Kur'an ve Sünnet
   
 
  Bazı Şüpheler Ve Bunların Cevapları

Bazı Şüpheler Ve Bunların Cevapları

 

Birisi şöyle diyebilir: Şer'an kabul edilen hüküm ka­birler üzerinde mescit bina etmenin haram kılınması ise, bunun aksine delâlet eden pek çok hususlar da vardır. Bunla­rı şöylece sıralayabiliriz:

1- Şanı yüce Allah Kehf suresinde:  "Onların işine gâlib gelen  (nüfuzlu) kimseler ise:   'Mutlaka biz onların üstüne bir mescit edineceğiz' dediler." (Kehf;  18/21) diye buyurmaktadır. Ayetin bu hususta delil oluş şekli şöyledir: Bu sözü söyleyenler, tefsir kitaplarında zikrolunduğu üzere Hristiyan kimseler idi. Böylelikle onların kabir üzerinde mescit edinmeleri şeriâtlerinin bir parçası demektir. Bizden öncekilerin şeriatı ise Yüce Allah tarafından bize naklolun­duğu ve bu âyeti kerimede görüldüğü gibi reddolunduğuna dair bir ifade yer almadığından, bizim için de bir şeriattır.

2-  Peygamber (sallallahu aleyhi ve seliem)'in kabri kendi Mescid-i şerifindedir. Eğer böyle bir iş caiz olmasaydı, onu kendi mescidinde defnetmezlerdi.

3- Peygamber (sallailahu aleyhi ve sellem)'in de buyurdu­ğu üzere, Hayf mescidinde yetmiş peygamberin kabri bulun­duğu halde orada namaz kılmıştır.

4-  Bazı kitaplarda zikrolunduğuna göre İsmail (aleyhi selam) ile ondan başka kimselerin kabri Mescidi Haramr bir parçasını teşkil eden Hicr denilen yerdedir. Orası ise namaz kılan kimsenin namaz kılabileceği en faziletli mescittir.

5-  İbn Abdilberr'in et-İstîâb adlı eserinde belirtildiği üzere  Ebû  Cendel  (radıyallahu  anhu),  Peygamber (sallaliahu aleyhi ve sellem)'in döneminde Ebû Basîr'in kabri üzerinde bir mescit bina etmiştir.

6-  Bazılarının iddia ettiklerine göre kabirlerin mescit edinilmelerinin yasaklanması ancak kabirde bulunan kimse dolayısıyla fitneye düşülme korkusu illetine bağlı idi. Şimdi tevhidin müminlerin kalplerinde yerleşmesi dolayısıyla bu illet ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla yasak ta ortadan kalkmış olur.

Peki, bu hususlar ile sözü edilen haram kılmayı bir a-rada nasıl mütalâa edebiliriz?

Şimdi bunlara cevap vermek üzere -Yüce Allah'ın yardımını dileyerek- şunları söylüyoruz: [1]

 

Birinci Şüpheye Verilen Cevap:

 

Birinci şüpheye cevap, üç yöndendir:

1- Usûl ilminde, kesin doğru şudur: Bizden öncekilerin şeriatı birçok delilden dolayı bizim şeriatımız değildir.[2]

Delillerden birisi, Rasûlüllâh (sallaliahu aleyhi ve sellem)'m şu sözüdür: 'Bana, daha önce hiçbir Peygambere verilmeyen beş özellik verildi. (Beş özelliği saydı ve sonuncu şu idi.) Benden önce her Peygamber, Özellikle kendi milletine gönderiliyordu. Ben ise, bütün insanlara gönderildim.'[3]

Bu, açıklığa kavuştuğuna göre, eğer, ayet, kabir üzeri­ne mescit yapmanın caiz oluşunun, bizden öncekilerin şeriatı olduğunu bildirse bile, ayetteki hükmü almakla yükümlü değiliz.

2-  'Bizden öncekilerin şeriatı, bizim de şeriâtımızdır' diyenlerin sözünü, bir an için doğru kabul edelim. Bunu kabul edenlere göre de bu, bizim şeriatımızda ona aykırı bir şey olmaması şartına bağlanmıştır. O şart, burada yoktur. Çünkü önceden geçtiği üzere, sözü edilen binayı yasaklama konusundaki hadisler mütevatir olarak gelmiştir. İşte bu, ayette geçenin bizim şeriatımız olmadığına delildir.

3- Ayetin, bunun bizden öncekilere ait bir şeriat oldu­ğu anlamına geldiğini kabul etmiyoruz. Çünkü âyetin ifade ettiği en ileri mana, bazı insanların 'onların üstüne bir mes­cit edineceğiz' demeleridir. Ayette bu sözü söyleyenlerin mümin olduklarına dair açıklık yoktur.  Böyle olduğunu kabul etsek bile, âyette, onların, bir peygamberin şeriatına sarılan, salih müminler olduğuna dair açıklık yoktur. Hatta âyetin zahiri anlamından, bunun zıddı anlaşılmaktadır. Hafız İbn Recep, el-Kevâkibu 'd-Derâri [4] 'nin bir kısmı olan Fethu'l-Bârîfi Şerhi'l-Buhâri, (65/280)'de, 'Allah Yahudi­lere lanet etsin, onlar Peygamberlerinin kabirlerini mes­cide çevirdiler' hadisini açıklarken şöyle demiştir:

'Kur'ân, bu hadisin bildirdiğinin aynısını bildirmiştir. Yüce Allah Ashâb-ı Kehf olayım anlatırken şöyle buyurmuş­tur: "Onların işine galip gelen (nüfuzlu) kimseler ise: 'Mut-laka biz,  onların üstüne bir mescit edineceğiz' dediler. " Burada, mescitlerin üzerine kabir yapma, işlerinde galip gelen (baskı yapabilme gücüne sahip) olanların davranışı olarak kabul edildi. Bu da onun dayanağının başkalarım kahredip, onlara galip gelmek ve hevâya tâbi olmak yapısı­nın, Allah'ın Peygamberlerine indirdiği hidayete destek olan âlim ve erdemli kişilerin davranışı olmadığı hissini vermek­tedir.'

Şeyh Ali b. Urve de, Muhtasaru'l-Kevâkib (X/207/2)'de, Hafız İbn Kesîr'in Tefsir'inte (İÜ/78) yazdık­larına uyarak şunları söylemiştir:

"İbn Cerîr, bunu söyleyenler hakkında iki görüş oldu-ğunu söyledi.[5]

1- Bunlar, onların arasından Müslüman olanlardı.

2- Onların arasındaki müşriklerdi.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Görünen, bunu söy­leyenlerin, sözü geçen ve nüfiızlu kimseler olduktandır. Ancak bunlar Övülen kimseler miydi, değil miydi? Bunun düşünülmesi gerekir. Çünkü Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: 'Allah, Yahudilerle Hristiyanlara lanet etsin. Onlar, Peygamberlerinin ka­birlerini mescide çevirdiler.' Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem) bu sözleriyle, onların yaptıklarından sakındırmakta-dır. Bize, Ömer b. Hattab'm, kendi döneminde, Irak'ta Danyal Peygamberin kabri bulununca, bunun halktan giz­lenmesini ve kabrin yanında buldukları, içinde bazı savaşla­rın vs. yazılı olduğu parçanın da gömülmesini emrettiği rivayet edildi."

Bunu öğrendiğimize göre, herhangi bir sebeple âyetin delil gösterilmesi doğru değildir. Büyük âlim, araştırmacı Alûsî, Rûhu'l-Meânî, (V/31)'de şunları söylemiştir:

'Ayet, âlimlerin kabirleri üzerine bina (türbe) ve mes­cit yapmanın ve oralarda namaz kılmanın caiz olduğuna delil gösterildi. Beydâvî'ye yazdığı haşiyelerde, Şihâb Hafâcî, bunu dile getirenler arasındadır. Ancak bu, asılsız, işe yaramayan, hatalı ve rağbet görmeyen bir görüştür, Çünkü şöyle rivayet edilmiştir...'

Sonra, daha önce geçen bazı hadisleri zikretmiş, arka­sından, bu konuda kendisini onayladığını ifade etmek üzere, Heytemî'nin ez-Zevâcir'deki sözlerini aktarmıştır. Ben bunu daha Önce nakletmiştim. Sonra Heytemî'nin Şerhu'l-Minhâc adlı kitabındaki şu ifadeleri nakletnıiştir:

'Bir topluluk, Mısır, Karâfe'deki yapıların, hatta bazı hükümdarların yaptırdığı İmam Şafiî'nin (Allah rahmet etsin) (mezarının üzerine yapılan) kubbenin bile yıkılmasına dair fetva vermiştir. Bir kötülüğün ortaya çıkmasından korkul­madığı sürece herkesin böyle yerleri yıkması gerekir. İbnu'r-Rif a'nm sulh bölümündeki ifadelerine dayanarak, mesele­nin idareciye (devletin ilgili yetkilisine) götürülmesi gere­kir.'

Daha sonra İmam Alûsî şunları söylemektedir: "Ayet, sözü edilenin bizden öncekilerin şeriatı olduğu konusunda açıktır ve bu âyet delil gösterilmiştir, denilemez. Çünkü Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: 'Kim, namazı uyuduğu veya unuttuğu için kılamazsa..'[6] dediği rivayet olunmuştur. Sonra Yüce Allah'ın "Beni zikretmek için namaza kalk" (Tana, 20/14) sözünü okudu. Bu, Musa (aleyhi selam)'a söylenmiş bir sözdür. İfade edilme şekli, delil olarak getirmeye müsaittir. Ebû Yusuf, erkekle dişi arasında kısas uygulanması konusunda: "Biz onda (Tevrat'ta) onlara şunu yazdık (farz kıldık)... " (Mâide, 5/45) âyetini delil yapmıştır. Kerhî de, hür ile köle, Müslüman ile zimmî [7] (İslâm devle­tinde yaşayan, anlaşmalı Ehli Kitap) arasında kısas uygula­nabileceğini, İsrâîloğullan hakkında gelen bu âyetten çıkar­mıştır, vb. Çünkü biz şöyle diyoruz: Bizden öncekilerin şeriatı hakkındaki görüşümüz her ne kadar bizi, onun (önce­kilerin şeriatının) şeriatımız olduğuna zorluyorsa da bu mut­lak olarak değildir. Aksine Yüce Allah, bunu reddetmeden bildirse bile, Rasûlü'nün reddetmesi, yine Yüce Allah'ın Reddetmesi gibidir.[8]

Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) mescitleri kabirlere çevirenlere lanet ettiğini duydun. Aslında bunun, bizden I öncekilerin şeriatlarında da yasak olduğu görülmektedir. Peygamberlerinin kabirlerini mescide çevirdikleri için Ya-ıhudîlerle Hristiyanlara lanet olunduğunu gördüğümüze göre, önceki şeriatlar da kabirler üzerine mescit yapılabileceğinin, kabulü nasıl mümkün olabilir? Üstelik bu âyet, imamların delil kabul ettikleri, az önce belirttiğimiz diğer âyetler gibi değildir. Bu âyette, bazı insanların söylediklerinin ve bu işi yapmaya dair verdikleri kararlarının aktan İmasından daha fazla bir şey yoktur. Âyet, böyle kimseleri övmemekte ve onlara uymaya teşvik etmemektedir. Böyle kimselerin ara­sında masum (hatadan korunmuş) birinin varlığı sabit olma­dığına göre, kararlılıkları bir tarafa onların o işi yaptıkları kabul edilse bile, o işlerinin meşru olduğuna delil değildir.

Yaptıkları işe duyulacak güvenin az olduğunu vurgu­layan şeylerden birisi de, Katâde'den rivayet edildiğine göre, kastedilenlerin emir (idareci) ve sultanlar (hükümdarlar) olduğu görüşüdür.

Bu durumda, birisi şöyle diyebilir; Birinci kesim i-nançlı ve kabirlerin üzerine mescit yapmanın meşru olmadı­ğını bilen kimselerdi. Onlar mağaranın kapısına bir yapı inşa edilmesini, kapatılmasını ve böylece mağaradakilere ulaşıl­masının engellenmesini istediler. Aralarındaki idareciler bunu kabul etmediler ve bundan dolayı öfkelenip sonunda, i mescit yapmak için yemin ettiler.

İkinci kesim hakkında iyi niyetli olmaktan başka ça­remiz yoksa, şöyle diyebiliriz: Onların üzerlerine mescit edinmekten maksat, yasaklanan ve yapanı lanetlenen, kabir­ler üzerine mescit yapma türünden değildir. Sadece, onlann yanında ve mağaralarına yakın bir yerde mescit yapmaktır. Nitekim Suddî ile Vehb'ten gelen, olayla ilgili rivayetlerde 'yanlannda' ifadesi açıkça belirtilmiştir. Böyle bir mescit yapma yasak değildir. Çünkü bunu gerektirecek son durumun, Peygamber mescidinin, orada yatan büyük zatın (Al­lah'ın salât ve selamı üzerine olsun) kabrine nispet edilmesi gibi, içinde bulunduklan mağaraya nispet edilmeleridir. O kişile­rin, "onların üstüne bir mescit edineceğiz " sözleri, "üzerle­rine bina yapın" diyen kesimin sözünü aynen kullanma usulüyle olur.

İstersek şöyle diyebiliriz: Bu 'edinme,' mağaranın i-çinde bulunduğu dağın üzerinde bir bina edinmekti. Bu konuda, Mücahit'ten gelen şöyle bir haber vardır: 'Hüküm­dar onlan mağaralannda bıraktı ve mağaraiannın üzerine bir mescit yaptı.' Açıkça görüleceği gibi, bu, açıklama lâfzın, zahir anlamına daha yakındır. Bunların tamamına, Ashabı Kehf in bulunmasından sonra, vefat ettiklerini kabul etmek halinde ihtiyaç duyulur. Başlangıçta uyudukları gibi uyuduk­ları görüşüne göre, bu söylenenlere ihtiyaç duyulmaz.[9]

Özetlersek: Azıcık aklı olan, bu âyeti delil göstererek, sahih haberlerle net rivayetlerin dile getirdiklerinin aksine bir görüşe sahip olamaz. Çünkü böyle bir görüş, sapıklığın ve akılsızlığın son noktasıdır. Cahillerin, salihlerin kabirleri­ni yükseltmelerini, onlan alçı ve tuğlalarla yapmalanm, Kaİfirleri İbadethane Haline Getirmenin Sakıncası üzerlerine lambalar asmalarını, onlara doğru namaz kılmala­rını, etraflarında dolaşmalarını, onlara dokunmalarını, belirli vakitlerde onların yanında toplanmalarını, bu âyeti ve olay hakkındaki bazı rivayetlerde gelen, hükümdarın her yıl onlar için tören düzenlemesini ve onları sac (tik) ağacından tabut­lara yerleştirmesini delil göstererek, birini diğerine kıyas ederek, bütün bunları mubah kabul edenleri gördüm. Bunla­rın hepsi, Allah'a ve Rasûl'üne karşı gelme ve Yüce Al­lah'ın izin vermediği bir din uydurmaktır.

Gerçek ve doğru olanı bilmek için, ashabının Rasûlüllâh (saîlallahu aleyhi ve sellem)'in kabrine yaptıklarım bilmek yeterlidir. O yeryüzündeki en üstün kabirdir. Onların peygamberin kabrini ziyaret ederken, ona selam verirken, yaptıklarını bilmek ve bunu iyice takip etmek ve burada olan ile orada olanlar üzerinde iyice düşünmek gerekir. Şanı Yüce Allah, hidayeti arayanlara ihsan eder."

Ben de derim ki; İddia edilen caizliğe hatta kabirler üzerine mescit yapmanın müstehap olmasına çağımızdaki-lerden birileri [10] söz konusu âyeti delil göstermiştir. Fakat az be anlatılan ve cevabı verilen hususa nispeten farklı bir . O şöyle demiştir:

'Delil, bu âyettir ve Yüce Allah, onların dediklerini nkylamaktadır, onları reddetmemektedir'

Ben de derim ki: Böyle bir delil gösterme, iki yönden batıldır.

1- Onları onaylamak için, reddedilmemelerinin dikkate alınması doğru değildir. Ancak, onlar Müslüman, salih, Peygamberlerinin şeriatına sımsıkı sarılan kimseler olurlar­sa, bu kabul edilebilir. Oysa âyette, onların böyle oldukları­na dair en küçük bir işaret yoktur. Hatta onların, böyle olmamaları ihtimali vardır, doğruya en yakın olan da budur. İbn Recep, İbn Kesîr ve başkalarının yukarda belirtilen ifa­delerinden anlaşıldığına göre, onlar ya kâfir ya günahkarlar­dı. O zaman, onların yaptıklarının reddedilmemesi onay kabul edilmez. Aksine bir inkardır. Çünkü kâfir ve günah­karların sözlerini aktarırken, sözleri kendilerine nispet etme, onları reddetmek için yeterlidir. Söyledikleri sözler karşısın­da susmak, açıkça anlaşılacağı üzere onaylamak diye kabul edilmez. Bunu, ikinci yön desteklemektedir.

2-  Sözü  geçen  'delil  getirme,'  din  olarak  sadece Kur'ân ile yetinen, sünnete zerre kadar değer   vermeyen, geçmişteki ve zamammızdaki keyfine göre hareket eden kimselerin   yöntemine   göre   doğru   olabilir.   Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem)'in meşhur, sahih hadisteki 'Şunu bilin ki, bana Kur'ân ve onunla birlikte onun gibisi ve­rilmiştir/  'Şunu bilin ki, Allah'ın RasûTünün haram kıldığı, Allah'ın haram kıldığı gibidir'[11] sözlerini tasdik ederek, her iki vahye inanan sünnet ve hadis ehlinin (sünnet ve hadise göre hareket edenler) yöntemine gelince ki (böyle bir) delil getirmede bulunan kişi, kendisinin onlardan oldu­ğunu iddia etmektedir, ancak Ehli Sünnet'e göre böyle bir delil getirme, açıkça batıldır. Çünkü onun, mevcut olmadığı­nı söylediği red, aslında önceden de geçtiği üzere, mütevatir hadislerde gerçekleşmiştir. O halde bu kişi, Allah onları, Peygamberinin diliyle lanetlediği halde nasıl, Allah onların yaptıklarını onaylamıştır, reddetmemiştir diyebilir? Hangi red, bundan daha açık ve nettir?

Daha önce geçen hadislerin aksine bu âyeti delil göste­renler, Süleyman (aleyhi selam)'ın emrine verilen cinlerle ilgili Allah'ın buyruğunu, heykel ve put yapmanın caiz olduğuna delil gösterenler gibidir. Söz konusu âyet şudur: "Ona dile­diği gibi kaleler, heykeller, havuzlar kadar geniş leğenler, sabit kazanlar yaparlardı." (Sebe, 34/13) Heykel ve resim (suret) yapmayı haram kılan sahih hadislerin aksine bu âyeti delil gösterirler, halbuki Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) hadisine inanan bir Müslüman bunu yapmaz.

II Böylece, Kehf süresindeki âyeti delil göstermekten o-lu^an birinci şüphe, onun ve onunla ilgili şeylerin cevabına ddlr açıklamalar burada sona ermektedir. [12]

 

İkinci Şüphenin Cevabı:

 

ikinci şüphe, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kabrinin, günümüzde görüldüğü gibi, mescidinde olmasıdır. Bu, haram olsaydı, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) oraya gömülmezdi.

Cevap: Günümüzde görülen, her ne kadar bu ise de sahabeler döneminde böyle değildi. Çünkü Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat edince, ashâb onu mescidinin yan tarafındaki hücresine (odasına) gömdüler. Mescit ile odasını arada kapısı bulunan bir duvar ayırıyordu. Peygam­ber (sallallahu aleyhi ve sellem) (sağlığında), bu kapıdan çıkıp mescide giderdi. Bu, ilim adamlarınca bilenen ve kesin olan bir husustur. Bu konuda, onlar arasında hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Sahabeler (Allah onlardan razı olsun) onu odasına defnettiklerinde, bunu sadece, kendilerinden sonra gelen birisi, onun kabrini mescit yapma imkanına sahip olmasın diye yapmışlardı. Nitekim biz bunu, daha önce Aişe (radıyallahu anha) ve başkalarının rivayet ettiği hadislerde açıkladık.

Ancak daha sonra, hesaba katmadıkları bir durum or­taya çıktı. Şöyle ki, Velid b. Abdulmelik, H. 88. yılda, Pey­gamber  (sallallahu   aleyhi   ve   sellem)   mescidinin   yıkılarak, Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve seflem)'İn hanımlarına ait odala­rın da ona ilave edilmesini emretti. Böylece, Aişe (radıyallahu anha)'mn odası olan, Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kabrinin bulunduğu oda da mescide katıldı. Bunun sonucun­da, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kabri de mescidin içinde kalmış oldu.[13] Bazılarının zannettiklerinin aksine, o sırada Medine-i Münevvere'de Ashâb'dan hiç kimse yoktu. Büyük âlim, Hafız Muhammed b. Abdulhâdî, es-Sârimu'l-Munkî(sy. 136)'da şunları söylemiştir:

'Hücre, mescide Velid b. Abdulmelik'in halifeliği dömeminde, Medine'deki bütün sahabelerin vefatından sonra

ikatıldı. En sonra vefat eden sahabe, Cabir b. Abdullah olup o jjda Abdulmelik'in halifeliği döneminde vefat etmişti. Vefat Itarihi, H. 78'dir. Velid ise 86 yılında halife oldu, 96 yılında Ipa vefat etti. Mescidin yeniden inşa edilip odaların mescide katılması ise, bu süre içerisinde oldu.[14] Ebû Zeyd Ömer b. Şebbe Numeyrî, Kitâbu Ahbâri'i-Medine adlı eserinde, hocalarından ve onların da rivayette bulunduğu zatlardan, Rasûİüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şehri hakkında şunu anlatmıştır:

'Ömer b. Abdulaziz, Velid'in valisi olarak görev yap­tığı, 91 yılında, mescidi yıktı ve onu nakışlı taşlarla yeniden yaptı. Tavanına tik ağacı döşedi ve altın yaldızla boyadı. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) eşlerinin odalarını yıkıp onları mescide dahil etti ve kabri de mescidin içine aldı'

Yaptığımız nakillerden anlıyoruz ki, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in mübarek kabri, Mescidi NebVye, Medine'de hiçbir sahabe kalmadığında katılmıştır ve bu, onların, Rasûİüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem)'i odasına göm­düklerinde, göz önünde bulundurduktan maksada aykırıydı.

Dolayısıyla, bu gerçeği öğrendikten sonra bir Müslüman'ın, sahabeden sonra ortaya çıkanı delil göstermesi caiz olmaz. Çünkü bu, sahih hadislere, sahabelerin ve imamların daha önce açıklandığı üzere bu hadislerden anladıklarına aykırı­dır. Aynı şekiide bu, Ömer ile Osman'ın mescidi genişlettik-lerindeki uygulamalarına aykırıdır. Çünkü onlar kabri, mes­cide    dahil    etmemişlerdi.    Bundan    dolayı,    Velid    b. Abdulmelik'in Allah onu affetsin yaptığının, kesinlikle yan­lış olduğunu söyleyebiliriz. Eğer o, mescidi genişletmeye mecbur  kaldıysa,   bunu,   Peygamberin  (sallallahu  aleyhi  ve sellem) mübarek odasına dokunmadan, başka yönlerden ya­pabilirdi. Ömer b. Hattab, kendisi, mescidi diğer yönlerden genişlettiğinde, bu tür bir hataya işaret etmiş, Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek odasına dokunmamıştı. Hata o 'ona hiçbir şekilde dokunulamaz'[15] demişti. Bu sö­züyle Ömer (radıyallahu anhu), Rasûlüllâh (sallaliahu aleyhi ve seHem)'in odasının yıkılıp mescide katılması sebebiyle ortaya çıkması tahmin edilen sakıncaya işaret etmiş oluyordu.

Yukarda geçen hadislere ve Hulefa-i Raşidin'in uygu- lamasına açık olan bu muhalefete rağmen, bu karşı çıkanlar, j Peygamberin kabrini Mescidi NebVys katınca, biraz ihtiyatlı ; davrandılar. Mümkün olduğu kadar bu muhalefeti azaltama- j ya çalıştılar. Nevevî, Şerhu Müslim, (V/14)'de şunları söy- j lemistir:                                                                           

'Müslümanlar çoğalıp Ashâb-ı Kiram ve Tabiîn, i Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem)'in mescidini genişletme | ihtiyacı duyunca[16] ve bu ihtiyaç, müminlerin annelerinin! odalarını, bu arada Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem) ile iki i arkadaşı Ebû Bekir (radıyallahu anhu) ile Ömer (radıyallahu j anhu)'yu defnedildikleri Aişe (radıyallahu anha)'nm odasını da, mescide ilave etme noktasına ulaşınca, mescidin içinde belli j olmaması, [17]halkın ona doğru namaz kılarak sakıncalı bir şeye sebep olmasın diye, Peygamberin (sallallahu aleyhi sellem) kabrinin üzerine yüksek ve etrafını çeviren duvarlar yaptılar. Daha sonra kabrin, kuzey tarafındaki iki köşesinden iki duvar yaptılar ve bunları bir nokta da birleşinceye kadar biraz meyilli olarak uzattılar. Böylece hiç kimse, kabre yö-nelemeyecekti.'

Hafız İbn Recep de, eî-Feth' de, el-Kevâkib (65/91/1 )'de belirtildiğine göre, benzeri bir ifadeyi, Kurtubî'den nakletmiştir. İbn Teymiyye el-Cevâbu'l-Bâhir fe. 9/2)'de şunları söylemektedir:

 'Peygamberin kabrinin bulunduğu oda, mescide katı­lınca, kapısı kapatıldı, Peygamberin bulunduğu odanın bay­ram yerine, kabrinin de puta çevrilmesini önlemek için, üzerine bir duvar daha yapıldı.'

Bende derim ki: Üzücü olan, -eğer kaldınlmamışsa-asırlardan beri, bu yapının üzerine Yeşil Kubbe'nin {Kubbe-i Hadrâ) yapılmış olmasıdır. Mübarek kabrin etrafında bakır pencereler, süsler, örtüler ve kabir sahibinin bizzat kendisi­nin (sallallahu aleyhi ve sellem) hoşlanmayacağı başka şeyler vardır. Hatta, H.  1368/M.  1949 yılında Mescidi NebVyi ziyaret etme ve Peygamber (sallaliahu aleyhi ve sellem)'e selam verme şerefine nail olduğumda, kabrin kuzey duvarının altında küçük bir mihrap, onun gerisinde, mescidin zeminin­den biraz yüksek bir yer gördüm. Bu, kabrin arkasında na­maza özgü bir yer olduğunu gösteriyordu. O zaman, putpe­restliği hatırlatan bu olgunun, tevhid devleti döneminde bile, hala nasıl ortada kaldığına şaşırdım, bunları söylerken orada . namaz kılmak üzere kimsenin gittiğini görmediğimi de itiraf ediyorum. Çünkü insanları, mübarek kabrin yanında şeriata aykırı şeyler yapmaktan alıkoymakla görevli muhafızlar, çok dikkatliydiler.   Bundan  dolayı   Suudî  Devletine  teşekkür etmek gerekir.[18] Fakat bu yeterli değildir, (hastalığa) şifa vermez. Üç sene önce, Ahkâmu'l-Cenâiz ve Bid'auha (ben­deki asıl nüshanın 208. sayfasında) da şunları söylemiştim:

'Mescidi NebVyi, ilk haline döndürmek gerekir. Bu da, mescit ile Peygamber (sallaliahu aleyhi ve sellem)'in kabrini bir ||  duvarla ayırmakla olur. Bu duvar, kuzeyden güneye doğru i! uzatılmalı, mescide giren bir kimse böylece bu mescidi tesis Ü edenin (sallaliahu aleyhi ve sellem) razı olmayacağı herhangi bir muhalefet  görmemelidir.   İnanıyorum   ki,   bu,   gerçekten ] tevhid üzere kaim olan, Suudî Devletinin yapması gereken bir görevdir. Yönetimin, mescidin yeniden genişletilmesi emrini verdiğini haber aldık. Umarız bu teklifimizi benimser, batı tarafından ve başka yönlerden ilave yaparlar. Böy­lece, teklif kabul edildiği taktirde, mescidin genişletilmesi fikrindeki eksiklik ortadan kalkar. Allah'ın, bunu, onlar vasıtasıyla gerçekleştireceğini umuyorum. Zaten bu işi yap­maya, onlardan daha layık kim vardır?'

Fakat yaklaşık iki seneden beri genişletilen mescit, Ashabı Kiram dönemindeki haline döndürülmedi. Yardımı sadece Allah'tan dileriz. [19]

 

Üçüncü Şüphenin Cevabı:

 

Üçüncü şüphe, Peygamber (sallaliahu aleyhi ve sellem)'in Hayf mescidinde namaz kılmasıdır. Hadiste bildirildiğine göre, orada yetmiş Peygamberin kabri vardır!

Cevap: Biz, Peygamber (sallaliahu aleyhi ve sellem)'in bu mescitte namaz kıldığından şüphe etmiyoruz. Fakat şunu söylüyoruz: Şüphede sözü edilen, oraya yetmiş Peygamberin gömüldüğü meselesi, iki yönden delil olamaz:

1- İşaret edilen hadisin sahih olduğunu kabul etmiyo­ruz. Çünkü bu hadisi, sahih hadisi tedvin etmeye (toplama­ya) önem verenlerden hiçbiri rivayet etmemiştir. Önceki imamlardan, sahih hükmünü vermesine güvenilen kimseler­den birisi de buna sahih dememiştir. Hadis kritiği (tenkidi) de onun sahih olduğunu söylemeye imkan tanımamaktadır. Çünkü hadisin senedinde, garip hadisleri rivayet eden raviler vardır. Bu hal, kalbin, tek başına yapılan bu rivayetin sahih olmadığına, huzurlu bir şekilde hüküm vermesine imkân bırakmamaktadır.

Taberânî, eUMu'cemu'l-Kebîr, (III/204/2)'de şöyle demiştir: "Bize, Abdan b. Ahmed anlattı, bize İsa b. Şâzân haber verdi. Bize, Ebû Hemmam Dellâl haber verdi. Bize, İbrahim b. Tahmân, Mansur'dan, o da Mücahitten, o da İbn Ömer'den merfu olarak; 'Hayf mescidinde yetmiş Pey­gamberin kabri vardır' ifadesiyle rivayet etti.

Heysemî, Mecma, (III/298)'da, şu ifadeyle zikretmek­tedir: '...Yetmiş Peygamber gömüldü,' daha sonra: 'Bunu Bezzâr, rivayet etti ve ravileri sikadır (güvenilir)' demekte­dir.

î Ancak böyle bir ifade, onun tahric etmedeki (rivayetin jyerini belirlemedeki) bir kusurudur. Gördüğünüz gibi, Taberânî de onu rivayet etmiştir.

Ben de derim ki: Taberânî'nin ravileri de Abdan b. .hmed dışında sikadırlar. Taberânî'nin, el-Mu'cemu's-Sağır, (sy. 136)'da belirttiği gibi, bu kişi Ehvaz'lıdır. Fakat ben bu zatın biyografisini bulamadım. Bu Abdan, Abdan b. Muhammed Mervezî'den başkasıdır. Mervezî yine Taberânî'nin, el-Mu'cemu's-Sağîr, (sy. 136) ve başka yer­lerde adı geçen hocalarından birisidir. O, sikadır, hafızdır, Tarihu Bağdâd, (XI/I35), Tezkiratu'l-Huffâz, (III/230) ve başka yerlerde biyografisi vardır.

Ancak bu senedin ravileri arasında, İsa b. Şâzân gibi, garip hadisleri rivayet edenler vardır. İbn Hibbân, es-Sikât adlı eserinde: 'Garip rivayetlerde bulunur' demiştir.

İbrahim b. Tahmân hakkında da, İbn Ammâr Mevsılî şunları söylemiştir: 'Hadisi zayıf ve muzdariptir.'

İfadenin bu şekilde mutlak olarak kullanılması İbn Ammâr'dan kabul edilmese bile, İbn Tahmân'm rivayet ettiği hadislerde biraz güvensizlik olduğunu göstermektedir. Bunu, İbn Hibbân'm Sikatu Etba'i't-Tabiîn, (II/10)'daki şu sözleri desteklemektedir: 'Bunun durumu her ikisine de benzer. O, sika ravilerle zayıf raviler arasında yer alır. Sağ­lam ravilerin naklettiği hadislere benzeyen doğru hadisler rivayet ettiği gibi, sika ravilerden ayrı mu'dal bir takım rivayetleri münferit olarak da nakletmiştir. İnşaallah biz bu şahsı Kitâbu 'Î-Fasli Beyne 'n-Nekale adlı eserimizde anlata­cağız. Aynı şekilde sika raviler arasında da sayılabilecek ve durumunda kararsız kaldığımız herkes hakkında bunu yapa­cağız. '

Bundan dolayı Hafız İbn Hacer, onun hakkında, et-Takrib'dç: 'Sikadır, garip rivayetleri de vardır,' demiştir. Onun hocası olan Mansur -ki İbnu'l-Mu'temir'dir- sika bir ravidir. îbn Tahmân, ondan Meşihâfında (244/2)[20] başka bir hadis daha rivayet etmiştir. Bu hadis, ya onun garip rivayet­lerinden, ya da İbn Şâzân[21]'m garip rivayetlerindendir.

Ben bu hadisin, ravilerden birisinin kıraatinde tahrife uğrayarak 'salla' (namaz kıldı) yerine 'kubira' (gömüldü) demiş olmasından endişe ediyorum. Çünkü bu ikinci sözcük, hadiste meşhur olan sözcüktür. Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kehîr'ûe (III/155/1), ravileri sika bir senedle Said b. Cubeyr'den, o da İbn Abbas'tan merfu olarak şunu rivayet etti:

'Hayf mescidinde yetmiş Peygamber namaz kılmış­tır...' Aynı şeklide, Taberânî, ei-Mu'cemu'î-Evsaî'ta (I/119/2-zevaidi)54 rivayet etmiştir. Ondan Makdisî, el-Muhtâre, (249/2)Me zikretmiştir. Muhlis, el-Muhhsiyyafm altıncısının üçüncüsünde (70/1); Ebû Muhammed b. Şeyban Adi, el-Fevaid'âe (II/222/2) zikretmişlerdir. Munzirî, (I-1/116)'da şöyle demiştir:

'Bunu, Taberânî, eî-Evsafta rivayet etmiştir. Senedi basendir.'

Bana göre hadisin, hasen olduğunda şüphe yoktur. Çünkü ben onun İbn Abbas'tan gelen başka bir rivayetini gördüm. Bunu Ezrakî, Ahbaru Mekke'de, (sy. 35), İbn Abbas'tan mevkuf bir rivayet olarak zikretmiştir. İsnadı, delil yapılmaya uygundur. Nitekim bunu Hcıccetu'l-Veda adlı büyük eserimde açıkladım, (Kitap henüz tamamlanmadi).

Zahirîyye kütüphanesinde bulunan başı ve sonu eksik bir yazmadır. Bu eserin Mekke Haremi Şerif kütüphanesinde eksiksiz bir nüshası bulun­maktadır.

Sonra Ezrakî bunu (sy. 38), Muhammed b. İshâk yo­luyla şöyle rivayet etmiştir: Bana, itham etmediğim birisi, bunu Abdullah b. Abbas'tan ona mevkuf bir rivayet olarak nakletmiştir. İşte bu, bu hadis hakkında bilinendir. Allah en doğrusunu bilendir.

Sözün özü: (Sözkonusu olan) hadis zayıftır. Sahih ol­duğunu rahatça kabul etmek mümkün değildir. Sahih oldu­ğunu farz etsek bile, ona aşağıdaki şekilde cevap verilebilir:

2- Hadiste, kabirlerin Hayf mescidinde açıkça görül­düğünü belirten bir ifade yoktur. Ezrakî, Tarihu Mekke (406-410)'da, Hayf mescidinin niteliklerine dair birkaç bölüm açmıştır. Hiçbirinde, oradaki kabirlerin açıkta ve görünürde olduğunu zikretmemiştir. Bilinmektedir ki şeriat, hükümle­rini zahire göre alır. Sözü edilen mescitte açıkça görülen kabirler bulunmadığına göre, orada namaz kılmakta hiçbir mahzur yoktur. Çünkü oradaki kabirler kaybolmuştur. Kim­se onlan tanımamaktadır. Hatta zayıf olduğunu anladığımız bu haber olmasaydı, orada yetmiş kabir olduğu kimsenin aklına gelmezdi. Bundan dolayı, genellikle, açıkça görülen ve yüksek kabirler üzerine yapılmış mescitlerde ortaya çıkan kötülükler, burada söz konusu olamaz. [22]

 

Dördüncü Şüphenin Cevabı:

 

Bazı kitaplarda sözü edilen, İsmail (aleyhi selam)'ın ve başkalannın kabrinin Mescidi Haram'daki Hicr'de olduğuna ve buranın, namaz kılmak için aranan en üstün mescit olması iddiasına gelince, buna şöyle cevap veririz:

Bazı kitaplarda sözü edilen, İsmail (aleyhi selam)'in ve başkalannın kabrinin Mescidi Haram'daki Hicr'de olduğuna ve buranın, namaz kılmak için aranan en üstün mescit olması iddiasına gelince, buna şöyle cevap veririz:

Mescidi ffaram'm, mescitlerin en üstünü ve orada kılınan namazın, yüz bin namaz değerinde olduğunda şüphe yoktur.[23] Fakat bu üstünlük, İbrahim (aleyhi selam)'ın bu evi oğlu İsmail (aleyhi selam) ile birlikte temellerini atıp yükselttiğinden beri gelen köklü bir üstünlüktür. Bu üstünlük, İsmail (aleyhi selam)'in -oraya defnedildiği doğruysa- oraya defnedilmesi sebebiyle ortaya çıkmış değildir. Kim bunun aksini iddia ederse, haktan tamamen uzaklaşmış olur. Selefi Salih'ten hiç kimsenin söylemediği ve delil olarak alınabilecek, hadisin ifade etmediği bir iddiada bulunmuş olur.

Şöyle denilse: Senin dediklerinde şüphe yoktur. İsmail (aleyhi selam)*in oraya defnedilmesi, buna aykırı değildir. Fakat, en azından bu, içinde bir kabir bulunan mescitte namaz kılmanın mekruh olmadığına delil olmaz mı?

Cevap şöyle olur: Hayır, kesinlikle olmaz. Birkaç yönden bunu açıklayabiliriz.

1- İsmail (aleyhi selam)'ın veya başka Peygamberlerin Mescidi Haram'z defnedildikleri merfu bir hadiste sabit değildir. Bu konuda Kutubi Süte, Ahmed'in Müsned'i, Taberânî'nin üç Mu'cem'i ve bilinen diğer hadis kitaplan

Tahzîru s-Sâcii min İttihâzı 1-Kuhûri Mesâcid

gibi güvenilen sünnet kitaplarından hiçbirinde rivayet gel­memiştir. Bu ise, hadisin zayıf, hatta bazı muhakkiklere göre[24] uydurma olduğunun en büyük belirtilerindendir.

Bu konudaki rivayet edilenlerin en ileri derecesi, bazı mu Mal rivayetlerdir, bunlar da zayıf ve mevkuf senetlidir. Bunları Ezrakî, Âhbaru Mekke, (sy. 39, 219, 220)'de rivayet etmiştir. Bazı bid'atçılar bunları kabul edilmesi gereken kesin hükümler olarak[25] zikretseler de, bunlara iltifat edilmez Suyutî'nin, el-CâmPmde, Hâkim'in el-Kunâ adlı ese­rindeki rivayetten naklen Aişe (radıyallahu anha)'nm merfu olarak naklettiği: 'İsmail'in kabri Hicr'dedir' şeklindeki rivayette bu kabildendir (sabit değildir).

2- Mescidi Haram'da. var olduğu iddia edilen kabirler görünmemektedir ve açıkta değildir. Bundan dolayı, Yüce Allah'ın dışında bunlara yönelme olmaz. Mescidin zemini­nin altında bunların mevcut olmasının hiçbir zararı yoktur. O z|aman, böyle rivayetleri, mescitleri, yerin üstünde yüksel­tilmiş kabirlerin üzerine yapmanın caiz olduğuna delil gös­termek te doğru olmaz. Çünkü iki şekil arasındaki fark açık­tır. Nitekim Şeyh Aliyyu'1-Kârî (Yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun), böyle cevap vermiştir. O, Mirkâtu 'Î-Mefâtih, (1/456) 'da, dipnotta işaret ettiğim müfessirin sözünü aktar­dıktan sonra şunları söylemiştir:

'Ondan başkalarının naklettiğine göre, İsmail (aleyhi se­lamdın kabrinin şekli, Hicride oluğun altındadır. Hatim'ds, Hacer-i Esved'le zemzem arasında yetmiş Peygamberin kabri vardır.'

Aliyyu'1-Kârî, şöyle demiştir: 'Burada belirtildiğine göre, ismail ve başkalarının kabrinin şekli kaybolmuş, izi

kalmamıştır. Dolayısıyla bunlar, delil gösterilmeye uygun değildir.'

Bu, çok derin âlimin ve incelikleri fark eden bir fakihin cevabıdır. Burada bizim az önce belirttiklerimize bir işaret vardır. Bu işaret: Bu meselede göz önünde bulundu­rulması gereken, kabirlerin görünürde olmasıdır. Yer altında bulunan kabirlerin zahir (dış görünüş) yönünden şer'i bir hükümle ilgisi olamaz. Şeriat, böyle bir hüküm vermekten münezzehtir. Çünkü zorunlu olarak ve görerek biliyoruz ki, aslında yerin tamamı hayattakilerin kabridir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Biz arzı (yeri), dinler ve ölüler için toplanma yeri yapmadık mı? " Ş'abî de şöyle demiştir: 'Yerin içi ölüleriniz, dışı da dirileriniz içindir.[26]

Şairin aşağıdaki beyitleri de bu anlamdadır:

Arkadaşım'. İşte bunlar, her tarafı dolduran kabirlerimi^dir. Hani nerede sld'in yaşadığı donemdeki kabirler?

Hafifçe bas yere, ben yerin toprağının yalnızca bu cesetlerden oluştuğunu zannediyorum.

Becerebîliyorsan,yapaş yavaş havada yürü

Kulların çürümüş kemiklerinin ürerinde çalımlı çalımlı yürüme.

Çok açıktır ki, kabir, görünmüyor ve yeri bilinmiyorsa, görüldüğü gibi, bundan açık bir kötülük ve bozukluk ortaya çıkmaz. Çünkü putperestliklerin ve şirki hatırlatan şeylerin uydurma olsa bile, yükseltilmiş kabirlerin yanında ortaya çıktığını görüyoruz. İzi kalmamış kabirlerin yanında, gerçek olsa bile, böyle bir şey yoktur. O halde iki tür arasında ayı­rım yapılması gerekir. İşte, daha önceden açıkladığımız üzere, şeriatın getirdiği, budur. Dolayısıyla bu ikisinin aynı şey kabul edilmesi caiz değildir. Yardım istenecek sadece Allah'tır. [27]

 

Beşinci Şüphenin Cevabı:

 

Ebû Cendel (radıyallahu anhu)'nun Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde Ebû Basîr (radıyallahu anhu)'nun kabrinin üzerine bir mescit bina etmiş olmasına gelince, aslında bu anlatmaya değmeyen bir şüphedir. Eğer çağdaş hevâ sahiplerinin bazıları, muhkem (sağlam) hadisleri red­detmek için buna dayanmamış olsalardı, buna cevap vermek ve asılsız olduğunu açıklamak için sayfaları karalamayı gerek görmezdim. Buna dair açıklamaları iki yönden yapa­cağız.

1- İddia edilen binanın mevcudiyetinin temelden reddi. Çünkü bunun delil olacak hiçbir senedi yoktur. Sahih, Sünen ve Müsned sahiplerinden ve başkalarından hiçbiri bunu rivayet etmemiştir. Bunu sadece İbn Abdilberr, el-İstîâb, (IV/21-23)'te Ebû Basîr'in biyografisini yazarken mürsel olarak zikredip ve şöyle demiştir:

"Onun, MeğazPde ilginç bir hikayesi vardır. Bunu İbn Ishâk ve başkaları zikretti. Ma'mer onu İbn Şihâb'tan riva-yet   etti.   Abdurrezzâk,   Ma'mer,   îbn   Şilıâb   kanalıyla. Hudeybiye yılındaki meseleyi anlatırken şöyle dedi:

Sonra   Rasûlüilâh   (sallallahu   aleyhi   ve   seUem)   döndü. Rureyş'e mensup olan Ebû Basîr, Müslüman olarak ona geldi. Kureyş'liler. onu istemek üzere iki adam gönderdi. Bu iki kişi Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem)'e: 'Bizimle yap­tığın anlaşmaya göre, sana Müslüman olarak gelen herkesi bize geri vermen gerekir' dediler. Bunun üzerine Rasûlüilâh (sallallahu aleyhi ve sellem) onu, Kureyşli iki kişiye teslim etti. Adamlar yola çıktılar, sonunda Zulhuleyfe'ye vardılar. Hur­malarını yemek üzere orada konakladılar. Ebû Basîr, adam­lardan birine: 'Vallahi! Falanca! Bu kılıcının iyi olduğunu zannediyorum' dedi. Adam kılıcı kınından çıkarıp: 'Evet, Vallahi, o iyidir. Onu, birkaç defa denedim' dedi. Ebû Basîr ona:  'Bana göster de ona bir bakayım' dedi. Kılıcı Ebû Basîr'e verince ona vurdu, sonunda adam öldü. Diğeri ise kaçıp Medine'ye ulaştı. Daha sonra mescide girdi. Peygam­ber (sallallahu aleyhi ve sellem) onu görünce: 'Bu, korkunç bir şey görmüş  olmalı'  dedi.  Peygamber {sallallahu aleyhi ve sellem)'in yanına varınca: 'Vallahi, o arkadaşımı öldürdü, beni de kesinlikle öldürecek' dedi. Ebû Basîr geldi ve şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Vallahi, sen, verdiğin sözü yerine getirdin. Beni onlara geri verdin. Allah da beni onlardan kurtardı.'  Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem):  'Yazıklar olsun bu adama! Bu bir savaş çıkarıcıdır. Keşke onunla birlikte bir kişi daha olsa1 dedi. Ebû Basîr bu sözleri du­yunca,  kendisini   onlara  iade  edeceğini   anladı  ve  çıkıp Seyfu 7 Bahra gitti. Ebû Cendel b. Süheyl b. Amr da onların elinden kurtulup Ebû Basîr'e katıldı. Musa b. Ukbe, Ebû Basîr hakkındaki bu haberi, daha eksiksiz lâfızlarla ve daha mükemmel bir ifadeyle anlattıktan sonra şöyle dedi: 'Rasûlüilâh (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebû Cendel ile Ebû Basîr'e beraberlerindeki Müslümanlarla birlikte yanına gel­meleri için mektup yazdı. Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve seliem)'in mektubu Ebû Cendel'e geldiğinde, Ebû Basîr öl­mek üzereydi. O, elinde Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem)'in mektubunu okurken öldü. Ebû Cendel olduğu yerde onu defnetti, namazını kıldı ve kabrin üzerine bir mescit yaptı.'"

Ben de derim ki: Bu kıssanın, Zuhrî'yle ilgili olduğunu görüyoruz. Onun küçük bir tabiîn olduğunu kabul edersek, bu kıssa mürsel bir rivayettir. O, Enes b. Malik (radıyallahu anhu)'dan hadis dinlemiştir. Değilse, bu rivayet mu'daldır. Durum nasıl olursa olsun, bu rivayet, delil olmaz. Delil gösterilen ifade, 'kabrinin üzerine bir mescit yaptı' sözüdür, îbn Abdilberr'in ifadesinden, bunun Zuhrî'nin mürsel riva­yetinden ve Abdurrezzâk'ın, Mâ'mer, Zuhrî rivayetinden bir parça olduğunda anlaşılmamaktadır. Aksine bu, Musa b. Ukbe'nin -îbn Abdilberr'in açıkça ifade ettiği gibi- rivaye­tinden bir parçadır. Ondan daha ileriye gitmez. İbn Ukbe ise, hiçbir sahabeden hadis dinlememiştir. Bu ilave yani 'onun kabri üzerinde bir mescit yaptı' cümlesi mu'daldır. [28]

Hatta bana göre, bu münker bir rivayettir. Çünkü bu kıssayı Buhârî, Sahih'de (V/351-371), Ahmed, Müsned'âe (IV/328-331), Abdurrezzâk, Ma'mer yoluyla nıevsıi! olarak rivayet etmiştir.  Ma'mer şöyle demiştir: Bana Urve  b. Zubeyr, Misver b. Mahreme'yle Mervan'dan bu ilave ol­maksızın, bunu haber verdi. Aynı şekilde İbn İshâk, es-Sîre'de, Zuhrî'den mü ıs el olarak rivayet etmiştir. Nitekim İbn Hişam'ın Muhtasara's-Sîre'sinde de (IH/331-339) böy­ledir. Bunu Ahmed, (IV/323-326), İbn İshâk, Zuhrî, Urve yoluyla, Ma'mer'in rivayeti gibi hatta daha da mükemmel bir şekilde mevsul bir rivayet olarak kaydetmiştir. Onda da bu ilave yoktur. Yine İbn Cerîr, Tarih'inte (111/271-285), Ma'mer, İbn İshâk ve başkalanndan, Zuhrî kanalıyla rivayet etmiştir. Bu ilave onda da yoktur. Bütün bunlar, mu Mal olması ve onu sikaların rivayet etmemesi sebebiyle onun münker bir fazlalık olduğunu göstermiştir. Basan" Yüce Allah'tandır.

2- Sahih olsa bile, kabirler üzerine mescit yapmanın haram kılınışı hususundaki ifadesi açık hadislerin bu münker rivayetle reddedilmesi, iki sebepten dolayı caiz değildir:

a- Kıssada, Peygamber (sailallahu aleyhi ve sellem)'in bundan haberdar olduğu ve bunu onayladığı ifadesi yoktur.

b- Peygamberin (sailallahu aleyhi ve sellem) bunu bilip o-nayladığını farz etsek bunun, haram kılınmasından önce olduğu şeklinde yorumlanması gerekir. Çünkü Peygamber (sailallahu aleyhi ve sellem)'in daha önce geçtiği üzere hayatının sonunda bunu haram kıldığı konusundaki hadisler açıktır.; Hadisler arasında çatışma olduğunda, sahih olduğunu farz; etsek bile önceki nass yüzünden sonraki nassın terk edilmesi caiz değildir. Bu çok açık bir husustur. Yüce Allah'tan bizi; keyfimize göre hareket etmekten korumasını dileriz. [29]

 

Altıncı Şüphenin Cevabı:                                      

 

Bu, yasağın bir illet (sebep) yüzünden olduğunu iddia etmektir. O illet de, kabirde yatan kimse yüzünden fitneye düşme korkusudur. Fitne kalkınca, yasak da kalkarmışü!

Âlimlerden herhangi birinin böyle bir şüpheyi ileri sürdüğünü bilmiyorum. Bundan müstesna olan, Ihyâu'i Kûbûr'un yazarıdır. O bunu ele almış, önceki hadislerle imamların bu konudaki ittifakını reddetmede dayanağı yap­mıştır. O (sy. 18-19)'da şunları söylemiştir:

'Kabirlerin üzerine mescit yapmanın yasak oluşunda ilim adamları, iki illet sebebiyle ittifak ettiler: Birincisi, mescidi necis (pis) hale getirmeye sebep olmasıdır.[30] İkinci­si, çoğunluğun, hatta yukarıdaki illeti söyleyenlerin bazıları da dahil, herkesin söylediği bu hususun sapıklığa ve kabir yüzünden fitneye sebep olabilmesidir. Çünkü kabir mescitte olur ve bu, iyiliği ve düzgün hayatı ile meşhur bir velinin kabri olursa, sürenin uzamasıyla birlikte, cahillerin ona bes­ledikleri inancın artmayacağından emin olunmaz, onlann aşın saygıları, kabir mescidin kıblesinde olduğu taktirde, ona doğru namaz kılma noktasına varmaya, bu da küfür ve şirke düşmeye sebep olabilir.'

Sonra, aralarında İmam Şafiî'nin de bulunduğu bazı â-limlerden, sözü geçen illete dair bazı nakillerde bulunmuş­tur. Şafiî'nin bu konudaki ifadesi daha önce geçti. Bahsedi­len yazar sonra (sy. 20-21)'de şöyle demiştir:

'İmanın, müminlerin gönüllerine yerleşmesi, onların katıksız tevhid inancı üzere yetişmeleri, Yüce Allah'ın orta­ğının olmadığı, onun tek yaratıcı, yoktan var edici ve işlerin yegane idare edicisi olması inancı sebebiyle, sözü geçen illet ortadan kalkmıştır. İlletin ortadan kalkmasıyla ona bağlı olarak verilen hüküm de ortadan kalkacaktır. O hüküm, veli ve salihlerin kabirleri üzerinde, mescit ve kubbe yapmanın mekruh olmasıdır.'

Ben de derim ki: Buna şöyle cevap verilir: Bir şeyin önce var olduğunu ispatla, sonra onun tartışmasını yap.

Önce, sözü edilen endişenin, tek başına yasağın illeti olduğunu ispatla, sonra bu illetin bulunmadığını ispatla. Bunu yapmak için bir fırın ekmek yemek lazım.

Her şeyden önce, illetin, sadece sözü geçen endişe ol­duğuna dair, kesin bir delil yoktur. Evet, bunun illetin bir kısmı olduğu söylenebilir. Ama, illetin tamamen bundan ibaret olduğunu iddia etmek, asılsız ve geçersizdir. Çünkü daha önce, Fakih Heytemî ile Muhakkik San'ânî'nin sözle­rinde geçtiği üzere, Hristiyanlara benzemek, dinen hiçbir faydası olmayan yerlere parayı harcayarak savurganlık yap­mak gibi ve buna benzer eleştirici araştırmacının tespit ede­bileceği, akla gelen başka bazı şeyleri de buna ilave etmek mümkündür.

İmanın, müminlerin gönüllerine yerleşmesiyle vs. ille­tin ortadan kalktığı iddiası da, asılsız bir iddiadır. Bunun birkaç yönden açıklanması mümkündür:

1- İddia, batıl ve geçersiz bir temel üzerine oturtulmuş­tur. O da; yegane yaratıcı ve var edicinin Yüce Allah oldu­ğuna inanmanın, Allah katındaki kurtarıcı imanı gerçekleş­tirmeye yetmesidir.

Oysa durum böyle değildir. Bu tevhid, âlimlere göre Rububiyetin (Rab olmanın) tevhidi diye bilinendir. Rasûlüllâh (saiiallahu aleyhi ve seliem)'in kendilerine Peygam­ber olarak gönderildiği müşrikler de buna iman ediyorlardı. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlara, gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan, mutlaka: Allah, derler. " (Lokman, 31/25) Buna rağmen, böyle bir tevhidin onlara hiçbir faydası olmadı. Çünkü onlar Uiuhiyet ve İbadetteki tevhidi inkar etmişler, Allah'ın kendilerinden naklettiğine göre, onun yüzünden Peygamber (sallallahu aleyhi ve seliem)'i çok ağır bir şekilde ayıplayıp kınadılar: "O ilahları bir tek ilah mı yaptı? Bu, gerçekten tuhaf bir şeydir. " (Sad, 38/5)

Müşriklerin beğenmedikleri bu tevhidin gerekleri ara­sında, Allah'tan başkasından imdat ve yardım istemeyi, Allah'tan başkasına dua etmeyi ve kurban kesmeyi terk etmek ve yine bundan başka Allah'a has olan ibadetleri, Allah'tan başkasına yapmayı terk etme vardır. Bunlardan herhangi birini Yüce Allah'tan başkasına yönelten kimse, onun Rububiyetinin (Rab olmasının) tevhidine şahadet etse bile, Allah'a ortak koşmuş ve ona eş getirmiş olur. Kurtarıcı iman, Rububiyet tevhidiyle Uiuhiyet tevhidinin bir araya getirilmesi ve bunlarda Allah'ın birlenmesiyle mümkündür. Bu, başka bir yerde açıklanmıştır.

Bu durum açıkça ortaya çıktığına göre; sahih imanın bir çok müminin gönlünde Rububiyet tevhidi ile yerleşme­diğini anlarız. Ben kıymetli okuyucuyu örnek vererek konu­dan uzaklaştırmak istemiyorum. Burada, cevap verme duru­munda olduğumuz yazarın söylediklerini aktarmakla yetine­ceğim. O, yukarıdaki sözlerinden birkaç satır sonra (sy. 21-23)'de şunları söylemiştir:

"Biz onların (avamın) veliler adına (aşkına) yemin et­tiklerini, onlar hakkında zahiri bakımından açık küfür, hatta seksiz şüphesiz gerçek küfür olan ifadeler kullandıklarını soruyoruz. Mağrib (Fas)'te, avamdan olan birçok cahilin Abdulkâdir Geylanî efendimiz (radıyallahu anhu) hakkında, açık küfür olan sözleri söylediklerini görüyoruz. Bizde Mağrib'te Kutbi Ekber (en büyük veli) olan Abdusselâm b. Meşşiş efendimiz (radıyallahu anhu) hakkında, dini ve dünyayı yaratan odur, diyenler vardır. Yağmur şiddetli yağdığında, onlar arasında 'Abdusselâm efendimiz! kullarına îutfeyle!' diyenler bile vardır. Bu, bir küfürdür..."

Ben de derim ki: Bu küfür, müşriklerinkinden daha be­terdir. Çünkü bu ifadelerde, Rububiyet tevhidinde dahi açık­ça şirk vardır. Bu iş bizzat müşriklerin dahi düşmedikleri bir husustur. Uluhiyette şirk, bu ümmetin cahilleri arasında daha çoktur. Dikkat edin, avam arasında demiyorum. Günümüz­deki ve daha önceki Müslümanların durumu bu olduğuna göre, bu adam nasıl olur da: 'İmanın mü'minlerin gönülleri­ne yerleşmesiyle illet ortadan kalkmıştır' der?

Eğer o, 'müminler' ile Sahabe (radıyallahu anhum)'u kas­tediyorsa, onların gerçek mümin olduklarında, Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kendilerine getirdiği asıl tevhidi iyi bildiklerinde şüphe yoktur. Fakat İslâm şeriatı, genel ve ebedi bir şeriattır. Onlara nispetle illetin ortadan kalktığı sabit olsa bile, onlardan sonra gelenlere nispetle hükmün ortadan kalkması gerekmez. Çünkü illet hala mevcuttur. Gerçek olaylar, bunun en doğru tanığıdır.

2- Daha önce geçen hadislerden öğrendiğimize göre, Peygamber (sailallahu aleyhi ve sellem), hayatının sonunda, hatta vefatı ile sonuçlanan hastalığında, ümmetini, kabirler üzeri­ne mescit yapmaktan s ak indirmiştir. Peki, bu zatın sözünü ettiği illet ne zaman ortadan kalktı? Eğer illet, Peygamber (sallallahu aleyhi ve seliem)'in vefatından hemen sonra ortadan kalktı denilecek olursa, bu, bütün Müslümanların, insanların en hayırlılannın Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem)'in çağ­daşları (ashabı) olduğu kanaatine aykırı düşer. Çünkü bunu söylemek -daha önceki sözlerine göre- imanın daha Ashâb (radiyallahu anhum)'un gönüllerine yerleşmediğini ve ancak Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem)'in vefatından sonra yer­leşmiş olmasını gerektirir. Bundan dolayı iîiet hala mevcut­tur ve hükümde devam etmektedir. Bu, asılsız olduğu çok açık olduğu için, bunu söyleyecek birisinin olacağını düşü­nemediğim bir şeydir.

Eğer bu illet, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in vefatından önce ortadan kalktı denilecek olursa, şöyle deriz: Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu hayatının son ne­feslerinde yasakladığına göre, bu nasıl olabilir? Bunun böyle olduğunu şu husus da pekiştirmektedir:

3-  Daha önce geçen on iki no'Iu hadiste olduğu gibi, hükmün kıyamete kadar devam edeceği belirtilmektedir.

4- Ashâb (radıyallahu atıhum), kabri mescit haline getirilir endişesiyle, Rasûiüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem)'i odasına defnettiler. Nitekim daha önce, dördüncü hadis olarak kay­dettiğimiz Aişe (radıyallahu anha)'nın rivayeti  bunu ortaya koymaktadır. Bu endişeyi ya ashâb kendileri için duyuyordu, ya da kendilerinden sonrakiler için denilir.

Birincisi olursa, şöyle deriz: Onlar hakkında duyulan korku, onlardan sonrakiler için haydi haydi söz konusudur.

İkincisi olursa, bize göre doğru olan budur. Bu, Ashabın, hükmün kalkmasını gerektiren illetin ne kendi dönemlerinde ve ne de kendilerinden sonra kalkacağı görüşünde olmadık­larına kesin bir delildir. Onların görüşünün zıddını iddia etmek, apaçık bir sapıklıktır.

Bunu, şu da destekler:

5- Selefi Salih'in uygulaması, bu ve benzeri hükme gö­re devam etmiştir. Bu da adı geçen illetin, kalıcı olması gerektiğindendir. O illet de, fitne ve sapıklığa düşme endişe­sidir. Belirtilen illet, ortadan kalkmış olsaydı, illetin sebep olduğu hüküm gereğince uygulama devam etmezdi. Bu, Allah'a hamd olsun, açıktır ve hiçbir gizlisi yoktur. Şimdi sözünü ettiğimiz hususlarla ilgili bazı örnekler veriyorum:

1- Abdullah b. Şurahbîl b. Hasene şöyle dedi: Osman b. Affan'ın kabirlerin dümdüz edilmesi emrini verdiğini gördüm. Ona: Bu, Osman'ın kızı Ummu Amr'ın kabridir denildi. O yine de onun düzeltilmesini emretti.[31]

2-  Ebû'i-Heyyâc Esedî şöyle dedi: Ali b. Ebû Talib bana  şunu  söyledi:   'Seni,   Rasûlüllâh  (sallallahu  aleyhi  ve sellem)'in beni gönderdiği görevin aynısına, göndereyim mi?

Yok etmediğin heykel bırakma, dümdüz etmediğin yüksel­tilmiş kabir bırakma.'[32]

Bu hadis, Şeyh Gumârî'nin daha Önce işaret edilen ki­tabındaki görüşünü çürüten açık bir delil olduğundan şu iki yolla ondan uzaklaşmaya çalışmıştır:

a- Kendi görüşüyle uyuşuncaya kadar onun yorum­lanması.

b- Bunun sabit olup olmadığında şüphe uyandırma. O (sy. 57)'de şöyle demiştir:

'Şu ikisinden birisinin olması gerekir: Ya onun aslında sabit olmaması, ya da zahir anlamından başkasına yorum­lanmasıdır. Bu şarttır.'

Ben de derim ki: Bu rivayetin sabit olduğunda hiç şüphe yoktur. Çünkü onun, daha önce geçtiği üzere, bir kısmı Sahih'de yer alan birçok tariki vardır. Fakat keyifleri­ne göre hareket edenler, hadislerin sahih ve zayıf olma konusunda ilmi kurallara bağlı kalmazlar. Hatta onlar, kendi aleyhlerine olanları, aslında sahih olsa bile zayıf kabul ederj-ler. Bu hadiste olduğu gibi.[33] Aslında zayıf olsa bile, lehleri?-ne olanı sahih kabul ederler, ilerde bununla ilgili, başka bazi örnekler gelecek. Yardım istenecek sadece Allah'tır.          

Rivayetin teviliyle ilgili olarak, oldukça zayıf manalar] zikretmiştir. Bunların en kuvvetlisi şu sözüdür:

'Bu, zahiri (lâfzı anlamı) ittifakla terkedilmiş bir ha berdir. Çünkü imamlar, kabirlerin dümdüz edilmesinin mek­ruh olduğunda ve bir karış kadar yükseltmenin müstehap olduğunda ittifak etmişlerdir.'

Ben de derim ki: İçtihat ettiğini iddia ederek taklidini haram olduğunu söyleyen birinin, kendi zannına göre,  marnların görüşleriyle uyum sağlaması için hadisleri nasıl evirip çevirip yorumladığına hayret doğrusu. Halbuki doğru içtihat, tamamen bunun zıddını gerektirir. Oysa hadis sözü edilen ittifaka aykırı değildir. Çünkü bu hadis, özellikle üzerine bina yapılmış kabirle ilgilidir. O zaman, el-Ezhâr'dan nakledildiğine göre, o yerle dümdüz edilir. İmam­ların ittifak ettikleri husus, ölü defnedilirken göz önünde bulundurulması gereken temel kuralla ilgilidir. O da kabrin biraz yükseltileceğidir. Az önce dipnotta geçen Aliyyu'I-Kârî'nin (Allah rahmet eylesin) ifade ettiği gibi, hadis bununla ilgili değildir.

Daha sonra Gumârî, hadisin yorumu hakkında Şâfıîle-rin şöyle dediğini aktarır:

'Kabirin yerle aynı hizaya getirilmesini kastetmedi. Sadece, hadisleri uzlaştırmak için, onun düzlenmesini kastet­ti.'

Ben de derim ki: Eğer doğruysa, bu, Gumârî'nin lehi­ne değil, aleyhine bir delildir. Çünkü o, kabrin düzlenmesi-nin gerekli olduğu görüşünde değil. Aksine o, kabri sınırsız olarak yükseltmenin ve üzerine kubbe veya mescit yapmanın müstehap olduğunu söylüyor.

Daha sonra Gumârî hadis hakkında verdiği son ceva­bında şunları söylemiştir:

'Bize göre doğru olan, Peygamber (sallallahu aleyhi ve seilem)'in, müşriklerin cahiliye döneminde kutsallaştırdıklan ve sahabenin, fethettiği kâfir ülkelerindeki müşrik kabirlerini

Kabirleri İbadethane Haline Getirmenin Sahne ası

Ben de derim ki: Eğer doğruysa, bu, Gumârî'nin lehine değil, aleyhine bir delildir. Çünkü o, kabrin düzlenmesinin gerekli olduğu görüşünde değil. Aksine o, kabri sınırsız olarak yükseltmenin ve üzerine kubbe veya mescit yapmanın müstehap olduğunu söylüyor.

Daha sonra Gumârî hadis hakkında verdiği son cevabında şunları söylemiştir:

'Bize göre doğru olan, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, müşriklerin cahiliye döneminde kutsallaştırdıklan; ve sahabenin, fethettiği kâfir ülkelerindeki müşrik kabirlerini I kastetmiş  olduğudur.   Çünkü  (önceki  hadiste)  kabirlerle [ birlikte heykellerden bahsetmesi bunun delilidir.'             

Ben de derim ki: Ahmed'deki hadisin tariklerinden bi­rinde şu vardır: Ali (radiyallahu anhu), Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine'de iken, oranın kenar mahallerinden: birine gönderilmişti. Bu, Gumârî'nin, Ali'nin kâfir memle-; ketine gönderildiği iddiasını çürütmektedir.                         

Hadiste delil olacak taraf da, Ali'nin Ebû'l-Heyyâc'i; kabirleri dümdüz etmeye göndermesidir. Ebû'l-Heyyâc, Ali'nin güvenlik teşkilatının başkanıydı. Bunda, Ali ve aynı: şekilde daha önce geçen rivayette belirtildiği üzere Os­man'ın (Allah ikisinden de razı olsun) Gumârî'nin iddiasının aksine, hükmün, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in vefa­tından sonra da devam edeceğini bildiklerine delil vardır.

3- Ebû Burde şunu anlattı: "Ebû Musa, ölüm döşeğin-deyken şu tavsiyeyi yaptı: 'Cenazemi götürürken hızlı yürü­yün. Arkamdan hiçbir tütsücü gelmesin lahdime (kabrime) benimle toprağın araşma girecek hiçbir şey koymayın. Kab­rimin üzerine bina yapmayın. Ölümümden dolayı, saçını traş eden, sesini, yükselten ve üstünü yırtan bütün kadınlardan uzak olduğumu yani onlarla ilgim olmadığına sizi şahit tutuyorum.' Etrafındakiler: 'Bu konuda bir şey mi duydun?' dediler. O da: 'Evet Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem)'den' diye cevap verdi.[34]

4-  Enes, kabirler arasında mescit yapılmasını mekruh görüyordu.[35]

5-   İbrahim'in de kabir üzerine mescit yapılmasını mekruh gördüğü rivayet edilmiştir.66 Bu İbrahim, güvenilir, İmam İbrahim b. Yezid Nehaî'dir. Küçük tabiîdir. [36] yılında vefat etmiştir. O, bu hükmü, büyük tabiînden veya yetiştiği sahabeden öğrenmiştir. Bunda, onların, hükmün, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in vefatından sonra kalıcı ve devam­lı olduğu görüşünde olduklarına kesin bir delil vardır. Öy­leyse bu delil ne zaman neshedildi (hükmü kaldırıldı)?

6- Mâ'rûr b.Suveyd şöyle demiştir:

"Yaptığı bir hacda, Ömer ile birlikte yola çıkmıştık. Bize sabah namazında "Rabbinin fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi? " (Fil, 105/1) ve "Kureyş 'iti güvenlik ve esenliği için" (Kureyş, 106/1) sûrelerini okudu. O haccını tamamlayıp döndüğünde, insanların bir şeye koşuştuklarını görünce: 'Bu da ne oluyor?' diye sordu. Etrafındakiler: *Bu, RasûlüUâh (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sağken içinde namaz kıldığı bir mescittir,' dediler. O da şöyle dedi: "Ehli Kitap böyle helak oldu (mahvoldu). Onlar, Peygamberlerinin iz bıraktıkları yerleri, kilise haline getirdiler. Sizden buradayken namaz kılması gereken namazını kılsın. Sizden buradayken namaz kılması gerekmeyen namaz kılmasın.'[37]

7- Nafi şöyle demiştir:

'Ömer b. Hattab, bazı kimselerin, altında bey'at yapı­lan ağaca gidip geldiklerini duyunca, o ağacın kesilmesini emretti ve ağaç kesildi.'[38]

8- Kaza'a şöyle dedi: "İbn Ömer'e: 'Tur'a gideyim mi? 'diye sordum. O da şöyle cevap verdi: 'Bırak Tur'u oraya gitme. Yükler ancak üç mescide gitmek için bineklere vurulur.[39]

9- Ali b. Huseyn hakkında şu anlatıldı:

"O, bir adamın Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kabrinin yanındaki bir boşluğa geldiğini gördü. (Aslı böyle) Adam oraya girip dua ediyormuş. Ali b. Huseyn onu çağırıp şunları söylemiş: 'Ben sana babamdan duyduğum, onun da dedem Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem)'den duyduğu bir hadisi aktarayım mı?'

'Kabrimi bayram yerine; evlerinizi de kabirlere çevirmeyin. Bana salât edin. Sizin salât ve selamınız nerede olsanız, bana ulaşır'[40]

Yine İbn Ebî Şeybe'nin, İbn Huzeyme'nin Hadîsu Ali b. Hucr, (IV, no: 48) ve İbn Asâkir'in (IV/217/1)[41] Süheyl b. Ebî Süheyl'den iki ayn yoldan rivayet ettiği bunu destekle­mektedir: "Süheyl, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kabrini görünce ona sarılmış ve elini sürmüştü. Kendisi anlatır: Benim bu yaptığımı görünce, Hasen b. Hasen b. Ali b. Ebî Talib bana bir çakıl taşı atıp şöyle dedi: RasûlüJlâh (sallallahu aleyhi ve sellem) şunu buyurdu: 'Evimi bayram yerine çevirmeyin. Evlerinizi de mezarlığa çevirmeyin (Nerede olursanız olun, bana salât getirin. Çünkü sizin salâtımz bana ulaşır)[42]

10- "Ebû Hureyre'nin rivayet ettiğine göre, Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem) 'Evlerinizi, kabirlere çevirmeyin. Benim kabrimi de bayram yerine çevirmeyin. Bana salât getirin. Çünkü nerede olsanız, salâtınız bana ulaşır[43] buyurdu."[44]

11- "İbn Ömer, Abdurrahman'ın kabri üzerinde kıl­dan[45] yapılmış bir çadır gördü ve: 'Çocuk! Bunu kaldır! İşlediği amel ona gölge yapar, dedi."[46]

12-  'Ebû Hureyre, kabrinin üzerine çadır kurmamala­rını vasiyet etmiştir.[47]

13-  îbn Ebî Şeybe ile İbn Asâkir (VI1/96/2), bunun benzerini, Ebû Said Hudrî'den rivayet etmişlerdir.[48]

14-  "Muhammed b. Ka'b şöyle demiştir: 'Şu kabirler üzerindeki çadırlar, sonradan uydurulmuş şeylerdir.[49]

15-  "Said b. Müseyyeb vefatıyla sonuçlanan hastalığı sırasında şöyle demiştir:   'Öldüğümde, kabrimin üzerine çadır kurmayın."[50]

16- "Abdullah b. AH b. Huseyn'in mevlası (azatlı kö­lesi) Salim şöyle dedi: Muhammed b. Ali Ebû Cafer şunu vasiyet etti: 'Kabrimi yerden yüksek yapmayın.'[51]

17- "Amr b. Şurahbîl şöyle demiştir: 'Kabrimi yük­seltmeyin. Muhacirlerin bundan hoşlanmadıklarını gör­düm'[52]

Bilinmelidir ki, bu rivayetler, delâletleri farklı olsa bile kabirlerin üzerine mescit ve kubbe yapılması, çadır kurulma­sı, onların meşru sınırdan daha fazla yükseltilmesi, oralara yolculuk yapılması, [53]   onlara el sürülmesi, Peygamberlerden kalan şeylerden bereket ve uğur isteme vb. gibi, kabirlerin, fitne ve sapıklığa düşmekten endişe edilecek şekilde yücelt­mesini bildiren her şeyin yasak olduğunda birleşmektedirler. Bunların hepsi, adlarını verdiğimiz sahabeden olan ve olmayan Selef 'e göre, meşru değildir. Bu da, onlann hepsi­nin, kabirlerin üzerine mescit yapmanın ve onlann meşru olmayan bir şekilde yüceltilmelerini yasaklayan illetin de­vam etmekte olduğu görüşünde olduklarını gösterir. Söz konusu illet, daha önce belirtildiği üzere, İmam Şafiî'nin ifade ettiği gibi, ölüler yüzünden fitneye düşüp sapıtmaktır. Bunun kanıtı da, onlann bu illete bağlı olan hükmün hala devam ettiğini kabul etmeleridir. İkisinden birinin (illetin ve illetin sebep teşkil ettiği hükmün) kalıcılığı, diğerinin de kalıcı olmasını gerektirir. Nitekim bu açıkça görülmektedir. Bu, onlardan kabirlerin üzerine mescit yapmanın mekruh olduğunu söyleyenlere göre açıktır. Diğer taraftan, bunu değilde, ancak bundan başkasının mesela kabri yüksek yapma, üzerine çadır kurma ve daha önce belirttiğimiz benzeri şeyleri yapmanın yasaklandığını açıkça söyleyenler, söz konusu hükmün haydi haydi devam ettiğim söylüyorlar. Bunun da iki sebebi vardır:

a- Kabirlerin üzerine mescit yapmak, kabirleri yük­seltmek ve onların üzerine çadır kurmaktan daha ağır bir suçtur. Çünkü kabirlerin üzerine mescit yapana lanet edildiği halde kabri yükseltene ve çadır kurana böyle bir şey yoktur.

b- Se/e/hakkinda düşünülen, onlann konuyu kavradık­ları ve bildikleridir. Eğer onlardan herhangi birisinin, şeria­tın yasakladığı bir husustan daha hafif bir hususu yasakladıkları sabit olup da şeriatın bu nehyi onlardan nakledilmese dahi, bizler o alimin bu hususu da yasakladığını kesinlikle kabul ederiz. Hatta şeriattaki bu yasağın ona ulaşmadığı varsayılsa dahi bu böyledir. Çünkü onun daha alt mertebedeki bir hususu yasaklaması, bu daha büyük   hususu   yasaklamasını   -açıkça   anlaşılacağı   gibi önce illetin ortadan kalktığının söylen­mesi ve buna dayanarak ileri sürülenlerin hepsi, asılsız ve geçersizdir. Çünkü bunlar Selef-i Salih'in (Allah onlardan razı olsun) izlediği yola aykırıdır ve sahih hadislerle çatışmakta­dır. Yardım istenecek sadece Allah'tır. [54]

 



[1] Muhammed Nasiruddin Albani, İslam’da Kabirciliğin Sakıncaları, Hadis Yayınları: 57-58.

[2] Arzu edenler Usûl-u Fıkıh ilmi kitapları arasından geniş olanlarına özellikle de İbn Haznrm ei-İhkâm adlı eserine bakabilirler.

[3] Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir. İrvâu'l-Galîl, 285'te tahrici göste­rilmiştir.

[4] Bu Dımaşk'taki Zahiriye kütüphanesindeki bir el yazmasidir. Oldukça büyük bir kitap olup, önceki ilim adamlarının nefis ve nadir birtakım kitaplarını ve risalelerini bir araya getirmiştir. Bildiğim kadarıyla bunla­rın çoğu da basılmamıştir. Ben bu sıralarda bu kitap ve risaleleri bu kütüphanede ve vâkıf olduğum takdirde başka yerlerde, bu kitabın ciltle­ri için hazırladığım özel bir fihrist ortaya koymaya çalışıyorum. Daha sonra bu kütüphanede bulunan ciltlerin sözkonusu fihristleri ta­mamlandı. Yüce Allah'ın başkalarını da görme başarısını ihsan edeceğini ve onlardaki hazineleri ortaya çıkarma imkânını bahşedeceğini ümit ederim.

[5] Ben de derim ki: Bunları aynı zamanda İbnu'l-Cevzî de Zâdu'l-Mesîr adlı Tefsir'mte (el-Mektebu'I-İslömî baskısı, V, 123) nakletmekte ve adeti üzere bunlardan birisini de tercih etmemektedir.

[6] Ben de derim ki: Bu hadis sahih olup Bııhârî ve Müslim tarafından rivayet edilmiştir. Doiayısı ile bunun başında iruviye: rivayet olundu' ifadesi kullanmak güzel değildir. Çünkü böyle bir ifade daha Önce Salâtu'ı-Terâvîh, (sy. 63-64)'de açıkladığım üzere ilim adamlarının ıstılahında zayıf oluşa delildir. Buna dikkat etmek gerekir.

Diğer taraftan bu hadisin tahricini Sahihu Ebt Dâvud, 461 ile el-frvâ, 263"de yapmış bulunuyorum.

[7] Ben de derim ki: Müslüman ile zimmî arasında kısas uygulaması caiz değildir. Çünkü Peygamber (sailallahu aleyhi ve sellem): 'Kâfir karşılığında Müslüman öldürülmez' diye buyurmuştur. Bu hadisi Buhârî ve başka­can rivayet etmiştir. (Bkz. el-Ahadîsu'z-Zaîfe, I, 473). Buna göre bu mesele hakkında işaret olunan âyeti kerimeyi delil göstermek, üzerinde ; durmakta olduğumuz Kehf süresindeki âyeti delil göstermek gibidir.

[8] Çünkü   Peygamber  (saliailahu  aleyhi  ve  sellem)   şöyle  buyurmuştur: '-..Şüphesiz Allah Rasûlü'nün haram kıldığı, Allah'ın haram kıldığı gibidir.' Bu hadis el-Ech'â sahibinin iddiasına rağmen sahih bir hadistir. •Tahricini yaptığımız el-Mişkât, 163'e bakınız.

[9] Bununla daha önce kendilerine işaret olunan iki sayfanın birincisinin baş taraflarında zikrettiklerine İşaret etmektedir ki; o da şu sözlerdir: 'Hasan'dan rivayete göre Ashabı Kehf uyandıkları takdirde orada namaz kılsınlar diye o mescit bina edildi.'

Âlûsî, dedi ki: "Bu, onlann ölmedikleri, aksine ilkin olduğu gibi uyuduk­ları şekilde uyudukları kanaatine bina edilmiştir. Kimi ilim adamı bu kanaattedir. Hatta şöyle denmiştir: "Ashabı Kehf, Mehdî ortaya çıkıncaya ve onun yardımcıları arasına katılıncaya kadar ölmeyeceklerdir.' Ancak buna iltifat edilmez. Böyle bir görüş bana göre hurafelere daha bir ya­kındır."

[10] Bu kişi Şeyh Ebû'1-Fayd Ahmed es-Sıddîk Gumârî olup bunu: İhyâu'l-Makbûr min Edilîeti îstihbâbi Bindi'l-Mesâcidi ve'l-Kibâbi ale'l-Kubûr adlı eserinde ileri sürmektedir. Bu kitap Müslümanların bu çağda karşı karşıya kaldıkları belaların en gariplerindendir. Nezih ilmi araştırmadan alabildiğine uzaktır. Çünkü müellif taklidi terk ve hadisi şerif ile amelde bulunmak iddiasındadır. Ben bu zat ile birkaç ay önce Zahirîyye kütüphanesinde karşılaştım. Benimle onun arasında geçen konuşmadan anladığım kadarıyla bu kimsenin hadis ilimleri hakkında bilgisi var. İçtihada çağırıyor, taklide karşı ise kesintisiz bir savaş açmış bulunuyor. Bu hususta bana söylediğine göre birtakım telifleri de varmış; fakat onunla kısa bir süre oturduk. Akidedeki yönelimini bilmeme imkan

vermedi. Bununla birlikte bazı ifadelerinden onun halefi, sufi olduğunu sezdim. Onun bu ve diğer kitaplarını okuduktan sonra bundan emin oldum. Çünkü onun tevhid ehli ile savaştığını ve akîdesiyle onlara şid­detlice muhalefet ettiğini açıkça gördüm. Bid'at-i Hasene'y'ı kabul ediyor ve bid'atçılara destek oluyor. Onun içtihat iddiasından sağladığı bütün fayda, sadece hevâlara ve hevâ ehline yardımcı olmaktan ibarettir. Tamamıyla Şia müçtehitierinin yaptığı gibi. Benim söylediklerime delil istiyorsanız bu konuda sözünü ettiğim kitap delil olarak yeterlidir.

Çünkü bu kitap aralarında bir görüş ayrılığı olduğu bilinmeyen ileri gelen imamların benimsediği kabirler üzerinde mescit bina etmenin haram oluşuna dair mütevatir bütün hadislerin adeta bir mezarı gibidir. Gerçekten bu kimse doğruyu söylemek icap ederse cesaretli birisidir; fakat hakka karşı savaşmakta cesaretlidir. Nasıl böyle olmasın ki? O sözünü ettiğimiz bütün hadisleri ve imamların ittifaklarını herhangi bir delil olmadan reddetmektedir. Onun bütün delili Kehf süresindeki bu âyeti kerimede olduğu gibi nassiarın müteşabih olan bölümüne uymaktan ibarettir. Bu konuda onun hali muhkem nassları, müteşabihatı delil göstererek reddetmeye kalkışan bid'atçıların hali gibidir. Allah'ın bizi yardımsız bırakmasından yine Allah'a sığınırız.

Sözünü ettiğimiz bu hususlara ileride onun sözlerinden bazı örnekler de gelecektir. Allah'tan yardım dileriz.

[11] Az önce geçtiği üzere bu sahih bir hadistir.

[12] Muhammed Nasiruddin Albani, İslam’da Kabirciliğin Sakıncaları, Hadis Yayınları: 58-69.

[13] İbn Cerîr, Tarih, V, 222-223; İbn Kesîr, Tarih, IX, 74-75.

[14] Ben de derim ki: Hafız İbn Abdilhadî bu işin gerçekleştiği seneyi zikretmem İştir. Çünkü bu hususta muhaddisler yöntemi üzere bir rivayet sabit olmamıştır.  Bizim  İbn Cerîr'den naklettiğimiz ise VâkıdFnin rivayetlerinden olup o da itham edilmiş bir ravidir. Biraz sonra Hafız b. Abdulhâdî'nin ifadeleri arasında gelecek olan İbn Şebbe'nin rivayeti de meçhul raviler etrafında dönüp dolaşmaktadır. Bunlar da açıkça görül­düğü "ibi meçhul başka ravilerden rivayette bulunmuşlardır. O halde bunların hiçbirisinin delil olacak bir tarafı yoktur. Ancak asıl dayanak tarihçilerin ittifakla kabul ettikleri, Peygamber efendimizin Kabri Şerifi­nin bulunduğu hücrenin mescide Velid'in halifeliği döneminde katıldığı­dır. Bu kadarı da böyle bir uygulamanın Hâfız'ın da beyan ettiği üzere Medine'de bulunan Ashâb-ı Kircmim vefatından sonra gerçekleştiğini ispat etmeye yeterlidir. Ancak onun bu açıklamasını nispeten perdeleyen husus Ebû Abdullah Râzî'nin Meşihatımda (218/1) naklettiği Muhammed b. Rabî Cîzî'den gelen şu ifadelerdir: 'Sehl b. S'ad, Medi­ne'de yüz yaşında vefat etti. O H. 91 yılında vefat etmiş olup, Medine'de Peygamber (saliaiiahu aleyhi ve sellem)'in Ashabından en son vefat etmiş kişidir.' Fakat Cîzî denilen bu zatı ben tanımıyorum. Diğer taraftan o mu'dal bir rivayettir. Bunun bir benzerini Hafız İbn Hacer, el-îsâbe, (II, 87)'de Zührî'den onun bir sözü olarak zikretmiştir. Bu da mu'dal veya mürseldir. Sonra şu sözlerini zikretmektedir: 'Bundan önce vefat ettiği de söylenmiştir. Hatta îbn Ebî Dâvud onun İskenderiye'de vefat ettiğini ileri sürmüştür.' Ancak et-Takrib adlı eserinde onun 88 yılında vefat ettiğini açıkça İfade etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Sözün özü şu ki; Ashâb'tan herhangi bir kimsenin yapılan bu değişiklik döneminde hayatta olduğunu belirten, delil olmaya elverişli herhangi bir ifade bulunmamaktadır. Bunun aksini iddia eden kimsenin delil getirme­si gerekir. Müslim'in şerhinde (V, 13-14) yer alan 'bu iş ashâb dönemin­de olmuştur' şeklindeki ifadeye gelince muhtemelen bunun dayanağı sözü geçen mu'dai yahut mürsel rivayettir. Böyle bir rivayet te delil olmaya elverişli değildir. Üstelik bu ifade iddiadan daha da özel bir alan ile alakalıdır. Bunun sahih olduğunu farz etsek dahi, bu sadece o dönem­de bir tek sahâbinin varlığını ispat eder. Ashabın (yani birden çok sahâbinin) varlığım değil.

Bu meselede bilgisizce bir şeyler yazmış bulunan birisinin şu sözlerine gelince: 'Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in mescidini Osman (radıyallahu anhuj'nun genişlettiği ve bu mescidin kapsamına ondan olma­yan şeyleri soktuğu andan itibaren, o üç kabir mescidin içerisinde kaldı ve Seleften herhangi bir kimse bunu tepki ile karşılamadı' ifadeleridir.

Bu ifadeler onların sınırsız cahilliklerinin bir parçasıdır. Ben bu onların ıftiralarındandır, demek istemiyorum. Çünkü ilim adamlarından hiçbir kimse, üç kabrin mescide katılması Osman (radıyaltahu anhuj'nun döne­minde olmuştur, dememiştir. Aksine ilim adamlarının ittifak ettikleri

husus şudur: Böyle bir işlem az önce de belirtildiği gibi, Velid b. Abdulmelik döneminde olmuştur. Yani Osman (radıyallahu anhu)'dan yaklaşık yarım asır sonra; fakat bu gibi kimseler bilmedikleri alanlarda at koşturuyorlar.

Çünkü Osman (radıyallahu anlın) kendisine nispet edilenin aksini yapmıştır. O Peygamber mescidini genişletince kendisine işaret olunan hadislere muhalefet edecek bir hale düşmekten alabildiğine sakmmıştır. O bakım­dan mescidi Peygamber hanımlarının odalarının bulunduğu cihetten genişletmemiş ve bu hücreleri mescide katmamıştır. İşte bu kendisinden Önce Ömer b. Hattab'ın yaptığının aynısıdır. Allah hepsinden razı olsun. Hatta bu genişletmenin -ondan gelen bir rivayette biraz sonra da açıkla­nacağı gibi- daha önce kaydedilen hadislerde dile getirilen böyle bir sakıncalı hale düşmemek için, genişletmenin belirttiğimiz taraftan yapıl­dığına da işaret etmiştir.

Bu yanlış iddia sahiplerinin söyledikleri: 'Seleften hiçbir kimse de bunu tepki ile karşılamamıştır1 şeklindeki ifadeleriyle ilgili olarak da şunları söylüyoruz:

Bunu size kim söyledi? Çünkü akıl sahibi olan kimselere en zor gelen hususlardan birisi de gerçekleşmesi mümkün olmakla birlikte, bu husus­ta bilgi sahibi olunmayan herhangi bir şeyin nefyedildiğini (olmadığını) ispat etmektir. Nitekim ilim adamlarınca bilinen de budur. Çünkü böyle bir şey, meydana gelen bütün olayları tam anlamıyla bilmeyi ve gereği gibi etraflıca okumayı gerektirir. Burada reddedilmek istenen mesele ile alakalı olan olay hakkında söylenenlere gelince; kendisine işaret olunan bu şahıs, gücü yetse de bunu yapabilir mi? Eğer bunlar bu mesele ile ilgili bazı kitaplara başvurmuş olsalardı bu çirkin cehalete düşmezler, hakkında bilgi sahibi olmadıkları herhangi bir hususu, inkara kendilerini itmeyecek bilgiler bulurlardı. Hafız İbn Kesir, far/A'inde (IX, 75) Pey­gamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kabrinin mescide katılması olayını zikrettikten sonra şunları söylemektedir:

[15] Bkz. Ibn Sa'd, Tabakât, IV, 21; İbn Asâkir, Tarihu Dımaşk, 8/478/b; Suyûtî, el-Canu'u'l-Kebir, 3/272/b'de şöyle demektedir: 'Senedi sahihtir. Ancak Salim Ebû'n-Nadr, Ömer'e yetişmemiştir; Semhudî, Vefau'l-Vefa, I, 343'de, büyük ilim adamı Muhammed Sultan Masumî, (Allah'ın rahmeti üzerine olsun), el-Müşdhadâtu'l-Masıımîye

sinde Kabri Hayri'l-Beriyye, sy. 43. Bu şahıs aynı zamanda Hediyyefıı's-Sultan ila Bilâdi'l-Yâbân adlı eserin de müellifidir. Bir doktor bu eserin ona ait olmadığını, bunun kardeşlerimizden birisine ait olduğunu iddia etmektedir. Halbuki ben bu eseri ilk olarak hacca gittiğim H. 1368/M. 1949 yılında Mekke'de evinde kendisini ziyaret ettiğim sırada basılmış haliyle hediye olarak elinden almıştım.

[16] Bu durumu Ashaba nispet etmek az önce de geçtiği üzere sabit bir iş değildir. Dikkat etmek gerekir.                                                            

[17] İşte bu husus şuna delildir: Kabrin isterse pencerelerden, demir par-j maklıklar ve kapılar arkasından dahi mescitte görülmesi bu husustaki sakıncayı ortadan kaldırmaya yeterli değildir. Tıpkı Dımaşlîto Bern Umeyye Mescidinde ve Halep Mescidinde Yahya (aleyhi selam)'m kabrine de olduğu gibi. Bundan dolayı İmam Ahmed açıkça şunu belirtmiştir; Kıblesi kabristana yönelik olan bir mescitte mescidin duvarı ile kabristan arasında bir başka engel bulunmadığı sürece namaz kılmak caiz değildir. İleride geleceği gibi. O halde, eğer kabir içerden ve arada engel bir duvar bulunmadan mescidin kıblesinde bulunuyor ise, durum ne olur? İşte bu, kimilerinin söylediği şu sözün değerini de ortaya koymaktadır: 'Peygamber (sallallahu aleyhi ve seltem)'in mescidi ile Emevî Mescidi gibi, içinde kabir bulunan mescitlerde kılınan namaz için kabristanda kılınan bir namazdır, denilemez. Çünkü kabir mescitten bizatihi ayrı, özel bir bölme içerisindedir. Böyle bir mescitte namaz kılmaya mani nedir ki'  Böyle bir ifade, bilgi ve fıkhın neticesi olamaz. Çünkü Emevî mescidine nispetle namaz kılmaya engel olan husus hala mevcuttur. Bu da kabrin bu bölmenin arkasından açıkça görü İm esidir. Buna delil de insanların kabri kastetmeleri, orada dua etmeleri, onu sözkonusu ederek yalvarma­ları, Allah'ın dışında ondan yardım istemeleri ve buna benzer Allah'ın razı olmadığı başka fiillerin işlenmesidir. Hikmeti sonsuz olan Şârî İse mescitlerin kabirler üzerinde bina edilmesini yasaklaması, ileride açıkla­nacağı üzere böyle bir kabrin yakınında meydana gelen bu gibi işleri önlemek ve bunlara götüren yollan kapatmak içindir. O halde bu gibi münkerler ile benzerleri bu kabrin yanı başında meydana geliyor ise böyle bir bölmenin bulunmasının kıymeti nedir? Hatta bu süslü şekliyle bu bölmenin kabrin etrafını çevirmesi, insanları Allah'a ve Rasûi'üne isyana iten ve bu kabrin sahibini şer'an caiz olmayan bir şekilde tazime götüren münkerin bir başka çeşididir. Bütün bunlar görülen şeyler olup daha önce bunların bir bölümüne de işaret edilmiştir. Diğer taraftan insanların kasti olarak ve olmayarak namaz kıldıklarında kabre yönelmeleri bu işin önlenmesi gereğini ortaya koymak için yeterli değil midir? Belki kendilerine İşaret ettiğimiz bu kimseler ve benzerleri şöyle derler: Hayır, böyle bir yönelmeyi engelleyecek bir husus yoktur. Çünkü namaz kılanlar ile kabir arasında bir engel vardır. Bunlar da kabrin pencereleri ve etrafındaki bakır parmaklıklardır. Biz de şöyle diyoruz: Eğer bu kadarı yeterli olsaydı Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) müşerref kabrinin etrafını, dairevi bir şekilde ve yüksek bir duvar­la çevirmezlerdi. Bununla da yetinmeyerek kabre yönelmeyi engelleye­cek şekilde -dairevi duvarın arkasına- iki duvar daha İnşa ettiler. İbn Cüreyc'ten şöyle dediği sahih olarak rivayet edilmiştir: "Ben A-tâ'ya: 'Kabirlerin arasında namaz kılmayı yahutta kabre yönelik bir mescitte namaz kılmayı mekruh görür müsün?' diye sordum. O: 'Evet' dedi.    O    bunu    yasaklıyordu."    Bunu    Abdurrezzâk,    Musannef, (I/404/1579)'da zikretmektedir. Bu büyük Tabiî (Atâ b. Ebî Rebâh) kabir, mescit dışında iken caminin duvarını kabir ile namaz kılan arasın­da bir engel olarak değerlendirmez iken acaba bu pencereler, bu parmak­lıklar, kabir mescidin içindeyken engel olarak kabul edilebilir mi? Acaba bütün bunlar, bilgisizlikleri ve hataları ile bir şeyler yazan bu kimseleri ikna etmeye yeterli midir? Bilgi sahibi olmadıkları bir hususta hücumlarını Önleyebilir mi? Belki?

Peygamberimizin mescidine gelince, onların bize iftira edip isnad ettik­lerinin aksine orada namaz kılmakta herhangi bir kerahet yoktur. İleride Yüce Allah'ın izniyle yedinci bölümde buna dair geniş açıklamalar gelecektir.

[18] Büyük âlim Albânî, her zaman olduğu gibi burada da insaflı bir şekilde ; davranmıştır. Çünkü kendisi Suudî Arabistan'dan çıkarılmasına rağmen, İyine de yeri geldiğinde onların doğru olan icraatlarını şükranla karşıla-J maktadır. [Y. Evi]

[19] Muhammed Nasiruddin Albani, İslam’da Kabirciliğin Sakıncaları, Hadis Yayınları: 69-81.

[20] Dımaşk, Zahirîyye kütüphanesinde el yazma olarak bulunmaktadır.

[21] Daha sonra onu takip eden rivayetler olduğunu da gördüm. Ben hadi­sin Bezzâr tarafından kaydedilen senedine Zevalinde (sy. 122 el-Mektebıt'I-îslâmİ basımı) şunu söylediğini gördüm: Bize İbrahim, Müstemir Arukî'den nakletti. Bize Muhammed b. Muhabbib anlattı. Bize İbrahim b. Tahmân bunu nakletti. Bezzâr dedi ki: 'Bu hadisi İbra­him, Mansur'dan münferit olarak rivayet etmiştir. Biz bunun İbn Ö-mer'den bundan daha hasen bir isnadla rivayet edildiğini de bilmiyoruz.'

İşte bu küçümsenmeyecek bir mutabaattır. Arukî, et-Takrib'de de belir­tildiği üzere bazen garip rivayetlerde bulunan sadûk (doğru sözlü) bir ravidir. O halde bu hadiste mesuliyet Ali b. Tahmân'ın üzerindedir, Heysemî isnadının zahirine bakarak Zevâidu '/-Bezzazda şunları söyle­mektedir: 'Derim ki: Bu sahih bir isnaddır.' Muhtemelen onun daha önce geçen 'ricali sika kimselerdir' şeklindeki sözleri belirttiğimiz gariplikten ötürü daha dikkatli kullanılmış ifadelerdir. Çünkü bu tür bir ifade, sahih olmayı gerektirmez. Bu ilim dalı ile ilgilenen kimseler için bu husus anlaşılmayacak bir nokta değildir. Çünkü ravilerin adaleti ve sika oluşları sıhhatin pek çok şartından bir şarttır. Hatta ilim adamı açıkça sahih olduğunu söylememek için ancak senedde ravilerinin sika olmaları ile birlikte sahih olduğunu söylemeyi engelleyen bir illet oldu­ğunu bilmesi yahutta en azından bu senedde diğer şartların tahakkuk ettiğini bilememesi halinde böyle bir üstü kapalı ifade kullanmaya baş­vurur. Bundan dolayı hadisin sahih olduğunu açıkça ifade etmemektedir. Bu ise bu şerefli ilmi öğrenmeye henüz yeni başlamış kimselerin ve başkalarının farkında olmadıkları önemli bir meseledir. Bundan dolayı ben Seyyid Sâbık'm Fıkhu 's-Sünne, adlı eserine talik olarak yazdığım Temâmu'l-Minne, adlı eserimin mukaddimesinde buna dikkat çektim.

Bununla birlikte eğer ben kanaatimce doğru görmediğim bir hususu delil gösterecek olsaydım, hadis hususunda mukallid (taklitçi) olan çağdaş bazı kimselerin bu hadisi sahih kabul etmelerine karşılık ben de Suyutfnin bunu el-Catniu's-Sagîr, adlı eserinde zayıf olduğuna dair koyduğu rumuzu göstererek zayıf gördüğünü söyleyecektim. Bu husus Mısır Bulak matbaasında basılan nüshasında bu şekildedir. Hatta Munâvî'nin şerhettiği ve el-Mektebetıt'z-Zahirîyye'de bulunan (2329-umumi) yazma nüshasında ve başkalarında da böyledir. Fakat ben el-Camiu's-Sağîr''deki rumuzlara daha önce belirttiğim mukaddimede sözünü ettiğim sebepler dolayısıyla pek güvenemiyorum. Daha sonra bu hususları Sahihu'l-Câmiu's-Sağîr ve Ziyâdeluhıı, Zaifu'l-Câmiu's-Sağîr ve Ziyâdetııhu adlı eserlerimin mukaddimesinde de zikrettim. (Bu eserle­rin her ikisi de el-Mektebu'l-İsIâmi tarafından basıldı.) Fakat buna rağ­men sözü geçen zayıf olduğu belirtilen ifadeler, bunun sahili olduğunu İddia edenler karşısında bir delildir. Çünkü onların bu hususta herhangi bir tahkikleri yoktur. Aksine onlar bizzat kendi itiraflarıyla her hususta mukallid kimselerdir. Büyük bir ihtimalle bunlar başkaları gibi bu ru­muzları delil kabul ederler. Buna göre sözü geçen hadisin zayıf olduğu­nu belirten rumuzlar, -eğer insaflı hareket ederlerse- onlara karşı bir delildir.

[22] Muhammed Nasiruddin Albani, İslam’da Kabirciliğin Sakıncaları, Hadis Yayınları: 81-86.

[23] Bu hususta varit olmuş bazı hadislerin tahricini İrvâu'l-Gaiîi, 971 ve 29'da yapmış bulunuyorum.

[24] Suyutî, Tedrîbu'r-Râvfde İbnu'l-Cevzî'nin. şöyle dediğini nakletmek­tedir: 'Şöyle diyen ne güzel demiştir: Hadisin makul olana aykırı, men­kul olana muhalif yahutta usûl ile çelişen bir halde olduğunu görürsen bil ki o uydurmadır. Onun usûl ile çelişmesinin anlamı hadisin müsned ve meşhur türden İslâm'ın (hadislerinin toplandığı) divanlarının dışında olmasıdır.' Nitekim el-Bâisu'l-Hasîs, (sy. 85 ikinci baskı)'da da böyle denilmektedir.

[25] Bkz. Îhyâu'l-Makbûr, sy. 47-48.

Sünneti bilmemenin hayret verici neticelerinden birisi de şudur: Sonraki müfessirlerden bazısı bu zayıf rivayetleri, ölünün ruhundan yardım dilemek yahutta ona ibadetinin etkilerinden herhangi birisinin ulaşması maksadıyla -onu yüceltmek yahut ona yönelmek değil!- kabristanda namaz kılmanın caiz olduğuna delil göstermesidir. Halbuki bu rivayet­lerde caiz oluşa dair iddiasını haklı kılacak bir delil yoktur. Çünkü bu kabristanda namaz kılmayı yasaklayan delillerin genel ifadelerine ve bunlara benzer kabirler üzerinde bina edilmiş mescitler hakkındaki genel İfadelere muhaliftir. Bundan dolayı Münâvî, değindiğimiz müfessirin deiillendirmesini şu sözleriyle reddetmektedir:

"Fakat Buharı ve Müslim'in naklettiği haberde kabirler üzerinde mescit bina etmenin mutlak olarak mekruh olduğu belirtilmektedir. Bundan kastedilen Müslümanların kabirleridir. Çünkü o kabirlerde bulunanlara ibadet edileceğinden korkulmaktadır. 'Allah'ım, kabrimi kendisine ibadet olunan bir put kılma!' haberinden karîne yoluyla anlaşılan budur."

San'ânî, Subıtlu's-Setöm, (II, 214)'de bu sözü geçen müfessire cevap olarak şunları  söylemektedir:  "Onun:   'Ölüyü yüceltmek  için  değil'

Bunların da hiçbir faydası yoktur. Çünkü yapanın lanetlendiği kabirler üzerinde kandillerin yakılmasına sebep teşkil eder. Kabirler üzerinde bina edilmiş toplanma mekanları ve kubbelerin sebep olduğu kötülükler sayılamayacak kadar çoktur."

Ben de derim ki: San'ânî'nin kullandığı 'yapanın lanetlendiği' ifadesi, daha önce zayıf olduğunu belirttiğim İbn Abbas tarafından rivayet edilen hadise işaret etmektedir.

[26] Dûlâbî. I,  I29'da bunu Ş'abî'den rivayet etmiş olup ravileıi sika ravileıdir.

[27] Muhammed Nasiruddin Albani, İslam’da Kabirciliğin Sakıncaları, Hadis Yayınları: 86-91.

[28] Değerli okuyucu! İhyâıt'l-Makbûfu yazan kimsenin, burada yaptıkla­rı, sizi aldatmasın! Çünkü o, bizim yukarıda aktardığımız kıssayı İbn Abdilberr tarikiyle (yoluyla) nakletmiş, ancak oradaki 'bu haberi Musa b. Ukbe zikretti' ifadesini hazfetmiş (kaldırmış) ve Abdurrezzâk'ın Zuhrî'dcn yaptığı rivayeti, Musa b. Ukbe'nin rivayetİyie (birleştirmiştir.

Böylece iki rivayet, bir rivayet gibi olmuştur. Onun ifadesine bakan, kabrin üzerine mescit yapma kıssasının, Abdurrezzâk'm Zuhrî'den yaptığı rivayet olduğunu zanneder. Aslında bu, Musa b. Ukbe'nin senedsiz olarak naklettiği bir rivayettir.

Daha sonra, Musa b. Ukbe'nin rivayetini İbn Asâkir'in Tarih'inde (VII-1/334/1) tespit ettim. O bunu, Musa b. Ukbe'den, o da İbn Şihâb'tan miirsel veya m ti'dal olarak iki senedfe 've kabrinin yanmda bir mescit yapıldı' ifadesiyle rivayet etmiştir. Şayet doğruysa, bu ifadenin (ilgili hadislere) aykırılığı daha azdır. Çünkü yapının, kabir üzerinde olduğuna dair ifade yoktur. Yanında yapıldığı belirtilmektedir. İkisi arasında fark vardır. Yine mescidi yapanın Ebû Cendel olduğu da ifade edilmemekte­dir. Düşünmek gerekir.

[29] Muhammed Nasiruddin Albani, İslam’da Kabirciliğin Sakıncaları, Hadis Yayınları: 91-95.

[30] Ben de derim ki: Bu illet, birkaç yönden asılsızdır. Şu anda bunları açıklamaya gerek yok. Peygamberlerin kabirlerinin farklı olduğunun kanıtlarından birisi de, Rasûlüllâh (saiiallahu aleyhi ve se!iem)'den sabit olduğuna göre, onların cesetlerinin çürümediğidir. O zaman, onlar yü­zünden yerin necis olacağı nasıl söylenebilir.

[31] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, IV/138; Ebû Zur'a, Tarih, 66/2, 121/2. Burada sözü edilen Abdullah'tan sahih bir senedle. İbn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-Ta'diPde (ÎII/2/8l-82)'de rivayet etmiş, ancak onun hakkında cerh ve tadilden söz etmemiştir.

Burada sözü edilen Musannefte Tarih, iki değerli yazma eserdir. Birin­cinin bazı ciltleri Zahirîyye kütüphanesindedir. Başka bir yerde onun tam bir nüshası vardır. Diğerinin ise D im aşk (Şam)'te el-Mucemme'u'l-İlmiyyu '1-ArabFde fotokopi halinde bir nüshası vardır.

[32] Müslim, III/61: Ebû Dâvud, III/70; Nesâî, 1/285; Tirmizî, 11/153-154; Beyhakî, ıV/3; Tayâlisî, 1/168; Ahmed, no. 741, 1064. Bunun, Tayâlisî ve Ahmed de (no. 657, 658, 889, 1175, 1176, 1177, 1238, 1283); İbn Ebî Şeybe de (IV/139); Taberânî, el-Mu'cemu's-Sağîr, (sy. 29)'da bazı tarikleri vardır.

Bu hadisle, sünnette sabit olan, kabrin bir veya iki karış yükseltilmesinin meşruiyeti arasında herhangi bir aykırılık yoktur. Bundan maksat, kabrin belli olması ve hakarete uğramaması İçin korunmasıdır. Kabrin dümdüz edilmesinden maksat da, üzerinde yükseltilen binadır. Bunun zıddı söylenirse şöyle cevap verilir: Aliyyu'1-Kârî, el-Mirkâfta (H/372) hadisi şerh ederken şöyle demiştir: '"Yükseltilmiş kabir'den maksat, kabir olduğu bilinsin ve çiğnenmesin diye, kum ve çakılla belli edilenden başka, daha fazla yükseltilerek üzerine bina yapılandır. el-Ezhâr'dıa 'Onu dümdüz et' ifadesi hakkında şöyle denilmektedir: ilim adamları şöyle derler: Kabrin bir karış yükseltilmesi müstehaptır. Bundan fazlası mekruhtur ve yıkılması müstehaptır. Ne kadar yıkılacağında gö^üş ayrılığı vardır. Cezanın ağırlaştırılması için yere kadar yıkılır denilmiştir, Bu da; hadisteki dümdüz etme ifadesine daha yakındır."

el-Mirkâl'tan naklen, Tuhfetu'l-Ahvezi, (Il/İ54)'te de böyle denilmekte­dir.

[33] Gulâtu'ş-Şia'dan (Şiî mezhebine mensup aşırılar) birisi, Keşfu'l-Irtiyâb adlı kitabında (sy. 366)'da böyle yapmıştır. O, Müslim yoluyla gelen hadisin zayıf olduğunu söylemiş, hepsi sika (güvenilir) raviler olduğu halde, ravileri tenkit ederek kusurlu hale getirmiştir. Yine Cehmiye mezhebinden olan Kevserî, Makâlâfmdz (sy. 159) hadisi sahihlikten çıkarmaya çalışmıştır. Görülüyor ki keyfi hareket edenler görüşleri farklı olmasına rağmen nevalarına göre, en zayıf bir şüphe sebebiyle sahih hadisi reddetmede birbirlerini izliyorlar. Aşırılıktan yüce Allah'a sığınırız.

[34]Ahmed, IW397. Senedi kavî (güçlü)diı.

[35] fbn Ebî Şeybe, 11/185. Ravileri, Buhârî ve Müslim'in kedilerinden rivayette bulunduğu, sika ravilerdir. İbn Recep'in Fethu'1-BârPsinde (65/81/1, e/~Kevâkib'ten) belirtildiğine göre, bunu Ebû Bekr b. Esrem rivayet etmiştir.

[36] İbn Ebî Şeybe, İV/134. İbrahim'den sahih bir senedle.

[37]  İbn Ebî Şeybe, II/84/1. Senedi, Buhârî ile Müslim'in şartlarına göre sahihtir.

[38] Derim  ki:   Bunu da  İbn  Ebî  Şeybe  (II/84/l)'de rivayet etti  ve ravilerinin hepsi sikadır, ancak Nafi ile Ömer arasında kesiklik vardır. Belki ikisinin arasındaki vasıta Abdullah b. Ömer'dir (Allah her ikisinden de razı olsun).

Daha sonra şunu tespit ettim:

Buhârî'nin Sa/i/A'inde, Cihad kitabında, Nafi'den, başka bir tarikle yaptığı rivayet, bunların hepsini uzak bir ihtimal haline getirmektedir. Nafi'nin rivayeti şöyledir: İbn Ömer (radıyallahu anhu) şunu söyledi: 'Ertesi yıl tekrar oradan geçtiğimizde, altında beyat ettiğimiz ağacın etrafında iki kişi bile bir araya gelmedi. Bu, Allah'ın bir rahmetiydi.' Ben de derim ki: Artık ağacın onlar için gizli ve tanınmaz hale geldiğini kastetmektedir. Bu da, artık ağacın. Ömer tarafından kesilmesine imkân verecek şekilde yeri bilinmeyecek bir hale geldiğini göstermektedir. Bu da ağacın kesildiğini bildiren rivayetin zayıf olduğunu gösterir. Bu zayıflığa sebep olanda seııeddeki zahiri inkıta (kesiklik)dır.

Buhârî'nİn, Sahih* âe, Said b. Müseyyeb'in babasından yaptığı rivayet bunun zayıflığını arttırmaktadır. Rivayet şöyledir: 'Ağacı gördüm. Sonra yine yanına gittiğimde, hangi ağaç olduğunu tanıyamadım.' Tarık b. Abdurrahman tarikiyle de onun şöyle dediği rivayet edilmekte­dir: "Hacca gitmek üzere yola çıktım. Namaz kılan bir topluluğa rastla­dım. 'Bu mescit hangisidir?' diye sordum. Oradakiler: "Bu, Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, altında Rıdvan bey'atını yaptığı ağaçtır,' dediler. Said b. Müseyyeb'e geldim. O da gülerek: 'Babam bana, kendi­sinin, Rasûlüllâh (sallallahu aleyhi ve seilem)'e ağaç altında bey'at edenler arasında olduğunu, ertesi yıl gittiğimizde, onu unuttuk ve hangisi oldu­ğunu belirleyemedik' diye anlattı dedi." Bir rivayette de şöyledir: 'Ağaç bize tanınmaz hale geldi.' Said şöyle demiştir: 'Muhammed (sallallahu aleyhi ve seiiem)'in ashabı onu tanıyamadılar da siz mi tanıdınız? Siz mi daha iyi biliyorsunuz?'

Ben de diyorum ki: Zayıf olduğundan emin olduktan sonra, yaptığımız bu araştırmada bir şahit olarak bu m un katı' rivayeti kaybetsekte, ondan daha güçlüsünü kazanmış oluyoruz. Üzerinde durduğumuz konuya delil olmaya o uygundur, O da Müseyyeb'in bu hadisiyle İbn Ömer'in hadisi­dir. Hafız onu şerhederken şunları söylemiştir:

"Bunun sebebi, altında meydana gelen hayırlı olay sebebiyle, orada bir fitnenin ortaya çıkmamasıdır. Eğer o ağaç kalmış olsaydı, bazı cahillerin onu yüceltmelerinden emin olunamazdı. Hatta, durum onları, o ağacın fayda ve zarar verme gücüne sahip olduğuna inanmaya bile götürebilirdi. Nitekim şu anda bu inancı, ondan daha Önemsiz yerlerde görüyoruz. İbn Ömer 'Bu, Allah'tan bir rahmet oldu' sözleriyle buna işaret etmişti. Yani o ağacın, onlar tarafından bilinmemesi, Yüce Allah'ın bir rahmetiydi." Ben de derim ki: Hâfız'ın işaret ettiği o ağaçlar arasında, on küsur yıl önce, Uhud şehitleri mezarlığının doğusunda, duvarın dışında gördüğüm bir ağaç vardı. Ağacın üzerinde birçok bez parçası vardı. Sonra onu geçen yıl (H. I371/M. 1952) hac zamanında gördüm. Ağaç, kökünden kesilmişti. Allah'a hamd olsun. O, Müslümanları, diğer ağaçların şerrin­den. Yüce Allah'ın dışında kendilerine tapılan diğer tağutlardan (putlaş-tırılan şeylerden) korusun.

[39] Bunu, yine İbn Ebî Şeybe, II/83/2; Ezrakî, Ahbâru Mekke, sy. 3O4'te rivayet etmiştir. Senedi, sahihtir. Ahmed, Vl/8; Ebû Ya'la, İbn Mende, et-Tevhid, 26/1-2, benzeri, Ebû Buşra Gıfârî'den rivayet edilmiştir. Bu da sahihtir.  Ben  bunu, Silsiletu'I-Ehadîsi's-Sahiha'âa,  300.  hadisin sonlarında ve Irvâu 'l-Galîl, no. 970'te açıkladım.

[40] Yine İbn Ebî Şeybe, 11/83/2, ondan Ebû Ya'la, Müsned, k. 32/2; İsmail Kâdî, Fadlu's-Salâti ale'n-Nebi (sallallahu aleyhi ve scllem), no. 20, ei-Mektebu'l-İslâmî baskısı; Dıyâ, el-Mııhtârâ, 1/154; Ebû Ya'la'nın tari­kinden; Hatib, el-Muvaddah, 11/30.

Hadisin senedi, müteselsildi (arka arkaya) Ehli Bey! (radıyallahu anhum)'dandır. Ancak onlardan birisi -Ali b. Ömer- mestur (belir-siz)dur. Nitekim Hafız, et-Takiib'de böyle demiştir.

[41] Bu ve bundan önce zikredilen kaynakların hepsi el yazmasıdır. Çoğu, Zahirîyye kütüphanesiyle Halep Evkaf kütüphanesindedir.

[42] Ben derim ki, bunu Abdurrezzâk da el-Mıısannefte (M/557, no. 6694) rivayet etmiştir. Burada adı geçen Süheyl'i, İbn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-Ta'diPde (II/I/24) zikretmiş ve kendisinden rivayette bulunan iki kişi­den, bahsetmiştir. Birisi, Muhammed b. Aclan'dır. Bu kişi hadisi, İbn Ebî Şeybe'de ondan (Süheyl'den) rivayet edendir. Diğeri. Sufyan es-Sevri'dir. Onun hakkında cerh ve tadilden bahsetmemiştir. Onun üçüncü bir ravisi vardır. O da, bunu, İbn Huzeyme'de ondan (Süheyl'den) riva­yet eden İsmail'dir. Bu, İsmail b. Uleyye'dir. Bu bilgi, rical (raviler) kitaplarında bulunmayacak önemli bir faydadır. Ondan, üç sika rivayette bulunmuştur. Dolayısıyla Süheyl, bilinip tanınan, meçhul olmayan birisidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

[43] 'Bana ulaşır' sözü. bu hadiste ve daha önceki hadislerde, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kendisine salât getirenlerin salâtını duymadığı hususunda açıktır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellenı)'in bunları duydu­ğunu iddia eden ona iftira etmiş olur. Başka şeyleri duyduğunu iddia edenlerin durumu nasıl olur acaba?

[44] Ebû Dâvud, 2042: Ahmed, U/367, hasen bir senedle; Ebû Ya'la, Müsııed, IV7!597"de de Hasen b. Alî b. Ebî Talib'den fini nazar (itibar olunmayan) birsened ile bunu rivayet etmiştir.

[45] el-Kevâkibu'd-DerârU (k. 87/1), Tefsir, 548'de: 'Ahmed, Kabir üzeri­ne çadır kurulmasını mekruh görmüştür' denilmektedir.

[46] Buhârî, muallak olarak rivayet etmiştir (11/98).

[47]  Abdurrezzâk,  111-418,   no.  6129;   İbn  Ebî Şeybe,  İV/135;  Rıb'i, Vesâye'l-UIema, 141/2; İbn Sa'd, IV/338, senedi sahihtir.

[48] Senedi zayıftır, ama İbn Asâkir'de başka tarikleri vardır, onlarla sahihtir.

[49] Bunu da İbn Ebî Şeybe rivayet etmiştir. Sa'febe dışında ravileri sika­dır. Sa'lebe, İbnu'İ-Furat denilen kişidir. Ebû Hatim ve Ebû Zura: 'Onu tanımıyorum'   demişlerdir.   Nitekim   el-Cerhu   ve 't-Ta '<A7'de   (1/464-465)'te böyle geçmektedir.

[50] İbnSa'd,V/142.

[51] Dûlâbî, 1/134-135. Ravileri, Salim dışında sikadır. Zehebî'nin el-Mizan'da söylediğine göre. Salim meçhuldür. Şiî olan Hıllî de Hu/âsatu'l-Akvâl, (sy. 108)'de böyle demiştir.

[52] İbn Sa'd, VI/108, sahih birsenedle.

[53] Ziyaret maksadıyla kabirlere çok gidip gelinmesi. Bu, Peygamber (saiiailatıtı aleyhi ve seliemi'in 'Allah'ım! kabrimi bayram yerine çevirme' sözünden alınmıştır.

[54] Muhammed Nasiruddin Albani, İslam’da Kabirciliğin Sakıncaları, Hadis Yayınları: 95-113.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol