Kur'an ve Sünnet
   
 
  Allah'ın isim ve sıfatları kullarınki gibi değildir:

Allah'ın isim ve sıfatları kullarınki gibi değildir:

Ebu'l-Abbas Ahmed îbn Abdulhalim İbn Abdusselâm İbn Teymiyye'ye - Allah rahmet eylesin - «Rahman arşı üzerine istiva etti» ve «Rabbimiz her gece dünya semasına iner» ifadelerindeki istiva ile nuzul'un gerçek olup olmadığı, gerçekse ne anlama geldiği, hakikatin, usûlcülerin söylediği şekilde, lâfzın vaz olunduğu anlamda kullanılıp kullanılmadığı, sıfat âyetlerinin hakikat olması durumunda ne gerekeceği soruldu.
Cevap:
Âlemlerin rabbine hamdolsun. îstivâ ile nüzul hakkında söylenecekler, onun Yüce Allah'ın Kur'ân'da ve Resûlüllah'ın dilinden kendini tavsif ettiği diğer sıfatlar hakkında söylenenler gibi olduğudur. Yüce Allah kendini birtakım isimlerle isimlendirmiş ve sıfatlarla nitelemiştir. Kendini Hay, Alîm, Hakim, Kadir, Semi, Basîr, Gafur ve Rahîm gibi isimlerle isimlendirmiştir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: «Sözü açık söylesen de (gizli söylesen de) muhakkak O, gizliyi de, ondan daha gizlisini de bilir»(66). «Onun ilminden, ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. Onun kürsüsü, gökleri ve yeri kaplamıştır»(67). «Şüphesiz rızık veren, sağlam kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır»(68), «Göğü kendi ellerimizle yaptık ve biz onu genişletmekteyiz»(69). «Ve rahmetim her şeyi kapsamıştır»'(70). Meleklerin dilinden «Rabbimiz, ilmin ve rahmetin her şeyi kapsamıştır»(71) buyurmuştur. Yine şöyle buyurmuştur: «Allah ondan razı oldu, onlar da ondan razı oldular»(72), «Ve Allah'ın hoşnutluğu daha büyüktür»(73). "Allah onlara kızdı ve lanet etti"(74), «Rablerinden onlara bir gazap ve dünya hayatında bir zillet erişecektir"(75)'. «Ve Allah Musa ile kesin olarak konuştu»(76). «Kimileriyle Allah konuştu»(77), «Rabbinin sözü doğruluk ve adaletle tamam oldu»(78), «Şüphesiz ben sizinle beraberim, görür ve işitirim»(79). «Allah işiten ve görendir»(80) «İki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan nedir?»(81). «Onları seviyor. Onlar da O'nu seviyorlar»(82). «Onlar buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerin gelmesini mi bekliyorlar»(83). «Melekler sıra sıra olduğu halde Rabbin geldi»(84). v.b âyetler. Bu sıfatların bazıları için söylenecek ne ise diğerleri için de aynıdır.
Ümmetin selef ve imamlarının görüşü, Allah'ın kendini nitelediği ve Resûlüllah'ın onu nitelediği sıfatlarla, tatil, tahrif, tekyif ve temsile gitmeden, nitelemektir. Yüce Allah'ın kendini nitelediği sıfatları nefyetmek caiz olmadığı gibi, onları yaratıkların sıfatlarına benzetmek (temsil etmek) de caiz değildir. Çünkü Yüce Allah: «Hiçbir şey onun gibi değildir, O işiten ve görendir(85) buyurmaktadır. Yüce Allah'a ne zatında, ne sıfatlarında ve ne de fiillerinde benzeyen hiçbir şey yoktur.
Nuaym îbn Hammâd el-Huzaî şöyle demiştir: *Kim Yüce Allah'ı mahlûkattan bir şeye benzetirse kâfir olur. Allah'ın kendini tavsif ettiği şeyleri inkâr eden kâfir olur. Allah'ın kendini tasvif etmesi ve Resûlüllah'ın onu tavsif etmesi, teşbih (benzetmek) değildir.
Selefin mezhebi iki taraf arasında orta yol ve iki sapıklık arasında hidayettir; Allah'ın sıfatlarını ispat etmek ve mahlûkata benzerliğini reddetmektir. «Hiçbir şey onun gibi değildir» sözü, teşbih ve temsil ehlini reddetmektir. «O işiten ve görendir» sözü de, sıfatlarını nefyeden ve tatil edenleri red etmektir. Onu yaratılmış şeylere benzeten kimse gece karanlığında bocalamakta, sıfatlarım tatil eden de kör olarak dolaşmaktadır. Benzeten (temsil eden) puta tapmakta, tatil eden de yokluğa işaret etmektedir.
İspat edenlerin tümü yüce Allah'ın hakikat olarak diri, âlim, kadir, işiten, gören, dinleyen ve konuşan olduğunda birleşmişlerdir. Sıfatları nefyeden Mutezile bile, diğer müslümanların söylediği gibi, yüce Allah'ın hakikat olarak konuşan, âlim ve kadir olduğunu söylemişlerdir. Hatta Ebul-Abbas en-Nâşi gibi Mutezileden bazıları bu isimlerin Allah için hakikat, başkaları için mecaz olduğu görüşündedirler.
Eşariye'den Küllâbiyye, Kerramiyye, Salimiyye, Hanefî, Maliki, Şafiî ve Hanbelî dört mezhep imamı tabileri, hadîs ve tasavvuf ehlinden sıfatları ispat eden kelâmcılarla beraber Mutezilenin çoğunluğu bu isimlerin kullar için hakikat olarak kullanıldığı gibi, yüce Allah için de hakikat olarak bulunduğunu, hakikat olarak ilmi, kudreti, işitmesi ve görmesi olduğunu söylemektedirler.
Bu isimlerin bir hakikat olduğunu sadece Batınîyye, îslmailiyye, Karmatiler ve Yüce Allah'ın güzel isimleri bulunmadığını söyleyen felsefeciler nefyetmektedir. Bunlar yüce Allah'ın ne diri, ne âlim, ne cahil, ne kadir, ne aziz, ne mevcut, ne madum (yok) olmadığını söylüyorlar. Bunlar ve benzerleri yüce Allah'ın sıfatları ve güzel isimleri olduğunu nefyediyorlar. Bazıları, bu isimler bazı mahlûklar içindir, Allah için ne hakikat ne mecaz mevcut değildir, demektedir.
Bunlar müslümanların «mülhidler» olarak isimlendirdiği kişilerdir. Zira Allah'ın isim ve sıfatlarını inkâr etmişlerdir. «En güzel isimler Allah'ındır. Onu o isimlerle çağıran ve isimlerini inkâr eden kimseleri terkedin. Onlar yaptıklarının cezasını göreceklerdir'(86). «Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri çok iyi biliriz»(87). Bunlar yüce Allah'ın bildirdiği müşriklerden daha beterdirler. Şöyle buyuruyor: «Onlara, «Rahman'a secde ediniz» denildiğinde, «Rahman da nedir? Bize emrettiğin şeye mi secde edelim?» derler. Bu onların nefretlerini daha da artırmıştır»(88), "Aynı şekilde seni kendisinden önce nice ümmetin gelip geçtiği ve Rahmanı inkâr eden bir ümmete, sana vahyettiğimizi onlara okuman için gönderdik. De ki O Rabbimdir, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ona tevekkül ettim ve Ona tevbe ettim(89).
Bu âyetlerde sözettiği müşrikler sadece «Rahman* ismini inkâr etmişlerdir, Allah'ın isim ve sıfatlarını inkâr etmemişlerdir. Onun için müslümanlara göre, yahudi ve hıristiyanlardan daha kâfirdirler.
Allah'ın isim ve sıfatları mutlak olarak kullanıldığında nefyedilmesi doğru bir mecaz olsaydı, yüce Allah'ın diri, âlim, kadir, işiten, gören olmaması, kullarını sevmemesi ve kulların da onu sevmemeleri, arşa istiva etmemesi ve benzeri şeyleri bulunmaması caiz olurdu.
Yüce Allah'ın ispat ettiği isim ve sıfatları mutlak şekilde nefyetmenin caiz olmadığı îslâm dininde zaruri olarak bilinen bir şeydir. Çünkü böyle bir şey, yaratıcıyı inkâr etmek ve onu var olmayan şeylere benzetmektir. Onun için E b û Ömer İbn Abdilber şöyle demiştir: «Ehli Sünnet, Kur'ân ve Sünnet'te geçen bütün sıfatları kabul etme, onlara inanma, mecaz değil, hakikat olarak anlama konusunda icmâ etmektedir. Ancak hiçbirinde keyfiyet belirtmezler ve zatına mahsus hiçbir sıfata sınır getirmezler. Ama Mutezile, Hariciler ve Cehmiyyeden bid'at ehli olanlar bu isim ve sıfatları inkâr eder ve hakikat olarak anlamazlar. Onları kabul eden kişinin Müşebbiheden olduğunu iddia ederler. Halbuki isim ve sıfatları kabul edenlere göre bu bidatçılar, mabudu ispat değil, inkâr ediyorlar. Gerçek, Kur'ân ve Sünnet'in söylediğini söyleyen Cemaat imamlarının görüşüdür».
îbn Abdilber'in Mutezile ve benzerlerinden bahisle naklettiği bu şeyler, yüce Allah'ın nefyettikleri bazı isim ve sıfatlarına ilişkindir. Ama diri, âlim, kadir ve mütekellim gibi ispat ettikleri sıfatların ise, hakikat olduğunu söylüyorlar. Bu isim ve sıfatlardan birinin hakikat olduğunu inkâr edenler, hakikatin ne olduğunu bilmeyenlerdir; yahut bu, Allah'ın sahip olması gereken şeyleri inkâr veya tatil (işlevsiz) ettikleri içindir. Çünkü inkâr eden veya tatil eden kişiler, Allah hakkında böyle bir şeyin kullanılmasının, yaratan ile yaratılanın benzer olmasını gerektirdiğini sanmaktadırlar. Halbuki böyle bir şey batıldır. Çünkü Allah hakikat olarak mevcuttur ve kul da hakikat olarak mevcuttur. Biri de diğeri değildir. Allah'ın hakikat olarak zatı vardır, kulun da hakikat olarak zatı vardır. Allah'ın zatı mahlûkatm zatları gibi değildir.
Aynı şekilde hakikat olarak ilmi, görmesi ve işitmesi vardır. Kulun da hakikat olarak ilmi, görmesi ve işitmesi vardır. Kulun ilmi, görmesi ve işitmesi Allah'ın ilmi, görmesi ve işitmesi gibi değildir. Yine yüce Allah'ın ve kulun hakikat olarak kelâmı vardır; Yaratanın kelâmı, yaratılanın kelâmı gibi değildir.
Yüce Allah'ın arşı üzerine hakikat olarak istivası vardır. Kulun da gemi gibi şeyler üzerine hakikat olarak istivası vardır. Ancak yaratanın istivası, yaratılanın istivası gibi değildir. Yüce Allah hiçbir şeye muhtaç değildir. O herşeyden müstağnidir.
Yüce Allah kudretiyle arşı ve onu taşıyanları tutmaktadır. Yeri ve gökleri yok olmaktan korur. İmamların «Yüce Allah hakikat olarak arşı üzerine istiva etmiştir» sözünün, onun istivasının kulun binekleri ve gemi üzerine istivası gibi olmasını gerektirdiğini zanneden kimse, aynı şekilde imamların Allah'ın hakikat olarak ilmi, görmesi, işitmesi ve kelâmı vardır, sözünün de Allah'ın ilmi, görmesi, işitmesi, ve kelâmının kulların işitmesi, görmesi ve kelâmı gibi olmasını gerektirdiğini kabul etmesi gerekir.

Dip Notlar:
66  20 Tâha 7                                              
67    2 Bakara, 255                                     
68    51 Zâriyat, 58                                      
69    51 Zâriyat, 47                                     
70    7  A'raf,   156                                      
71    40 Mü'min, 7                                       
72    9  Tevbe,  100                                     
73    9 Tevbe,  72                                        
74    48 Feth, 6
75    7 A'raf, 152
76   4 Nisa, 164
77    2 Bakara,  253
78    6 En'âm, 115
79   20 Tâhâ, 46
80    4 Nisa, 53
81    38 Sâd, 75
82    5 Mâide, 54
83    2 Bakara, 210
84    89 Fecir, 22
85    42 Şûra, 11
86    7 A'raf, 180
87    41 Fussilet, 40
88    25 Furkan, 60
89    13 Ra'd, 39


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol