Kur'an ve Sünnet
   
 
  Beşinci Mektup

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Beşinci Mektup

 

Bunun gerçekten bir mektup olup olmadığını bilmiyoruz. Ancak mektup üslubuyla yazılmıştır. Bu nedenle bunun bir mektup olacağı düşüncesiyle bu konuşmayı buraya aldık.

İbn Teymiyye bu -mektubunda- patolojik ve imani bir gerçek olan "Hased" üzerinde durur.

(el-Fetava, c. 10, sh:91)

 

Allah-ü Teala münafıklar hakkında:

"Kalplerinde hastalık var, Allah hastalıklarını daha (da) artırdı." (el-Bakara/10) buyurur.

"Biz Kur'an'da mü'minlere şifa ve rahmet olan indiririz. Bu zalimlerin ancak perişanlığını artırır." (el-İsra/82)

Bedenin hastalanması, sağlığının ve kemalinin bozulmasıdır.

Kalp hastalığı da bu tür bir hastalıktır. İnsanın kalbinde şüphe ve şehvet sebebiyle çöreklenir.

Mücahid ve Katade: "Kalplerinde hastalık vardır." ayetinde "şek" ile tefsir etmişlerdir. Bazen de zinaya karşı olan şehvet duygusu ile tefsir edilmiştir.

"Kalbinde hastalık olan göz kayar" (el-Ahzap/32)

Kalp hastalığı, seni zorla tahakkümü altına almış olan, düşmana karşı beslediğin kin gibi bir acıdır.

Allah'u Teala:

"İman eden kavmin kalblerinin acısını giderir." (et-Tevbe/14)

Hakeza "Şek" ve "cehalet" kalbe acı verir.

Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Onlar bilmediklerinde sorsalardıya çaresizlik şifası ancak soruyla (öğrenilir) buyurmuşlardır."

Hakkın anlaşılması için sorulan soruları cevaplayıp açıklamada bulunan alimin yaptığına: "cevabıyla bana şifa verdi" denir.

Kalp de tıpta bedenin yararlı gıdalarla beslendiği gibidir. Terbiyeye, gelişmeye ve ıslah olmaya muhtaçtır. Sadaka, hastaların günahını suyun ateşi söndürdüğü gibi söndürür. Kalpte bu terbiyeyle temizlenir ve parlaklık kazanır.

"Onların mallarından onları (günahlarını) temizleyen ve kendilerini arındıran bir sadaka al..." fevahiş (ahlaksızca kötülükleri) terketmekte insan kalbini temizler." (et-Tevbe/103)

"Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim Şeytan'ın adımları ardınca giderse şüphesiz ki o hayasızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah size lütfuyla acımasaydı hiç biriniz temize çıkamazdı. Fakat, Allah her şeyi işiten ve bilendir." (en-Nur/21)

"De ki: Ben ancak sizin gibi bir insanım. Bana sizin ilahınız ancak "bir" ilah olduğu vahyediliyor. O'nun için doğru olun ve O'ndan bağışlanma dileyin, yazıklar olsun o müşriklere ki onlar zekatı vermezler ve ahiret gününü inkar ederler." (Fussilet/6-7)

Buradaki "Zekat" ın anlamı insan kalbini temizleyen ve pırıldatan, aydınlatan "Tevhid ve İman" dır.

Bundan dolayı Yahya b. Ammar beş türlü ilim vardır demiştir:

a - Dünya hayatının aslı olan ilim: "Tevhid" dir.

b - Dinin gıdası olan ilim: o da Kur'an ve hadisin anlamlarını kavrayarak daima hatırlama ilmidir.

c - Dinin gıdası ve şifası olan ilim: fetva ilmidir. Zira kulun başına bir bela geldiğinde onun şifası ancak kendisine yol gösteren fetvadadır. Bunun için kul kendisini tedavi edecek birisine muhtaçtır.

d - Dini ifsad eden ilim; "Kelam ilmi" ve sonradan -dine dayalı olmadan- çıkmış olan ilimlerdir.

e - Dini helak eden ilimdir. Bu da sihir ve benzeri ilimlerdir.

Selefi sahilinden bazıları:

"Hasenat, iyilik ve ma'ruf: -kalbin nuru, bedenin kuvveti, yüzün aydınlığı, rızkın genişliği, insanların kalbinde sevgidir...

Günahı ise: kalbin zulmeti, yüzün karanlığı, bedenin güçsüzlüğü, rızkın azlığı ve insanların kalbinde -sahibine- karşı düşmanlık ve nefrettir."

Kalbinin hayat bulup, ıslah olmasının aslı imanla aydınlanmasıdır.

Allah Azze ve Celle:

"Bir ölü iken (imanla) dirilttiğimiz ve kendisine insanlar içinde yürümesi için bir nur verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp oradan hiç çıkamayan kimse gibi olur mu? İşte böylece kafirlerin yaptıkları onlara süslü gösterildi." (el-En'am/122)

Allah Azze ve Celle, müminlerin kalbindeki iman nuruna işaret ederek şöyle buyurdu:

"Allah yerleri ve göklerin nuru(nu verendir.) Onun nurunun misali içinde güçlü bir lamba bulunan bir kandil fanusu gibidir. O lamba bir cam içindedir. O cam sanki inciden bir yıldız ki, ne doğu ve ne de batıdan olmayan zeytuni bir ağaçtan yakılır. Onun parlak yağı, kendisine bir ateş değmese bile neredeyse ışık verecektir. (Bu) nur üzerine nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna erdirir. Allah insanlar için misal, verir. Allah her şeyi bilendir." (en-Nur/35)

Allah'ın Resulü'nden (sallallahu aleyhi ve sellem) rivayet edilen bir duada şöyle dediği rivayet olunur:   

"Kur'an'ı kalplerimizin baharı ve gönüllerimizin aydınlığı kıl..."

Duadaki, bahar kelimesi; gökten inen ve yeryüzünde türlü türlü bitkiyi bitiren yağmur anlamına gelmektedir. Hayat dolu aydınlık kalp ise, Allah'ın hidayetiyle pırıldatıp temizlediği kalptir. Kalp böyle olduğu zaman hakkı işitir ve onu düşünür. Bunun için Allah'ın kitabını dinleyip anlamak istemeyenler hakkında Kur'an-ı Kerim'de:

"Dediler ki; Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kalplerimiz örtüler içindedir. Kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda bir perde vardır. Sen (dinine göre) amel et, biz de kendi dinimizle amel edelim." (Fussilet/5)

Hayat dolu canlı kalbin sahibini haya fuhuş işlemekten alıkoyar.

Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Haya imandandır." derken bunu kasdediyordu.

Kendisinde hiç hayat eseri kalmayan kişiye "Vakih" denir.

"Vakahet" ise sertlik demektir. Bunun anlamı; nemli yumuşak olan şeyin aksine kuru ve katı olan şey demektir. Bir insan katı kaba ve hantal olursa, onun kalbinde hayatın olmasını sağlayacak hayatın bir tek emaresine bile rastlanmaz.

Kalbin hastalıklarından bir diğeri de "Hased"dir. Hased, hased edilen kişinin ahlakının ve durumunun iyiliğinden nefret etmek ve ona bundan ötürü buğz etmektir.

İki tür Hased vardır:

1. Allah'ın kendisine vermiş olduğu nimetlerden ötürü bir insanı sevmemek ve onu kıskanmaktır. Hasedin, -yani- kıskançlığın en kötüsü budur. Kıskandığı kişiye karşı buğz etmeye başlayınca, kalbinde bir hüzün ve acı duymaya başlar. Gittikçe onun bu durumu hastalığa dönüşür.

2. Kıskandığı kişinin kendisinden daha faziletli olmasını istememek ve fazilette onun gibi olmak veya ondan daha üstün olmayı sevmektir. Bu "Hased"e -kıskançlığa-gıbta denilir.

Hatta Allah Resulü'de (sallallahu aleyhi ve sellem) ve İbn Mes'ud yoluyla-Müslimin- rivayet ettiği bir hadisite buna "Hased" demiştir.

"Ancak iki şeyde "hased" vardır. Birisi: Allah'ın kendisine, hikmet (ilim) verdiği ve bu ilmini öğreten diğeri de Allah'ın kendisine mal verdiği ve bu malını hak yolda tüketmesi için hizmetkar kıldığı kişi."

İbn Ömer'in rivayetinde ise:

"Allah'ın kendisine Kur'an verip, gece-gündüz onunla amel eden, diğeri de Allah'ın kendisine mal verip o malından hak için gece gündüz infak eden kişi..."

Allah Resulü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) bu iki konuda tanımladığı hasede "ğıbta" denilir. Bu da fazilette başkasına benzemeyi arzulayıp, onun kendisini geçmesini istememektir.

Fakat kim Allah'ın kendisine nimetlerinden vermesini istediği halde, diğer insanların durumuna bakmazsa buna hased denmez. Onun için, insanların büyük bir kesimi bununla ibtilaya uğrarlar, buna rekabet te denebilir. Nasıl ki iki yarışçıdan her birisi arkadaşının kendisini geçmesini istemezse. Bu anlamdaki rekabet kötü değildir. Hatta hayırlı işlerde bu tür yarışma sevilen bir ameldir.

"... (Ki) Onun sonu misktir. (Çok güzel kokuludur.) O halde (bunda) yarışacak olanlar, (haydi) yarışsınlar!.." (el-Mutaffifîn/26)

Allah'ın kullarının Allah'ın nimetlerinde bir yarış içerisinde olmaları emredilmiştir. Ancak insan bu yarışı dünyanın geçici nimetleri için yapmamalı. Allah'ın Resulü'nün de (sallallahu aleyhi ve sellem) sözünü ettiği budur. Çünkü Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine amel ettiği bir ilim verilmiş olan ve bu ilmi öğretenler ve kendisine verilen maldan Allah için harcayan insanlarla fazilette yarışmayı bundan müstesna kılmıştır.

Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) mücahidi hadisinde zikretmedi. Zira insan nefsi çok büyük zorluk ve meşekkat içinde olanı kıskanıp ona benzemek istemez, velev ki Allah yolundaki mücahid malını infak edenden daha hayırlı olsa bile.

Hakeza Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) namazı, orucu, haccı, ameli kıskanılan insanların amelleri arasına almamıştır. Çünkü insanların ilim ve mal infakı ile sahip oldukları dereceler, bu amelleri işleyenlere aynen verilmez de o'nun için.

"Hased" gerçekten başkasının sahip olduğu makam ve şöhreti kıskanmada söz konusu olur. Bunun için ilim ehli ve onların peşinden gidenlerin arasındaki hased, başka hiçbir şeyde bulunmaz. Hakeza malını harcayacağı ve çok hayırda bulunduğu için çevresinde bulunan insanlarla benzerleri arasında da aynı hased vardır. Bu iki insan sınıfından birisi, insanların kalplerinin gıdasını temin ederek, diğeri de onların bedenlerinin gıdasını teinin ederek, onlara yarar sağlar. O'nun için Allah'u Teala iki sınıfa da örnek getirerek şöyle buyurdu:

"Allah şöyle misal verdi, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, tarafımızdan kendisini güzel bir rızıkla rızıklandırdığımız ve bundan gizli, açık infak eden bir kimse hiç denk olur mu? Hamd Allah'adır, fakat onların çoğu bilmezler. Şu iki adamı da misal olarak verdi, biri dilsiz, hiçbir şeyi (ifade etmeye) gücü yetmez, efendisinin üzerine yüktür Onu nereye götürse hayırlı bir işe yaramaz. (Şimdi) bu, doğru yolda olup adalette emreden bir kimseyle denk olur mu?" (en-Nahl/75-76)

Bu iki örneği Allah Azze ve Celle kendisiyle beraber kendisinden başka ibadet edilenler için vermiştir. Çünkü Vesen'lerin (heykellerin) yarar sağlayacak ne bir amele ne de bir söze güçleri yetmez.

Bundan dolayı -Asr-ı saadette insanlar. Abbas'ın evini sık sık ziyaret ederler ve onun evinin bereketli olduğunu söylerlerdi. Zira oğlu Abbas (r.a.) insanlara ilim, öğretiyor. Ubeydullah (r.a.) ise bol bol yedirir, içirirdi.

Muaviye, insanların "Haccın anlamı" hakkında Abdullah b. Ömer'e soru sorduklarında ve onun da onlara fetva verdiğini görünce "Allah'a yemin ederim ki, işte şeref budur." demiştir.

Ömer'i (r.a.) Ebu Bekr'le (r.a.) Allah yolunda mal infakında yarıştığını görürüz. Sahih-i Buhari de Ömer'in (r.a.) kendisi anlatıyor:

"Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) infakta bulunmamızı emretti. Tam bu sırada da elime bir mal geçmişti. Kendi kendime:

"Ebu Bekir'i infakta geçecek gün varsa o da bu gündür" dedim.

Sonra malımın yarısını alıp Allah'ın Resulüne (sallallahu aleyhi ve sellem) geldim.

Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem): "ehline ne bıraktın?" diye sordu.

Ben de o kadarını da ehlime bıraktım dedim. Birde baktım, Ebu Bekir (r.a.) elinde bulunan ne kadar malı varsa alıp gelmiş. Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem):

"O'na da evinde ne bıraktın?" dedi. Ebu Bekir (r.a.):

"Onlara Allah'ı ve Resulü'nü (sallallahu aleyhi ve sellem) bıraktım... dedi.

Bunun üzerine ben Ebu Bekir'e (r.a.):

"Hiç bir zaman hayırda seninle yarışmam mümkün değil..." dedim.

Ömer'in (r.a.) yaptığı mubah olan yarış ve "ğıbta" idi. Fakat Ebu Bekir'in (r.a.) yaptığı ise daha hayırlı idi. Çünkü o tüm malını vermekle ne bir kimseyle yarış içindeydi ve ne de başka kimseden bir şey diliyordu.

Sahabeden Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrah ve benzenleri de bu tür amaçlardan uzak idiler. Mallarını infak ederken ğıbta ve yarışı duygusu içinde olanların duygularından velev ki mubah bile olsa çok uzaktılar.

Ebu Ubeyde (r.a.) bu güzel ahlakından ötürü "ümmetin emin"i (en güveniliri) olmak şerefini haketmiştir. Emin kişi kendisine emanet edilen şey hakkında nefsinde herhangi bir pürüz görmüyorsa, o gerçekten emanet edilen şeyi korumaya layıktır.

İmam Ahmed'in (r.a) Müsned'inde Enes (r.a.)dan rivayet ettiği bir hadiste:

"Biz, Allah Resulü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) yanında oturuyorduk.

"Şimdi şu yamaçtan, yanımıza cennet ehlinden olan bir insan çıkıp gelecek" dedi.

Sonra Ensar'dan sakallarından abdest suyu damlayan bir adam nalınlarını sol eline takmış olarak gelip selam verdi.

Ertesi gün Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) aynı sözünü tekrarladı. O adam yine aynı yerden çıktı. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ayağa kalkınca ardından Abdullah b. Amr İbnu'l As (r.a.) çıkageldi.

Enes diyor ki ben babamın yanına üç gün girmemeye yemin ettim. Eğer sen bu üç gün geçinceye kadar beni kendi evinde misafir edersen iyi olur dedim diyor. O da evet dedi. Enes Abdullah'ın evinde üç gece kalmasına rağmen:

Onun gece namaza hiç kalkmadığını gördü. Yalnız, o gece uyanıp yatağında sağa-sola kıvrandığında Allah-ı (c.c.) zikreder ve tekbir getirirdi. Sonra sabah namazını kılmaya kalkardı. Evet ben onun hayırdan başka bir şey söylediğini görmedim, derdi.

Enes (r.a.): "Bu üç gün geçince neredeyse onun amelini küçük görüp onu eleştirecektim. Ona:

"Ey Abdullah hiçbir zaman benimle annem-babam arasında bir gazap ve düşmanlık olmadı. Fakat ben Allah Resulü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) üç kez:

"Şimdi şu yamaçtan, yanımıza cennet ehlinden olan bir insan çıkıp gelecek" dedi ve her üçünde de sen çıktın.

Ben bunu duyunca senin yanında üç gün geceleyip senin ne yaptığını öğrenmek ve yaptığına uymak istedim. Ancak senin hiçte geceleri fazla amel yaptığını görmedim.

Peki sen ne yapıyorsun ki Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) senin hakkında öyle söyledi?

Abdullah; "işte sen bütün yaptığımı gördün. Şu var ki ben müslümanlardan hiç birisine karşı kalbimde ne bir aldatma ve ne de Allah'ın bir kuluna verdiği bir nimetten dolayı kıskançlık beslemiyorum; deyince. Enes (r.a.):

"İşte seni bu makama ulaştıran budur. Bizim de gücümüzünde yetmediği bu!" dedi."

Bunun için Allah Azze ve Celle Ensarı övdü:

"Onlardan önce (Medine'yi) hem yurt hem de iman (İslam Yurdu) edinenler, kendilerine hicret edenleri severler, onlara verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir şey bulmazlar. Muhtaç olsalar bile onları özlerine tercih ederler. Kim nefsinin (mala karşı) hırs ve cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (el-Haşr/9)

Yani Ensar, kalplerinde Allah'ın muhacirlere verdiklerinden ötürü hiçbir şey duymuyordu. Diğer bir ifade ile muhacirlere karşı kalplerinde ne bir kin ve ne de bir hased duyuyorlardı.

Evs ile Hazrec arasında din için bir yarış vardı. Birisi bir hizmette daha ileri gittiğinde diğeri ondan daha da ileri gitmek isterdi.

Kötülenmiş olan "hased"e gelince, bu Yahudilerin kalplerinde besledikleri haseddir:

"Ehl-i kitaptan bir çoğu (Kur'an gelip) gerçek kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerinde ki hasedten dolayı sizi imanınızdan sonra küfre döndürmeyi arzu etiler. Allah'ın emri gelinceye kadar görmezlikten gelip sabırlı olun. Allah her şeye gücü yetendir." (el-Bakara/109)

Kişi böyle bir hased'le amel ettiğinde zulmedip haddini aşmış olur. Onun için de "tevbe" edinceye kadar Allah'ın vereceği azap ve cezayı hak etmiş olur.

Buna karşılık kıskanılan kişi ise mazlum durumuna düşmüş olur. Ona düşen de böyle bir durumda sabredip takva üzere olmak "Hased" edeni bağışlayıp işlediği kusuru görmemektir.

Yusuf (a.s.) kardeşlerinin kıskançlığıyla imtihan edildi. Üstelik bununla da yetinmeyip onu öldürmek, kuyuya atmak ve köle olarak kafirlere satmayı düşünmekle ayrıca ona zulüm ettiler.

Hased'den amaç nefsin mübtela olup insanların çoğunun kurtulamadığı bir hastalıktır. Onun için (Hiçbir cesed, hased'den kurtulamaz) denilmiştir. Ancak kötü ahlaklı olan kişi bunu dışarı vurur. Keramet sahibi olan kişi ise onu gizler. Kim nefsinde bir başkasına karşı hased duyarsa bu hastalığını "takva" ve "sabır" ile tedavi etsin. Din sahibi olan insanların çoğu kıskandıkları kişilere karşı düşmanca bir tavır takınmazlar. Fakat buna rağmen onun hakkı olanı gerçek bir biçimde yerine getirmezler.

Aksine birisini insanlar kötüleyince, onun iyiliklerini söylemekten çekinirler. Hakeza çoğunluk onu övdüğünde susarlar. Halbuki insanlar, o kişi hakkında söylediklerini terketmekle emrolunmuşlardı. Bunun cezası da Onların kendi haklarını aşağılamalarıdır.

Bunun için üç şeyde Allah'a isyan olmuş denilmiştir:

1 - "Hırs",

2 - "Kibir",

3 - "Hased".

Hırsın -Adem'den,

Kibrin -Şeytan"dan,

Hasedin-Kabil'den kaldığı söylenir.

Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Sizden önceki ümmetlerin hastalığı sizlere bulaştı. Hased, düşmanlık, ki bu tıraş edicidir. Saçı traş eder demiyorum. Fakat o dini tıraş eder."

Allah Resulü bunu hastalık olarak adlandırdı. Tıpkı cimriliği hastalık olarak adlandırdığı gibi:

"Cimrilikten daha belalı bir hastalık mı var?"

Dolayısıyla "hased"in bir hastalık olduğu, böylece bilinmiş oldu. Hadiste hased, cimrilik ve düşmanlıkla beraber zikredilmiştir. Çünkü hased öncelikle Allah'ın faziletlendirdiği bir kişiye buğzetme hastalığıdır. Ondan sonra da ona düşmanlık gelir.

Allah Azze ve Celle'nin haber verdiği gibi "hased" insana haddini aştırır ve ona azgınlık yaptırır. Bizden önceki ümmetlerde de öyle olmuştu. Onlar birbirlerini kıskandıklarından ötürü birbirilerine karşı düşmanca tavır takınmışlardı.

"Cimrilik" ve "hased" aslında nefse hayırı dokunacak şeyin buğuzunu insanın kalbine koyan bir hastalıktır. Aksine, nefse zararı olanı nefse sevdirir.

Kalp ise Allah için yaratılmıştır. İşte Allah'ın kullarını üzerinde yarattığı "Fıtrat" budur. Peygamberler (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) bu fıtratı insanlığın benliğine yerleştirmek ve onu olgunluğu erdirmek için gönderildiler, bu fıtratı değiştirmek için değil.

İnsanın kalbi yalnız Allah'ı sevip, dini onun için halis kılınca bu hastalıklara uğramaz.

Kalbin sağlığı ancak "iman"  "yararlı ilim" ve "salih amel" ile korunur.

Öyleyse mümin farzları en olgun şekliyle korusun ve "Beş vakit namaza" "Batın" ve "zahir"de sahip çıksın. Zira namaz dinin direğidir. Mü'min bu iki esasa sıkıca sarılmalı. Çünkü dileme ve kudret yalnız Allah'tandır. Dünyanın sıkıntıları, yükleri ve tehlikelerine ancak bununla tahammül edilebilir, taşınabilir, yüksek derecelere ancak bununla ulaşılabilir.

Alemlerin Rabbine hamdolsun; hamd ve övgü, İslam ve Sünnet üzerine ancak O'nadır.

Allah'ım efendimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'i O'nun ehli ashabı, mü'minlerin anneleri olan zevceleri. Tabiin ve onlara iyilikle uyanlara, din gününe kadar çok salat ve selamda bulun!...


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol