Kur'an ve Sünnet
   
 
  *ALLAH-IN CEMALİ CEMALULLAH

     
 
 

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Allah'ın Cemâli / Cemâlullah

 

Marifet türlerinin en şerefli olanlarından birisi de Rab Teâlâ'nın cemâlini bilmektir.

Bu, mahlûkat içinde havassın (özel şahsiyet sahibi kimselerin) bildikleridir. Kuşkusuz onların hepsi O'nun sıfatlarından bir sıfatı bilmektedirler. Onların bilgi olarak en eksiksiz olanı ise, Allah'ın kemâlini, celâlini ve güzelliğini bilendir.

Yüce Allah'ın sıfatlarında hiçbir benzeri yoktur. Farzımuhal olarak sen, insanların hepsini en güzellileriyle bir yerde toplasan ve bunların dış ve iç güzelliklerini, yüce Allah'ın cemâline nispet etsen, kuşkusuz bu, çok zayıf yanan bir kandilin, güneşin parlak ışığına karşı nispeti gibi olur.

Allah'ın cemâli hususunda zaten şunu söylemek yeterli olur. Şayet O'nun veçhinden bir nur perdesi aralanmış olsa, mahlûkatın son gördükleri yere dek onları kasıp kavururdu.

Aynı zaman da O'nun cemâli hakkında şunu söylemek de yeterlidir:

Gerek dünya ve gerekse âhiretteki zahir ve bâtın olan bütün güzellikler, Allah'ın yaratmış olduğu bir eserdir. Güzelliğini bile Allah'ın verdiği kul ne zannetmektedir?

O'nun cemâli hakkında şunu söylemek de yeterlidir:

İzzetin, kuvvetin, cömertliğin, ilmin ve faziletin hepsi Allah'a aittir. O'nun veçhinin nuruyla karanlıklar apaydın olur. Tavaf eden kimsenin duasında Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurduğu gibi:

"Tavaf eden için karanlıkları apaydın yapan ve dünya âhiret işlerini düzelten veçhinin nuruna sığınırım."

(İbn Cerir bunu "Tarih"inde (2/344-345) Muhammed b. Kab el-Kurazi'den tahriç etmiştir. İbn-i Kesr de bunu "el-Bidaye ven-nihaye" adlı eserinde (3/135-136) belirtmiştir. Heysemi ise "Mecmauz- zevaid" adlı eserinde (6/35-36) şöyle demiştir: "Bu hadisi Tabarani rivayet etmiştir. Hadisin senedinde İbn İshak vardır ki kendisi müdellis sikadır, diğerleri ise sikadırlar.")

Abdullah b. Mes'ud der ki:

"Rabbimizin katında gece ve gündüz yoktur. Göklerin ve yerin nuru O'nun veçhinin nurundandır. O Allah, göklerin ve yerin nurudur. Kıyamet gününde, kazalarla ilgili hüküm koymaya gelince, yeryüzü O'nun nuruyla aydınlanır."

Allah'ın (c.c.) en güzel isimlerinden birisi de:

"el-Cemîl"dir. Geçtiği üzere Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)buyurdu ki:

"Muhakkak ki Allah güzeldir, güzeli sever." (Müslim (91) İbn Mes'ud'dan rivayet etmiştir.)

Allah'ın güzelliği dört mertebedir:

1 - Zatının güzelliği,

2 - Sıfatlarının güzelliği,

3 - Fiillerinin güzelliği ve

4 - İsimlerinin güzelliği.

- O'nun isimlerinin hepsi en güzeldir.

- O'nun sıfatlarını hepsi de kemal sıfatlarıdır.

- O'nun fiillerinin hepsi de hikmetli ve faydalıdır, adaletli ve merhametlidir.

- Zatının güzelliğine ve ona bağlı konulara gelirsek, bunu O'ndan başkası idrak edemez ve bilemez.

Kullar katında ise, bunun bilgisi hakkında herhangi bir malûmat yoktur; ancak Allahu Teâlâ'nm, kullarında dilediği kimseye birtakım bildirmeleri bulunmaktadır. O'nun cemâli değişikliklerden korunmuştur, O'nun cemâli, rida ve izar setriyle örtülenmiştir. Kendisinden rivayet edildiği üzere Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Kibriya (büyüklük) benim ridamdır, azamet ise benim izarımdır." (Hadis sahihtir. Ahmed (7382) Ebû Hüreyre'den rivayet etmiştir. Hadisin uzun rivayeti için aynı yere bakınız.)

Kibriya, en yüce ve en büyük olunca, rida ismini almayı hak etmektedir. Çünkü Allah (c.c.) en büyük ve yegâne yüce olandır, Aliy ve Azîm olandır.

İbn Abbas der ki:

"O'nun zatı sıfatlarla, sıfatları da fiillerle örtülmüştür. Öyleyse, eksiksiz sıfatlarla, yüce ve üstün özelliklerle örtülü olan O'nun cemâli hakkında ne düşünürsün?!"

İşte bu mânalar çerçevesinde zatının cemalinin / güzelliğinin bazı mânaları anlaşılmaktadır. Kuşkusuz kul, fiillerin marifetinden sıfatların marifetine, sıfatların marifetinden, zatının marifetine doğru yükselmektir.

Allah'ın fiillerinin cemalinden bir şeye şahit olunca bu sefer bununla, sıfatlarının güzelliğinden bir şeye dair delil gösterir. Sonra da sıfatlarının güzelliğiyle, zatının güzelliğine dair bir delil gösterir.

Bununla anlaşılıyor ki, övgülerin tamamı O'nadır. Mahlûkatından hiç kimse Allah'ı övmeyi bitiremez. Nitekim O, kendi nefsini nasıl övmüşse öyledir.

Aynı zaman Allah, zatına kulluk edilmeye, zatının sevilmesine ve şükredilmesine hak sahibi olandır. Allahu Teâlâ, nefsini sevmekte, onu övmekte ve ona sena etmektedir.

Kuşkusuz nefsini sevmesi, hamd edip övmesi, birlemesi gerçekte hamdın, senanın, sevgi ve tevhidin tamamıdır. Çünkü Allah'ın (c.c.) kendi nefsini övmesi, mahlûkatın kendisini övmesinden kat kat üstündür.

Allah (c.c), zatını sevdiği gibi sıfat ve fiillerini de övmektedir. Nitekim O'nun fiillerinin hepsi de güzel ve övülmüştür. Her ne kadar mahlûkları hakkında buğzedip, hoşlanmadığı olsa da, O'nun fiillerinde mekruh olan buğzedilen yoktur.

Kuşkusuz mevcudat da, Allah'tan başka, O'nu zatı için seven ve öven asla yoktur. O'nun sevdiklerinin hepsi bundan başkadır. Her ne kadar sevgisi O'nun sevgisine tâbi de olsa, -şöyle ki O'nun için sevmek gibi- O'nun sevgisi doğru ve sahih olandır. Aksi hâlde bâtıl bir sevgi olur.

Nitekim bu ulûhiyetin hakikatidir. Çünkü hak olan ilâh, zatı için sevilir ve zatı için övülür.

Öyleyse buna bir de Allah'ın ihsanı, nimetler bahşetmesi, hilim etmesi, karşılık verip affetmesi ve iyilik edip, rahmet etmesi de nispet edilince nasıl olur?

Öyleyse kul için gereken;

Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilâh olmadığını bilmesidir. O'nun zatı ve kemali için O'nu sevip övmesidir. Yine bilmesi gerekir ki, gerek zahir ve gerekse bâtın nimet türlerini gerçekte O'ndan (c.c.) başka ihsan eden yoktur. Allah ihsan edip nimetler verdiği için kul O'nu sever bundan dolayı da Allah'ı över. Her iki yönle O'nu sever.

Muhakkak ki Allah'ın misli yoktur. Dolayısıyla kulun sevmesi Allah'ın sevmesi gibi olamaz.

Boyun eğmekle beraber sevmek, mahlûkatın bizzat kendisi için yaratıldığı kulluk anlamına gelir.

"Kulluk / ibadet" son derece zelil olmakla (boyun eğerek- teslim olarak) son derece sevmek demektir.

Bu da ancak Allah'a yapılır. Bu konuda ortak olmak demek, Allah'ın sahibini asla bağışlamadığı ve sahibinden amelini asla kabul etmediği şirk anlamına gelir.

O'nun övgüsü ise, iki aslı içermektedir:

1 - Övgülerle ve kemal sıfatlarla haber vermek ve

2 - O'nun için bunları sevmek.

Öyleyse her kim sevmeden başkasının güzelliklerinden haber verirse, bu kimse övmüş olmaz. Kim de birisinin güzelliklerinden haber vermeden onu severse, o da övmüş olmaz; ta ki her iki husus bir arada bulunana dek.

Allahu Teâlâ, nefsini nefsiyle övmekte ve hem de kendisini meleklerin, peygamberlerin, resullerin ve mü'min kulların övdüğünü haber vermektedir. Dolayısıyla Allah (c.c.) kendi nefsini hem nefsiyle hem de bunlarla övendir.

Kuşkusuz onların O'nu övmeleri, Allah'ın (c.c.) izni, dilemesi ve oluşturmasıyladır. Çünkü O (c.c.):

- Öven kimseyi öven,

- Müslümanı müslüman,

- Namaz kılanı namaz kılan ve

- Tevbe edeni de tevbe eden yapar.

- Nimetler O'ndan gelir ve O'nda biter.

- Nimetler, O'nun övgüsüyle, O'ndan gelir ve yine O'nun övgüsüyle, O'nda biter.

- Kullarına tevbe yeri ilham eden O'dur.

- Kulları tevbe ettiğinde ise, buna oldukça sevinç gösterir.

Bu da O'nun fazlından ve cömertliğinden kaynaklanır. Kuluna itaat etmesini ilham eder ve bu konuda kuluna yardımcı da olur. Sonra bunlardan dolayı mükâfat verir. Bu da yine O'nun fazlından ve cömertliğinden kaynaklanır.

Allahu Teâlâ her şeyden zengin ve ihtiyaçsız olandır. Her şey her yönüyle O'na oldukça fakirdir.

Kul O'nun zatı için, sebep ve gayelerde O'na karşı oldukça fakir ve aciz kimsedir. Çünkü Rabbi için öyle olmazsa, bu konuyu ifa etmemiş demektir. O'nun (c.c.) için yapmadığından hiçbir fayda da görmez.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol