Kur'an ve Sünnet
   
 
  NURCUYA NASİHAT [2]

"


Bu kitabın indirilişi, Azîz ve Hakîm olan Allah tarafındandır." (Zümer: 1) Ayetteki “indirilen”, Kur'an-ı Kerim (Taberî: XII/2, 226)  ikinci ihtimal de Kur'an’ın bir suresidir (Zemahşerî: IV, 106). Ancak Said Nursi’ye göre, Casiye ve Ahkaf surelerin in başında da bulunan bu âyet Risaletü'n-Nur'un ismine ve kendisine, hem yazılması ve hem de yayılmasına sembolik anlamıyla işaret eder. İşareti onun bir eksikliği değil, gayb dilindeki manevî mucizesin in bir gereğidir. Kur'an’ın bu ayetinin işarî anlamlarından birisinin bu zamanda ortaya çıkan Risale-i Nur’a yönelik oluşunu Risale-i Nur okuyan herkes onaylar (Birinci Şua - s.841). Yani Said Nursi şöyle demek istiyor. Ayetin işarî anlamlarından birisi de, “Bu Risale-i Nur’un indirilişi, Azîz ve Hakîm olan Allah tarafındandır.” şeklindedir. Yani ona göre âyet, “Kitab’ın indirilişi” derken hem Kur'an’ı hem de Risale-i Nur’u kastediyo r (Birinci Şua - s.842).
Kur'an, kendisini n Rahman ve Rahim olan Allah’tan Cebrail aracılığıyla (Râzî: IX, 537)  Hz. Peygamber (s)’e indirildiğini (Taberî, XII/3, 114) şöyle ifade eder: "Hâ mim. (Bu vahyin) indirilişi, Rahmân ve Rahîm olan Allah’tandır." (Fussilet, 1-2) Said Nursi bu ayetin işarî anlamıyla ve şartlı cifr hesabıyla Risale-i Nur’a işaret ettiğini söylemektedir (Birinci Şua - s.843). Verilen bu anlam doğrultusunda ayetin anlamı şöyle olur: "Hâ mim. Bu Risale-i Nur, Rahmân ve Rahîm olan Allah tarafından indirilmiştir."
Rabbimiz bize sapıklığı ve doğru yolu istiareli bir şekilde karanlıklar ve nur kelimeler ini (Zemahşerî: II, 516) kullanara k anlatır. O, insanları Kur'an ile küfür, cehalet ve sapıklık karanlıklarından, iman ve ilim nuruna (Kurtubî, V/1, 295)  ulaştırır: "Elif lâm râ. Bu bir kitap ki, insanları Rablerini n izniyle karanlıklarından nûruna çıkarman, güçlü ve hamde lâyık olan Allah'ın yoluna kavuşturman için sana indirdik." (İbrahim:1)
Said Nursi bu ayetin “Rablerini n izniyle nura” kısmındaki “nur” kelimesin in Resaili’n-Nur’a mutabık olduğunu, yine şartlı cifr ile Risale-i Nur’un bölümü olan İşârâtü'l-İ'câz’a işaret ettiğini söyler. Yine ona göre ayetteki “güçlü ve hamde lâyık” kısmı Arapça orijinali hesaba katıldığında Sultan Abdülaziz ve Abdülhamit dönemlerine işaret etmektedi r (Birinci Şua - s.845). Bu durumda ayetin şöyle bir çevirisi mümkün olur: "Elif lâm râ. Bu bir kitap ki, insanları Rablerini n izniyle karanlıklarından Risale-i Nur’a ulaştırman, Sultan Abdülaziz ve Abdülhamit’in yoluna kavuşturman için sana indirdik."
"Görmedin mi? Allah nasıl bir misal verdi. Güzel bir söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir.” (İbrahim: 24) ayetinde geçen ve kelime-i şahadet, iman (Taberî: VIII/1, 266), kelime-i tevhit, Allah’ı yüceltme, O’nu övme, bağışlanma dileme, tövbe, ve dua (Zemahşerî: II, 531)  olarak yorumlanmış olan “güzel bir söz” ifadesi Said Nursi’ye göre Risale-i Nur’a tekabül eder.
Bu çıkarsama cifirle önce yanlışlıkla 1002 olarak hesaplanmıştır. Doğrusu 1011’dir. Elde edilen sayı -13 farkla da olsa- Risale-i Nur’un makamına tevafuk eder. Hem böyle makamlard a, böyle büyük yekûnlarda bu gibi küçük farklar zarar vermez (Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 38 - s.1594). Ayeti Said Nursi’nin anladığı şekilde tercüme edersek meal şöyle olur: "Görmedin mi, Allah nasıl bir misal verdi?Risale-i Nur, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir.”
Kur'an Hz. Muhammed (s) için, "Seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik." (Enbiya: 107) ifadesini kullanır. Hz. Peygamber (s) hem dinde hem dünya işlerinde rahmettir . Dinde rahmettir çünkü geldiğinde insanlar cehalet ve sapıklık Ehl-i Kitap da kitapları konusunda ihtilaf içindeydi. O gelince onları doğru yolu gösterdi. Hükümleri, helal ve haramları belirtti (Râzî: VIII, 193) . Dünyada da rahmettir . Çünkü onun gelişiyle zilletten, savaşlardan kurtulup dininin bereketiy le zaferlere kavuştular.   Said Nursi ise bu âyetin işarî anlamıyla o alemlere rahmet olanın aynası ve Kur'an gerçeğinin hakiki bir tefsirine Risale-i Nur’a işaret ettiğini söyler (Sikke-i Tasdik-i Gaybî - s.2101). O zaman ayete şöyle meal verilebil ir: “Ey Risale-i Nur! Seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik."
Görüldüğü gibi Said Nursi’nin ele aldığımız ayetleri anlamlandırken baş vurduğu anlama biçiminin tefsir usulü açısından bir değeri yoktur. Hele hele “kanaate itiraz edilemez”  demesi yorumlarını sorgulana maz hale getirir ki bunu kabullenm ek mümkün değildir. Klasik tefsirler olsun, çağdaş tefsirler  olsun hiçbirisi bu ayetleri böyle anlamlandırmamıştır, kendi fikirleri ni sorgulana maz konumda göstermemişlerdir.
Said Nursi’nin ve Risale-i Nur’un Kur'an’da işaret edilen bir müellif ve eser olduğu iddiası vahyî temellere sahip görünmemektedir. Bir ayeti anlamlandırırken, ayetteki cümle yapısı, ayetin bağlamı ve Kur'an bütünlüğü içindeki yeri dikkate almak gerekir. Ne yazık ki, Said Nursi bu yolu takip etmemiş, ayetleri tefsir ederken hurufîliğe eğilim göstermiş, ebced ve cifr hesapları yaparak, kendisini n ve eserinin isminin Kur'an-ı Kerim’de geçtiğini muhtemel gördüğü lafızlarla özdeş addetmiş, kendisini ve eserini kutsal bir konuma taşımaya çalışmıştır. Bunu yaparken nispeten estetik bir yolu seçmiş, ısrarla kendisini değil “ürünü”  ön plana çıkarmayı tercih etmiştir.
Sihirin Doğuşu
Sihir, tabiat kuvvetler iyle insanlar arasında birtakım gizli ilişkilerin bulunduğu ve tabiattak i bütün varlıkların insanın anlayış gücünü aşan, bilinemey en gizli kuvvetler tarafından yönetildiği inancından doğdu. Totem dinleri çağındaki din görevlileri ve rahipler kendileri nde gizli kuvvetler le ilişki kurabilme k için bir gücün bulunduğunu ileri sürdüler. Her olayın bir totemin yönetiminde bulunduğunu ortaya atan, totemleri n kötü etkilerin den kurtulmak için onların iradesine bağlanmayı gerekli sayan bu görevliler birtakım otlardan, köklerden, kabuklard an, sıvılardan ilaç yapma yolunu buldular. Bu konuda en önemli etkiyi insan hastalıklarını gideren bitkiler, özü bilinmeye n maden suları yapıyordu. Bunlarda gizli güçlerin bulunduğu inancı doğdu.
İşte sihirin kaynağı bu bitkiler ve sulardaki yapılan ilk ilaçlardır. Zamanla bunların gizliliğine yalnız rahipleri n akıl erdirdikl eri inancı yayıldı. Böylece tapınaklar ilk sihir yapma merkezler i durumuna geldi. İlk sihir yapanlar da bu rahipler ve din görevlileri oldu. Halk bunların tabiatüstü güçler taşıdığına, insanları etkileyen gizli güçlerle yakın ilişkiler kurduklarına inanmağa, onlara karşı korku ile karışık bir saygı duymağa başladı. Totemler, totemleri temsil ettiğine inanılan kalıntılar (kemikler, kabuklar, boynuzlar, bitkiler) ilk sihir yapma araçları oldu. Zamanla daha belirgin bir nitelik kazanan sihir tek tanrıcı dinlere de geçti. Din kitapları, kutsal sözler, bu konuda kullanılan birer araç niteliği kazandı. Eski İran'da, Çin'de, Hindistan'da, Mezopotam ya, Anadolu ve Mısır'da, özellikle Keldanîlerde sihir gizli bir meslek durumuna geldi"  Adı geçen yerlerde büyücülüğün durumu kısaca şöyleydi.
Mezopotam ya'da: Mezopotam ya'da yaşamış olan Keldanîler yıldızlara taparlar, kâinatı idare edenlerin yıldızlar olduğunu, hayır ve şerrin onlardan geldiğine inanırlardı.
Semavi güçlerin yerdeki güçlerle birleşmesi sonucu mucizeler meydana geldiğini söylerlerdi.
Keldanile r büyücülüğün ve kâhinliğin sırrını bilmekle ün yapmıştı. Gerçekten, büyücüler Sümer-Akad medeniyet inden beri gelip geçmiş bütün bir büyücüler dizisinin mirasçılarıydı.
Büyücüler Mezopotam ya'nın din adamları sınıfındandılar. Eridu Tanrısı Ea ile oğlu Babil Tanrısı Marduk'un koruyucul uğu altında bulunuyor ve insanların çevrili olduğu düşman güçlerle mücadele etmekle uğraşıyorlardı. Birtakım büyücüler, büyünün karşı durmak zorunda olduğu pek çok kötülüklerle suçlandırılıyordu. Birçok şeytanla da, okuyup üflemek veya şeytan kovma törenleri düzenlemekle mücadele ediliyord u.
Keldanile ri Tevhid (tek Allah inancı) yoluna davet için Yüce Allah, Hz. İbrahim'i peygamber olarak gönderdi. Fakat onlar Hz.İbrahim'i kabul etmek istemedil er. Nitekim Hz. İbrahim (a.s.)'i ateşe attıran da bunların krallarından Nemrut'tur
Mısır'da: Mısırlılar caiz olan büyü ile caiz olmayan büyü ayırımı yaparlardı ve büyüyle, ölüm veya hayat konusunda etkili olabilece klerini, ruhlara başvurarak istedikle rini elde edebilece klerini ve tabiatın güçlerini kendileri ne bağımlı kılabileceklerini düşünüyorlardı. Bir bilime benzetile bilen ve meşru, yani caiz olan büyü, insanları zararlı hayvanlar dan, hastalıklardan vb.den korumak amacını güdüyordu. Bu büyü, okuyup üfleyerek veya muskalar yazarak ve belirli törenlerle yapılırdı. Ölüleri ululamanın kökü de yine büyüye dayanıyordu.
İbraniler'de: Çok zaman yabancı halklarda n duyulan korkunun yol açmış olduğu büyü uygulamal arından Tevrat'ta sık sık söz edilir: "Ve Musa tunçtan bir yılan yaptı, ve onu sırık üstüne koydu ve vaki oldu ki, yılanın ısırdığı bir adam tunç yılana bakarsa yaşardı" (Tevrat).
Hintliler de: Büyü, Veda dininin en gösterişli ve önemli törenlerinde yer alır. Bu törenlerde büyü uygulaması geceleri mırıltı halinde belli sözler söylenerek yapılırdı. Büyü için kullanılan araçlar da, çeşitli bitkiler, merhemler, ölülere ait eşya gibi şeylerdi. Aşk büyüleri, hastalıkların iyileşmesi ve şeytan kovmak için yapılan büyü ve uygulamal ar da büyük bir yer tutar. Yoga çileciliği birçok bakımdan veda büyücülüğüne benzer.
Yunan ve Roma'da: Klasik eski çağ büyücülüğü sık sık yabancı tanrıların yardımına başvuruyordu. Ama Hekate yine de büyü tanrıçasıydı. Tesalya büyücülerle doluydu. İlkel Roma dinine çok sayıda büyü uygulaması miras bırakmış olan Etrüskler için de, durum bunun eşidir. Roma İmparatorluğu devrinde, doğu, özellikle de Mısır ve Keldani kaynaklı boş inançlar kendini göstermeğe başladı. Bunun üzerine birçok büyücü Roma'ya üşüştü. İmparatorlar, hizmetler inden yararlanm akla birlikte, onlara kötü davranmak tan da geri kalmadılar. Tiberius, büyü yapmakla suçlanan azat edilmiş 4.000 köleyi Sardunya'ya sürdü. Apuleius, bir büyücülük suçlamasına karşı kendini savunmak zorunda kalmıştı.
Yahudi dininde: XII. yy.da birtakım kabbalacı'lar, tılsımlar kullanan mistik bir akımın doğmasına yol açtılar. Doğu Avrupa'da hahamların mucize yapmak gücünde olduğuna inanılıyordu.
İslâm dini öncesi Arabistan'da büyü, müslümanlıktan önce geçerli birtakım uygulamal arla, Arapların yakın ilişkisi olan (musevîler, İranlılar, Yunanlılar gibi) halklarda n alınmış aynı çeşitten anlayışların bir karışımıdır. Bunlar, tütsüleme, tılsım ve muska, okuyup üflemek, yıldızlara bakarak geleceği söylemek, içine yerleştirilen sayılar yatay veya dikey olarak toplandığında hep aynı sayıyı veren büyülü kareler düzenlemek vb. gibi uygulamal ardı. Sayıların ve harflerin gizli değerlerinden yararlana rak geleceği okumak demek olan cifir, bu konuda kitaplar yazılmasına yol açmıştır"
Nitekim "CİFİR" ilmiyle uğraşanların iddia ettikleri ne göre: her devirde nazil olmuş bulunan mukaddes kitabın orijinali ni meydana getiren kelimeler in her birine 8 hadim (hizmetli) vazifeli kılınmıştır... Bunların 4'ü ulvî yani melek cinsinden; 4'ü de suflî yani cin cinsinden dir.
Bu kelimeler in "Cifir ilmi" denilen bir ilmin verdiği hesaplara göre çeşitli rakamlarl a tekrarlanışı o kelimenin vazifeli olan cinini harekete geçirir ve tesirini sevkedild iği kimse üzerinde icra eder...
İşte büyü denilen hâdise, bir kelime veya kelime grubunun belli bir sayıda, bazen de bazı yan çalışmalarla birlikte okunmasıyla birlikte meydana gelmekted ir...
Ancak burada önemli bir faktör olan "zaman" mefhumunu n da büyük rolü olmaktadır... Zira, zamanın yani günün 24 saatinin de ayrı ayrı rolleri bulunmakt adır bu işte...
İşte insan, bir kelimeyi veya kelime grubunu devamlı olarak okuduğu zaman, neşrettiği bu elektroma nyetik dalgalan âdeta bir şifre şekline sokmaktadır ki bununla da o şifreye en yakın yapıdaki bir cin ile temas kurmuş olmaktadır...
İşte bu temas neticesin de o şifre durumunda ki elektroma nyetik dalgalar, kendisine en yakın yapıdaki cine tesir etmekte ve iyi düzenlenebildiği takdirde onu istenilen şey i yapmaya mecbur kılmaktadır...
İnsanın belirli bir kelime veya kelime grubuna belirli oranda devam etmesi sonunda beyin vasıtasıyla yaymış olduğu elektroma nyetik dalgalar, o dalga boyuna uygun yapıdaki cinni istenilen şeyi yapmaya mecbur bırakıyor, demiştik... İşte cinnin kendisind en istenilen i yapmaması halinde ise, o kişinin o duaya veya kelime grubuna devamlı halinde neşretmiş olduğu elektroma nyetik güç yapısı bazı ışınlardan yapılmış olan cinin tahribine yani kaba bir tabirle yanmasına yolaçmaktadır...
Nasıl ki bir radyo istasyonu nun yaptığı neşriyat, başka bir istasyonu n daha kuvvetli şekilde yaptığı neşriyatla bozulmakt a ise; aynı şekilde insanın bu çalışmalarla yaptığı elektroma nyetik dalgalar da cinlerin ölümüne yolaçmaktadır.
Bu sebeple cinler, belirli bir çalışmaya devam eden ve kendisim yakıcı elektroma nyetik dalgalar neşredebilecek güçteki kimseleri n emri altına girmek zorunda kalmakta ve ister istemez "BÜYÜCÜ" dediğimiz kişilerin emirlerin i yerine getirme işine tabi olmaktadırlar..."  Böyle diyor CİFİR işleriyle uğraşanlar!..
Bir kimse falan şifreyi bir yere yazsa ve üzerine de "Ya Allah, Ya Hakim, Ya Adl, Ya Settar, Ya Kayyum", duasını 278 veya 518 defa okursa veya bir yere yazıp üzerinde taşırsa, Cenab-ı Hak o kimseyi her türlü tehlikede n korur. Her dileğini de yerine getirirmiş.
Yazdığı bir şifre hakkında; bir elbise üzerine çizilip onunla herhangi bir makam çıkılırsa, o makamda hiçbir işi geri çevrilmezmiş
"Tılsımcılar, mal ve mülkün tılsım-muska ile her türlü âfet ve kazalarda n korunacağını da telkin ediyorlar . "Seyyid" Süleyman el-Hüseynî şöyle diyor:
"Bu vefkı şerifi (tılsımı), bir kağıt üzerine yazıp, herhangi bir şeyin üzerine konulursa Cenab-ı Allah onu hıfz ve sıyanet buyurur."
Bu tılsımlarda esma-i hüsnâ, âyet-i kerime ve dualar sui-istimal edilmekte dir. Bunların, cahil halkı kandırmak için kullanılmakta olduğuna şüphe yoktur. Mesela; gösterilen bir koruyucu tılsımın Allah'ın "Hafiz" adı üzerine yapıldığı iddia edilmekte dir. Esma-i hüsnânın her biri üzerine birer, ikişer tılsım yapılıp ayet-i kerime ile karışık efsunlar yazılmaktadır. Mü'minlerin, bunlara karşı "haza buhtanün azim" yani, "bu çok büyük bir iftiradır" demeleri icabeder.”  Zira bu hurafeler, müslümanların inancına, sağlığına, malına ve canına zarar verecek zırvalardır.
"Görülüyor ki tılsımlar, harfler ve rakamlar ile yapılmaktadır. Efsun ve tılsım kitaplarına göre harfler ve onların ifade ettikleri rakamlar tabiatüstü esrarengi z kudrete mâliktir. Harfler "ebced, hevvez"deki sıraya göre adet ifade ederler.. .
Yazı tarihi tetkikler iyle ispat edilmiştir ki, "ebced, hevvez..." aslında hecâ harflerin in sırasını göstermek ve sırf harfleri hatırda tutmak için tertip edilmiş, manasız sözlerden (mühmelât) ibarettir . Her şeyde esrar arayan uydurma meraklıları bu "ebced" deki mühmelâtın Şuayib Peygamber zamanında yaşamış olan altı Medyen hükümdarının adları olduğunu söylemişler ve yazmışlardır. "Kelemen" de bunların başkanı imiş. "Ebced" bir rivayete göre Yunan hekimleri nden birinin adı imiş... Halbuki bu "ebced..." Aramî alfabesin deki harflerin sırasını gösteren manasız sözlerdir.
Bu alfabe sırası Aramîlerden, Nabatilar a, onlardan da cahiliyet çağı Araplarına geçmiştir. Aynı kaynaktan gelen İbranî, Süryanî, Yunan ve Lâtin alfabeler inde de bu sıra, gelenek olarak, muhafaza edilmiştir. Araplar, biribirin e şekil bakımından benzeyen harfleri yanyana koymak maksadıyla bu "a, b, c" sırasını bozmuşlarsa da, eski sırayı "abced hevvez" altı mühmelâtından muhafaza etmişlerdir. Harfleri, rakam gibi kullanırken de bu "ebced"deki sıraya riayet etmişler ve Arapçaya mahsus altı harf için de iki mühmel söz uydurup ilave etmişlerdir.
Yukarıda adı geçen üfürükçülük kitaplarında gördüğümüz harflerin büyük bir kısmı esma-i hüsnâ harfleri ve rakamları da, bu harflerin "ebced" hesabına göre ifade ettikleri sayıyı göstermektedir. Bazı tılsımlarda ise bu "ebced" hesabı tutmuyor."
Yazı işaretlerinin (hiyerogli f, harf, rakam) esrarengi z sihri kuvvet ihtiva ettiğine inanan en eski kaynağı, tarihin karanlık devirleri ne kadar uzanmakta dır.
Zira yazının mahiyetin i bilmeyen kavimler, yazıyı keşfeden kavimleri n deri, tahta, tablet ve başka nesnelere çizdikleri çizgilerle konuşup gaipten haber aldıklarına ve bu acaip çizgilerde tabiatüstü esrarlı kudred bulunduğuna inanıyorlardı'
Bu inanç ve korkunun cahil halk arasında bugün bile tesirini sürdürdüğünü görüyoruz. Bazı okuma-yazma bilmeyen cahil kimseler, herhangi bir muskayı alıp atmak, ya da kağıdını yırtmak istediğiniz zaman, "aman çarpılırsın" diyerek size muskalarını vermek veya açtırmak istemezle r.
 Muska tılsım kitapları incelendiğinde öyle anlamsız melek, cin, şeytan ve Peygamber adlarına rastlarsınız ki anlamlarını hiçbir dil ve lügatta bulamazsınız.İşte bunlara örnekler:
a) Melek Adları:"Hımtıhılgıyail, Similhiya il, Hırhıyail, Sıfıryail"
b) Cin ve Şeytan adları: "Hışıtışalkikuş, Keşikşeliğuş, Bihelhelşituş."
c) Peygamber Adlan:"Heryail, Tefyail, Beclail, Cerfiyail ..."
Yukarıda örneklerim verdiğimiz melaike, cin ve peygamber adlarına bakılınca bunların genellikl e "İL" ile biten yahudi adlarına benzedikl erini görüyoruz. Sebebi ise; Şems'ül Maarif yazarı Ahmed El-Buni'nin, İspanya "KABBALİST'leriyle yakın ilişki kurduğu ve bu isimleri onlardan öğrenmiş olmasıdır.
Kabbalah ; yahudiler in mistik ve iskolasti k felsefele ridir. Bu felsefeye göre Yahudi alfabesin deki 22 harfin ve ifade ettikleri rakamların mistik ve sihri mahiyetle ri vardır. Din kitaplarında zikredile n Tanrı adları ve sıfatlarını iyi kullanmak şartiyle, her türlü harikalar yapmak mümkündür. Bu kabbalah marifetle ri nesilden nesile gizli bilgi olarak, seçkin çömezlere öğretildi. 13. yüzyıldan sonra kitap halinde yazılmaya başlandı. İspanya ve Güney Fransa'daki en cahil yahudiler arasında yayıldı. İspanya yahudiler inden de müslümanlara geçti. İşte Ahmet el-Buni bu yol ile efsunları öğrendi.  Oysa yukarıda adları geçen melek, cin ve peygamber adlarının hiçbirisinin İslâmiyetle ilişkisi yoktur. Cümlesi uydurma ve hayali adlardır, hurafedir .


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol