Kur'an ve Sünnet
   
 
  CENAZE NAMAZI KILMAK

CENAZE  NAMAZI  KILMAK

-58- Müslüman ölüye namaz kılmak farz-ı kifayedir.

 

Çünkü Peygamber (s.a) bu namazı pekçok hadis-i şerifte emretmiş bulunmaktadır. Ben bunlardan Zeyd b. Halid el-Cüheni'nin rivayet ettiği hadisi zikredeceğim:

 

"Peygamber (s.a)'ın ashabından bir adam Hayber günü vefat etti. Bunu Rasûlullah (s.a)'a söylediler. O: "Arkadaşımızın namazını kılınız" diye buyurdu. Bundan ötürü insanların yüzleri değişti. Peygamber şöyle buyurdu: "Sizin arkadaşınız Allah yolunda (cihada çıkmışken) ganimetten çaldı." Eşyalarını araştırdık, yahudilere ait boncuklardan iki dirhem etmeyen bir miktar boncuk bulduk."[1]

 

 

-59- Bundan iki şahıs müstesnadır. Üzerlerine namaz kılmak vacib değildir:

 

Birincileri ergenlik yaşına gelmemiş çocuktur:

 

Çünkü Peygamber (s.a) oğlu İbrahim (a.s)'ın namazını kılmamıştır. Aişe (r.anha) dedi ki: "Peygamber (s.a)'ın oğlu İbrahim onsekiz aylık iken öldü, Rasûlullah (s.a) onun namazını kılmadı."[2]

             

 

Derim ki doğrusu Hafız'ın söylediğidir. İbnu'l-Kayyim, Zadu'l-Mead (I, 233)'de İmam Ahmed'den: "Bu münker bir hadistir" dediğini nakletmektedir. Bunun "ferd bir hadis" olduğunu kastetme ihtimali de vardır. Çünkü bu sıhhati bilinen kimi hadisler hakkında onun söylediği nakledilmiş bir ifadesidir.Şunu da bilelim ki Peygamber (s.a)'ın oğlu İbrahim'in namazını kıldığına dair gelen rivayet bu hadisin subutunu olumsuz olarak etkilemez. Çünkü bu her ne kadar birkaç yoldan gelmiş ise de ondan sahih olarak nakledilmiş değildir. Bütün yollar ya mürsel olmakla illetlidir yahutta oldukça zayıf olmakla. Nitekim bu hususu Nasbu'r-Raye (II, 279-280)'de etraflı bir şekilde görmek mümkündür. Ahmed (III, 281)'in rivayetine göre Enes'e şöyle sorulmuştur: Rasûlullah (s.a) oğlu İbrahim'in namazını kıldı mı? Enes bilmiyorum demiştir. Bunun senedi sahihtir. Eğer üzerine namaz kılmış olsaydı, bu husus Allah'ın izniyle Enes'e gizli kalmazdı. Çünkü ona on yıl hizmet etmiştir.

 

İkincileri şehiddir. Çünkü Peygamber (s.a) Uhud şehidlerinin ve başkalarının cenaze namazlarını kılmamıştır. Bu hususta daha önce 32. meselede kaydettiğimiz üç hadis vardır.

Fakat bu durum vücub sözkonusu olmaksızın şehidlerin de, çocukların da cenaze namazlarını kılmanın meşruiyetine aykırı değildir. Nitekim ileride bundan sonraki meselede her ikisi ile ilgili hadislerde bu husus görülecektir:

 

 

-60- Aşağıda sözü edilenler üzerinde cenaze namazı kılmak meşrudur:

 

-1- Çocuk: İsterse düşük olsun (düşük tamamlanmadan önce annesinin karnından düşen cenine denilir). Bu hususta iki hadis-i şerif vardır:

 

"...Çocuk (bir rivayette düşük) üzerine namaz kılınır, anne-babasına mağfiret ve rahmet ile dua edilir." Hadisi Ebu Davud, Nesai ve başkaları sahih bir sened ile rivayet etmiş olup, hadis tamamıyla 50. meselede geçmiş bulunmaktadır.

 

-2- Aişe (r.anha)'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir:"Rasûlullah (s.a)'a ensar çocuklarından bir çocuk getirildi. Onun üzerine namaz kıldı. Aişe dedi ki: Ben de: Ne mutlu buna cennet kuşlarından bir kuş. Hiçbir kötülük işlemedi, kötülük işleyecek yaşa da gelmedi. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu: Daha başka şey söyleseydin olmazmıydı? ey Aişe. Yüce Allah cenneti yarattı ve oraya girecekleri yarattı. Onlar daha babalarının sulblerinde iken onları (cennet için) yarattı. Cehennemi de yarattı ve oraya girecekleri de yarattı. Onlar henüz babalarının sulblerinde iken onları (cehennem için) yarattı."[3]

 

 

 

Lafız Nesai'ye ait olup, isnadı sahihtir. Bütün ravileri sika olup, Müslim'in ravileridirler. Sadece Nesai'nin hocası Amr b. Mansur hariç o da sika ve sağlam bir ravidir.Nevevi -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demektedir:

 

"Müslüman alimlerinden kendisine itibar edilenlerin hepsi müslüman çocuklarından ölen kimselerin cennet ehlinden olduğu üzerinde icma etmişlerdir. Bu hadis ile ilgili verilecek cevap şudur: Peygamber (s.a) delilsiz bir şekilde kat'î bir kanaat belirtmekte acele etmemesini istemiş olabilir. Yahutta bunu müslümanların çocuklarının cennette olduğunu öğrenmesinden önce söylemiş olmalıdır."

 

es-Sindi, Nesai üzerine yazdığı haşiyesinde bir başka cevap vermektedir ki özetle şöyledir: Peygamber (s.a)'ın Aişe (r.anha)'a kesin bir kanaati muayyen bir çocuk hakkında belirtmesini reddetmiştir. Çünkü özel bir kimse hakkında kesin kanaat belirtmek sahih değildir. Zira anne-babasının iman sahibi olduklarını muhakkak olarak söyleyebilmek sözkonusu değildir. Bu bir gaybdır. Yüce Allah'ın hükme dayanak aldığı da budur.

 

Zahir olan şu ki ceninin -eğer ona ruh üflenmiş ise- cenaze namazı kılınabilir. Bu ise annesinin karnında dört ayı tamamladıktan sonra ölümü halinde sözkonusu olur. Bundan önce düşecek olursa, namazı kılınmaz. Çünkü o açıkça görüleceği gibi ölü değildir.Bunun asıl dayanağı ise Abdullah b. Mesud (r.a)'ın merfu olarak rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir: "Sizden herhangi birinizin hilkati annesinin karnında kırk gün kalır. Sonra bu kadar bir süre alaka olur. Sonra bu kadar bir süre bir çiğnemlik et olur. Sonra ona bir melek gönderilir... Ona ruh üfler."

 

Hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.Bazıları canlı olarak düşmesini şart koşmuşlardır. Buna sebeb ise şu hadis-i şeriftir:"Düşük eğer canlılık alametleri gösterirse namazı kılınır ve ona mirastan pay verilir."Fakat bu ilim adamlarının da açıkladığı üzere delil olarak gösterilemeyecek şekilde zayıf bir hadistir.[4]

 

(Namazları kılınması meşru olanlardan ikincisi) şehiddir. Bu hususta pekçok hadis-i şerif vardır. Bunların bazılarını zikretmekle yetiniyoruz:

 

a- Şeddad b. el-Hâd'dan gelen rivayet:Bedevilerden bir adam Peygamber (s.a)'a gelip ona iman etti ve ona tabi oldu. Sonra: Seninle beraber hicret edeyim dedi... Bir süre böylece kaldılar. Daha sonra düşman ile bir savaşa gittiler. Adam bir ok isabet etmiş olduğu halde taşınarak Peygamber (s.a)'a getirildi... Daha sonra Peygamber (s.a) onu kendi cübbesi ile kefenledi, sonra onu önüne koyup, üzerine namaz kıldı..."

 

Hadisi Nesai ve başkaları sahih bir senedle rivayet etmiştir. Hadis tamamıyla 39. meselede geçmiş bulunmaktadır.

 

b- Abdullah b. ez-Zübeyr'den gelen rivayet:"Rasûlullah (s.a) Uhud günü emir vererek Hamza'nın üzeri bir burde ile örtüldü. Sonra üzerine namaz kıldı, dokuz tekbir getirdi. Daha sonra diğer şehidler getirildi. Sıraya diziliyorlar, o da onlara ve onlarla birlikte Hamza'nın üzerine namaz kılıyordu."[5]

 

c- Enes b. Malik (r.a)'dan rivayete göre:"Peygamber (s.a) Hamza'nın yanından geçti. Onun azalarının kesilmiş olduğunu gördü. Şehidler arasından ondan başkasının namazını kılmadı. Uhud'da şehid düşenleri kastetmektedir."[6]

 

Ondan başkası üzerine bağımsız olarak namaz kılmayı kastetmiş olmak ihtimali vardır. Onun ile birlikte başkası üzerine namaz kılmasını gerektirmemektedir. Bundan önceki hadiste görüldüğü gibi. Bu iki hadise karşı daha önce kaydedilen Cabir'in rivayet ettiği Peygamber (s.a) Uhud şehidleri üzerine namaz kılmadı şeklindeki hadis ile karşı çıkılamaz. Çünkü bir şeyi isbat eden onu nefyedene takdim edilir. Etraflı bilgi için Neylu'l-Evtar'a bakınız.

 

d- Ukbe b. Amir el-Cüheni'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Peygamber (s.a) bir gün dışarı çıktı ve Uhud'da şehid düşenler üzerine [sekiz sene sonra] cenaze namazı kıldı. [Sanki hem hayattakilere, hem ölmüşlere veda ediyor gibiydi.] Sonra minbere çıktı. [Yüce Allah'a hamd-u senada bulundu] ve buyurdu ki: Ben sizden önce gideceğim (sizin için ecre vesileyim) ve ben sizin üzerinize bir şahidim. [Sizinle buluşma yerimiz havzın etrafıdır.] Allah'a yemin ederim şu anda ben havzıma bakmaktayım. [Onun eni Eyle'den Cuhfe'ye kadar olan mesafe gibidir.] Bana yeryüzü hazinelerinin anahtarları ya da yeryüzünün anahtarları verildi. Allah'a yemin ederim ben sizin için benden sonra şirk koşacağınızdan korkmuyorum fakat sizin için [dünyadan] onda birbirinizle yarışacağınızdan [birbirinizle çarpışıp, sizden öncekilerin helak olduğu gibi helak olacağınızdan] korkuyorum. [(Ukbe) dedi ki: Bu benim Rasûlullah (s.a)'ı gördüğüm son defa oldu.]"[7]

 

                                               

 

Bir kimse şöyle diyebilir: Bu hadis-i şeriflerle şehidler üzerine cenaze namazı kılmanın meşruiyeti sabit olmaktadır. Cenaze namazının asıl hükmü ise vacib olmasıdır. Niye (bu hususta da) vacib olduğu söylenmiyor.

 

Derim ki: Buna sebeb 58. meselede sözkonusu edilen husustur. Burada da buna şunu ekliyoruz: Bedir gazvesinde ve diğerlerinde ashab-ı kiram'dan pekçok kimse şehid düşmüştür. Peygamber (s.a)'ın bu şehidlerin cenaze namazını kıldığı nakledilmemiştir. Eğer bu işi yapmış olsaydı, ondan bunu naklederlerdi. Bu durum şehidler üzerine cenaze namazı kılmanın vacib olmadığına delildir. Bundan dolayı İbnu'l-Kayyim, Tehzibu's-Sünen adlı eserinde (IV, 295)'de şunları söylemektedir:

 

"Bu meselede doğru olan kişinin üzerlerine namaz kılmak ile kılmayı terketmek arasında muhayyer bırakıldığıdır. Çünkü her iki hususa dair rivayetler gelmiş bulunmaktadır. Bu görüş aynı zamanda İmam Ahmed'den gelen rivayetlerden birisidir. Onun usülüne ve mezhebine daha layık olan da budur."

 

Derim ki: Şehidlerin cenaze namazını kılmak mümkün olduğu takdirde hiç şüphesiz terketmekten daha faziletlidir. Çünkü cenaze namazı hem bir dua, hem bir ibadettir.

 

-3- Allah'ın hadlerinden birisi kendisine uygulandığı için ölen kimse(nin de cenaze namazını kılmak meşrudur.) Çünkü İmran b. Husayn'ın rivayet ettiği hadis bunu ifade etmektedir:"Cuheyne'den bir kadın Allah'ın Peygamberine (Allah'ın salât ve selamı ona olsun) zinadan hamile olduğu halde geldi ve: Ey Allah'ın Peygamberi ben haddi gerektiren bir iş yaptım onu bana uygula dedi. Allah'ın Peygamberi (Allah'ın salât ve selamı ona olsun) o kadının velisini çağırdı ve:

 

Buna güzel davran, doğumunu yaptığı vakit onu yanıma getir dedi. Adam denileni yaptı. Allah'ın Peygamberi kadın hakkında emir verince elbiseleri üzerine iyice bağlandı. Sonra emir verince recm edildi. Daha sonra cenaze namazını kıldı. Ömer ona: Ey Allah'ın Peygamberi bu kadın zina etmişken onun namazını mı kılacaksın? Peygamber şöyle buyurdu: Andolsun öyle bir tevbe etti ki eğer Medine ahalisinden yetmiş kişiye paylaştırılacak olsa hepsine yeterdi. Sen yüce Allah için kendi canını cömertçe feda etmesinden daha faziletli bir tevbe biliyor musun?"[8]

 

      

 

-4- (Cenaze namazlarının kılınması meşru olanlar arasında) masiyetleri ve haram olan hususları işleyen facir kimse. Farziyetlerini kabul etmekle birlikte namaz kılmayan, zekat vermeyen, zina eden, içki eden ve buna benzer fasıkların namazları kılınır. Şu kadar var ki ilim ehli ve dine bağlı kimselerin benzerlerine bir ceza ve bir te'dib olmak üzere cenaze namazlarını kılmamaları gerekir. Nitekim Peygamber (s.a) da böyle yapmıştır. Bu hususta bazı hadis-i şerifler vardır:

 

a- Ebu Katade'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a) bir cenazeye (namazını kılmak üzere) çağrıldığı vakit onun durumunu sorardı. Eğer ondan hayır ile sözedilirse kalkar namazını kılardı, şâyet ondan başka türlü sözedilirse cenaze sahiblerine: "Siz ona yapacağınızı yapınız." der, namazını kılmazdı."[9]

 

       

 

b- Cabir b. Semura'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bir adam hastalandı, onun için feryad edildi. Komşusu Rasûlullah (s.a)'a gelerek dedi ki: O öldü, Peygamber nerden biliyorsun diye sordu. Adam: Ben onu gördüm dedi. Rasûlullah (s.a): Hayır o ölmedi diye buyurdu. Adam geri döndü, yine onun için feryad edildi. Hanımı Rasûlullah (s.a)'a git, ona haber ver dedi. Adam: Allah'ım ona lanet et dedi. (Cabir) dedi ki: Sonra adam gitti. Okun sivri tarafıyla intihar etmiş olduğunu gördü. Peygamber (s.a)'a giderek onun ölmüş olduğu haberini verdi. Peygamber: Nerden biliyorsun diye sordu. Adam: Ben onu yanındaki okun ucu ile kendisini keserken gördüm. Peygamber sen onu gördün mü diye sordu. Adam evet dedi. Peygamber: O halde ben onun namazını kılmam diye buyurdu."[10]

 

        

 

"Bu hasen bir hadistir. İlim ehli bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Kimileri: Kıbleye doğru namaz kılan herkesin ve kendisini öldürenin de namazı kılınır demiştir. Bu Süfyan es-Sevri ve İshak'ın görüşüdür. Ahmed ise: İmam (müslümanların halifesi) kendisini öldürenin cenaze namazını kılmaz, fakat imamdan başka birisi kıldırır demiştir."

 

o           Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye, el-İhtiyarat (s. 52)'de şöyle demektedir: "Onlardan herhangi birisinin (katil, ganimet hırsızı, borcunu ödeyecek karşılığı bulunmayan borçlu) cenaze namazını benzer kimseleri, benzer davranışlardan alıkoymak üzere namazını kıldırmak istemeyen kimsenin bu davranışı güzeldir. Şâyet zahiren cenaze namazını kılmamakla birlikte, batınan ona dua edip böylece her iki maslahatı birarada yapmaya kalkışırsa bu onlardan birisini kaçırmaktan daha uygundur."

 

c- Zeyd b. Halid'in Peygamber (s.a)'ın ganimetten çalan kimsenin cenaze namazını kılmak istememesi ile ilgili hadisi ve ashabına söylediği şu sözleri:"Arkadaşınızın cenaze namazını kılınız... Çünkü sizin arkadaşınız Allah yolunda (alınan) ganimetten hırsızlık yaptı."[11]

 

 

-5- Geriye borcunu ödeyecek kadar mal bırakmayan borçlunun da cenaze namazı kılınır. Rasûlullah (s.a) önceleri böylesinin cenaze namazını kılmamıştır. Bu hususta birtakım hadis-i şerifler vardır:

 

a- Seleme b. el-Ekva'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Peygamber (s.a)'ın yanında oturuyorduk. Bir cenaze getirildi ve onun namazını kıldır dediler. Peygamber: Borcu var mı diye sordu. Hayır dediler. Peki geriye bir şey bıraktı mı diye sordu. Yine hayır dediler. Peygamber onun namazını kıldırdı.

 

Daha sonra bir başka cenaze getirildi. Ey Allah'ın Rasûlü bunun namazını kıldır dediler. Peygamber: Borcu var mı diye sordu. Evet denilince, peki geriye bir şey bıraktı mı diye sordu. Onlar üç dinar bıraktı dediler. [(Seleme) dedi ki: Parmaklarıyla üç defa dağlanma diye gösterdi] ve namazını kıldırdı.

 

Daha sonra üçüncü bir cenaze getirildi. Namazını kıldır dediler. Geriye bir şey bıraktı mı diye sordu. Hayır dediler. Peki borcu var mı diye sordu. Üç dinar borcu var dediler. Peygamber: Arkadaşınızın namazını siz kılınız diye buyurdu. [Ensardan kendisine] Ebu Katade [denilen adam] kalkıp dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü sen namazını kıldır, borcunu ben üstleniyorum dedi. Peygamber de namazını kıldırdı." [12]

  

 

b- Ebu Katade (r.a)'dan Seleme b. el-Ekva'ın hadisinde zikredilen üçüncü olaya -ondan önceki şahıs ile ilgili olarak da rivayet edilmiştir- yakın bir rivayet gelmiştir. Sözkonusu bu rivayette şunlar yeralmaktadır:

 

"Ben onun borcunu ödeyecek olursam, onun cenaze namazını kılar mısın? (Peygamber): Eğer onun borcunu (borcun sana havalesi şeklinde ya da benzeri bir yolla değil de) kendinden ödeyecek olursan namazını kılarım. Ebu Katade gidip onun borcunu ödedi. Peygamber: Üzerindeki borcu ödedin mi diye sordu. Evet dedi. Rasûlullah (s.a)'ı çağırdı ve onun namazını kıl(dır)dı."[13]

 

      

 

c- Cabir (r.a)'dan da buna benzer bir olay nakledilmiş olup, ifadenin sonlarında şunu zikretmektedir: "Allah Rasûlüne fetihleri nasib edince şöyle buyurdu: Ben her mü'mine kendi öz canından daha yakınım. Her kim geriye borç bırakırsa onu ödemek benim üzerimedir. Kim de bir mal bırakırsa mirasçılarına aittir."

 

   Ebu Davud (II, 85), Nesai (I, 278), Buhari ve Müslim'in şartına göre sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Cabir'den bir başka fazlalık ile başka bir rivayet yolu daha vardır ki daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

 

d- Ebu Hureyre (r.a)'dan rivayete göre: "Rasûlullah (s.a)'a (önceleri) borçlu olan bir ölü getirilince bu borcunu ödeyecek bir şeyler bıraktı mı diye sorardı. Şâyet borcunu ödeyecek bir mal bırakmışsa namazını kıldırırdı, değilse namazını kıldırmaz ve: Arkadaşınızın namazını siz kılın derdi. Yüce Allah ona fetihleri nasib edince şöyle buyurdu: Ben mü'minlere kendi öz canlarından daha yakınım. [Dünyada da, ahirette de dilerseniz: "Peygamber mü'minlere kendi öz canlarından daha yakındır."  (el-Ahzab, 33/6) buyruğunu okuyunuz.] Buna göre kim üzerinde borç olduğu halde vefat eder [ve borcunu ödeyecek bir şey bırakmazsa] onu ödemeyi ben üzerime alıyorum. Kim de geriye bir mal bırakırsa o da mirasçılarına aittir."

 

       Hadisi Buhari (IV, 376, IX, 425), Müslim (V, 62), Nesai (I, 379), İbn Mace (II, 77), Tayalisi (2338), Ahmed (II, 290, 399, 453)'de rivayet etmişlerdir. Anlatım Müslim'e aittir. İki fazlalık Buhari'ye ve bunların ilki de sadece Ahmed'e aittir. Hadisin sadece Peygamber (s.a)'ın sözlerinden olan bölümünü: Tirmizi (III, 178) -sahih olduğunu belirterek-, Darimi (II, 263), Tayalisi (2524), Ahmed (II, 287, 318, 334-335, 356, 399, 450, 464, 527) buna yakın ifadelerle nakletmişlerdir. Ayrıca bu Müslim'in de bir rivayetidir. Buhari de aynı şekilde yakın lafızlarla (VIII, 420, XII, 7, 22, 40), Ebu Hureyre'den pekçok rivayet yolundan yakın lafızlarla zikretmiştir.

 

Tayalisi'nin Müsned'inin ravisi olan Ebu Bişr Yunus b. Habib hadisin akabinde şunları söylemektedir "Ben Ebu'l-Velid'i -Tayalisi'yi kastediyor- şunları söylerken dinledim: Bununladaha önce borçlu olana dair (namaz kılmadığını belirten) diğer hadisleri neshetmiş

olmaktadır."

 

-6- Cenaze namazı kılınmadan defnedilen yahutta bir kısmı kılmakla birlikte, bir

kısmının namaz kılmadığı kimsenin kabri üzerinde cenaze namazı kılınabilir. Şu kadar var ki ikinci halde imam olacak kimsenin daha önce namazını kılmamış kimselerden olması gerekir. Bu hususta bazı hadis-i şerifler vardır:

 

a- Abdullah b.Abbas (r.a)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:"Bir adam vefat etti -Rasûlullah (s.a) hasta iken onu ziyarete giderdi- geceleyin onu defnettiler. Sabah olunca ona haber verdiler. Peygamber: Bana haber vermenizi ne engelledi diye sordu. Onlar gece idi ve karanlık vardı. Seni sıkıntıya sokmak hoşumuza gitmedi dediler. Peygamber (s.a) onun kabrine gitti, üzerine namaz kıldı.

 

[(Abdullah b. Abbas) dedi ki: Bize imam oldu, bizi de arkasında saf halinde dizdi], [ve ben de aralarında idim], [ve dört tekbir getirdi]."[14]

 

   

 

b- Ebu Hureyre (r.a)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:"Mescidi süpüren (bir rivayette: oradan bez parçalarını, sopaları toplayan) siyah bir kadın öldü. Peygamber (s.a) onu görmeyince birkaç gün sonra onu sordu. Ona: O kadın öldü denilince, niye bana haber vermediniz diye sordu. (Onlar: Geceleyin öldü ve defnedildi, seni uyandırmak istemedik dediler.)

        (Ebu Hureyre dedi ki: Sanki onlar kadının halini küçümsemiş gibi oldular. Peygamber şöyle buyurdu: Bana kabrini gösteriniz dedi, ona kabrini gösterdiler), (kabrine gitti ve üzerine namaz kıldı). Sonra [(hadisin ravilerinden birisi olan) Sabit dedi ki: İşte o vakit ya da bir başka hadiste] şöyle buyurdu: Bu kabirler sahibleri üzerine karanlıkla doludur ve şüphesiz aziz ve celil olan Allah benim onlara namaz kılmam sebebiyle o kabirleri onlar için nurlandırmaktadır."[15]

 

   

 

Kaydettiğimiz bu anlatımı tercih etmemizin sebebi onu nakleden ravinin ölenin bir kadın olduğunda tereddüt etmemesidir. Halbuki diğerlerinin kaydettiği rivayette ölen kadın mı erkek mi olduğu hususunda ravi tereddüt etmiştir. Buradaki şüphe Sabit'ten yahutta Ebu Rafi'dendir. Hafız İbn Hacer'in açıkça ifade ettiği gibi. Bize göre ölenin kadın olduğu kanaati bir kaç sebebten tercihe değer görülmüştür: Herşeyden önce yakîn (kesin kanaat) şüpheden önceliklidir.

 

İkinci olarak Buhari'ye ait bir rivayette şu lafızlar kullanılmaktadır: "Mescidi süpüren bir kadın ya da bir erkek -kanaatimce o bir kadındı-" denilmektedir. İşte bu ifadeler ravinin kadın olduğu kanaatini tercih ettiğini göstermektedir.

 

Üçüncü olarak bu hadis bir başka yoldan Ebu Hureyre'den rivayet edilmiş ve ravi bu rivayette şüphe etmemiştir. Rivayetin lafzı da şöyledir: "Kadın bezleri ve çubukları mescidden toplayan siyah bir kadını görmez olunca filan kadın nerede diye sordu. Onlar öldü dediler." Sonra da hadisin kalan bölümünü zikretmektedir. Hadisi Beyhaki (II, 440, IV, 32) el-Ala b. Abdu'r-Rahman'dan, o babasından, o da Ebu Hureyre'den diye böylece zikretmiştir. Yine İbn Huzeyme, Sahih'inde -Fethu'l-Bari'de belirtildiği üzere- de hadisi böylece zikretmiştir.

 

Birinci: fazlalık Beyhaki ile İbn Huzeyme'ye aittir. Onun ilk bölümü Ahmed tarafından zikretilmiştir. İkinci fazlalık Müslim'e ve bir rivayette Beyhaki'ye aittir.Buhari'de o manadaki lafızla kaydetmiştir. Ebu Davud ile iki müsned (Tayalisi ve Ahmed

 

b. Hambel'in müsnedleri) birinci fazlalığın ikinci bölümünü zikretmişlerdir. Üçüncü fazlalık Beyhaki'ye aittir. Dördüncü fazlalık onun kaydettiği bir rivayet ile Müslim'in rivayetinde ve aynı şekilde Ahmed'in bir rivayetindedir. Yine Ahmed, Sabit'in sözü olarak kaydedilen fazlalığı da zikretmiştir. Bu fazlalık Beyhaki'de de vardır. Hafız (İbn Hacer) Beyhaki'ye uyarak dördüncü fazlalığın hadiste müdrec (sonradan sokulmuş) bir ifade olduğunu ve bunun Sabit'in mürsel rivayetlerinden birisi olduğu görüşünü tercih etmiştir. Ancak İbnu't-Türkmani bu hususta onlara muhalefet ederek bunun Ebu Rafi'in, Ebu Hureyre'den diye naklettiği müsned bir rivayet olduğu kanaatindedir.

 

Çünkü Müslim'in Sahih'inde de böyledir fakat Sabit'in bu ifadesi ilk iki alimin benimsediği kanaati desteklemektedir. Yine aynı şekilde İbn Abbas'ın rivayeti olarak varid olan hadis de bunu pekiştirmektedir. Çünkü onun rivayetinde bu fazlalık yoktur. Sözkonusu bu hadisi Taberani el-Mucemu'l-Kebir (III, 128/2)'de rivayet etmiştir. Evet bu fazlalık ya da onun anlamındaki ifade bir başka hadiste müsned olarak sabit olmuştur. O da aşağıdaki hadistir:

 

c- Yezid b. Sabit -ki Zeyd'den yaşça daha büyük idi-'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: "[Bir gün] Peygamber (s.a) ile birlikte dışarı çıktık. Bakia gelince yeni bir kabir ile karşılaştı. O kabirin kime ait olduğunu sordu. (Filan oğullarının azadlı cariyesi) filan kadına aittir dediler. (Yezid) dedi ki: Peygamber o kadını tanıdı ve şöyle buyurdu: Niçin bana onun öldüğünü haber vermediniz. Ashab: [Öğleyin öldü ve] sen hem öğle uykusunda idin hem de oruçluydun, seni rahatsız etmek istemedik. Şöyle buyurdu: Böyle yapmayınız. Sizden ve sizin aranızda bulunan tanıdıklarımdan olan birisi öldü mü mutlaka bana onu haber veriniz. Çünkü benim ona namazım bir rahmettir diye buyurdu. Sonra kabre gitti, arkasında saf tuttuk ve üzerine dört tekbir getirdi."[16]

 

      

 

4. Peygamber (s.a)'ın ashabından birisinden şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a) müslüman yoksullardan, zayıflardan, hasta olanların ziyaretine gider, cenazelerinin arkasından yürürdü. Ondan başkası da onların cenaze namazını kıldırmazdı. (Medine'nin) avali ahalisinden yoksulca bir kadının hastalığı uzayıp gitti. Rasûlullah (s.a) komşularından yanında bulunanlara o kadını sordu ve onlara şâyet vefat edecek olursa, onu defnetmemelerini, üzerine namaz kılmak istediğini söyledi. Bu kadın geceleyin vefat etti. Cenazesini taşıyıp, diğer cenazelerle birlikte getirdiler. -Yahut şöyle dedi: Rasûlullah (s.a)'ın mescidinin yakınındaki cenazelerin yerine (getirdiler).”[17]

 

Rasûlullah (s.a) onlara emir verdiği üzere cenaze namazını kılsın diye getirdiler fakat onun yatsı namazından sonra uyumuş olduğunu gördüler. Rasûlullah (s.a)'ı uykusundan uyandırmak istemediklerinden namazını kendileri kıldılar, sonra onu (kabrine) götürdüler. Rasûlullah (s.a) sabah olunca komşularından huzuruna gelenlere kadının durumunu sordu, ona durumunu haber verdiler ve Rasûlullah (s.a)'ı onun için geceleyin

 

7. Ölenin üzerine cenaze namazı kılacak kimsenin bulunmadığı bir beldede ölen kimse için müslümanlardan bir kesim gaib namazı kılarlar. Çünkü Peygamber (s.a) Necaşi üzerine namaz kılmış (ve kıldırmış)tır. Bunu onun ashabından bir topluluk biri diğerine göre fazla lafızlar kullanarak rivayet etmişlerdir. Ben ashabın bu husustaki hadislerini topladım, sonra bunları daha faydalı olsun diye tek bir anlatım halinde düzenledim. Burada anlatım Ebu Hureyre'nin rivayetine göredir:

 

a- "Rasûlullah (s.a) [kendisi Medine'de bulunuyorken] insanlara Necaşi,[Ashama'nın], [Habeşistan hükümdarının] vefat ettiğini öldüğü gün insanlara bildirdi.[Buyurdu ki: Sizin bir kardeşiniz ölmüş bulunuyor. (Bir rivayette: Bugün Allah'ın salih,bir kulu öldü). [Sizin ülkenizden başka bir yerde] [kalkın onun cenaze namazını kılın], [o kimdir diye sordular. Peygamber: Necaşi diye buyurdu], [ve şunları söyledi: Kardeşiniz için mağfiret dileyiniz. (Ebu Hureyre) dedi ki: Ashabı ile namazgaha çıktı. (Bir rivayette bakia denilmektedir, [sonra öne geçti (ashab) arkasında saf tuttular.] [İki saf oldular],[(Ebu Hureyre) dedi ki: Biz de arkasında ölü üzerine (cenaze namazı için) saf tutulur gibi saf tuttuk ve ölüye namaz kılındığı gibi üzerine namaz kıldık], [cenazenin onun önüne konulmuş olmasından başka bir kanaat düşünülemezdi], [(Ebu Hureyre) dedi ki: Bize imam oldu ve üzerine namaz kıldı] ve (üzerine) dört tekbir getirdi."[18]

 

    

Birinci: fazlalığı Nesai ve Ahmed, ikincisini Buhari, üçüncüsünü İbn Mace, yedincisi Buhari, Müslim, Nesai ve Ahmed, onuncusunu ikinci bölümü sadece Ahmed tarafından rivayet edilmiştir. Ayrıca bu fazlalık tamamı ile Ebu Hureyre'den başkasından kaydettiği bir rivayette bulunmaktadır. Son fazlalık ise Müslim'e aittir. Tirmizi bunun bir bölümünü (II, 140)'da rivayet etmiş ve hadisin sahih olduğunu belirterek Peygamber (s.a)'ın Necaşi üzerinde namaz kıldığını ve dört tekbir aldığını belirtmiştir. Bu aynı zamanda Tayalisi'nin (2296) de rivayetidir.

 

b- Bu hadisi Buhari (III, 145-146)'da, Müslim, Nesai, Beyhaki, Tayalisi (1681) ve Ahmed (III, 295, 319, 355, 361, 363, 369 ve 400)'de Cabir (r.a)'dan gelen bir rivayet olarak da kaydetmişlerdir. İkinci, üçüncü ve dördüncü fazlalık Buhari, Müslim ve Ahmed'e aittir. Beşinci vealtıncı fazlalık sadece Ahmed'e, dokuzuncu fazlalık Müslim ve Nesai'ye aittir. Onuncu fazlalığın ilk cümlesi Nesai'ye aittir, onikinci fazlalık Müslim ve Ahmed'e aittir.

 

c- Diğer taraftan bu hadisi Müslim, Nesai, Tirmizi (II, 149) -sahih olduğunu belirterek-, İbn Mace, İbn Hibban, Beyhaki, Tayalisi (749), Ahmed (IV, 431, 433, 439, 441, 446), İmran b. Husayn'dan rivayet etmişlerdir.Bu rivayette dördüncü fazlalığı hepsi kaydetmişlerdir. Onuncu fazlalık Tayalisi,Nesai, Tirmizi ve Ahmed'de vardır. Ondan bir sonraki fazlalık da Ahmed tarafından kaydedilmiştir. İbn Hibban da böyle.

 

d- İbn Mace, Tayalisi (1068), Ahmed (IV, 7), Huzeyfe b. Esid'den rivayet etmişlerdir. Bu rivayette bunlar dördüncü ve beşinci fazlalığı kaydetmişlerdir. Tayalisi dışında altıncı fazlalığı da zikretmişlerdir.

 

e- Yine bu hadisi İbn Mace, Ahmed (IV, 64, V, 376), Mucemmi' b. Cariye el-Ensari'den diye rivayet etmişlerdir. el-Busiri, ez-Zevaib'de:"Senedi sahihtir, ravileri sikadırlar" demektedir.Bu rivayette dördüncü fazlalık bulunmaktadır. İbn Mace ise dokuzuncusunu

kaydetmiştir.

 

f- Hadisi Tirmizi ve İbn Mace, Abdullah b. Ömer'den, Ebu Hureyre'nin, Tirmizi'de yer alan muhtasar hadisi gibi rivayet etmişlerdir, bunun da isnadı sahihtir.

 

g- Yine bu hadisi Ahmed (IV, 260-263), Cerir b. Abdullah'dan merfu olarak: "Kardeşiniz Necaşi öldü. Onun için (Allah'tan) mağfiret dileyin" lafzı ile rivayet etmiştir.Senedi de hasendir.

 

Derim ki: bu hadislerde açıkça görüldüğü üzere çeşitli açılardan Necaşi Ashaba'nın müslüman olduğuna delil vardır. Bunu şu da desteklemektedir: Onun Peygamber (s.a)'ın nubuvvetini tasdik ettiğine dair açık ifadeler gelmiş bulunmaktadır. Ebu Musa el-Eş'ari (r.a) şöyle demiştir:

 

"Rasûlullah (s.a) bizlere Necaşi'nin ülkesine gitmemizi emretti. -Bu husustaki kıssayı anlattı, onda şu ifadeler de yer almaktadır- Necaşi dedi ki: Şehadet ederim ki o Allah'ın Rasûlüdür ve o Meryem oğlu İsa'nın müjdelediği kişidir. Eğer üzerimde şu hükümdarlık görevi olmasaydı, onun yanına gider ve ayakkabılarını taşırdım."[19]

 

 

 

Gaib cenaze namazı ile ilgili sözünü ettiğimiz husus hadisin başka bir mana ifade etme ihtimali olmayan bir husustur. Bundan dolayı mezheblerin muhakkik alimlerinden bir kesim bizden önce bu görüşü tercih etmiş bulunmaktadır. Şimdi bu hususta İbnu'l-Kayyim -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-'in sözlerinden bir hulasayı size sunmak istiyorum. İbnu'l-Kayyim, Zadu'l-Mead (I, 205-206)'da şunları söylemektedir:

 

"Gaib her ölen kişi üzerine namaz kılmak Peygamberin uygulaması ve sünnetinden değildi. Gaib olduğu halde ölen pekçok müslüman olmakla birlikte onların namazlarını kılmamıştır fakat onun Necaşi'nin üzerine cenaze namazı kıldığı sahih olarak ondan rivayet edilmiş bulunmaktadır. Bu hususta üç farklı görüş vardır:

 

1. Bu her gaib üzerine namaz kılınabileceğine dair ümmet için bir teşri ve bir sünnettir. Şafiî ve Ahmed'in görüşü budur.

 

2. Ebu Hanife ve Malik bu ona (Peygambere) has bir durumdur. Başkasının bunu yapma imkanı yoktur.

 

3. Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye şöyle demektedir: "Doğrusu şudur. Gaib bir kimse eğer üzerinde namaz kılınmayan bir beldede ölmüş ise onun gaib cenaze namazı kılınır. Peygamber (s.a)'ın Necaşi'nin namazını kıldığı gibi. Çünkü Necaşi kâfirler arasında ölmüştü ve onun cenaze namazı kılınmamıştı. Şâyet öldüğü yerde cenaze namazı kılınırsa onun üzerine gaib cenaze namazı kılınmaz. Çünkü müslümanların üzerine namaz kılmaları suretiyle farz kalkmış olmaktadır.

 

Peygamber (s.a) gaibin cenaze namazını kıldığı da olmuştur, terkettiği de olmuştur. Onun

yaptığı da, terkettiği de sünnettir. Bunun ele alınacağı yer burası değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Üç görüş de Ahmed'in mezhebindeki görüşlerdir. En sahih olanı bu şekildeki açıklama tarzıdır."

 

Derim ki: bunu Şafiî mezhebine mensub bazı muhakkikler de tercih etmiştir. el- Hattabi Maalimu's-Sünen adlı eserinde şunları söylemektedir:

 

"Derim ki:Necaşi müslüman bir adamdır.Rasûlullah (s.a)'a iman etmiş, onun peygamberliğini tasdik etmiştir. Şu kadar var ki o imanını gizliyordu. Müslüman bir kimse öldüğü takdirde diğer müslümanların onun cenaze namazını kılmaları icab eder. Ancak Necaşi kâfir kimseler arasında idi. Onun yanında üzerine namaz kılmak suretiyle hakkını verecek kimse bulunmuyordu. Dolayısıyla Rasûlullah (s.a)'ın bu işi yapması icab etmiştir. Çünkü Allah'ın Rasûlü, O'nun peygamberi, O'nun velisi ve bütün insanlar arasında O'na en yakın olanıdır. İşte bu -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya- Peygamber efendimizin onun üzerinde gıyaben namazını kılmasına sebebtir.

 

Buna göre müslüman eğer herhangi bir beldede ölür ve onun namazı kılınmak suretiyle hakkı yerine getirilmiş ise bir başka beldede bulunan kimseler onun üzerinde gıyabi namaz kılmazlar. Eğer herhangi bir engel ya da bunu önleyen bir mazeret dolayısıyla namazının kılınmadığı bilinecek olursa, sünnet onun namazını kılmaktır.Mesafenin uzaklığı dolayısıyla bu terkedilmez. Üzerine namaz kılacak olurlarsa, kıbleye yönelirler. Eğer ölünün bulunduğu belde kıble cihetinde değil ise o şehire doğru yönelmezler. Bazı ilim adamları gaib ölünün üzerine namaz kılmanın mekruh olduğu görüşündedirler. Bunlar böyle bir fiili uygulamanın Peygamber (s.a)'a has olduğunu iddia etmişlerdir. Çünkü Peygamber Necaşi'yi gören kimse hükmünde idiler. Zira bazı haberlerde: "Yeryüzünün yükseklikleri önünde dümdüz edilmiş ve Necaşi'nin yerini görecek hale gelmişti."5 Ancak bu fasid bir tevildir. Çünkü Rasûlullah (s.a) şeriati ilgilendiren bir fiil işleyecek olursa, bize de ona tabi olmak ve ona uymak düşer. Bir fiilin ona has olduğu ise ancak bir delil ile bilinebilir. Bunu açıkça ortaya koyan hususlardan birisi de şudur:

 

Peygamber (s.a) müslümanlarla birlikte namazgaha çıkmış, onları saf halinde dizmiş ve onunla birlikte namaz kılmışlardır. Böylelikle bu tevilin yanlış olduğu anlaşılmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır." Yine Şafiî mezhebine mensub olan er-Ruyani, el-Hattabi'nin benimsediği bu kanaati güzel bulmuştur. Bu aynı zamanda Ebu Davud'un da kabul ettiği görüştür. Çünkü o sözü geçen bu hadisi Sünen'inde zikrettiği bölümün başlığını şöyle koymuştur: "Şirk ülkesinde ölen müslüman üzerine namaz kılmaya dair bir bab." Müteahhir alimlerden büyük ilim adamı muhakkık Şeyh Salih el-Makberi de Neylu'l-Evtar (IV, 43)'de belirtildiği üzere bu görüşü tercih etmiş ve buna hadisin bazı rivayet yollarında zikredilen şu fazlalığı delil göstermiştir:

 

"Sizin kardeşiniz sizin bu topraklarınızın dışında bir yerde öldü. Bu sebeble kalkın onun namazını kılın." Bu fazlalığın senedi Buhari ve Müslim'in şartına uygundur. Her gaibin üzerine cenaze namazı kılmanın meşru olmadığını gösteren hususlardan birisi de şudur. Raşid halifeler ve başkaları vefat ettiklerinde müslümanlardan hiçbir kimse onların gaib namazlarını kılmamıştır. Eğer böyle bir iş yapılmış olsaydı, bu hususta onlardan mütevatir olarak naklin gelmesi gerekirdi.

 

Şimdi bu gerçeği günümüzde çoğu müslümanların uyguladıkları her gaibin cenaze namazını kılmaları şeklindeki uygulamalarıyla bir karşılaştıralım. Hele bu gaib eğer tanınan ve bilinen birisi ise. İsterse sadece siyasi bakımdan tanınan fakat salih olup olmadığı, İslama hizmet ettiği bilinmeyen bir kimse dahi olsun. İsterse bu kişi Harem-i Mekki'de ölmüş ve onun cenaze namazını hac mevsiminde binlerce kişi hazırda bulunan bir cenaze olarak kılmış olsunlar. Şimdi bizim sözünü ettiğimiz durumu böyle bir namaz ile bir karşılaştıralım. O zaman kesinlikle şu bilinecektir. Peygamber (s.a)'ın sünnetini ve selefin (r.anhum) mezhebini bilen hiçbir kimse bunun bid'atlerden bir bid'at olduğu hususunda asla şüphe ve tereddüt etmez.

 

5 Nevevi, el-Mecmu (V, 253)'de belirttiğine göre bu haber hayali haberlerdendir. Daha sonra el-Ala b. Zeydel'in rivayet ettiği yerin Peygamber (s.a)'ın katlanıp dürülmesi sonucunda gidip Tebuk'te Muaviye b. Muaviye'nin namazını kıldığına dair rivayeti zikretmekte ve bunun zayıf bir hadis olduğunu, aralarında Buhari ve Beyhaki'nin de bulunduğu hadis hafızlarının bunu zayıf kabul ettiklerini belirtmektedir.

 

-61- Kâfirlerin ve münafıkların (6) cenaze namazlarını kılmak, onlar için mağfiret ve rahmet dilemek haramdır.

 

Çünkü şanı yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

 

"Onlardan ölen hiçbir kimsenin namazını asla kılma. Kabrinin başında da durma. Çünkü onlar Allah'a ve Rasûlüne kâfir oldular ve fasık olarak öldüler." (et-Tevbe, 9/84)

 

Ayetin nüzul sebebi Abdullah b. Ömer ile onun babasının rivayet ettiğine göre anlatım Ömer (r.a)'a ait olmak üzere- şöyledir:

 

"Abdullah b. Ubeyy b. Selûl ölünce Rasûlullah (s.a) onun üzerine namaz kılmak üzere çağrıldı. Rasûlullah (s.a) ayakta durunca ben ona doğru kendimi attım. [Tam karşısında durdum], [elbisesinden yakaladım] ve şöyle dedim:

 

Ey Allah'ın Rasûlü sen [Allah'ın düşmanı] İbn Ubeyy b. Selûl'ün namazını mı kıldıracaksın. Halbuki o filan günü şunları şunları söylemişti (diyorum ve onun neler söylediklerini tekrarlıyordum) (7) [Allah sana münafıklar üzerine namaz kılmanı yasaklayarak şöyle buyurmadı mı?] Onlar için ister mağfiret dile, ister mağfiret dileme sen onlar için yetmiş defa mağfiret dileyecek olsan dahi Allah asla onlara mağfiret etmeyecektir.] Rasûlullah (s.a) gülümsedi ve: Önümden çekil ey Ömer diye buyurdu. Ona ısrarımı arttırınca:

 

Ben seçim yapmakta serbest bırakıldım, ben de seçim yaptım diye buyurdu. [Bana: "Onlar için ister mağfiret dile, ister mağfiret dileme. Onlara yetmiş defa mağfiret dilesen dahi Allah onlara asla mağfiret etmeyecektir" diye buyuruldu.] Şâyet eğer yetmiş defadan fazla mağfiret dilediğim takdirde onlara mağfiret edileceğini bilsem yetmişden fazla dilerdim. [(Ömer): O bir münafıktır dedi.] (8) (Ömer) dedi ki: Rasûlullah (s.a) onun namazını kıldırdı. (9) [Biz de onunla birlikte kıldık], [Peygamber (s.a) onun

 

(6) Bunlar içlerinde küfrü gizleyip, dışa karşı müslüman olduklarını gösterenlerdir. Küfürleri şeriatın bazı hükümlerini tenkid, onları basit gören ifadeleriyle bunların şeriate aykırı olduklarını iddia etmeleri ile dışarıya sızar. İşte bu gerçeğe yüce Allah şu buyruğuyla işaret etmektedir:"Yoksa kalblerinde hastalık bulunanlar Allah'ın kinlerini asla meydana çıkarmayacağını mı sandılar? Eğer dilersek onları elbette sana gösteririz. Sen de onları muhakkak simalarından tanırdın. Yine de sen onları -andolsun- söyleyişlerinden de bilirsin. Allah yaptıklarınızı bilir." (Muhammed, 47/29-30) Bu gibi münafıklar çağımızda pek çoktur. Allah yardımcımız olsun.

 

(7) Bununla: "Rasûlullah'ın yanındakilere infak etmeyin ta ki dağılıp gitsinler" sözü ile: "Eğer Medine'ye dönersek elbetteki en şerefli ve kuvvetli olan en hakir olanı oradan mutlaka çıkaracaktır." (el-Münafikun, 62/7-8) diye söyledikleri sözlerin nakledildiği buyruklara işaret edilmektedir.

 

(8) Hafız İbn Hacer (Allah'ın rahmeti üzerine olsun), Fethu'l-Bari (VIII, 270)'de şunları söylemektedir:

 

"Ömer (r.a)'ın onun münafık olduğunu kesin bir ifade ile söylemesi, onun şahid olduğu hallerine binaen idi. Peygamber (s.a)'ın onun sözlerini kabul etmeyip, üzerine cenaze namazı kılması ise zahiren müslüman olduğu hükmünün gereğini yaptığından ve hükmün zahirini esas kabul ettiğinden dolayı idi. Ayrıca bu yolla onun oğluna da ikram edilmiş oluyordu. Böylelikle bu uygulamanın uygunluğu ve onun kavmini ısındırmak maslahatı ile ortaya çıkabilecek mefsedetin önlenmesi de gerçekleşmiş oldu. Peygamber (s.a) işin başında müşriklerin eziyetlerine sabrediyor, affedip geçiyordu.

 

Daha sonra müşriklerle savaşmakla emrolundu. Yine İslamı açığa vuran kimselere karşı affedip bağışlaması devam etti. İsterse içinde gizlediği bundan farklı olsun. Bu da onların kalblerini ısındırmak ve kendisinden uzaklaştırmamak maslahatına binaen idi. Bundan dolayı şöyle buyurmuştur: "İnsanlar Muhammed ashabını öldürüyor diye konuşmamalı." Fetih tahakkuk edip de müşrikler İslama girince kâfirler sayıca azalıp, zelil olunca münafıklara karşı herşeyi açık söylemekle ve onları acı gelen hakkın hükmünü kabul etmeye mecbur etmekle emrolundu. Bilhassa bu durum (Peygamberin namazını kılması) münafıklar üzerine namaz kılmasını açıkça yasaklayan buyruğun ve bunun dışında onlara karşı yüksek sesle söylemesi emrolunan hususların nüzulünden önce idi. İşte bu açıklamalar ile yüce Allah'a hamdolsun ki bu kıssa ile ilgili olarak görülebilecek müşküller ortadan kalkmaktadır."

 

(9) Derim ki: Onun cenaze namazını kabrine gömülmesinden sonra kılmıştır. Onun emri üzerine kabrinden çıkarıldı ve ona gömleğini giydirdi. İleride 94. meselede geleceği gibi. cenazesi ile birlikte yürüdü ve defin işi bitirilinceye kadar kabri başında durdu] sonra ayrılıp gitti. Aradan fazla zaman geçmeden Tevbe suresindeki şu iki âyet nazil oldu:

 

"Onlardan ölen hiçbir kimsenin namazını asla kılma..." buyruğundan itibaren: "Ve fasık olarak öldüler." buyruğuna kadar indi. [(Ömer) dedi ki: (Bundan sonra Rasûlullah (s.a) Allah onun ruhunu kabzedinceye kadar hiçbir münafıkın namazını kılmadı, kabri başında durmadı.) Ömer dedi ki: Daha sonraları o gün Rasûlullah (s.a)'a karşı cüretkarlığıma şaştım.] Doğrusunu en iyi bilen Allah ve Rasûlüdür."[20]

 

 

Birinci, üçüncü, beşinci, sekizinci ve dokuzuncu fazlalıklar Ahmed ve Tirmizi'ye aittir. Tirmizi sahih olduğunu da belirtmektedir.- Diğer fazlalıklar Buhari'ye aittir.Bundan altıncısı müstesna olup, o da Müslim'e aittir. Buhari bu hadisi İbn Ömer'den de rivayet etmiştir. İkinci fazlalık Fethu'l-Bari'de belirtildiği üzere Taberi'ye aittir.Diğer taraftan bu hadisi” Buhari (VIII- 268, 270, X, 218)'de Müslim (VII, 116,VIII, 120-121), Nesai (I, 269), Tirmizi (III, 118-119), İbn Mace (I, 464-465), Beyhaki (III, 402), Ahmed (4680)'de, İbn Ömer'den diye rivayet etmişlerdir. Bu rivayette ise ikinci ve altıncı fazlalıklar vardır.

 

el-Müseyyeb b. Hazm (r.a)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: " "Ebu Talib'in ölümü yaklaştığı sırada Rasûlullah (s.a) da yanına geldi. Yanında Ebu Cehil ile Abdullah b. Ebi Umeyye b. el-Muğire'nin de olduğunu gördü. Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: Amcacığım [şüphesiz sen insanlar arasında üzerimde hakkı en büyük olansın. Bana en güzel iyiliklerde bulunan sensin. Hatta senin benim üzerimdeki hakkın babamdan da fazladır.] O halde la ilahe illallah deyiver. Bu sözü söylediğine dair Allah'ın huzurunda lehine şahitlik edeyim. Bu sefer Ebu Cehil ile Abdullah b. Ebi Umeyye şöyle dedi: Ey Ebu Talib sen baban Abdu'l-Muttalib'in dininden yüz mü çevireceksin.

 

Rasûlullah (s.a) bu sözü ona sunmaya devam etti ve [o ikisi] (10) ona aynı sözleri tekrarlayıp duruyorlardı. Nihayet Ebu Talib onlara son söz olarak şunu söyledi: O (yani ben) Abdu'l-Muttalib'in dini üzereyim. La ilahe illallah” (11) demeyi kabul etmedi. [(Ayrıca şunları] söyledi: Eğer Kureyş beni -onu bu sözü söylemeye iten ölümün acılarına tahammül edemeyişidir diyerek- beni ayıplamayacak olsalardı bu sözü söyleyerek senin gönlünü hoş ederdim. (Bu sefer Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: Allah'a yemin ederim bu işi yapmam bana yasaklanmadıkça senin için Allah'tan mağfiret dileyeceğim. (Müslümanlar müşrik olarak ölmüş bulunan ölülerine mağfiret dilemeye başladılar)].

 

Bu sefer yüce Allah: "O çılgın ateşlikler oldukları açıkça ortaya çıktıktan sonra akrabaları

dahi olsalar müşriklere peygamberin de, mü'minlerin de mağfiret dilemeleri olur şey değildir." (et-Tevbe, 9/113) buyruğunu indirdi. Allah Ebu Talib hakkında da buyruklar indirdi, Rasûlullah (s.a)'a şöyle buyurdu: "Muhakkak ki sen sevdiğini hidayete erdiremezsin fakat Allah dilediğine hidayet verir ve O hidayet bulanları daha iyi bilir." (el-Kasas, 28/56)[21]

 

 

(10) Ebu Cehil ve İbn Ebi Umeyye'yi kastediyor.

 

(11) Bu hadiste âyetin nüzul sebebinin bundan önceki hadiste anılan sebebten başka bir sebeb olduğu anlaşılmaktadır. Aralarında bir tearuz yoktur. Çünkü birden çok âyet-i kerime ile ilgili olarak görüldüğü üzere nüzul sebebinin birden fazla olması mümkündür. Bu görüşü Hafız İbn Hacer Fethu'l-Bari (VIII, 412)'de desteklemektedir. etmiş ve sahih olduğunu belirtmiştir. Bu hususta Zehebi de ona muvafakat etmiştir.

 

Birinci: fazlalık da ona aittir. Bu fazlalık aynı şekilde İbn Cerir'de, Said b. el-Müseyyeb'in naklettiği mürsel rivayette de vardır. Ancak bu rivayet mevsul hükmündedir.

 

Çünkü el-Müseyyeb b. Hazn'den bu hadisi rivayet eden odur. el-Müseyyeb b. Hazn ise onun

babasıdır.Aynı rivayet Cabir'in rivayeti olarak da nakledilmiştir:Bunu yine Hakim rivayet etmiş olup, sahih olduğunu belirtmiş, Zehebi de bu hususta ona muvafakat etmiştir. Dördüncü fazlalık da bu rivayettedir. Yine bu rivayet İbn Cerir tarafından Mücahid ile Amr b. Dinar'dan mürsel bir rivayet olarak zikredilmiştir.

 

Ali (r.a)'dan da şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Bir adamın müşrik olan anne-babasına mağfiret dilediğini duydum. Ben: müşrik oldukları halde anne-babana mağfiret mi diliyorsun dedim. Adam: İbrahim de müşrik olduğu halde babası için mağfiret dilememiş miydi dedi. (Ali) dedi ki: Bunu Peygamber (s.a)'a söyledim. Bunun üzerine şu buyruklar indi:"O çılgın ateşlikler oldukları açıkça ortaya çıktıktan sonra akrabaları dahi olsalar müşriklere peygamberin de, mü'minlerin de mağfiret dilemeleri olur şey değildir. İbrahim'in babasına mağfiret dilemesi ancak ona verdiği bir sözden dolayı idi ama onun Allah'ın düşmanı olduğu açıkça kendisine belli olunca ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim çokça yalvarıp yakaran ve gerçekten yumuşak huylu idi." (et-Tevbe, 9/113-114)"[22]

 

 

Derim ki: Bu şekilde mağfiret dilemeyi yüce Allah İbrahim suresinin sonlarında onun duası olarak da bize zikretmiş bulunmaktadır: "Rabbimiz hesabın görüleceği gün beni ana-babamı ve bütün iman edenleri bağışla." (İbrahim, 14/41)

 

Müfessirlerin naklettiklerine göre o bu duayı babasının ölümünden ve Mekke'ye hicret etmesinden sonra yapmıştır. Zaten sözü geçen âyet-i kerimenin son olarak zikredildiği diğer âyetlerin ifadesi de bunu göstermektedir. Buna göre mağfiret dileme âyetinde sözkonusu edilen açıklama yine babasının ölümünden sonra olmuş olmalıdır. Bu da yüce Allah'ın ona

hükmü bildirmesi suretiyle olmuştur. Suyutî'nin fetvalarında (II, 419) belirttiği üzere İbn Ebi Hatim sahih bir sened ile İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "İbrahim babasına ölene kadar mağfiret dileyip durdu. O ölünce artık onun Allah'ın bir düşmanı olduğunu açıkça gördü, bundan ötürü ona mağfiret dilemez oldu."[23]

 

 

Derim ki: İşte buradan günümüzde bazı müslümanların kimi kâfirlere rahmet okumalarının Allah'ın onlardan razı olmalarını dilemelerinin ne kadar yanlış olduğu anlaşılmaktadır. Hele bu kimi gazete ve dergi sahiblerinin çokça yaptıkları bir iştir. Dindar diye bilinen arab başkanlarından birisinin kendisi de, benimsediği görüşü de dinin en azılı düşmanlarından olan kominist Stalin'e rahmet okuduğunu duydum. Bu ise değindiğimiz bu başkanın sözü edilenin ölümü sebebiyle radyonun yayınladığı bir konuşmasında olmuştum. Fakat bunda hayret edecek bir şey yoktur. Çünkü böyle bir hükmü bilmez fakat asıl hayret edilecek durum bazı İslam davetçilerinin bu gibi hatalara düşmeleridir. Böyle birisi yazdığı bir risalesinde: "Allah Bernard Show'a rahmet eylesin..." demektedir. Güvenilir bir zat ilim adamlarından birisinin batıni İsmailî fırkaya mensub olup ölenlerin -onların müslüman olmadıklarına inanmakla birlikte- namazlarını kıldığını söyledi. Bunların müslüman olmayış sebebleri ise namazı da, haccı da kabul etmeyişleri, insanlara ibadet etmeleridir. Buna rağmen onlara karşı iki yüzlülük ve onlara yaranmak maksadıyla onların cenaze namazlarını kılıyordu. Şekvamız Allah'adır, yardımı O'ndan dileriz.

 

 

-62- Farz namazlarda vacib olduğu gibi cenaze namazında da cemaat vacibtir.Bunun iki delili vardır:

 

Birinci delil Peygamber (s.a)'ın bu şekilde cemaate devam etmesidir. Diğeri ise Peygamber (s.a)'ın: "Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz, siz de öylece namaz kılınız." buyruğudur. Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir. Daha önce sözünü ettiğimiz şekilde ashab-ı kiramın Peygamber (s.a)'a kimse onlara imam olmaksızın tek tek namaz kılmış olmaları sözünü ettiğimiz bu hükmü etkilemez. Çünkü o özel bir meseledir, bunun niçin böyle olduğu bilinemez. Bundan dolayı bizim Peygamber (s.a)'ın mübarek hayatı boyunca ısrarla devam ettiği bir hususu terketmemiz caiz değildir. Özellikle sözünü ettiğimiz mesele delil olabilecek şekilde sahih bir senedle varid olmuş değildir. Her ne kadar biri diğerini pekiştiren değişik yollardan rivayet edilmiş olsa dahi bu böyledir. (12)

 

Eğer bu münferid olay ile sözünü ettiğimiz Peygamber (s.a)'ın cenaze namazını cemaatle kılması şeklinde naklettiğimiz uygulamasını birlikte telif edip izah etmek mümkün olursa mesele yok. Aksi takdirde onun hidayet olan yol göstericiliği daha önceliklidir çünkü bu daha sağlam ve daha çok hidayete ulaştırıcıdır. Eğer cenazenin namazını tek tek kılacak olurlarsa farz düşmekle birlikte cemaati terkettikleri için günahkar olurlar. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Nevevi, el-Mecmu'da (V, 314) şunları söylemektedir: "Cenaze namazının tek tek kılınmasının caiz olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Sünnet ise Sahih'te bu hususa dair varid olmuş meşhur hadisler ve bununla birlikte müslümanların icmaı dolayısıyla cemaatle kılınmasıdır."

 

 

-63- Cenaze namazı için cemaat olabilecek asgari sayı hakkında varid olan rivayet üç kişidir.

 

Abdullah b. Ebi Talha rivayet ettiği hadisinde şöyle demektedir: "Ebu Talha, Rasûlullah (s.a)'ı, Umer b. Ebi Talha vefat ettiğinde (cenaze namazını kılmaya) çağırdı. Rasûlullah (s.a) yanına gitti ve evlerinde onun cenaze namazını kıldı. Rasûlullah (s.a) öne geçti, Ebu Talha onun arkasında idi. Um Süleym de Ebu Talha'nın arkasında idi. Beraberlerinde başka kimse de yoktu." [24]

 

 

Derim ki: Hadis sadece Müslim'in şartına göre sahihtir. Çünkü senedinde İmare b. Uhuzeyye bulunmaktadır. Buhari ondan ancak talik yoluyla hadis rivayet etmiştir. Hadis ile ilgili olarak el-Heysemi Mecmau'z-Zevaid'de (III, 34) şunları söylemektedir: "Hadisi Taberani, el-Kebir'de rivayet etmiş olup, ravileri Sahih ravileridir." Bu hadisin Enes'ten gelen bu manada bir başka şahidi de vardır. Bunu İmam Ahmed (III, 217) rivayet etmiştir.

 

(12) Beyhaki, Sünen (IV, 30)'de bunlardan iki hadis rivayet etmektedir. Birisi İbn Mace'de (I, 498, 500)'de yer almaktadır. İmam Ahmed de (V, 81) üçüncü bir hadis daha zikretmektedir. Hafız İbn Hacer, et-Telhis (V, 187)'de hadis hakkında bir şey söylememiştir. Ravileri Ebu Useyn dışında Müslim'in ravileri olup, sikadırlar. el-Beğavi: "Sahabiliği olup olmadığını bilmiyorum" demiştir. Bu hususda başka hadisler de vardır. Bunları Hafız İbn Hacer anılan eserde rivayet ettikten sonra şunları söylemektedir: "İbn Dıhye dedi ki: Sahih olan müslümanların kimse onlara imam olmadan tek tek namaz kıldıklarıdır. Şafiî de bunu kabul etmiş ve şöyle demiştir: Bu Rasûlullah (s.a)'ın anam babam ona feda olsun- azameti ve onların onun üzerine kılınan namazda imamet görevini tek bir kişi üstlenmemesi hususundaki yarışlarından ötürü idi." Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

 

-64- Cemaat çoğaldıkça ölü için daha faziletli ve daha faydalı olur.

 

Çünkü Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

 

"Herhangi bir ölüye müslümanlardan sayısı yüze ulaşan bir topluluk namaz kılacak ve hepsi de ona şefaat dileyecek olurlarsa mutlaka onun hakkında şefaat dilekleri kabul olunur." Bir başka hadisde: "Ona mağfiret olunur" denilmektedir."[25]

 

Müslüman olmaları ve tevhidlerine şirkin herhangi bir şekilde bulaşmadığı takdirde namaz kılanların sayısının yüzden aşağı olmaları halinde bile ölüye mağfiret edilebilir. Çünkü

 

Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Bir müslüman ölür de onun cenazesi üzerine Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmayan kırk adam (namaz kılmak üzere) durursa mutlaka Allah onların onun hakkındaki şefaat dileklerini kabul eder."[26]

 

 

-65- İmamın arkasında üç ([27]) saf ve daha fazla saf olarak dizilmeleri müstehabtır.

 

Çünkü bu hususta rivayet edilmiş iki hadis-i şerif vardır:

 

Birincisi: Ebu Umame'den gelen şu rivayettir: "Rasûlullah (s.a) beraberinde yedi kişi bulunduğu halde bir cenaze namazını kıldı. Bunların üçünü bir saf, ikisini bir saf, diğer ikisini bir saf halinde dizdi."[28]

 

Derim ki: Onun hakkındaki konuşmalar hıfzı ile ilgilidir. Yoksa şahsiyeti itibariyle itham edilmiş değildir. Buna göre rivayet ettiği hadislerin şahid olarak kullanılmasında bir sakınca yoktur. Bundan dolayı ben de bundan sonraki hadise onunla şahid göstermek maksadı ile kaydetmiş bulunuyorum. Sözkonusu hadis de şudur:

 

İkinci hadis Malik b. Zübeyre'den gelmiştir. Dedi ki: Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: "Bir müslüman ölür de onun üzerinde müslümanlardan üç saf namaz kılacak olursa mutlaka gerektirir. (Bir lafızda mutlaka ona mağfiret olunur.)" Dedi ki: (Mersed b. Abdullah el-Yezeni'yi kastetmektedir): "Bundan dolayı Malik cenaze sahiblerinin sayısını az gördüğü takdirde onları –bu hadis sebebiyle- üç safa ayırırdı."[29]

 

 

Beyhaki ve Hakim'in kaydettikleri bir rivayette de böyledir. Ayrıca Hakim şöyle demiştir:

"Müslim'in şartına göre sahihtir." Zehebi de bu hususta ona muvafakat etmiştir. Tirmizi ve ona tabi olarak da Nevevi el-Mecmu (V, 212)'de şunları söylemektedir: "Hadis hasen bir hadistir." Hafız İbn Hacer'de Fethu'l-Bari'de (III, 145) bunu böylece benimsemiştir. Ancak bu rivayetlerin hepsinde Muhammed b. İshak vardır. O da tahdisi açıkça ifade ederse (haddesena diyerek hadisi naklederse) rivayet ettiği hadisleri

 

 

 

-66- Eğer imam ile birlikte bir adamdan başka bulunmayacak olursa,

 

diğer namazlarda sünnet olduğu şekilde onun hizasında durmaz. Aksine imamın arkasında durur. Buna sebeb ise 62. meselede geçen hadis-i şeriftir. Orada şöyle denilmektedir:

 

 

"Rasûlullah (s.a) öne geçti, Ebu Talha onun arkasında, Um Suleym ise Ebu Talha'nın arkasında durdu. Beraberinde onlardan başka kimse de yoktu."

 

 

-67- Vali ya da onun vekili ölenin velisinden daha çok cenaze namazına imam olma hakkına sahibtir.

 

Çünkü Ebu Hazim rivayet ettiği hadiste şöyle demektedir: "Ben el-Hasen b. Ali'nin öldüğü günde hazır idim. el-Hüseyn b. Ali'nin Said b. el- As'a -boynunu dürterek şöyle dediğini gördüm-: Haydi öne geç eğer bu sünnet olmasaydı, seni öne geçirmezdim. (Said o gün için Medine'de emir idi.) ([30]) Aralarında bir çeşit hoşnutsuzluk vardı."[31]

 

 

Beyhaki sonunda şunu da eklemektedir: "Ebu Hureyre dedi ki: Peygamberinizin oğlu için onu gömeceğiniz bir toprak hususunda lafı gereksiz yere mi uzatıyorsunuz. Ben Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim: O ikisini seven beni de sever. O ikisine buğzeden bana da buğzeder."[32]

 

Derim ki: Hafızın ifadeleri bunlar ancak onun bazı bölümleri hakkında söylenecek sözler vardır. Bunlar da iki hususla ilgilidir:

 

Birincisi: İbn Ebi Hafsa ile ilgili olarak mutlak bir ifade ile zayıf olduğunu söylemesi, et-Takrib'de ondan bahsederken kullandığı: "Doğru sözlü birisidir. Şu kadar var ki aşırı bir şiîdir" ifadeleriyle bağdaşmamaktadır.

 

 

Derim ki eğer çok doğru sözlü birisi ise onun rivayet edeceği hadis asgari hasen derecesindedir. Mustalah ilminde (hadis usulü ilminde) tesbit edildiği üzere şiî olmasının ona zararı olmaz. Ayrıca onun bu hadisini Beyhaki'nin şu rivayetle naklettiği hadis de pekiştirmektedir: İsmail b. Reca ez-Zübeydi dedi ki: Bana vefat ettiği vakit el-Huseyn b. Ali'nin yanında bulunan bir kimse haber verdi... dedikten sonra hadisi muhtasar olarak zikretmektedir. Bu rivayette el-Huseyn'in, Said'e söylediği: "Öne geç, eğer bu bir sünnet olmasaydı, seni öne geçirmezdim" ifadesi de yer almaktadır. Burada sözü geçen İsmail

 

Halim ve vakur birisi idi. Kureyş'in eşrafındandı. Osman'a mushafı yazanlardan birisi idi. Onu Kufe'ye vali tayin etmişti. Müslümanlarla Taberistan gazasına gitti. Muaviye de onu Medine'ye vali yapmıştı. Medine'den üç mil uzaklıkta el-Arasa'daki kasrında 58 yılında vefat etti. Baki'de defnedildi. sika bir ravidir. İbn Ebi Hafsa'ya da bu rivayetiyle mutabaat etmiştir. O halde bu kuvvetli bir mutabaattır. Olaya şahid olan kimsenin adını vermemekle birlikte görüldüğü üzere Salim onun adını vermiş bulunmaktadır. Hafızın şu ifadelerinin işaret ettiği gibi başkalarıda onun ismini vermiş bulunuyor: "Fakat bunu Nesai ve İbn Mace... rivayet etmiştir."

 

Ancak bunda aşağıdaki şu durum sözkonusudur: İkincisi ben bu hadisi ne Nesai'nin Sünen'inde, ne de İbn Mace'de cenaiz bahsinde tesbit edemedim. el-Mizzi'de Tuhfetu'l-Eşraf'da, en-Nablusi ez-Zehair'de ne el-Huseyn'in Müsned'inde ne de el-Hasen'in Müsned'inde zikretmiş değillerdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. İbn Hazm el-Muhalla (V, 144)'de bu kıssayı -delalet ettiği hükmü kabul etmemekle birlikte- kesin bir ifade ile nakletmiş ve zayıf olduğunu belirtmeksizin şöyle demektedir:

 

"Deriz ki: Bizler bu hususta sizin önünüzde icma olduğunu iddia etmiyoruz ki böyle bir rivayetle bize karşı durabilesiniz fakat eğer imamlar bu hususta anlaşmazlık gösterecek olurlarsa Kur'ân ve sünnete dönmek icab eder, bizim zikrettiklerimiz ise Kur'ân ve sünnettedir.

 

Derim ki: Sanki İbn Hazm -Allah'ın rahmeti üzerine olsunsahabinin söylediği: "Sünnet böyledir" sözünü merfu hükmünde görmemektedir. Bu ise böyle bir sözün merfu hükmünde olduğu şeklinde usulcüler tarafından kabul edilmiş kaideye muhaliftir. Oysa onların kabul ettikleri bu hüküm yüce Allah'ın izniyle doğrunun ta kendisidir. İleride buna dair yeni açıklamalar yetmişüçüncü meselede gelecektir.

 

İbn Hazm'ın işaret ettiği Kur'ân ve sünnetten delile gelince o bununla yüce Allah'ın: "Akrabalar Allah'ın kitabınca birbirlerine daha yakındırlar." (el-Enfal, 8/75) buyruğu ile Peygamber (s.a)'ın bundan sonraki meselede gelecek olan hadiste söylediği bir rivayetindeki ifadesiyle: "Ve bir kişi sakın bir başkasına aile halkı arasında imam olmasın." şeklindeki hadistir. İbn Hazm bu hadisi ölenin namazını kıldırmaya en layık olanın onun velileri olduğuna delil göstermiştir. Bunun umumi bir ifadeyle bir istidlal olduğu açıkça ortadadır. Bizim delilimiz ise -ki o da el-Huseyn'in rivayet ettiği hadistir-özel bir delildir. Usul ilminde tesbit edildiği üzere böyle bir delil daha önceliklidir. Bundan dolayı Ebu Hanife, Malik, Ahmed, İshak, İbnu'l-Münzir ve eski kavlinde Şafiî - el-Mecmu (V, 217)'de- gibi ilim adamlarının büyük çoğunluğu bizim tesbit ettiğimiz görüşü benimsemişlerdir.

 

Daha sonra bu söylediklerimi düzeltmek üzere şunları belirtmek istedim:

 

Aslında İbn Hazm'ın delil olarak gösterdiği hadisin üzerinde durmakta olduğumuz konu ile ilgili bir genel hükmü de yoktur. Çünkü hadisin manası kimse ev sahibine evinde imam olarak namaz kılmasın demektir. Bu mana hadisin rivayetlerinin toplamından açıkça anlaşılmaktadır. Müslim'in kaydettiği bir rivayette şöyle denilmektedir: "Kişi, kişiye kendisinin sorumluluğu altındaki bir yerde imam olmasın." Müslim'in bir diğer rivayeti de şöyledir: "Kişi diğerine ailesi halkında da, onun sorumluluğu altında bulunan bir yerde de imam olmasın." Aslında bu İbn Hazm'ın aleyhine bir delildir. Çünkü zahirden anlaşıldığına göre bundan kastedilen insanların yönetim işlerini elinde bulunduran sorumlu (sultan)dır. Yine zahiren anlaşılan böyle bir kimsenin başkalarına göre önceliği vardır. İsterse başkasının bildiği Kur'ân ondan daha fazla olsun. Bk. Şevkâni (III, 134)

 

 

 

-68- Şâyet vali (en yüksek derecedeki idari sorumlu) yahut onun vekili hazır değilse imam olmaya en layık olan onların (cenazede bulunanların) Allah'ın kitabını en iyi bilenleridir.

 

Daha sonra Peygamber (s.a)'ın şu hadisinde sözkonusu edilen sıraya bakılır:

 

 

"Cemaate Allah'ın kitabını en iyi bilen kişi imamlık yapar. Eğer Allah'ın kitabını bilmekte eşit iseler sünneti en iyi bilenleri imam olur. Şâyet sünneti bilmekte eşit iseler daha önce hicret etmiş olanları imam olur. Eğer hicrette eşit iseler daha önce müslüman olmuş olanları imam olur. Kişi, kişiye sorumluluğu altındaki bir yerde imam olmamalıdır. Onun evinde, onun iznini almadan, ona ait özel yerde oturmamalıdır."

 

Müslim (II, 133) ve ondan başka Sünen ve Müsned sahibleri hadisi Ebu Mesud el-Bedri el-Ensari'den rivayet etmişlerdir. Bu hadisi Sahih-u Ebi Davud (no: 594 ve 598)'de tahric ettim (yer aldığı kaynakları gösterdim).

 

İsterse ergenlik yaşına gelmemiş bir çocuk da olsa Kur'ân'ı en iyi bilenleri onlara imam olur. Çünkü Amr b. Selime'nin şu hadisi bunu ifade etmektedir: "Onlar (kendi kavmini kastediyor) Peygamber (s.a)'ın yanına heyet olarak gittiler. Geri dönmek istediklerinde ey Allah'ın Rasûlü bize kim imamlık yapsın diye sordular. Peygamber Kur'ân'ı en fazla bileniniz yahutta Kur'ân'ı en çok öğrenmiş olanınız diye buyurdu. Aralarında benim bildiğim kadar Kur'ân bilenleri yoktu. O bakımdan ben henüz bir çocukken beni öne geçirdiler. Üzerimde de bir örtü vardı. (Amr) dedi ki: O bakımdan

Cerm oğullarının bir cemaati arasında bulundum mu mutlaka ben onların imamı olurdum ve bugüne kadar onların cenaze namazlarını ben kıldırdım."[33]

 

 

-69- Erkek ve kadınlardan oluşan birkaç cenaze birarada bulunacak olursa, hepsi için bir tek namaz kılınır.

 

Erkekler -yaşları küçük olsalar dahi- imama yakın yerleştirilir. Kadınların cenazeleri ise kıble tarafında bırakılır. Bu hususta bazı hadisler vardır:

 

Birinci: hadis Nafi'in, İbn Ömer'den zikrettiği rivayettir: "O (İbn Ömer) dokuz cenaze üzerine birlikte namaz kıl(dır)dı.(15) Erkekleri imama yakın, kadınları da kıble tarafına yakın yerleştirdi. Kadınları cenazelerini tek bir saf yaptı. Ali (r.a)'ın kızı ve Ömer b. el-Hattab'ın hanımı olan Um Külsum'un cenazesi ile Zeyd adındaki bir oğlu ile birlikte konuldular. İmam o gün Said b. el-As idi. İnsanlar arasında da İbn Abbas, Ebu Hureyre, Ebu Said ve Ebu Katade vardı. Çocuğu imama yakın yerde koydu. Bir adam: Ben bunu uygun görmedim. Bunun için İbn Abbas, Ebu Hureyre, Ebu Said ve Ebu Katade'ye baktım ve: Bu da ne diye sordum. Onlar: Bu sünnettir dediler." [34]

 

 

Derim ki: Nesai ve İbnu'l-Carud'un senedleri Buhari ve Müslim'in şartına göre sahihtir. Hafız (İbn Hacer) et-Telhis'de (V, 276) hadisi yalnızca İbnu'l-Carud'a nisbet etmiş ve şöyle demiştir: "Senedi sahihtir." Nevevi ise (V, 224):"Beyhaki bu hadisi hasen bir sened ile rivayet etmiştir" demektedir.

 

İkinci hadis el-Haris b. Nevfel'in mevlası Ammar'dan rivayet edilmiştir: O Um Külsum ile oğlunun cenazesinde bulundu. Oğlunu imama yakın yerleştirdi. [Kadın ise onun arkasında yerleştirildi ve (İbn Ömer) ikisinin üzerine namaz kıldı.] Ben buna karşı çıktım. Cemaat arasında İbn Abbas, Ebu Said el-Hudri, Ebu Katade ve Ebu Hureyre de vardı. [Onlara bu hususu sordum.] Bu sünnettir dediler."[35]

 

(15)  Derim ki: İmam olarak kıldırdı demek istemektedir. Nitekim anlatım da buna delil teşkilediyor. Bundan sonra gelecek hadiste Beyhaki kaydedeceği bir rivayette -orada da zikredeceğimiz üzere- bunu açıkça ifade etmektedir. Bu daha sonra gelecek olan: "O gün İmam Said b. el-As idi." ifadesiyle çatışmamaktadır. Çünkü bundan maksat onun emir olduğudur.

 

Hafız (İbn Hacer) der ki: "Şöyle yorumlanır: İbn Ömer, Said b. el-As'ın izni ile hakikat manasıyla onlara imam oldu. "İmamo gün Said b. el-As idi." ifadesi de emirin o olduğu anlamında kabul edilir ve böylelikle her iki rivayet bir arada telif edilmiş olur."

 

"Senedi sahihtir. Burada sözü geçen Ammar, Haşim oğullarının bir mevlası olup tabiîndendir. Sika olduğu ittifakla kabul edilmiştir."

 

Beyhaki de şunları söylemektedir: "Hadisi Hammad b. Seleme, Ammar b. Ebi Ammar'dan cenazelerin nasıl yerleştirildiğini belirtmeksizin buna yakın ifadelerle rivayet etmiş ve imamın İbn Ömer olduğunu belirterek şöyle demiştir: Cemaat arasında Hasan, Hüseyin, Ebu Hureyre ve Muhammed (s.a)'ın ashasından yaklaşık seksen kişi de vardı. Hadisi eş-Şabi de rivayet etmiş olup, cenazelerin nasıl yerleştirildiğini de buna yakın lafızlarla belirtmiştir. O da imamın İbn Ömer olduğunu söylemiş fakat soru sormaktan bahsetmeyerek şunları söylemiştir: Arkasında İbnu'l-Hanefiyye, Huseyn ve İbn Abbas vardı. Bir rivayette Abdullah b. Cafer de (vardı) demektedir."

 

 

-70- Her bir cenaze üzerine ayrıca bir namaz kılınması da caizdir.

 

Çünkü aslolanbudur. Diğer taraftan Peygamber (s.a) da uhud şehidlerine böyle namaz kıldırmıştır. Bu hususta iki hadis-i şerif vardır:

 

Birinci: hadis Abdullah b. ez-Zübeyr'den rivayet edilmiş olup, 59. meselede ikinci hadis olarak kaydedilmiştir. İkinci hadis İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir: Dedi ki:"Rasûlullah (s.a) Hamza'nın cenazesi başında durunca... emir vererek kıbleye doğru yerleştirildi. Sonra üzerine dokuz tekbir getirdi. Sonra diğer şehidler onun yanına getirildi. Önüne bir şehid getirildikçe Hamza'nın yanına konuldu. Üzerine ve diğer şehidler üzerine onunla birlikte namaz kıldı. Nihayet hem onun üzerine, hem diğer şehidler üzerine yetmişiki defa namaz kıldı."[36]

 

Derim ki: Bu ceyyid bir seneddir ve bütün ravileri sikadırlar. Ayrıca Muhammed b. İshak bu rivayette "tahdis (haddeseni)" ifadesini açıkça kullanmıştır. Böylelikle onun tedlis yapma şüphesi ortadan kalkmış olmaktadır. Göründüğü kadarıyla İmam Süheyli ile Hafız İbn Hacer bu senede vakıf olmamışlardır. Bundan dolayı Hafız İbn Hacer et-Telhis (V, 153-154)'de şunları söylemektedir: "Yine bu hususta İbn Abbas'tan gelen hadis de vardır. Bunu İbn İshak rivayet etmiş olup, şöyle demiştir: Bana itham etmediğim bir şahıs İbn Abbas'ın mevlası Niksem'den anlattı (haddeseni), o İbn Abbas'tan... (derim ki: Bundan sonra hadisi buna yakın bir şekilde zikretti. Ancak "dokuz" yerine "yedi" dedi ve sonra şunları söyledi). Süheylî dedi ki: Eğer İbn İshak'ın adını müphem bıraktığı şahıs el-Hasen b. İmare ise o zayıftır. Aksi takdirde meçhul bir ravidir ve onda delil olacak bir taraf yoktur. - Süheyli'nin ifadeleri burada sona ermektedir.-

 

Derim ki: Süheyli'yi bu açıklamayı yapmaya iten husus Müslim'in mukaddimesinde Şube'den diye kaydedilen şu rivayettir: el-Hasen b. İmare ona el-Hakem'den naklen anlattı (haddesehu). el-Hakem, Niksem'den, o İbn Abbas'tannaklettiğine göre "Peygamber (s.a) Uhud'da öldürülenler üzerine namaz kıldı." Ben el-Hakem'e sordum da o, onlar üzerine namaz kılmadı dedi." Müslim'in rivayeti burada sonaermektedir. Fakat İbn Abbas'ın zikrettiği hadis daha başka yollardan rivayet edilmiştir..."

 

Derim ki: Sonra bu rivayetlerin bazısını zikretmektedir. Bunlar arasında Taberani'nin sözünü ettiğimiz bu rivayet yolu bulunmamaktadır. Bu rivayet ise diğer rivayette müphem bırakılan kişinin meçhul ya da zayıf olmadığına, aksine sika ve maruf bir ravi olduğuna delalet etmektedir. Bu kişi ise ya Muhammed b. Kâb el-Kurazi yahut el-Hakem b. Uteybe'dir ya da her ikisi birliktedir. el-Hakim'in Müslim'in kaydettiği rivayette: "Onların üzerine namaz kılmadı" şeklindeki ifadesi bunu herhangi bir şekilde yaralamaz. Çünkü el-Hakem'in daha önce naklettiği hadisi unutmuş olması mümkündür.

 

Nitekim benzeri bir olay ondan başka ravilerin başından birden çok hadiste geçmiş bulunmaktadır. Faraza el-Hakem'in kendi hadisini inkar etmesi hadisin ondan gelen rivayetin sıhhatini yaraladığını kabul edecek olsak bile o hadisi sika bir başka ravi ile el- Kurazi rivayet ettiğine göre aynı hadisin sıhhatini olumsuz olarak etkileyeceğini kabul edemeyiz. Bu da yüce Allah'ın izniyle çok açık bir husustur. Nevevi, el-Mecmu'da (V, 225) şunları söylemektedir: "Fukaha herkes için ayrı bir namaz kılmanın daha faziletli olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Ancak et-Tetimme adlı eserin sahibi efdal olanın hepsi üzerine bir defada namaz kılması olduğunu ifade etmiştir. Çünkü bu yolla defin işi çabuklaştırılmış olur ve bu emrolunmuş bir husustur. Ancak mezhebin görüşü birincisidir çünkü daha çok uygulanan odur. Kabul edilme ihtimali daha yüksek olan da o uygulamadır. Ayrıca bu fazla bir gecikme sayılmaz." Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

 

-71- Cenaze üzerine mescidde namaz kılmak caizdir.

 

Çünkü Aişe (r.anha)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:

 

"Sad b. Ebi Vakkas vefat ettiğinde Peygamber (s.a)'ın hanımları onun cenazesini mescide getirmelerini ve böylece üzerine namaz kılacaklarını bir haberciyle bildirdiler. (Yakınları) bu şekilde yaptılar. Sad'i cenazesini Peygamber efendimizin hanımlarının hücreleri önünde bıraktılar, onlar da üzerine namaz kıldılar. Oturma yerleri yanındaki cenazeler kapısından çıkarılıp, götürüldü. Peygamberin hanımlarına insanların bu davranışı ayıpladıkları ve: [Bu bir bid'attir] cenazeler hiçbir şekilde mescide sokulmuyordu dediklerini haber aldılar. Bu durum Aişe'ye ulaşınca şöyle dedi: İnsanlar hakkında bilgileri olmadık hususlarda ayıplamaya kalkışmakta ne kadar da çabuk davranıyorlar. Onlar mescide bir cenaze getirilmesinden dolayı bizi ayıpladılar. [Allah'a yemin olsun] Rasûlullah (s.a) Süheyl b. Beyda [ve kardeşi] üzerine mescidin içinden başka bir yerde namaz kılmadı."[37]

 

 

-72- Fakat efdal olan cenaze namazının mescidin dışında cenazeler üzerine namaz için hazırlanmış bir yerde kılınmasıdır.

 

 

Nitekim Peygamber (s.a) döneminde durum böyle idi. Bu hususta onun hidayet yolunun uygulamaları çoğunlukla da bu şekilde idi. Bu hususta bazı hadisler vardır:

 

Birinci hadis: İbn Ömer (r.a)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Yahudiler Peygamber (s.a)'a kendilerinden olan ve zina etmiş bir erkek ve bir kadın getirdiler. Peygamberin verdiği emir üzerine mescidin yanındaki cenazeler mahalline yakın bir yerde recm edildiler."(16)…[38]

 

 

İkinci hadis: Cabir (r.a)'dan dedi ki: "Bizden bir adam öldü. Onu yıkadık... ve Rasûlullah (s.a) için cenazelerin yerleştirildiği makam-ı cibril yakınındaki yere koyduk. Daha sonra Rasûlullah (s.a)'a üzerinde namaz kılması için haber verdik, o da bizimle birlikte geldi... üzerine namaz kıldı..."…[39]

 

(16) İbn Hacer, Fethu'l-Bari'de şunları söylemektedir: "Cenazelerin namaz kılındığı yer Peygamber (s.a)'ın mescidine doğu tarafından bitişik idi." Bir başka yerde ise (XII, 180) şunları söylemiştir: "Musalla (cenaze namazlarının kılındığı yer) Peygamber efendimizin bayram namazları ile cenaze namazlarını kıldırdığı yer idi. Bu Baki elĞarkat tarafında bulunuyordu."

 

Bu hususta Peygamber (s.a)'ın sahabilerinden birisinden gelmiş rivayet vardır. Onun bu hadisi 59. meselede 6. şık “d” bendinde zikredilmiş bulunmaktadır.

 

Üçüncü hadis: Muhammed b. Abdullah b. Cahş'den rivayet edilmiştir. O dedi ki: "Bizler mescidin avlusunda cenazelerin konulduğu yerde oturuyorduk. Rasûlullah (s.a) da aramızda oturuyordu. Derken Rasûlullah (s.a) gözlerini semaya kaldırdı..."

 

Hadisi Ahmed (V, 289) ile Hakim (II, 24) rivayet etmişlerdir. Hakim ayrıca: "Senedi sahihtir" demiş ve bu hususta Zehebi ona Telhis adlı eserinde muvafakat etmiş, el-Münziri Terğib (III, 34)'de de bunu benimsemiştir. Senedinde Muhammed b. Cahş'ın mevlası Ebu Kesir de vardır. Bunu İbn Ebi Hatim (IV/2/429-430)'da zikretmiş, hadis ile ilgili herhangi bir cerh ve tadilden sözetmemiştir. Aynı şekilde el-Heysemi, Mecmau'z-Zevaid (IV, 127)'de: "Mesturdur" demiş, İbn Hibban es-Sikat (V, 570)'de bu hadisi irad etmiştir. Bununla birlikte Hafız onun hakkında et-Takrib adlı eserinde "sikadır (güvenilirdir)" demektedir. et-Tehzib'de ise ondan sika ravilerden bir topluluğun hadis rivayet ettiğinden sözetmekte Peygamber (s.a)'ın hayatta iken doğduğunu belirtmektedir. Böyle birisinin rivayeti yüce Allah'ın izniyle hasendir. Özellikle şahidler hakkında bu böyledir.

 

Dördüncü hadis: Ebu Hureyre (r.a)'dan rivayet edilmektedir: "Rasûlullah (s.a) Necaşi'nin öldüğü günü öldüğü haberini verdi. Namazgaha çıktı, onları saf halinde dizdi ve dört tekbir getirdi."

 

Bu hadisi Buhari, Müslim ve başkaları değişik lafızlarla ve pekçok ziyadelerle rivayet etmişlerdir. Bunların hepsi tek bir anlatım halinde ashab-ı kiram'dan başka bir topluluğun rivayet ettiği hadislerdeki başka fazlalıklarla beraber daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Ben bu hususu 59. mesele 7. hadiste açıklamış bulunuyorum.Bu hadise Buhari daha önce birinci hadiste geçtiği üzere musallada namaz kıldığına delil teşkil edecek şekilde bir başlık altında zikretmiştir.

 

Derim ki: Hafız Beyhaki'nin bu sünnete karşı tutumu garib hallerdendir. –Cenaze namazının musallada kılınmasını kastediyorum- O büyük kitabı "es-Sünenu'l-Kübra" adlı eserinde buna dair özel bir bab açmamıştır. Halbuki Aişe (r.anha)'ın rivayet ettiği hadisten başka bir rivayetin bulunmadığı bir husus olan mescidde cenaze namazı kılmaya dair müstakil bir bab açmıştır. Daha sonra bazı şafiîler yazdıkları muhtasar eserlerinde Beyhaki'nin izinden gitmişler ve namazgahta cenaze namazının kılınması üzerinde durmamışlardır. Merhum Nevevi'nin Minhacu't-Talibin (k. 34/2) gibi.

 

O şöyle demektedir: "Cenaze namazının mescidde kılınması caizdir." Şâyet buna mesela "ve cenaze namazının musallada kılınması sünnettir" gibi bir ifade eklemiş olsaydı, elbetteki isabet ederdi. el-Bacuri, İbnu'l-Kasım'a yazdığı haşiyesinde durumu ters çevirerek şöyle demektedir: (I, 424): "Cenaze namazının mescidde olması sünnettir." Bundan sonra ise cenaze üzerine namazgahta namaz kılınmasından sözetmemektedir. Doğrusu ise bizim sünnet olan ile ilgili olarak zikrettiklerimizdir. Bununla birlikte cenaze namazının mescidde kılınmasının caiz olduğunu da söylüyoruz. Çünkü Aişe (r.anha)'nın rivayet ettiği hadis bunu ifade etmektedir. Bu hadisteki olayı istisnai bir durum sebebiyle yorumlamak uzak bir ihtimaldir. Çünkü durum böyle olsaydı Aişe (r.anha) ve beraberindeki diğer mü'minlerin anneleri için bu durum gizli kalmaz ve mazeretsiz olarak cenazenin mescide sokulmasını istemezlerdi. Bu da -yüce Allah'ın izniyle- apaçık bir husustur.

 

Beşinci hadis Peygamber (s.a)'ın şu buyruğudur: "Kim bir cenaze üzerine mescidde namaz kılacak olursa, onun için (ecir olarak) hiçbir şey yoktur."[40]

 

 

-73- Cenaze namazının kabirler arasında kılınması caiz değildir.

 

Çünkü Enes b.Malik (r.a)'ın rivayet ettiğine göre: "Peygamber (s.a) kabirler arasında cenazeler üzerine namaz kılınmasını yasaklamıştır."[41]

 

 

Derim ki: Bu rivayetin Enes'den gelen ve Dıya'nın kaydettiği bir başka rivayet yolu daha vardır. Bununla bu hadis daha da güç kazanmaktadır. Ebu Bekir b. Ebi Şeybe, el-Musannef (II, 185) ve Hafız İbn Receb el-Hambeli'nin Fethu'l-Bari."(17) 'de (65/81/1-el-Kevakib) belirttiği üzere Ebu Bekir el-Esrem de Enes'den şunu rivayet etmektedirler: "Kabirler arasında bir mescidin bina edilmesi mekruh görülüyor idi." Hadisin ravileri sika ravilerdir. Buhari ve Müslim'in kendilerinden hadis rivayet ettiği kimselerdir.

 

Bu hadise Peygamber (s.a)'dan mütevatir olarak gelen kabirleri mescid edinmeye dair nehy de şahidlik etmektedir. Ben bu hususta varid olmuş rivayetleri "Tahziru's-Sacid min İttihazi'l-Kuburi Mesacid" adlı eserimin baştarafında zikretmiş bulunuyorum. Bunların bir kısmını da 128. mesele 9. fıkrada kaydedeceğim.

 

-74- İmam erkeğin baştarafının, kadının da göbek tarafının arkasında durur. Bu hususta iki hadis vardır:

 

Birincisi: Ebu Galib el-Hayyat'tan rivayet edilmiştir. O dedi ki: "Enes b. Malik'in bir erkeğin cenaze namazını kıldırdığına şahid oldum. Baştarafında durdu (bir rivayette: tabutun baştarafında). Bu cenaze kaldırılınca bu sefer Kureyş'ten -ya da ensardan- bir kadının cenazesi getirildi. Ona: Ey Ebu Hamza bu cenaze filanın kızı filan hanımın cenazesidir. Onun namazını kıl(dır). O da namazını kıl(dır)dı. Cenazenin orta tarafında durdu. (Bir rivayette onun kalça tarafında durdu ve üzerinde yeşil bir naaş vardı.) Aramızda da el-Ala b. Ziyad el-Adevi" (18)  'de bulunuyordu. Enes'in erkek ve hanım için farklı yerlerde durduğunu görünce şöyle dedi: Ey Hamza'nın babası Rasûlullah (s.a) bu şekilde senin durduğun gibi mi kadının cenazesi için de durduğunyerde mi duruyordu? Enes evet dedi. (Ebu Galib) dedi ki: Bunun üzerine el-Ala bize döndü ve: İyice belleyin dedi."

 

 

Hadisi Ebu Davud (II, 66-67), Tirmizi (II, 146) -hasen olduğunu belirterek-, İbn Mace, Tahavi (I, 283), Beyhaki (IV, 32), Tayalisi (no: 2149), Ahmed (III, 118, 204) - anlatım ona ait- rivayet etmişlerdir. Hepsi de bu hadisi Hemmam b. Yahya'nın, Ebu Galib'den yolu ile rivayet etmişlerdir. Ancak Ebu Davud bu hadisi Abdu'l-Varis'den -ki o Said'in oğludur- Abdu'l-Varis ondan diye rivayet etmişlerdir. Tahavi de kaydettiği bir rivayetinde muhtasar olarak böylece rivayet etmiştir. Hadisin senedi her iki yoldan da sahihdir. Her iki yolun da ravileri -Ebu Galib dışında- Buhari ile Müslim'in hadislerini kaydettiği ravilerdir. Ebu Galib de Hafız İbn Hacer'in et-Takrib'de belirttiği üzere sika bir ravidir. Bundan sonra Semura'dan gelen hadisi şerhederken "Fethu'l-Bari (III, 157)" Buhari'nin bu hadisin zayıflığına işaret

ettiğini söylemekle birlikte buna sesini çıkarmayıp, bu hususta hiçbir cevap vermemiş

olmasına gerçekten hayret edilir.

 

İkinci rivayet Tayalisi ve Beyhaki'nin Ahmed'in naklettiği rivayet yolu ile aynıdır.

 

(17) Bu onun Sahih-i Buhari üzerine yaptığı bir şerhin adıdır. Bunun el yazması bir bölümü İbn Urve'nin el-Kevakibu'd-Derari adlı eseri arasında ez-Zahiriye kütüphanesinde bulunmaktadır. Açıkça bilindiği gibi bu İbn Hacer el-Askalani'nin Fethu'l-Bari adlı eserinden ayrıdır.

 

(18) Künyesi Ebu Nasr olup, tabiînin sika ravilerindendir. Basralıların abidlerinden ve Kur'ân'ı iyice bilenlerinden idi. 94 yılında vefat etti. Üçüncü rivayet Ebu Davud'a aittir. Bu rivayet zikredilenler tarafından buna yakın lafızlarla rivayet edilmiş ancak "yeşil" lafzı zikredilmemiştir." (19)

 

İkinci hadis: Semura b. Cundub'dan rivayet edilmektedir. O dedi ki: "Ben Peygamber (s.a)'ın arkasında namaz kıldım. O lohusa iken vefat etmiş bulunan Um Kâb'ın namazını kıldı. Rasûlullah (s.a) üzerine namaz kılmak için cenazenin ortasının arkasında durdu."[42]

 

 

Hadis sünnet olanın imamın kadının bedeninin ortasının hizasında duracağı noktasında delaleti gayet açıktır. Bu hadis mana itibariyle Enes'in: "Onun kalça kısmının hizasında" ifadesi ile aynı manaya gelir. Bu da ona daha bir açıklık getirmektedir. Çünkü

 

(19) Derim ki Ebu Davud'da mutlaka zikredilmesi ve halinin açıklanması gereken bir fazlalık vardır. O fazlalık şudur: "Ebu Ğalib dedi ki: Ben Enes'in kadının kalçasının hizasında ayakta durduğu vakit ne yaptığını sordum. Bana anlattıklarına göre o zaman için henüz naaşlar (tabutlar) bulunmuyordu. Bundan dolayı imam arkasındaki cemaatten setretmek için kalça hizasında dururdu."

 

Böyle bir açıklama birkaç bakımdan reddolunur: Evvela bu açıklamayı yapan kişi meçhul birisidir. Böyle olan bir açıklamanın hiçbir kıymeti yoktur. İkincisi bu bizahiti hadisin ravisinin yaptığına muhaliftir ki o da Enes (r.a)'dır. O kadın naaşta bulunmakla birlikte bedeninin orta bölümünün hizasında durmuştur. Bu ise böyle bir açıklamanın batıl olduğunun delilidir. Bunu bundan sonraki sebeb de desteklemekde olup o da şöyledir:

 

Üçüncüsü bu Enes'in namazında bulunanların anladıklarına muhaliftir. Bu şahıslardan birisi el-Ala b. Ziyad el-Adevi'dir. O Enes'den bu sünnetin sebebini öğrendikten sonra arkadaşlarına dönerek: "İyice belleyiniz" demiştir. Eğer neticede sünneti iptal eden bu gerekçe buna sebeb olsaydı, el-Ala bu işe bu kadar ileri derecede ihtimam göstermez, arkadaşlarına bunu bellemelerini emretmezdi. Bu da açıkça anlaşılan bir husustur. Allah'a hamdolsun. Bundan dolayı alimlerin cumhuru (çoğunluğu) böyle bir tevile iltifat etmeyip, hadisin delalet ettiği şekilde erkeğin baş tarafında, kadının da orta tarafının hizasında durulması sonucuna varmışlardır. Şafiî, Ahmed ve İshak -el-Mecmu (V, 225)'de belirtildiği üzere bunlardandır. Şevkâni (IV, 57): "Hak olan da budur" demiştir.

 

Derim ki: Kimi Hanefiler de bunu tercih etmişlerdir. Hatta bu bizatihi Ebu Hanife'nin de görüşüdür. el-Hidaye (I, 462)'de olduğu gibi. Yine Ebu Yusuf'dan, İmam Tahavi, Şerhu'l-Maani (I,284)'de belirtildiği üzere Ebu Yusuf'da bu görüştedir. İmam Tahavi bu görüşü ikisinin şu şekildeki diğer görüşlerine tercih etmiştir: "Erkek ve kadının göğüsleri hizasında durur." Bu aynı zamanda İmam Muhammed'in de görüşüdür. Hanefiler de bunu kabul etmişlerdir. Hidaye'de bu görüşlerinin lehine şunu delil göstermektedir: "Çünkü göğüs kalbin bulunduğu yerdir. İmanın nuru oradadır. Onun hizasında durmak imanı sebebiyle ona şefaat edileceğine bir işarettir." Daha sonra Ebu Hanife'nin birinci görüşünü zikretmekte ve Enes'in: "O sünnettir" sözünü delil gösterdiğini belirtmektedir. Hidaye sahibi buna şu sözleriyle cevap vermektedir:"Deriz ki bu şöyle açıklanır: O kadının cenazesinde naaş (tabut) yoktur. İşte o cenaze ile cemaat arasına bir engel teşkil etmiş oldu."

 

Derim ki: Biraz önceki açıklamalarımızdan bu yorumun ne kadar batıl olduğu öğrenilmiş olmaktadır. Diğer taraftan bu açıklama kabul edilecek olsa bile hadisin birinci bölümüne -ki o da erkeğin başının hizasında durmaktır- muhalefet etmekteki delilleri nelerdir? Çünkü onlar: Başının hizasında durur demişlerdir. Bu gibi batıl gerekçelendirmelerle ve: "Çünkü orası kalbin bulunduğu yerdir..." gibi sözlerle sünnete açıkça kendilerini muhalefete neyin ittiğini bir bilseydim. Halbuki onların imamları bir görüşlerinde sünnete uygun kanaat belirtmiş bulunuyorlar. Ne diye Merhum Tahavi'nin yaptığı gibi sünneti almadılar. Böylelikle hem sünneti isabet ettirmiş, hem de aynı zamanda imamlarının görüşlerini de kabul etmiş olurlardı. Bu sünnete ve ileride dikkat çekeceğimiz diğer sünnetlere açıkça muhalefet etmelerine rağmen. Kendilerini re'yi sünnete takdim etmekle itham edenleri kendilerine karşı mutaassıb davranmak ile nitelendiriyorlar. bu ifade Semura'nın rivayet ettiği hadise nazaran maksada daha açık bir şekilde delil teşkil etmektedir.

 

 

-75- Cenaze üzerine dört yahut beş tekbir hatta dokuz tekbire kadar tekbir alır.

 

 

Bütün bu sayılar Peygamber (s.a)'dan sabit olmuştur. Hangisini yaparsa yeterli olur. Fakat daha uygunu çeşitlendirmektir. Bazan bunu, bazan ötekini yapar. Benzeri durumlarda olduğu gibi mesela namaza başlarken okunacak dua (istiftah duası), teşehhüd şekilleri, İbrahimî salavat ve benzerleri de böyledir. Eğer mutlaka bunlardan bir türüne bağlı kalmak istiyorsa o vakit dört tekbire bağlı kalır. Çünkü bu husustaki hadisler daha fazladır. Şimdi bunu açıklayalım:

 

A. Dört tekbir getirmek ile ilgili ashab-ı kiram'dan bir topluluktan gelmiş hadisler

vardır:

 

Birinci hadis: Ebu Hureyre'den rivayet edilmiştir. Onun rivayet ettiği bu hadis 59. meselede yedinci tür olarak Necaşi üzerine namaz kılmaya dair kaydedilen hadistir. Bu rivayete göre Peygamber (s.a) Necaşi üzerine dört tekbir alarak namaz kılmıştır.

İkinci hadis: İbn Abbas'tan gelmiştir. Bu da sözü geçen meselede geceleyin defnedilen adam ile ilgili olarak kaydedilen altıncı türün birinci hadisi olarak zikredilmiştir.

 

Üçüncü hadis: Yezid b. Sabit'in filan oğullarına ait bir azadlının üzerine kabrinde olduğu halde namaz kılması ile ilgilidir. Bu da belirtilen yerde İbn Abbas'ın rivayet ettiği hadisten bir sonraki hadis olarak zikredilmiştir.

 

Dördüncü hadis: Peygamber (s.a)'ın ashabından birisinden rivayet edilen Peygamber efendimizin yoksul kadının cenaze namazını kabrinde olduğu halde kılması ile ilgilidir. Bunun ile ilgili hadis az önce işaret ettiğimiz Yezid b. Sabit'in rivayet ettiği hadisten hemen sonra zikredilmiştir.

 

Beşinci hadis: Ebu Umame  (20)  (r.a)'dan rivayet edilen hadistir. O şöyle demektedir: "Cenaze namazında sünnet olan birinci tekbirden sonra gizlice fatiha'yı okuması, sonra üç tekbir alması ve bunların sonuncusunun akabinde selam vermesidir."

 

Hadisi Nesai (1, 281), ondan İbn Hazm (V, 129), Hafız İbn Hacer'in el-Feth'te belirttiği gibi sahih bir isnadla rivayet etmişlerdir. Ondan önce de Nevevi el-Mecmu (V, 33)'de bunu belirtmiş ve ayrıca: "Buhari ve Müslim'in şartına göre" ilavesini de yapmıştır. Hadisi ayrıca Tahavi (I, 288) buna yakın ifadelerle rivayet etmiş, hadisin sonunda da şunları eklemiştir:

"ez-Zühri dedi ki: Ebu Umame'nin bana haber verdiği bu rivayeti ben Muhammed b. Süveyd el-Fihri'ye zikrettim şöyle dedi: Ben de ed-Dahhak b. Kays'ı, Habib b. Mesleme” (21)   den cenaze üzerine namaz hakkında Ebu Umame'nin sana anlattığı gibi naklederken dinledim." Bu fazlalığın da senedi sahihtir. Nesai'de de vardır fakat o bu rivayeti ed-Dahhak b. Kays'dan daha ileriye götürmemektedir. Şafiî de bunu metninde bir ziyade ile rivayet etmiştir. İleride 79. meselede geleceği gibi.

 

Altıncı hadis: Abdullah b. Ebi Evfa'dan şöyle dediğine dair gelen rivayettir: "Rasûlullah (s.a) (cenaze namazında) dört tekbir getirirdi." Hadisi Beyhaki (IV, 35) sahih bir senedle ileride 82. meselede tamamıyla gelecek olan bir hadis içerisinde kaydetmiş bulunmaktadır.

 

(20)  Bu meşhur sahabi Ebu Umame el-Bahili değildir. Bir başkası olup, yine bu da künyesi ile tanınmıştır. Adı Es'attir. Sad b. Sad b. Hanif el-Ensari olduğu da söylenmiştir. Ashab-ı kiram arasında sayılmıştır. Peygamber efendimizi görmüş olmakla birlikte ondan herhangi bir şey işitmemiştir. Bu sebeble hadis ashabın mürsellerindendir, bu da hüccettir.

 

(21)   Bu Habib b. Mesleme b. Malik el-Fihri el-Mekki'dir. Habib er-Rum diye adlandırılırdı ki buna sebeb Rum diyarına mücahid olarak çokça girmiş olmasıdır. Sahabeliğinde ihtilaf vardır. Hafız: "Tercih edilen görüş sahabiliğinin sabit olduğudur. Ancak o zaman küçüktü."

 

B. Beş tekbir ile namaz kılmaya gelince, bu hususta Abdu'r-Rahman b. Ebi Leyla'nın rivayet ettiği hadis vardır. O şöyle demiştir: Zeyd b. Erkam bizim cenazelerimiz üzerine dört tekbir alırdı. Bir gün o bir cenaze üzerine beş tekbir getirdi. Ben ona sordum da şöyle dedi: Rasûlullah (s.a) bu şekilde tekbir getirirdi. [İşte bu sebebten dolayı] ondan sonra herhangi bir kimse için [ebediyyen bir daha terketmeyeceğim.]”[43]

 

Fazlalık onlara ait olup, fazlalık arasındaki diğer fazlalık ise Darakudni'nindir. Tirmizi şöyle demektedir: "Bu hasen, sahih bir hadistir. Peygamber (s.a)'ın ashabından ve başkalarından

ilim ehli bazı kimseler bu kanaatte olup, cenaze üzerinde beş tekbir getirileceği görüşündedirler. Ahmed ve İshak şöyle demişlerdir: İmam eğer cenaze namazını kıldırırken beş tekbir getirecek olursa, imamın arkasındaki de imama uyar."

 

C. Altı ve yedi tekbir getirmeğe gelince, bu hususta mevkuf bazı eserler (rivayetler) vardır. Fakat bu rivayetler merfu hadisler hükmündedir. Çünkü ashabın büyüklerinden olan bazı kimseler yine ashabtan bir topluluğun huzurunda bu şekilde tekbir getirmişler ve onlardan kimse bu davranışlarına itiraz etmemiştir.

 

Birinci hadis: Abdullah b. Muğaffel'den gelmektedir: "Ali b. Ebi Talib, Sehl b. Huneyf'in cenaze namazını kıl(dır)dı. Üzerine altı tekbir getirdi. Sonra bize dönerek: O Bedir'e katılmış birisi idi dedi."

 

eş-Şabi dedi ki: Alkame Şam'dan geldi. İbn Mesud'a şöyle dedi: Şam'da bulunan kardeşlerin kıldırdıkları cenaze namazları üzerine beş tekbir getiriyorlar. Siz bize belli bir sayı tesbit etseniz de bu hususta biz de size uysak. Abdullah bir süre başını önüne eğdi, bir şey söylemedi. Sonra dedi ki: Sizler cenazelerinize bakınız. Onların namazlarını kıldıran imamlarınızın getirdikleri tekbir sayısınca siz de tekbir getiriniz. Bunun için ne sayı, ne de miktar tesbit edilir." Bu hadisi İbn Hazm, el-Muhalla (V, 126) bu mükemmelliği ile rivayet etmiş ve şöyle demiştir: "Bu sıhhat bakımından oldukça ileri derecede bir senettir."

 

Derim ki bu rivayetten Ali (r.a) ile ilgili bölümü Ebu Davud "el-Mesail" adlı eserinde İmam Ahmed'den diye (s. 152) rivayet etmektedir. Ayrıca Tahavi (I, 287), Hakim (III, 409), Beyhaki (IV, 36)'da zikretmişlerdir. Bunların zikrettikleri sened de Buhari ve Müslim'in şartına göre sahihtir. Bu rivayet ayrıca Buhari'de el-Meğazi bölümünde (VII, 273) fakat "tavtı" lafzını zikretmemektedir. İbn Mesud ile ilgili bölümü de Tahavi ve Beyhaki (IV, 37) ona yakın ifadelerle nakletmişlerdir.

 

İkincisi Abdu Hayr'den gelen hadistir. O şöyle demiştir: "Ali (r.a) Bedir'e katılanlar üzerine altı tekbir, Peygamber (s.a)'ın (sair) ashabı üzerine beş tekbir, diğer insanlar üzerine ise dört tekbir getirirdi." Bunu Tahavi ve Darakudni (191) onun rivayet yolundan Beyhaki (IV, 37)'de rivayet etmişlerdir. Senedi sahih olup, ravilerinin hepsi sikadırlar. Üçüncü hadis Musa b. Abdullah b. Yezid'den gelen rivayettir:

 

"Ali (r.a) Ebu Katade üzerine namaz kıldı ve yedi tekbir getirdi. Ebu Katade, Bedir'e katılmışlardandı." Bu rivayeti Tahavi, Beyhaki (IV, 36) Müslim'in şartına göre sahih bir senedle rivaeyt etmişlerdir. Fakat Beyhaki şu sözleriyle illetli olduğunu belirtmektedir: "Bu bir yanlışlıktır. Çünkü Ebu Katade (r.a), Ali (r.a)'dan sonra uzun bir süre daha hayatta kaldı." Ancak Hafız (İbn Hacer) et-Telhis'de (1665) şu sözleriyle onun bu görüşünü

reddetmektedir:

 

"Derim ki: Bu sıhhati etkileyen bir illet değildir. Çünkü Ebu Katade'nin, Ali'nin halifeliği döneminde öldüğü de söylenmiştir. Tercih edilen görüş de budur." Bu kanaati ondan önce İbnu't-Türkmani "el-Cevheru'n-Naki" adlı eserinde de belirtmiş bulunmaktadır. Ona başvurulabilir.

       

Derim ki işte bunlar Peygamber (s.a)'dan sonrasına kadar beş ve altı tekbir getirmenin devam ettiğine delalet eden ashab-ı kiram'dan gelen sahih rivayetlerdir ve bu rivayetler icmaın sadece dört tekbir üzerinde gerçekleştiğini iddia edenlerin kanaatine muhaliftir. Böyle bir iddianın batıl olduğunu İbn Hazm el-Muhalla (V, 124-125)'de tahkikli açıklamalarda bulunmuştur.

 

D. Dokuz tekbire gelince, bu hususta da iki hadis vardır.

 

Birinci hadis: Abdullah b. ez-Zübeyr'den gelmektedir: "Peygamber (s.a) Hamza üzerine cenaze namazı kıldı ve üzerine dokuz tekbir aldı..." Bu hadis tamamıyla ve kaynakları gösterilerek 59. meselede ikinci husus olarak geçmiş bulunmaktadır. Cenaze üzerine getirilen tekbir sayısı hususunda bizim tesbit edebildiğimiz azami sayı bu kadardır. Bundan dolayı bu sınırda durulur ve buna daha fazla tekbir ilave edilmez. Dokuzdan dörde kadar da inebilir. En az varid olan sayı da bu kadardır. İbnu'l- Kayyim, Zadu'l-Mead adlı eserinde zikrettiğimiz bazı rivayet (eser) ve haberleri kaydettikten sonra şunları söylemektedir: "Bunlar sahih birtakım rivayetlerdir. Bunları kabul etmemeyi gerektiren bir husus yoktur. Peygamber (s.a) da dört tekbirden fazlasını men etmiş değildir. Aksine kendisi de, ondan sonra ashabı da bunu yapmışlardır."

 

Derim ki: Dörtten fazla tekbir getirmeyi kabul etmeyenler şu iki hususu delil

göstermişlerdir:

 

1. İcma: Bunun yanlış olduğu daha önceden gösterilmişti.

 

2. Bazı hadislerde zikredilen: "Rasûlullah (s.a)'ın cenaze üzerine getirdiği tekbir sayısı hususunda en son getirdiği sayı dörttür." Buna şöylece cevab verilebilir: Evvela bu zayıf bir hadistir. Bunun biri diğerinden daha da zayıf olan rivayet yolları vardır. Dolayısıyla sahih ve müstefiz senedlerle Peygamber (s.a)'dan sabit olmuş rivayetleri reddedebilmek için bunlara delil diye yapışmaya elverişli değildirler. Hafız (İbn Hacer) et-Telhis (V, 167)'de ondan önce el-Hazimi, el-İtibar (s. 95)'de ve Beyhaki es-Sünen (IV, 37)'de şunları söylemektedir:

"Bu hepsi de zayıf olan birden çok yolla rivayet edilmiştir."

 

Mecmau'z-Zevaid (III, 35)'de kaydedilen şu ifadelere gelince: "İbn Abbas (r.a)'dan gelen rivayete göre Rasûlullah (s.a) Uhud'da öldürülenler üzerine namaz kıldı. Dokuzar dokuzar tekbir getirdi. Sonra yedişer yedişer, sonra da - yüce Allah'a kavuşuncaya kadar- dörder dörder tekbir getirdi. Hadisi Taberani, el-Kebir ve el-Evsat'ta rivayet etmiş olup senedi hasendir." Bu iki bakımdan merdubtur: Herşeyden önce bu Hafız İbn Hacer'in ve ondan önce hadisin bütün rivayet yollarının zayıf olduğunu açıkça ifade eden imamların söylediklerine muhaliftir. İkinci olarak hadisi Taberani el-Mucemu'l-Kebir'de (III, 120/2) rivayet etmiştir. İsnadı şu şekildedir: Bize Ahmed b. el-Kasım et-Tai anlattı (haddesena). Bize Bişr b. el- Velid el-Kindi anlattı. Bize Ebu Yusuf el-Kadi anlattı. Bana Nafi b. Ömer anlattı (haddeseni). Dedi ki: Ben Ata b. Ebi Rebah'ı, İbn Abbas'tan anlatırken dinledim (deyip) hadisi zikretti.

 

Derim ki: Böyle bir isnad hasen olarak görülemez. Çünkü bu senedde üç illet vardır: Birinci illet Kadı Ebu Yusuf'tur. O da Yakub b. İbrahim'dir. İbnu'l-Mübarek ve başkaları onu zayıf olarak nitelendirmiş, el-Fellas da çok hata eden birisi olarak nitelendirmiştir. İkinci illet Bişr b. el-Velid el-Kindi'nin zayıf bir ravi oluşudur. Çünkü o bunamış idi. Üçüncü illet senedindeki muhalefettir. Bu hadisi Taberani (III, 119/1) ve Hazimi el-İtibar (95)'de bir topluluktan rivayet etmiş olup, onlar şöyle demişlerdir: Nafi, Ebu Hürmüz'den, o Ata'dan, o İbn Abbas'tan bu şekilde rivayet etmiş olup nihayet "Uhud'da öldürülenler" ibaresi yerine Bedir ehli" demiştir. Heysemi de bunu böylece rivayet etmiş olup, şunları söylemiştir: "Hadisin senedinde Nafi Ebu Hürmüz vardır, o da zayıf bir ravidir."

 

Derim ki: Hatta o oldukça zayıf bir ravidir. İbn Main yalancı olduğunu söylemiştir. Ebu Hatim: "Metruktur. Hadisi hiçbir şekilde alınmaz" demiştir.

 

Derim ki: İşte bu hadisin afeti (büsbütün zayıf olmasının sebebi) budur. Ata'dan bu hadisi rivayet eden de odur. Birinci rivayet yolunda zikredilen Nafi b. Ömer -ki o sika bir ravidir- hadisin ravilerinden birisinin yanılmasıdır. Tercih edilen onun –gösterdiğimiz üzere- bunamış olan (Nafi) olduğudur. İkinci hadis Abdullah b. Abbas'tan şöyle dediğine dair gelen rivayettir: "Rasûlullah (s.a) Hamza'nın cenazesi başında durunca... emir vermesi üzerine

kıbleye doğru çevrildi, sonra üzerine dokuz tekbir getirdi..." Yine bu hadis 69. meselede

ikinci hadis olarak geçmiş idi.

 

 

-76- Birinci tekbirde ellerini kaldırması meşrudur. Bu hususta iki hadis vardır.

 

Birincisi Ebu Hureyre'den rivayet edilmiştir:"Rasûlullah (s.a) bir cenaze üzerine (kıldığı namazda) tekbir getirdi ve ilk tekbirde ellerini kaldırdı. Sağ elini, sol elinin üzerine koydu."[44]

 

İkinci hadis Abdullah b. Abbas'tan rivayet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a) cenaze üzerine (kıldığı namazda) ellerini ilk tekbirde kaldırır, sonra tekrar etmezdi." Hadisi Darakudni ravileri sika olan bir senedle rivayet etmiştir. Ancak el-Fadl b. es-Seken adındaki ravi meçhuldür. İbnu't-Türkmani el-Cevheru'n-Naki (IV, 44)'de onun hakkında herhangi bir şey söylememiştir.

 

Diğer taraftan Tirmizi birinci hadisin akabinde şunları söylemektedir: "Bu hadis garibtir. İlim ehli bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Peygamber (s.a)'ın ashabından ve diğerlerinden ilim ehlinin çoğunluğu kişinin her tekbirde ellerini kaldıracağı görüşündedir. İbnu'l-Mübarek, Şafiî, Ahmed ve İshak'ın görüşü budur. Kimi ilim adamı da şöyle demiştir: Ellerini sadece ilk defa kaldırır. es-Sevri'nin ve Kufelilerin görüşü budur. İbnu'l-Mübarek'den nakledildiğine o cenaze namazı hakkında şöyle demiştir: Sağ eli ile sol elini tutmaz. Bazı ilim ehlinin görüşüne göre ise namazda yaptığı şekilde sol elini tutar. Nevevi, el-Mecmu (V, 232)'de şunları söylemektedir: "İbnu'l-Münzir, el-İşraf ve el-İcma adlı kitablarında şöyle diyor: İlk tekbirde ellerini kaldıracağı hususunda icma etmişlerdir fakat diğerlerinde ihtilaf etmişlerdir."

 

Derim ki birinci tekbirin dışında elleri kaldırmanın meşruiyetine delalet eden herhangi bir şey sünnette bulamadım. Bundan ötürü bunun meşru olmadığı görüşündeyiz. Hanefilerle başkalarının benimsediği görüş de budur. Şevkâni ve diğer muhakkikler de bunu tercih etmişlerdir. İbn Hazm da bunu benimseyerek (V, 128) şunları söylemektedir: "Elleri kaldırmaya gelince yalnızca birinci tekbir dışında Peygamber (s.a)'ın cenaze namazı tekbirlerinin herhangi birisinde ellerini kaldırdığına dair hiçbir rivayet gelmemiştir. O halde bunu yapmak caiz olamaz. Çünkü bu hakkında nass gelmedik bir işi namazda yapmaktır. Peygamber (s.a)'dan gelen rivayet sadece onun her eğilip kalkmada tekbir getirip ellerini kaldırdığıdır. Cenaze namazında ise eğilip kalkmak yoktur. Ebu Hanife'nin cenaze namazındaki herbir tekbir hakkında ellerin kaldırılmasını kabul etmiş olmasına hayret edilir. Halbuki Peygamber (s.a)'dan sair namazlarda her eğilip kalkmada ellerin kaldırılmasını yasaklayan Peygamber (s.a)'dan herhangi bir rivayet gelmemiştir ve bu şekilde elleri kaldırmak Peygamber (s.a)'dan sahih olarak da rivayet edilmiştir."

 

 

Derim ki Ebu Hanife'ye nisbet ettiği görüş Hanefi şarihlerinin kitablarında rivayet edilmiştir. Bundan dolayı Nasbu'r-Ra'ye (II, 285)'in haşiyesinde kaydedilen böyle bir nisbette hayret edişe aldanmamak lazımdır. Aslında bu Belh imamlarının çoğunun tercih ettiği görüştür. Serahsi'nin mebsutunda (II, 64) dediği gibi fakat Hanefilerdeki uygulama bunun aksinedir. Serahsi'nin kesin kanaat olarak belirttiği de budur fakat onların görüşüne göre bayram namazlarında zaid tekbirler için eller kaldırılır. Oysa bu durumda ellerin kaldırılmasının da Rasûlullah (s.a)'dan rivayet edilmiş asli bir dayanağı yoktur.

 

Ayrıca bk. el-Muhalla (V, 83) Evet Beyhaki (IV, 44) sahih bir sened ile İbn Ömer'den cenaze namazında getirilen tekbirlerin herbirisi için ellerini kaldırdığını rivayet etmiş bulunuyor. Kim İbn Ömer bu işi ancak Peygamber (s.a)'ın bu husustaki bir tevkifi (sözü ya da ameli) olmadan yapmadığı kanaatinde ise o ellerini kaldırabilir. Serahsi, İbn Ömer'den bunun aksini nakletmektedir. Oysa bu hadis kitablarında herhangi bir asli dayanağının bulunduğunu bildiğimiz bir husus değildir. Fazilet sahibi kimi ilim adamlarının Fethu'l-Bari (III, 190) üzerindeki bir talikinde (düştüğü notunda) ellerin kaldırılması rivayetinin sahih olduğunu belirtmelerine gelince bu, bu ilim dalını bilen bir kimsenin açıkça gördüğü üzere besbelli bir hatadır.

 

 

-77- Daha sonra sağ elini sol elinin dış tarafı, bileği ve kolun üzerine koyar ve bunları göğsü üzerinde bağlar.

 

Bu hususta birtakım hadisler vardır ki bunların bazısını zikretmemiz gerekmektedir:

 

Birinci hadis: Ebu Hureyre'den az önce kaydettiğimiz merfu rivayette zikredilen: "...Ve sağ elini, sol elinin üzerine koydu" ifadesinin yer aldığı hadistir. Bu hadis her ne kadar senedi itibariyle zayıf ise de bundan sonra gelecek hadislerin şahidliği ile manası itibariyle sahihtir. Çünkü bu hadislerdeki mutlak ifade istiska, küsuf ve bunun dışında farzın dışında kalan bütün namazları kapsadığı gibi cenaze namazını da kapsar.

 

İkinci hadis: Sehr b. Sad'dan rivayet edilmiştir. O şöyle demiştir: "İnsanlar namaz kıldıklarında erkeklerin sağ ellerini, sol kolu üzerine koymakla

emrolunurlardı."

 

Bunu Malik, Muvatta (I, 174)'de rivayet etmiş olup, aynı rivayet yolundan Buhari (II, 178)'de rivayet etmiştir. Anlatım ona aittir. İmam Muhammed de, Muvatta (156)'de, Ahmed (V, 336) ve Beyhaki (II, 28)'de böylece rivayet etmişlerdir.

 

Üçüncü hadis: İbn Abbas (r.a)'dan rivayet edilmektedir. O şöyle demiştir: Ben Allah'ın Peygamberini (s.a) şöyle buyururken dinledim: "Biz peygamberler topluluğu oruç açmakta elimizi çabuk tutmak, sahuru geciktirmek ve namazda sağ ellerimizi, sol ellerimizin üzerine koymakla emrolunmuşuzdur."[45]

 

 

Derim ki senedi Müslim'in şartına göre sahihtir. Suyuti de Tenviru'l-Havalik (I, 174)'de sahih olduğunu belirtmektedir. Bu hadisin İbn Abbas'tan gelen bir başka rivayet yolu daha vardır: Bunu el-Kebir'de Taberani ve ed-Dıya el-Makdisi sahih bir senedle rivayet

etmişlerdir. Bu hadisin başka şahidleri de vardır ki ben bunları "Sıfatu Salati'n-Nebi -s.a-" adlı eserimin hadislerinin tahrici arasında zikretmiş bulunuyorum.

 

Dördüncü hadis: Tağus'tan gelen rivayettir. O şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a) namazda iken sağ elini sol eli üzerine koyar, sonra onları göğsü üzerinde bağlardı."

 

Hadisi Ebu Davud (I, 121)'de Tağus'tan gelen ceyyid bir sened ile rivayet etmiştir. Bu rivayet her ne kadar mürsel ise de herkes tarafından hüccet olarak kabul edilmiştir. Çünkü mutlak olarak mürsel hadisi hüccet olarak kabul edenlerin görüşüne göre bunun delil olacağı açıktır. Bu görüşü kabul edenler ise ilim adamlarının çoğunluğu (cumhuru)dur. Mevsul olarak rivayet edilmedikçe yahut birtakım şahidleri bulunmadıkça mürsel hadisi hüccet kabul etmeyenlere -ki doğru olan da budur- gelince, bunun delil olma gereği onun iki tane şahidinin bulunmasından ötürüdür: Birinci şahid Vail b. Hucur'dan rivayet edilmektedir: "Buna göre o Peygamber (s.a)'ı sağ elini, sol elinin üzerine koyduğunu sonra da her ikisini göğsü üzerine koyduğunu görmüştür."

 

Nasbu'r-Ra'ye (I, 314)'de belirtildiği üzere hadisi İbn Huzeyme Sahih'inde rivayet ettiği gibi, Beyhaki Sünen (II, 30)'da ondan (yani Vail b. Hucur'dan) gelen ve biri diğerini pekiştiren iki yolla rivayet etmiştir. İkincisi Kabisa b. Ğulb'un babasından şöyle dediğine dair rivayettir:

 

"Ben Peygamber (s.a)'ı sağına ve soluna döndüğünü gördüğüm gibi onu bu elini göğsü üzerine koyduğunu da gördüm. Yahya (b. Said) ise sağ elini bileğin üzerinden sol elin üzerine koyması şeklinde gösterdi." Hadisi Ahmed (V, 226)'de ravileri -burda anılan Kabisa dışında- hepsi de sika ve Müslim'in ravileri olan bir sened ile kaydetmiştir. Kabisa'yı da el-İcli ve İbn Hibban sika bir ravi olarak kabul etmişlerdir. Fakat Simak b. Harb'in dışında kimse ondan rivayette bulunmamıştır. İbnu'l-Medini ve Nesai: "Meçhuldür" demiştir. et-Takrib'de ise makbul bir ravi olduğu belirtilmektedir.

 

Derim ki böyle bir ravinin rivayet ettiği hadis şahidler sadedinde hasen kabul edilir. Bundan dolayı Tirmizi ondan bu hadisin sol elin sağ el ile tutulacağı bölümünü kaydettikten sonra: "Hasen bir hadistir" demiştir. İşte böylelikle elin göğsün üzerinde bırakılacağı hususunun sünnette yer aldığına dair üç hadis zikretmiş oluyoruz. (22) Bu hadislerin geneline vakıf olan bir kimse bunların bu hususta delil olarak kullanılmaya elverişli olduğunda hiç şüphe etmez. Ellerin göbeğin altında konulmasına gelince, bu Nevevi, Zeylai ve başkalarının da belirttikleri gibi ittifakla zayıftır. Ben bunu az önce işaret edilen eserimin hadislerinin tahricinde açıklamış bulunuyorum.

 

 

-78- Daha sonra birinci tekbirin akabinde fatiha'yı ve bir sure okur.  (23)

 

Çünkü bu hususta Talha b. Abdullah b. Avf'ın şu rivayeti vardır:"Ben İbn Abbas (r.a)'ın arkasında bir cenaze namazı kıldım. Fatiha'yı [ve bir sureyi okudu. Bize işittirecek sesini yükseltti. Namazını bitirince elini tuttum ve ona sordu.] O dedi ki: [Sesimi yükseltmemin sebebi] bunun bir sünnet [ve bir hak] olduğunu bilmeniz içindir."[46]

 

 

 

(22) Sıfat-u Salati'n-Nebi adlı eserimizin yeni baskısında (s. 12-17) bu sünnet hakkındaki eleştirileridolayısıyla çağdaş Hanefilerden mutaassıb birisinin görüşleri de reddedilmektedir.

 

 

(23) Burada istiftah (subhaneke ve benzeri) duasını okumanın meşru olmadığına işaret vardır. Bu da Şafiîlerin ve başkalarının görüşüdür. Ebu Davud, el-Mesail (153)'de şunları söylemektedir: "Ben Ahmed'e cenaze namazı üzerinde subhaneke ile duaya başlayan kişi hakkında soru sorulurken dinledim. O: Ben böyle bir şey duymadım diye cevap verdi." senedle üçüncü fazlalığı zikretmişlerdir.

 

İkinci fazlalığı ise Hakim, İbn Abbas'dan gelen bir başka rivayet yoluyla ve sahih bir senedle kaydetmiştir. Bu hususta ashab-ı kiram'dan bir topluluktan gelmiş rivayetler de vardır. Onlardan bir tanesinin rivayet ettiği hadis bundan bir sonraki meselede zikredilecektir. Tirmizi bu hadisi kaydettikten sonra şunları söylemektedir: "Bu hasen, sahih bir hadistir. Peygamber (s.a)'ın ashabından ve başkalarından ilim ehli olanların bazıları buna göre uygulama yaparlar ve fatiha suresini birinci tekbirden sonra okumayı tercih ederler. Şafiî, Ahmed ve İshak'ın görüşü budur. Bazı ilim ehli ise şöyle demişlerdir: Namazda cenaze üzerine (Kur'ân) okunmaz. Bu namazda yüce Allah'a hamd-u senada bulunulur, O'nun peygamberine salât ve selam getirilir, ölüye dua edilir. Sevri'nin ve onun dışındaki diğer Kûfe alimlerinin görüşü de budur."

 

 

Derim ki: Bu hadis ve bu manadaki diğer hadisler bunlara karşı delildir. Bunun hakkında bu hadis Peygamber (s.a)'a açıkça nisbet edilmemiştir denilemez. Çünkü biz şöyle diyoruz: Sahabinin: "Şu husus sünnettendir" demesi hanefilere göre de dahil olmak üzere en sahih görüşe göre Peygamber (s.a)'a merfu, müsned bir hadis demektir. Hatta Nevevi el-Mecmu (V, 232)'de şunları söylemektedir: "Usul ilminde bizim mezhebimize müntesib ve onların dışında kalan diğer usul alimleri ile hadis alimlerinin cumhurunun benimsediği sahih görüş budur."

 

Derim ki muhakkik İbnu'l-Humam et-Tahrir adlı eserinde de bunu böylece ifade etmiştir. Tahriri şerh eden İbn Emir el-Hac (II, 224)'de şunları söylemektedir: "Bizim mezhebimizin mütekaddimun alimlerinin kabul ettiği görüş bu olduğu gibi el-Mizan müellifi ve Şafiîlerle muhaddislerin büyük çoğunluğu da bu görüşü benimsemişlerdir."

 

Derim ki buna göre Hanefilerin bu hadisin sıhhatine ve birden çok rivayet yoluyla gelmiş olmasına rağmen bu hadisi delil kabul etmeyişleri hayret edilecek hususlardandır. Üstelik bu hadis onların benimsedikleri yola ve usullerine göre de sünneti tesbit edebilecek özelliktedir. İmam Muhammed Muvatta (s. 175)'de şöyle demektedir: "Cenaze üzerinde Kur'ân okunmaz. Ebu Hanife'nin görüşü de budur." Bunun benzeri bir ifade Serahsi'nin el-Mebsut (II, 64) adlı eserinde de geçmektedir. Hanefi mezhebine mensub müteahhir kimi alimler bu görüşün doğrudan uzak olduğunu ve hadise uzak düştüğünü görünce dua ve yüce Allah'a hamd-u sena niyetiyle olması şartıyla fatiha'nın okunmasının caiz olduğunu söylemişlerdir. Onlar bu şartı kendi kanaatlerine göre hadis ile imamların görüşünü birarada telif etmek için koşmuşlardır.

 

Sanki onun benimsediği görüş sahih bir başka hadise dayanıyor da bir diğer sahih ile birlikte ele alınması, sonra da ikisinin bir arada telif edilmesi gerekiyormuş gibi. Böyle bir şart bu hususta rivayet varid olmadığından ötürü bizatihi batıl olmakla birlikte hadis-i şerifte zikredilen fatiha ile birlikte bir başka surenin okunduğunun sabit olması bunu çürütmektedir. Çünkü bu okunan sure mutlaktır. Bu surede aynı şekilde bu şartı öngörmeye imkan yoktur. Hanefilerin bu hususta hayret edilecek bir görüşleri daha vardır. Bu da onların:

 

"Birinci tekbirden sonra subhaneke duasını okumak cenaze namazının sünnetlerindendir" şeklindeki görüşleridir. Oysa daha önce geçen bir dipnotta dikkat çektiğimiz üzere bunun sünnette asli bir dayanağı yoktur. Onlar bu görüşleri ile sünnette aslı olmayan bir hususu sabit gibi değerlendirirken, sünnette meşruiyeti varid olmuş bir hususu da reddetmiş oluyorlar. Eğer: Muhakkik İbnu'l-Huma Fethu'l-Kadir (I, 459)'de: "Dediler ki: Fatiha ancak hamd-u sena niyeti ile okunur. Rasûlullah (s.a)'dan kıraat (Kur'ân okuma) sabit olmamıştır." diyor derseniz;

 

Ben de şu cevabı veririm: Böyle muhakkik birisinden bu görüş bütün geçenlerden daha çok hayreti gerektirir. Çünkü Peygamber (s.a)'ın (cenaze namazında) Kur'ân okuduğu, onun gibi birisi için gizli saklı kalmaması gereken bir husustur. Üstelik bu Sahih-i Buhari'de ve daha önce açıkladığımız başka eserlerde de varid olmuştur. Bundan dolayı bizim kanaatimiz şudur: O bununla zikredilen bu hadis Kur'ân okunacağını tesbit edebilmeye elverişli değildir. Çünkü bu hadiste "sünnettir" ifadesi geçmiştir. Bu hususta daha önce kaydettiğimiz görüş ayrılığına dayanarak bu kanaati benimser. Eğer durum bizim sandığımız gibi ise bu hayreti gerektiren bir başka husus olur. Çünkü onun mezhebine göre sahabinin görüşü Peygamber (s.a)'a merfu (ona nisbet edilen) müsned (senedinde kopukluk olmayan) rivayet hükmündedir. Daha önce onun "et-Tahrir" adlı eserinden nakledildiği üzere. Hanefiler fer'i meselelerde bu esasa göre hareket etmişlerdir. Buna örnek olarak aşağıdaki meseleyi gösterebiliriz. Hidaye'de şöyle

diyor:

 

"Ölüyü tabutu üzerinde taşıdıkları vakit onun dört ayağından tutarlar. Sünnet böylece varid olmuştur. Şafiîyse şöyle demiştir: Sünnet cenazeyi iki kişinin taşımasıdır. Öndeki kişi boynu üzerine, ikincisi ise göğsü üzerine koyar." İbnu'l-Ğumam, Şafiî'ye nisbet ettikleri bu görüşü reddetmek sadedinde şunları söylemektedir: "Rasûlullah (s.a)'dan onların benimsedikleri bu görüşün aksi sahih olarak rivayet edilmiştir." Daha sonra Ebu Ubeyde'nin babası Abdullah b. Mesud yoluyla gelen şu rivayeti kaydetmektedir: (Abdullah b. Mesud) dedi ki: "Cenazenin arkasından giden tabutun bütün taraflarından taşısın. Çünkü böylesi sünnettendir." Bunu İbn Mace (I, 451), Beyhaki (194-20)'de rivayet etmişlerdir. İbn Ğumam dedi ki:

 

"O halde sünnetin bu olduğuna hükmetmek icab ediyor. Buna muhalif olan görüşler her ne kadar selefe mensub bazı kimselerden nakledilmiş ise bu arızi herhangi bir sebeb dolayısıyla böyle olmuştur." Şimdi İbn Mesud'un "sünnettendir" ifadesini nasıl merfu hadis hükmünde

değerlendirdiğini fakat buna karşılık İbn Abbas'ın bu şekildeki görüşünü böyle değerlendirmediğine bir bakalım. Acaba bu çelişkinin kaynağı yanılmak mıdır, yoksa mezheb taassubu mudur? Allah bizi ondan (mezheb taassubundan) yana esenliğe

kavuştursun.

 

Bu rivayetin İbn Mesud'dan sahih olarak geldiğini farzettiğimiz takdirde böyle söylenebilir. Bu rivayet sahih olmadığına göre bunu nasıl söyleyebiliriz. Çünkü bu rivayet munkatıdır. Ebu Ubeyde Hanefi mezhebine mensub İbnu't-Türkmani'nin el- Cevheru'n-Naki adlı eserinde de belirtildiği üzere babasına yetişmemiştir. Bundan dolayı ben bu eserimizde sünnet olduğu ileri sürülen bu hususu kaydetmediğim gibi onun karşısında duran Şafiî'ye nisbet olunan görüşü de -böyle bir şey varid olmadığından ötürü- zikretmedim. Diğer taraftan hadisteki birinci fazlalığı yine Ebu Ya'la, Nevevi, el-Mecmu (V, 234)'de belirttiği üzerine Müsned'inde rivayet etmiştir.

 

Nevevi: "Senedi sahihtir" demiş, Hafız İbn Hacer et-Telhis (V, 165)'de bunu benimsemiştir. Nevevi bu fazlalığı kısa bir sure okumanın müstehab olduğuna delil göstermiştir. Halbuki hadiste bunun kısa olduğuna delalet edecek bir ifade yoktur. Muhtemelen daha önce geçen ve cenazenin kabrine ulaştırılması için acele edilmesini isteyen sünnetler buna delil kabul edilmiş olabilir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

 

-79- Okumayı gizli yapar.

 

Çünkü Ebu Umame b. Sehb rivayet ettiği hadiste şöyle demiştir:

 

 

"Cenaze namazında sünnet olan birinci tekbirden sonra Ummu'l-Kur'ân'ı (Fatiha'yı) gizlice okuması, sonra üç tekbir getirmesi, sonuncusundan az sonra da selam vermesidir."[47]

 

 

-79- Daha sonra ikinci tekbiri alır, Peygamber (s.a)'a salavat getirir.

 

Çünkü Ebu Umeyye'nin rivayet ettiği ve az önce zikredilen hadise göre Peygamber (s.a)'ın

ashabından bir adam kendisine şunu haber vermiştir: "Cenaze üzerine namaz kılmakta sünnet imamın tekbir getirmesi, sonra birinci tekbirin akabinde kendi kendisine gizlice fatiha suresini okuması, sonra Peygamber (s.a)'a salavat getirmesi, sonra (3) tekbirde cenazeye ihlas ve samimiyetle dua etmesidir. Bunların hiçbirisinde (Kur'ân) okumaz. Sonra [bitirince [sağına] ve sünnete uygun olan arkasında bulunanların da imamlarının yaptığı gibi yapmasıdır.] Kendi kendisine gizlice selam verir."[48]

 

 

ez-Zühri hadisin sonunda şöyle demektedir: "Bana Muhammed el-Firî, ed-Dahhak b. Kays'den anlattı. O da Ebu Umame'nin dediğinin bir benzerini söyledi." Şafiî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- dedi ki: "Peygamber (s.a)'ın ashabı yüce Allah'ın izniyle Rasûlullah (s.a)'ın sünneti dışında hiçbir şey için sünnet ve hak tabirini kullanmazlar." Ayrıca bunu Hakim (I, 360)'da rivayet etmiştir. Ondan da Beyhaki nakletmiştir. Ancak o: "Bana Peygamber (s.a)'ın ashabından birtakım kimseler haber verdi ki..." diye rivayet etmiş, geri kalanı da bunun gibidir. Onun rivayetinde kaydettiğimiz iki fazlalık vardır. Zikrettiği ikinci senedinde "Habib b. Mesleme"yi ilave etmiştir. Daha önce az önce işaret ettiğimiz 74. meselede Tahavi'nin rivayetinde geçtiği gibi.

 

Daha sonra Hakim şunu eklemektedir: "ez-Zühri dedi ki: Bana bunu Ebu Umame anlattı, o sırada İbnu'l-Müseyyeb de dinliyordu. Bu konuda onu reddetmedi." Hakim şunları da söylemektedir: "Hadis Buhari ve Müslim'in şartına göre sahihtir." Zehebi de bu hususta ona muvafakat etmiştir. Hadis dedikleri gibidir. Kıraati sözkonusu ettikten sonra söylediği: "Sonra Peygamber (s.a)'a salavat getirir ve üç tekbirde cenazeye ihlasla dua eder." hadisinin zahirinden anlaşıldığı kadarıyla Peygamber (s.a)'a salavat ikinci tekbirden sonra olur, önce olmaz. Çünkü ikinci tekbirden önce salavat getirilecek olsaydı diğer tekbirlerde sözkonusu olmazdı, onlardan önce zikredilmesi gerekirdi açıkça anlaşıldığı gibi. Nitekim Hanefiler, Şafiîler ve başkaları da İbn Hazme (V, 29) ile Şevkâni'ye (III, 53) hilafen böyle demişlerdir.

Cenaze namazında Peygamber (s.a)'a getirilecek salavat ifadelerine gelince, bu husustaki sahih hadisler arasında herhangi bir şey tesbit edemedim.  (24) Açıkça görüldüğü kadarıyla cenaze de salavat için özel bir şekil bulunmamaktadır. Bunun yerine farz namazdaki teşehhüd hakkında sabit olan şekillerden birisi okunur…(25)

 

 

-80- Daha sonra diğer tekbirleri alır ve bunlardan sonra ölüye samimi olarak dua eder.

 

Çünkü az önce geçen Ebu Umame hadisi ile Peygamber efendimizin: "Ölü üzerine

 

 

(24) İbn Mesud'dan Salat-ı İbrahimiyye'ye (Allahumme salli) yakın bir ifade rivayet edilmiştir. Ancak senedi oldukça zayıftır. Onunla uğraşmamak gerekir. Sehavi bu rivayeti el-Kavlu'l-Bedi (s.153-154)'de, İbnu'l-Kayyim'de Cilau'l-Efham (s. 255)'de zikretmiş ve şöyle demiştir: "Müstehab olan Peygamber (s.a)'a teşehhüdde salavat getirdiği gibi cenaze namazında da ona öylece salavat getirmektir. Çünkü Peygamber (s.a) kendisine nasıl salavat getirileceğini sorduklarında ashabına bunu öğretmiştir."

 

 

(25) Bunlar yedi ayrı şekildir. Ben bunları "Sifetu Salâti'n-Nebi" adlı eserimde kaydettim. Mektebetu'l-Maarif, Riyad baskısına bakabilirsiniz. namaz kıldığınız vakit ona ihlasla (samimiyetle) dua ediniz."26 buyruğu bunu ifade etmektedir. Bu hadisi Ebu Davud (II, 68), İbn Mace (I, 456), İbn Hibban Sahih (754- Mevarid), Beyhaki (IV, 40)'da Ebu Hureyre'den gelen bir hadis olarak rivayet etmişlerdir. İbn Hibban'ın kaydettiği rivayette İbn İshak tahdis lafzını açıkça kullanmış bulunmaktadır.

 

 

-81- Peygamber (s.a)'dan sabit olmuş dualar arasında okur.

 

Ben bu dualardan dört tanesini tesbit edebildim.

 

Birincisi: Avf b. Malik (r.a)'dan gelen rivayet olup, o şöyle demektedir: "Rasûlullah (s.a) bir cenaze üzerine namaz kıldı. Onun okuduğu dualar arasında şu söylediklerini belledim:

 

"( ): Allah'ım ona mağfiret buyur, ona merhamet eyle, ona afiyet ver, onu affet, onun konaklayacağı yeri şerefli kıl, gireceği yeri genişlet, su, kar ve dolu ile onu yıka, onu günahlardan beyaz elbiseyi kirlisinden ayırdığın gibi (bir rivayette ayrıldığı gibi) ayır (ve arındır). Ona şimdiki yurdundan daha hayırlı bir yurt, ailesinden daha hayırlı bir aile, eşinden (bir rivayette zevcesinden) daha hayırlı bir eş ver. Onu cennete girdir ve onu kabir azabından, cehennem ateşinin azabından koru."

 

(Avf b. Malik) dedi ki: "O ölmüş kişi ben olsaydım diye temenni ettim." Hadisi Müslim (III, 59-60), Nesai (I, 271), İbn Mace (I, 481), İbnu'l-Carut (264- 265), Beyhaki (IV, 40), Tayalisi (999), Ahmed (VI, 23, 28)'da rivayet etmişlerdir. Anlatım Müslim'e aittir. İkinci rivayet Müslim'in kaydettiği rivayetlerden birisidir. Diğeri ise Ahmed dışında diğer muhaddislere aittir. Üçüncü rivayet ona ve Beyhaki'ye aittir. İbn Mace ve Tayalisi'nin zikrettikleri rivayette ölü ensardan bir adam idi fakat bunun senedinde Farac b. Fedale -ki zayıf bir ravidir- İsmad b. Raşid'den -bu da meçhul bir ravidir- şeklindedir. Hadisi Tirmizi (II, 141)'de muhtasar olarak zikretmiş ve şunları söylemiştir: "Hasen, sahih bir hadistir. Muhammed b. İsmail -yani Buhari- dedi ki: Bu hususta en sahih rivayet bu hadistir."

 

İkinci hadis: Ebu Hureyre (r.a)'dan rivayet edilmiştir. Buna göre Rasûlullah (s.a) bir cenaze üzerine namaz kıldığında şöyle derdi: "( ): Allah'ım yaşayanımıza da, ölmüşümüze de, hazır bulunanımıza da, bulunmayanımıza da, küçüğümüze de, büyüğümüze de, erkeğimize de, dişimize de mağfiret buyur. Allah'ım bizden kimi hayatta bırakırsan İslam üzere yaşat. Bizden kimin de canını alırsan iman üzere canını al. Allah'ım bunun ecrinden bizi mahrum bırakmak, ondan sonra da bizi saptırma."

 

Hadisi İbn Mace (I, 456) ve Beyhaki (IV, 41)'de Muhammed b. İbrahim et- Teymi'den, o Ebu Seleme'den ondan (yani Ebu Hureyre'den) gelen bir yolla rivayet 26 es-Sindi: Yani yalnızca ona dua ediniz demektir diye açıklamıştır. el-Münavi de şöyle demiştir: "Ona ihlasla ve kalb huzuru ile dua ediniz. Çünkü bu namazdan maksat ölen kimseye mağfiret dilemek ve hakkında şefaatin kabul edilmesini istemektir. İhlas ve yalvarıp yakarma birarada olduğu takdirde bu duaların kabulü ümid edilir. Bundan dolayı hayatta olana dua ederken benzeri meşru kılınmamış ifadelerle cenaze namazında ölüye dua etmek için meşru kılınmıştır. İbnu'l-Kayyim der ki: İşte bu ölenin duadan yararlanmayacağını iddia eden kimselerin görüşünü çürütmektedir."

 

Derim ki Hakim'in daha önce geçen Ebu Umame'den gelen hadisi kaydettiği rivayette şöyle denilmektedir: "Üç tekbirde salâtı halis kılar." Burada "salât" dua anlamındadır. Çünkü birinci rivayetteki: "İhlasla dua eder" ifadesi buna delildir. Diğer taraftan "salât" lafzının sözlükteki asıl anlamı da duadır. Bundan dolayı el-Kavlu'l-Bedi (s. 152)'deki garib yorum şekillerinden birisi de şudur: "İhlasla dua eder" ifadesi yani cenaze namazında üç tekbir getirirken, sesini yükseltir demektir." etmişlerdir. Ebu Davud (II, 68), Tirmizi (II, 141), İbn Hibban, Sahih (757-Mevarid), Hakim (I, 358) ve yine Beyhaki, Ahmed (II, 368), Yahya b. Ebi Kesir'den, o Ebu Seleme'den bu senedle ona yakın ifadelerle ancak: "Allah'ım... bizi mahrum bırakma" bölümü müstesna rivayet etmişlerdir. Bu bölüm Ebu Davud ve İbn Hibban'da vardır. Ancak orada: "Bizi ondan sonra fitneye düşürme" demektedir. Yahya, Hakim'in rivayetinde tahdis lafzını açıkça kullanmış, sonra şunları söylemiştir: "Hadis Buhari ve Müslim'in şartına göre sahihtir." Zehebi bu hususta ona muvafakat etmiştir. Hadis dedikleri gibidir. Bununla birlikte hadisde zarar vermeyecek türden illet bulunduğu da söylenmiştir. Yahya'nın bu hadisi kaydettiği iki senedi daha vardır. Bunlar Ahmed (IV, 170 ve 308) ile Beyhaki'de geçmektedir. Bu hadisin ayrıca İbn Abbas'ın buna yakın olarak rivayet ettiği bir şahidi daha vardır. Bunu Taberani el-Kebir'de rivayet etmektedir.

 

Üçüncü hadis: Vasile b. el-Esaka'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Rasûlullah (s.a) müslümanlardan bir adam üzerinde namaz kıldı. Onun şunları söylediğini duydum:

"( ): Allah'ım şüphesiz filan oğlu filan senin zimmetinde, senin himayende bulunuyor. Sen onu kabir azabından, ateş azabından koru, sen vefa ve hak ehli olansın. Ona mağfiret buyur, ona rahmet ihsan eyle. Şüphesiz ki sen çok mağfiret edensin, çok merhametlisin."[49]

 

 

Dördüncü hadis: Yezid b. Rukane b. el-Muttalib'den rivayet edilmektedir. O dedi ki: "Rasûlullah (s.a) bir cenaze namazını kılmak üzere cenazenin başında durduğunda şöyle derdi: "( ): Allah'ım  (27) kulun kadın kulunun oğlu senin rahmetine muhtaçtır. Senin ise onu azablandırmaya ihtiyacın yok. Eğer iyilik yapan birisi ise sen onun hasenatını arttır ve eğer kötülük yapan birisi ise sen onu affet." [Sonra yüce Allah'ın dua etmesini dilediği kadar dua eder.]" Hadisi Taberani, el-Mucemu'l-Kebir (XXII, 249, 647)'de fazlalığı ile Hakim (I, 359)'da rivayet etmişlerdir. Hakim şunları da söylemektedir: "Senedi sahihtir. Yezid b. Rukane ile Ebu Rukane'nin ikisi de sahabidirler." Zehebi de bu hususta ona muvafakat etmiştir. Ayrıca el-İsabe'de de belirtildiği üzere İbn Kani de rivayet etmiştir.

 

Hadisin Said el-Makburi yoluyla gelen bir şahidi de vardır. Buna göre Said Ebu Hureyre'ye şöyle sormuş: Sen cenaze namazını nasıl kılarsın? Ebu Hureyre şöyle demiş: Allah'a yemin ederim bunu sana söyleyeyim. Cenazeye ailesinin yanından katılırım. (Musalla taşına) konulduğu vakit tekbir alırım, Allah'a hamdederim, Peygamberine salât ve selam getiririm. Sonra şöyle derim:

 

( ): Allah'ım bu senin kulundur, senin kulunun ve senin kadın kulunun oğludur. O senden başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in senin kulun ve Rasûlün olduğuna şehadet ediyordu. Onu en iyi bilen sensin. Allah'ım eğer ihsan eden birisi ise sen onun hasenatını arttır ve eğer kötülük işlemiş birisi ise sen onun kötülüklerini bağışla. Allah'ım onun ecrinden bizi mahrum bırakma, ondan sonra bizi fitneye maruz kılma."

 

(27) Rivayet bu şekildedir. Bu kitab ile ilgili olarak bana mülahazalarını yazan bir kimse –bunların bazısında isabet etmiş, çoğunda ise hata etmiş- bir kimse yanılarak burada "bu" (anlamındaki) lafzının düşmüş olduğunu sanmıştır.

 

Hadisi Malik (I, 227)'de rivayet etmiştir. Ondan naklen Muhammed b. el-Hasen (164-165) ile İsmail el-Kadi, Fadlu's-Salati aleyhi sallallahu aleyhi ve sellem, no: 5 (93), 27'de rivayet etmiş olup, senedi mevkuftur ve oldukça sahihtir. el-Heysemi bu hadisten dua bölümünü merfu olarak Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği bir hadis diye zikretmiş ve şöyle demiştir: "Hadisi Ebu Ya'la rivayet etmiş olup, ravileri sahih hadisin ravileridirler." Daha önce bir başka lafızda ve sadece bunun son cümlesi zikredilerek geçmiş bulunmaktadır ki bu da ikinci türde zikredilmişti.

 

 

-82- Son tekbir ile selam vermek arasında dua meşrudur.

 

Çünkü Ebu Ya'fur'un, Abdullah b. Ebi Evfa (r.a)'dan rivayetle dedi ki: "Ben onun bir cenaze üzerine dört defa tekbir getirdiğini gördüm. Sonra bir süredurdu. Dua etti -demek istemektedir- sonra dedi ki: Benim beş defa tekbir getireceğimi mi zannettiniz. Onlar hayır dediler. Şöyle dedi: Rasûlullah (s.a) dört defa tekbir getiriyordu."

 

Hadisi Beyhaki (IV, 35) sahih bir senedle rivayet etmiştir. Sonra yine Beyhaki (IV, 42-43)'de İbn Mace (I, 457), Hakim (I, 360), Ahmed (III, 383), İbrahim el-Heceri'nin İbn Ebi Evfa'dan rivayeti olarak böylece kaydetmiştir. Ancak o Peygamber (s.a)'a hadisi ref ederek (ona ulaştırarak):"Rasûlullah (s.a) dört defa tekbir alırdı." ifadesinden sonra şunları eklemektedir: Sonra bir süre durur ve Allah'ın söylemesini dilediği şeyleri söylerdi. Sonra da selam verirdi." Hakim dedi ki: "Bu sahih bir hadistir. İbrahim hakkında ise bir delile dayanılarak herhangi bir tenkidde bulunulamaz."

 

Ben derim ki durum böyle değildir. Bundan dolayı onun akabinde Zehebi şunları

söylemektedir:

 

"Derim ki: İbrahim'in zayıf olduğunu söylemişlerdir."

 

Derim ki: Bunun sebebi ise hıfzıın iyi olmayışıdır. Buna Hafız (İbn Hacer) et-Takrib adlı eserinde şu sözleriyle işaret etmektedir: "Hadisi leyyin olan birisidir. Mevkuf olan birtakım rivayetleri merfu olarak zikretmiştir."

 

1. Hafız et-Telhis (1825)'de şunları söylemektedir: "Bazı alimler şöyle demiştir: Cenaze namazındaki dualar hakkında hadislerin farklı rivayetleri Peygamber efendimizin bir ölüye bir dua ile bir diğerine başka bir dua ile dua ettiği şeklinde yorumlanır. Onun bu hususta asıl emrolunduğu şey sadece dua etmektir."

 

2. Şevkâni, Neylu'l-Evtar (IV, 55)'de şunları söylemektedir: "Şâyet cenaze namazı kılınan çocuk ise namaz kılanın şöyle demesi müstehab olur: ( ): Allah'ım sen bunu bize bir geçmiş, bizden önce gidip ecre vesile olan birisi kıl" demesi müstehabtır. Bunu Beyhaki, Ebu Hureyre'nin naklettiği bir hadis olarak rivayet ettiği gibi, Süfyan da bunun bir benzerini el-Hasen'den Cami'inde rivayet etmiştir."

 

Derim ki Ebu Hureyre'nin Beyhaki tarafından rivayet edilen hadisinin senedi hasendir. Böyle bir yerde bu hadisle amel etmekte bir sakınca yoktur, mevkuf dahi olsa. Şu şartla ki bu Peygamber (s.a)'dan nakledilen bir rivayettir zannına götürecek şekilde bir sünnet edinilmemelidir. Benim tercih ettiğim uygulama namazda çocuğa ikinci türdeki rivayet ile dua etmesidir. Çünkü orada: "Ve küçüğümüze de (mağfiret buyur). Allah'ım ecrinden bizi mahrum bırakma, ondan sonra bizi saptırma." denilmektedir.

 

İmam Ahmed böyle bir yerde dua etmeyi müstehab kabul etmiştir. Nitekim Ebu Davud, el-Mesail (153)'de ondan böylece rivayet etmiştir. Şafiî'lerin kabul ettiği görüş de budur. Nevevi, el-Mecmu' (V, 239)'da Şafiîlerin lehine daha önce zikrettiğimiz el- Heceri'nin hadisini delil göstermektedir. Ancak ondan önceki hadisi delil göstermek daha güçlüdür ve bu: "Dördüncü defa tekbir getirir ve selam ile tekbir arasında herhangi bir zikir yapmaksızın selam verir." diyen hanefilere karşı bir delildir.

 

3. Yine Şafiîler mutlak olarak ölüye dua etmenin vacib olduğu kanaatindedirler. Buna gerekçe de daha önce kaydedilen Ebu Hureyre hadisindeki: "...Ona ihlasla, samimiyetle dua ediniz." ifadesidir. Bu doğrudur fakat onlar bu duayı üçüncü tekbirden sonrasına tahsis etmişlerdir. Nevevi ise bunun mücerred bir iddiadan ibaret olduğunu kabul ederek (V, 236) şöyle demektedir: "Bu duanın yapılacağı yer üçüncü tekbirden sonradır. Burada bu duanın

yapılması vacibtir. Başka yerde yeterli olmayacağı hususunda görüş ayrılığı yoktur. Ancak bu duanın bu tekbire tahsis edilmesinin açık bir delili yoktur. İttifakla kabul ettiklerine göre okumak için muayyen bir dua sözkonusu değildir."

 

Derim ki fakat az önce kaydedilen Peygamber (s.a)'ın okuduğu duaları bazılarının güzel bulduğu dualara tercih etmek gerekir. Bu ise müslüman herhangi bir kimsenin tereddüt etmemesi gereken bir husustur. Çünkü şüphesiz ki en hayırlı hidayet Muhammed'in hidayetidir. Bundan ötürü Şevkâni (IV, 55)'de şunları söylemektedir:

 

Derim ki hatta ben Peygamber (s.a)'dan rivayet edilenleri bilen kimseler için bunun vacib olduğuna inanıyorum. İşte o vakit ondan nakledilen dualar bırakılacak olursa, o kimselerin hakkında yüce Allah'ın şu buyruğunun yerini bulacağından korkulur:"Siz daha hayırlı olanı böyle aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz?" (el- Bakara, 2/61)

 

 

-83- Daha sonra farz namazda selam verdiği şekilde biri sağına, diğeri soluna olmak üzere iki selam verir.

 

Çünkü Abdullah b. Mesud (r.a) rivayet ettiği hadiste şöyle demektedir: "Rasûlullah (s.a)'ın yaptığı fakat insanların terkettiği üç haslet vardır. Birisi cenaze namazında tıpkı namazda selam gibi selam vermektir."

 

Bunu Beyhaki (IV, 43)'de hasen bir senedle rivayet etmiştir. Nevevi (V, 239)'de: "Senedi ceyyiddir" demektedir. Mecmau'z-Zevaid (III, 34)'de şöyle demektedir: "Hadisi Taberani el-Kebir'de rivayet etmiş olup, ravileri sikadırlar." Müslim'in Sahih'inde ve başka eserlerde İbn Mesud'dan sabit olduğuna göre Peygamber (s.a) namazda iki defa selam verirdi. İşte bu onun birinci hadiste söylediği: "Namazdaki selam vermek gibi" ifadesinden maksadın ne olduğunu açıklamaktadır ki bu da bilinen iki selamdır.

 

Bununla birlikte onun selamı namaza izafe etmesi ile yine tek bir defa selam veriyordu demek istemiş olma ihtimali de vardır. Çünkü bu da Peygamber (s.a)'ın namazdaki sünnetinden idi. Yani Peygamber (s.a) kimi zaman iki defa selam verir, kimi zaman bir defa selam verirdi. Fakat iki defa selam vermesi daha çok oluyordu. Şu kadar var ki böyle bir ihtimal uzak bir ihtimaldir. Çünkü tek bir selam vermek her ne kadar Peygamber (s.a)'dan sabit ise de bunu İbn Mesud rivayet etmemiştir. Dolayısıyla tek bir selam vermenin sözü geçen: "Namazdaki selam gibi" ifadesinin kapsamına girebilme ihtimali açık değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Hadisin bir şahidi daha vardır. Bunu Şerik b. İbrahim el-Heceri rivayet etmektedir. O dedi ki:

 

"Abdullah b. Ebi Evfa kızının cenaze namazını kılmak üzere bize imam oldu. Bir süre durdu. O kadar ki biz onun beş defa tekbir getireceğini zannettik. Daha sonra sağına ve soluna selam verdi. Namazı bitirince ona bu neydi diye sorduk o şöyle dedi: Ben size Rasûlullah (s.a)'ın yaptığını gördüğümden fazlasını göstermiyorum ya da Rasûlullah (s.a)

böyle yaptı dedi. Bunu Beyhaki (IV, 43) rivayet etmiş olup, senedi el-Heceri'den ötürü zayıftır. Bundan önceki meselede geçtiği üzere.

 

Ancak ondan bir kısmı merfu olarak, bir kısmı da mevkuf olarak bir başka rivayet sahih olarak gelmiştir. Orada belirttiğimiz gibi. Ahmed - Mesailu Ebu Davud (153)'de belirtildiği üzere Ata b. es-Saib'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Ben İbn Ebi Evfa'yı bir cenaze üzerinde namaz kılarken gördüm. [Bir] selam verdi." Fakat bunun senedi zayıftır çünkü senedinde Ebu Veki el-Cerrah b. Melih vardır. O da zayıf bir ravidir. Bazıları onu itham etmişlerdir. el-Mabsut (II, 65)'de belirtildiği üzere Hanefiler ve el-İnsaf (II, 525)'de  (28) belirtildiği gibi İmam Ahmed'den gelen bir rivayete göre ve Şerh-u İbn Kasim el-Gazzi (I, 431 Bacuri)'de belirtildiği üzere Şafiîler iki defa selam verileceği görüşündedirler. (Şerh-u İbn Kasım'da) der ki: "Fakat "ve rahmetullahi ve berekatuhu" lafzını eklemek müstehabtır."

 

 

-84- Sadece ilk selam ile yetinmek de caizdir.

 

Çünkü Ebu Hureyre (r.a) şöyle bir hadis rivayet etmektedir: "Rasûlullah (s.a) bir cenaze üzerine namaz kıl(dır)dı. Üzerine dört tekbir aldı ve bir tek selam verdi."[50]

 

 

Derim ki: İsnadı "et-Talikatu'l-Ciyad"de açıkladığım üzere hasendir. Buna Ata b. es-Saib'in mürsel olarak rivayet ettiği Rasûlullah (s.a) cenaze üzerine bir defa selam verdi şeklindeki mürsel rivayeti de şahitlik etmektedir. Beyhaki bunu muallak bir rivayet olarak kaydetmiştir.Ashab-ı kiram'dan bir topluluğun buna göre amel etmesi bunu pekiştirmektedir. Hakim bunun akabinde şöyle demektedir: "Bu hususta Ali b. Ebi Talib, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Cabir b. Abdullah, Abdullah b. Ebi Evfa ve Ebu Hureyre'den rivayet sahih olarak gelmiştir. Buna göre onlar cenaze namazında tek bir defa selam verirlerdi."

 

Derim ki bu hususta Zehebi de ona muvafakat etmiştir. Beyhaki de bu rivayetlerin çoğunun senedini kaydetmiş ve bunlara ek olarak "Vasile b. el-Eska Ebu Umame ve başkaları" ifadesini de ilave etmiştir. İbn Ebi Evfa'nın zikrettiği rivayetin sahih olduğunu söylemek bana göre su götürür bir iddiadır. Çünkü onun senedinde el-Cerrah b. Melih vardır. O da az önce geçtiği üzere zayıf bir ravidir. Ancak Hakim'in bir başka yoldan bu rivayeti tesbit etmiş olması hali müstesnadır. Fakat böyle olduğunu pek zannetmiyorum. İşte İmam Ahmed de ondan nakledilen meşhur bir rivayete göre bu rivayetler doğrultusunda görüş beyan etmiştir. Ebu Davud, Mesail (153)'inde şunları söylemektedir: "Ben Ahmed'e cenaze namazında selam vermeye dair soru sorulduğunu dinledim. İşte şöyle dedi ve boynunu sağ tarafına çevirdi [ve es-selamu aleykum ve rahmetullah dedi.]"

 

Derim ki: Bu selam vermede "ve berekatuhu" lafzını ilave etmek bazılarının aksine meşrudur. Çünkü bu lafız daha önce geçen ve farz namazda iki defa selam verileceğine dair İbn Mesud'un rivayet ettiği hadisin kimi rivayet yollarında sabit olmuştur. Bu meselede önceden de geçtiği üzere cenaze namazı da farz namaz gibidir. İbn Kasım el-Ğazzi yazdığı şerhinde burada iki selam vermenin müstehab olduğunu sözkonusu etmiştir. Ancak el-Bacuri bu hususta haşiyesinde (I, 431) onun görüşünü reddetmiş ve burada olsun, farz namazda olsun meşru olmadığı kanaatini ifade etmiştir. Ancak doğrusu bizim belirttiğimizdir.

 

 

-85- Sünnet olan cenaze namazında selamı gizlice vermektir.

 

İmam ve onun arkasında ona uyanlar bu hususta eşittirler.

 

 

Çünkü bu meselede Ebu Umame'nin rivayet ettiği hadisin lafzı şöyledir:

 

(28) Mubalağalı ifadelerden birisi de İbnu'l-Mübarek'in: "Cenaze namazında iki defa selam veren kimse cahildir, cahildir" sözleridir. Bunu Ebu Davud el-Mesail (154)'de İbnu'l-Mübarek'den gelen sahih bir senedle rivayet etmiştir. "Sonra namazdan ayrılacağı vakit kendi kendine gizlice selam verir. Sünnet olan da onun arkasında bulunanların imamının yaptığının benzerini yapmaktır." Bu hadisin mevkuf bir şahidi vardır. Bunu Beyhaki (IV, 43)'de İbn Abbas'tan rivayet etmektedir: "O cenaze namazında gizlice bir selam verirdi." Senedi hasendir. Daha sonra Abdullah b. Ömer'den şunu rivayet etmektedir: "O bir cenaze namazını kıldı mı yanında bulunanlara sesini işittirecek şekilde selam verirdi." Bunun da senedi sahihtir. (29)

 

-86- Namaz kılmanın haram olduğu üç vakitte cenaze namazı kılmak caiz değildir.

 

 

Bir zaruret dolayısıyla olması müstesna. Çünkü Ukbe b. Amir (r.a) şöyle demiştir: "Üç vakit vardır ki Rasûlullah (s.a) bizlere o vakitlerde namaz kılmayı ya da o vakitlerde ölülerimizi gömmeyi nehyederdi: Güneş parlak olarak doğup yükselinceye kadar, öğle vakti dik duran güneş (batıya) meyledinceye kadar ve güneş batmaya yaklaşırken büsbütün batıncaya kadar."[51]

 

 

"(Uleyy) dedi ki: Ukbe'ye: Peki gece defin yapılır mı diye sordum. O evet dedi. Ebu Bekir geceleyin defnedildi." Bu rivayetin senedi sahihtir. Hadis umumu itibariyle cenaze namazını da kapsar. Ashab-ı kiram'ın anladığı da budur. Malik, Muvatta (I, 228)'de onun rivayet yoluyla Beyhaki, Muhammed b. Ebi Harmele'den rivayet ettiğine göre Ebu Seleme'nin kızı Zeynep vefat etti. O sırada Tarık Medine'nin emiri idi. Sabah namazından sonra cenazesi getirildi ve bakie bırakıldı. (Muhammed) dedi ki: Tarık sabah namazını aydınlanma vaktine kadar bırakırdı. İbn Ebi

 

Harmele dedi ki: Ben Abdullah b. Ömer'i cenaze sahiblerine şöyle dediğini işittim: Ya şu

anda cenazenizin namazını kılarsınız yahutta güneş yükselinceye kadar bırakırsınız. Bu rivayetin senedi Buhari ve Müslim'in şartına göre sahihtir. Daha sonra Malik, İbn Ömer'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: İkindiden sonra ve sabah namazından sonra -bu iki namaz vakitlerinde kılındığı takdirde- cenaze namazı kılınabilir. Bunun da senedi sahihtir. Beyhaki ceyyid bir senedle şunu rivayet etmektedir: İbn Cüreyc'den (dedi ki)bana Ziyad'ın haber verdiğine göre Ali ona şunu haber vermiştir.

 

Güneşin (ışığının) sarardığı bir zamanda Basralıların kabristanına bir cenaze konuldu. Güneş batana kadar üzerine namaz kılmadı. Ebu Berze, münadiye namaz kılınacağını ilan etmesini emretti. Sonra cenazeyi önüne yerleştirdi. Ebu Berze öne geçti. Onlara akşam namazını kıldırdı. Cemaat arasında Enes b. Malik de vardı. Ebu Berze, Peygamber (s.a)'ın ashabından ve ensardan birisi idi. Ondan sonra cenaze namazını kıldılar. Hattabi Mealimu's-Sünen (IV, 327)'de özetle şunları söylemektedir: "İnsanlar bu üç vakitte cenaze namazının kılınması ve defninin cevazı hususunda farklı görüşlere sahibtirler. İlim ehlinin çoğunluğu bu vakitlerde cenaze namazı kılmanın mekruh olduğu görüşündedir. Ata, Nehai, Evzai, Sevri, Re'y ashabı, Ahmed ve İshak bu

 

 

(29) Derim ki sanki bu husustaki iki rivayetin farklılığından ötürü Hambelilerin de bu meseledeki görüşleri farklı farklıdır. el-İnsaf (V, 523)'de şöyle denilmektedir: "el-Furu'da (müellifi) diyor ki: Mezheb alimlerimizin ifadelerinden anlaşıldığına göre imam selamı açıkça verir. Fakat İbnu'l-Cevzi'nin ifadesinin zahirinden anlaşılan bunu gizlice vereceğidir. Daha sonra el-Müzhib ile Mesbukü'z-Zeheb adlı eserlerde İbnu'l-Cevzi'nin sözüne tanıklık eden ifadeleri nakletmektedir. Ebu Umame hadisi dolayısıyla daha çok tercih edilen budur. görüştedir. Şafiî ise gece ya da gündüz hangi vakit olursa olsun namazın kılınabileceği, defnin yapılabileceği görüşündedir. Ancak hadise uygun olması dolayısıyla cemaatin

kabul ettiği görüş daha uygundur."

 

 

Derim ki: İşte bu ifadeden Nevevi'nin böyle bir namazın icma ile caiz olduğu iddiasının bir yanılma olduğu anlaşılmaktadır. Yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun.

 

 

*   *   *   *   *   *   *

 

Sallallahu Teâla alâ Muhammedin ve alâ A'lihi ve Sahbihi ecmaîn.

 

VE'L- HAMDÜ Lİ'LLAHİ RABBİ'L ALEMİN

 



[1] Hadisi Malik, Muvatta (II, 14), Ebu Davud (I, 425), Nesai (I, 278), İbn Mace (II, 197), Hakim (II, 127), Ahmed (IV, 114, V, 192) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Hakim de: "Buhari ve Müslim'in şartına göre sahihtir demekte ise de bu ifade su götürür. Ben bunu "et-Talikatu'l-Ciyad ala Zadi'l-Mead ile el-İrva (726)'da açıklamış bulunuyorum.Bu hususta Ebu Katade'den gelen rivayette vardır. Onun rivayet ettiği hadis ilerideki bir meselede gelecektir. Yine bu hususta Ebu Hureyre'den de gelmiş bir rivayet vardır.

 

[2] Hadisi Ebu Davud (II, 166)'da rivayet etmiştir. Onun rivayet yoluyla İbn Hazm (V, 158), Ahmed (VI, 167)'de rivayet etmiştir. Ahmed'in senedi hasendir. Hafız İbn Hacer'in el-İsabe'de belirttiği gibi İbn Hazm da: "Bu sahih bir haberdir" demektedir.

[3] Hadisi Müslim (VIII, 55), Nesai (I, 276), Ahmed (VI, 208)'de rivayet etmişlerdir.

[4] Bk. Nasbu'r-Raye (II, 277), et-Telhis (V, 146-147), el-Mecmu (V, 255). Benim eserim: "Nakdu't-Tac el-Camiu li'l-Usuli'l-Hamse" (no: 293) hadis namaz sözkonusu edilmeksizin sahih olarak gelmiştir. İrvau'l-Ğalil (1704)'de tahkik ettiğim gibi.

 

[5] Hadisi Tahavi, Maani'l-Asar (I, 290)'da rivayet etmiştir. Senedi hasendir. Ravilerin hepsi sika ve tanınan ravilerdir. İbn İshak da burada açıkça tahdis lafzını kullanmıştır.Bunun ayrıca pek çok şahidi de vardır. Bunların bir bölümünü "et-Talikatu'l-Ciyad" adlı eserin 75. meselesinde zikrettim.

 

[6] Hadisi Ebu Davud sahih bir senedle rivayet etmiştir. Bu daha önce 37. meselede geçen hadisinin muhtasarı (kısaltılmışı)dır.

[7] Hadisi Buhari (III, 164, VII, 279-280, 302), Müslim (VII, 67), Ahmed (IV, 149, 153-154)'de rivayet etmişlerdir. Anlatım Buhari'ye aittir. Birinci, ikinci, altıncı ve yedinci fazlalıklar Buhari'nindir. İkinci, beşinci ve ondan sonraki fazlalıklar Müslim'e aittir. Birden dörde kadar ki fazlalıkları Ahmed kaydetmiştir. Hadisi Beyhaki (IV, 14)'de rivayet etmiştir. Üç ve beşinci fazlalıklar dışındaki bütün fazlalıklar onda vardır. Ayrıca Tahavi (I, 290)'da rivayet ettiği gibi Nesai de (I, 277) rivayet etmiştir. Darakudni (s. 197)'de muhtasar olarak rivayet etmiş, birinci fazlalık Darakudni'de de vardır.

[8] Hadisi Müslim (V, 121), Ebu Davud (II, 233), Nesai (I, 278), Tirmizi (II, 325) -sahih olduğunu belirterek-, Darimi (II, 180), Beyhaki (IV, 18-19) da rivayet etmişlerdir. İbn Mace de (II, 116-117) muhtasar olarak rivayet etmiştir.

 

[9] Hadisi Ahmed (V, 299-300-301), Hakim (I, 364)'de rivayet etmişlerdir.Hakim: "Buhari ve Müslim'in şartına göre sahihtir" demiş, Zehebi de bu hususta ona muvafakat etmiştir. Hadis dedikleri gibidir.

 

[10] Hadisi bu haliyle Ebu Davud (II, 65), Müslim'in şartına göre sahih bir senedle rivayet etmiştir.Müslim (III, 66)'da muhtasar olarak rivayet etmiştir. Aynı şekilde Nesai (I, 279), Tirmizi (II, 161), İbn Mace (I, 465), Hakim (I, 364), Beyhaki (IV, 19), Tayalisi (779), Ahmed (V, 87, 91-92, 94, 96-97, 102, 107)'de rivayet etmişlerdir. Tirmizi de şöyle demektedir:

[11] Hadisi Sünen sahibleri daha önce 57. meselede açıklandığı üzere sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

 

[12] Hadisi Buhari (III, 368-369, 374), Ahmed (IV, 47 ve 50)'de rivayet etmiş olup, fazlalıklar ona  aittir. Nesai de bu hadisin üçüncü şahıs ile ilgili bölümünü (I, 278) rivayet etmiştir.

[13] Hadisi Nesai (I, 378), Tirmizi (II, 161), Darimi (II, 263), İbn Mace (II, 75), Ahmed (V, 297, 300, 302, 304, 311) -anlatım ona ait- rivayet etmişlerdir. Hadisin senedi Müslim'in şartına göre sahihtir. Başkalarının rivayetlerinde Ebu Katade'nin gidip borcu ödemesi, sonra da Peygamber (s.a)'ın namazını kıldırmasından sözedilmemektedir.

[14] Hadisi Buhari (III, 91-92), İbn Mace (I, 466) -anlatım ona ait- rivayet etmiş olup,Müslim'de (III, 55-56)'da muhtasar olarak rivayet etmiştir. Aynı şekilde Nesai (I, 284),Tirmizi (II, 148), İbnu'l-Carut, el-Münteka (266), Beyhaki (III, 45-46), Tayalisi (2687),Ahmed (no: 1962, 2554 ve 3134)'de rivayet etmişlerdir. Birinci fazlalık onlara ve Buhari'nin bir rivayetinde (III, 146-147, 159)'de bulunmaktadır. Son iki fazlalık Buhari'ye ve Beyhaki'ye, son fazlalık ise Müslim ve Nesai'ye aittir.

 

[15] Hadisi Buhari (I, 438-439-440, III, 159), Müslim (III, 56), Ebu Davud (II, 68),İbn Mace (I, 465), Beyhaki (IV, 47)'de rivayet etmiş olup, anlatım İbn Mace ve Beyhaki'ye aittir. Tayalisi (2446), Ahmed (II, 353, 388, 406)'da Sabit el-Bünani'den, o Ebi Rafi'den, o Ebu Hureyre'den diye rivayet etmişlerdir.

[16] Hadisi Nesai (I, 284), İbn Mace (I, 465-466), İbn Hibban, Sahih (759-Mevarid), Beyhaki (IV, 48)'de rivayet etmişlerdir. Anlatım İbn Mace'ye ait olup, fazlalıklar Nesai'ye aittir. Hepsinin de zikrettiği sened Müslim'in şartına göre sahihtir.

[17] Nebevi mescidin doğu tarafıdır. Bugün kuzeyden güneye doğru mescid boyunca kadınlar kapısı tarafındaki alandır. uyandırmak istemediklerini belirttiler. Rasûlullah (s.a) onlara: Ne diye böyle yaptınız haydi gidelim diye buyurdu. Rasûlullah (s.a) ile birlikte gittiler ve onun kabri başında durdular. Rasûlullah (s.a)'ın arkasında cenaze namazı için saf tutar gibi saf oldular. Rasûlullah (s.a) üzerine namaz kıldı ve cenaze üzerine getirildiği şekilde dört defa tekbir getirdi." Hadisi Beyhaki (IV, 48)'de sahih bir senedle rivayet etmiştir. Nesai de (I, 280-281)'de muhtasar olarak zikretmektedir.

 

[18] Hadisi Buhari (III, 90, 145, 155, 157), Müslim (III, 54)'de rivayet etmiş olup lafız ona aittir. Ebu Davud (II, 68-69), Nesai (I, 265, 270), İbn Mace (I, 467), Beyhaki (IV, 49), Tayalisi (2300), Ahmed (II, 241, 280, 289, 348, 438-439, 479, 529) Ebu Hureyre'den çeşitli yollardan rivayet etmişlerdir.

[19]  Bu hadisi Ebu Davud ve Beyhaki sahih bir isnadla rivayet etmişlerdir. Nitekim Beyhaki de -el-Irakî'nin Tahricu'l-İhya (II, 200): "İbn Mesud'un rivayet ettiği bir hadis de buna şahidlik etmektedir." Bu hadisi Tayalisi (346) rivayet etmiştir. Ayrıca Ahmed'in Müsned'inde (V, 290-292) başka şahidleri de vardır.

[20] Hadisi Buhari (III, 177, VIII, 270), Nesai (I, 279), Tirmizi (III, 117-118), Ahmed (no: 95)'de, Ömer (r.a)'dan rivayet etmişlerdir.

 

[21] Hadisi Buhari (III, 173, VII, 154, VIII, 274, 410-411), Müslim, Nesai (I, 286), Ahmed (V, 433), İbn Cerir, Tefsir (XI, 27) -anlatım ona ve aynı şekilde Müslim'e aittir. İkinci fazlalık bazı nüshalarda Müslim'e aittir. Hafız Kurtubi'nin zikrettiği üzere buna Buhari'nin ve başkalarının bu manadaki rivayeti de tanıklık etmektedir. Bu kıssa Ebu Hureyre'nin rivayeti olarak muhtasar bir şekilde Müslim ve Tirmizi (IV, 159)'de de zikredilmiştir. Tirmizi bu rivayetin hasen olduğunu belirtmektedir.Üçüncü fazlalık Müslim'de ve Tirmizi'de de vardır. Hakim (II, 335-336)'da bunu rivayet.

 

[22] Bu hadisi Nesai (I, 286), Tirmizi (IV, 120) -hasen olduğunu belirterek-, İbn Cerir (XI, 28), Hakim (II, 335), Ahmed (771, 1085) -anlatım ona ait- rivayet etmişlerdir. Senedi hasendir. Hakim: Senedi sahihtir demiş, Zehebi de bu hususta ona muvafakat etmiştir.

 

[23] Nevevi -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- el-Mecmu (V, 144, 258)'de şunları söylemektedir: "Kâfire namaz kılmak, onun günahlarının bağışlanması için dua etmek, Kur'ân nassı ile ve icma ile haramdır."

[24] Hadisi Hakim (I, 365) rivayet etmiştir. Ondan naklen de Beyhaki (IV, 30-31) nakletmiş ve Hakim şöyle demiştir: "Bu hadis Buhari ve Müslim'in şartına göre sahihtir. Kadınların cenaze namazını kılmalarının mübahlığı hususunda bu garib bir sünnettir." Zehebi de bu hususta ona muvafakat etmiştir.

 

[25] Bunu Müslim (III, 53), Nesai (I, 281-282), Tirmizi -sahih olduğunu belirterek- (II, 143-144), Beyhaki (IV, 30), Tayalisi (1526), Ahmed (VI, 32, 40, 97, 231)'de Aişe'nin rivayet ettiği bir hadis olarak ve ilk kaydedilen lafız ile rivayet etmişlerdir. Müslim, Nesai, Beyhaki ve Ahmed (III, 266), Enes'ten gelen bir hadis olarak İbn Mace (I, 453), Ebu Hureyre'den gelen bir hadis olarak diğer lafız ile rivayet etmişlerdir. Senedi Buhari ve Müslim'in şartına göre sahihtir.

[26] Hadisi Müslim, Ebu Davud (II, 64), İbn Mace, Beyhaki, Ahmed (2509), İbn Abbas'tan gelen bir hadis olarak rivayet etmişlerdir. Nesai, Ahmed (VI, 331, 334) ise Peygamber (s.a)'ın hanımı Meymune'nin rivayet ettiği bir hadis olarak ve muhtasar bir şekilde rivayet etmişlerdir. Senedi hasendir.

 

[27] Şevkâni (IV, 47) şöyle demektedir: "Saf denilebilecek asgari sayı iki erkektir. Azamisinin sınırı yoktur." hasen olan bir ravidir. Ancak burada anâne (an lafzını kullanarak) rivayette bulunmuştur. Dolayısıyla onların bu hadisi neye göre hasen kabul ettiklerini bilemiyorum. Peki ya sahih olduğunu söylemek nasıl olabilir?

 

[28] Hadisi Taberani, el-Kebir'de (7785) rivayet etmiş olup, Heysemi Mecmau'z- Zevaid (III, 432)'de şunları söylemektedir: "Senedinde İbn Lehia vardır, hakkında konuşulmuştur."

 

[29] Hadisi Ebu Davud (II, 63) anlatım ona ait, Tirmizi (II, 143), İbn Mace (I, 454), İbn Sad (VII, 420), Taberani (XIX, 258, 665), Ebu Ya'la (6831), Hakim (I, 362-363), Beyhaki (IV, 30), Ahmed (IV, 79) -diğer lafız ona ait- rivayet etmişlerdir.

[30] Said'in Peygamberi görmüşlüğü vardır. Dokuz yaşında iken Peygamber (s.a) vefat etti.

 

[31] Bunu Hakim (III, 171), Bezzar (814-Keşfu'l-Estar), Taberani, el-Mu'cemu'l-Kebir (III, 148/2912-2913), Beyhaki (IV, 28)'de rivayet etmişlerdir.

 

[32] Hadisi Ahmed (II, 531) bu fazlalıkla rivayet etmiş olup, ancak Said'in namaz kıldırmak üzere öne geçirilmesini olayını zikretmeyip, sadece "ve olayı zikretti" diye işaret etmektedir. Daha sonra Hakim şunları söyler: "İsnadı sahihtir", Zehebi de bu hususta ona muvafakat etmiştir. Hadisi el-Heysemi, Mecmau'z-Zevaid (III, 231)'de tamamıyla bu fazlalık ile birlikte zikrettikten sonra şunları söylemektedir: "Hadisin ravileri sika kabul edilmiş kimselerdir." Hafız (İbn Hacer) et-Telhis (V, 275)'de ikisine (Ahmed ve Hakim'e) ve onlarla birlikte Beyhaki'ye nisbet ettikten sonra şunları söylemektedir: "Hadisin senedinde Salim b. Ebi Hafsa vardır zayıf bir ravidir, fakat Nesai ve İbn Mace bir başka yoldan Ebu Hazim'den buna yakın bir şekilde rivayet etmişlerdir. İbnu'l- Münzir, el-Evsat'ta şöyle demektedir: Bu hususta bundan daha alası yoktur. Çünkü el-Hasen'in cenazesinde ashab-ı kiramdan ve başkalarından pekçok kimse hazır bulunmuştur."

[33] Hadisi Ebu Davud ve Beyhaki sahih bir isnadla rivayet etmişlerdir. Aslı Buhari'dedir. Ancak Buhari'deki rivayette tanık olarak kullanmak istediğimiz bölüm bulunmamaktadır. Bu haliyle Ebu Davud'un da rivayetlerinden birisidir. Ben hadisin kaynaklarını Sahih-u Ebi Davud (no: 599, 500 (doğrusu 600 olmalı) ve 602)'de göstermiş bulunuyorum.

 

[34] Hadisi Abdu'r-Rezzak (III, 465/6337), Nesai (I, 280), İbnu'l-Carut, el-Münteka (267-268), Darakudni (194), Beyhaki (IV, 33).

 

[35] Hadisi Ebu Davud (II, 66) rivayet etmiş olup anlatım da ona aittir. Onun rivayet ettiği yoldan Beyhaki (IV, 33), Nesai (I, 280)'de rivayet etmişlerdir. İki fazlalık da Nesai'ye aittir. Senedi Müslim'in şartına göre sahihtir. Nevevi (V, 224) şunları söylemektedir:

[36] Hadisi Taberani, el-Mucemu'l-Kebir'de (III, 107-108), Muhammed b. İshak yoluyla rivayet etmiştir. Muhammed b. İshak dedi ki: Bana Muhammed b. Kâb el-Kurazi ile el-Hakem b. Uteybe Niksem'den, Mücahid de ondan bana anlattı (haddeseni).

[37] Hadisi Müslim (III, 63), Aişe (r.anha)'dan iki ayrı yoldan, Sünen sahibleri ve başkaları rivayet etmiştir. Bu hadisin yer aldığı kaynakları "es-Semeru'l-Müsteta" adlı eserinin Ahkamu'l-Mesacid'e dair bölümünde gösterdim. Fazlalıklar Müslim'e aittir. Ancak birincisi Beyhaki (IV, 51)'dedir.

[38] Hadisi Buhari (III, 155)'de rivayet etmiş ve bunun ve gelecek olan dördüncü hadisin bulunduğu bölüme şöylece başlık açmıştır: "Musallada ve mescidde cenazeler üzerine namaz babı."

 

[39] Hadisi Hakim ve başkaları rivayet etmiş olup, tamamı onyedinci meselede “g” fıkrasında üçüncü hadis olarak geçmiş bulunmaktadır.

[40] es-Sahiha (Silsiletu'l-Ahadiysi's-Sahiha) (2352)

 

[41] Bunu İbnu'l-Arabi, Mucem (k. 235/1)'de, Taberani el-Mucemu'l-Evsat (I, 80/2) onun rivayet yolu ile Dıya el-Makdisi, el-Ahadiysu'l-Muhtare (79/2-Müsned-u Enes)'de rivayet etmişlerdir. el-Heysemi, Mecmau'z-Zevaid (III, 36)'da: "Senedi hasendir" demektedir.

[42] Hadisi Abdu'l-Rezzak (III, 468), Buhari (III, 156-157), Müslim (III, 60) –anlatım ona ait- Ebu Davud (II, 67), Nesai (I, 280), Tirmizi (II, 147) -sahih olduğunu belirterek-, İbn Mace (I, 455), İbnu'l-Carut (267), Tahavi (I, 283), Beyhaki (IV, 34), Tayalisi (902), Ahmed (V, 14, 19)

[43] Bunu Müslim (III, 56), Ebu Davud (II, 67-68), Nesai (I, 281), Tirmizi (II, 140), İbn Mace (I, 458), Tahavi (I, 285), Beyhaki (IV, 36), Tayalisi (674), Ahmed (IV, 367- 368, 372) ondan (Zeyd b. Erkam'dan) rivayet etmiştir. Ayrıca bunu Tahavi, Darakudni (191-192) ve Ahmed (IV, 370) yine ondan gelen başka yollarla hem bu lafızla, hem de ona yakın lafızlarla rivayet etmişlerdir.

[44] Hadisi Tirmizi (II, 165), Darakudni (192), Beyhaki (284), Ebu'ş-Şeyh, Tabakatu'l- Asbahaniyyin (s. 262)'de zayıf bir senedle rivayet etmişlerdir fakat ona bundan sonar gelecek olan hadis şahidlik etmektedir.

[45] Hadisi İbn Hibban Sahih'inde (885-Mevarid), Taberani, el-Kebir (10851)'de, el- Evsat (I, 10/1)'de her ikisinin rivayet yoluyla ed-Dıya el-Makdisi, el-Muhtare (63/10/2)'de rivayet etmişlerdir.

[46] Buhari (III, 158), Ebu Davud (II, 68), Nesai (I, 281), Tirmizi (II, 142), İbnu'l- Carut, el-Münteka (264), Darakudni (191), Hakim (I, 358-386) Anlatım Buhari'ye ait olup, birinci fazlalık Nesai'ye aittir, senedi de sahihtir. Bu fazlalıkta zammi sureyi sözkonusu eden İbnu'l-Caruttur. Nesai ve İbnu'l-Carut aynı sahih

[47] Hadisi Nesai ve başkaları sahih bir senedle daha önce 74. meselede (A şıkkı), 5. hadiste geçtiği üzere bu hadisi Nesai ve başkaları sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

 

[48] Hadisi Şafiî el-Um (I, 239-240)'da onun rivayet yoluyla Beyhaki (IV, 39) ve İbnu'l-Carut (265)'de ez-Zühri'den, o Ebu Umame'den diye rivayet etmiştir.

[49] Hadisi Ebu Davud (II, 68), İbn Mace (I, 456), İbn Hibban, Sahih (758), Ahmed (III, 471) yüce Allah'ın izniyle sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. İbnu'l-Kayyim bunu Peygamber (s.a)'ın dualarından bellenenler bahsinde zikretmiş, Nevevi el-Mecmu adlı eserinde hakkında bir şey söylememiştir.

[50] Hadisi Darakudni (191), Hakim (I, 360) ondan rivayetle Beyhaki (IV, 43), Ebu'l- Anbes'in babasından, onun Ebu Hureyre'den yoluyla rivayet etmişlerdir.

[51] Hadisi Müslim (II, 208), Ebu Avane, Sahih (I, 386), Ebu Davud (II, 66), Nesai (I, 277), Tirmizi (II, 144) sahih olduğunu belirterek, İbn Mace (I, 463), Beyhaki (IV, 32), Tayalisi (no: 1001), Ahmed (IV, 152), Uleyy b. Rebah'ın ondan rivayeti yoluyla rivayet etmişlerdir. Beyhaki şunu eklemektedir:

 


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol