Kur'an ve Sünnet
   
 
  TEVHİD

TEVHİDİN MANA VE MAHİYETİ

 

 

    Bilindiği gibi yüce İslam dininin temel kaidesi ve ilk öğretisi birlemek mana-sına gelen  tevhid akidesidir.

   Esasen sonradan tahrif edilmiş bütün vahye dayalı dinlerin temelinde de tevhid yatmaktadır.

   En kısa ve öz tarifi ile – LA İLAHE İLLALLAH- olarak bilinen tevhit akidesinin en fak bir şüphe kabul etmeden, saf ve katıksız bir şekilde yerleşmediği bir insan hayatında hakiki imandan bahsetmek mümkün değildir.

   Unutmayalım ki tevhid dediğimiz bu kavram, dillerde ezbere söylenmesi gereken birkaç kelimeden ziyade kutsal bir eylemin, şuurlu bir icraatın ve basiretli bir hareketin adıdır.

   Bu eylem gereğince insanlar mü’min ve müşrik, iyi ve kötü diye iki sınıfa ayrılırlar.

   Bu eylem; emir ve yasakların, sevap ve cezanın kaynağı, sorgu ve yargılamanının kendisi hakkında yapılacağı bir eylemdir. Din bu eylem üzerine tesis edilmiş, sevap ve ceza bu kurala uygun verilmiş ve cihad kılıçları onun için sıyrılmıştır.

   Bu eylem; Allah’ın bütün kulları üzerindeki hakkı ve selamet yurdu olan cennetin anahtarıdır. Dolayısıyle, kurtuluşun ve kaybetmenin kendisi üzerine bina edildiği bu eylemin mana ve mahiyetinin bilinmesi ve ona uygun harekete edilmesi bütün kulların üzerine farzdır.

   Unutmayalımki  - öncekiler ve sonrakiler - bu eylem hakkında mutlaka sorguya çeki-leceklerdir.

   Öyleyse gelin kendisi için yaratıldığımız o yüce düsturun mana ve mahiyetinin ne olduğu öğrenmeğe.

   Soruyoruz ve cevabını alıyoruz : “  Tevhit nedir ? Bu kelimeyi nasıl anlamamız gerekir ? Bu kelimenin içerdiği ve müsbet manalar nedir? Bu kelime bizden neyi kabul etmemezi ve neyi reddetmemizi istiyor ?  Ve, bu kelimenin lugat manası olsun, ıstılahi manası olsun nasıl tarif edilmiştir?

 

 TEVHİDİN  LUGAT  VE  ISTILAHİ  MANASI

 

Lugavi olarak -…………………- TEVHİD: “Tef’il vezninde bir nesneyi bir kılmak manasındadır”

 

Istılahi olarak -……………..- TEVHİD:

 

“Allah’u Azze ve Celle’yi Rububiyetinde, isim ve sıfatlarında ve Uluhiyetinde birlemek manasınadır”

 

 

 

TEVHİD, İNSANLIĞIN YARADILIŞ GAYESİDİR

 

   Değerli kardeşlerim ! biraz önce de kısaca ifade ettiğimiz gibi tevhid insan-lığın yaradılış gayesi ve Allah’ın kulları üzerindeki en büyük hakkıdır….

 

         Rabbimiz kerim kitabında şöyle buyurmaktadır.

 

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ

 

“ Ben, Cinleri ve İnsanları sadece bana ibadet etmeleri için yarattım. ”

                                                                                                        

                                                                                                         ZARİYAT: 56.AY.

Diğer bir ayeti Celilesinde ise :

                                          

…... وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئاً   

 

“ Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın ”

                                                                                                              NİSA : 36.AY.

 

   İşte bu iki Ayeti kerime bize, insanlığın tevhid içir yaratıldığını açıkça haber vermek-tedir.

   Birinci ayeti kerime de, insanoğlunun sadece Allah’a ibadet etmeleri için yaratıldığını, ikinci Ayeti Kerimede ise, ibadetlerinde hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmaması istenmiştir insanoğlundan…….

   İşte bunun adı tevhid’tir. Yani:

 

“ Ben, Cin’leri, İnsanları sadece ve sadece beni tevhid etsinler diye yarattım ”

 

( ……. Allah resulü s.a.v ise bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır :

- Ey Muaz ! Bilir misin Allah’ın kulları üzerindeki hakkı nedir ?  dedim ki :

- Allah ve Resulü en iyi bilendir. Resulullah s.a.v buyurdular ki :

- Allah’ın kulları üzerindeki hakkı; O’na hiçbir şeyi ortak koşmadan ibadet etmeleridir.  )

                                                                                                     BUHARİ : 6.C.2690.S

                                                                                                                                             TİRMİZİ : 4.C.2781.N

 

    Allah resulü s.a.v’in ifadesinden de anlaşıldığı gibi Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, O’nu tevhid etmeleridir…..

   Değerli kardeşlerim! Istılahi tarifinde de ifade ettiğimiz gibi TEVHİD üç ana başlıkta gerçekleştirilir.

 

 

  Yani, Rububiyet tevhidi…..İsim ve sıfatlar tevhidi……Uluhiyet tevhidi.

 

RUBUBİYET TEVHİDİ : Allah’u Azze ve Celle’nin Rabb’lığı ve Rabbaniyeti ile alakalı mes’eleleri ihata eden bir tevhid dalıdır.

   Bu tevhid dalı, insanların kısmı azamının kabul ve ikrar ettikleri bir tevhid dalıdır. Hatta Allah resulü S.A.V.’in kendilerine elçi olarak gönderildiği Mekkeli müşrikler dahi, Allah’ın rububiyetini kabul ve ikrar eden kimselerdi…..

 

  Rabbimiz kerim kitabında onlardan bahsederken şöyle buyurmaktadır:

 

وَلَئِن سَأَلْتَهُم  مَّنْ خَلَقَ  السَّمَاوَاتِ  وَالْأَرْضَ  لَيَقُولُنَّ اللَّهُ  قُلْ أَفَرَأَيْتُم مَّا تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ إِنْ أَرَادَنِيَ اللَّهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّهِ أَوْ أَرَادَنِي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِهِ  قُلْ حَسْبِيَ اللَّهُ عَلَيْهِ  يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ

 

“ Onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, muhakkak ki”Allah” diyeceklerdir. (o zaman) De ki: “O halde bana söylermisiniz, Allah bana zarar vermek istese, sizin Allah’tan başka yalvardıklarınız, O’nun zararını benden giderebilirler mi? Yahut Allah bana bir rahmet murat etse, onlar O’nun rahme-tinin önüne geçebilirler mi? ” Ve yine de ki : ”Allah bana yeter. Tevekkül edenler, yalnız O’na tevekkül etsinler. ”

                                                                                                           ZÜMER :38.AY.

 

قُل لِّمَنِ الْأَرْضُ  وَمَن  فِيهَا  إِن كُنتُمْ  تَعْلَمُونَ   سَيَقُولُونَ لِلَّهِ  قُلْ  أَفَلَا  تَذَكَّرُونَ قُلْ مَن رَّبُّ السَّمَاوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ  سَيَقُولُونَ لِلَّهِ قُلْ أَفَلَا تَتَّقُونَ   قُلْ مَن بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ يُجِيرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ   سَيَقُولُونَ لِلَّهِ قُلْ فَأَنَّى تُسْحَرُونَ

 

“ -O müşriklere- De ki: Yeryüzü ve onda bulunanlar kimindir? Diyeceklerdir ki: “ Allah’ın ” De ki: O halde hiç düşünmüyor musunuz? Yine De ki: Yedi kat göğün Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?  Onlar yine diyeceklerdir ki: Allah’tır. De ki: O halde hiç korkmuyor musunuz? Keza de ki: Eğer biliyorsanız, söyleyin bakalım her şeyin hükümranlığı elinde olan, her şeyi himaye eden, fakat kendisi himayeye muhtaç olmayan kimdir?  Diyeceklerdir ki: Allah. De ki: O halde nasıl aldanıyorsunuz? “     

      

                                                                 MÜ’MİNUN : 84.85.86.87.88.89.AY.    

 

قُل  مَن  يَرْزُقُكُم  مِّنَ السَّمَاءِ  وَالأَرْضِ  أَمَّن يَمْلِكُ  السَّمْعَ  والأَبْصَارَ وَمَن يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيَّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَن يُدَبِّرُ الأَمْرَ فَسَيَقُولُونَ اللّهُ فَقُلْ أَفَلاَ تَتَّقُونَ

 

“- O müşriklere – De ki :Gökten ve yerden sizi rızıklandıran kimdir ? Yahut kulak ve gözlerinize sahip olan kimdir? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıka-rıyor? Bütün işleri bir düzen içerisinde kim idare ediyor? Onlar diyeceklerdir ki: “ Allah ”. De ki: O halde neden korunmuyorsunuz? ”   

                                            

                                                                                                             YUNUS:31.AY.

                                                                                               

   İşte, Mekke’lilerin de itiraf edip kabul ettikleri bu gibi meseleler, Allah c.c’nin Rubu-biyeti ile alakalı meselelerdir………. Biraz daha muşahhas ifadelerle;

= Yerleri ve gökleri yaratanın Allah olduğunu kabul ve itiraf, Onun rububiyeti ile alakalı bir inançtır.

= Öldüren ve diriltenin Allah olduğunu kabul ve itiraf, O’nun rububiyetine yönelik bir inançtır.

= Yerden ve gökten mahlukatı rızıklandıranınAllah olduğnu kabul etmek, O’nun rubububiyetine yönelik bir inançtır.

   Hulasa, Allah’u Azze ve Celle’nin Rabb’lığı ve Rabbaniyeti ile alakalı tüm mes’ele-ler, bu kısmın şumulü dahilinde olan bir inançtır.

 

“ … BİLMEK  VE  BİRLEMEK  AYRI  ŞEYDİR … ”

 

     Değerli kardeşlerim! Bu konudaki tevhidin gerçekleştirilmesine gelince bu da; iki hususun birbirinden ayırt edilmesiyle başlar.

    Bunlar ise; bilme ve birleme hususudur……Yani; bilmenin ayrı bir şey olduğu, birle-menin ise apayrı bir şey olduğu iyi bilinmelidir….Örneğin; biraz önceki sıraladığımız şeyleri bir insan bilebilir….

   Yani, öldürenin ve diriltenin Allah olduğunu, kainatı idare edenin Allah olduğunu, yerden ve gökten mahlukatı rızıklandıranın Allah olduğunu, yağmuru yağdıranın Allah olduğunu bir insan bilebilir.

  Ama unutmayalım ki bu tevhid değil bilmektir. Halbuki kendisinden istenilen şey birlemektir. (yani tevhid’tir)

  Öyleyse Allah’ı Rububiyetinde birlemek nasıl olur, bunun izahını yapmamız gerekir….

  Değerli kardeşlerim! Şunu aklınızdan asla çıkarmayın ki, tevhidi gerçekleştirmek isteyen bir kimse, olmazsa olmaz kuralı olan İSBAT VE NEFY kaidesini çok iyi bilip ona uygun hareket etmesi gerekir… Taki Allah’ın üzerindeki hak-kını yerine getirmiş olsun.

 

 

İSBAT VE NEFY KAİDESİ

 

    Bu kural gereği bilinmesi gereken şey; ALLAH İÇİN İSBAT EDİLEN BİRŞEYİN, MAHLUKATINDAN NEFYİ ……

   Yani,Allah’ın yaratıcılığı isbat edildi mi,bunun, hiçbir  mahluk tarafından gerçek- leştirilemeyeceği de kabul edilmelidir…

   Burada; “Allah yaratıcıdır” sözü ve inancı ile, “Allah’tan başka yaratıcı yoktur” sözü ve inancının bir birinden ayrı şeyler olduğu iyi bilinmelidir.

 Allah yaratıcıdır ” sözü ve inancında isbat, “ Allah’tan başka yaratıcı yoktur ” sözü ve inancın da ise isbat ve nefy bir aradadır.

   Bu aynen; tevhidin kısa ve öz ifadesi olan LA İLAHE İLLALLAH cümlesindeki gibidir….Yani, “Allah ilah’tır” sözü ve inancının delaleti ile, “Allah’tan başka ilah yoktur” sözü ve inancının delaleti bir birinden ayrı şeylerdir….

  Çünkü, Allah ilah’tır sözü, Allah’tan başka ilahları reddetmez. Halbuki LA İLAHE İLLALLAH ifadesi, ilahlığı sadece Allah’a has kılıp, O’nun dışındaki ilahları redde-der….

    Artık bu kaide, Rububiyetin şumulüne giren bütün şeyler için geçerlidir. …

Allah’ın öldüren ve dirilten olduğunu kabul edip, O’ndan başka hiç bir varlığın da öldürme ve diriltme gücüne sahip olmadığını kabul etmek, O’nu bu konuda tevhid etmek demektir….

   Kainatı idare edenin Allah olduğunu kabul edip, O’ndan başka hiçbir yaratığın da idarede en ufak bir tasarrufunun olmadığına inanmak, Allah’ı bu konuda tevhid etmek demektir….

  Gökten yağmuru ve karı yağdıranın Allah’u Azze ve Celle olduğunu kabul edip, bu hususta hiçbir kimsenin kar ve yağmur yağdırma gücüne sahip olma-dığına inanmak, O’nu bu konuda birlemek (yani tevhid) demektir.

 

   Hulasa, Rububiyete ait olan bu ve emsali hangi husus olursa olsun, o konuda tevhidi gerçekleştirmek isteyen bir kimse, mutlaka isbat ve nefy kaidesi çerçe-vesinde hareket etme mecburiyetindedir……Yani, Rabbisi için isbat ettiği bir şeyi,mutlaka mahlukatından nefyedecektir….

  Bunun başka bir ifade şekli ise; Neyi Rabbi için kabul etti ise, onu mahlu-katından reddedecektir.

  Tevhidin bu yüce bölümünü zikrettikten sonra şimdi Allah’u Azze ve Celle’nin isim ve sıfatları ile alakalı tevhid bölümüne geçebiliriz….

 

İSİM VE SIFATLAR TEVHİDİ

 

    Tevhidin bu bölümü,yüce Rabbimizin isim ve sıfatları ile alakalı bir bölüm-dür….

   Yani, Allah’u taala’nın gerek kerim kitabında ve gerekse Nebisi Muhammed S.A.V.’in temiz sünnetinde kendisine mahsus zikretmiş olduğu isimleri ve sıfat-ları ile alakalı bir bölümdür.

 

 

   Tevhidin bu bölümünde de takip edilmesi gereken yol, Allah’ın yüce kitabı Kur’an-da ve Resulünün temiz sünnetinde bizzat kendisini isimlendirdiği isimlerle isimlemek, fasıflandırdığı sıfatlarla da vasıflamaktır.

   Başka bir ifadeyle; Yüce Rabbimizin kendisi hakkında isbat ettiğinin kabul edilmesi ve nefyettiğinin de reddedilmesidir….

   Bu ümmetin selefi ve önde gelen güzide imamları, O’nu başka şeye benzetmekten kaçınarak tahrif ve ta’tile sapmadan Allah’ın kendisi için isbat ettiği isim ve sıfatları olduğu gibi kabul etmişler, kendisi hakkında nefyettiği şeyleri de inkara sapmadan reddetmişlerdir.

 

   Çünkü yüce Allah kendisinin gereği gibi tanınmasını emretmiş, - ki bu ancak isim ve sıfatlarını bilmekle olur İsim ve sıfatları hakkında eğriliğe sapanları da kınayarak şöyle buyurmuştur :

 

وَلِلّهِ الأَسْمَاء الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُواْ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي

أَسْمَآئِهِ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُو

 

“ En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na onlarla dua edin ve O’nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını çekeceklerdir. ”                                                                                                                                                    

                                                                                                                                                      A’RAF : 180.AY.

 

وَ مَا  قَدَرُوا اللَّهَ  حَقَّ  قَدْرِهِ  وَالْأَرْضُ  جَمِيعاً  قَبْضَتُهُ  يَوْمَ الْقِيَامَةِ  وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

“ Onlar Allah’ı gereği gibi bilemediler. Halbuki kıyamet günü yer tamamen O’nun avucu içindedir. Göklerde sağ elinde dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir. ”

                                                                                                           ZÜMER : 67.AY.

 

    Görüldüğü gibi burada, Allah’ı gereği gibi tanıyamama, O’nun kadrini kıymetini bilememe, Allah’a ortak koşanların vasfı olduğu anlatıldığı gibi, Allah’ın isim ve sıfat-ları hakkında ilhad’a (yani eğriliğe) sapanlarda kınanmış ve bunun cezasını çekecekleri bildirilmiştir……

 

   Tevhid ehli kimselerin yolu, isim ve sıfatları olduğu gibi kabul etmek, bu konularda yaratılmışlara benzerliği ise reddetmektedir……Bu tavır; teşbihi bulunmayan bir isbat ve ta’tili bulunmayan bir tenzihtir.

  Yüce Allah’ın kerim kitabında buyurduğu gibi;

 

لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

 

 

“……O’nun mislisi gibi hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.”

                                                                                                               ŞURA :11.AY.

  

“ O’NA BENZER HİÇ BİR ŞEY YOKTUR ” sözünde teşbih ve benzerliği reddetme ……” O İŞİTENDİR, GÖRENDİR ” sözünde de ilhad ve ta’tili reddetme vardır.

   Bu konuda söylenmesi gereken en güzel söz şudur: “….Allah’ın İsim ve Sıfatları hakkındaki söylenmesi gereken söz, Zatı hakkındaki söylenmesi gereken söz’ün fer’idir….

   Yani, Allah’u Teala’nın mukaddes zatı nasıl diğer varlıkların zatlarına benzemiyor ise, O’nun isim ve sıfatları da diğer varlıkların isim ve sıfatlarına benzemez.

 

İSİM İLE MÜSEMMA FARKI

 

    Bu konuda meseleyi anlamaktan aciz kalan kimselerin içerisine düştüğü hataların en büyüğü, Allah ile kulları arasındaki isim benzerliğinin müsemmada da benzerlik kabul edileceğinden dolayı bazı sıfatları kabule yanaşma-malarıdır…….Böylece yağmurdan kaçayım derken doluya tutulmuşlardır.

 

   Yani; “ eğer zikredilen bu sıfatları Allah için var sayarsak, O’nu mahlukata benzetmiş oluruz ” mantığından hareketle, Allah için isbat edilmiş bir çok sıfatı ya inkar yada te’vil etmişlerdir.

 

   Halbu ki “ isimlerdeki müştereklik, müsemmadaki müşterekliği gerektirmez ”

 

   Biz Allah’u Azze ve Celle’nin “ALİM” sıfatını kabul ettiğimiz gibi kullarından da alim olanların varlığını kabul ediyoruz.

  Çünkü Rabbimiz bu sıfatı kendisi için zikrettiği gibi, kulları için de zikreder.

 

وهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ  ………” …… O,her şeyi bilendir “

                                                                                                          EN’AM : 101.AY.

ayetiyle kendi  “ ALİM ” sıfatını zikretmiş……………….

 

“….. Biz onu alim bir erkek evlatla müjdeledik ”   

                                                                                                         ZARİYAT : 28.AY.

Ayetiyle de kullarının da “ ALİM ” sıfatı olduğunu zikretmiştir…….

 

    Ama hiç şüphe yok ki,Allah’u Teala’nın Alimliği ile İbrahim peygambere müjdelenen İshak a.s.’ın alim’liği bir değildir …… Allah’ın ilmi bütün noksanlıklardan münezzeh bir ilim, İshak’ın ilmi ise bir çok noksanlıklarla dolu olan bir ilimdir….

   Ve yine, Allah’u Teala’nın şevkat ve merhamet sıfatının olduğuna inandığımız gibi, kullarının da şevkat ve merhamet sıfatının olduğunu kabul ederiz…..

 

 

Rabbimiz :                               إِنَّهُ بِهِمْ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ  ………………………. “

 

“ ……… O, onlara  karşı  çok  şevkatli, çok  merhametlidir. ”

                                                                                                           TEVBE : 117.AY.

 

Ayetiyle kendi şevkat ve merhamet sıfatını zikretmiştir.

 

لَقَدْ جَاءكُمْ  رَسُولٌ  مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ  مَا عَنِتُّمْ  حَرِيصٌ عَلَيْكُم  بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ

 

“ Andolsunki, içinizden size öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir; size düşkün, mü’minlere karşı şevkatli ve merha-metlidir. ” 

                                                                                                           TEVBE : 128.AY.

 

   Ayetiyle de, kullarının şevkat ve merhamet sıfatlarının olduğunu zikret-miştir….

 

   Şimdi  burada  da  elbetteki  şuurlu  ve basiretli bir inananın anlaması gereken; Yüce yaratıcının şevkat ve merhametiyle, O’nun kullarının şevkat ve merhametinin aynı olmadığıdır.

 

   Allah resulü S.A.V.’in bir hadisi şeriflerinde buyurduğu gibi:

 

“ Allah’u teala rahmetini yüz parçaya böldü ve doksan dokuzsunu yanında tutup,bir parçasının yeryüzüne indirdi. İşte bu bir parça sebebiyle bütün yara-tıklar birbirine merhamet ederler…….”

                                                                                                    BUHARİ : 13.C.5997.S

 

    Bu açık delil gösteriyor ki,Allah’ın sıfatları ile kullarının sıfatları birbirinden çok farklıdır…Müşterek olan, sadece isimlerdir…

    Rabbimiz yine kerim kitabında kendi nefsini işitir ve görür sıfatlarıyla vasıf-landırmıştır :

                                                                       إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ ....................” 

 

“……… Şüphesiz ki Allah, işitendir. Görendir ”

                                                                                                         LOKMAN : 28.AY.

   Bununla beraber, kullarının da işitir ve görür olduklarını zikreder:  

 

“ Biz insanı, halden hale geçirdiğimiz karışık bir nutfeden yarattık ve onu şitici ve görücü yaptık ” 

                                                                                                              İNSAN : 2.AY.

 

 

 

   Allah’u Teala kendi nefsini “ HAYAT ” sıfatıyla vasıflandırarak ;

 

Allah,ki O’ndan başka ilah yoktur, daima diri ve kendi zatıyla her şeyi ayakta tutandır ”

                                                                                                       ALİ İMRAN : 2.AY.

 buyurmuş ve kulları hakkında da:

 “ Her hayat sahibi şeyi sudan yarattık ….”

                                                                                                           ENBİYA : 30.AY.

 buyurarak, onlarında “ HAYAT ” sahibi olduklarını bildirmiştir….

 

    Rabbimiz yine ;         إِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِ 

 

“ Şüphesiz ki Rabbin daima gözetleme yerindedir ”  

                                                                                                              FECR : 14.AY.

 

ifadesiyle kendisinin bir yerde olduğunu zikretmiş ve bu yerin de neresi olduğunu belirtmek için ;

                                                                               الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى    

“ Rahman - olan Allah -Arş’a istiva etmiştir.”

                                                                                                              TAHA : 5.AY.                                                                                                       

 ayetiyle açıklamıştır….

 

    Dolayısıyla Allah’u Teala, istiva sıfatını zikretmiş ve kendisinin de Arş’ının üzerinde olduğunu açıkça belirtmiştir.

    Bunun yanı sıra mahlukatı için de :        وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ ……….

 

  “ ……  -gemi cudi üzerine oturdu …”

                                                                                                               HUD : 44.AY.

 

                                                                                          ………………   لِتَسْتَوُوا عَلَى ظُهُورِهِ

 “ Sırtlarına oturasınız diye ……… ”

                                                                                                         ZUHRUF : 13.AY.

ifadeleri ile onlarında istiva sıfatlarının olduğunu bildirmiştir….

 

      Hulasa, Rabbimizin - burada zikretmediğimiz - daha bir çok isim ve sıfatları var ki, bunlar kendisi için isbat edildiği gibi, kulları içinde zikredilmiştir.

 

    Ama biraz önce de ifade ettiğimiz gibi, bu benzerlik sadece ve sadece isim yönüyledir, müsemma yönüyle değil.Çünkü müsemma yönüyle kulların sıfatları,  Allah’ın sıfatlarından çok çok başkadır.

 

   Daha doğrusu, Allah’u Teala’nın sıfatlarının eşi ve benzeri olmadığı gibi, bütün kusur ve noksanlıklardan da beridir …. Ama kulların ki öyle değildir.

 

Öyleyse isim ve sıfatlar konusunda en son söylenmesi gereken söz;

 

 

“ …….Eğer bu konuda tevhidin gerçekleştirilmesi isteniyor ise, Şanı yüce Rab-bimizin gerek Kur’an-da  ve gerekse sahih Sünnet’te zikredilen isim ve sıfat-larının olduğunu itiraf edip, onları tahrif’ten, ta’til’den, teşbihten, tekyif’ten ve temsil’den uzak bir anlayışla kabul edilmesi gerekir …… “

  

Taki, bu konuda da Allah’ın üzerlerindeki hakkını yerine getirebilsinler….

 

 

BU  KONUDA  ZİKREDİLEN  KELİMELERİN  MANASI

 

TE’VİL           : Sözü çevirme, söze ayrı mana vermeye kalkışma, yorumlama ve Ayet’i zahiri manasından çıkarma…..

TEŞBİH       : Benzetmek,benzetilmek, bir vasıfta  saymak…..

TAHRİF       : Harflerin yerini değiştirmek, bozmak, ibarenin manasını değiştirmek, başka tarafa meylettirmek….

TA’TİL           : Bir şeyin veya kavramın içerisini boşaltmak ve terk etmek demektir.

TEKYİF         : Keyfiyetini belirtmek, niteliğini ve niceliğini anlatmak.

İSTİVA        : Oturma, yerleşme, kurulma, karar kılma…..

İLHAD         : Eğilme, eğriliğe sapma…..

İSBAT         : Olumlu, anlatılanı olduğu gibi kabul etme…..

NEFY           : Olumsuz, reddetmek, kabul etmemek….

MÜSEMMA : İsimlendirilen şey….

TEMSİL       : Bir şeye örnek….

 

ULUHİYET  TEVHİDİ

 

    Tevhidin üçüncü bölümü ise, Tevhid’i Uluhiye. Yani Uluhiyet tevhidi ….

 

    Tevhidin bu bölümü, inananların en fazla müşkilata düştüğü bir bölüm olması hasebiyle, sohbet seyrinde zihinlerimizi ne kadar zinde tutup konuyu iyi anlamaya çalışır isek, bu yönlü problemleri olan kimselere o nisbette faideli oluruz inşallah…..

    Uluhiyet tevhidi, ibadetlerle alakalı bir tevhid bölümüdür……

 

   Bu husustaki takip edilmesi gereken yol ise; “ …Yapılan bütün ibadetlerin hiçbir ortak tanımadan ve hiçbir şeye bir pay, bir nasip ayırmadan o ibadetin yalnız ve yalnız Allah için yapılmasıdır … ”

 

  Unutmayalım ki bu temel kural, Allah’u Azze ve Celle’nin ne öncekiler ve ne de sonrakiler için kendisinden başkasını din olarak kabul etmediği islam’ın temelidir.

  O, Kerim kitabında şöyle buyurmaktadır  :

 

 

وَاسْأَلْ مَنْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رُّسُلِنَا أَجَعَلْنَا مِن دُونِ الرَّحْمَنِ آلِهَةً يُعْبَدُونَ

 

“ – Ey Muhammed – Senden önce gönderdiğimiz resüllere sor bakalım, Rahman  olan  – Allah’tan –  başka  kendisine ibadet edilecek ilahlar meşru kılmışmıyız ?     

                                                                                                ZUHRUF : 45.AY.

  Ve Allah’u Teala Ayetin cevabını vererek buyuruyor ki :

 

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رَّسُولٍ إِلَّا نُوحِي إِلَيْهِ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدُونِ

 

“ Senden önce hiçbir Peygamber göndermedik ki ona “ benden başka ilah yoktur; bu itibarla bana ibadet edin” diye vahyetmiş olmalıyım. ”

 

                                                                                                ENBİYA:25.AY.                                                                         

وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ “……

 

“ Biz her ümmete, yalnız Allah’a ibadet edin, tağut’tan da sakının diye bir Peygamber  göndermişizdir……… “

                                                                                            NAHL : 36.AY.

 

( ……    Allah Resulü s.a.v ise bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır : Kıyamete yakın kılıçla gönderildim. Ta ki , ortağı olmayan tek Allah’a ibadet edilsin. Rızkım, mızrağımın gölgesinde kılındı. Emrine karşı gelenler için ise zillet ve aşağılık vardır. Her kim bir kavme benzerse, o onlardandır.

 

                                                                                              AHMED : 2.50.92

 

     Görüldüğü gibi bütün Peygamberlerin daveti, Tevhid’in diğer bir ifade şekli olan ; “ Sadece ve sadece Allah’a ibadet edilmesi ve O’na hiçbir şeyin ortak koşulmaması ” içindir……

 

    Değerli kardeşlerim! Farkında iseniz bu ifadelerde de – tevhidin olmazsa olmaz kuralı olan – isbat ve nefy kaidesi zikredilmektedir …….

   Yani, ibadetin Allah’a yapılması, kuralın isbat yönü, O’ndan başkasına ibadet edilmemesi de, kuralın nefy yönüdür…

 

   Diğer bir ifadeyle ; İbadeti Allah’at akdim etmek kuralın isbat yönü, yapılan o ibadet te hiçbir şeye bir pay, bir nasip ayırmama da kuralın nefy yönüdür…

  Bu hususta şu noktayı da asla unutmamak gerekir ki,  İbadet tek başına ele alındığı zaman, bu ifade tevhid’ten daha genel manada değerlendirilir. Çünkü her ibadet eden abit’tir, ama her abit muvahhid – yani tevhid ehli – değildir.

 

 

MÜŞRİKLER  ALLAH’A  İBADET  EDEN  KİMSELERDİ

 

    Bu konuyu – yani abid ile muvahhid konusunu – daha güzel anlayabilmek için asrı saadete yönelip o anki, Allah’a ibadet etmelerine rağmen O’na ortak koşanlarla ibadetlerinde tevhidi gerçekleştirenleri iyi tanımamız gerekir.

   Çünkü, - tevhidin mana ve mahiyetini anlayamayan – bir çok zavallının  hayret ettiği gibi, Peygamberimiz S.A.V Allah’ın varlığını birliğini tanıyan, O’nun isim ve sıfatlarını kabul eden ve O’na bir takım ibadetlerde bulunan bir topluluğa peygamber olarak gönderilmiştir… Neden ?

   Çünkü – Rabbimizin ifade ettği gibi -:

 

“ Onların  çoğu Allah’a ortak koşarak ibadet ediyorlardı ”

                                                                                          YUSUF : 106.AY.

 

  Halbu ki Allah’u Teala’nın istediği ise, sadece ve sadece kendisine ibadet edilmesi ve hiçbir şeyin O’na ortak koşulmamasıdır….

 

  Rabbimiz yine Mekkel’li müşriklerden bahsederek buyuruyor ki : 

     

وَمَا كَانَ صَلاَتُهُمْ عِندَ الْبَيْتِ إِلاَّ مُكَاء وَتَصْدِيَةً “……………..

“ Onların beytullah yanındaki namazları da, ıslık çalmadan ve el çırp-madan ibarettir ………….”

                                                                                              ENFAL : 35.AY.

 

“… Ebu Zerr r.a, ravisi olan ben Abdullah ibn Samit’e :- Ey kardeşimin oğlu ! ben Resulullah’a kavuşmadan (Yani Müslüman olmadan ) üç sene önce namaz kılmışımdır, dedi. Ben ona:  - Kimin için namaz kıldın ? diye sordum. Ebu Zerr : - Allah için dedi……….”

                                                                                      MÜSLİM : 7.C.2473.N

 

   Bu ve emsali deliler, Mekkelilerin Peygamber S.A.V.’e tabi olmadan önce namaz kıldıklarını göstermektedir……..

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ فَلاَ يَقْرَبُواْ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هَـذَا”………………………..

 

“ Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir.Onun için bu yıldan sonra artık mescidi Harama yaklaşmasınlar ……… ”

                                                                                                TEVBE : 28.AY.

 

( … Ebu Hureyre R.A. şöyle demiştir:  Ebu Bekr şu – ma’lum olan – Hacc’da nahr gününde birçok münadilerle birlikte Mina’da “ Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc, hiçbir çıplak Beyt’i tavaf etmesin” diye İ’lana beni de gönderdi.

 

 

   Ravi Humeyd ibnu Abdurrahman dedi ki :  sonra Resulullah s.a.v Ebu Bekr’in ardından Ali’yi gönderip: Berae –yani Tevbe – suresini ilan etmesini emretti .Ebu Hureyre dedi Ki: Ali’de bizimle beraber nahr gününde Mina’daki halk arasında : “ Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc etmesin, hiçbir çıplak ta beyti tavaf etmesin “ diye ilan etti. )

                                                                                                      BUHARİ : 1.C.464.S

 

    Bu ve emsali deliller de Mekkeli müşriklerin Hacc yaptıklarını göster-mektedir…..

“ ……Abdullah İbn Ömer r.a şöyle haber vermiştir :  Cahiliyet devri insan-ları aşure günü oruç tutarlardı …….. ”

                                                                                        MÜSLİM : 3.C.1126.N

 

   Bu delil de cahiliye dönemi insanlarının oruç tuttuklarını isbat etmektedir.

 

“ Müşriklerin kendi küfürlerine kendileri şahit iken; Allah’ın mescidlerini tamir etme hakları yoktur. İşte onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir. Ve onlar ateşte ebedi kalıcıdırlar.”

                                                                                                TEVBE : 17.AY.

 

“ Allah’ın yarattığı ekinden ve hayvanlardan Allah”a pay ayırdılar. Zanlarınca  bu Allah’a bu da ortaklarımıza dediler. Ortakları için ayrılan Allah’a ulaşmıyor. Fakat Allah için ayrılan, ortaklarına ulaşıyor. Ne kötü hüküm veriyorlar.”

                                                                                                          EN’AM : 136.AY.

 

( …… Ubeydullah R.A. şöyle dedi: Buna Nafi, İbn Ömer’den haber verdi ki, Ömer r.a Resulallah’a:

-Ya Rasulallah! Ben cahiliyet devrinde Mescidi Haramın içinde bir gece itikaf etmeyi adamıştım , dedi. Resululllah s.a.v :

-Adağını yerine getir. buyurdu.

                                                                                                    MÜSLİM : 5.C.1656.N

 

( ….. Hakim İbn Hizam r.a şöyle demiştir; Ben Resulullah’a :

-Ya Rasulallah! Cahiliyet devrinde kendileriyle ibadet edegelmekte olduğum sadaka vermek, köle azadetmek, sılayı rahim yapmak nevinden bir takım işler hakkında ne düşünürsün? bu işler de benim için bir ecir var mıdır? Dedim. Peygamber s.a.v :

-Sen ,geçmiş olan hayırların üzerine İslam’a girdin, buyurdu. )

 

             BUHARİ:3.C.1361.S

                              

 

  Görüldüğü gibi zikri geçen bu deliller Mekke’lilerin, Namaz kıldıklarını…. Oruç tuttuklarını ……… Hacc yaptıklarını ……….. Kurban kestiklerini ……..Mescidler imar ettiklerini ……..itikaf yaptıklarını…… sadaka verdiklerini ……..Köle azad ettiklerini …..ve …..sılayı rahim  yaptıklarını açıkça ifade etmektedir.

 

     Yani Allah’ın kendilerine Peygamber gönderdiği bu topluluk Allah’ın Rububiyetini kabul eden-ki, bunun delillerini Rububiyet bahsinde zikretmiştik- O’nun isim ve sıfatlarını kabul ve ikrar eden ……..Ve ayrıca O’na bir takım ibadetlerle kulluk etmeye çalışan kimselerdi……

 

    Ama ne yazık ki, ibadetlerinde Allah’ı birleyemiyorlardı.Yani,Tevhidi gerçekleştiremiyorlardı.

    Öyleyse önemli olan, inananların abid olmaları değil, ibadetlerinde Allah’ı birlemeleridir. Yani muvahhid olmalarıdır ….. işte kendilerinden istenen de budur ………

MEKKELİ  MÜŞRİKLERİN  ARIZALARI

 

      Şimdi geriye kalan husus,  daha doğrusu izah edilmesi gereken nokta ; “…Acaba Mekkelilerin kusurları neler idi ki, Allah’ü Teala onları müşrik-likle tavsif ediyordu……”

 

   Başka bir ifadeyle; “……Bu insanların Allah’ı kabul edip bu kadar inanç ve amellerine rağmen, neden Allah’u taala onların bu ibadetlerini kabul etmiyordu…….”

 

  Veya başka bir tabirle ; “….. Bu insanların müşrik olmalarına sebep olan şeyler neler idi? Ne yapıyor idiler ki, Allah bu kimselerin inanç ve amellerine şirk bulaştırdıklarını kabul ediyordu……”

 

  Şimdi bu soruların cevabını Kuran’ın ve Sünnet’in temiz sayfalarından öğrenmeye çalışalım….

 

   Arızanın temeli ; “…… Bu kimselerin; Allah’la kendi aralarına vesile ve vasıta koymalarıdır………”

 

  Yani; Allah’a daha fazla yaklaşabilme amacı ile, bir takım Salih kabul edilen kimseleri, Allah’la kendi aralarına vasıta edinmeleridir.

 

   Rabbimiz bu hususu kerim kitabında şöyle zikreder:

 

أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ  اتَّخَذُوا مِن  دُونِهِ  أَوْلِيَاء مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ  زُلْفَى  إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ  بَيْنَهُمْ  فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ  إِنَّ اللَّهَ  لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ

 

“ İyi bilin ki, hadis din Allah’ındır. O’ndan başka veliler edinerek : ”biz bunlara, sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” Diyenlere gelince : Şüphesiz Ki Allah, onlar arasında, ayrılığa düştükleri şeyde hük-münü verecektir. Allah, yalancı, kafir kimseyi doğru yola iletmez”

                                                       

                                                                                                ZÜMER : 3.AY.                                                

                           .......... فَلَوْلَا نَصَرَهُمُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ قُرْبَاناً آلِهَةً  

 

“ Halbuki Allah yanında O’na yakınlaştırıcı diye edindikleri ilahlar kendi-lerine yardım etselerdi Ya !.........”

                                                                                                AHKAF : 28.AY.

 

    Kuran ve Sünnet, Mekkelilerin araya vasıta olarak koydukları bu kimselerin, geçmişti yaşamış Salih kabul edilen insanlar olduğunu ve adlarının da LAT, MENAT, ÜZZA  ve HUBEL olduğunu zikreder.

 

أَفَرَأَيْتُمُ اللَّاتَ وَالْعُزَّى   وَمَنَاةَ الثَّالِثَةَ الْأُخْرَ

 

  Gördünüz mü o Lat’ı, Menat’ı ve üçüncüleri olan Uzza’yı  

                                                                                                         NECM : 19.20.AY.

 

  Buhari İbni Abbas tan şu rivayeti zikreder : Lat,hacılara su ile sevik bulamacı yapıp onlara ikram eden bir adam idi .

                                                                                                    BUHARİ : 10.C.4805.S

 

 Menat’a gelince;O,Mekke ile Medine arasında Kudeyd dağının yanında Müşel-lel mıntıkasında idi.Huzaa,Evs ve Hazreç kabileleri cahiliye döneminde ona tazimde bulunurlar ve Kabe’ye haccetmek üzere gideceklerinde orada ihrama girip telbiye getirirlerdi …….

                                                                                                    BUHARİ : 10.C.4807.S

 

 “…. İbn İshak ise siretinde der ki: Araplar Kabe ile beraber puthaneler edin-mişlerdi. Bu yerler, Kabe’ye tazimde bulundukları gibi tazim ettikleri türbelerdi. Oraların perdedarları  ve kayyumları vardı. Kabe’ye kurbanlıklar götürdükleri gibi, onlara da kurbanlar götürürler ve Kabe’yi tavaf ettikleri gibi oraları da tavaf ederek oralara kurban keserlerdi …. “                                 İBNİ İSHAK . SİYRE      

 

   Görüldüğü gibi Mekkelilerin problemlerinin temeli, Salih kabul edilen kim-seleri Allah’a yaklaşma amacı ile vesile edinmeleridir. Bu temel problemden dallanıp budaklanan arızalara gelince :

 

BİRİNCİ OLARAK :   “ ……. Onlardan yardım beklemeleri    ……..”

 

“ Belki yardım olunurlar diye, Allah’tan başka ilahlar edindiler. Onlar ken-dilerine yardım edemezler. Tersine kendileri onlar için hazırlanmış asker-lerdir. ”                              

                                                                                                                                               YASİN : 74 . 75 . AY.

 

“ Allah’ı bırakıp ta kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kim olabilir. Oysa onlar ölüdürler, bunla-rın yalvardıklarından habersizdirler. ”

                                                                                                                      AHKAF : 5.AY.

 

    Halbu ki biraz önce de Ayetler de zikredildiği gibi bu kimseler denizde sıkın-tıya uğradıklarında da Allah’tan yardım istiyorlardı.

 

    İşte burası yolların ayrıldığı noktadır. Yani, bir kimse hem Allah’tan hem de bir başka şeyden – bu kim olursa olsun- yardım beklerse veya isterse Allah’a ortak koştuğundan dolayı, Allah bu kimsenin yolunu muvahhid’in yolundan ayırmıştır……

    Binaenaleyh, her kim bu konuda muvahhid olmak istiyorsa, sadece ve sadece Allah’tan yardım istemeli ve beklemelidir. O’ndan başka şeylerden değil.

 

  Çünkü Rabbimiz bizden şöyle söylememizi ve ona uygun hareket etmemizi emrediyor:

 

   إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ  “ Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım bekleriz “

                                                                                                            FATİHA : 4.AY.

 

İKİNCİ OLARAK :    … Onları şefaatçi kabul etmeleri  … ”

 

   Mekkelilerin ikinci çirkin arızaları, kabir ve türbelerde yatan Salih kabul ettik-leri kimselerin kendilerine Allah katında şefaat edeceklerine inanmalarıdır. Rab-bimiz bu hususta şöyle buyurmaktadır:

 

وَيَعْبُدُونَ  مِن  دُونِ اللّهِ  مَا  لاَ  يَضُرُّهُمْ  وَ لاَ  يَنفَعُهُمْ  وَيَقُولُونَ هَـؤُلاء شُفَعَاؤُنَا عِندَ اللّهِ قُلْ أَتُنَبِّئُونَ اللّهَ بِمَا لاَ يَعْلَمُ فِي السَّمَاوَاتِ وَلاَ فِي الأَرْضِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

“Onlar, Allah’ı bırakıp kendilerine ne fayda ve ne de zarar veremeyen şeylere ibadet ediyorlar ve : ” bunlar Allah katında bizim şefaat-çilerimizdir.” Diyorlar. Deki : ” Allah’ın göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi  Allah’a haber veriyor-sunuz?” O, anların koştukları ortaklardan uzak ve yüce’dir. ”

                                                                                          YUNUS : 18.AY.

 

أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ شُفَعَاء قُلْ أَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْئاً وَلَا يَعْقِلُونَ

 

“ Yoksa Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler ? De ki: onlar hiçbir şeye güçleri yetmeyen ve düşünmeyen şeyler olsalar bile mi? “

                                                                                           ZÜMER : 43.AY.

 

   Oysaki bu şekildeki bir şefaat anlayışı, Kuran-ın ve Sünnetin batıl gördüğü bir şefaat anlayışıdır. Çünkü; Allah’ın kimden hoşnut olup, ona şefaat etme izni vereceğini kimse bilemez. Bununla beraber, kime şefaat edilmesi için izin verileceğini de kimse bilemez. Dolayısıyla bu konudaki takip edilmesi gereken en sağlıklı yol; Rabbimizin kerim kitabında buyurduğu gibi :

 

1 –  “ Bütün şefaat  – yetkisi   Allah’ın elindedir…..”                               

                                                                                                             ZÜMER: 4.AY.

                                                                                                                                              

2 –  “ O’nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez….”                             

                                                                                                             YUNUS : 3.AY.

                                                                                                                                              

3 – “ O’nun, şefaat için izin vereceği kimseler, sözünden hoşlandığı kimseler olacaktır.”

                                                                                                   TAHA:109.AY.                                                                           

4 –“ Kendilerine şefaat etme yetkisi verilen kimseler, Allah’ın izin verip tarif ettiği kimselere şefaat edeceklerdir.”

                                                           

ENBİYA    : 28.AY - BUHARİ   : 14.C.6465. S - MÜSLİM  :  1.C. 193.N

                                                                          

   İşte  bu şartlara uygun bir şefaat anlayışı, Mekke’li müşriklerin şefaat inan-cının tam tersi olan ehli tevhidin şefaat inancıdır…..

 

  Ama Mekkelilerin ve onlara paralel inanca sahip olan kimselerin bu husustaki inancı ise :

 

1 – “…Allah’la kendi aralarına vesile edindikleri kimseleri, - kendi kafa-larına göre  -  Allah’ın velileri saymaları…..”

 

2 – “…..Onların şefaat yetkisine sahip olduklarına inanmaları………”

 

3 – “…..Evliya dedikleri bu kimselerin, kendilerine şefaat edeceğine inan-maları….”

 

   İşte bu şekildeki bir inanç, hakkında hiçbir delilin bulunmadığı – heva ve arzulara dayalı – sapık bir inançtır……….

 

ÜÇÜNCÜ OLARAK   :  “ ….. Onları aşırı bir şekilde sevmeleri …. ”

 

    Mekkelilerin üçüncü çirkin arızaları, araya vasıta koydukları o kimseleri; Allah’ı sever gibi sevmeleridir…….

 

   Allah’u  Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

 

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبّاً لِّلّهِ  وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ  ظَلَمُواْ  إِذْ  يَرَوْنَ الْعَذَابَ  أَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ  جَمِيعاً وَأَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ

 

“ İnsanlardan kimi, Allah’tan başka eşler tutar ve Allah’ı sever gibi onları severler. Hakkıyla iman eden kimseler ise, en çok Allah’ı severler O şirk koşanlar azabı gördükleri zaman bütün güç ve kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok çetin olduğunu anlayacaklarını keşke bilselerdi.”                                                                                                                                                                                                                                              BAKARA : 165.AY

                                                                                                 

    Rabbimizinde bildirdiği gibi Mekkeliler, Allah’ı sever gibi araya vasıta koydukları kimseleri seviyorlardı… Yani onlara ta’zim de bulunup aşırı bir şekilde itaat ediyorlardı….. Çünkü sevmenin isbatı itaattir……..

 

   Halbu ki Allah’a hakkıyla iman eden tevhid ehli kimseler en çok Allah’ı sever, O’na gönülden bağlanır ve o’nun emirlerine itaat ederler…..Çünkü Rabbimiz, kendisini sevmenin isbatını itaate bağlamıştır….

 

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

 

“ De ki : Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olun ki Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın …….. “

                                                                                                      ALİ İMRAN : 31.AY.

                  

DÖRDÜNCÜ OLARAK :   “ …… Onlar için kurban kesmeleri ……”

 

    Mekkelilerin şirklerine vesile olan arızalarından birisi de, kabir ve türbelerde yatan o kimseler için kurban kesmeleridir. Rabbimiz bu konu da şöyle buyur-maktadır:

 

 وَ جَعَلُواْ لِلّهِ  مِمِّا  ذَرَأَ مِنَ الْحَر ْثِ  وَا لأَنْعَامِ  نَصِيباً فَقَا لُواْ هَـذَا  لِلّهِ بِزَعْمِهِمْ وَهَـذَا لِشُرَكَآئِنَا  فَمَا كَانَ  لِشُر َكَآئِهِمْ  فَلاَ يَصِلُ  إِلَى اللّهِ  وَمَا  كَانَ  لِلّهِ  فَهُوَ يَصِلُ إِلَى شُرَكَآئِهِمْ سَاء مَا يَحْكُمُونَ

 

“ Allah’ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah’a pay ayırdılar. Zanlarınca : “ Bu Allah’a bu da ortaklarımıza” dediler. Ortakları için ayrılan Allah’a ulaşmıyor, fakat Allah için ayrılan ortaklarına ulaşıyor. Ne kötü hüküm veriyorlar.”

                                                                                           EN’AM : 136.AY.

 

   İbn Kesir r.h’ın haber verdiğine göre, Abdurrahman İbn Zeyd İbn Elsem tefsirinde şöyle der: Allah için ayırmış olduklarından her kestiklerini, Allah’ın ismi ile birlikte diğer ilahlarının ismini de anmadıkça kat’iyyen onu yemezlerdi.

 

    İlahlar için ayırdıklarına ise, o ilahın ismiyle birlite Allah’ın ismini anmaz-lardı…”

                                                                                                       İBNİ KESİR : 6.C.2839.S

 

عن أنس قال :  قال رسول اللّه صلى اللّه عليه وسلم  : "  لا عقر في الإِسلام  "    

قال عبد الرزاق: كانوا يعقرون عند القبر يعني بقرةً أو شاةً.                           

 

 “ Enes R.A’dan; Resulullah S.A.V şöyle buyurdu: İslam’da kabir yanında hayvan kesmek yoktur.”

 

“ Abdurrezzak şöyle dedi : - Cahiliye döneminde – kabirlerin yanında sığır veya koyun kurban ederlerdi.

                        EBU DAVUD : 4.C.3222.N - ABDURREZZAK : 6690.N        

   Görüldüğü gibi bu hususta da Mekkeliler haddi aşmış, kabir ve türbelere adaklar adamış ve oralarda kurbanlar kesmişlerdir. Halbu ki Allah’ın Resülü s.a.v şöyle buyurmuşlardır:

 

“ …….Allah’tan başkası için kurban kesen kimseye Allah lanet etmiştir …”

                                                                            

                                                                                          MÜSLİM : 6.C.1978.N

 

BEŞİNCİ OLARAK   :    “ ……  Onlar adına yemin etmeleri ….. ”

 

 

   Mekkelilerin çirkin arızalarından birisi de,  Allah’tan başka ilahlaştırdıkları kimseler adına yemin etmeleridir….

 

( … Resulullah s.a.v şöyle buyurmaktadır : Kim yemin eder ve yemininde  Lat ve Uzza hakkı için derse hemen, La İlahe İllallah  desin. )

 

                                                                                        BUHARİ : 10.4806.S

 

  Yine bir hadislerinde : Resulullah s.a.v şöyle buyurur : “ Aziz ve Celil olan Allah sizleri babalarınızla yemin etmenizden nehyeder.”

                                                                                      MÜSLİM : 5.C.1646.N

 

    Bu ve emsali deliller, Mekkelilerin Lat ve Uzza adına yemin ettiklerinin açık kanıtlarıdır….

 

    Halbu ki İslam, Allah’tan başkası adına yapılan yemini ŞİRK kabul etmiş-tir……..

 

( … Allah Resülü s.a.v yine şöyle buyurur : Her kim Allah’tan başkası adına yemin ederse, kafir veya müşrik olur. )

TİRMİZİ : 3.C.1574.N - AHMED  :  2 . 125

 

(   Yine bir Hadisi Şeriflerinde : “ Allah’tan başkası adına yemin eden şirke düşer ” buyrulmuştur. )

                                                                                               AHMED : 1 / 47

 

    Bu hususta tevhid ehli kimselere düşen, yeminlerinde Allah’ın adını zikret-mesi ve Allah’tan başkası adına yemin etmemesidir      ……….Yemin şekli ise :

 

“…..VALLAHİ…”  “…BİLLAHİ…”  “…TALLAHİ…” DİR.

                                                                           

                                                                           NEML : 49 –YUSUF.91 –EN’AM.23

 

 

   Hulasa, Mekkelileri müşrik yapmaya yeterli olan bu arızaların yanında, daha birçok itikadi ve ameli arızaları var ki, artık bunları zikretmeye gerek yoktur.

 

  Çünkü amacımız, tevhidin anlaşılması ve bunu ihlal edenlerin içerisinde bulundukları birkaç çirkin problemi dile getirmekti…

 

  Allah’ın izniyle bunu da az da olsa başardık sayılır. Artık konuyla ilgili söylenmesi gereken son sözümüz şudur :

 

 

   Unutmayalım ki, teknolojinin göz boyadığı ve kafa bulandırdığı içerisinde bulunduğumuz şu hayal çağında, inananların en önemli sorunları TEVHİD sorunudur.

 

  Dolayısıyla tevhid akidesi istenildiği mana ve mahiyette öğrenilip ona uygun bir hayat yaşanmadığı sürece, içinde bulunduğumuz bu kargaşa, bu fitne ve bu zilletten kurtulmamız mümkün değildir……

 

    Rabbimizden niyazımız; bizlere tevhid akidesi üzere bir hayat yaşamayı nasip eylesin…….

 

                                                                                              AMİN

 

 

 

 

 

 

                                                             TACUDDİN  EL - BAYBURDİ

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol