin kendisine bir fayda vereceğini sanıyorsa, kul Allah'ın yasakladığı her türlü şeyi yapsın. Çünkü ateş ona dokunmayacak!

Sübhanallah... İnsanın kendi kendini aldatması onu nerelere götürüyor!

İbrahim (a.s.) da kavmine:

"Allah'tan gayri uydurma bir ilâh mı istiyorsunuz? Peki alemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir?" (Sâffât, 86, 87) demişti. Yani:

"Siz, Allah'tan başkasına ibadet etmişken, O'nun size ne yapacağını sanıyorsunuz?"

Bu noktayı iyice düşünen kimse Allah'a iyi zan beslemenin anlamının güzel amel yapmak olduğunu bilir. Çünkü kulu güzel amele O'nun sevap vereceği, ödüllendireceği, kabul edeceği hususundaki hüsnü zannı iter. Şu halde kişiyi iyi amel iyi zannı teşvik eder, Rabbine ne kadar iyi zan beslerse ameli o kadar iyi olur. Aksi takdirde hevâ-hevese uymakla birlikte hüsnü zan beslemek acizliktir.

Nitekim Tirmizî'nin ve Ahmed b. Hanbel'in Şeddâd b. Evs'ten naklen yaptıkları rivayette Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem):

"Akıllı nefsini Allah'ın emrine boyun eğdiren ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz ise heva-hevesine uyan, sonra da Allah'a karşı ümit ve temenniler besleyen kişidir"

Özetle;

Hüsnü zan ancak kurtuluş vesileleri bulunduğunda olur. Helak sebepleri mevcutken hüsnü zan gerçekleşmez.


Allah'a Karşı Su-i Zan Beslemek

 

Bu husus anlaşıldığına göre burada meselenin sırrını çözecek önemli bir kaideyi zikredelim:

Allah (c.c.) nezdinde günahların en büyüğü O'na (c.c.) su-i zan beslemektir. Çünkü Allah'a kötü zan besleyen kişi O'nun hakkında mukaddes kemâlinin aksini düşünmüş, isimlerine ve sıfatlarına ters düşen bir zan beslemiştir. Bu yüzden Yüce Allah (c.c.), hakkında kötü zan besleyenlere, başka hiç kimseye vermediği tehditler vermiştir.

"Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkekler ve münafık kadınlar... Kötü olaylar kendi başlarına gelsin. Allah, onlara gazab etmiş onları lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Orası da ne kötü bir yerdir." (Fetih, 6)

Yüce Allah sıfatlarından birini inkar edenlere şöyle seslenmiştir:

 "İşte Rabb'inize karşı beslediğiniz bu zannınız. Sizi helak etti, ziyana uğrayanlardan olup çıktınız" (Fussilet, 24)

Dostu İbrahim'in kavmine şöyle dediğini haber vermişti:

"Neye tapıyorsunuz? Allah'tan başka uydurma tanrılar mı istiyorsunuz? Alemlerin Rabb'i hakkında zannınız nedir?" (Sâffât, 85-87)

- Yani siz O'ndan gayrisine ibadet etmiş iken, O'nunla buluştuğunuzda size nasıl bir karşılık vereceğini sanıyorsunuz?

- Onun hakkında ne zan beslediniz de tutup O'nunla birlikte başka şeylere de ibadet ettiniz?

- İsimleri, sıfatları ve Rabbliği hususunda O'nda ne eksiklikler gördünüz de başkasına ibadet etme ihtiyacı duydunuz?

O'nun hakkında lâyık olduğu şeyleri sansaydınız, düşünseydiniz;

- Onun her şeyi bildiğini,

- Her şeye kaadir olduğunu,

- Hiç kimseye muhtaç olmayıp her şeyin O'na muhtaç olduğunu,

- Tüm yaratıklarına adaletle muamele ettiğini,

- Yaratıklarının işlerini görme-ayarlama hususunda tek olup kimseyi kendine ortak etmediğini,

- Her şeyin tüm inceliklerini bildiğini,

- Yaratıklarından hiçbir şeyin O'na gizli kalmadığını,

- Tek başına onlara kâfî geldiğini ve hiçbir yardıma ihtiyacı olmadığını,

- Zati itibariyle Rahman olup rahmeti için birinin O'nun duygusunu kabartmasına gerek kalmadığını zannetseydiniz ya!

Evet...

Allah'ın (c.c.) merhameti kendindendir. Ancak krallar halkın ihtiyaçlarının gidermelerinde yardımcı olacak görevlilere merhamet ve şefkatlerini harekete geçirecek aracılara ihtiyaç duyarlar. Onlar muhtaç zayıf, aciz olmaları ve bilgilerinin kısırlılığı nedeniyle zorunlu olarak vasıtalara ihtiyaç duyarlar.

Her şeye gücü yeten, zatiyle her şeyden müstağni olan, her şeyi bilen, rahman, rahim olan ve rahmeti her şeyi kuşatan zat için ise O'nunla kulları arasına aracılar, vasıtalar sokmak O'nun (c.c.) Rabbliğinin, ilâhlığının, ve birliğinin değerini eksiltir. O'nun (c.c.) hakkında su-i zan olur. Bunu meşru kılması, izin vermesi müstahildir, akıl ve fıtrat bunu imkansız bir şey olarak görür. Akl-ı selimler bunun son derece çirkin olduğunu iyi idrak ederler.

 

Bunu şu husus iyice açıklar:

Kul, kulluk ettiğine tazim gösterir, onu ilâhlaştırır, önünde boyun eğer, zelil olur.

Tam tazimde bulunulma, yüceltilme, ıslah edinilme, boyun eğilme ve önünde zelil olunmayı hak eden de Yüce Allah'tır.

Bu sadece O'na ait bir haktır.

Haksızlığın en çirkini de O'nun bu hakkını başkasına vermek veya o hususta başkalarını- özellikle kulu ve kölesi olan birini- Allah'a (c.c.) ortak etmektir.

Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur:

"Size kendinizden bir misal verdi: (Bakın) size verdiğimiz rızıklarda; sizin ellerinizin altında bulunan köleler, hizmetçilerden sizinle eşit derecede (yönetim hakkına sahip olan) birbirinizin hakkına dokunmak dan çekindiğiniz ortaklar var mı (ki tutup kendi mülkümüzde, saltanatımızda bize ortaklar atfediyorsunuz, kendi kullarımızı yarattıklarımızı bize eş koşuyorsunuz)? işte biz aklını kullanan bir toplum için âyetleri böyle açıklıyoruz." (Rum, 28)

Yani siz kölenizin rızkınızda-malınızda size ortak olmasını kabul etmediğinize göre, nasıl olup da, sırf bana ait olan, benden başkasına yaraşmayan, benden başkasında mümkün olmayan şey, yani ilâhlık hususunda bana kullarımdan bir takım ortaklar ediniyorsunuz?

Her kim bunu sanırsa kadrimi kıymetimi hakkıyle bilmemiş, bana hakkiyle saygı göstermemiş, bende olup hiçbir kulumda olmayan şeyi bana halis kılmamış demektir.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol