Kur'an ve Sünnet
   
 
  Birinci Mektup

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Birinci Mektup

 

İbn Teymiyye'nin Şam'da iken Kıbrıs Kralı Sergius'a yazdığı bir mektuptur.

İbn Teymiyye bu mektubunda hem dinlerin özü oban "tevhid" akidesini, hem de eleştirel mukayeseli din felsefesi cihad ve davet diplomasisini en güzel şekilde bir arada gözler önüne sermektedir.

Mektupta hristiyanlığın özüne ve hristiyanların o tarihlerde Müslümanlara karşı yürüttükleri ikiyüzlü ve haince savaşlarına Ciddi eleştiriler vardır.

(el-Fetava: c. 28, sh: 610-630.)

 

Ahmed b. Teymiyye'den dininin halkının büyüğü, din adamlarının destek ve yardımını görmüş, piskoposlar, rahipler, prensler, katipleri ve halkı tarafından sevilen Sergius'a...

Selam hidayete erenlerin üzerine olsun.

İbrahim'in ve Al-i İmran'ın Rabbi olan ve kendisinden başka ilah olmayan Allah'a hamd ederek -sözlerime- başlarım.

Allah kulları arasından peygamberler ve nebiler göndermiştir. Onlar arasından da. Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed'i (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) "Ulu'l-Azm" peygamberler olarak göndermiştir. Allah kitabında bu peygamberler hakkında şöyle buyurur:

"Dini ikame edip onda ayrılığa düşmeyesiniz diye (Allah) Nuh'a tavsiye ettiği dinden-ve sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi size şeriat kıldı. Müşrikleri çağırdığın (bu şeriat) onların (nefsinde) çok büyüdü. Allah kendisine dilediğini seçer ve kendisine yöneleni doğru yola iletir." (eş-Şura/13)

Yine Allah Azze ve Celle:

"Hani biz peygamberlerden ve senden misak aldığımız gibi İbrahim, Musa, ve Meryem oğlu İsa'dan da (iltisaklarını) almıştık. Biz onlardan pek ağır bir misak almıştık. Allah bu misakı doğrulara, doğruluklarından sormak için aldı ve kafirler için açık acı bir azap hazırladı." (el-Ahzab/7-8)

Allah'ın salat ve Selamı; Peygamberlerin hatemi, peygamberlerin Rablerinin huzuruna çıktıklarında. Peygamberlerin imamı, insanların şefaatçisi rahmet ve Cihad peygamberi, Peygamberlerin süsü, Allah'ın "sözü" ve "ruhu" (emri) İmran kızı Meryem'in (a.s.) oğlu hidayet elçisi, Allah katında dünya ve ahirette nur yüzlü makamı Allah'a en yakın olan ve güzel sıfatlarla süslenen rahmet peygamberi, İsrailoğullarının Musa'dan (a.s.) aldıkları ahidle Mesih'in haber verdiği ve kuvvet ve azametle övüp tanıttığı peygamberlerin sonuncusu, kafirlere karşı şiddetli, mü'minlere karşı ise merhametli, şeriatı kendisinden önce gönderilmiş olan Peygamberlerin şeriatlarının hepsini tüm güzellikleriyle içeren Hz. Muhammed'e (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ondan önce gelmiş olan ve onların yolundan gidenlerin üzerine olsun!

 

Allah Azze ve Celle yarattıklarını, yüce kudretiyle yarattı.

Yarattıklarında iradesinin, hikmetinin, rahmetinin eserlerini ve yaratılış gayelerini de izhar etti.

Bu gayenin de O'na kulluk olduğunu haber verdi. Bunun aslı da Allah'ı bilmek ve O'nu sevmektir.

Allah kimi doğru yoluna iletmiş, ona kendi katından merhamet edip, ilim, güzel adları, yüce sıfatları hakkında bilgi vermiş ve o kişiye kendisine kalpten yönelme, adı anılınca korkma, O'na huşu ile kulluk etme ve "İlah" olarak yalnız O'nu görme bilgisini vermiş ise, kartalların yavrularına karşı duydukları şefkat gibi ona şefkat eder. Annenin çocuğunu sevdiği gibi ona sevgi besler. O kul o zaman yalnız ve yalnız Allah'ı severek, "korku" ve "sevgi" içerisinde kulluk eder. Dinini O'nun için halis kılar. O öncekilerin de sonrakilerin de Rabbidir.

Din gününün sahibi, gördüğümüz ve görmediklerimizin yaratıcısı "gayb" ve "şehadet" aleminin sahibi, bir şeyi yaratmak istediğinde, hemen o şeyin kudretiyle varolduğu bir Rabdir.

O Kendinden başka hiçbir şeyi kendisine denk edinmemiştir.

Allah'a iman etmeyenler Allah'tan başka O'na denk koştuklarına Allah'ın sevgisi gibi, hatta daha kuvvetlice bağlanırlar.

Allah'a iman edenler ise Allah'ı daha çok severler. Onlar Rablerine kimseyi ortak koşmazlar. O'ndan başka kimseyi, ne melekleri ne peygamberlerden bir peygamberi ne de bir arkadaşlarını -mutlak anlamda-dost ve yardımcı olarak tutmazlar.

 

Allah Musa'ya (a.s.) ve ümmetine 12 esbat (soy) adedince denizi kuru bir yol haline getirip, suları sağlarında ve sollarında dağlar gibi ayırıp ikiye böldü. O'nun kavminin üzerine rahmetinden bembeyaz bulutları gönderip, onları serinletmek için gölgeledi. Nereye giderlerse o bulutlar da, onlarla beraber hareket ederdi. Onlara her sabah bıldırcın eti ve helva indirirdi. Susadıklarında Musa (a.s.) asasını taşa vurur o taştan -Allah'ın izniyle- 12 gözden sular fışkırır ve her sıpt (soy) kendi gözünden içerdi.

İsrailoğullarından öyle peygamberler gönderdi ki, onlardan Musa (a.s.) gibi Allah Azze ve Celle'nin izniyle ölüleri dirilten çıktı. Kimisinin eliyle Allah Azze ve Celle hastaların hastalıklarını giderip onlara şifalar verdi.

Onların kimine dilediği gibi gayb ilminden öğretti. Onlardan kimine de yarattıklarını hizmetçi kılıp onlara türlü mucizeler verdi.

Bütün bu anlattıklarımız; Yahudi ve Hıristiyan tüm ümmetlere ve milletlere gönderilmiş ve şu anda ellerinde bulunan kitaplarda da dediklerimiz üzerine ittifak edilmiştir.

"Şu'ya, Ermiya, Danyal, Habkuk, Davud, Süleyman" (Allah'ın selamı onların üzerine olsun.) gibi. Kralların kitabı ve içinde ibretler dolu diğerleri de buna şahiddir.

İsrailoğulları çok katı kalpli isyancı bir millet idi. Kah putlara ibadet ederler, kah Allah'a. Kimi zaman haksız yere peygamberlerini öldürürler, kimi zaman da en adi hilelerle Allah'ın haram kıldığını helal kılarlardı. Bunun üzerine ilk önce Davud'un (a.s.) diliyle lanetlendiler. Kudüs'ün harap oluşunu bu milletten olup bilmeyen yoktur.

Sonra Allah-u Teala Meryemoğlu İsa'yı kendisinden önce birçok peygamber geçtikten sonra gönderdi. Onu ve annesini kendisinin ayetlerinden bir ayet kıldı. Çünkü gökte ve yerde olan ne varsa hepsi Allah'ın kuludur. Rableri onları tek tek bilir. Onların her birini kıyamet günü Allah'ın huzuruna tek başına gelecektir.

İşte Muhammed'i (sallallahu aleyhi ve sellem) insanlar arasından seçerek, hidayetine, ilmine layık görüp insanların hakkında ayrılığa düştükleri şeyde, O'nu doğru ve iyi olana iletti.

 

İnsanlar Adem (a.s.) zamanında olduğu gibi Nuh (a.s.) zamanında da "Tevhid" ve "İhlas" üzereydiler. İnsanlar Tevhid'i bırakıp şirk koşuncaya ve putlara tapıncaya kadar böyle devam etti. Allah Azze ve Celle'nin bu konuda bir kitap ve haber indirmemesine ve peygamber göndermemesine rağmen şeytan en fasid kıyaslamalarıyla bu insanlara, şüphelerini ve sapık felsefelerini süslü gösterdi.

Onların bir kısmı heykelleri, gökteki yıldızların en yüksek gök tabakalarının ve yüce ruhların tılsımı sandı. Diğer bir kısmı da bir zamanlar kendilerine gönderilmiş olan peygamberler ve onların yolundan giden salih insanların suretlerine benzeterek heykeller yapıp onlara İbadet ettiler. Bazıları da bu heykelleri adi ruhlar, cin ve şeytanların suretleri üzere (Totem) yonttular.

Böylece insanların çoğu kendi başlarındakileri taklid edip doğru yoldan ayrıldılar.

Bunun üzerine Allah-u Teala Peygamberi Nuh'u (a.s.):

"Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığını, ortağı ve benzeri bulunmadığını, Allah'tan başkasına ibadet etmemeleri gerektiğini tebliğ etmek ve Tevhid'e da'vet için gönderdi."

Velev ki onlar bu taptıklarının kendileri Allah'a yaklaştıracağı zannı içinde olsalar bile.

Nuh (a.s.) kavmi arasında 950 yıl yaşadı. Allah-u Teala O'nun kavminden ancak çok az bir kısmının iman edeceğini? O'na ehlini O'nun duasıyla helak etti.

O'ndan sonra da peygamber(ler) geldi. Daha sonra yine yeryüzü fesada boğuldu, insanlar arasında "Sabîilik" ve "şirk" yayılmaya başladı. Öyle ki yeryüzünü Nemrud'lar ve Firavunlar işgal edip zalim yönetimlerini yeryüzünün şarkında ve garbında egemen kıldılar.

Allah Azze ve Celle bunun üzerine haniflerin İmamı halis dinin esası İbrahim (a.s.)'dan kalan emanetin devamı olan ve insanları şirkten temizleyip, putlara ibadet etmekten kurtarıp, Allah'ın halis dini olan İslam'a davet eden peygamberi Muhammed'i (sallallahu aleyhi ve sellem) gönderdi.

Ve o peygamber tüm insanlığa şöyle seslendi.

"Ben yüzümü hanif (muvahhid) olarak gökleri ve yeri (yok iken) yaratan Allah'a çevirdim. Ben, müşriklerden değilim." (el-En'am/79)

"(İbrahim), siz ve sizden önceki babalarınızın taptıklarını gördünüz mü? Alemlerin Rabbi Müstesna onların (hepsi) benim düşmanlarımdır. O (Allah) dır beni yaratan ve hidayete erdiren, O'dur beni yediren ve içiren O'dur Hastalanınca bana şifa veren. Beni (Önce) öldüren ve (sonra) dirilten O'dur. O'dur din günü günahımı bağışlamasını istediğim. Rabbi(m) bana bir hikmet ver ve beni salihlere kat." (eş-Şuara/75-82)

Allah, İbrahim (a.s.) için şöyle diyor:

"İbrahim'de ve O'nunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine:

"Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan (kulluk ettiklerinizden) uzağız (beriyiz). Sizi inkar ediyoruz. Yalnız Allah'a iman edinceye kadar bizimle, sizin aranızda ebedî düşmanlık ve öfke belirmiştir. Yalnız İbrahim babasına:

"Andolsun ki senin için bağışlanma dileyeceğim. Ancak, Allah'tan sana gelecek -herhangi- bir-şeyi önleme gücüne malik değilim" demesi (bundan) müstesnaydı.. (İbrahim ve beraberinde olanlar): Rabbimiz, sana güvendik, sana yöneldik ve sanadır dönüş." (el-Mümtehine/4)

Allah Azze ve Celle de O'nun ehl-i Beytinden peygamberler gönderdi. Onların herbirisine ayrı özellikler, faziletler ve dereceler verdi. Onlardan her birisine ayrı ayrı Öyle ayetler verdi ki, ondan Önce benzeri bir şekilde hiç kimseye iman edilmemişti.

Musa'ya (a.s.), sihirbazların sihirlerini iptal edip yutan Asa'sını mucize olarak verdi. Allah'ın izniyle denizi oniki koldan asasını vurarak yardı. Allah O'nu ve kavmini beyaz bulutlarla gölgeledi. Onların üzerine her sabah "men" ve "selva" indirdi. Susadıklarında Musa (a.s.) asasıyla taşa vuruyordu ve taştan oniki aşirete yetecek kadar su fışkırıyordu.

Sonra Allah İsrailoğullarına, kendi izniyle ölüleri dirilttiği, ve hastalara şifa veren ve insanların gizlediklerini onlara bildiren İsa'yı (a.s.) peygamber olarak gönderdi. Onlardan bazı peygamberleri de emrine yarattıklarını verip çeşitli mucizelerle seçip üstün kıldı.

Yahudiler ve Hıristiyanların ellerinde bulunan kitapların ve peygamberlerin nübüvvetlerini ittifakla haber verdikleri; "Şu'ya. Ermiya, Danyal, Habkuk, Davud, Süleyman" (Allah'ın selamı onların üzerine olsun!) Peygamberler bunun bir örneğidir.

"Sifrul-Muluk (krallar kitabı) ve benzeri kitaplar bunun en iyi şahididir."

İsrailoğulları çok katı kalpliydiler. Kâh putlara, kâh ilahlaştırılmış insanlara (vesenlere), kimi zaman da Allah'a ibadet ediyorlardı.

Kimi zaman da peygamberleri haksızca öldürüyorlar, kimi zaman da en adi hilelerle Allah'ın haram kıldıklarını helal kılıyorlardı.

Bunun için önce Davud (a.s.)'un diliyle lanetlenmişlerdi. Bu haber tüm din ehli olan milletler tarafından bilinmektedir.

Allah Azze ve Celle insanı yaratmayı dört kategoriye ayırdı.

- Adem'i topraktan annesiz ve babasız olarak yarattı.

- Karısı Havva'yı O'ndan (yani erkekten) yarattı.

- Mesih'i (a.s.) Meryem'den babasız olarak yarattı.

- Diğer insanların hepsini bir erkek ve kadından yarattı.

Kulu İsa'ya (a.s.)'da benzeri görülmemiş bir şekilde ayetler verdi. Allah'ın izniyle ölüleri diriltti, sedef hastalarını iyi etti. O, insanlara evlerinde yedikleri ve saklayıp biriktirdikleri şeyleri haber verirdi.

O'da kardeşleri diğer peygamberler gibi insanları Allah'a ibadete da'vet etti.

O da, kendisinden önce gelmiş olan peygamberleri ve kendisinden sonra gelecek olan peygamberi tasdik ediciydi.

İsrailoğulları çok aşırı derecede azgınlıkta bulunuyorlar, zulüm ediyorlardı. İsa (a.s.)'ın kişiliğinin en önemli yanı, yumuşaklık, merhamet, bağışlama ve hoşgörülülük idi. Allah Azze ve Celle O'na uyanların kalplerinde şefkat ve acıma duygusunu yeşertti.

Sonra İsa (a.s.)'a uyanlar arasında din önderleri ve ruhbanlar zuhur etti. Bunun üzerine İsa'ya iman eden havarilerle Mesih (a.s.)'ın kişiliği üzerinde ihtilafa düştüler.

Bazıları O'nu yalanlayıp tekfir ettiler ve kötü bir kadının oğlu olduğunu ileri sürerek İsa'nın Yusuf'u Neccar'dan olduğu iftirasını ortaya attılar. Bununla beraber Tevrat'la gelen şeriatın hiçbir kuralının hükmünün kaldırıldığına inanmıyorlardı. İsrailoğulları kendi peygamberlerine bu kadar zulmettikleri halde, Allah-u Teala'nın kendileriyle ilgili hiçbir hükmünü, içinde bulundukları pislikler ve çirkinliklere rağmen değiştirebileceğini kabul etmiyorlardı.

İnsanlardan diğer bir kısmı, O'nun (a.s.) ilah olduğunu, ilah'ın oğlu olduğunu, ilâhî kişiliğin insanî kişiliğe büründüğünü ve bundan sonra yere indiğini, yeryüzüne inerken beraberinde, insanları Adem'in (a.s.) günahından kurtarabilmek için çarmıha gerilerek kendisini feda etmesi için oğlunu da getirdiğini söylemişlerdir. Böylece bir ve tek olan, hiç bir şeye ihtiyaç duymayan, doğmamış ve doğurmamış olan ve kendisine hiçbir şeyin denk olmadığı Allah Azze ve Celleye oğul nisbet etmişlerdir.

"Teslis" ve "Vahdet" te de hiç bir akıl sahibinin kabul edemeyeceği ihtilafa düştüler. Halbuki İncil'de gerçekte anlamları çok girift ve karışık olan bazı cümlelerden başka bu konuda doğru dürüst bir ifade yoktur. Daha önceki kitaplarda da bununla ilgili bir haber yoktur. Aksine İncil'in birçok muhkem ifadeleri ve ondan önce gönderilmiş olan kitapların haberleri "Mesih"in insan olduğunu ve O'nun Allah'ın kulu olduğu gerçeğini vurgulamıştır.

Dinin aslı: Allah'a iman olunca, Allah Resulü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurduğu gibi:

"Ben insanlarla,  "Lâ ilâhe İllallah Muhammedun Rasûlullah'a" -Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın rasulü olduğuna- şehadet edinceye kadar, savaşmakla emrolundum."

 Allah Resül'ü (sallallahu aleyhi ve sellem) yine:

"-Beni- Nasranîlerin Meryemoğlu İsa'yı (a.s.) övdükleri gibi övmeyiniz. Ben ancak bir kulum -bana-, Allah'ın kulu ve Resulü deyiniz!" buyurmuştur.

Dinin özü Allah'ı birlemek ve O'nun peygamberlerini imanla doğrulamaktır.

Bundan dolayı Sabiiler ve Brahmanlar ve Nübüvvetleri inkar eden topluluklar; ikrar ve İbadetlerinde fasid bir inanç üzere oldukları için Allah'a ortak/şirk koşan mezhepler arasına girmişlerdir.

"Teslis" akidesine mensub olanların Allah'ın birliği, ilâhla birleşme ve Nübüvvet gibi konularda dinlerinin aslına Allah'ın yarattığı apaçık insan fıtratınında şehadetiyle, birçok fesadın girdiği inkar edilemez.

Bunun için Nasranîlerin ileri gelen din adanılan ve ruhbanlar sınıfına dahil olan "Patrik", "Mitran" ve "Piskopos" larından bazılarının kendi dinlerine mensup olan insanlar arasında seçkin bir mevkiye geldiklerinde, dinlerinden saptıklarını ve halklarının tepesinde bulunan krallara yaranmak ve dünyevî nazlardan tatmak için nifakta bulunduklarını görürsünüz. Buna Kudüs'teki "İbnu'l-Burî" ve Şam'daki din adamlarından "İbnu'l-Kûf" örnek verilebilir. Konstantiniye'dekine "Papa" denilmektedir. Bazı fazilet sahibi kişiler bu dini rütbelere sahip insanlarla yaptıkları görüşmelerde şu itirafla karşılaşmışlardır:

"Biz aslında Nasranîlik akidesi üzerinde değiliz fakat artık bu bir gelenek haline gelmiştir. Bu makamı elden çıkarmamak için öyle görünüyoruz."

Tıpkı İmparatorların imparatorluklarının başından hiç ayrılmayı istemedikleri gibi. Bundan ötürü onların ileri gelenlerinin çoğu bu dini görevi matematik, mantık, astronomi, cebir, tıp bilimi veya geometri gibi birer meslek haline getirmişler veya "İlahiyat" la ilgili konularda kendilerine İbrahim'in (a.s.) gönderildiği Sabiîler ve felsefecilerin yaptıklarına benzer bir biçimde onlarda Mesih'in (a.s.), daha önce gönderilmiş olanların ve daha sonra gelecek olan peygamberin dinini inkar edip O'na sırt çevirmişler, sadece imparatorlar için dinin şeklî yapısını korumuşlardır.

Sonra İsrailoğulları Allah'a kulluk etmeleri için gönderilmiş olan Şeriata ve kendilerinden önce gelmiş olanlara açıkça muhalefet ederek Mesih'in (a.s.) neshettiği hariç, bizzat kendilerine gelen ve emirlerine aykırı davrandıkları Tevrat'a insanları davet ediyorlardı.

Peygamberlerin bazılarını öldürecek kadar hadlerini aştılar. İçlerinden öyleleri çıktı ki peygamberlerinin heykellerini yapıp bu heykellere ibadet ettiler.

Bazıları; Allah-u Teala'nın emrettiklerini belli bir süre sonra ne kendisinin ne de herhangi bir peygamberin değiştiremeyeceğini söylediler. Diğerleri de:

"Ahbar ve din adamları dilediklerini değiştirir ve diledikleri şeyi de haram kılıp, suç işleyenlere daha fazla ibadet yapmalarını emretmek suretiyle onları bağışlayabilirler." dediler.

(İsrailoğullarının bazı günahları İşlediklerinde cezalarının bağışlanması için kendilerine işkence edercesine olmayan ibadetleri farz kılarlardı.)

Bazıları da; Ruhu'l-Kudüs'ten kadına üflendiğini ileri sürdü.

Ötekiler; "bize çok şey haram kılındı." derler.

Bir kısmı; "pire ile fil arasında ne varsa bize helal kılınmıştır, dilediğini ye, dilediğini terket" diyor.

Diğer bazıları necasetler çok ağır bir şeydir deyip, hayız olan kadınlarla oturup yemek yemezler.

Ötekiler; "hiçbir şey necis değildir" deyip ne sünnet olmayı ne de temizlenmek için cünüplükten yıkanmayı ve bedendeki necaseti gidermeyi tavsiye etmezler. Halbuki Mesih (a.s.) ve havarileri "Tevrat'ın Şeriatı" üzere idiler.

Dahası Doğuya doğru namaz kılmayı ne Mesih ne de havariler emretmedi. Bunu bir bid'at olarak ilk ortaya atan Konstantin oldu. Hakeza "Haç"ı da yine Konstantin rüyasında gördüğünü zannederek icad etti. Mesih ve havarilerine gelince, asla böyle birşeyin yapılmasını emretmediler.

İnsanları Allah'a yaklaştıracak olan bir dinin mutlaka Allah katından peygamberleri yoluyla gönderilmiş olması gerekir. Yoksa bidatlerin hepsi sapıklıktır. Putlara hep bid'atler nedeniyle ibadet edilmiştir.

Hakeza ibadetlere sokulan müzik ve nağmeleri ne Mesih ve ne de O'nun havarilerinden hiçbiri emretmemiştir.

Sonuç olarak bugün yaptıkları ibadetlerin ve kutladıkları bayramların hiçbirisi hakkında Allah-u Teala ne bir kitap ve ne de bir peygamber göndermemiştir. Fakat buna rağmen onlarda hala şefkat ve acıma sahibi olanlar vardır.

Ehl-i Kitab'tan şimdi olduğu gibi Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında da iman edip, Allah'a ve Resulü'ne (sallallahu aleyhi ve sellem) hicret edenler oldu.

Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamber olduğuna ve O'nun peygamberliğine delâlet eden haberleri Tevrat, Zebur ve İncil'de hem de hiç düşünmedikleri yerlerden çıkarıp İspat ettiler. Hakeza havarileri de kendi aralarında ayrılığa düştükleri şeyde doğru olana kendi nuruyla iletti.

Allah-u Teala daha sonra Mesih'e ve Mesih'ten önce gelen peygamberlere de müjdelediği peygamberlerini, yeniden İbrahim'in (a.s.) ve daha önce gelen peygamberlerin dinine (Tevhide) çağırmakla görevlendirdi.

Bu dinin özü Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına şehadet etmek, yalnız O'na kulluk edip Din'i Allah için halis kılmaktı.

 Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) bunlarla yeryüzünü tapılan putlardan, dini, küçük-büyük bütün şirklerden temizledi.

O'nun gelmesinden önce Şam'da (bugünkü Filistin ve Suriye) ve diğer birçok devletlerde olduğu gibi "Biz Nasranîyiz" diyenlerin devletlerinde de puta tapılıyordu.

Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) bunların hepsini Allah-u Teala'nın indirmiş olduğu Tevrat'a, İncil'e, Zebur'a, Furkan'a ve Allah'ın Adem'den (a.s.), Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e kadar göndermiş olduğu tüm peygamberlere iman etmeye çağırdı.

Allah Azze ve Celle kitabında:

"(Yahudiler) dediler  ki "Ancak yahudi olursanız doğru yol üzere olursunuz." (Hristiyanlar da) dediler ki: "Ancak hristiyan olursanız doğru yol üzere olursunuz." (Ey Muhammed) de ki: "(Ey müslümanlar! Deyin ki): "Bizler İbrahim'in hanif olan milletine (İslam'a) bağlıyız. O (İbrahim sizin gibi) şirk koşanlardan da değildi."

"(Allah, Rasulullah'a bağlı olanlara hitab ederek şöyle diyor): "Bizler Allah'a, bize indirilene (Kur'an'a), İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına indirilenlere, Musa'ya verilene (Tevrat'a), İsa'ya verilen (İncil)e ve (bütün) nebilere rableri katından verilen (bütün kitap ve sahilfe) lere iman ettik. (Bu konuda) onların arasında bir fark gözetmeyiz. Bizler O'na (Allah'a kalb ve hareketlerimizle) teslim olanlardanız" deyin."

"Eğer (yahudi, hristiyan ve müşrikler) sizin iman ettiğiniz şekilde iman ederlerse (işte o zaman) hidayet üzere olurlar. Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz onlar büyük bir ayrılık içerisindedirler. (Ey Muhammed! Onlara karşı) Allah size kafi gelecektir (sizi koruyacaktır). (Çünkü) O Semi ve Alim' dir.

"Allah'ın boyası ile boyanın. Allah'dan daha güzel boyaması olan kimdir? Bizler (yalnız Allah'ın boyasıyla boyanarak) yalnız O'na kulluk/ibadet edenlerdeniz." (el-Bakara/135-138)

Gönderdiği peygamberlerine insanları Allah'ın birliğine, Tevhid'e ve adalete çağırmasını emretti.

"De ki: Ey Kitap ehli, sizinle bizim aramızda eşit (aynı) olan bir kelimeye geliniz. Allah'tan başkasına tapmayalım (ibadet etmeyelim); ve ne de O'na hiçbir şeyi ortak/şirk koşmayalım ve birbirimizi de kimse Allah'tan gayrı Rabler edinmesin. Eğer onlar yüz çevirirlerse, (onlara) deyin ki; şahid olunuz biz Müslümanlarız." (Al-i İmran/64)

Ve yine şöyle buyurdu;

"Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya bir perdenin ötesinden konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle dilediğini O'na vahyeder. En yücedir ve O hikmetle iş görendir." (eş-Şura/51)

Hiç bir insanın Allah ona kitabı, hikmeti ve nübüvveti verdikten sonra (kalkıp) insanlara bana kul(lar) olun demesi mümkün değildir. Ancak (o insanlara):

"Öğretmekte olduğunuz kitap ve okuduğunuzla Rabbani olunuz!" der.

(O) size, melekleri ve peygamberleri Rab'ler edinmenizi de emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra hiç kafirliği emreder mi?" (Al-i İmran:79-80)

Allah'u Teala:

Peygamberinin kıldığı, namazın ve Haccın peygamberlerin babası ve haniflerin imamı İbrahim (a.s.)'ın bina ettiği Kabe (Beytullah el-Haram)'a yönelik olmasını emretti. O'nun ümmetini de vasat bir ümmet kıldı.

O'nun ümmeti hiçbir zaman peygamberleri Allah'a denk kılanların şirk koştukları gibi, onlara uluhiyetten pay tanıyıp ibadet etmedi.

O'nun ümmeti hiçbir zaman kendilerine gönderilen peygambere katı ve acımasızca davranıp O'nun itaatinden çıkmadı.

Aksine O'nun ümmeti Allah'ın göndermiş olduğu peygamberin hepsine iman edip onları sevdi. Getirdiklerine inandı, onlara itaat edip onların yolundan gitti. Onları kendisine önderler edindi ve yüceltti.

O'nun (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmeti sadece Allah'a ibadet etti. Dini yalnız Allah için yaşayıp O'na halis kıldı ve O'ndan başka kimseden yardım dilemedi.

Hakeza Allah'ın göndermiş olduğu Şeriatla; Allah bize ne emretmişse O'na o şeyde itaat ettik. Bizi neden alıkoymuşsa da ondan kaçındık.

Allah-u Teala İsrailoğullarına, daha önce Yakub (a.s.)'a helal kıldığı şeyler gibi bize de bazı şeyleri haram kılıp yasaklayınca hemen O'nun emrine itaat ettik. Tıpkı Mesih (a.s.)'a İsrailoğullarına haram kıldığı bazı şeyleri helal kılması gibi helal kılınca da Allah'ın emirlerine kulak verip itaat ettik.

Peygamberlerden başkalarına gelince (onların) Allah'ın dininde Allah'ın izin vermediği bir değişiklik yapmaya kesinlikle hakkı yoktur.

Peygamberlerin hepsi, Allah'ın tebliğ etmek için onlara gönderdiğini insanlığa tebliğ edip duyuracaklar. Zira Allah'tan başka hiçkimsenin emretme ye yasaklama hakkı yoktur.

Bu ümmet temizlik, kirlilik, helal-haram ve ahlak konusunda daha öncekilerin gösterdiği şiddet ve katılığı göstermedikleri gibi sonradan gelenlerin yaptıkları gibi de aşın bir gevşekliğe kapılıp haddinden fazla insanlara acıyıp (onları bazı ibadetlerden muaf kılmadılar). Bütün yaptıklarında vasat bir ümmet oldular. Bilakis Allah'ın düşmanlarına şiddetle, Allah'ın dostlarına karşı şefkat ve merhametle muamele ettiler. Mesih (a.s.) hakkında da Allah Azze ve Celle'nin haber verdiği ve havarilerin söylemiş olduklarından başka bir şey söylemediler. Bid'at ehlinin ve katı kalplilerin yoluna sapmadılar.

Havariler Allah Resulü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) Yemen topraklarından peygamber olarak gönderileceğini ve O'nunla beraber edeb -ve ahlak- kılıcının olacağını haber vermişlerdir.!

Mesih (a.s.) bizzat kendisinin "emsal" (örnekler) ile gönderildiğini O'nun ise "Beyyinat" ve "te'vil" ile gönderileceğini haber vermektedir. Bu konu çok uzun olduğu için ayrıntıya girmiyoruz.

Büyük davetçi Ebu'l-Abbas, krala bağlı olan halkın büyüklüğünden, O'nun ilme, ilim ehline ve ilmî tartışmalara büyük bir hoşgörüyle yaklaştığından söz etti. Ben Şeyh Ebu'l-Abbas el-Makdisî'den kralın misafirperverliği, O'na ve din adamlarına gösterdiği yakınlığı ve nezaketini duydum.

Biz herkes için hayrı seven bir milletiz, Allah'ın tüm dünya ve ahiret hayırlarını size de vermesini istiyoruz.

Allah Azze ve Celle'ye kulları, O'na ibadete davet etmekten daha hayırlı bir şekilde kulluk yapmamıştır.

Allah-u Teala peygamberleri bu amaçla göndermiştir. Allah-u Teala ile kul arasında Allah-u Teala'nın emrettiğinin yapılmasından daha üstün bir nasihat yoktur.

Mutlaka bir gün kul ölecek ve Rabbıyla karşı karşıya kalacaktır. Allah'ta o kulunu hesaba çekecektir. Allah Azze ve Celle

"Elbette kendilerine peygamber gönderilenlere de, gönderilen peygamberlere de yaptıklarını soracağız." (el-A'raf/6)

Dünya ise aşağılık ve değersizdir. Onda büyük olan aslında küçüktür.

Dünya varlığının dayandığı tek şey üstünlük ve maldır.

Üstünlük ve egemenlik sahibi olanların sonu; Firavun'u Allah'ın O'ndan intikam alarak denizde boğması,

Servet sahibi olanların da hayatlarının sonu; Allah'ın malını ve mülkünü yerin dibine geçirdiği Karun gibi olmaktır. O şimdi kıyamet gününe kadar yerin dibinde azab görecektir. Çünkü O Allah'ın peygamberi Musa'ya çok acı çektirmişti.

İşte Mesih'in (a.s.) O'ndan önce gelen peygamberlerin ve O'ndan sonra gelen peygamberin, Allah'ın kullarını Allah'a ibadete davet edip dünyanın egemenliğinden kurtulmaları onun aldatıcı güzelliğine kanmamaları için yaptıkları vasiyetler...

Dünyalık her şeyin bu kadar adi ve değersiz olduğunu anlayınca, kavmi arasında sayılan ve sevilen krala bir mektup yazıp Onunla insanı Allah'a yaklaştıran "ilim" ve "din" konusunda bir "Müzakere"de bulunmayı arzu ettim.

Siz de biliyorsunuz ki Allah'ın Din'i birdir. Bu Din hiçbir zaman nefislerin heva ve hevesi, ataların gelenekleri ve uygarlık sahibi insanların arzusuna göre değildir.

Akıllı olan insanın yapacağı kendisi ile Allah arasında olana bakmak, salih ve düzgün bir akide ile Allah'a kul olmaktır. Velev ki insan kalbinde insanlara tek tek hayrını ulaştıramadığı bir şeyi gizlese bile...

Kral'ın ilme ve hayra olan rağbetini duyunca, kendisine mektup yazıp, sordukları sorulara cevap vermek istedim. Hatta bazı dinî ve dünyevî meseleler için Kıbrıs'a bile gelmek aklıma geldi. Ancak bunun için tüm isteğim olan Kral'ın Allah'ın ve Resulü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) rızasına uygun amel ettiğini görürsem, ben de O'na bu rıza dairesinde muamelede bulunurum. Kral da, kavmi de çok iyi biliyorlar ki, Allah-u Teala bütün peygamberlerinin genel olarak ve Muhammed'in de (sallallahu aleyhi ve sellem) mu'cizelerini özel bir biçimde izhar edip, kafirler ve münafıkları zelil etmiştir.

Moğol komutanlarından "Kazan" ve yandaşları Dimeşk'e geldiklerinde Kazan İslam'a girdiğini ilan etti. Ancak yaptıklarından ne Allah Azze ve Celle ne Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ne de müslümanlar razı olmadılar. Çünkü onlar asla hiçbir şekilde İslam Dininin emirlerine uymadılar. Ben Kazan ve Onun komutanlarıyla defalarca toplantılar düzenledim. Benimle onlar arasında burada zaman alacağı için, anlatamayacağım uzun tartışmalar oldu. Sanıyorum bu olaylar hakkında Kral'a haberler ulaşmıştır.

Allah O'nu ve ordusunu hezimete uğratıp zelîl kıldı. Hatta öyle bir duruma düştüler ki değil kılıçla onları doğramak, artık onları ellerimizle dövüyor ve -bizleri o kadar ezmelerine rağmen- sesimizin çıkabildiği kadar, her yerde onları azarlıyorduk. "Sis" kentinin valisi onların yanında küçük bir çocuğun gördüğü muameleyi görüyordu. Bizimle beraber olan bazı müezzinler ona bağırıp çağırıyorlar ve hakaret ediyorlardı. Ama O buna rağmen cesaret edipte diyecek hiçbir şey bulamıyordu. Hatta O'nun çok kötü niyetleri olduğunu "Kazan"ın kendi komutanları bize söylediler.

Sizin elçileriniz geldiklerinde sahilde onları karşılamaya ben de gitmiştim. Bizzat Tatar'lar "Sis" valisinin sizin hakkınızdaki düşünce ve komplolarını anlattılar. Halbuki O sizi vaadleriyle aldatmaya çalışıyordu. Sis valisine karşı Tatarlar'dan daha çok ve ağır hakaretlerde bulunan başka kimse görmedim. Buna rağmen biz sizin dininize mensup olan halka, iyilikle muamelede bulunuyor onların başına gelen kötülükleri ellerimizle savuşturuyorduk.

Bütün Hıristiyan esirleri Tatarlar'ın serbest bırakmaları için, Kazan ve Kutluşah ile nasıl tartıştığımı hıristiyanların hepsi bilmektedir. Bunun üzerine serbest bırakıldılar. Molayla aramızda geçen konuşmalardan sonra Müslüman esirleri de serbest bıraktılar. Ancak bana:

"peki şimdi elimizde Kudüs'ten aldığımız Hıristiyan esirler var onları serbest bırakmayacağız" dedi. Ben;

"hayır elinizde ne kadar Hıristiyan ve yahudi esirler varsa, onların hepsini serbest bırakacaksınız, çünkü onlar bizim zimmetimizdedirler. Onların bir tanesi elinizde kalmamak kaydıyla hepsini azad ettirmeniz zorunludur." dedim.

O gün gücümüzün yettiği kadarıyla hıristiyanlardan esir alınmış olanları esaretten kurtardık. Bizim yaptığımız işte bu. Karşılığı Allah'tandır. Hakeza elimizde bulunan hıristiyan kadınlara -herkeste biliyor ki- muamelenin, şefkatin, merhametin en iyisini ve güzelini uygulamaya çalıştık. Zira peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem) bu konuda bize vasiyeti vardır:

"Sakın namazı terketmeyin ve elinizin altında bulunanlara iyi davranın onlara zulmetmeyin. Çünkü Allah Azze ve Celle kitabında:

"Rabbimiz" onları (da) onların atalarından, zevcelerinden, nesillerinden iyi olanlarıyla beraber Âdn cennetlerine koy. Sen yüce ve hikmet sahibi olansın." (Mü'min:8) buyurmuştur.

Biz Tatarların İslam milletine dahil olmalarına rağmen, onları aldatmadık ve münafıkça davranmadık. Aksine onların içinde bulundukları fesadı ve onlara karşı cihadı emreden İslam'dan çıktıklarını açıkladık.

Bununla beraber Mısır ve Şam'da (Filistin) bulunan İslam ordularının düşmanlarının her türlü kötü niyetlerine rağmen, hala güçlü ve Allah'ın izniyle muzaffer olduklarını bütün desteğimizle te'yid ettik. Bu esnada Tatarların Müslüman oldukları haberi yayılmaya başladı. Müslümanlar Tatarlar'ın İslam'a girdiklerini haber alınca onlarla savaşmayı durdurdular. O ana kadar Tatarlar'dan onbinlerce asker ölmesine rağmen Müslümanlardan iki yüz kişi bile ölmemişti. İslam ordusu Mısır'a döndüğünde -mel'un Tatar ordusunun fitne-fesad ve dinsizlik işlemeye başladığı haberi yayılınca, Allah'ın ordusu yeryüzünü titreten bir heybet ve kuvvetle yola çıktı. Bu öyle bir orduydu ki çokluğu, kuvveti, sayısı ve imanıyla sadası dağları, vadileri ve tepeleri doldurup taşıyordu. Öyle bir azim ve sadakatle cihada koşuyorlardı ki bu azametleri akıllara ve kalblere durgunluk veriyordu. Allah'ın melekleri, Rabblerine ihlasla yönelen bu hanif ümmetin yardımına geliyordu. Allah'ın izniyle düşman bu İslam ordusunun önünde hezimete uğradı ve perişan oldu. Düşmanın tekrar saldırıya kalkmasına karşılık, öyle bir şiddetle onların üzerine yürüdü ki canlan helak olup ordusu ve süvarileri de darmadağan oldu.

Düşman Allah'ın izniyle alçalmış ve perişan bir vaziyette ric'at etmek zorunda kalmıştı. Allah böylece vaadini doğruladı ve (mü'min) kullanın üstün kıldı. Düşman şimdi kendisini her taraftan kuşatan bir bela ve çıkmazın içinde Allah'a hamdolsun İslam daima yükselip aziz olmakta. Her gün yeni hayırlara vesile olmakta.

Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Allah bu ümmete her yüzyılın başında dininin işini yenileyecek bir kişi gönderir." buyurmuştur.

Bu din (İslam)-Allah'ın izniyle- her an ilerlemede ve tazelenip güçlenmektedir. Ben, Kral ve ashabına kendisinden başka ilah olmayan Tevrat'ı, İncil'i ve Furkan'ı indiren Allah adına nasihat ediciyim.

Kral da Necran'dan gelen Hıristiyan heyetinin İçinde papazların ve halktan diğer insanların olduğunu biliyor. Necran heyeti Allah Resulü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına geldi, Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) onları İslam'a da'vet etti ve onlarla İsa (a.s.) hakkında tartıştı. Onlar bu tartışmada delillerin aleyhlerine geliştiğini görünce yan çizmeye başladılar. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle peygamberine (sallallahu aleyhi ve sellem) onları "Mübahile" ye çağırmasını emretti.

Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:

"Sana İlim geldikten sonra, seninle tartışanlara:

"Geliniz, sizler ve bizler de -beraber- karşılıklı olarak çocuklarımızı ve kadınlarımızı çağıralım. Sonra dua edelim de Allah'ın lanetini yalancıların üzerine kılalım de." (Al-i İmran/61)

Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu zikredince kendi aralarında istişare edip şöyle dediler:

"Andolsun Allah'ın hangi peygamberi bir kavmi mübahileye çağırmışsa o kavim kurtuluşa ermemiştir." diyerek cizyeyi kabul edip peygamberin mübahile yapmamasını isteyerek zimmet ehli olmayı arzuladıklarını söylediler...

Hakeza Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) Şam Hıristiyanları ve Akdenizden Kostantiniye'ye kadar olan ülkelerin kralı Kayser'e bir mektup gönderdi. Bu kral iyilik ehli bir kraldı. Peygamberin mektubunu okuyunca O'nun alametlerini sordu. O'nun alametlerini Öğrenince, bunun Mesih'in (a.s.) müjdelediği ve Allah'ın İbrahim (a.s.) ile oğlu İsmail'e vaad edip haber verdiği peygamber olduğunu anladı. Bunun üzerine hemen kavmini ve Hıristiyanları O'na uymaya da'vet etti. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)'in mektubuna fevkalade değer verip ikramda bulundu. Onu öpüp gözlerine sürdü. Hatta şöyle konuştu:

"Başımda şu krallık meşgalesi olmasaydı gidip O'nun ayaklarını yıkardım."

Habeşistan'ın Hıristiyan kralı Necaşî'ye gelince:

Allah Resulü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) O'nun ülkesine hicret eden ashabından, haberini alınca hemen O'na iman edip O'nun dinini tasdik etti. Sonra da oğlunu ve dostlarını Allah Resulü'ne (sallallahu aleyhi ve sellem) gönderdi. Ölünce de Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) O'nun üzerine -gaib- cenaze namazı kıldı. Meryem (a.s.) suresini duyunca ağlamıştı.

Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ashabının Mesih hakkında dediklerini duyunca:

"Allah'a yemin ederim ki İsa (a.s.) bunların bu anlattıkları insandan şu çöp kadar fazla bir değere sahip değildir" diye -Kur'an'da- Mesih (a.s.) hakkında gelen haberleri iman edip doğruladı.

Sonra şöyle dedi:

"Allah'a yemin ederim ki bu peygamberin getirdiği ile Musa (a.s.)'ın getirdiği aynı kandilden akan nûr gibidir."

Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman eden hristiyanlara karşı Hz. Muhammed'in sünneti şuydu:

Müslümanların lehine olan, onların da lehine idi. Müslümanların zararına kabul edilen şey onlar için de zararlı kabul edilirdi. Bundan ötürü, Mesih'e ve Muhammed'e iman ettikleri için iki kat ecirleri vardır. Diğer kavimlerden Onun getirdiği dine iman etmeyenlerle savaşma emrini Ona Allah vermiştir:

"Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulü'nün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini. din edinmeyen kimselerle, küçülüp elleriyle cizye verince kadar onlarla savaşın." (et-Tevbe/29)

Mesih (a.s.) özellikle cihadı emretmedi. Hakeza bu hanif ümmete karşı ne o, ne de havarileri savaşmayı emretmemişken; Sen nasıl olur da Allah ve peygamberlerinden elinde bir hüccet olmadan bu ümmetin kanlarını mallarını ve ırzlarını helal kılıyorsun?

Ey Kral!.. Sen biliyorsun ki bizim beldelerimizde zimmetimiz ve güvenimiz altında sayılarını ancak Allah'ın bileceği kadar çok Hıristiyan var. Onlara karşı olan iyi muamelemizi herkesin bildiği bir gerçektir. Fakat sizin elinizde olan Müslüman esirlere reva görülen muameleyi asla mürüvveti ve dini olan bir insan kabul edemez. Kral bilsin ki ben. Onun ve ailesi hakkında herhangi bir şey söylemiyorum.

Ben Ahmed b. Teymiyye; Kralın ne kadar hayırsever olduğunu biliyor ve iyiliklerinden ötürü kendisine teşekkür ediyorum. Ancak ben sözlerimi Onun halkına söylüyorum. Şu anda esirler de kralın yönetimi altındaki halka dahildirler. Mesih (a.s.) ve diğer peygamberlerin hepsinin vasiyetleri iyilikle muamele etmek değil midir? Peki nerede bu?

Bildiğiniz gibi memleketinizdeki esirlerin çoğu hıyanet ve hile yolu ile kaçırılmışlardır. Hıyanet ve hileyi bütün dinler ve milletler haram görmüşlerdir. Siz nasıl olur da hainlik ile ele geçirilmiş olan insanla; üzerinde tasarruf sahibi olduğunuzu söylersiniz?

Bu yaptıklarınıza karşılık Müslümanların da bu muamelenin bazısını size karşı uygulamalarından kendinizi nasıl güvencede hissedebilirsiniz?

Eğer Müslümanlar yaptıklarınızın karşılığını vermek isterlerse, bilin ki Allah onlara -mutlaka- yardım edecektir. Özellikle mücahidlerin, salih insanların ve Allah dostlarının cihada daldıkları ve Ölüme hazır oldukları bir zamanda bunu yapmamaları İçin hiçbir mazeretleri kalmamıştır. Sahilleri yiğit komutanlar tutmuş ve sayılan her gün gittikçe artmaktadır. Müslümanlardan öyle salih insanlar var ki, Allah onların dualarım reddetmez, dileklerini geri çevirmez. Onlar gazaba gelirlerse Allah da gazaba gelir. İşte Tatarları görüyorsunuz. Onların çokluğuna ve kuvvetli olmalarına rağmen, müslümanlar gazaba gelince bela onları her taraftan kuşattı. Şimdi ne yapacaklarını bilmez haldeler. Peki nasıl olur da müslümanlarla her yönüyle komşu olan insanlar müslümanla karşı hiçbir akıl sahibi müslüman ve gayri müslimin razı olamayacağı muameleleri yaparlar.

İşte hal böyleyken Sen, akıl, din ve fazilet sahibi olan tüm İnsanlar, müslümanların hiçbir günahları olmadığı, aksine yaptıkları güzel ameller ve iyilikten ötürü övgüye layık olduklarını itiraf etmektesiniz. Hatta filozoflar bile, yeryüzüne müslümanların sahip olduğu dinden daha faziletli bir dinin gelmediğinde ittifak etmişlerdir. Bütün aklî ve nakli deliller bu dine uymanın vacip olduğunu ispatlamıştır.

Gördüğünüz gibi bütün bu ülkeler ve sahiller müslümanların elindedir. Hatta Kıbrıs daha üçyüz sene gibi bîr zaman önce onların elinden çıktı. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara kıyamet gününe kadar üstün olacaklarım müjdelemiştir. Kralın ülkesindeki mazlum esirlere yapmış olduğu bu muameleye karşı, alemlerin Rabbi'nin kendisinden intikam almasından onu kim koruyabilir?

Müslümanlar dinlerinin verdiği hamiyetle hep beraber kralın üzerine yüklenirler ve başkasına yaptıklarını ona da yapmak isterlerse, onu kim güvenceye alabilir?

Eğer kral ve dostlarından salih bir amel görürsek biz de kendilerine karşı iyilikle karşılık veririz. Yoksa, Allah zulme uğrayan ve mazlum olan kimselere yardım edecektir.

Sen de bilirsin ki bunu yapmak müslümanlar için hiçte zor değildir. Benim şu anda yapmak İstediğim, size iyilik ve güzellikle hitap etmektir. Doğru ve hak olan ise ilme uymak ve iyilik üzere yardımlaşmaktır.

Eğer Kralın yanında aklına ve dinine güvendiği, ilmin ve dinlerin aslım kendisiyle baş başa oturup araştıracak kimseler varsa; oturup onlarla hakkı araştırsın. O körü-körüne taklitçilik içerisinde olup gerçekten ne duymayan ve ne de akıl edemeyen katı Hıristiyanlarla bu tartışmaları yapmasın. Çünkü onlar hayvanlar gibidir hatta onlardan daha da aşağıdırlar.

Bunun da aslı Allah'tan yardım istemen ve şöyle dua etmendir.

"Allah'ım bana hakkı hak olarak göster ve bana hakka uymayı nasib eyle. Batılı batıl olarak göster ve ondan kaçınmada bana yardım et. Allah'ım batılı gözümde hakka benzetme ki hevama uyup dalalete düşmeyeyim."

Allah'ım, Ey Cibrilin, Mikallin, İsrafilin, Rabbi! Göklerin ve yerlerin yaratıcısı gayb ve şehadet aleminin yaratıcısı. Kullarının arasında meydana gelen ayrılıklarda hüküm sahibi olan sensin. İnsanların ayrılığa düştüklerinde beni izninle hideyete erdir. Sen dilediğini doğru yola iletirsin." (Ez-Zumer: 46'dan iktibas)

Mektubum bundan daha fazlasını götüremediği için bu kısa mektupta bütün istediğim krala dünya ve ahirette yararlı olanı dilemektir.

Bu da iki şeydedir;

Birincisi; özel olarak kendisini ilgilendirmekte. Bu Kralın ilim ve din bilgisinin olması, hakkın (imanın) gerçeğinin ona görünmesi, kalbinden ve aklından şüphelerin zail olması ve Allah'a emrettiği şekilde ibadet etmesidir. Bu kral için dünya mülkünden ve dünyanın nimetlerinden daha hayırlıdır.

İşte Mesih (a.s.) bunun için gönderildi ve O'nun da havarilerine öğrettiği buydu.

İkincisi; hem Onun lehine hem de Müslümanların lehine olan husus. Bu da Kral'ın ülkesinde bulunan esirlere yardım etmesi, onlara İyilikte bulunması ve halkına onlara iyi davranmaları için gerekil emirleri verip, onları kurtarmamızda bize yardımcı olmasıdır. Zira onlara kötü muamelede bulunmakta Kral'ın dinince büyük bir vebal, Allah'ın dinine göre de azim bir günah vardır. Müslümanlar da bundan ötürü Kral'a alınacaklardır. Müslüman esirlerin kurtarılıp serbest bırakılması İçin yapacağı yardımda hem kendi dini, hemde Allah'ın dinine göre iyilik etmiş olacak ve Müslümanların nezdinde itibar kazanacaktır. Mesih (a.s.) bunu tavsiye edenlerin en büyüklerindendir.

Gerçekten Hıristiyanların kendilerine hiçbir zarar vermeyen ve kendileriyle savaşmayan Müslümanlara karşı haince pusu kurarak, onları esir almaları insanı çok acı bir hayret içinde bırakıyor. Mesih (a.s.):

"Birisi senin sağ yanağına vurursa ona sol yanağını çevir. Kim de senin rida'nı alırsa ona gömleğini de ver." demiyor mu?

Elinizde Müslüman esirler çoğaldıkça Allah'ın size karşı olan gazabı artacağı gibi, O'nun Müslüman kullarının da gazabı artacaktır.

Kıbrıs'ta elinizde bulunan esir Müslümanların içinde bulundukları durum karşısında nasıl susulur. Özellikle elinizde bulunan bu esirler kimsesiz ve yoksul kimselerdir. Kendilerine yardım elini uzatacak hiç kimseleri yoktur.

Ben Ebu'l-Abbas Ahmed İbn Teymiyye, Müslüman abidlerin, zahidlerin ve alimlerin en zayıfı olmama rağmen, bu meselede fedakarlık yapmak için kuvvete başvurmaktan başka hiçbir seçeneğim yoktur. Özellikle İslam Dini, bizim fakire, kimsesize ve mazlumlara karşı şefkatli, merhametli olmamızı emrediyor. Kral bu hayrı işlememizde herkesten daha çok iyilik yapmaya layıktır. Çünkü Mesih (a.s.) İncil'de ısrarla bizi buna davet edip, insanları geniş bir merhamet duygusuna bol bir hayra çağırıyor. Güneş ve yağmur gibi hayra ve iyiliğe...

Eğer Kral ve adamları bize müslüman esirlerin serbest bırakılmasında yardımcı olurlarsa, bu O'nun hem dünyası, hem de ahireti için daha hayırlı olacaktır.

Ahiret mükafatına ve Allah-u Teala'nın vereceği sevaba gelince, nevalarına uymayan Müslüman alimlerin kalbinde bu konuda zerre kadar şüphe yoktur. Hatta Allah'tan korkan ve insaf sahibi olan herkes, o Müslümanların haince kaçırılıp esir alındıklarını bilir. Bunu Allah emretmediği gibi Mesih (a.s.)'da havarilerine O'nun dinine uyan hiç kimseye, İbrahim (a.s.)'ın milletini kabul edenleri esir almak veya onları katletmeye, herhangi bir emir vermiş değildir. Hıristiyanların büyük bir kesimi Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmîlerin Resulü olduğunu bilip, bunu böyle kabul etmektedirler. Peki peygamberlerine inanmış ve ona uymuş olan bir ümmetin katledilmesi nasıl caiz olur?

Şu durumda Hıristiyanların kralları, papaz ve ruhbanları özellikle bilgi ve dinde diğerlerine karşı farklı bir konumda olanların çoğu, hakk nisbeten de olsa kabul etmekte ve bu kabul ettiğine uymakta. Başka bir çok milletin ve insanın bilmediğini bilerek İslamı takdir edip O'na iman etmiş olan insanlara kendilerine dünya ve ahirette yararlı olacak muamelede bulunmaktalar.

Sonra, esirleri serbest bırakmanın ve köle azad etmenin sevabı peygamberlerin ve sadık insanların dilinden bize bir çok kaynak aracılığı ile ulaşmıştır. Bunu öğrenmeyi dileyene bu hiçte zor değildir. Kral da bu vasiyetlere uyarak hangi hayır ameli işlerse karşılığını görecektir.

Müslümanların ülkelerinde bulunan hıristiyanlar sizin memleketinizde olanlardan kat kat fazladırlar. Onlar arasında hıristiyanların Öyle ileri gelenleri var ki denizde (ülkelerinde) ve sizin ülkenizde onların bir tanesine denk gelecek kimse yoktur. Sizin elinizde bulunan esir Müslümanlara gelince, Müslümanların onların içinden kendilerine İhtiyaç duyacakları bir tane insan bile yoktur. Ancak biz Allah rızası için ve onlara acıdığımızdan, Allah'ın sadık ve ihsan sahibi kullarının iyiliklerini, en güzel bir biçimde ödüllendireceği günün sevabından dolayı onları kurtarmak istiyoruz.

Ben, Ebu'l-Abbas Ahmed b. Teymiyye, bu mektubu yazan kişi, Kralın ve O'nun kardeşlerinin bildiğimiz güzel ahlakını ve iyiliklerini ülkemizde yaydım. Halen size karşı olan duygularını yumuşatmaya çalışıyorum. Kral'ın bize ulaştığı kadarıyla iyiliksever, ilim ve dine sevgi besleyen bir kişi olduğunu duyduğum için bu mektubu size yazdım. Ben Mesih (a.s.) ve diğer tüm peygamberlerin (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) vekili olarak Kral'a ve devletinin ricaline nasihatta bulunuyor ve onlar için hayırlı olanı temenni ediyorum.

Çünkü Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ümmeti insanlar içerisinden çıkarılmış olan en hayırlı bir ümmettir. Onlar tüm insanlık için dünya ve ahiretin hayrını dilerler. Güzeli emredip kötülükten alıkoyarak insanları Allah'a davet eder. İnsanlar dünya ve ahiretlerini ilgilendiren her meselede yardım elini uzatırlar.

Eğer Krala Müslümanların dinleri hakkında karalayıcı ve kötüleyici haberler ulaşmışsa, bu haberleri tahkik etmesi gerekir. Bu ulaşan haber ya yalan bir haberdir veya nakledilen habere konu olan meselenin tevili anlaşılmamıştır. Bu haberleri aktaran kişi söylediği sözlerde; Müslümanlardan bazısının işlemiş olduğu günahlar, yaptıkları fuhuş ve zulüm hakkında dediklerinde doğru olabilir. Bu tür davranışların her milletin fertleri arasında olması mümkündür. Halbuki Müslümanlar nezdinde cereyan eden kötü ameller, diğerleri arasında meydana gelenden daha azdır. Müslümanlar arasında bulunan hayrın bir benzeri başka hiçbir milletin fertleri arasında bulunmaz.

Kral da, Hıristiyanların ileri gelenleri de bilmektedir ki, Hıristiyanların büyük çoğunluğu ve hatta din adamları, Mesih (a.s.)'ın havarilerinin ve Paulus'un mektuplarındaki vasiyetlerinin dışına çıkmışlardır. Bugün Hristiyanların işlemiş oldukları ameller arasında şarap içmek, haçı kutsallaştırmak ve domuz eti yemek, Allah Azze ve Celle'nin helalliği hakkında asla bir ayet ve haber indirmediği uydurma bir gelenektir. Hatta bazıları Hristiyanların Şeriatlerinin haram kıldığını helal kılmaktalar. İnanmadıkları şeye (İslam'a) muhalefet etmeye gelince hepsi bunda müttefiktirler.

Bizim Şeriatımızda sadık ve doğrulanmış olan Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem) haber verdiğine göre:

Mesih (a.s.) bizim ülkemizde, Dimeşk'te beyaz minarenin bulunduğu yere iner. Elini iki meleğin omuzlarına koyarak haçı kırar, domuzu öldürür ve kendisine inanmayanları cizyeye bağlar. İnsanların İslam'dan başka bir dine inanmalarını asla kabul etmez. Gözünün birisi silik, diğeri şaşı olan ve peşine yahudileri takan dalalet Meşinini (Deccali) öldürür. Böylece Allah Azze ve Celle hidayet Mesihi olan Meryemoğlu İsa (Mesih)'in, Yahudilerin O'na eziyet edip yalanladıklarından dolayı O'nun intikamını almış olacak..

Bildiğim oki ve -hayrı kabul edecek- herkese nasihat olarak şunu söylemek istiyorum:

Müslümanlara bir iyilikte bulunup onlara meyleden ve bundan ötürü zarar gören hiç bir kimse olmamıştır. Bilakis O'nun sonu yaptığı hayırlı davranış sebebiyle, onların akıbeti gibi iyi olmuştur.

Allah Azze ve Celle şöyle der:

"Kim zerre ağırlığında bir hayır yaparsa onu görecektir ve kim de zerre ağırlığında bir şer yaparsa O'nu görecektir." (el-Zelzele/7-8)

Mektubumu "Ebu'l Abbas'a" ve elinizdeki esirlere iyi muamele etmelerini, onlara yardımcı olup, ellerinde tutuklu bulunan ehl-i Kur'an insanlardan hiçbirisinin dininden çıkmasına zorlanılmamasını dileyerek bitirmek istiyorum.

Kral bunun akıbetini, içimde sakladığımın da çok ötesinde görecektir. Allah biliyor ki ben Kral'a hayır diliyorum. Çünkü Allah Azze ve Celle bunu bize emretti. Herkese hayır ve iyilik dileyip, Allah'ın yarattıklarına şefkatle davranarak onları Allah'a ve dinine çağırmamızı, onları insanların ve cinlerin şeytanlarından gelecek belalara karşı korumamızı "Şeriat" olarak indirdi.

Kral'a yarın ahiret gününde yararlı olacak maslahat, ancak Allah'tandır. O'nun katandandır. Kral hakkında hayırlı olan sözü seçecek ve onun hayatını hayırla sona erdirecek ancak Allah Azze ve Celle'dlr.

Hamd Alemlerin Rabbi'ne salat ve selam O'nun peygamberlerine özellikle Hatemu'l-Enbiya olan Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in üzerine olsun!

 

Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol