Kur'an ve Sünnet
   
 
  Onbirinci Mektup

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Onbirinci Mektup

 

Mektuptan anlaşıldığı kadarıyla İbn Teymiyye Mısır'da ilk hapishaneye atılışından sonra bu mektubu yazmış. İbn Teymiyye'nin ilk tutuklanış tarihi 705 Hirci yılıdır. Ancak Kahire'de ki Sultanın yardımcısı Onu orada alıkoyar.

İbn Teymiyye bu mektubunda, "Tevhid" "Takva" ve "Kardeşlik Hukuku" gibi konulan işler. Ayrıca Sakinlerin sorumluluklarına değinir. Mü'min insan alimlerin Rabbani olanları ile İslamı hayatın daha iyi anlaşılacağını vurgular. Müminler ancak Allah'ın rızası için bir araya gelir ve ancak yine onun rızası için ihtilaf edebilirler.

( el-Fetava: c. 28. sh: 50-57. Şeyhul-İslam İbn Teymiyye, İbrahim b. Ahmed el-Feyyani, sh: 39-44.)

 

Allah'a hamd. O'nun Resulü'ne (sallallahu aleyhi ve sellem) salat ve selamdan sonra;

Allah Azze ve Celle bana öyle büyük nimetlerini ve acaib ayetlerini gösterdi ki; bu ayetlerin gereği olarak, Ona çok büyük şükranda itaat edip sebat içerisinde -güzel bir sabırla sabrederek, emirlerini yapmak -bize- vacib olmuştur. Zira rahatlıkta kuldan istenen sabır, zorlukta iken istenen sabırdan daha büyüktür.

"Biz insana rahmeti (mizden) verip sonra o rahmeti ondan çekip aldığımız da O (ansızın) ümitsiz ve çok inkar eden birisi olur."

Ona, dokunan bir zarardan sonra nimetlerimizi tattırınca, şöyle der; (Artık) kötülüklerimden hiçbirşey kalmadı, der ve sevinçle övünen birisi olur."

Ancak, sabredip salih ameller işleyenler (böyle yapmazlar) İşte onlar için bağışlanma ve büyük bir mükafat vardır." (Hûd / 9,10,11)

Biliyorsunuz, Allah Azze ve Celle bu davada; dininin nusretine vesile olacak, sözünün yücelmesi, hizbinin muzaffer olması ve dostlarının izzet bulup. "Ehli Sünnet vel-Cemaat'in" güçlenmesi, "ehli bid'at ve dalalet fırkası" nın zelil olması için bize çok büyük bir ikramda bulunmuştur. Sizin inancınızda kabul ettiğiniz ve bununla beraber Sünnet'i savunmanız, hidayet ve zafer kapılarının daha da açılmasına, harikulade delilleri ve gerçeklerin, önü ardı gelmeyecek bir biçimde Allah'ın kullarına zahir olmuştur.

İnsanların Sünnete büyük bir şevkle yönelmelerine vesile olmuştur. Bununla beraber daha nice şükürle karşılanması gereken büyük nimetler var. Bunun sabırla karşılanması gerekir. Velevki bu, rahat da olsa.

Biliyorsunuz öyle büyük temel kaideler vardır ki, kalplerin telifi, sözün birliği, insanların arasını ıslah etmekle beraber dinin cümlesinden sayılır.

Allah Azze ve Celle;

"Allah'tan korkun ve aranızda ki şeyleri ıslah ediniz." (el-Enfal/1)

"Allah'ın ipine sımsıkı sanlın, fırkalara ayrılmayın." (Al-i İmran/103)

"Kendilerine açık ayetler geldikten sonra bölünüp, ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azab vardır." (Al-i İmran/105)

Cemaat olmayı, birlik olmayı emredip ve ayrılığı yasaklayan buna benzer daha birçok (Kur'an ve Sünnet) nassı vardır.

Bu gerçeğin sahipleri, cemaat ehli olmaya layık olanlardır. Nasıl ki cemaatten ayrılanlar "fırka" ismi almaya layıklarsa.

Sünnet'in aslı Allah'ın Rasulü'ne (sallallahu aleyhi ve sellem) itaat etmektir.

Müslim'in Ebu Hureyre'den (r.a.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle söylemekte:

"Allah sizin için üç şeye razı olur;

- Ona ibadet etmeniz, Ona hiçbir şeyi ortak koşmamanız ve

- Allah'ın ipine topluca sarılıp fırkalara ayrılmamanız ve

- İşlerinizin başına gelenlere nasihatta bulunmanız."

Yine sünen kitaplarında Zeyd b. Sabit ve Abdullah b. Mesud'un rivayet ettikleri bir hadiste de Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

"Allah bizden bir hadis duyup o hadisi duymayana, ulaştıranın yüzünü Cennet nimetlerinin sevinciyle aydınlatsın. Nice fıkıh taşıyan adam var ki fakih değildir ve nice fıkhı taşıyan onu kendinden daha fakih olana taşır"

"Üç şeyde müminin kalbine hiyanet duygusu sirayet etmez (usanmaz). Allah için amelini halis kılmak, Ulu'l emre nasihatte bulunmak ve müslümanlann cemaatine katılmak. Çünkü onların duaları kendilerini kuşatmıştır."

Yani müslümanın kalbi bu güzel özelliklerden hiç birisine karşı kin ve soğukluk duymaz. Aksine müslümanın kalbi bunu sever ve buna razı olur.

Bu gerçeklerin ilki, -Allah sizden razı olsun- benim hakkımda bildiklerinizdir. Ben hiçbir zaman ve asla müslümanlardan arkadaşlarımız bir yana, hiçbir kimsenin bütün kalbimle ve gerçekten de eziyet görmesini sevmediğim gibi, kalbimde -müslümanlardan- herhangi birisi için de hiçbir kin ve kınama duygusu beslemiyorum.

Aksine, ben müslümanları layık oldukları tüm sevgi, saygı ve takdirde hem de eskisinden olduğundan daha çok seviyorum. Herkesin hesabı kendi haline göredir.

İnsan ya müctehiddir, veya doğru ya da yanlış ictihadda bulunabilen biridir. Birincisi içtihadının doğruluğundan ötürü , diğeri ise ictihad etmekten dolayı ecir aldığı gibi, hatası bağışlanmıştır.

Üçüncüsüne gelince; Allah bizi ve tüm müslümanları bağışlasın, dileriz. Bunun için, bu temel prensibe uymayan aykırı söz zeminini ortadan kaldırmak istiyoruz. Örneğin, filan kusur etti, filan amel etmiyor, filancanın sebebiyle Şeyh (İbn Teymiyye kendisi için söylüyor) eziyet gördü, filanca bu davanın (muhakemenin) nedeni oldu gibi; "ashab" ve "ihvan" için üzücü ve kinci olacak sözleri asla kabul etmiyorum. Bu konuda onları hiç kimsenin üzmesine izin vermiyorum.. "La havle vela kuvvete illa billah"   

Bu tür sözler kötü sonucunu, eninde sonunda elbet bir gün sahibine iade eder. Ancak nasihat babından olup Allah'ın bağışlayacağı bir şey olursa, ona diyecek bir sözümüz yoktur. Allah dilerse bağışlar. Çünkü çoklarının geçmiş günahlarını bağışlamıştır.

Yine biliyorsunuz ki şimdi Mısır'da olduğu gibi bir zamanlar Şam'da da "ashab" ve "ihvan" hakkında söylenen ağır sözler, kötü ithamlar asla, bu saldırılara uğrayan kardeşlerin değerinden bir şey alıp götürmez.

Bizden hiç kimse için, ne bir tavır değişikliği ve ne de herhangi bir biçimde hınç besleme yoktur.

Belki o kardeş bu tür ağır sözlerle töhmet altında bırakılıp taarruzlara uğrarken, değeri daha artıyor ve daha çok sevilir.

Ancak, bu gibi olaylar müslümanların maslahatı için zaruridir.

Mümin mümin için birbirini yıkayan iki el gibidir.

Bazan olur ki eldeki kir ancak biraz sert bir hareketle çıkabilir. Yalnız bu sertlikle beraber temiz ve yumuşak olmayı da unutmamalıyız. Ve yine biliyorsunuz ki, hepimiz "Birr" ve "Takva" üzere yardımlaşmakla mükellefiz. Bizim öncekinden de daha canla başla birbirimize yardım etmemiz artık vacib olmuştur.

Kim Mısır'da (şimdilik) veya Şam'da kendisine karşı takınılan sert ve kinci tavırlardan dolayı, kendisi de, aynı tavrı takınır ve kinci olursa, bilirsinki bunu yapanın kendisi hatalıdır. Kim mü'minlerin birbirleriyle yardımlaşmak ve dayanışmak gibi, salih amellerde cimrilik ettiklerini düşünüyorsa o zanda bulunmaktadır. Ve: "Şüphesiz, ki zan hiçbir zaman hakkın yerini tutmaz." (Yunus/36)

Kim cemaatimizden gözden kaybolmuş, veya bugün Mısır'da yanımıza gelmişse; bilmiş olsun ki o öncekisinden de daha çok kalbimizde büyük bir sevgi ve saygıya sahiptir.

Biliyorsunuz ki insan sadece bu davada değil, diğer meselelerin bir çoğunda da olaylarıyorumlamakta ihtilafa düşer. İman ehlinin de böyle farklı farklı görüş ve yapıya sahip olmaları olağandır.

Tabidir ki insanoğlunun nefsi şeytanın vesveselerine kapılmaktan kendisini kurtaramaz. Allah Azze ve Celle kitabında;

"Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik, emaneti üstlenmekten kaçındılar ve onu insan yüklendi. o çok zalim ve bilgisizdir." (el-Ahzab/72) buyurmuştur.

Ben size bundan öncekilerden daha anlamlı ve daha kapsamlı bir nasihatta bulunmak istiyorum:

Bunu büyük olan kardeşin küçüğe, küçük olana siyasetini belirlemesi için söylüyorum.

Siz bu davada (İmam İbn Teymiyyeye akaidi meselelerden dolayı kendisine iftira edilip, hapse atılmasını kastediyor.) ne kadar, yalan iftira, yersiz zanlar ve bozuk heveslerin rol oynadığını biliyorsunuz. Bunu burada baştan yenilemenin anlamı yok. Söylenenin hepsi yalan ve hakkımızda haksız bir iftiradır. Fakat -Allah'ın izniyle- biz onu hakkımızda bir nimet ve hayır olarak kabul ediyoruz.

Allah Azze ve Celle kitabında;

"İftira edenler sizden bir gruptur, onu sizin için şer hesaplamayın, belki O sizin hakkınızda hayırlıdır. Onlardan herbirisi için kazandığı bir günah vardır. Onlardan kibrinin (nefsinin büyüklüğünün) peşine düşen için çok büyük bir azap vardır." (en-Nur/11) buyurmuştur.

Allah yalancıların iftiralarından bizi temizlemek için nurunu ve burhanını izhar etti. Ben asla bu yalan ve iftiralardan herhangi bir kimseye, kardeşlerimin -intikam alma- duygusuyla üstünlüklerini izhar etmelerini hoş görmüyorum.

Ben onlara hakkımı helal ettim. Ben tüm müslümanlar için hayrı dilerim.

Kendi nefsim için sevdiğim hayrı her mümin içinde seviyorum.

Onlardan yalan söyleyip zulmedenlere hakkım helaldir. Ama Allah'ın haklarıyla ilgili olan meselelere gelince; Onlar tevbe ederlerse Allah da tevbelerini kabul eder. Yoksa, Allah'ın hükmü onlar hakkında geçerlidir.

Eğer bir insana kötülüğünden ötürü teşekkür edilmesi gerekirse; ben bu davaya sebep olan herkese teşekkür etmek isterim. Çünkü bu dava sebebiyle dünya ve ahiret hayrına vesile olacak çok gerçekler gün yüzüne çıktı.

Ancak Allah Azze ve Celle nimetlerinin güzelliğinden, rahmeti ve şefkatinden dolayı şükre lâyık olandır. O'nun her hükmü müslüman için hayırdır. Sadık niyet sahipleri niyetlerinden dolayı zaten şükran ehlidir. Hakeza, salih amel sahipleri de amellerinden ötürü övgüyü haketmişlerdir. Kötülük ehline gelince, Allah'ın onları bağışlamasını dileriz.

Siz bunun, benim ahlakım olduğunu biliyorsunuz. Durum olduğundan da daha ciddidir. Fakat insanların hakları birbirine bağlıdır. Hepsinin üzerinde Allah'ın hakları vardır. Onlarda bu haklarda Allah'ın hükmüne bağlıdırlar.

Bildiğiniz gibi "ifk" olayında Ebu Bekri's Sıddık, Mistah b. Usase'ye yaptığı yardımı kesmeye yemin etmişti. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle şu ayeti kerimeyi indirmişti:

"İçinizde faziletli ve varlık sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine -dair- yemin etmesinler, bağışlayıp hoş görsünler. (Siz de) Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz?" Allah çok mağfiret edici ve acıyıcıdır." (en-Nur/22)

Bu ayet-i kerime inince Ebu Bekr (r.a.) şöyle dedi:

"Evet Allah'a yemin olsun ki Allah'ın beni bağışlamasını istiyorum" deyip Mistah'a daha önce belirlediği yardımına devam etti.

Bağışlama ve ihsan hakkında tüm bu zikredilenlerle beraber Allah'ın elçisini ve kitabı'nı gönderdiği gaye uğrunda "cihad" etmek daha yüce daha hayırlıdır:

"Ey iman edenler sizden kim dininden dönerse (bilsin ki): Allah, sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı izzetli bir toplum getirecektir. (Onlar) Allah yolunda cihad ederler ve kınayanların kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği fazlıdır. Allah'ın (lütfü) ve ilmi geniştir." (el-Maide/53, 54, 55.)

Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'a salat ve selam efendimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ve O'nun ashabı üzerine olsun!...


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol