Kur'an ve Sünnet
   
 
  Allah'a yakınlığın ortaya çıkış şekli:

Allah'a yakınlığın ortaya çıkış şekli:

Yüce Allah'ın mü'minlerin kalblerine ve kalblerinin O'na yaklaşması bilinen bir olaydır. Kalbler sahip olduğu iman, marifet, zikr, tevekkül ve Allah korkusu oranında O'na yükselir. Bunda herkes ittifak halindedir. Ama Cehmiyye, yüce Allah'ın yaklaşmasını inkâr ederek göklerin üstünde ibadet edilen bir rab, kendisine secde edilip namaz kılman bir ilâh olmadığını söylemektedir. Ki, bu da apaçık küfürdür. Birinciyi de Küllâbiyye ve ihtiyarî işlerin onunla meydana gelmediğini söyleyenler inkâr etmektedir.
Bazı E ş ' a r i tabileri ile A h m e d ' in ashabı ve başkalarından, hoşnutluğu, gazabı, sevinci ve sevgiyi irâde olarak kabul edenler, bazan da irâdeden başka kadîm bir sıfat sayanlar vardır. Kalb-de olan ve üzerinde ittifak edilen bu yakınlık, hakikatte ilmi temessül yakınlığıdır. Bu da onun sevgisini gerektirir. Çünkü birini seven kişinin kalbinde o canlanır ve onu kalbine çok yakın görür. Onu andığı zaman kalbinde hazır olur. însan sevdiği mahlûkun sevgisinde fena bulabilir. Nitekim birisi, «Sende kayboldum, seni kendim sandım» demiştir.
Yine birisi, «Kalbde mevcut, görüyorum. Onu unutmuyorum ki hatırlayayım» demiştir. Bir diğeri, «hayalin gözümde, adın dilimde, yerin kalbimde, nerede kayboluyorsun?» demiştir.
İşte bu, yüce Allah'ın «en üstün mesel Allah'ındır»(164) buyurduğu en üstün meseldir. Yine şöyle buyuruyor: «O, gökte ilâh olandır, yerde de ilah olandır», «Göklerde ve yerde Allah O'dur», «Onun misli (benzeri) hiçbir şey yoktur»(165) âyetinde en üstün mesel (örnektir). O'na hiçbir şey benzemez. Mukaddes zâtına varlıklardan hiçbir şey benzemez. Mukaddes zâtına varlıklardan hiçbir şey benzemediği gibi, sıfatlarına da hiçbir sıfat benzemez. Kalblerde bulunan marifetine ve sevgisine de hiçbir marifet ve sevgi benzemez. Kendisi en yüce olduğu gibi, en üstün mesel (örnek) de O'nundur.
Yüce Allah şöyle buyuruyor; «Onlar, çevresini aydınlatmak için ateş yakın kimseye benzerler»(166), «Allah'ın rızasını kazanmak ve kalb-terini sağlamlaştırmak için mallarını sarfedenlerin misali, yüksekçe bir tepede bulunan, bol yağmur olduğunda yemişlerini iki kat veren, bol yağmur yağmasa bile çisentisi düşen bir bahçenin misali gibidir. Allah işlediklerinizi görür»(167). Bundan başka bu şekilde çok âyetler vardır.
Bu örneği şu örneğe benzetmektedir. Bu da bunun zâtını, şunun zâtına benzetmeyi içermektedir. Eşyadan haber vermek ve tanışmak ancak onu bildikten sonra olur. Yüce Allah önce zihnî suret denilen ilmî meseli söz konusu etmiştir. Sonra, haber doğru ise, tasavvur ettiği şeye uygun olarak hakikat hakkında onunla istidlal edilir. Onun için insanlar bir şeyi ancak bildikleriyle ifade edip nitelemişlerdir. Bildikleri sıfatlarına göre, onlarda isimleri de değişik olmaktadır.
Yüce Allah'ı rüyada gören kişi, kendi durumuna göre onu suret (şekil) lerden birinde görür. Bu kişi sâlih ise, onu güzel bir surette görür. Onun için Resûlüllah onu en güzel surette görmüştür.
İbn Ömer'in tavaf esnasında kızını istediği Îbnu'z-Zu b e y r için söylediği «tavafımızda Allah'ı kalbimizde müşahade ederken bize kadınlardan mı söz ediyorsun?» sözünde ve başkalarında olduğu gibi uyanık iken ariflerden bazıları için meydana gelen müşahadeler, ancak müşahade edilen ilmî mesel (zihinsel suret) le ilgilidir. Ama Resûlüllah'ın yüce Allah'ı rüyada görmesinin başka özelliği vardır. Ki açıklama yeri burası değildir. İbn Abbas: «Kalbiyle onu iki defa gördü» demiştir. Resûlüllah, başkasının ortak olmadığı birtakım şeylere sahiptir.
Bu ilmî mesel (zihinsel suret), Allah'a dair marifet ve sevgiye göre kalblerde sayılamayacak şekilde değişik olmaktadır. Nitekim insanlar Allah'a, Kur'an'a ve Resulüne imanlarında çeşit çeşittir. Allah'a, Kur'an'a ve Resulüne imanda ortaklıkları yanında, Kur'an ve peygambere dair herbirinin kalbindeki ilmi mesel (zihinsel suret) de ona dair bilgisiyle orantılıdır. Bu konuda çeşitli ve birbirinden farklıdırlar. Cennet, cehennem, âhiret ve gaybî şeylere imanları da bu şekildedir. İnsanların birbirlerine haber verdiği gaybi şeylerde de durum bu şekildedir. Hatta sesleri işittikleri ve işleri müşahade ettikleri halde, insanlar görme ve işitmede farklıdırlar. Görülen şeyden birinin gördüğünü bir başkası görmüyor. Hatta ihtilâf edip biri bir durumunu kabul ederken, bir başkası onu kabul etmiyor, müşahade edilen bir varlık için durum böyle olunca, bildirilen gaybî şeylerde nasıl olmasın?!
Resûlüllah insanlara gaybi, birçok hadîslerle bildirmiştir. 3u hadisleri de hepsi mufassal olarak dinlememişlerdir.. îşittiklerinden hepsi de aynı şekilde ne demek istediğini anlamış değildirler. Bilgilerinde farklı oldukları gibi, işitme ve anlamada farklıdırlar. îmanları da buna göredir. Kimileri birçok şeyleri kabul ederken, kimileri onları kabul etmez. Özellikle nefyedenlerin şüphelerini kalbinde taşıyan kimse Kitab ve Sünnetin ispat ettiğini ve hak ehlinin söylediğini nefyetmektedir.
Bütün bunlar, imanda dereceleri farklı da olsa, Allah'a, Kitab'ına, Peygamberine ve âhiret gününe inandıklarını göstermektedir. Ama kendisine hak ve dosdoğru yol açık olduktan, sonra Resûlüllah'a inanmayan ve mü'minlerin yolundan başkasına uyan kimseler elbette bunların dışındadır.
İnanan bu insanlar, irâde ve ilimde de farklıdırlar. Allah'a sevgisi, ibadeti ve zikri fazla olan kimsenin imanı, isim ve sıfatlara dair bilgisi daha fazla olan kimseden daha sağlam ve daha kuvvetlidir. Allah'a itaat ve sevgi besleyen, O'nu zikreden kişinin kalbinde, bu şeyleri yapmayanda meydana gelmeyen ünsiyet ve Allah'ı hatırlama meydana gelmektedir.
Resûlüllah'a iman da bu şekildedir. Bir kimse Resûlüllah'ın sıfatlarını daha çok bilebildiği halde, diğerinin ona sevgisi daha fazla olabilir. Meşhur kişilerin durumu da böyledir. Biri gördüklerini daha iyi bilebilirken, diğeri de ona daha çok sevg besleyebilir. «Ruhlar kuşanmış askerlerdir. Tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar ihtilâf ederler». Onların tanışması birbirine uygun olmasıdır. Benzeşme ise bilgi, sevgi ve tiksinmede olur.
Kalbi mesel, sureti müşahade eden ve bu surette fena bulan bu insanlardan çok kişi, bizzat yüce Allah'ı gördüğünü sanır. Çünkü mesel, suretin etkisi onun kalbini istilâ etmiş ve temyiz edecek aklı kalmamıştır. Bu şeyleri müşahade eden kalbin kendisidir. Ancak onları bazan zahirdeki his vasıtasıyle, bazan da nefsiyle müşahade ettiğinden, iki müşahade arasında yine ayırım yapamamaktadır, iki müşahade arasındaki farkı anlamayacak derecede kendinden geçmiş ise, bizzat yüce Allah'ı görmüş sanır. Müşahade eden ile edilen arasındaki farkı farketmeyecek durumda ise, müşahade edilenin kendisi olduğunu, yani müşahade edenle müşahade edilenin aynı varlık olduğunu sanır. Ebû Yezid'in şöyle dediği nakledilir: «Cübbemin içindeki Allah'tan başkası değildir». Bir diğeri de: -Sende o kadar fena buldum ki, seni kendim sandım» demiştir. Sevgili kendini suya atmış, seven de kendini peşinden atmıştır.
Bütün bunlar, aklın zayıflaması ve kalbin şiddetli müşahade-sinden ileri gelmektedir. Tıpkı uyuyanın rüyada görmesi gibi. Uykuda aklı bulunmadığından, gördüğü ve işittiği şeyleri zahir (organ) göz ve kulağıyla görüp işittiğini sanır. Konuştuklarını da (organ) diliyle konuştuğunu zanneder. Halbuki gözü kapalı ve dili suskundur. Bazan da uykuda hayalî tasavvuru güçlü olabilir ve zahir duyusuyla birleşir. Uyuyan kimse uyandıktan sonra da diliyle okumağa ve konuşmağa devam eder. Buna rağmen aklı hâlâ yoktur ve bunun farkında değildir. Deli, sarhoş ve benzerlerinde meydana geldiği gibi.
Onun için şeriatta deli, baygın ve uykuda olandan teklifin kalktığı kaydedilmiştir. Sadece haram bir sebeble aklı kaybolan kişinin hükmünde ihtilâf edilmiştir.
Bu da gösteriyor ki, Allah'ı kabul eden kişide kabulün derecesine göre bir iman bulunmaktadır. Naslarm bildirdiği şeyler konusunda hüccet sahibi olmayan (kendisine bildirilmeyen ve delili bulunmayan) kişi, bu şeyleri inkâr ettiği için kâfir olmaz. Yüce Allah ve sıfatlan hakkında inançları değişik de olsa, ehl-ı kıblenin tümü Allah'a ve Resulüne inanmaktadır. Ancak diliyle imanını açıklayıp kalbinde Resûlüllah'ı kabul etmeyen münafık, mü'min değildir, imanı açıklayan ve münafık olmayan herkes mü'min olup derecesine göre iman sahibidir. Kalbindeki iman zerre miktarı da olsa, ateşten-çıkacak kişilerdendir, inançlarının farklılığına rağmen kader ve sıfatlar hakkında ihtilâf edenlerin tümü bunun kapsamındadır.
Cennete ancak Resûlüllah'ın bildiği şekilde Allah'ı bilenler girecek olsaydı, ümmeti cennete giremezdi. Çünkü ümmet -veya çoğu-Allah'ı bu şekilde bilmeğe güç yetiremez. Onun için hepsi cennete girer ve makamları iman ve marifetleri derecesine göre farklı olur,Başkasının sahip olduğu kadar kuvvetli imana sahip olmaktan aciz bulunan bir kimseye, gücünün üstünde yük yüklenmez. Böyle bir şey onu fitneye düşürüyorsa, ona fitneye düşürecek bir şey anlatılmaz.
Bu, insanlara öğretmede ve Kur'an, meşhur hadîs gibi hepsinin işittiği, ama anlamında ihtilâf ettikleri naslarla onlara hitap etmede büyük bir esastır. Allah her şeyin en iyisini bilir. Hz. Muhammed'e, âline ve ashabına salât ve selâm olsun.

Dip Notlar:
164) 16 Nahl, 60
165) 42 Şûra. 11
166) 2 Bakara, 17
167) 2 Bakara, 265


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol