Kur'an ve Sünnet
   
 
  Veli Kimlerdir
Meczublar Allah dostlarından mıdırlar? Veliler kimlerdir?
Cevap: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurdu; Allah Azze ve Celle buyurur ki;
"Kim Benim veli kuluma düşmanlık ederse Ben ona savaş açarım. Kulum Bana kendisine farz kıldığım amellerden daha sevimli bir amelle yaklaşamaz. Kulum nafile amellerle de yaklaşmaya devam ederse Ben onu severim. Onu sevdiğim zaman da onun duyan kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Ben’den bir şey istediğinde verir, Bana sığındığında korurum…"[1]
Yüce Allah’ın Gerçek Dostları ve Onlara Benzemeye Çalışan Allah Düşmanları
Yüce Allah gerçek dostlarının kim olduklarını açıkladığı gibi kendileri ile onlara benzemeye çalışan münafık ve günahkâr olan Allah düşmanlarını da birbirinden ayırdetmiştir. Bu hususta şu âyet-i kerimeler yeterli açıklamaları ortaya koymaktadır:
“De ki Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (Âl-i İmran, 3/31)
“Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse... kendisinin onları seveceği, onların da kendisini seveceği bir topluluk getirir...” (el-Mâide, 5/54)
“Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir. Onlar iman edip, takvalı davrananlardır.” (Yunus, 10/62-63)
Bundan sonra ise ilim sahibi olduğunu, insanları hidayete ileten ve şeriati koruyanlardan olduğunu iddia eden kişilerin büyük çoğunluğu evliya olan kimselerin rasûllere uymayı terketmelerinin kaçınılmaz olduğunu, rasûllere uyan kimselerin ise evliyadan olamayacağını, cihadı terketmenin kaçınılmaz olduğunu, kim cihad ederse onlardan olamayacağını, imanı ve takvayı terketmenin kaçınılmaz olduğunu, kim iman ve takvayı sürekli gözönünde bulunduracak olursa onlardan olamayacağını ileri sürecek hale geldiler.
Rabbimiz biz senden affını ve esenliğini dileriz. Şüphesiz ki sen duaları işitensin.
Yüce Allah’ın velileri (gerçek dostları) ona iman eden, ondan sakınan, dini üzere dosdoğru yürüyen kimselerdir. Onlar yüce Allah’ın: “Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir. Onlar iman edip, takvalı davrananlardır.” (Yunus, 10/62-63) buyruğu ile nitelendirdiği kimselerdir.
Dolayısıyla Allah’ın velisi (dostu) olduğunu ileri süren herkes veli demek değildir. Aksi takdirde Allah’ın veliliğini herkes iddia edebilirdi. Fakat velilik iddiasında bulunan herkes ameli ile bu iddiası ölçülür. Eğer onun yaptığı ameller iman ve takva esasına dayanıyor ise o kimse bir velidir. Aksi takdirde veli değildir. Böyle bir kimsenin velilik iddiasında bulunması kendisini temize çıkarması demektir. Bu da yüce Allah’a karşı takvalı olmaya (O’ndan korkup, sakınmaya) aykırıdır, çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Artık kendinizi temize çıkarmayın. O kimin takvalı davrandığını en iyi bilendir.” (en-Necm, 53/32)
Bir kimse kendisinin Allah’ın velilerinden olduğu iddiasında bulunacak olursa, kendisini temize çıkarmaya çalışmış demek olur. O vakitte bu kişi Allah’a isyana ve Allah’ın kendisine yasakladığı şeyin içine düşmüş olur, bu da takvaya aykırıdır. Allah’ın gerçek dostları, velileri böyle bir tanıklıkta bulunarak kendilerini temize çıkarmaya çalışmazlar. Onlar Allah’a iman ederler, O’ndan korkarlar, sakınırlar. O’na en mükemmel şekliyle itaatin gereklerini yerine getirirler. İnsanları Allah’ın yolundan saptırsınlar diye böyle bir iddia ile kandırmazlar, aldatmazlar. Kimi zamanlar kendilerinin seyyid, kimi zaman evliya olduğunu iddia eden bu gibi kimselerin insan gerçek hallerini dikkatle inceleyecek olursa, velilikten, seyyidlikten en uzak bir yerde olduklarını göreceklerdir. O bakımdan müslüman kardeşlerime öğüdüm şu ki: Velilik iddiasında bulunan kimselerin hallerini yüce Allah’ın dostlarının niteliklerine dair naslarda varid olmuş buyruklar ile kıyaslamadıkça o kimselere aldanmasınlar.
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin.” (Al-i İmran, 3/31) Bu âyet-i kerime mihnet yani imtihan âyeti diye adlandırılır. Çünkü bazıları yüce Allah’ı sevdiklerini iddia etmişlerdi. Bunun üzerine yüce Allah da bu âyet-i kerimeyi indirmişti. Kim Allah’ı sevdiğini ileri sürecek olursa, biz de onun ameline bakarız. Eğer o Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’e uyan bir kimse ise doğru sözlü bir kimsedir, aksi takdirde o kişi bir yalancıdır.
“Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse, Allah... kendisinin onları seveceği, onların da kendisini seveceği bir topluluk getirir...” (el-Maide, 5/54)
Bu iki âyet-i kerime ile yüce Allah gerçek dostlarını birtakım nitelikler ile sözkonusu etmektedir ki bunlar da Allah’ı sevmenin belirtileri ve sonuçlarıdır:
1- Bu gibi kimseler müminlere karşı alçak gönüllüdürler, onlarla savaşmazlar. Karşılarında durmazlar ve hiçbir şekilde onlarla çatışmazlar.
2- Kâfirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler. Yani onlara karşı güçlüdürler, onları yenik düşürürler.
3- Allah yolunda cihad ederler yani Allah’ın adı en yüksek olsun diye Allah düşmanları ile savaşmak uğrunda bütün gayretlerini, imkanlarını ortaya koyarlar.
4- Allah yolunda kınayan kimsenin kınamasından çekinmezler. Yani Allah dininin gereklerini yerine getirdiklerinden ötürü herhangi bir kimse onları kınayacak olursa, onun bu kınamasından korkmazlar. Bu da onların Allah’ın dininin gereklerini yerine getirmelerine engel olmaz.
”Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir. Onlar iman edip, takvalı davrananlardır.” (Yunus, 10/62-63)
Yüce Allah, Allah dostlarının bu iki niteliğe sahib kimseler olduklarını açıklamaktadır: İman ve takva. İman kalbtedir, takva ise bedenin azaları ile ortaya çıkar. Bu iki niteliğe sahib olmadığı halde Allah dostu (velisi, evliyası) olduğunu ileri süren bir kimse yalancıdır.
İlim sahibi olduğunu, insanları hidayete ileten şeriatı muhafaza eden kimselerden olduğunu ileri sürenlerin çoğunun nezdinde iş, tam aksi bir hal almıştır. Böyle bir kimseye göre veli peygamberlere uymayan, Allah yolunda cihad etmeyen, O’na iman etmeyen, O’ndan sakınmayan kimsedir.
Burada Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye’nin “el-Farku Beyne Evliyai’r-Rahman ve Evliyai’ş-Şeytan”[2] adlı risalesinde yazdıklarını aktarmak ve mümkün olan bölümlerini burada iktibas etmek yerinde olacaktır. Müellif şunları söylemektedir:
“Şanı yüce Allah kitabında ve Rasûlü de sünnetinde Allah’ın insanlar arasından birtakım velilerinin (dostlarının) şeytanın da birtakım dostlarının bulunduğunu açıklamış bulunmaktadır. Rahmanın dostları ile şeytanın dostları arasında fark olduğunu belirterek yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir. Onlar iman edip, takvalı davrananlardır. Onlar için dünya hayatında da, ahirette de müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişiklik olmaz. İşte bu en büyük kurtuluşun ta kendisidir.” (Yunus, 10/62-64)
Yine yüce Allah şeytan dostlarını da söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:
“Kur’ân’ı okuyacağın zaman o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın. Doğrusu iman edip, yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun hiçbir hakimiyeti yoktur. Onun hakimiyeti ancak kendisini dost edinip de onu Allah’a ortak koşanlar üzerinedir.” (en-Nahl, 16/98-100)
O halde Allah ve Rasûlü nasıl her ikisi arasında fark gözetmiş ise bu iki kesimin arasında da gerekli farkın gözetilmesi gerekir. Allah’ın dostları mümin ve takva sahibi olan kimselerdir... Onlar, O’na iman eden, O’nu dost bilen, O’nun sevdiğini seven, nefret ettiği şeylere nefret eden, O’nun razı olduğu şeylerden hoşnut olan, O’nun gazaplandığı şeylere gazablanan, O’nun emrettiğini emreden, yasakladığını yasak bilen ve yasaklayan, verilmesini sevdiği hususları veren, engellenmesini alıkonulmasını sevdiği şeyleri de engelleyip, alıkoyan kimselerdir... O halde ona (peygambere) ve onun getirdiklerine iman eden, zahiren ve batınen O’na uyan kimselerin dışında hiçbir kimse Allah’ın velisi olamaz. Allah’ın sevdiğini, Allah’ın velisi olduğunu iddia etmekle birlikte, ona yani Rasûle tabi olmayan bir kimse Allah’ın dostlarından değildir. Aksine kim ona muhalefet ederse, o Allah düşmanlarından, şeytanın dostlarından olur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (Al-i İmran, 3/31)
İnsanlar iman ve takva bakımından üstünlüklerine göre Allah’ın velisi olmak bakımından da birbirlerinden üstündürler. Aynı şekilde küfür ve nifaktaki ileriliklerine göre de Allah’ın düşmanlıkları bakımından biri diğerinden ileridirler...
Allah’ın dostları iki tabakadır: Sabikun (ileri geçenler) ve mukarrebun (yakınlaştırılmış olanlar) ashab-ı yemin ise orta halli olanlarıdır. Yüce Allah onları kitab-ı azizinin birkaç yerinde söz konusu etmiştir. el-Vâkıa suresinin başında ve sonunda, el-İnsan suresinde, el-Mutaffifîn ve Fâtır surelerinde... Cennette biri diğerinden çok büyük çapta üstün dereceler halindedir. Allah’ın mümin ve takva sahibi dostları ise bu derecelerde iman ve takvalarına göre yer alacaklardır.
Yüce Allah’a yakınlaşmayan, iyilikleri işleyip, kötülükleri terketmeyen bir kimse hiçbir zaman Allah’ın dostlarından olamaz... Bilhassa bu husustaki delili kendisinden işitilen bir mükaşefe yahutta bir tür tasarruftan ibaret olan kimselerin kendilerinin Allah’ın velisi olduklarına inanmaları hiç kimse için caiz olamaz... Bir kimsenin Allah’ın velisi olduğuna dair sadece bunları delil diye sürmesi caiz değildir. İsterse o kimsenin Allah’ın velisi olduğunu çürütecek herhangi bir hali bilinmemiş olsun. Hele onun Allah’ın velisi olmakla çelişecek bir hali bulunursa, durum ne olur? Mesela böyle bir kimsenin zahiren ve batınen peygambere tabi olmanın farziyetine iman etmiyorsa, aksine kendisinin batıni hakikat bir tarafa, zahiri şeriata uyduğuna inanıyorsa yahutta Allah’ın veli kulları için peygamberlerin getirdiği yolun dışında özel bir yollarının olduğuna inanıyor ise... Buna göre her kim veli olduğunu ortaya koymakla birlikte farzları eda etmiyor, haramlardan uzak durmuyorsa, aksine bazen bunlarla çelişecek işler yapıyor ise hiçbir kimsenin böyle birisi hakkında bu Allah’ın velisidir demek hakkı yoktur...
Allah’ın veli kullarının mübah işlerden zahir olanlarında insanlardan kendilerini ayırt edebilecek hiçbir özellikleri yoktur... Allah’ın velisinin hata yapmayan, yanlışlık yapmayan masum bir kişi olması şartı da yoktur. Aksine bu kimsenin şeriatın bazı bilgilerini bilememesi mümkün olabildiği gibi, dinin bazı hususlarının içinden çıkamaması da mümkündür... İşte bundan dolayı Allah’ın veli kulunun yanlışlık yapması mümkün olabildiğine göre, insanların Allah’ın velisinin söylediği bütün sözlere inanması gerekmez ki bir peygamber olarak görülmesin... Bunun yerine onun bütün hallerini Muhammed sallallahü aleyhi vesellem’ın getirdiklerine arzedilmesi, sunulması gerekir. Onlara uygun düşeni kabul eder, onlara aykırı olanı kabul etmez. Şâyet uygun mudur, değil midir bilemeyecek olursak o takdirde bu durum hakkında da hüküm vermez.
İnsanlar bu hususta üç gruba ayrılmışlardır. İki uç nokta ile orta yol. Bunlardan kimisi bir kişinin Allah’ın velisi olduğuna inanacak olursa, kalbinin kendisine Rabbindendir diye sezdirdiği her bir hususta o kimseye büsbütün muvafakat eder ve bütün yaptıklarının doğru olduğunu kabul eder. Kimileri de şeriate uygun olmayan herhangi bir iş yaptığını ya da bir söz söylediğini görecek olursa, tamamıyla Allah’ın velisi olmanın sınırının dışına çıkartır. İsterse bu kimse hata eden bir müçtehid olsun.
Ancak işlerin en hayırlıları onların orta yollu olanlarıdır. Bu da böyle bir kimseye masum (asla günah işlemez, hata etmez) nazarıyla da bakmayacak, hata eden bir müçtehid olduğu takdirde de günahkar görmeyecek, bütün söylediklerinde ona uymayacak, içtihad ile bir iş yaptığı takdirde onun kâfir ya da fasık olduğuna hüküm vermeyecek. Çünkü insanlar hakkında vacib olan da Allah’ın Rasûlü ile gönderdiği şeylere uymaktır.
Ümmetin selefi ve imamları Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem dışında herkesin sözlerinin bazısının alınacağını, bazısının da terk edilebileceğini ittifakla kabul etmişlerdir. İşte bu peygamberler ile diğerleri arasındaki farklardandır. Peygamberlere yüce Allah’tan aldıklarını haber verdikleri bütün hususlarda iman etmek gerektiği gibi, verdikleri bütün emirlerde de onlara itaat etmek gerekir. Evliyalar ise böyle değildir. Onlara verdikleri bütün emirlerde itaat vacib olmadığı gibi, haber verdikleri her şeye iman etmek de icab etmez. Aksine onların durumları ve haberleri kitab ve sünnete sunulur. Kitaba ve sünnete uygun düşenin kabul edilmesi gerekir. Kitab ve sünnete uymayan ise red olunur.
Eğer bu söz ve halin sahibi Allah’ın evliyasından olmakla birlikte müçtehid birisi ise söylediklerinde mazur olur, içtihadı dolayısıyla da ecri vardır, fakat kitab ve sünnete muhalefet etmiş ise hata etmiş olur ve bu eğer elinden geldiği kadarıyla Allah’tan sakınmış ise bu hatası da bağışlanır...
Allah’ın velilerinin kitab ve sünnete sımsıkı sarılmaları gerekir. Onlar arasında kitab ve sünnet göz önünde bulundurulmaksızın kalbine doğan her şeye uymayı gerektirecek şekilde günahtan korunmuş (masum) bir kimsenin varlığı ne onlar arasında söz konusu olabilir, ne de başkaları arasında. Bu da yüce Allah’ın gerçek dostlarının ittifak ile kabul ettikleri bir husustur. Bu hususta muhalefet eden kimse ise Allah’ın kendilerine uymayı emretmiş olduğu Allah dostlarından olamaz. Aksine böyle bir kimse ya kâfir birisidir, yahut ta cahillikte aşırı giden birisidir...
Çoğu insanlar bu hususta yanlışlık yapmakta, bir şahsın Allah’ın velisi olduğunu ve Allah’ın velisinin söylediği her şeyin kabul edilmesi gerektiğini zanneder, söylediği her şeyini kabul eder, yaptığı her şeyi kabul eder. Şâyet kitaba ve sünnete aykırı hareket ederse, onun bu halini de uygun görür. Allah’ın Rasûlü ile gönderdiklerine de muhalefet eder. Oysa Allah bütün insanlara Rasûlünün haber verdiği hususlarda tasdik edilmesini, verdiği emirlerde ona itaat edilmesini emretmiştir. Onu gerçek dostları ile düşmanlarının ayırıcı çizgisi cennet ehliyle cehennemliklerin, bahtiyar kimselerle bedbahtların arasındaki ayırıcı çizgi kılmıştır. Kim ona uyarsa, Allah’ın takva sahibi velilerinden, onun kurtuluşa eren askerlerinden ve salih kullarından olur. Kim de ona uymazsa Allah’ın hüsrana uğrayan ve günahkar düşmanlarındandır.
Allah Rasûlüne muhalefet etmek ile böyle bir şahsa muvafakat etmek her şeyden önce kişiyi bid’ate ve sapıklığa sonunda da küfre ve münafıklığa kadar sürükler... Bu gibi kimselerin çoğunun böyle birisinin Allah’ın velisi olduğuna dair inanışlarındaki dayanak noktalarının ondan bazı hallerde birtakım keşiflerin sadır olmasını yahutta olağan üstü birtakım tasarruflarının varlığını gösterdiklerini görürsünüz...
Halbuki bütün bu hususlar arasında bu işleri yapanın Allah’ın velisi olduğuna delalet eden hiçbir şey bulunmaz. Çünkü Allah’ın velileri ittifakla şunu kabul etmişlerdir ki bir kimse eğer havada dahi uçsa yahut suyun üzerinde yürüyecek olsa, Allah Rasûlüne tabi oluşuna, onun emir ve yasaklarına uygun hareket edilmesine bakılmadıkça bunlara aldanmamak gerekir. Allah dostlarının kerametleri bu hususlardan daha büyüktür.
Bu olağanüstü hususları gösteren şahıs eğer Allah’ın velisi ise mesele yok, fakat bunları gösteren bir kimse bir Allah düşmanı da olabilir. Çünkü bu gibi olağanüstü haller birçok kâfir, müşrik, kitab ehli ve münafıklar tarafından da gösterilebilir. Bid’at ehli olan kimseler de, şeytanlar da böyle şeyleri gösterebilirler. Dolayısı ile bu hususlardan herhangi birisini ortaya koyan bir kimsenin Allah’ın velisi olduğu asla zannedilmemelidir. Aksine Allah’ın velileri kitab ve sünnetin delalet ettiği nitelikleriyle, fiilleriyle ve halleriyle bilinirler. Onlar iman ve Kur’ân nuru ile imanın gizli hakikatleri ile İslam şeriatının açık hakikatleri ile bilinirler...
Ümmetin selefi, imamları ve sair Allah’ın veli kulları ittifakla şunu kabul etmişlerdir: Peygamberler kesinlikle peygamber olmayan velilerden daha üstündürler. Yüce Allah kendilerine nimet ihsan olunmuş bahtiyar kullarını dört mertebe olduklarını belirtmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberler, sıddıyklar, şehidler ve salihlerle birliktedirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar.” (en-Nisa, 4/69)
Bu gerçek velilerin Allah’ın takva sahibi velilerini kendileriyle taltif ettiği birtakım kerametleri vardır. Allah’ın velilerinin en hayırlılarının kerametleri ise ya dine dair bir delil ortaya koymak içindir, yahut da müslümanların ihtiyacı dolayısı ile olur. Tıpkı onların peygamberlerinin mucizelerinin bu maksatla ortaya çıkması gibi. Allah’ın velilerinin kerametleri de esasen Allah’ın Rasûlüne tabi olmanın bereketi ile ortaya çıkar. Dolayısıyla bu kerametler gerçekte Allah Rasûlünün mucizeleri kapsamı içerisindedir...
Bilinmesi gereken hususlardan birisi de şudur: Kerametler bazen kişinin ihtiyacına göre ortaya çıkabilir. Eğer imanı zayıflığı dolayısıyla keramete ihtiyaç duyarsa yahut da buna ihtiyaç duyan bulunursa, imanını pekiştirecek ve ihtiyacını karşılayacak şekilde kerametler ona ihsan edilir. Bununla birlikte Allah’a velayet mertebesi ondan daha mükemmel derecede olan bir diğerinin ise buna ihtiyacı bulunmayabilir, bundan dolayı mertebesinin yüksekliği ve ona ihtiyacı olmadığından dolayı -yoksa velilik mertebesi eksik olduğundan ötürü değil- benzeri bir hali de olmayabilir. İşte bundan dolayı tabîin arasında bu gibi hususlar ashaba nisbetle daha fazla görülmüştür. İnsanları hidayete iletmek ve onları ihtiyaçları dolayısı ile olağanüstü birtakım haller gösteren insanların durumundan farklı idiler. İşte onlar derece itibariyle daha büyüktür. Olağanüstü haller hususunda insanlar üç kısımdır:
Kimileri peygamberlerin dışındaki şahısların bu gibi halleri göstermelerini yalanlarlar. Bazan icmali olarak bunları tasdik etmekle birlikte kendisince Allah’ın veli kullarından olmadığı için insanların çoğu hakkında kendisine anlatılanları yalanlayabilmektedirler.
Kimisi de bir tür olağanüstü bir hale sahip olan herkesi Allah’ın velisi olduğunu zanneder. Halbuki her iki yaklaşım tarzı da yanlıştır... Bundan dolayı bu gibi kimselerin müşriklerin de, kitab ehlinin de müslümanlara karşı savaşlarında kendilerine yardımcı olan yardımcılar olduğunu ve bunların Allah’ın veli kullarından olduklarını söylediklerini görebiliriz. Bunlar bu gibi kimselerle birlikte olağanüstü hali bulunan kimselerin olacağını kabul etmezler.
Doğru olan ise üçüncü görüştür. O da şudur: “Onlarla birlikte Allah’ın dostlarından değil de kendi cinslerinden kendilerine yardım edecek kimseler bulunur...”
Tasavvufçuların düştüğü vartalar; Sufiler Kitap ve sünnetten uzaklaştıkları için pek çok tehlikelere düşmüşlerdir. Mesela Niyazi Mısri, Mavaidul İrfan adlı kitabının başlarında; “Ben önceleri Camiul Ezher’de ilim öğreniyordum. Bir Kadiri şeyhine beyat etmiştim. O bana; “Sen bu ilmi terk etmedikçe hakikate eremezsin” dedi ben de ilmi terk ettim.”[3] Bakın Mısri’nin ulaştığı hakikat nedir; aynı kitabın sonlarında Hasen ve Huseyn r.a.’nın peygamber olduklarını iddia ediyor, bu iddiasını da yasaklanmış bir metod olan Ebced hesabı ile ispata çalışıyor![4]
İmam Rabbani diye meşhur Ahmed Faruk serhendi, mektubatının 1. mektubunda vahdeti vücud inancını “Allah her şeyde tecelli etti…en sonunda kadında tecelli etti ve ben de onunla bir oldum” diyerek anlatmıştır.
Gazali, İhya’nın 2. cildinde Sufilerin sema’ının Kuran okumaktan yedi vecihle daha üstün olduğunu iddia etmiş, 4. cildinde anlattığı bir hikayede; “Bayezidi bir defa görmek Allah’ı 70 defa görmekten üstündür” diyen Ebu Turab’dan bahsederek bu hikayenin sonunda Bayezidin ağzından; “Allah’ın domuzda tecelli ettiğini” anlatmıştır. Bu hikaye eserin türkçeye tercemesinde çok makaslanmıştır.
İsmail Hakkı Bursevi uyanık iken Rasulullah s.a.v. ile görüştüğünü, böylece kendisinin sahabe olduğunu, sohbetinde bulunanların da tabiinden sayıldığını iddia etmiştir.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Marifetname adlı cehaletnamesinde, Cehalettin rumi mesnevisinde Darwin teorisini desteklemiştir. Buna göre her şeyin aslı kömür iken tekamül ederek önce bitki, sonra hayvan ve sonra da insan olmuştur.[5]
Cehaleddin Rumî’nin hocası Seyyid Burhaneddin Tirmizi, sık sık ilme karşı düşmanlığını dile getirdiği el Maarif adlı eserinde; “Zahir ilmi ile uğraşmanın küfür olduğunu”[6] söyleyerek Allah’a kafa tutmuştur.Cehalettin Rumi ise ağza alınmaz erotik hikayelerle doldurduğu Menevi’sine; “Allah Katından inmedir” demekten hiç utanmamıştır. Onun Moğol ajanı olduğuna dair bu kitabın ekine bakınız. Ahmed Eflakî’nin Menakıbul Arifin adlı eserini okuyanlar Celaleddin Rumi’nin çirkefliklerini görür ve insaflı iseler bize hak verirler. Tasavvufçuların vahdeti vücut içeren küfürlerini nakletmeye kalksak ciltler dolusu kitap olur.
[1] Buhari(rikak,38,11/292) Taberani(8/264) Münavi İthafatus Seniyye(61) Riyazus Salihin(387) İbni Mace (fiten,16) Nüzhetül Muttakin(1/298) Ahmed(5/268) Şevkani Katrul Veli(s.9) Suyuti ElHavi(1/433) Beyhaki Şuabul İman(6812) Ebu Nuaym Hilye(8/319) Tirmizi(sevabulKur'an,17) Ebu Ya'la(12/7087) Heysemi Maksadu Ali(2022) Mecmauz Zevaid(10/269) İbni Hacer Metalibu Aliye(505) Zübeydi İthaf(8/102) Kenz(1157) Hakiym Tirmizi Nevadir(1/430) İbni Teymiye; "Evliyalar hakkında en sahih rivayet budur" der. ElFurkan(s.16) Mecmuul Fetava(3/355)
[2] Mecmuu’l-Fetava, I, 156.
[3] Niyazi Mısri Mevaidul İrfan(s.39)
[4] a.g.e.(s.142 v.d. 59.sofra)
[5] İ.Hakkı İzmirli İslam Mütefekkirleri ile Garp Mütefekkirleri Arasında Mukayese(s.37-38)
[6] el Maarif(s.90)
 

Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol