Kur'an ve Sünnet
   
 
  Emredileni yapma nehyedilenden sakınma ve sabır

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Emredileni Yapma, Nehyedilenden Sakınma ve Sabır

 

Kaderi nazar-ı itibara alıp emir ve nehyi dışarıda bırakan kimsenin görüşünün yanlışlığı;

Mü'minin emredilen şeyi yapmak ve yasaklanan şeyden sakınmakla ve kendisi hakkında takdir edilene sabır göstermekle emrolunduğu; aklen zarurî olarak ortaya çıkmıştır.

Nitekim Allah Te'âlâ şöyle buyurmuştur;

"Şayet sabreder ve (Allah'tan) sakınırsanız onların hilesi size hiçbir zarar veremez" (Âl-i İmrân 3/120);

"Çünkü kim (Allah'tan) korkar (takva) ve sabrederse, şüphesiz Allah güzel davrananların mükâfatını zayi etmez " (Yûsuf 12/90).

Takva; Allah'ın emrettiklerini yapmak ve yasakladıklarını da sakınmak, terk etmektir.

İşte bu sebeple Allah Te'âlâ:

"(Resulüm!) Şimdi sen sabret. Çünkü Allah'ın vaadi gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam-sabah Rabbin'i hamd ile tesbîh et." (Ğâfir 40/55)

Buyurarak Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve sellem) -istiğfarın yanı sıra- sabretmesini emretmiştir.

Zira gelmiş geçmiş (tüm) insanların günahlarının bağışlanmasını dilemesi gerekir. (mağfiret dilemeleri kaçınılmazdır.)

Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bir sahih hadîste şöyle buyurmuştur:

"Ey insanlar! Rabbiniz'e tevbe ediniz. Nefsim elinde olana andolsun ki, günde yetmişten fazla kere Allah'tan günahlarımın bağışlanmasını diliyor ve O'na tevbe ediyorum".

(Buhârî, "Da'avât", 3; Müslim, "Zikr", 42; Ebû Dâvûd, "Diyât", 3; İbn Mâce, "Edeb", 57; Ahmed b. Hanbel, IV, 211,260, 261, 410; V, 411.)

"Şüphesiz benim de kalbime arzular gelir; ben günde yüz kere Allah'tan günahlarımın bağışlanmasını diler ve O'na tevbe ederim".

(Müslim, "Zikr", 41; Ebû Dâvûd, "Vitr", 26.)

Yine Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle derdi:

"Allahım, hatamı ve cehaletimi / bilgisizliğimi, haddi / sınırı aşmışlıklarımı, benim hakkımda benden iyi bildiğin şeyleri bağışla.

Allahım, hatayla veya kasten (bilerek ve bilmeyerek), şakayla veya cidden yaptıklarımı bağışla. Bunların hepsi bana aittir.

Allahım, yaptıklarımı ve yapmadıklarımı, gizlediklerimi ve açığa vurduklarımı (alenî olarak yaptığımı), benim hakkımda benden daha iyi bildiklerini bağışla. Mukaddim ve muahhir (İlk ve son) olan sensin".

(Buhârî, "Da'avât", 60, 61; 'Teheccüd", 1; "Tevhid", 8, 24, 35; Müslim, "Zikr", 70; "Müsâfirîn", 199, 200; Ebû Dâvûd, "Salât", 119; "Vitr", 25; Tirmizî, "Da'avât", 29; Nesâ'î, "Tatbik", 66; İbn Mâce, "İkâmet", 180; Dârimî, "Salât", 169; Muvatta', "Kur'ân", 34; Ahmed b. Hanbel, 1,95,103,298, 308,358,366; II, 173, 291, 514, 526; IV, 217, 391, 408, 417,438, 444; VI, 147.)

İnsanlığın atası Hz. Âdem'in, Rabbi'nden günahlarının bağışlanmasını dileyip O'na tevbe ettiği, Rabbi'nin de O'nu seçip tevbesini kabul ettiği ve hidayete erdirdiği, cinlerin atası olan İblîs'in  - Allah lanet etsin - ise kader konusunda ısrarcı olduğu, Allah'ın da onu lanetleyip kendisinden uzaklaştırdığı zikrolunur.

Kim günah işleyip, sonra da tevbe eder ve pişman olursa, atasına (Hz. Âdem'e) benzer; atasına benzeyen kimse de zulmetmemiştir.

Allah Te'âlâ buyurur ki:

"Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok câhildir. (Allah bu emaneti insana vermek suretiyle), münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap edecek, mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların da tevbesini kabul buyuracaktır. Allah bağışlayandır, merhamet edendir " (Ahzâb 33/72-73).

Bu sebeple Allah Te'âlâ başka âyetlerde (müteaddit) tevhîd ve günahların bağışlanmasını (mağfiret) dilemeyi bir arada zikrederek şöyle buyurmuştur:

"Bil ki, Allah'tan başka ibadete layık ilâh yoktur. Hem kendinin, hem de mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! " (Muhammed 47/19);

"Bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin" (Fussilet 41/6);

"Elif. Lâm. Râ. (Bu sana indirilen), hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir kitaptır. (De ki: Bu Kitap) Allah'tan başkasına ibadet etmemeniz için (indirildi). Şüphesiz ki ben, O'nun tarafından size (gönderilmiş) bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim. Ve Rabbiniz'den mağfiret dilemeniz, sonra da O'na tevbe etmeniz için (indirildi. Eğer bu emrolunanları yaparsanız), Allah sizi, tayin edilmiş bir süreye kadar güzel bir şekilde yaşatır." (Hûd 11/1-3).

İbn Ebî Asım ve diğerlerinin rivayet ettiği bir hadîste şöyle buyurulur:

"Şeytan der ki:

Ben insanları günahlarla helake sürükledim. Onlar da "Lâ ilahe illallah" diyerek ve günahlarının bağışlanmasını dileyerek beni helak ettiler. Bunu görünce onların arasında nefsanî arzuları yaydım (hevâlarını harekete geçirdim). Onlar günah işlerler ve tevbe etmezler. Çünkü güzel bir şey yaptıklarını zannederler".

(Aynı ifadelerle olmamakla birlikte, şeytanın insanlar arasında nefsanî arzuları yaydığına dair bir hadis için bk. Dârimî, "Mukaddime", 30.)

(İbn Ebî Asım; Ebû Bekr Ahmed b. Amr b. ed-Dahhâk b. Mahled eş-Şeybânî (v. 287/900). Selefi anlayışa sahip muhaddis ve fakîhtir. Özellikle Kitâbü's-sünne isimli eseri itikadı konularla ilgili rivayetlerden meydana gelmiştir.)

Allah Te'âlâ da Zünnûn (Yûnus) hakkında şöyle buyurmuştur:

"Nihayet karanlıklar içinde: "Senden başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum" diye niyaz etti. Bunun üzerine O'nun duasını kabul ettik ve O'nu kederden kurtardık. İşte biz mü'minleri böyle kurtarırız." (Enbiyâ 21/87-88).

Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) de:

"Kardeşim Yûnus'un / Zünnûn'un duasını eden hiçbir kederli (sıkıntı sahibi) kimse yoktur ki, Allah onun kederini (sıkıntısını) dağıtmasın." (Tirmizî, "Da'avât", 81.) buyurmuştur.

 

Özetle, emir hususunda da, kader hususunda da iki şey gereklidir: (Sonuç olarak kişi için emir konusunda da, kader konusunda da iki temel husus vardır)

 

- "Emir" hususunda: (kişinin) ilim ve amel olarak bu emre uymaya gayret göstermesi gerekir. Ki, Allah'ın emrettiği şeyleri bilmeye (öğrenmeye) ve bunları yerine getirmeye (onunla amel etmeye ) gayret etmektedir.

Sonra da bu emirleri terk etmesi ve sınırları aşmasından dolayı bağışlanmasını dileyip tevbe etmesi gerekir. Bu sebeple her işi istiğfar ile bitirmek dinen gereklidir.

Nitekim Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), namaz kıldığında üç kere istiğfar ederdi.

Allah Te'âlâ:

"(Bu nimetler) ... seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler" (Âl-i Imrân 3/17)

Gece namaza kalkanlar ve sonunda istiğfar edenler (içindir) buyurmuştur.

Bir başka sûre de Allah Te'âlâ'nın şu kavlidir:

"Allah'ın yardımı ve zaferi (fetih) gelip de insanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit Rabbin'e hamdederek O'nu tesbîh et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir" (Nasr 110/1-3).

Hz. Aişe'den rivayet edilen bir sahîh hadîste de:

"Hz. Peygamber rükû ve secdelerinde, Kur'ân'ı te'vil ederek sıklıkla "Rabbimiz olan Allahım! Seni tesbîh ve sana hamdederim; Allahım beni bağışla, derdi" buyurulmuştur.

 

- "Kader" hususunda ise: Emrolunduğu şeyi yapmak için Allah'ın yardımını dilemesi, O'na tevekkül ve dua edip, O'ndan istemesi, korunmak için O'na sığınması, hayrı isteme (iyiliği yapma) ve şerden uzaklaşmada (kötülükten sakınmada) O'na muhtaç olması gerekir.  (O'na muhtaç olduğunu hissetmelidir.)

Yine takdir olunana sabretmesi, başına gelen şeyin onu hataya düşürmek için, hataya düşüren şeyin de başına bir şey gelmesi için olmadığını (başına gelenin başına gelmemesinin mümkün olmadığını, başına gelmeyenin ise, başına gelmesinin / mümkün olmadığını) bilmesi gereklidir. İnsanlar ona eziyet ettiğinde, bunun onun kaderine yazılmış olduğunu bilir. (insanlardan kendisine gelen zararın takdir edilen bir zarar olduğunu bilmelidir.)

Hz. Âdem ve Hz. Musa'nın tartışması bu kabildendir.

Hz. Musa: "Ey Âdem, sen insanlığın atasısın. Allah seni eliyle yarattı, ve sana ruhundan üfledi; meleklerini sana secde ettirdi. Niçin bizi ve kendini Cennet'ten çıkarttırdın?" dediğinde Hz. Âdem:

"Sen, Allah'ın kendisiyle konuşmakla seçkin kıldığı Musa'sın. Ben sizin nezdinizde benim için önceden "Âdem Rabbi'ne âsî olup yolunu şaşırdı." (Tâhâ 20/121) yazılmış bulmadım mı? İşte böyle" demiş ve Musa'yı susturmuştur. (Buhârî, "Tevhîd", 37; "Enbiyâ", 3; "Tefsiru sûre 17", 5; Müslim, "İmân", 327; Tirmizî, "Kıyamet", 10; Ahmed b. Hanbel, 1,4.)

İmdi, Musa'nın Âdem'i kınaması günah işlemesi sebebiyle değil -zira Hz. Âdem bu günahından tevbe etmişti ve günahından tevbe eden kimse de günahı olmayan kimse gibidir-, bundan (Hz. Âdem'in yaptığından) dolayı başlarına gelen musibet sebebiyle idi.

Onlar, başlarına gelen musibetlerde kaderi teemmül etmek (iyice, etraflıca düşünmek) ve kusurlarının bağışlanmasını dilemekle emrolunmuşlardır.

Nitekim Allah Te'âlâ:

"Şimdi sen sabret. Çünkü Allah'ın vaadi gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste" (Ğâfir 40/55) buyurmuştur.

Emri ve kaderi gözeten kimse; Allah'ın nimetler ihsan ettiği / verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve sâlih kimselerle birlikte, Allah'a ibadet ve itaat eden, O'ndan yardım isteyen, O'na tevekkül eden bir kul olur. Bunlar da ne güzel dostlardır.

Allah Te'âlâ başka yerlerde bu iki hususu bir arada zikretmiş ve buyurmuştur ki:

"(Rabbimiz!) Sadece sana kulluk / ibadet ederiz ve yalnız senden medet umarız / yardım dileriz. " (Fatiha 1/5);

"Öyle ise O'na kulluk / ibadet  et ve O'na tevekkül et!" (Hûd 11/123);

"O'na  tevekkül eder ve O'na yönelirim" (Şûra 42/10);

"Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızk verir. Kim Allah'a tevekkül ederse (güvenirse) O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur" (Talâk 65/2-3).

İbadet yalnız Allah'a mahsustur ve ancak O'na sığınılır, O'ndan yardım dilenilir.

Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) kurban keserken:

"Allahım, sendendir ve sanadır" derdi.

Allah'ın olmasını istemediği (Allah ile olmayan) hiçbir şey olmaz.

Güç ve kuvvet ancak O'ndandır.

Allah için olmayan işlerde ise yarar ve devamlılık yoktur. (Allah için olmayan şey fayda vermez ve sürekli olmaz.)


بســـم الله الرحمن الرحيم

 

İbadette İki Temel

 

İbadet hususunda (kişiye) iki şey gerekir. (İbadetlerde iki temel özelliğin bulunması mutlaka gereklidir.)

Birincisi; dinde ihlâslı olmak, (İbadeti sırf Allah için yapmak)

İkincisi ise; Allah'ın peygamberleri ile gönderdiği emrine uygun olmaktır. (İbadeti Allah'ın emrettiği şekilde yapmak)

Bu sebeple Ömer b. Hattâb (r.a.) duasında:

"Allahım, tüm amellerimi sâlih kıl; senin zâtın (sırf senin rızan) için samimî davranışlar kıl ; amelimde başka hiç kimseye yönelik bir şey kılma (başkasının onda bir payı olmasın)" derdi.

Fudayl b. Iyâz da:

"O hanginizin daha güzel iş / amel yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı" (Mülk 67/2) âyeti hakkında:

"Amelin en ihlâslısı ve en doğrusu" demiştir.

Bunun üzerine dediler ki:

"Ey Ebû Ali! En ihlâslı ve en doğru olan amel nedir?" O da:

"Amel ihlâslı olup da doğru olmazsa kabul olunmaz; doğru olup ihlâslı olmayınca da kabul olunmaz. Yapılacak amelin kabul olunması/edilmesi için hem ihlâslı ve hem de doğru yapılmış olması gerekir."

- Amelin ihlâsla yapılması, sırf Allah için olması (yapılması) dır.

- Doğru olması ise, sünnete (şeriata) uygun yapılmasıdır". cevabını verdi.

Bu nedenle Allah Te'âlâ Kur'ân'da müşrikleri, ortaklarının, Allah'tan başkasına kulluk/ibadet etmek ve kendisinin din olarak vaz' etmediği biçimde kendisine kulluk etmek şeklinde ortaya koydukları Allah'ın izin vermediği bir dine uymaları sebebiyle kınamış ve:

"Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah'ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşrî' ettiler (bir yasa ve şeriat kıldılar) ? Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı, elbette aralarında hüküm (karar) verilirdi. Gerçekten zalimler için acıklı bir azap vardır."  (Şûra 42/21) buyurmuştur.

Aynı şekilde, Allah'ın haram kılmadığı şeyleri haram kılmaları sebebiyle de onları kınamıştır.

Gerçek / Hak din, Allah'ın haram kıldığından başka haram ve O'nun vaz' ettiğinden başka din olmamasıdır.


بســـم الله الرحمن الرحيم

 

İnsanlar, Allah'a Kulluk Etme ve O'ndan Yardım Dileme Noktasında Dört Kısma/Gruba Ayrılır

 

1 - Birinci grub:Takva sahibi / Müttakî mü'minler, O'na yönelir ve O'nun yanındadırlar; yalnızca O'na ibadet eder ve O'ndan yardım dilerler.

2 - İkinci grub: Allah'tan yardım dilemeden ve sabır göstermeden O'na ibadet eder. Bunlardan olan kimsenin, (Allah'a ibadet) itaat, takva ve Sünnet'in gerekleri (sünnete tâbi olma) hususunda dikkatli olduğunu görürsün. Fakat bunlarda Allah'a tevekkül, Allah'tan yardım dileme ve sabır değil, bilâkis zayıflık ve sabırsızlık (acz ve sızlanış) söz konusudur.

3 - Üçüncü grub: Emre tam mutabakat ve Sünnet'i takip etme (sünnete tâbi olma) olmasa da, Allah'tan yardım dileme, tevekkül ve sabır vardır. Bunlardan birine imkân bahşedilip içte veya zahirde bir hal sahibi olabilir. Birinci gruba verilmeyen bir mükâşefe ve etki verilir. Ancak bunun sonu yoktur; zira o takva sahibi / müttakîlerden değildir. Akıbet ancak takva iledir. (takvanındır.)

Bunların birincisinin (İkinci grubun) dini zayıftır, fakat kişi zayıflık ve sabırsızlıkla (sızlanış ve acz sebebiyle) dinini ifsad etmezse dini sürekli ve kalıcıdır.

Bunlardan (Üçüncü grubtan) olan kimsede bir hal ve kuvvet söz konusudur, ancak bu durum sadece emre uygun olduğu ve Sünnet'i takip ettiği müddetçe sürer.

4 - Dördüncü grub: Bu gruplar içinde en kötüsü olan; Allah'a kulluk / ibadet etmeyen ve O'ndan yardım dilemeyenlerdir. Bunlar, fiillerinin Allah'a ait veya O'nunla olduğunu kabul etmez. Dolayısıyla, kaderi inkâr eden Kaderiyye'den Mu'tezile ve diğerleri, emir ve nehyi, va'd ve va'îdi önemseme noktasında şeriat, emir ve nehiyden yüz çeviren bu Kaderi Cebriyye'den iyidir.

Sûfîler ise kader ve rubûbiyyet tevhidini müşahede açısından Mu'tezile'den iyidir.

Ancak bunların arasında, bazı emir ve nehiylerden va'd ve va'îdden yüz çevirmek gibi bir bid'ati ortaya koyan, hattâ hedeflenen amacı rubûbiyyet tevhidini müşahede etmek ve bunda fena bulmak olarak gören kimseler mevcuttur. Bunlar da Müslüman (İslâm) cemaatinden ve bunların takip ettiği yoldan i'tizâl etmiş (ayrılmış) olurlar. Dolayısıyla bu açıdan mu'tezilîdirler. Bu şekilde onların içine düştüğü bid'at, diğer Mu'tezile'ninkinden daha kötü olur. Bu her iki grup da Basra'da ortaya çıkmıştır.

 

 

* * *

 

 

Allah'ın dini, O'nun peygamberleriyle gönderip, Kitaplar'da indirdiği (din) dir; doğru yol / sırât-ı müstakîmdir. Bu da, nesillerin en hayırlısı, ümmetlerin en faziletlisi ve Allah katında peygamberlerden sonra yaratılmışların en şereflisi olan, Resûlullah'ın ashabının yoludur.

Allah Te'âlâ:

"(İslâm Dini'ne girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tâbi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır." (Tevbe 9/100)

Buyurmuş ve öne geçen ilk muhacirler ve ensardan mutlak olarak, onlara tâbi olanlardan ise onları güzellikle takip etmeleri sebebiyle razı olmuştur.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sahîh hadîslerde:

"Nesillerin en hayırlısı, benim içlerinde gönderildiğim nesil, sonra bunların ardından gelenler, sonra da onların ardından gelenlerdir" buyurmuştur. (Müslim, "Fedâ'ilü's-sahâbe", 21, 211, 212, 214, 215; Ebû Dâvûd, "Sünnet", 9; Ahmed b. Hanbel, II, 328; V, 327; VI, 156.)

Abdullah b. Mes'ûd da:

"Sizden her kim bir yol tutmak (örnek edinmek) isterse, vefat etmiş olanların yolunu tutsun. Zira hayatta olanın fitnesinden emin olunmaz. (fitneye sapmayacağı konusunda güvence yoktur.) Bunlar (vefat etmiş olanlar), bu ümmetin en temiz kalplileri, en derin ilme sahip olanları, en samimîleri olan, Resûlullah'ın ashabıdır. Onlar, Allah'ın, Resûlune yoldaş olmak ve dinini tesis etmek için seçtiği topluluktur. Onların hakkını teslim edin (gözetin) ve onların gösterdiği yola dört elle sarılın. (onların yolundan gidin.) Zira onlar en doğru yol üzereydiler" derdi. (Ahmed b. Hanbel, III, 134.)

Huzeyfe b. Yemân (r.a.) da:

"Ey (Kur'ân) okuyanlar topluluğu! Dosdoğru olunuz ve sizden öncekilerin yolunu tutunuz (yolunu takip ediniz). Allah'a andolsun ki, şayet onlara tâbi olursanız, önde gidenlerden olursunuz (büyük bir başarı elde edersiniz.); Ama eğer sağa sola saparsanız, büyük bir sapkınlığa düşersiniz" demiştir.

(Huzeyfe b. Yemân; Ebû Abdillâh Huzeyfe b. Huseyl b. Câbir el-Absî (v. 36/656). Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sırdaşı olan sahâbîdir.)

Yine Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) şöyle demiştir:

Resûlullah bize bir çizgi çizdi, sonra onun sağına ve soluna çizgiler çekti/çizdi ve buyurdu ki:

"Bu (ilk çizdiğim çizgi) Allah'ın yoludur, Bunlar da ayrı yollar olup her birinin üzerinde bir şeytan durmakta ve ona davet etmektedir." Sonra:

"Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır." (En'âm 6/153) âyetini okudu. (Dârimî, "Mukaddime", 23; Ahmed b. Hanbel, I, 435, 465.)

Allah Te'âlâ bize namazlarımızda:

"Bize doğru yolu göster. Kendilerine nimet verdiğin (lütuf ve ikramda bulunduğun) kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!" (Fatiha 1/5-7) dememizi emretmiştir.

Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) de:

"Yahudiler gazaba uğramışlar, Hristiyanlar ise sapmışlardır" buyurmuştur.  (Tirmizî, "Tefsîru sûre 1", 2,40; Ahmed b. Hanbel, IV, 378.)

Zira:

- Yahudiler hakikati bilmelerine rağmen buna uymamışlar, (hakka tâbi olmamışlar.)

- Hristiyanlar ise bilgisizce (bir bilgiye dayanmaksızın) Allah'a kulluk / ibadet etmişlerdir.

İşte bu sebeple:

"Günahkâr/Fâcir âlim ile ibadet eden/âbid câhilden Allah'a sığının; zira bunların aldatması her aldanan için bir fitnedir" denilir.

Allah Te'âlâ:

"Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz. Ama kim beni anmaktan yüz çevirirse, onun için de dar bir geçim vardır." (Tâhâ 20/123) buyurmuştur.

İbn Abbâs (r.a.):

"Allah Te'âlâ Kur'ân'ı okuyan ve içindekilerle amel eden kimsenin dünyada sapmayacağını ve ahirette bedbaht olmayacağını garanti etmiştir" diyerek bu âyeti (Tâhâ 20/123) okumuştur.

Yine Allah Te'âlâ:

"Elif. Lâm. Mîm. O kitap (Kur'ân); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar, İşte onlar, Rableri'nden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır " (Bakara 2/1-5)

Ayetlerinde de bu kimselerin hidayet üzere olanlar ve kurtuluşa erenler olduğunu haber vermiştir. Bu da gazaba uğramışlar ve sapmışların zıddıdır.

 

Allah'tan bizi ve kardeşlerimizi, doğru yoluna, kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve sâlih kimselerin yoluna erdirmesini niyaz ederiz. Bunlar en güzel dostlardır.

Allah bize yeter; o ne güzel vekildir.

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Allah, Efendimiz Hz. Muhammed'e, O'nun ailesi ve ashabına salât ü selâm eylesin.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol