Kur'an ve Sünnet
   
 
  KABİRLERİN YAKINLARINDA YAPILMASI HARAM OLAN HUSUSLAR

KABİRLERİN  YAKINLARINDA 

YAPILMASI  HARAM  OLAN  HUSUSLAR

-125- Aşağıdaki hususların kabirlerin yanında yapılması haramdır:

 

Ø                   Küçük ve büyük baş hayvanların kesilmesi. Çünkü Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır: "İslamda kabir yanında hayvan kesmek yoktur."

 

Abdu'r-Rezzak b. Hemman dedi ki:"(Cahiliye dönemi insanları) kabrin yanında bir inek ya da bir koyun keserlerdi."[1]

 

 

Şeyhu'l-İslam İktida-u Sırati'l-Mustakim (s. 182)'de şunları söylemektedir: "Orada -yani kabirlerin yakınında- hayvan kesmek kayıtsız ve şartsız olarak yasaklanmıştır. Bunu mezhebimize mensub ilim adamları da, başkaları da bu hadis sebebiyle böylece belirtmişlerdir. Ahmed el-Mervezi'nin ondan naklettiği rivayete göre şöyle demiştir: Peygamber (s.a) bu işi yasaklamıştır. Ebu Abdullah böyle bir hayvanın etini yemeği mekruh kabul etmiştir. Mezhebimize mensub ilim adamları şöyle demişlerdir: Zamanımızın insanlarının çoğu kabrin yanında ekmek ve benzeri şeyleri tasadduk kabilinden yaptıkları işler de bu anlamda değerlendirilir."

 

Nevevi, el-Mecmu (V, 320)'de şunları söylemektedir: "Kabrin yanında küçük ve büyük baş hayvan kesmek ise Enes'in bu hadisi dolayısıyla yerilmiş bir şeydir. Bu hadisi Ebu Davud ve Tirmizi rivayet etmiş olup, Tirmizi: Hasen, sahihtir demiştir."

 

Derim ki bu hüküm orada yapılan kesim yüce Allah için olduğu takdirde böyledir. Şâyet bazı cahillerin yaptığı gibi kabir sahibi için olursa bu apaçık bir şirktir, onu yemek de haram ve fısktır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin. Çünkü o elbetteki bir fısktır." (el-En'am, 6/121) Yani durum Allah'tan başkası için kesildiğinden dolayı hükmü böyledir. Zira buradaki fısk yüce Allah'ın şu buyruğunda zikrettiği gibidir:"Ve Allah'tan başkasının adına boğazlandığından dolayı fısk olanlar." (el-En'am, 6/145) Nitekim Fakih el-Heytemi'nin, ez-Zevacir adlı eserinde (I, 171)'de de böyledir.

 

Yine Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Allah, Allah'tan başkası için hayvan boğazlayan kimseye lanet etmiştir. (Bir rivayette lanetlenmiştir)."[2]

 

-2- Mezarın içinden çıkan toprağa başkasını ekleyerek yükseltmek.

-3- Kireç vb. şeylerle kabri sıvamak.

-4- Üzerine yazı yazmak.

-5- Üzerine bina yapmak.

-6- Üzerine oturmak.

 

Bu hususta birtakım hadisler vardır:

 

Birinci hadis: Cabir (r.a)'dan dedi ki: "Rasûlullah (s.a) kabrin alçı ile sıvanmasını, üzerine oturulmasını, üzerine bina yapılmasını [yahut üzerine (toprak) ilave edilmesini], [yahut üzerine yazı yazılmasını] yasaklamıştır."[3]

 

 

İki fazlalık Ebu Davud ve Nesai'ye aittir. Birincisi ise Beyhaki'ye aittir. İkinci fazlalık ayrıca Tirmizi ve Hakim'de bulunmakta, Hakim senedinin sahih olduğunu belirtmekte, Zehebi de ona muvafakat etmiş bulunmaktadır. Ancak el-Münziri (IV, 341) ile başkaları Süleyman b. Musa ile Cabir arasında ınkıta (sened kopukluğu) bulunmakla illetli olduğunu belirtmişlerdir fakat bu Ebu Davud ve başkalarının rivayet yoluna bakarsak böyledir. Aksi takdirde Hakim bunu İbn Cüreyc, Ebu'z-Zübeyr'den, o Cabir'den diye rivayet etmiştir. Bu da Müslim'in şartına uygun bir seneddir. İbn Cüreyc orada -yani Müslim'in kaydettiği bir rivayette- Ebu'z-Zübeyr'den dinlediğini açıkça ifade etmiştir.

 

Ebu'z-Zübeyr de Cabir'den rivayet etmiştir. Böylelikle onların tedlis yapmaları şüphesi ortadan kalkmış olmaktadır. İşte birinci rivayet sözünü ettiklerimiz tarafından bu yoldan rivayet edilmiştir. Nevevi (V, 296)'da: "Bunun senedi sahihtir" demiş, sonra bunu kabirden çıkan toprağa başka yerden toprak eklenmemesinin müstehab olduğuna bunu delil göstermiş ve şöyle demiştir: "Şafiî dedi ki: Eğer dışardan getirilen toprak ilave edilirse bunda bir sakınca yoktur. Bizim mezheb alimlerimiz: Bu, bunun mekruh olmadığı manasına gelir demişlerdir."

 

Derim ki: Bu nehyin zahirine muhaliftir. Çünkü nehyde aslolan haram kılmaktır. Gerçek İbn Hazm'ın, el-Muhalla (V, 33)'de söylediğidir: "Kabrin bina edilmesi helal olmadığı gibi, alçı ile sıvanması da, toprağına bir şey ilave edilmesi de helal değildir. Bütün bunlar yıkılır." İmam Ahmed'in sözünün zahirinden anlaşılan da budur. Ebu Davud, el-Mesail (s. 158)'de şöyle demektedir:

 

"Ben Ahmed'i şöyle derken dinledim: Kabre başka yerden getirilen toprak ilave edilmez. Ancak yeryüzü ile dümdüz olmuş tanınmayacak hale gelmişse müstesna. Sanki o vakit bu işe ruhsat verilmiş gibidir." Fakat el-İnsaf adlı eserde (II, 548) ondan sadece mekruh olduğu hükmünü nakletmiştir. İmam Muhammed el-Asar'da (s. 45) şöyle demektedir:

 

"Bize Ebu Hanife, Hammad'dan naklen haber verdi. Hammad, İbrahim'den şöyle dediğini rivayet etti: Kabri onun kabir olduğu bilinip, çiğnenmeyecek hale gelecek şekilde yükseltiniz. Muhammed dedi ki: Biz de bunu kabul ediyoruz. Bununla birlikte ondan çıkan toprağa bir şey ilave edilmemesini uygun görüyoruz. Kabrin alçı ile ya da çamur ile sıvanmasını yahut yakınında bir mescid ya da bir alem konulmasını ya da üzerine yazı yazılmasını mekruh görüyoruz. Kabrin alçı ile bina edilmesi yahutta kabrin içinin onunla yapılması da mekruhtur. Fakat kabrin üzerine su serpmekte bir sakınca görmüyoruz. Bu Ebu Hanife'nin de görüşüdür."

 

Derim ki hadis mefhumuyla kabrin içinden çıkan toprağın elverdiği kadarıyla yükseltilmesinin cevazına delildir. Bu da yaklaşık bir karış kadar olur. Bu 107. meselede daha önce geçen nassa da uygundur. Kabrin kireçle sıvanmasına gelince, el-Kamus'da şöyle denilmektedir: "Kabın kireçlenmesi, kabı kireçle doldurmak demektir. Bina için sözkonusu

olursa onu kireçle sıvamak anlamına gelir."

 

Kabrin kireçle sıvanmasının yasaklanması bir tür ziynet olmasından dolayı olabilir. Nitekim bazı mütekaddimun alimleri böyle demiştir. Buna göre kabrin çamurla sıvanmasının hükmü nedir? İlim adamlarının bu hususta iki görüşü vardır: Birinci görüşe göre mekruhtur. İmam Ahmed az önce ondan yaptığım nakilde görüldüğü üzere bunu açıkça ifade etmiştir. Onda mekruhluk mutlak olarak zikredildiği vakit tahrim ifade eder. Hambelilerden, Ebu Hafs da -el-İnsaf (II, 549)'da belirtildiği üzere- mekruh olduğunu söylemiştir. Diğer görüşe göre ise bunda bir sakınca yoktur. Bu görüşü Ebu Davud (158)'de İmam Ahmed'den nakletmiş, el-İnsaf adlı eserde de bunu açık olarak ifade etmiştir. Tirmizi de (II, 155)'de bu görüşü İmam Şafiî'nin görüşü olarak nakletmiştir. Nevevi bunun akabinde şunları söylemektedir: "Mezhebimize mensub ilim adamlarının çoğunluğu bu hususu sözkonusu etmemişlerdir. Sahih olan açıkça ifade edildiği üzere bunun mekruh olmadığıdır. Çünkü bu hususta herhangi bir nehy varid olmamıştır."

 

Derim ki muhtemelen doğru olan aşağıdaki şekilde konuyu etraflı bir şekilde ele almaktır: Eğer çamurla sıvamaktan maksat kabri korumak ve onu şeriatın hoşgördüğü kadarıyla yüksek bir şekilde kalmasını sağlamak ve rüzgarların onu savurmaması, yağmurun dağıtmaması ise şüphesiz ki bu caizdir. Çünkü bu meşru olan bir gayeyi gerçekleştirmektedir. Belki de Hambelilerden çamurla sıvamak müstehabtır diyenlerin görüşlerinin açıklaması budur. Şâyet maksad ziynet ve buna benzer faydasız şeyler ise o vakit bu caiz olmaz çünkü bu sonradan ihdas edilmiş (bid'at bir iş)dir. Kabir üzerine yazı yazmaya gelince, hadisin zahirinden anlaşılan haram olduğudur. İmam Muhammed'in sözlerinin zahirinden de bu anlaşılmaktadır. Şafiîlerle, Hambeliler ise sadece mekruhluktan sözetmişlerdir.

 

Nevevi (V, 298)'de şunları söylemektedir: "Mezhebimiz alimleri der ki: Kabrin üzerindeki yazı ister bazı insanların adet edindikleri üzere başı ucunda bir tahtada yazılmış olsun, ister başka bir şeyde yazılmış olsun. Hadisin umumi ifadesi dolayısıyla her türlüsü mekruhtur."

 

Bazı ilim adamları süslemek maksadıyla olmamak, aksine tanıtmak maksadıyla ölünün adını yazılmasını istisna etmişlerdir. Bunu da Peygamber (s.a)'ın daha önce işaret ettiğimiz meselede (107. mesele) geçtiği üzere Osman b. Maz'um'un kabri üzerine taş koymasına kıyas ederek söylemişlerdir.

 

Şevkâni dedi ki: "Bu kıyas yoluyla (başka umumi nassları) tahsis etmek kabilindendir. Cumhur böyle demiştir. Yoksa bu Dav'u'n-Nehar adlı eserde denildiği gibi nassa karşıt bir kıyas değildir. Şu kadar var ki durum bu kıyasın sahih olduğudur."

 

Benim görüşüme göre -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır- bu kıyasın mutlak olarak sahih olduğunu söylemek uzak bir ihtimaldir. Doğrusu bunu kullanılan taş eğer Rasûlullah (s.a)'ın kendisi sebebiyle taşı koyduğu gayeyi gerçekleştirmiyor ise ki bu gaye de mezarın kime ait olduğunu tanıtmaktır ve bu tanınmama mesela kabirlerin çokluğu, tanıtıcı taşların çokluğu sebebiyle olabilir- o takdirde sözü edilen amacın gerçekleştirileceği kadarıyla ismin yazılması caiz olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Hakim'in hadisin akabinde söylediği şu sözlere gelince: "Uygulama buna göre değildir. Müslümanların doğudan batıya kadar bütün

imamlarının kabirleri üzerinde yazı vardır ve bu halefin de, selefin de yaptığı bir uygulamadır."

 

Zehebi şu sözleriyle onu reddetmektedir: "Söylediğimiz fayda sağlayacak bir ifade değildir. Bir sahabinin dahi bu işi yaptığını bilmiyoruz. Bu tabiînden birilerinin ve onlardan sonra gelenlerin –nehy kendilerine ulaşmamış olduğu halde- ortaya çıkardıkları bir şeydir."

 

İkinci hadis Ebu Said el-Hudri'den rivayet edilmiştir: "Peygamber (s.a) kabrin üzerine bina yapılmasını yasaklamıştır."[4]

 

Derim ki es-Sindi, İbn Mace Haşiye'sinde şunları söyler: "Zevaid'de: İsnadı sahihtir, ravileri sikadırlar denilmektedir." Ancak bu kimden geldiğini bilemediğim bir yanılmadır.

 

Bu hadisi Ebu Ya'la da şu lafızla rivayet etmiştir: "Allah'ın Peygamberi (s.a) kabirlerin üzerine bina yapılmasını yahut üzerlerine oturulmasını ya da üzerlerinde namaz kılınmasını yasakladı." el-Heysemi, Mecmau'z-Zevaid (III, 61)'de şunları söylemektedir: "Ravileri sikadırlar." Daha sonra bu hadisin senedini Müsned-u Ebi Ya'la (III, 287)'de tesbit ettim. Bu hadisin bizzat el-Kasım b. Muhaymire yolu ile geldiğini gördüm fakat şunu anladım ki el-Busıri'nin kesin olarak ifade ettiği munkatı oluşunun izah edilir bir tarafı yoktur. Çünkü onun dayanağı İbn Main'in şu sözleridir: "Bizler onun ashab-ı kiram'dan herhangi birisinden hadis dinlediğini duymadık." Fakat et-Tehzib'de onun İbn Amr, Ebu Said ve Ebu Umame'den rivayetinin bulunduğunu, Aişe (r.anha)'a soru sorduğunu zikretmektedir.Onun vefat yılı da bunu desteklemektedir. Oraya bakılabilir.

 

Üçüncü hadis Ebu'l-Heyyac el-Esedi'den rivayet edilmiştir. O dedi ki: "Ali b. Ebi Talib bana dedi ki: Rasûlullah (s.a)'ın beni görevli gönderdiği işe seni göndereyim mi? Nerde bir heykel görürsen [bir rivayette bir suret] [bir evde] mutlaka onu dümdüz edeceksin ve ne kadar yüksek bir kabir görürsen, mutlaka onu da dümdüz edeceksin."[5]

 

Şevkâni -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- (IV, 72)'de bu hadisi şerhederken şunları söylemektedir: "Bu hadisten çıkartılacak hükümlerden birisi de şudur: Sünnet gereği kabir

yerden fazla yükseltilmez. Bu hususta faziletli kabul edilen ile daha az faziletli olduğu kabul edilen kimse arasında fark yoktur. Açıkça görüldüğü kadarıyla kabirlerin şer'an izin verilen miktardan fazla yükseltilmesi haramdır. Bunu Hambeli mezhebi alimleri ile bir topluluk ile İmam Şafiî ve İmam Malik açıkça ifade etmişlerdir."

 

Yine Şevkâni şöyle demektedir: "Hadisin kapsamına öncelikle giren kabir yükseltme çeşitlerinden birisi de kabirler üzerinde bina edilmiş kubbeler ve meşhedlerdir. Aynı zamanda bu iş kabirleri mescid edinmek kabilinden de sayılır. Peygamber (s.a) da ileride geleceği üzere bunu yapanlara lanet etmiştir. Kabirler üzerinde bina yükseltip, bu binaları güzel yapmaktan ötürü nice fesadlar ortaya çıkmıştır ki İslam adına bunlara ağlanılır. Bunlar arasında cahil kimselerin bu gibi yerlere kâfirlerin putlar hakkındaki inançlar gibi bir inanç

beslemeleridir. Bu o kadar büyük bir iş haline geldi ki cahiller bu kabirlerin fayda sağlamaya ve zararı önlemeye kadir olduklarını zannedecek hale geldiler. İhtiyaçlarının görülmesini istemek için gidecekleri yer arzularının gerçekleşmesi için sığınacakları yer olarak bellediler. O kabirlerden kulların Rablerinden istediklerini istemeye koyuldular.

 

Oralara yolculuk yapmak amacıyla yüklerini bağladılar. Kabirlere ellerini sürdüler ve onlardan yalvararak yakararak dileklerde bulundular. Özetle söyleyecek olursak, onlar buralarda cahiliyenin putlara yapıp da yapmadıkları hiçbir şey bırakmadılar. İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Bu korkunç münker ve müthiş küfre rağmen Allah için öfkelenen hanif din için gayrete gelen ne alim, ne öğrenci, ne emir, ne vezir, ne de bir hükümdar görüyoruz. Bize bu hususta o kadar çok haber geliyor ki bu verilecek örneğin gerçekliği hususunda şüphe etmeye imkan kalmıyor. Bu kabirperestlerden çok kimseye ya da onların çoğuna hasımları tarafından Allah adına yemin etmeleri söylenecek olursa, yalan yere yemin edebilir. Bundan hemen sonra ona şeyhin adına yahut inandığın filan veli adına yemin et denilecek olursa, hemen dili tutulur, dolanır, böyle bir yemini kabul etmez ve gerçeği itiraf eder. İşte bu onların şirklerinin haşa yüce Allah ikinin ikincisi, yahut üçün üçüncüsüdür diyenlerin şirklerinden daha ileri dereceye vardığının en açık delillerinden birisidir.

 

Ey din alimleri! ey müslümanların hükümdarları! İslam adına küfürden daha büyük bir musibet olabilir mi? Bu din için Allah'tan başkasına ibadetten daha büyük bir zarar hangi musibet olabilir? Müslümanların bu musibete denk musibetleri olabilir mi? Eğer böyle bir şirke karşı çıkmak farz değil ise, karşı çıkılması gereken münker hangisidir? "Andolsun eğer hayatta ölen birisine seslenirsen duyurursun Fakat senin seslendiğin kimsenin canı yok Ve eğer bir ateşe üflesen aydınlatır etrafını Fakat sen bir küle üflüyorsun."

 

Derim ki: Merhum Şevkâni'nin bu hususta faydalı ve güzel bir eseri vardır. Buna: "Şerhu's-Sudur fi Tahrimi Raf'i'l-Kubur" adını vermiş olup, el-Mecmuatu'l-Muniriyye adlı koleksiyon arasında basılmış bulunmaktadır. (I, 62-76)

 

Dördüncü hadis Sümame b. Şufey'den dedi ki: "Fedale b. Ubeyd ile birlikte Rum diyarına çıktık. O sırada o Muaviye adına ed- Derb'de vali idi. (Bir rivayette: Rum diyarına gazaya çıktık. Ordunun başında Fedale b. Ubeyd el-Ensari kumandandı.) Bir amca oğlumuz Rodos1 [da] isabet aldı. Fedale onun namazını kıldırdı ve kabre gömülme işi bitinceye kadar mezarının başında durdu. Bizler üzerine toprağı düzeltirken şunları söyledi: Üzerini hafif tutunuz. (Bir diğer rivayette üzerini hafifletiniz) dedi.2 Çünkü Rasûlullah (s.a) bizlere kabirleri dümdüz etmeyi emrederdi."[6]

 

 

Bu aynı zamanda Ahmed'in de (VI, 21)'de zikrettiği bir rivayet olup, ondaki lafzı şu şekildedir: "Ben Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim: Kabirlerinizi yer hizasında

düzleyiniz." Senedinde İbn Lehia vardır ki o hıfzı kötü birisidir. Bu hadisin Taberani, el-Mucemu'l-Kebir (XVIII, 262-263)'de başka yollardan ve başka lafızlarla rivayeti de vardır.

Dillerde meşhur olan: "En hayırlı kabirler büsbütün silinip, yok olmuş kabirlerdir lafzı ile meşhur olan hadisin ise sünnet kitablarının hiçbirisinde bir aslı, dayanağı yoktur. Hadis zahiriyle münkerdir. Çünkü kabrin büsbütün silinmesi gerekmez. Aksine kabrin önceden de geçtiği üzere yerden bir karış kadar yüksek ve görünür bir şekilde varlığını devam ettirmesi gerekir ki kabir olduğu bilinsin, korunsun, tahkir edilmesin, ziyaret edilsin, terkedilmesin."

 

Diğer taraftan Fedale'nin rivayet ettiği hadisteki: "O bizlere kabirleri dümdüz yapmayı emrederdi." Hadisinin zahirinden anlaşılan hiçbir şekilde mutlak olarak yükseltilmemek üzere yer ile dümdüz edilmesi anlaşılmaktadır. Fakat kesinlikle söyleyebiliyoruz ki zahiren anlaşılan bu mana kastedilmiş değildir. Buna delil de şudur: Sünnet olan kabrin az önce işaret edildiği üzere bir karış kadar yükseltilmesidir. Bunu bizatihi aynı hadiste geçen Fedale'nin söylediği: "Hafifletiniz" ifadesi desteklemektedir ki maksat toprağı hafifletinizdir. O üzerinden toprağın büsbütün kaldırılmasını emretmiyor. Alimler bunu böylece tefsir etmişlerdir. Bk. el-Mirkat (II, 372)

 

Beşinci hadis Muaviye (r.a) dedi ki: "Şüphesiz kabirlerin dümdüz edilmesi sünnettendir. Yahudilerle hristiyanlar kabirlerini yüksek yaptılar. Onlara benzemeyiniz."[7]

 

 

Altıncı hadis Ebu Hureyre'den rivayete göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi birinizin bir kor ateş üzerine oturup, elbiselerini yakması, sonra onun derisine kadar varması o kimse için bir kabir üzerine oturmasında (bir rivayette kabri çiğnemesinden) daha hayırlıdır."[8]

 

 

1 Rodos, Akdeniz'de Türkiye'nin güneybatısında yer alan bilinen bir adadır.

 

2 Bu da bir önceki rivayet ile aynı anlamdadır. Sadece fiillerde kip farkı vardır. Mana değişmemektedir.

 

Yedinci hadis Ukbe b. Amir (r.a)'dan dedi ki: Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: "Ayağımla bir kor ateş yahut bir kılıç üzerine yürümem ya da ayağımla ayakkabımı dikmem benim için müslüman bir kimsenin kabri üzerinden yürümekten daha sevimlidir. Def-i hacetimi kabirlerin ortasında mı yapmışım, yoksa çarşı-pazarın ortasında mı yapmışım hiç farketmez."[9]

 

 

Sekizinci hadis: Ebu Mersed el-Ğanevi'den dedi ki: Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim: "Kabirlere doğru namaz kılmayınız, kabirlerin üzerine oturmayınız."[10]

 

 

Bu üç hadisde müslümanların kabri üzerine oturup, onların üzerinden geçmenin haram olduğuna delil vardır. Şevkâni'nin (IV, 57) ve başkalarının naklettiğine göre ilim adamlarının çoğunluğunun kabul ettiği görüş de budur. Fakat Nevevi ve Askalani ilim adamlarının bunu sadece mekruh gördüklerini nakletmektedirler. İmam Şafiî'nin el-Umm adlı eserdeki açık ifadesi de bu şekildedir. Yine İmam Muhammed de el-Asar (s. 45)'de mekruh olduğunu ifade etmiş ve: "Bu Ebu Hanife'nin de görüşüdür" demiştir.

 

Şafiî (I, 346)'de şunları söylemektedir: "Ben kabrin üzerinden basıp geçilmesini, üzerine oturulmasını ve ona yaslanılmasını mekruh görüyorum. Ancak eğer kişi ölüsünün kabrine gidebilmek için onun üzerinden geçmekten başka bir yol bulamıyorsa bu bir zaruret halidir. O vakit yüce Allah'ın izniyle onu bağışlayacağını ümit ederim. Kimi arkadaşlarımız şöyle demiştir: Kabir üzerine oturmakta bir sakınca yoktur. Yasaklanan def-i hacet için kabir üzerine oturmaktır. Ancak bize göre durum onun dediği gibi değildir. Her ne kadar def-i hacet için kabrin üzerine oturmak yasak ise de bu ihtiyaç olmadan da mutlak olarak kabrin

üzerinde oturmak nehyedilmiştir."

 

Şafiî merhum sanki bu ifadeleriyle İmam Malik'e işaret etmektedir. Çünkü o Muvatta adlı eserinde belirtilen tevili açıkça ifade etmiştir. Bu tevilin batıl olduğunda ise Hafız'ın (III, 174)'de naklettiği ve Nevevi'nin açıkladığı üzere batıl olduğunda bir şüphe yoktur.

 

 

Derim ki her ikisine göre de mekruhluk mutlak olarak kullanıldığı takdirde haramlık ifade eder. Sadece mekruh olduğunu söylemektense bu görüş doğruya daha yakındır. Gerçek ise bunun haram olduğunu söylemektir. Çünkü Ebu Hureyre ve Ukbe'nin hadislerinin açıkça belirttiği ifadelerindeki ağır tehdit dolayısıyla bu olmalıdır. Aralarında Nevevi'nin de bulunduğu Şafiî mezhebine mensub bir topluluk bu görüştedir. San'ani, Subulu's-Selam (I, 210)'da bu görüşü benimsediği gibi, fakih İbn Hacer el- Heytemi, ez-Zevacir (I, 143) adlı eserinde bunun büyük bir günah olduğu görüşüne meyletmiştir. Buna sebeb ise bizim işaret ettiğimiz ağır tehdid ifadeleridir ve bu doğru olma ihtimali uzak bir görüş değildir.

 

-7- Kabirlere doğru namaz kılmak.

 

Çünkü az önce geçen: "Kabirlere doğru namaz kılmayınız...." hadisi bunu gerektirmektedir. Bu hadiste nehyin açık olması dolayısıyla kabre doğru namaz kılmanın haram olduğuna delil vardır. Nevevi'nin tercih ettiği de budur. el-Munadi, Feydu'l-Kadir adlı

eserinde hadisi şerhederken şunları söylemektedir: "Kabirlere doğru yönelerek (namaz kılmayın) demektir. Çünkü bu şekilde hareket etmek çok ileri derecede bir tazimi ifade ediyor. Çünkü bu mabudun mertebesidir. Böylelikle hadis -tamamıyla- birarada hem tazimi hafife almayı, hem aşırı derecede tazimi yasaklamaktadır."

 

Daha sonra bir başka yerde şunları söylemektedir: "Böyle bir iş mekruhtur. Bir insan o yerde namaz kılmak ile bereketlenmek isteyecek olursa, dinde Allah'ın izin vermediği bir hususu bid'at olarak ortaya çıkarmış olur. Burda maksad tenzih-i kerahettir. Nevevi şöyle demektedir: Mezhebimize mensub ilim adamları böyle demişlerdir. Eğer hadisin zahiri dolayısıyla haram olduğu söylenecek olsa dahi uzak bir ihtimal değildir. Hadisten kabristanda namaz kılmanın yasaklandığı hükmü çıkarılır. Bu da tahrimi bir kerahet ile mekruhtur."

 

Şunu bilmek gerekir ki burada sözü edilen tahrim ancak yönelmek ile kabirlerin taziminin kastedilmemesi şartına bağlıdır. Aksi takdirde bu bir şirk olur. Şeyh Aliyyu'l-Kari, el-Birkad (II, 372)'de bu hadisi şerhederken şunları söylemektedir: "Eğer bu tazim gerçek manasıyla kabre ve kabrin sahibine yapılacak olursa, kesinlikle böyle bir tazimi yapan kâfir olur. Böyle bir şeye benzemeye kalkışmak mekruhtur. Bu kerahetin tahrimi kerahet olması gerekir. Ona bırakılmış cenaze de bu hükme tabidir. Hatta ondan da öncelikli olarak bu hükmü alır. Bu ise Mekke ahalisinin karşı karşıya bulundukları bir beladır. Çünkü onlar cenazeyi Kabe'nin yakınında koyuyor, sonra da ona doğru namaz kılıyorlar."

 

-8- Kabirlere doğru yönelmek sözkonusu olmasa dahi kabirlerin yakınında namaz kılmak.

 

Bu hususta birkaç hadis-i şerif vardır. Birincisi Ebu Said el-Hudri (r.a)'dan dedi ki: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: "Yeryüzü bütünüyle mesciddir, kabristan ve hamam müstesna."….Hadisi -Nesai dışında- Sünen sahibleri ile başkaları Hakim'in belirttiği ve Zehebi'nin de muvafakat ettiği üzere Buhari ve Müslim'in şartına göre sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Mürsel olmakla illetli olduğu da söylenmiştir. Ancak bunun hiçbir kıymeti yoktur. Mürsel olduğu kabul edilecek olsa dahi irsalin sözkonusu olmadığı ve Müslim'in şartına uygun bir başka yoldan da gelmiş bulunmaktadır. Ben bu hususta es- Semeru'l-Müstetat adlı eserin namaz konusunun altıncı bahsinde geniş açıklamalarda bulundum.

 

İkinci hadis: Enes'den rivayete göre: "Peygamber (s.a) kabirler arasında namaz kılmayı yasaklamıştır."[11]

 

Üçüncüsü İbn Ömer'den rivayete göre Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Evlerinizde namazınızdan bir pay ayırınız. Evlerinizi kabirlere döndürmeyiniz."[12]

 

Dördüncü hadis: Ebu Hureyre'den dedi ki: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki:

"Evlerinizi kabirlere döndürmeyiniz. Şüphesiz şeytan içinde el-Bakara suresinin

okunduğu evden kaçar."

 

Hadisi Müslim rivayet etmiştir. Buhari  (3). olarak zikrettiğimiz hadisin bulunduğu bölüme şu başlığı vermiştir: "Kabristanda namaz kılmanın mekruhluğu babı" Hafız İbn Hacer şerhinde -özetle- bu babı bu şekilde kullanmasını şöylece açıklamaktadır: "(Buhari) Peygamber efendimizin hadis-i şerifteki: "Ve onları kabirlere döndürmeyiniz." buyruğundan kabirlerin ibadet mahalli olmadığı hükmünü çıkarmıştır. Dolayısıyla kabirler arasında namaz mekruh olur. el-İsmaili bu başlığı kullandığı için Buhari ile anlaşmazlığa girerek şöyle demiştir: Hadis kabristanda değil, kabirde namaz kılmanın mekruhluğuna delil teşkil etmektedir.

 

Derim ki: Bu hadis Müslim'in, Ebu Hureyre'den: "Ve evlerinizi kabristana dönüştürmeyiniz" lafzı ile rivayet ettiği gibi "kabristan" lafzı ile de varid olmuştur. İbnu't-Tıyn şöyle demektedir: Buhari hadisi namaz kılmanın mekruh olduğu anlamında yorumlamıştır. Bir topluluk ise şu şekilde yorumlamışlardır. Hadis sadece evlerde namaz kılmaya teşvik mahiyetindedir. Çünkü ölüler namaz kılmazlar. Sanki şöyle buyurmuş gibidir: Sizler evlerinde namaz kılmayan ölüler gibi olmayınız. Çünkü onların evleri kabirdir. (İbnu't-Tiyn) dedi ki: Namazın kabristanda kılınmasının caizliği ya da bunun men edilmesine gelince, bu hadiste bunlara dair herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.

 

Derim ki eğer bu ifadeleriyle mantuk (lafız olarak söylenen) yolu ile bu hüküm çıkartılmaz demek istemişse bu kabul edilebilir. Şâyet bunun kayıtsız ve şartsız olarak (mutlak manada) çıkarılmayacağını kastediyorsa bunu kabul edemeyiz. Çünkü daha önce bu hükmün nasıl çıkartıldığını açıklamış bulunuyoruz. Diğer taraftan İbnu'l-Münzir ilim ehlinin pek çoğundan bu hadisi kabristanın namaz kılınacak yer olmadığına delil gösterdiklerini nakletmiştir. el-Beğavi, Şerhu's-Sünne'de ve el-Hattabi de böyle demişlerdir."

 

Derim ki işte daha çok tercihe değer olan budur. Hadis-i şerif kabristanın namaz kılınacak yer olmadığına delil teşkil eder. Özellikle Ebu Hureyre'nin lafzı ile gelen rivayet bu hususa delalet bakımından daha açıktır. el-İsmaili'nin: Hadis kabrin içinde namaz kılmanın mekruh oluşuna delildir. Kabristanda değil demesine gelince, bu açıklama Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadise açıkça muhalif olmakla birlikte İbn Ömer'in hadisinden böyle bir mana çıkarmak güzel olmaz. Çünkü zaten adeten kabrin içinde namaz kılmak mümkün değildir. Şariin (Peygamber efendimizin) sözü nasıl böyle yorumlanabilir. İbnu't-Tiyn3'in: "Ölüler namaz kılmazlar" şeklindeki açıklamasına gelince; Bu açıklamada doğru değildir. Çünkü şeriatte bunun nefyedildiğine dair herhangi bir nass varid değildir. Üstelik bu gaybi hususlardan olup, nassa dayalı olmadan bu konuda kesin bir ifade kullanmamak gerekir. Burada da böyle bir nass yoktur. Hatta bu konuda mutlak bir ifade kullanmamak gerektiğini belirten rivayetler gelmiştir. O da Musa (s.a)'ın, Rasûlullah (s.a)'ın İsra gecesinde onu gördüğü şekilde kabrinde namaz kıldığıdır. Bu şekildeki rivayeti Müslim Sahih'inde zikretmiş bulunmaktadır. Aynı şekilde peygamberler de Sahih-i Buhari'de sabit olduğu üzere o gece Peygamber efendimize uyarak namaz kılmışlardır. Hatta onun şöyle buyurduğu da sabittir:

 

"Peygamberler kabirlerinde diridirler, namaz kılarlar." Bu hadisi Ebu Ya'la (3425)'de ceyyid bir isnad ile rivayet etmiştir. Bu hadisin yer aldığı kaynakları el-Ahadiysu's-Sahiha (622)'de göstermiş bulunuyorum. Hatta Peygamber (s.a)'dan belirttiğimiz hususlardan daha genel ifadeler de gelmiştir. Bu da Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği meleklerin mü'mine kabirde soracakları şu soruda geçmektedir: "Ona otur denilir, o da oturur. Ona güneş batmak üzere imiş gibi gösterilir. Kendisine: Şu sizin aranızda bulunan adam var ya onun hakkında ne dersin? Ona dair ne şahidlikte bulunursun, o şöyle der: Bırakın da önce namazımı kılayım. Melekler: Sen bu işi yapacaksın diye cevap verirler." Bu hadisi İbn Hibban, Sahih (782)'de, Hakim (I, 379-380)'de nakletmiş olup, Hakim: "Müslim'in şartına göre sahihtir" demiş ve bu hususta Zehebi de ona muvafakat etmiştir. Ancak bu hadis sadece hasendir. Çünkü senedinde Muhammed b. Amr vardır ki

 

(3) İbnu't-Tıyn, Sahih-i Buhari'nin şarihlerindendir. Adı Abdu'l-Vahid olup, 611 hicri yılında vefat etmiştir. Müslim onun rivayetini delil olarak almamıştır. Ondan sadece başkası ile birlikte ya da mutabaat halinde rivayet almıştır. Bu hadis mü'minin de aynı şekilde kabrinde namaz kıldığı hususunda gayet açıktır. Böylelikle "ölüler namaz kılmazlar" sözü çürütülmüş olmakta ve İbn Ömer'in rivayet ettiği hadis ile kabristan namaz kılınacak yer olmadığı kastedildiği şeklindeki açıklama daha bir tercihe değer olmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Hadis ve onunla birlikte kaydedilen diğer hadislerle beraber kabristanda namaz kılmanın mekruh olduğuna delildir. Burdaki kerahet ise bazılarındaki nehyin açık olarak zikredilmesinden ötürü tahrimi bir mekruhluktur. Bazı ilim adamları kabristanda namaz kılmanın büsbütün batıl olduğu kanaatindedirler. Çünkü nehy, nehyedilen işin fasid olduğunu gösterir. Bu İbn Hazm'in görüşü olup, Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye, Neylu'l- Evtar (II, 112)'de Şevkâni'nin tercih ettiği görüştür. İbn Hazm da (IV, 27-28)'de İmam Ahmed'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Kim bir kabristanda ya da bir kabre doğru namaz kılacak olursa, kesinlikle namazını iade etmelidir."

 

Daha sonra İbn Hazm şunları söylemektedir: "O (İmam Ahmed) kabre doğru ve kabristanda namaz kılmayı mekruh görmüştür. Ebu Hanife, Evzai ve Süfyan kabrin üzerinde namaz kılmayı da mekruh görmüşlerdir. Ancak Malik bunda herhangi bir sakınca görmemekte ve onu taklid edenlerin kimileri Rasûlullah (s.a)'ın yoksul siyahi kadının kabri üzerinde namaz kıldığını delil göstermektedirler."

 

İbn Hazm dedi ki: "Bu şekilde söyleyenlerin bu haberde belirtilen hususlara muhalefet etmekle kalmıyor, hatta onlar defnedilmiş kimsenin cenazesi üzerine namaz kılmayı dahi caiz görmüyorlar. Sonra da sabit sünnete muhalefet ederek hakkında hiçbir iz ve hiçbir işaret bulunmayan bir hususu mübah kabul ediyorlar hayret doğrusu!

 

(İbn Hazm devamla) dedi ki: "Bütün bu rivayetler haktır. Belirttiğimiz yerlerde namaz helal olmaz. Cenaze namazı müstesna. O kabristanda kılınabilir. Aynı şekilde Rasûlullah (s.a)'ın yaptığı gibi (namazı kılınmadan) defnedilmiş kabrin üzerinde de namaz kılınır. Bizler yasaklanmış herbir hususu haram kabul ediyoruz ve onun yaptığı gibi yapmayı da yüce Allah'a yakınlaştıracak bir amel sayıyoruz. O'nun emri de, yasağı da haktır, uygulaması da haktır. Bunun dışındakiler batıldır."

 

Derim ki: Cenaze namazı ile ilgili olarak söyledikleri su götürür. Çünkü cenaze namazının kabristanda kılınmasının caiz olduğuna dair bir nass bulunmamaktadır. Eğer İbn Hazm kıyası kabul edenlerden olsaydı, onun bu işi o kabir üzerinde namaz kılmasına kıyas ederek söylediğini söylerdik. Fakat o kıyasın kökten batıl olduğunu söylemektedir. Dolayısıyla cenaze namazının kabristanda kılınması sünnete muhaliftir. Çünkü cenaze namazının ancak daha önce ilgili yerinde açıklandığı üzere ya namazgahda, ya da mescidde kılındığına dair rivayetler gelmiştir. Hatta bu bölümde geçen Enes'in rivayet ettiği hadis olan -ki bu hadis bölümün ikinci hadisidir- geçtiği üzere kabirler arasında namaz kılmayı açıkça yasaklayan rivayetler dahi gelmiştir.

 

Diğer taraftan kabristanda namaz kılmanın mekruhluğu bütün mekanları kapsar. Kabir ister namaz kılanın önünde, ister arkasında, ister sağında, ister solunda olsun. Çünkü yasak mutlaktır. Usûl ilminde kabul edilen hususlardan birisi de şudur: Mutlaka kayıt getiren herhangi bir husus tesbit edilmedikçe mutlak olarak kalır. Burada ise bu kabilden herhangi bir şey varid olmuş değildir. Bizim belirttiğimiz bu hususu ileride de geleceği üzere Hanefi fukahasından kimileri ve başkaları da açıkça ifade etmiş bulunmaktadır.

 

Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye, el-İhtiyaratu'l-İlmiyye (s. 25)'de şunları söylemektedir: "Namaz kabristanda ve kabristana doğru sahih değildir. Bunun yasaklanması şirke götüren yolu tıkamak içindir. Mezhebimize mensub bir kesimin belirttiklerine göre bir ve iki kabir namaz kılmaya engel değildir. Çünkü "el-Makbure (kabristan)" lafzı bunları kapsamına almaz. Kabristan adı üç ve daha fazla kabir hakkında kullanılır. İmam Ahmed'in sözlerinde ve genel olarak onun arkadaşlarının ifadelerinde böyle bir ayırım bulunmamaktadır. Fakat onların genel ifadeleri ile hükmün illetine dair açıklamaları ve delil getirme tarzları tek bir kabrin yanında dahi namaz kılmanın yasak olmasını gerektirir. Doğrusu da budur. Çünkü makbure (kabristan) içine kabre gömülen kimselerin olduğu her yerdir. Yoksa kabirlerin toplamı değildir. Mezhebimize mensub ilim adamları şöyle demektedir: Kabristan adının kapsamına giren kabirlerin çevresinde bulunan yerler de namaz kılınamayan yerler arasındadır. İşte bu açıklama yasağın tek bir kabrin ve ona ilave olunan çevresindeki alanın da kapsama girdiğini göstermektedir. el-Amidi ve başkaları şunu zikrederler: Kıblesi kabre dönük olan bir mescidde duvar ile kabir arasında bir başka engel bulunmadığı sürece o mescidde namaz kılmak caiz değildir.

 

Kimisi bunun İmam Ahmed'in açık ifadesi olduğunu söylemektedir." Merhum Şeyhu'l-İslam'ın ifadelerinde kabristanda namaz kılmanın yasak oluş illetinin (şirke götüren) yolu tıkamak (seddu'z-zeria) olduğunu açıkça ifade etmektedir. Bu ilim adamlarının bu husustaki iki görüşünden birisidir. Diğer bir görüşe göre ise illet (bu hükmün gerekçesi) kabristan arazisinin necasetidir. Bu ikisi Hanefi mezhebinde yer alan iki görüştür. İbn Abidin, Haşiye'sinde (I, 352) bunların ikincisinin zayıf bir görüş olduğuna işaret etmektedir. Çünkü onlara göre istihale (bir şeyin başka bir şeye dönüşmesi) temizleyici bir unsurdur. Dolayısıyla böyle bir illet nasıl doğru olabilir? Şüphesiz bize göre birinci görüş sahih olandır. Bunu Şeyhu'l-İslam kitablarında açıklamış ve bu görüşün lehine başka bir yerde bulunamayacak deliller getirmiştir. Bu açıklamaları mesela İktidau's-Sırati'l-Mustakim (152, 193)'de bulmak mümkündür. Hanefilerin kitablarından el-Haniye (el-Fetava et-Teterhaniyye) bu yolu izlemiş, Tahtavi, Meraki'l-Felah'a yazdığı haşiyesinde buna işaret etmiştir. Tahtavi şarihin: "Kabristanda namaz mekruhtur." (I, 208) şeklindeki sözlerini açıklarken şunları söylemektedir: "Be harfi üç hareke ile de okunabilir (Makbara, makbura, makbira diye). Bunun mekruh oluş sebebi ise yahudilerle hristiyanlara benzeyiş olduğundan ötürüdür.

 

Peygamber (s.a) ise şöyle buyurmuştur: Allah yahudilerle hristiyanlara lanet eylesin. Çünkü onlar peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler." Namazın kabrin üstünde, arkasında kılınması ile kabristanın üzerinde durarak kılınması arasında fark yoktur. Bundan

peygamberlerin kabirleri istisna edilir. Çünkü orada namaz kılmak kabirleri ister açılmış olsun, ister olmasın mekruh olmaz. Elverir ki kabir kıble tarafında bulunmasın. Çünkü peygamberler kabirlerinde diridirler."

 

Derim ki böyle bir istisna açıkça batıldır. Hem nasıl batıl olmasın ki çünkü bu açıklama kendisinin zikrettiği gerekçe ile ve delil olarak gösterdiği hadis ile çelişmektedir. Kitab ehlinin peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiklerinden ötürü lanet olunduklarına dair gelen hadisler bu kadar çokken böyle bir istisna nasıl doğru olabilir. Ayrıca Peygamber (s.a)'ın bize bunu yasakladığı da sahih olarak gelmiştir. Yasak peygamberlerin doğrudan doğruya kabirlerini mescid edinmek ile ilgilidir. Başkalarının kabirleri de onlarınki gibi değerlendirilir. Peygamberlerin kabirlerinin istisnası nasıl akla uygun gelir. Gerçek şu ki böyle bir istisna ancak ikinci görüş olan bu yasağın illeti necasettir görüşü ile bağdaşabilir. Peygamberlerin kabirlerinin temiz olduğunda ise şüphe yoktur.

 

Çünkü onlar Peygamber efendimizin buyurduğu gibi: "Şüphesiz Allah yere peygamberlerin cesedlerini yemeyi haram kılmıştır." diye buyurduğu haldedirler fakat bu illette batıldır. Batıl üzerine bina edilen bir hüküm de batıldır.[13]

 

-9- Kabirlerin üzerine mescid bina etmek:

 

Bu hususta da bazı hadis-i şerifler vardır:

 

Birinci hadis: Aişe ve Abdullah b. Abbas'ın birlikte rivayet ettikleri hadistir. Onlar şöyle demişlerdir: "Rasûlullah (s.a) hastalanınca üzerindeki bir elbiseyi yüzünün üzerine örtmeye koyuldu. Bundan sıkılınca yüzünden açardı. O bu halde iken şöyle buyurdu: Allah yahudilerle hristiyanlara lanet eylesin. Çünkü onlar peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler. (O bu sözleriyle onların yaptıkları(nın benzeri)nden sakındırıyordu."[14]

 

 

İkinci hadis Aişe (r.anha)'dan dedi ki: Rasûlullah (s.a) kendisinden ayağa kalkamadığı hastalığında şöyle buyurdu: "Allah yahudilerle hristiyanlara lanet eylesin. Onlar peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler." Aişe dedi ki: Eğer bu durum olmasaydı, onun kabri açıkta bırakılacaktı. Şu kadar var ki kabrinin mescid edinilmesinden korkuldu.”[15]

 

 

Üçüncüsü: Ebu Hureyre'den dedi ki: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: "Allah yahudileri (bir rivayette yahudilerle hristiyanları) kahretsin (değindiğimiz rivayette lanet etsin). Çünkü onlar peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler."[16]

 

 

Dördüncüsü: Ebu Hureyre'den, Peygamber (s.a) buyurdu ki: "Allah'ım sen benim kabrimi bir put yapma. Allah peygamberlerinin kabirlerini mescid edinen bir kavme lanet etmiştir."[17]

 

el-Heysemi'nin, Mecmau'z-Zevaid (IV, 2-3)'de söylediği: "Hadisi Ebu Ya'la rivayet etmiştir. Senedinde İshak b. Ebi İsrail vardır ve onun hakkında Kur'ân ile ilgili (mahluk olup olmadığı hususunda) görüş belirtmediğinden ötürü tenkid edilmiştir. Diğer ravileri sikadırlar." şeklindeki sözlerine gelince, bu çeşitli bakımlardan su götürür bir iddiadır:

 

1. Evvela o hadisi sadece Ebu Ya'la'ya nisbet etmekle, hadisin Ahmed'in Müsned'inde bulunmadığı izlenimini vermektedir. Oysa görüldüğü gibi durum böyle değildir.

 

2. Adı geçen İshak sika bir ravidir. Onun Kur'ân hakkında görüş belirtmemiş olması Mustalah ilminde (hadis usûlü ilminde) belirtildiği üzere onun cerh edilmesini gerektirmez.

 

3. Sadece İshak bu hadisi münferiden rivayet etmiş değildir. İmam Ahmed onu İshak'ın dışında bir yolla rivayet etmektedir. O halde hadisin sahih olduğunda hiçbir şüphe yoktur.

Ayrıca hadisin mürsel bir şahidi de vardır. Bunu Malik, el-Muvatta (I, 185-186)'da sahih bir senedle rivayet etmiştir. Yine bu Ebu Said el-Hudri'den mevsul olarak da rivayet edilmiştir.

 

Beşincisi: Cündeb'den dedi ki: Ben Peygamber (s.a)'ı vefat etmeden beş gün önce şöyle buyururken dinledim: "[Benim aranızda kardeşlerim ve arkadaşlarım vardı ve] aranızdan benim için bir halil (candan dost)in bulunmadığını Allah'ın huzurunda bildiriyorum. Çünkü yüce Allahİbrahim'i halil edindiği gibi, beni halil edinmiş bulunuyor ve eğer ben ümmetimden bir halil edinecek olsaydım, hiç şüphesiz Ebu Bekir'i halil edinirdim. Şunu bilin ki sizden öncekiler peygamberlerinin ve aralarındaki salih kimselerin kabirlerini mescid ediniyorlardı. Dikkat edin sakın kabirleri mescid edinmeyin. Ben sizlere bu işi

yasaklıyorum."[18]

 

 

Altıncı hadis: Abdullah b. Mesud'dan dedi ki: Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim:

"Şüphesiz kendileri hayatta iken kıyametin başlarına kopacağı kimseler ile kabirleri mescid edinen kimseler insanların şerlilerindendirler."[19]

 

 

Yedinci hadis: Aişe (r.anha)'dan dedi ki: "Peygamber (s.a) hastalandığında onun hanımlarından birisi Habeşistan'da "Mariye" diye adlandırılan bir kiliseyi sözkonusu etti. -Um Seleme ile Um Habibe Habeşistan'a gitmişlerdi.- Onlar bu kilisenin güzelliğinden, ordaki suret ve resimlerden sözettiler. (Aişe) dedi ki: Bunun üzerine Peygamber (s.a) şöyle buyurdu: - Şüphesiz onlar aralarından salih bir adam bulunur da [bu adam ölürse] onun kabri üzerine bir mescid bina ederler, sonra orada bu suretleri yaparlardı. İşte onlar [kıyamet gününde] Allah nezdinde yaratılmışların en şerlileridirler."[20]

 

Bu hususta ashab-ı kiram'dan başka bir topluluktan da rivayet edilmiş hadis-i şerifler vardır. Ben bunları: "Tahzinu's-Sacid min İttihazi'l-Kuburi Mesacid"  (5) adlı eserimde zikrettim. Bu hadisler kesin bir şekilde kabirlerin mescid edinilmesinin haram olduğuna delildir. Çünkü bu hadisler kabirleri bu şekilde mescid edinenlerin lanetlendiğini ifade etmektedir. Bundan dolayı fakih el-Heytemi, ez-Zevacir (I, 120-121)'de:

 

"Doksanüçüncü büyük günah: Kabirleri mescid edinmek" demektedir. Daha sonra az önce kaydettiğimiz hadislerin bir kısmını ve bizim benimsediğimiz şarta uymayan daha başkalarını da zikretmekte, sonra da şunları söylemektedir: "Bunu büyük günahlar arasında saymak Şafiîlerden bazılarının ifadeleri arasında yer almıştır. Sanki o bu hükmü bu hadiste kullanılan ifadelerden çıkarmış gibidir. Bunun çıkartılma şekli de gayet açıktır. Çünkü hadis-i şerif peygamberlerinin kabirlerine böyle bir uygulamayı yapanları lanetlemektedir. Salihlerinin kabirlerine karşı bu şekilde hareket edenleri kıyamet gününde Allah nezdinde yaratılmışların en şerlileri olarak değerlendirmektedir. O halde bu hadislerde "bir rivayette de yer aldığı gibi: yaptıklarından sakındırıyordu" ifadelerinde olduğu gibi bizim böyle yapmamız

 

(5) Bu eser de tarafımızdan tercüme edilmiş bulunmaktadır. sakındırılmaktadır. Yani o ümmetini bu sözleriyle diğerlerinin yaptıkları gibi yapmayı sakındırmakta ve yapacak olurlarsa onların lanete uğradıkları gibi lanetleneceklerini belirtmektedir... Hambelilerden kimisi şöyle demiştir: Bir kimsenin böyle bir işi teberrüken yapmak niyetiyle kabrin yanında namaz kılması Allah'a ve Rasûlüne karşı sınır mücadelesine girmenin ta kendisidir. Allah'ın bu işi yasakladığından ötürü izin vermediği bir din uydurmaktır. Diğer taraftan icma ile şu kabul edilmiştir. Haramların en büyükleri ve şirkin sebeblerinden birisi kabirlerin yanında namaz kılmak, kabirleri mescid edinmek, üzerlerine bina yapmaktır. Bunun mekruh olduğunu söylemek ise başka bir şekilde yorumlanmalıdır.

 

Çünkü herhangi bir ilim adamının Peygamber (s.a) tarafından yapanı lanetlediği tevatüren gelen bir işi caiz kabul edeceklerini düşünemeyiz. Bu gibi binaların yıkılması, kabirler üzerindeki kubbelerin yıkılması için hemen faaliyete geçmek gerekir. Çünkü bu gibi yapılar Rasûlullah (s.a)'a isyan üzere temellendirilmiştir. Çünkü o bu işi yasaklamış ve yükseltilmiş kabirleri yıkmayı emretmiştir. Herhangi bir kabir üzerinde yakılmış olan bütün kandillerin kaldırılması gerekir. Bu gibi şeyler için vakıf yapmak ve adakta bulunmak da sahih değildir." Az önce kaydedilen hadislerde sözkonusu edilen "mescid edinmek" çeşitli hususları kapsar:

 

1. Kabirlere yönelerek, kabirlere doğru namaz kılmak.

 

2. Kabirler üzerinde secde etmek.

 

3. Kabirler üzerinde mescid bina etmek.

 

İkinci anlam "mescid edinme" lafzından açıkça anlaşılmakta, diğer iki anlam da onun kapsamına girmekle birlikte daha önce kaydettiğimiz bazı hadislerde ayrıca açıkça sözkonusu da edilmiş bulunmaktadır. Ben buna dair geniş açıklamalar ile bu husustaki ilim adamlarının görüşlerini de delil göstererek az önce işaret ettiğim "Tahziru's-Sacid" adlı eserimde geniş açıklamalar yapmış bulunuyorum. Orada Peygamber efendimizin kabrinin Mescid-i Nebevi'ye alınışı ile ilgili tarihi bilgiler de verdim. Bu husustaki az önce kaydettiğimiz hadislere muhalif durumları, bununla birlikte ona özel olmak üzere Peygamber mescidinde namaz kılmanın mekruh olmadığını belirttim. Bütün bu

hususlarda geniş açıklama görmek isteyenler oraya başvurabilirler.

 

 

 

-10- Belirli vakitlerde ve bilinen mevsimlerde oralarda ibadet etmek maksadı ile yahutta başka bir maksadla giderek kabirleri bayram yeri edinmek.

 

 

 Çünkü Ebu Hureyre (r.a)'ın rivayetine göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Benim kabrimi bayram yerine çevirmeyin. Evlerinizi de kabirlere döndürmeyin. Her nerede olursanız bana salât (ve selam) gönderin. Çünkü sizin salât (ve selam)ınız bana ulaşır."[21]

 

 

Süheyl dedi ki: "el-Hasen b. el-Hasen b. Ali b. Ebi Talib kabrin yanında beni gördü. O Fatıma'nın evinde akşam yemeğini yerken bana seslendi ve: Yemeğe gel dedi. Ben: Canım istemiyor dedim. Bu sefer: Seni niye kabrin yanında görüyorum dedi. Ben: Peygamber (s.a)'a selam verdim dedim. Şöyle dedi: "Sen mescide girdiğin zaman selam ver." Sonra dedi ki: Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: "Benim kabrimi bayram yerine çevirmeyin. Evlerinizi de kabre döndürmeyin. Bana salât (ve selam) gönderin. Çünkü sizin salât (ve selam)ınız nerede olursanız bana ulaşır, Allah yahudilere lanet etsin. Çünkü onlar peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler."

 

(Bu hususta) sizler ile Endülüstekiler arasında hiçbir fark yoktur. Bu hadisi İbn Teymiye, el-İktida'da belirttiği üzere Said b. Mansur rivayet etmiştir. Yine bu hadis İsmail b. İshak el-Kadi, Fadlu's-Salâti ale'n-Nebi (no: 30)'da zikredilmiş olup, ancak orada "Allah yahudilere lanet etsin..." bölümü yok. Aynı şekilde İbn Şeybe (IV, 140)'de hadisin sadece merfu olan bölümünü rivayet etmiş bulunmaktadır. Hadisin buna yakın lafızlarla Ali b. el-Huseyn'in babasından, onun dedesinden merfu olarak rivayet ettiği bir başka şahidi de vardır. Bunu İsmail el-Kadi (no: 20)'de ve başkaları rivayet etmiştir. Bk. Tahziru's-Sacid (98-99) Hadis-i şerif peygamberlerin ve salihlerin kabirlerini bayram yerine döndürmenin haram olduğuna delildir. Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye, İktidau's-Sırati'l-Mustakim (s. 155- 156)'de şunları söylemektedir:

 

"Hadisin delalet şekli şudur: Peygamber (s.a)'ın kabri yeryüzündeki en faziletli kabirdir. Bununla birlikte onun bayram yeri edinilmesini yasaklamıştır. Kim olursa olsun başkasının kabrinin bu yasağın kapsamına girmesi öncelikle sözkonusudur. Diğer taraftan Peygamber (s.a) bununla birlikte: "Evlerinizi de kabirlere döndürmeyiniz" diye buyurmuştur. Yani oraları namazın kılınmadığı, dua ve Kur'ân'ın okunmadığı yerler olmamalıdır. O vakit kabirler seviyesinde olurlar. Peygamber böylelikle evlerde de ibadet edilmesine dikkat edilmesini emretmekte fakat ibadetin kabirlerin yanında yapılmasını yasaklamaktadır. Hristiyan ve onlara benzeyen diğer müşriklerin yaptıklarının aksini buyurmaktadır... İşte bu Peygamberin ehl-i beytinden, tabiînin en faziletlisi Ali b. el- Hüseyn (r.a) o adama Peygamber (s.a)'ın kabrinin yanında özellikle dua etmeye kalkışmasını yasaklamakta ve bu hususta kendisinin babası el-Hüseyn'den, onun da dedesi Ali'den işitmiş olduğu hadisi delil olarak göstermektedir. Bu hadisin ne manaya geldiğini o başkasından daha iyi bilir. Böylelikle onun maksadının şu olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.

 

Kişi Peygamber (s.a)'ın kabrine mescide girme maksadı bulunmadan selam vermek ve benzeri maksadlarla girmektir. O bu tür dua ve benzeri amellerin kabri bayram yeri edinmek olduğu görüşünü ortaya koymuştur. Aynı şekilde onun amcasının oğlu ve ehl-i beytinin büyük ilim adamı Hasen b. Hasen de peygamberin kabrinin bayram yeri edinilmesini mekruh görmüştür. Şimdi bu sünnetin Medine ehlinden ve Rasûlullah (s.a)'a neseb akrabalığı, şehir akrabalığı bulunan ehl-i beytten nasıl bize kadar geldiğine dikkat edelim. Çünkü onlar bu işi bilmeye başkalarına göre daha bir ihtiyaçları vardır. O bakımdan onlar bu sünneti daha iyi bellemişlerdir. "Id (bayram yeri)" eğer mekan ismi kabul edilirse o takdirde orada toplanmak, ona yakın yerde ibadet etmek veya başka bir maksad için gidilen yer anlaşılır. Nitekim Mescid-i Haram, Mina, Müzdelife ve Arafe gibi yerleri Cenab-ı Allah bir bayram yeri, insanların dönüp dönüp geldikleri yerler kılmıştır. İnsanlar orada toplanırlar. Dua, zikirve kurban (vs. ibadetler) için oralara gider gelirler. Müşriklerin de yakınlarında toplanmak için gidip geldikleri yerleri vardı. İslam gelince Allah bütün bunları sildi. İşte bu gibi yerlere peygamberlerin ve salihlerin kabirlerinin bulunduğu yerler de dahildir. (Oraları bayram yeri edinilmemelidir.)"

 

Daha sonra Şeyhu'l-İslam (s. 175, 181)'de şunları söylemektedir: "Bundan dolayı Malik (Allah ondan razı olsun) ve ondan başka ilim adamları Medinelilerin herhangi birisinin mescide girdiği her seferinde Peygamber (s.a)'ın gelip kabrine ve iki arkadaşına selam vermesini mekruh görmüşler ve şöyle demişlerdir: Bu herhangi bir Medineli için ancak yolculuktan geldiği yahutta bir yolculuğa çıkmak istediği zaman ve benzeri durumlarda olabilir. Bazıları ise namaz ve benzeri maksatla peygamber mescidine girdiği vakit selam vermeye müsade olduğunu belirtmiştir. Ama her zaman için salât ve selam maksadı ile oraya girecek olursa, bildiğim kadarıyla buna ruhsat veren kimse yoktur. Çünkü bu da bir çeşit bayram yeri edinmektir. Bununla birlikte bizlere mescide girdiğimiz vakit: "es-Selamu aleyke eyyuhe'n-Nebiyyu ve rahmetullahi ve berekâtuhu: Ey Peygamber selam olsun sana, Allah'ın rahmeti ve bereketleri de"  (6)  dememiz -namazımızın sonlarında söylediğimiz gibi- bizim için meşrudur... Malik ve başkaları her zaman kabrin yanında bu işi yapmanın kabri bir çeşit bayram yeri edinmekten korkmuşlardır. Aynı şekilde bu bir bid'attir. Muhacirlerle ensar,

 

Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali (r.anhum) döneminde her gün mescide gelirlerdi. Çünkü onlar Peygamber (s.a)'ın bu hususu hoş görmedini ve bunu kendilerine yasakladığını biliyorlardı. Onlar mescide girdikleri ve mescidden çıktıkları zaman ona selam verdikleri gibi, teşehhüdde de ona selam veriyorlardı. Tıpkı hayatta iken ona selam verdikleri gibi. Bundan dolayı İmam Malik'in söylediği şu söz ne kadar güzeldir: Bu ümmetin sonradan gelenleri ancak ilk gelenlerinin ıslah oldukları hususlarla ıslah olurlar. Fakat ümmetler peygamberlerinin bıraktıklarına yapışmaları zayıfladıkça, imanları eksildikçe bunun yerine ortaya çıkardıkları bid'atler, şirk ve başka hususları alırlar. Bundan dolayı İslam ümmeti (peygamberin) kabrini (el sürerek) istilam etmeyi ve onu öpmeyi mekruh görmüş ve insanların kendisine doğru namaz kılmalarını engelleyecek şekilde onu bina etmişlerdir.

 

Bizler Ahmed ve başkalarının Peygamber (s.a)'a ve iki arkadaşına selam verip, dua etmek ve gitmek isteyenlere kıbleye dönmelerini emrettiklerini daha önceden kaydetmiş bulunuyoruz. Aynı şekilde Malik ve benzeri mütekaddimun ilim adamları da bu işi mekruh görmüşlerdir. Müteahhirundan Ebu'l-Vefa b. Akil, Ebu'l-Ferac İbnu'l- Cevzi de bu kanaattedirler. Ben ne bir sahabiden, ne bir tabiîden, ne de önder olarak bilinen bir ilim adamından orada dua etmek maksadı ile kabirlerin yanına gitmeyi müstehab gören bir kimse olduğunu ve bu hususta herhangi bir kimsenin peygamberden olsun, ashab-ı kiram'dan olsun, bilinen imamlardan herhangi bir kimseden olsun bir şey rivayet ettiğini bilmiyorum. İnsanlar dua, duanın zamanları, mekanları hakkında eserler yazmış, bu hususta rivayetleri zikretmişlerdir. Onlardan herhangi bir kimse, herhangi bir kabrin yanında dua etmenin faziletine dair -bildiğim kadarıyla- tek bir harf dahi yazmamıştır. Durum bu iken kabirlerin yanında yapılacak duanın daha faziletli ve kabule daha şayan olduğu nasıl söylenebilir ve bu nasıl caiz olabilir? Selef böyle bir şeyi reddediyorken, böyle bir şeyi bilmiyorken aksine bunu yasaklıyor ve emretmiyorken bu nasıl söylenebilir?

 

Kabirlerin yanında duanın kabul edileceğine ve faziletine inanış bu maksatla oralara gidip gelmeyi beraberinde getirmiştir. Hatta kabirlerin yanında belli bir mevsim ve zamanda pek büyük kalabalıklar dahi toplandığı olur. İşte Peygamber (s.a)'ın: "Benim kabrimi bayram yeri edinmeyiniz" buyruğu ile yasakladığı da bizatihi budur... Hatta bazı kabirlerin yanında senenin belli günlerinde toplanılır, oraya yolculuklar yapılır. Ya muharrem, ya receb, yahut şaban ya da zilhicce yahut başka bir aya denk getirilir. Kimileri bu kabirlerin yanında aşure gününde toplanır, kimisi arafe gününde, kimisi şabanın ortasında, kimisinin yanında da bir başka vakitte toplanılır. Yani bu kabirlerin herbirisine gelinecek ve yanında toplanılacak belli bir günü vardır. Tıpkı Arafat'a, Müzdelife'ye ve Mina'ya gidilecek senenin belli günlerinin bulunması, bayram günlerinde şehrin namazgahına gidilmesi gibi. Hatta bazan bu gibi toplantılara din ve dünya açısından gösterilen ihtimam bunlardan daha ileri ve daha fazla da olabiliyor. Kimilerine şehirlerden belli ya da belli olmayan vakitlerde yanlarında dua ve orada ibadet

 

(6)  Derim ki ben bu ifadeyi mescide girmek ve mescidden çıkmak adabına dair varid olmuş herhangi bir hadiste görmedim. Herhalde bunu "sizden herhagi bir kimse mescide girdiği takdirde Peygamber (s.a)'a selam versin" buyruğunun mutlak ifadesinden almış olmalıdır. [22]

 

Açıkça anlaşılan hususlardan birisi böyle bir sonucun çıkartılmasının uzaklığıdır. Özellikle Fatıma (r.anha)'ın rivayet ettiği hadiste bu kip şu lafızla gelmiştir: es-selamu ala Rasûlillah, Allahumme salli ala Muhammed ve ala alî Muhammed: Selam Allah'ın Rasûlüne, Allah'ım Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına salât (ve selam) eyle" lafzındadır. Bunu Kadı İsmail (82-84) ve başkaları rivayet etmiştir. Ayrıca bk. Nuzulu'l-Ebrar (72), el-Kelimu't-Tayyib (no: 63, bizim tahkikimiz ile) etmek üzere yolculuklar yapılır. Tıpkı bu amaçla gidildiği gibi. Böyle bir yolculuğun yasak oluşu hususunda müslümanlar arasında bir görüş ayrılığı olduğunu bilmiyorum. Kimi kabirlerin yanında haftanın belli gününde toplanmak üzere gidilir.

 

Özetle bu kabirlerin yanında yapılan işler Rasûlullah (s.a)'ın: "Benim kabrimi bayram yeri edinmeyin" diyerek yasakladığı işlerin ta kendisidir. Belli bir yere, belli bir zamanda gitmeyi ihtiyat haline getirmek -yıllık, aylık ya da haftalık dönümlerde bunu yapmak- bizatihi bayram edinmenin ta kendisidir. Diğer taraftan bu işin küçüğü de, büyüğü de yasaktır. İmam Ahmed'in kabul etmeyip, reddetmekte öne çıktığı husus da budur. O (yani İmam Ahmed) şöyle demektedir: Bu hususta insanlar gerçekten kusurludurlar ve çok aşırıya gitmişlerdir dedikten sonra el-Hüseyn'in kabri yanında yapılan işleri sözkonusu etmektedir. (Daha sonra Şeyhu'l-İslam şunları söylemektedir): Bunun kapsamına Mısır'da Nefise ve diğerlerinin kabrinin yakınlarında yapılanlar da girer. Irak'ta, Ali (r.a)'ın kabri, Hüseyin'in kabri ya da Huzeyfe b. el-Yeman'ın kabri ve ve ve denilen kabirlerin yanında yapılanlar da bu kapsama dahildir. Ebu Yezid el- Bistami'nin kabri yanında yapılanlar ile İslam dünyasında sayılmaları mümkün olmayacak kadar pekçok kabir yanında yapılanlar da bu türdendir.

 

Belirli bir zamanda bu kabirlere gitmeyi, belirli bir zamanda bu kabirlerin yanında toplanmayı ihtiyat haline getirmek az önce geçtiği üzere buraları bayram yeri edinmektir. Müslüman ilim ehli arasında bu hususta görüş ayrılığı olduğunu bilmiyorum. Bozuk adetlerin çokluğuna aldanmamak gerekir. Çünkü bu gibi davranışlar Peygamber (s.a)'ın bu ümmet arasında gerçekleşeceğini haber verdiği kitab ehline benzemek kabilindendir. Bunun esası ise bu gibi yerlerde dua etmenin faziletine inanmaktır, yoksa eğer kalblerde böyle bir inanç yer etmemiş olsaydı, bütün bunlar silinir giderdi. Buralara gitmeyi kastetmek beraberinde bu gibi mefsedetleri getirdiğinden ötürü bu kabirlerin yanında namaz kılmak gibi hatta daha da öncelikli olarak haramdır. Böyle bir iş insanları fitneye düşürür, şirkin kapısını açar, imanın kapısını kapatır."

 

Derim ki öncelikli olarak bunun kapsamına giren hususlardan birisi de bu gün Medine-i Münevvere'de gördüğümüz farz herbir namazın akabinde Peygamber (s.a)'a selam verip, orada ve onun vesilesi ile dua etmek kastı ile gitmektir. Onlar onun huzurunda seslerini öyle bir yükseltirler ki mescid o gürültülerle dolup taşmaktadır. Bilhassa hac mevsiminde bunun yapıldığını görüyoruz. Sanki bu namazın bir sünnetiymiş gibi. Hatta onlar sünnetlere dikkatlerinden daha fazla buna dikkat ediyorlar ve bütün bunlar yöneticilerin gözleri önünde, bilgisi altında gerçekleşmekte, onlardan kimse buna tepki göstermemektedir. İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Dinin ve dinin gerçek müntesiblerinin garibliğine gerçekten üzülmek gerekir. Mescid-i Haram'dan sonra, Peygamber (s.a)'ın getirdiği şeriate muhalefetlerden en uzak olması gereken mescid olan Peygamber mescidinde bunlar yapılıyor. Durum bu şekilde. Bundan önce Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye'nin açıklamalarında Peygamber mescidine namaz ve benzeri bir maksatla girdiği takdirde Peygamber efendimizin kabri şerifine selam vermek üzere gitmeye ruhsat verdiklerini nakletmiş bulunuyor. Ancak sanki bu ruhsat bu işin çokça yapılmaması ve tekrarlanmaması kaydı ile kayıtlı gibi görünüyor. Buna delil de bunun akabinde şunları söylemiş olmasıdır: "Her zaman salât ve selam vermek üzere kabrine doğru gitmeye gelince, bildiğim kadarıyla kimse buna ruhsat vermemiştir."

 

Derim ki Şeyhu'l-İslam'ın kimi ilim adamından naklettiği bu ruhsat ve müsaade belirtilen kayıt ve şarta riayet etmek üzere benimsediğimiz ve kabul ettiğimiz görüştür. Buna göre Medine'de bulunan kimsenin selam vermek üzere zaman zaman kabr-i şerife gitmesi caizdir. Çünkü bu açıkça görüldüğü üzere Peygamberin kabrini bayram yeri edinmek kabilinden bir iş olamaz. Ona ve iki arkadaşına selam vermek genel delillerle meşrudur. Dolayısıyla Peygamber efendimizin kabrinin bayram edinilmesini yasakladı diye bu meşruiyeti mutlak olarak nefyetmek caiz olamaz. Çünkü belirttiğimiz şart gözönünde bulundurulduğu takdirde bu genel deliller ile bu özel hadis birarada mutalaa edilebilir. Seleften herhangi bir kimsenin bu işi yaptığını bilmeyişimiz buna karşı delil olmaz. Çünkü bir şeyin bilinmemesi ilim adamlarının da belirttikleri gibi onun olmadığının bilinmesini gerektirmez. Bu gibi hallerde ise bir işin meşruiyetini tesbit etmek için genel deliller yeterlidir. Elverir ki üzerinde durduğumuz bu hususta onunla taaruz eden bir hali tesbit eden bir delil bulunmasın. Bununla birlikte Şeyhu'l-İslam, el- Kaidetu'l-Celile (s. 80, el-Menar baskısı)'de Nafi'den şöyle dediğini nakletmektedir: İbn Ömer, Peygamber efendimizin kabrine selam veriyordu. Ben onu yüz ya da daha fazla defa görmüşümdür. Kabre gelir, es-selamu ale'n-Nebi es-selamu ala Ebi Bekr es-selamu ala Ebi (Peygamber (s.a) selam olsun, Ebu Bekir'e selam olsun, babama selam olsun) der sonra giderdi. Bunun zahiri o bu işi yolculuk halinde değil, ikamet halinde yaptığını göstermektedir. Çünkü "yüz defa" ifadesi bu rivayeti yolculuk haline yorumlama ihtimalini oldukça uzak kılmaktadır.

 

 

 

-11- Kabirlere gitmek üzere yolculuk yapmak:

 

Bu hususta da birtakım hadis-i şerifler vardır:

 

Birincisi: Ebu Hureyre'den, Peygamber (s.a) buyurdu ki: "Şu üç mescid dışında(ki mescidlere yolculuk yapmak için) yükler bağlanmaz: Mescid-i Haram, Rasûlullah (s.a)'ın mescidi ve Mescid-i Aksa" Bir diğer rivayet şu lafızladır: "Ancak üç mescide gitmek için yola çıkılır: Kabe mescidi, benim mescidim ve İlya mescidi"[23]

 

 

İkincisi: Ebu Said el-Hudri'den dedi ki: Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim: "Yükler üç mescidden başkası için bağlanmaz. (Bir lafzında: bağlamayınız): Benim bu mescidim, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa"

 

Bu hadisi Buhari, Müslim ve başkaları rivayet etmişlerdir. Bu hadisin az önce adını verdiğim eserde kaydettiğim dört rivayet yolu vardır. Diğer lafız Müslim'e aittir. Dördüncü yolu Şehr b. Havşeb rivayet etmektedir. Ondan da iki kişi rivayet etmiştir: Bunların birisi Leys b. Ebi Süleym olup, ondan şöyle dediğini zikretmektedir: "Biz Tur'a gitmek istiyorken Ebu Said ile karşılaştık. O ben Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim dedi: Binekler ile ancak... için yola konulur."

 

Diğeri Abdu'l-Hamid b. Behram'ın ondan şöyle dediğine dair naklettiği rivayettir: "Ben Ebu Said el-Hudri'yi -önümde Tur namazı sözkonusu edilmişken- şöyle derken dinledim: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: Mescid-i Haram dışında namaz kılmak isteği ile herhangi bir mescide gitmek üzere bineklere yükün vurulmaması gerekir."

 

Her ikisini de Ahmed (III, 93, 64)'de rivayet etmiştir. Şehr zayıf bir ravidir. O: "Namaz kılmak maksadıyla herhangi bir mescide" fazlalığını münferid olarak rivayet etmiştir. Bu ifadeler Ebu Said'den gelen diğer yollarda varid olmadığından ötürü münkerdir. Hatta Leys'in Şehr'den rivayetinde bile bu yoktur. Aynı şekilde diğer hadislerde de varid değildir. Bu diğer hadisler ise sekiz tane olup, bunların çoğunun birden çok rivayet yolu vardır. Ben bunların hepsini es-Semeru'l-Müstetab'da kaydettim. Bu fazlalığın çokluğuna ve geliş yollarının birden çok olmasına rağmen. Hiçbir rivayette varid olmaması bu fazlalığın münker ve batıl oluşunun en büyük delilidir. O halde bu fazlalık Şehr b. Havşeb'in yahutta ondan rivayet eden Abdu'l-Hamid'in yanılmaları arasındadır. Çünkü o da hıfzı kabilinden nisbeten zayıftır. Hafız (İbn Hacer), Şehr'in et-Takrib'deki biyografisini naklederken: "Doğru sözlüdür, fakat yanılmaları pek çoktur" demektedir.

 

Üçüncü hadis Ebu Basra el-Gıfari'den rivayet edilmiştir. Ebu Hureyre ile bir yerden gelişinde karşılaşmış ona: Nereden geliyorsun diye sormuş, Ebu Hureyre Tur'dan geliyorum, orada namaz kıldım deyince, Ebu Basra ona şöyle demiş: Keşke gitmeden önce seni yetişmiş olsaydım, çünkü ben Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim: "Üç mescid dışında yükler (herhangi bir mescid için) vurulmaz: Mescid-i Haram, benim bu mescidim ve Mescid-i Aksa"[24]

 

 

Dördüncü: hadis Kazaaden dedi ki: "Ben Tur'a çıkmak istedim. Bunun için İbn Ömer'e sordum. Şöyle dedi: Peygamber (s.a)'ın şöyle buyurduğunu bilmiyor musun?: "Yükler ancak şu üç mescide (gitmek üzere) vurulur: Mescid-i Haram, Peygamber (s.a) mescidi ve Mescid-i Aksa" Onun için sen Tur'u bırak, ona gitme."[25]

 

Bu hadislerde peygamberlerin ve salihlerin kabirleri gibi mübarek herhangi bir yere yolculuk yapmak haram kılınmaktadır. Her ne kadar bu ifadeler "yükler vurulmaz" şeklinde nefy lafzı ile varid olmuş ise de Hafız (İbn Hacer)'in belirttiği üzere maksat nehydir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek, kavga etmek yoktur." (el-Bakara, 2/197) Bu et-Tıybi'nin de dediği gibi: "Açıkça nehy ifadesi kullanmaktan daha beliğdir. Sanki şöyle buyurmuş gibidir: Birtakım özelliklere sahib olduklarından ötürü bu yerler dışında ziyaret maksadıyla gitmek hiç de uygun değildir."

 

Derim ki: Nefyin burada nehy anlamında kullanıldığına şahidlik eden hususlardan birisi de Müslim'in ikinci hadisteki: "Yük vurmayınız" şeklindeki rivayetidir. Daha sonra

Hafız şunları söylemektedir: "Peygamber (s.a)'ın: "Üç mescid dışında" diye buyurması müferrağ bir istisnadır. İfadenin takdiri şöyledir: Yükler (bu üç yer dışında) hiçbir yere gitmek için bağlanmaz. Bunların dışında her yere yolculuğun yasaklanması bu anlamın ayrılmaz bir parçasıdır. Çünkü müferrağ istisna cümlesinde müstesnami en genel şekliyle takdir edilir. Ancak bununla birlikte burada genel ile özelin kastedilmesi imkanı vardır ki bu özel yer de mesciddir."

 

Derim ki bu ihtimal zayıftır. Doğrusu birinci takdirdir. Çünkü Ebu Basra ve İbn Ömer hadisleride Tur'a yolculuk yapmanın reddedildiğini görmüştük. İleride buna dair açıklama gelecektir. Daha sonra Hafız şunları söylemektedir: "Bu hadiste bu mescidlerin fazileti ve diğer mescidlerden farklı bir meziyeti oldukları ifade edilmektedir. Çünkü buraları peygamberlerin tesis ettikleri mescidlerdir. Birincisi insanların kıblesidir ve oraya haccederler. İkincisi bizden önceki ümmetlerin kıblesi idi. Üçüncüsü ise takva esası üzerine kurulmuş bir mesciddir."

 

İbn Hacer devamla der ki: "Hayatta ya da ölmüş salihlerin ziyaretine oranın bereketinden istifade etmek kastıyla ve orada namaz kılmak için faziletli yerlere gitmek gibi. Bu üç mescidin dışındaki yerler için yüklerin vurulması hususunda farklı görüşler vardır. Şeyh Ebu Muhammed el-Cuveyni   (7)   şöyle demektedir: "Hadisin zahiri ile amel ederek onların dışındaki yerlere yük vurmak haramdır." Kadı Hüseyn bunu tercih ettiğine işaret etmiştir. Kadı Iyad ve bir kesim de bu görüştedir. Buna Sünen sahiblerinin rivayet ettikleri Ebu Basra el-Gıfari'nin, Ebu Hureyre'nin Tur dağına çıkmasına karşı çıkarak ona: "Keşke çıkmadan önce seni yetişmiş olsaydım" demiş ve bu hadisi delil göstermiştir. İşte bu onun hadisin umumi manaya göre yorumlanması gerektiği görüşünde olduğunun delilidir. Ebu Hureyre de ona bu hususta muvafakat etmişti. İmamu'l-Harameyn ve diğer Şafiîlerce sahih kabul edilen bunun haram olmadığıdır. Onlar bu hadise birkaç şekilde cevap vermişlerdir:

 

1. Hadislerden maksad tam ve eksiksiz fazilet ancak yüklerin bu üç mescide gitmek üzere vurulması halinde sözkonusudur. Diğerleri böyle değildir, onlar için yük vurmak sadece caizdir. Çünkü ileride kaydedileceği üzere İmam Ahmed'in zikrettiği bir rivayette hadis: "Bineklerin çalıştırılmaması gerekir..." lafzı iledir. Bu da haram dışındaki hükümler hakkında zahir bir lafızdır.

 

2. Bir diğer cevaba göre buradaki yasak bu üç mescid dışındaki diğer mescidlerin herhangi birisinde namaz kılmayı adamış kimseler hakkında özeldir. Böyle bir adağın yerine getirilmesi icab etmez. Bu açıklamayı İbn Battal yapmıştır.

 

3. Bir diğer cevaba göre maksad sadece mescidlerin hükmünü dile getirmek ve yüklerin orada namaz kılmak maksadı ile bu üç mescidden başka bir mescid için yüklerin bağlanmayacağını anlatmaktır. Salih bir kimseyi yahut bir yakını, bir arkadaşı ziyaret etmek yahut ilim taleb etmek, ticaret ya da gezmek maksadı ile yola gitmek ise bu nehyin kapsamına girmez. İmam Ahmed'in, Şehr b. Havşeb yoluyla naklettiği rivayette bunu desteklemektedir. Şehr dedi ki: Ben Ebu Said'i -huzurumda Tur'da namaz kılmaktan sözedilirken- şöyle derken dinledim: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: "Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa ve benim bu mescidim dışında orada namaz kılmak maksadıyla herhangi bir mescide gitmek için bineklere yük vurmamak gerekir." Şehr her ne kadar kısmen zayıf bir ravi ise de hadisleri hasen olan bir ravidir."

 

Derim ki Hafız -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- Şehr hakkında: O hadisi hasen bir ravidir demekle gevşek davranmıştır. Halbuki az önce geçtiği üzere et- Takrib'de: "Yanılmaları çok" bir ravi olduğunu belirtmiştir. Bilindiği gibi bu durumda olan bir kimsenin hadisi zayıftır ve delil gösterilemez. Bizzat Hafız'ın kendisinin Şerhu'n-Nuhbe'de tesbit ettiği gibi. Diğer taraftan Şehr'in hadisinin hasen olduğunu varsayalım. Onun böyle olabilmesi muhalefet etmemesi halinde sözkonusudur. Eğer Ebu Said'den hadisi rivayet eden ravilerin tamamına ve diğer sahabilerden rivayet eden diğer ravilere muhalefet etmiş ise -az önce açıklandığı üzere- bütün bu muhalif rivayetine rağmen, rivayet ettiği hadis nasıl hasen olabilir? Aksine o böyle bir durumda -herhangi bir şüphe ve tereddüt sözkonusu olmaksızın- hadisi münker olan bir ravi olur. Buna ek olarak o hadiste "herhangi bir mescide" ifadesini kullanmıştır. Bu ise bizatihi Şehr'in kendisinden de sabit olmamıştır. Bu lafzı ondan Abdu'l-Hamid zikretmiştir. Leys b. Ebi Süleym ondan naklettiği rivayetinde bu lafzı zikretmemektedir. Leys'in kendisinden naklettiği rivayet ise -gördüğümüz gibi- sika ravilerin rivayetlerine muvafakati dolayısıyla daha çok tercih edilir.

 

(7)   Adı Abdullah b. Yusuf olup, Şafiîlerin ileri gelen alimlerindendir. İmamu'l-Harameyn Abdu'l- Melik b. Abdullah'ın babası olup, tefsir, fıkıh ve edebiyatta imam idi. 438 yılında vefat etti. Aynı şekilde onun rivayet ettiği hadis üzerinde düşünen bir kimse onun bu hadiste zikrettiği bu fazlalığın batıl olduğuna bir başka delil de bulur. O da şu ifadelerdir: Ebu Said el-Hudri bu hadisi Tur'a gitmesi dolayısıyla Şehr'e karşı delil olarak kullanmıştır. Eğer bu hadiste diğer faziletli yerler arasından hükmü sadece mescidlere tahsis eden bu fazlalık bulunmuş olsaydı Ebu Said (r.a)'ın ona karşı bunu delil göstermesi mümkün olmazdı. Çünkü Tur'da mescid bulunmamaktadır. Tur sadece yüce Allah'ın üzerinde Musa ile konuştuğu mukaddes dağdır. Bu durumda eğer bu hadiste bu fazlalık sabit olmuş olsaydı hadis onu kapsamazdı. Durum bu iken Ebu Said'in bu hadisi delil olarak kullanması Şehr'in ve beraberinde bulunanların susmalarını aklın kabul edemeyeceği bir yanılgısı olurdu. Bütün bunlar bu fazlalığın batıl olduğunu ve Rasûlullah (s.a)'dan nakledilişinin asılsız olduğunu pekiştirmektedir.

 

Geçen bu ifadelerden sabit olduğu üzere hadisin hükmünü mescidlere tahsis edecek bir delil bulunmamaktadır. O halde hadisin Ebu Muhammed el-Cüveyni ve onunla beraber anılan diğer kimselerin kabul ettikleri üzere genel çerçevesi ile kalması icab eder, doğru olan budur. Bizim onların bu hususta verdikleri birinci ve ikinci cevablarına cevap vermemiz gerekmektedir. Bunun için diyoruz ki: Evvela onların verdikleri bu cevap iki açıdan geçersizdir: Bir defa onların delil gösterdikleri lafız olan "gerekmez..." lafzı hadiste sabit değildir. Çünkü bunu münferiden sadece Şehr rivayet etmiştir. O da az önce geçtiği üzere zayıf bir ravidir. İkinci olarak bu lafzın sabit olduğunu kabul edelim. Bunun haram dışındaki

hükümleri ifade etmekte zahir bir lafız olduğunu kabul etmiyoruz. Bilakis bunun zıttı doğrudur. Buna dair kitap ve sünnetten deliller pekçoktur. Ben bunların bazılarını zikretmekle yetineceğim:

 

a- Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:"Derler ki: 'Seni tenzih ederiz. Senden başkalarını veliler edinmek bize gerekmez (yaraşmaz).'"[26]

 

b- Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır: "Ateşin rabbinden başka bir kimsenin ateş ile azablandırmaması gerekir."[27]

 

c- "Sıddiyk bir kimsenin çok lanet eden birisi olmaması gerekir."  [28]

 

d- Muhammed'in aile halkına sadaka gerekmez (verilmez). [29]

 

e- "Hiçbir kulun kendisinin Mettan'ın oğlu Yunus'dan hayırlı olduğunu

söylememesi gerekir."

 

Hadisi Buhari ve Müslim, İbn Abbas'dan, yine Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre'den, sadece Buhari, İbn Mesud'dan buna yakın ifadelerle rivayet etmişlerdir. Üçüncü olarak bu ifadenin haram dışındaki hükümler hakkında zahir olduğunu kabul edelim. Bu mekruhluğa delalet eder. Onlar ise mekruh olduğunu kabul etmemektedirler. Çünkü Nevevi'nin Müslim şerhinde şöyle denilmektedir: "Bizim mezheb alimlerimizce sahih kabul edilen onun haram da, mekruh da olmadığıdır." Fakat hadis durum ne olursa olsun onların aleyhine bir delildir.

 

Ø               2. Bu cevap da kendisinden önceki gibi muteber bir cevap değildir. Çünkü böyle

bir tahsisin varlığına dair bir delil yoktur. Bu cevablarına cevabımız şudur: İfadenin umumu üzere kaldığını kabul etmek gerekir. Özellikle hadisi rivayet eden Ebu Basra, Ebu Hureyre, İbn Ömer ve Ebu Said -bu hadisin ondan geldiği sahih ise- diye hadisi rivayet eden sahabilerin anlamaları ile bu umum daha bir pekişmektedir. Çünkü onların hepsi Tur dağına yolculuk yapmanın men olunduğuna delil göstermişlerdir. Bu hadisle neyin murad edildiğini başkalarından onlar daha iyi bilir. Bundan dolayı San'anî, Subulu's-Selam (II, 251)'de şunları söylemektedir:

 

"Cumhur bunun haram olmadığı kanaatinde olup, delil olmaya elverişli olmayan şeyleri delil göstermişler. Bu husustaki hadisleri uzak ihtimallerle yorumlamışlardır. Oysa delilin ifade ettiği hükme muhalif delil bulunmadıkça tevile gitmemek gerekir."[30]

 

"Ortada ise delil yoktur. Peygamber (s.a)'ı ziyareti teşvike ve onun faziletine dair hadis-i şeriflerde oraya yük vurmayı emreden bir ifade yoktur. Üstelik bütün bu hadisler ya zayıf veya mevzudur. Bunlardan hiçbirisi delil gösterilmeye elverişli değildir. İnsanların çoğunluğu ziyaret meselesi ile oraya yolculuk yapmak meselesi arasındaki farkı farkedememiş, bundan dolayı bu husustaki hadisleri bunu gerektirecek herhangi bir delil bulunmadan mantukunun (lafzından anlaşılan) açık mananın dışında yorumlarla yorumlamışlardır."

 

Derim ki burada kendisine işaret ettiği yanılgı sebebiyle Şeyh es-Subki –Allah bizleri de, onu da affetsin- Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye'yi Peygamber (s.a)'ın kabrini –yük vurmadan dahi olsa- ziyaret etmeyi inkar etmekle itham etmiştir. Halbuki o bunu kabul edenler arasındadır. Bunun faziletini ve adabını zikredenlerdendir. O bu hususu güzel ve hoş kitablarından birden çok yerde zikretmiş bulunmaktadır.”[31]

 

Bu hakikati açıklığa kavuşturmayı ve es-Sübki'nin bu ithamını reddetmeyi büyük ilim adamı Hafız Muhammed b. Abdu'l-Hadi "es-Sarimu'l-Munki fi Reddi ale's-Sübki" adını verdiği büyükçe bir eserinde üzerine almış bulunmaktadır. Bu eserinde İbn Teymiye'den oraya yolculuk etmeksizin ziyaretin caiz oluşu hususunda pekçok nasslar zikrettiği gibi faziletine dair pekçok hadisleri de irad etmiş, hadisler hakkında etraflı bir şekilde açıklamalarda bulunmuş, hadislerde bulunan zayıf noktalara ve uydurma olanlarına dair açıklamalar yapmıştır. O kitabta fıkha, hadise ve tarihe dair daha pekçok faydalı bilgiler de vardır. İlim taleb eden herbir kimsenin onları öğrenmek için çalışması değer doğrusu.

 

Diğer taraftan sağlıklı bir düşünme hadisi umumu üzere kabul edenlerin görüşlerinin doğruluğuna hüküm verir. Çünkü hadis lafzıyla üç mescidin dışındaki bir mescide yolculuk yapmayı yasaklıyor ise bununla birlikte ibadet hangi mescidde olursa olsun mescidde yapıldığı takdirde daha faziletlidir. Peygamber (s.a): "Yerlerin Allah tarafıdan en çok sevilenleri mescidlerdir."[32]  diye buyurmuştur. İsterse bu mescid takva üzere tesis edilmiş bulunan Kuba mescidi olsun. O mescid hakkında da Rasûlullah (s.a): "Kuba mescidinde namaz bir umre gibidir."[33]     diye buyurmuştur. Durum böyle olsa bile hadisin bunların dışında bulunan yerlere yolculuk yapılmasını engellemesi daha önceliklidir ve daha uygundur. Bilhassa gidilmek istenen yer bir peygamberin yahut salih bir kimsenin kabri üzerinde bina edilmiş bir mescide gidip, orada namaz kılmak ve onun yakınında ibadet etmek ise... Bu yapanın lanetlendiğini de öğrenmiş bulunuyoruz. Bütün bunlarla birlikte hikmeti sonsuz şeriat koyucunun böyle bir yere yolculuk yapılmasına müsade ederken Kuba mescidine yolculuk yapılmasını engellemesini akıl kabul edebilir mi?

 

Özetle Şafiî mezhebine mensub Ebu Muhammed el-Cuveyni'nin ve başkalarının üç mescidin dışındaki faziletli herhangi bir yere yolculuk yapılmasını haram kabul etmeleri kabul edilmesi gereken görüştür. Şüphe yok ki anlayışta bağımsızlıkla Allah ve Rasûlünden gelenleri derinlemesine fıkhetmekle tanınan Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye ve İbnu'l-Kayyim gibi muhakkık alimlerin büyükleri bu görüşü tercih etmişlerdir. Onların bu önemli meselede oldukça faydalı ve pekçok araştırmaları vardır.

 

Bu faziletli kişilerden birisi de Şeyh Veliyullah ed-Dıhlevi'dir. Bu hususta Huccetu'l-Baliğa (I, 192)'de yaptığı açıklamaların bir kısmı şöyledir: "Cahiliye dönemi insanları kendi görüşlerine göre tazim edildiği kabul edilen birtakım yerlere ziyaretler yapar ve bundan bereket elde edeceklerini ümit ediyorlardı. Bu yaptıklarındaki tahrif ve fesad açıkça ortadadır. Peygamber (s.a) ibadet şiarları olmayan işlerin ibadet şiarlarına katılmaması için böyle fesada götüren yolları kapatmıştır. Böylelikle Allah'tan başkasına ibadete giden yolu tıkamış olmaktadır. Bana göre hakikat şudur: Kabir ve yüce Allah'ın velilerinden herhangi birisinin ibadet yeri ile Tur bu husustaki yasak bakımından birbirine eşittir."

 

Bu açıklamaların sonunda dikkat çekmemiz güzel olacak bir nokta şudur: Ticaret ve ilim talebi için yolculuk yapmak bu yasağın kapsamına girmez. Çünkü yolculuk burada böyle bir ihtiyacı elde etmek için yapılmaktadır. O yerin herhangi bir özelliği dolayısıyla değil. Aynı şekilde Allah için, kardeş bilinen bir kimseyi ziyaret etmek için yolculuk yapmak da böyledir. Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye'nin fetvalarında (II, 186) belirttiği gibi burada maksat o kardeşin ziyaretidir.

 

-12- Kabirlerin yanında kandiller (ve mumlar) yakmak: Buna çeşitli deliller vardır:

 

1. Herşeyden önce bu sonradan ortaya çıkarılmış bir bid'at olup, selef-i salih tarafından bilinmeyen bir husustur. Peygamber (s.a) da şöyle buyurmuştur: "Her bir bid'at bir sapıklıktır. Her sapıklıkta cehennem ateşindedir." Hadisi Nesai ve İbn Huzeyme Sahih'inde sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

 

2. Böyle bir işle boşuboşuna mal kaybedilmiş olur. Bu da daha önce 42. meselede geçtiği üzere açık nass ile yasaklanmış bir husustur.

 

3. Bu hareket ile ateşe tapan mecusilere benzeme sözkonusudur. Fakih İbn Hacer el-Heytemi, ez-Zevacir (I, 134) adlı eserinde şunları söylemektedir: "Mezhebimize mensub ilim adamları az dahi olsa kabir üzerinde kandil (ve mum) yakmanın haram olduğunu açıkça ifade etmişlerdir. Çünkü bununla ne orada kalan birisinin istifadesi sözkonusudur, ne de ziyaret edenin buna illet olarak da israf ve malı zayi etmeyi mecusilere de benzemeyi göstermişlerdir. Bu bakımdan böyle bir işin kebire (büyük bir günah) olması uzak bir ihtimal değildir."

 

Derim ki bu hususta varid olmuş bir delil olmakla birlikte bizim kaydettiğimiz birinci delili sözünü ettiğimiz gerekçelerle birlikte zikretmemiştir. Hatta bizim bu zikrettiğimiz birinci delil bu husustaki delillerin en güçlüleridir. Çünkü kabirler üzerine kandil yakan kimseler bu davranışlarıyla yüce Allah'a -kendi iddialarına göre- yakınlaşmayı gözetiyorlar. Onlar bu halleriyle kalan birisinin yahutta ziyaret eden birisinin aydınlanmasını kastetmiyorlar. Buna delil ise güneş günün ortasında parıldamakta iken yine de bunları yakmalarıdır. O halde bu, bundan dolayı sapık bir bid'attir. Eğer: Niçin Sünen sahiblerinin ve başkalarının İbn

 

Abbas'tan rivayet ettikleri: "Allah kabirleri ziyaret eden kadınlar ile kabirler üzerinde mescidler edinen ve kandiller yakanlara lanet eylesin." şeklindeki meşhur hadisi delil olarak göstermiyorsun diye sorulursa; Buna cevabım şudur: Bu hadis meşhur olmakla birlikte senedi itibariyle zayıftır, delil olmaya elverişli değildir. Her ne kadar çoğu musannıf bu hususta bu hadisi zikretmiş ve hadisin illeti hakkında söz söylemiş ise de bu böyledir. Nitekim İbn Hacer, ez-Zevacir adlı eserinde ondan önce büyük ilim adamı İbnu'l-Kayyim, Zadu'l-Mead adlı eserinde böyle davranmışlar ve selefilerle hadis ehlinin çoğunluğu buna aldanarak kitablarında, risalelerinde, konferanslarında bunu delil diye ileri sürmüşlerdir.

 

Ben daha önce İbnu'l-Kayyim'in bundan dolayı daha önce kitabına yazdığım bir talikte eleştirmiş ve hadisin illetini orada genişçe açıklamıştım. Sonra bunu Silsiletu'l- Ahadiysi'd-Daife (no: 223) adlı eserimde tekrarlamıştım. Daha sonraları İbnu'l-Kayyim'in Tehzibu's-Sünen (IV, 342)'de Abdu'l-Hak el-Eşbili'den naklen hadisin senedinde el-Kelbi'nin arkadaşı Bazam'ın bulunduğunu naklettiğini ve hadis alimlerince onun oldukça zayıf kabul edildiğine dair nakli aktardığını ve İbnu'l-Kayyim'in de bunu öylece kabul ettiğini gördüm. Verdiği başarı dolayısıyla yüce Allah'a hamdederim.

 

Hadisin birinci cümlesi sahihtir ve onun birisi Ebu Hureyre, diğeri Hassan b. Sabit'ten olmak üzere iki şahidi vardır ve bunları ben 119. meselede kaydetmiş bulunuyorum. İkinci cümlesi de yine mana itibariyle sahih ve mütevatirdir. Ben bu bölümde kabirlere doğru namaz kılmak diye zikrettiğim 7. başlıkta buna tanıklık eden yedi hadis zikretmiş bulunuyorum.

 

-13- Kabirlerdeki kemikleri kırmak:

 

Buna delil Peygamber (s.a)'ın şu buyruğudur: "Mü'minin öldükten sonra kemiğini kırmak hiç şüphesiz hayatta iken onu kırmak gibidir."[34]

 

 

Derim ki hadisin bazı rivayet yolları Müslim'in şartına göre sahihtir. Nevevi, el- Mecmu (V, 300)'de kavi olduğunu belirtirken, el-Mirkad (II, 380)'de belirtildiği üzere İbnu'l-Kattan: "Senedi hasendir" demiştir. Hadisin Aişe (r.anha)'dan gelen başka iki yolu daha vardır. Birinci yol Ahmed (VI, 100)'dedir. Diğeri ise Darakudni (367)'de yer almaktadır. Bu hadisin Um Seleme'den gelen bir şahidi de bulunmaktadır: Bunu İbn Mace   (11)   rivayet etmiş ve sonunda: "...Günah bakımından" lafızlarını da fazladan zikretmiştir. Fakat isnadı zayıftır. Bu hadis Darakudni'nin rivayetinde birinci vecihin bazı rivayet yollarında birinci hadiste yer almaktadır fakat göründüğü kadarıyla bu lafız hadise sonradan eklenmiş (müdrec)dir. Çünkü Darakudni'nin kaydettiği bir başka rivayette şu lafız yer almaktadır: "... Günah bakımından (öyle olduğunu) kastetmektedir."

 

İşte bu, bu fazlalığın hadisten olmayıp, aksine ravilerden birisinin yaptığı bir açıklama olduğu hususunu açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca bunu Ahmed'in şu lafızla yaptığı rivayet de desteklemektedir: "Dedi ki: Günah itibariyle böyle olduğu görüşündedirler. Abdu'r-Rezzak dedi ki: Sanırım bu Davud'un sözüdür."

 

Derim ki kastettiği Davud b. Kays'dır. Bu da bu hadiste Abdu'r-Rezzak'ın hadisi kendisiden aldığı şahıstır. Göründüğü kadarıyla bu açıklama hadisin maksadını da ortaya koymaktadır. İmam Tahavi de bunu kesin olarak böylece ifade etmiş ve bu hususta Müşkilu'l-Asar adlı eserinde ona dair özel bir bab açmıştır, dileyen oraya bakabilir. Hadis-i şerif mü'min ölünün kemiklerini kırmanın haram olduğuna delildir. Bundan ötürü Hambeli mezhebine ait kitablarda şu ifadeler yer almaktadır: "Ölenin azalarından herhangi birisini koparmak, bedenini telef etmek ve yakmak -bunu vasiyet etmiş olsa dahi- haramdır."

 

(11)  el-İmam adlı eserde Müslim tarafından rivayet edildiği belirtilmekte ise de Feydu'l-Kadir'de olduğu gibi bu reddolunmuştur. el-İmam ise İbn Dakiku'l-Iyd'in ahkama dair gerçekten büyük bir kitabıdır. Zehebi şöyle demiştir: "Eğer tamamlanmış ve temize çekilmiş olsaydı, onbeş ciltlik bir eser olacaktı."

 

Keşşafu'l-Kına (II, 127) adlı eserde de böyledir. Diğer mezheblerde de buna yakın ifadeler vardır. Hatta fakih İbn Hacer (el-Heytemi), ez-Zevacir (I, 134)'de bu işin büyük günahlardan olduğunu ifade etmiş ve şöyle demiştir: "Çünkü bildiğimiz hadislerde belirtildiğine göre bu hayatta olanın kemiğini kırmak gibidir."

 

Hambeliler bu hususta ileriye giderek el-Keşşaf (II, 130)'da belirtildiği üzere şöyle diyecek noktaya kadar işi götürmüşlerdir: "Şâyet hamile karnında yaşaması ümid edilen bir cenin bulunduğu halde ölürse yavruyu kurtarmak için karnını yarmak haramdır. Kadın müslüman ya da zımmi olsun farketmez. Çünkü böyle yapılacak olursa muhtemel bir hayatı sağ bırakmak için kesin bir haram çiğnenmiş olur. Çünkü çoğunlukla ve açıkça görülen çocuğun yaşamayacağıdır.Ahmed buna Ebu Davud'un rivayet ettiği Aişe'den gelen rivayeti delil göstermektedir..."

 

Derim ki sonra bu husustaki hadisi zikretmektedir. Ebu Davud'un el-Mesail (s. 150)'deki ifadesi de şöyledir: "Ben Ahmed'e karnında hareket etmekte olan bir çocuk bulunduğu halde ölen kadının karnı kesilip açılır mı diye sorulduğunu, onun hayır ölenin kemiğini kırmak hayatta iken onun kemiğini kırmak gibidir diye cevap verdiğini dinledim."

 

Seyyid Muhammed Reşid Rıza bunun ile ilgili olarak şu açıklamayı eklemektedir: "Bu hadisi annesinin karnında canlı olan cenini kesinlikle ölmeye bırakmanın lehine delil olarak göstermek iki bakımdan garip kaçmaktadır: Bir defa annenin karnını yarmak ölmüşün kemiğini kırmak gibi bir özellik taşımıyor.

 

İkinci olarak ceninin eğer hilkati tam olup, annesinin karnı açılarak çıkartılacak olursa, defalarca görüldüğü gibi yaşayabilir. İşte burada ceninin hayatını kurtarıp, muhafaza etmek ile karnını yarmak, kemiği kırmak gibi olduğunu kabul edip annesinin dokunulmazlığını muhafaza etmek isteği çatışmaktadır. Şüphesiz ki birincisi daha çok tercih edilir. Üstelik böyle bir sebeb dolayısıyla annenin karnını yarmak hiçbir zaman ölüye hakaret etmek sayılmamalıdır. Bütün insanların örfünden açıkça anlaşıldığı üzere bu böyledir. O halde doğrusu çıkarıldıktan sonra hayatta kalacağının tabib tarafından tercih edilmesi halinde annenin karnını yarmanın vacib olduğunu kabul edenlerin görüşüdür. Bazı fakihler de bunu açıkça ifade etmiştir."

 

Menaru's-Sebil (I, 178)'de şöyle demektedir: "Eğer çocuğun bir kısmı canlı olarak çıkacak olursa geri kalan kısmı için annenin karnı yarılır. Çünkü önceleri hayatta kalması muhtemel iken artık hayatta olduğu kesin olarak bilinmiş olmaktadır."

 

Derim ki: Seyyidim (Reşid Rıza rahimehullahın) tercih ettiği görüş Şafiîlerce daha sahih kabul edilen görüştür. Nitekim Nevevi (V, 301)'de böyle demiş ve ayrıca bunu Ebu Hanife ile fakihlerin çoğunluğunun görüşü olduğunu belirtmiştir. Aynı zamanda bu İbn Hazm'ın (V, 166-167) kabul ettiği görüştür. Yüce Allah'ın izniyle hak olan da budur. Az önce kaydedilen hadisten iki husus anlaşılmaktadır:

 

Birinci husus: Müslümanın kabrini açmak haramdır. Çünkü böyle bir davranış ile onun kemikleri kırılmaya maruz bırakılır. Bundan dolayı seleften bazı kimseler çokça defin yapılan bir kabristanda kendilerine mezar açılmasından çekinirlerdi. İmam Şafiî el-

 

Umm (I, 245)'de şunları söylemektedir: "Bize Malik, Hişam b. Urve'den haber verdi. O babasından şöyle dediğini rivayet etti: Baki'de defnedilmek hoşuma gitmez. Başka yerde defnedilmeyi daha çok severim. Çünkü (Baki'de gömülü olanlar) iki kişiden birisidir. Ya zalimdir, ben böyle birisine komşu olmak istemem. Ya salihtir, kemiklerin üzerinin eşilmesini istemem. (Urve) dedi ki: Bir ölünün kabirleri çıkartılacak olursa, tekrar yerine koyulup defnedilmeleri hoşuma gider."

Nevevi, el-Mecmu (V, 303)'de özetle şunları söylemektedir: "Ashabın (mezhebimize mensub ilim adamlarının) ittifakı ile şer'î bir sebeb olmadıkça kabrin açılması caiz değildir. Daha önce (109. meselede) geçtiği üzere belirtilen sebebler kabilinden şer'î bir sebeble açılabilir. Bu açıklamaların özeti şudur: "Bir ölü çürüyüp, toprak olduğu takdirde kabrin açılması caizdir. O vakit o kabirde başkasının defnedilmesi de caiz olur. Böyle bir yerin ekilmesi, üzerine bina yapılması da diğer yararlanma ve tasarruf yollarıyla kullanılması da mezheb alimlerimizin ittifakı ile caizdir. Bütün bunlar eğer ölenden kemik vb. herhangi bir eser kalmamış olması şartına bağlıdır. Bu ise bölgeler ve toprakların farklılığına göre farklılık arzeder. Bu hususta orayı bilenlerin görüşlerine itibar edilir."

 

Derim ki buradan şunu öğreniyoruz ki müslümanların başlarındaki bazı yönetimler İslamî birtakım kabristanları şehir düzenlemeleri için ortadan kaldırmakta, bu kabirleri açmakta, bunların saygınlıklarına herhangi bir şekilde aldırılmamakta ya da bunların çiğnenmelerinin, kemiklerinin kırılmalarının ve benzeri işler yapmanın yasaklığına hiç önem vermemektedirler. Herhangi bir kimse böyle bir düzenlemenin bu kabilden şer'î hükümlere muhalif hareketleri mazur gösterebileceğini zannetmesin kesinlikle böyle olmaz. Çünkü bu gibi işler zaruri işlerden değildir. Bunlar benzeri gerekçelerle ölülerin haklarına tecavüz etmeyi gerektirmeyen şartları daha bir mükemmelleştirici davranışlardandır. Hayatta olanların ölmüşlerine herhangi bir eziyet vermeden işlerini düzenlemek görevleri vardır.

 

Dikkat çeken hususlardan birisi de şudur: Bu gibi yönetimler bazı ölülerin başına dikilmiş, taşlara ve üzerlerinde yapılmış yapılara bizzat ölülerin kendilerinden daha çok saygı göstermektedirler. Açılmak istenen, düzenlenmek istenen yolda bu kabilden kubbeler, kiliseler ya da benzerleri şeyler çıkacak olursa bu yönetimler bunları oldukları halde bırakırlar ve bunların hatırı için bunlara dokunmamak amacıyla düzenleme planlarını düzeltirler. Çünkü onlar bunları eski eserlerden kabul ediyorlar.

 

Bizatihi ölenlerin kabirleri ise onlara göre böyle bir düzenleme yapmayı haketmezler. Aksine hatta bu yönetimlerin kimisi bildiğimiz kadarıyla -kabirleri şehrin dışına taşıyıp- eski kabristanlarda defin yapmasını engellemeye çalışmaktadırlar. Bu da bana göre bir başka muhalefettir. Çünkü böyle bir hareket müslümanların kabirleri ziyaret etme sünnetini yerine getirmelerine fırsat vermez. Çünkü genel olarak bütün insanların kabirlere varmak, oraları ziyaret edip onlara dua etmek için uzak mesafeleri katetmek kolay bir iş değildir. İnancıma göre bu kabilden muhalif davranışlara iten materyalist kâfir Avrupa'yı körü körüne taklit etmektir. O Avrupa ki ahirete imanı ve ahireti hatırlatan herbir eseri, manzarayı ortadan kaldırmak ister. Yoksa mesele ileri sürdükleri gibi sağlık kaidelerine riayet etmek değildir.

 

Eğer bu doğru olsaydı, aklı başında herhangi bir kimsenin zararlı olduğunda şüphe etmediği birtakım alanlarda gerekli mücadeleyi vermekte gecikmezlerdi. İçkilerin satılması, içilmesi, çeşitli şekil ve isimleriyle fısk ve fücur bunlara örnektir. Onların açıkça mefsedet oldukları bilinen bu hususların sonunu getirmeyi önemsemeyişleri, buna karşılık ahireti hatırlatan herbir şeyi ortadan kaldırmaya ve ahireti gözlerinden uzaklaştırmak için çalışmaları hiç şüphesiz asıl maksatlarını ilan edip ileri sürdüklerinden farklı olduğunun en büyük delilidir. Kalblerinde gizledikleri çok daha büyüktür.

 

Hadisten anlaşılan ikinci husus şudur: Mü'min olmayanların kemiklerinin saygınlığı yoktur. Çünkü hadis-i şerifteki: "Mü'minin kemiği" ifadesinde kemiğin mü'mine izafe edildiğini görüyoruz. Bu kâfirin kemiğinin böyle olmadığını ifade eder. İşte bu hususa Hafız İbn Hacer, Fethu'l-Bari'de şu sözleriyle işaret etmektedir: "Bundan anlaşıldığına göre mü'minin ölümden sonraki saygınlığı hayatında olduğu gibi kalmaya devam eder." (12)

 

(Dizgici notu: 12 nolu dipnot söylendiği halde (12) karşılığı okunmamıştır ve dipnotlarda bir atlama görünmektedir. Metinden bakılarak düzeltilmesi)

 

Böylelikle tıp fakültelerinde çoğu öğrencinin sordukları şu sorunun cevabı da ortaya çıkmaktadır. Sözkonusu soru şu: Tetkik etmek ve üzerinde birtakım tıbbi araştırmalar yapmak üzere kemiklerin kırılması caiz midir? Cevap: Mü'minin kemiklerine bu işleri uygulamak caiz değildir. Diğerlerine bu uygulanabilir. Bu hususu bundan sonraki meseledeki bilgiler desteklemektedir:

 

 

-126- Kâfirlerin kabirlerini açmak caizdir.

 

 

Çünkü bundan önceki hadisin mefhumunun delalet ettiği üzere kâfirlerin kemiklerinin saygınlığı yoktur.

 

Enes b. Malik (r.a)'ın rivayet ettiği şu hadis de buna tanıklık etmektedir: "Peygamber (s.a) Medine'ye geldi. Medine'nin üst taraflarında Avf b. Amr oğulları diye bilinen bir aşiret arasında kaldı. Aralarında onyedi gün ikamet etti. Sonra Neccar oğullarına haber gönderdi. Kılıçlarını kuşanarak geldiler. Sanki Peygamber (s.a)'ı bineği üzerinde, Ebu Bekir'i de arkasında görüyor gibiyim. Neccar oğullarından gelenler etrafını doldurdular. Nihayet Ebu Eyyub'un (evinin önündeki) düzlüğüne geldi. O namaz vakti nerede girerse, orada namaz kılmayı severdi. Koyun ağıllarında namaz kılardı. Mescidin bina edilmesini emretmişti. Neccar oğullarından birtakım kimselere haber göndererek şöyle dedi:

 

Ey Neccar oğulları şu bahçenizi bana değeri neyse ona satınız. Onlar Allah'a yemin ederiz hayır. Biz onun bedelini Allah'tan başkasından istemeyiz dediler. (Enes b. Malik) dedi ki: O bahçede müşriklerin kabirleri, birtakım yıkık yerler ve hurma ağaçları vardı. Peygamber (s.a)'ın emri üzerine müşriklerin kabirleri açıldı, harabe yerler düzeltildi, hurma ağaçları da kesildi. Hurma ağaçlarını mescidin kıble tarafına dizdiler. Her iki tarafını da taşla bina ettiler. Kaya parçalarını taşırken recez söylüyorlar. Peygamber de onlarla birlikte taşıyor ve bu arada şunları söylüyordu.

 

[Kerpiçleri taşırken diyordu ki: "Bu taşıdığımız yükler Hayber yükleri değil, Bununla Rabbimize itaat ediyor ve bu daha temizdir.] Allah'ım ahiretteki hayırdan başka hayır yoktur

Ensara ve muhacirlere mağfiret buyur."

 

Aişe (r.anha)'ın bir rivayetinde de şöyle denilmektedir: "Allah'ım ecir dediğin ahiret ecridir. Ensara ve muhacirlere merhamet buyur."[35]

 

 

Hafız (İbn Hacer), Fethu'l-Bari'de şunları söylemektedir: "Hadiste hibe ve alış yoluyla mülk edinilen kabristanda tasarrufun caiz olduğu, aynı şekilde eğer saygı duyulması gereken kabirlerden değilse izleri, eserleri kalmamış kabirlerin açılmasının caiz olduğu, açılıp eşildikten ve içlerindekiler çıkartıldıktan sonra müşriklerin kabristanında namaz kılmanın ayrıca onların kabirlerinin yerine mescid bina etmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır."

 

Bunlar şanı yüce Allah'ın "cenazelere dair hükümler" ile ilgili olarak derleyip, toplamaya yüce Allah'ın tevfik ihsan ettiği bilgilerdir. Allah'ım seni hertürlü eksiklikten tenzih eder. Sana hamdederiz. Senden başka hiçbir ilah olmadığına şehadet ederim. Senden mağfiret diler, sana tevbe ederim."

 

 

* * * * * * *    Dımaşk, 1/7/1373   * * * * * * *

Müsveddenin temize çekilme işi 19/4/1382 pazar öğle vakti tamamlandı.

Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun.

 

 

 

*  *  *  *  *  *  *

 

Sallallahu Teâla alâ Muhammedin ve alâ A'lihi ve Sahbihi ecmaîn.

 

VE'L- HAMDÜ Lİ'LLAHİ RABBİ'L ALEMİN

 



[1] Bu hadisi Ebu Davud -Abdu'r-Rezzak'ın sözünü de o zikretmektedir- (II, 71), Abdu'r Rezzak, Musannef (6690), Beyhaki (IV, 57), Ahmed (III, 197)'de rivayet etmişlerdir. Senedi sahih olup, Buhari ve Müslim'in şartına uygundur.

 

[2] Hadisi Ahmed (no: 2817, 2915, 2917)'de hasen bir sened ile İbn Abbas'tan,Müslim (VI, 84)'da Ali (r.a)'dan buna yakın ifade ile rivayet etmiştir.

 

[3] Hadisi Müslim (III, 62), Ebu Davud (II, 71), Nesai (I, 284-285-286), Tirmizi (II, 155) -sahih olduğunu belirterek-, Hakim (I, 370), Beyhaki (IV, 4), Ahmed (III, 295, 332, 339, 399)'da rivayet etmişlerdir.

[4] Hadisi İbn Mace (I, 373-374)'de bütün ravileri Sahih'in ravileri olan bir senedle rivayet etmiş olmakla birlikte hadis munkatıdır. el-Busiri, ez-Zevaid (k. 97/2)'de şunlarısöylemektedir: "Ravileri sikadırlar. Şu kadar var ki munkatıdır. el-Kasım b. Muhaymira, Ebu Said (el-Hudri)'den hadisi dinlememiştir."

 

[5] Hadisi Müslim (III, 61), Ebu Davud (II, 70), Nesai (I, 285), Tirmizi (II, 153-154)-hasen olduğunu belirterek-, Hakim (I, 369), Beyhaki (IV, 3), Tayalisi (no: 155), Ahmed (no: 741, 1064), Ebu Vail'in ondan (Ebu'l-Heyyac'dan) rivayeti yoluyla Taberani, el- Mucemu's-Sağir (s. 29), Ebu İshak'ın ondan rivayeti yoluyla rivayet etmişlerdir. Hadisin ayrıca Tayalisi (no: 96), Ahmed (no: 657-658, 683, 889)'da Ali (r.a)'dan gelen iki ayrı rivayet yolu daha vardır.

[6] Hadisi Ahmed (VI, 18) her iki rivayetiyle rivayet etmiş olup, senedi hasendir. İbn Ebi Şeybe (IV, 135-138)'de diğer rivayet ile rivayet etmiştir. Müslim (III, 61), Ebu Davud (II, 70), Nesai (I, 285), Beyhaki (IV, 2-3) diğer yoldan Sümame'den ona yakın fakat ondan daha muhtasar olarak rivayet etmişlerdir.

 

[7] Hadisi Taberani, el-Mucemu'l-Kebir (XIX, 352, 823)'de rivayet etmiştir. Senedi sahihtir. Mecmau'z-Zevaid'de "ravileri sahih hadisin ravileridir" demektedir.

 

[8] Hadisi Müslim (III, 62), Ebu Davud (II, 71), Nesai (I, 287), İbn Mace (I, 484), Beyhaki (IV, 79), Ahmed (II, 311, 389, 444)'de rivayet etmişlerdir. Diğer rivayet onun kaydettiği (II, 528) rivayetlerden birisidir.

 

[9] Bu hadisi İbn Ebi Şeybe (IV, 133), İbn Mace (I, 474)'de el-Busiri'nin, ez-Zevaid (k. 98/1)'de belirttiği üzere sahih bir isnad ile rivayet etmişlerdir. el-Münziri de, et- Terğib'de senedi ceyyiddir demiştir.

 

[10] Hadisi Müslim (III, 62)'de ve üç Sünen sahibi ile başkaları rivayet etmişlerdir. Bu hadisin İbn Abbas'ın rivayet ettiği bir şahidi daha bulunmaktadır. Bunu da ed- Dıya el-Makdisi, el-Ahadiysu'l-Muhtare'de zikretmiş olup, bu hadisin senedi ile ilgili olarak "Tahric-u Sıfat-i Salâti'n-Nebi" adlı eserde, sonra da "Tahziru's-Sacid" (s. 121)'de gerekli açıklamaları yapmış bulunuyorum.

[11] Hadisi el-Bezzar (441-442-443)'de Enes'den gelen rivayet yollarıyla zikretmiştir. el-Heysemi, Mecmau'z-Zevaid (II, 27)'de: "Ravileri sahih hadisin ravileridirler" demektedir. İbnu'l-Arabi bu hadisi Mucem (235/1)'de, Taberani, el-Evsat (I, 280)'de, Dıya el- Makdisi, el-Ahadiysu'l-Muhtare (79/2)'de rivayet etmişler ve: "Cenazeler üzerine..." fazlalığını eklemişlerdir.

 

[12] Hadisi Buhari (I, 420), Müslim (II, 187), Ahmed (no: 4511, 4653 ve 6045)'de rivayet etmişlerdir.

[13] Ben Tahtavi'nin hatası ve sözü edilen istisnayı yapmaktaki çelişkisi ile ilgili geniş açıklamaları es-Semeru'l-Müstetab fi Fıkhi's-Sünneti ve'l-Kitab adlı eserimde genişçe açıklamış bulunuyorum.

 

[14] Hadisi Buhari (I, 422, VI, 386, VIII, 112), Müslim (II, 67), Nesai (I, 115), Darimi (I, 326), Beyhaki (IV, 80), Ahmed (I, 218, VI, 34, 229, 275)'de rivayet etmiş olup, fazlalık Müslim, Darimi ve başkalarına aittir.

 

[15] Hadisi Buhari (III, 156, 198, VIII, 114), Ebu Avane (II, 399), Ahmed (VI, 80, 121, 255)'de yine Ahmed (VI, 146, 252)'de bu hadisi Aişe (r.anha)'dan bir başka rivayet yoluyla da zikretmektedir.

 

[16] Hadisi Buhari (I, 322), Müslim, Ebu Avane (II, 400), Ebu Davud (II, 71), Beyhaki (IV, 80), Ahmed (II, 284, 366, 396, 453, 518)'de rivayet etmişlerdir. İkinci rivayet Ahmed'e, Müslim'e ve Ebu Avane'ye ait olup, bu rivayet Ebu Hureyre'den gelen bir başka yolla zikredilmiştir.

 

[17] Hadisi Ahmed (II, 246), İbn Sad, Tabakat (II, 362), Ebu Ya'la (6681), el- Humeydi (1025), Ebu Nuaym, el-Hilye (VII, 317)'de sahih bir isnad ile rivayet etmişlerdir.

 

[18] Kütüb-ü Sitte arasında hadisi sadece Müslim (II, 67-68) rivayet etmiştir. Bu hadisi Şevkâni (II, 114)'de Nesai'ye de nisbet etmektedir. Onun Nesai'nin es-Sünenu'l- Kübra'sını kastetmiş olması muhtemeldir fakat ez-Zehair (el-Mevruse) adlı eser bu hadisi yalnızca Müslim'e nisbet etmektedir. Evet bu hadisi Ebu Avane, Sahih (II, 401)'de rivayet etmiş ve fazlalık da ona aittir. Daha sonra ben bu hadisi Nesai'nin es-Sünenu'l-Kübra'sının tefsir bölümünde (143) gördüm.

 

[19] Hadisi Ahmed (no: 3844, 4143, 4144, 4342)'de Abdullah b. Mesud'dan gelen iki ayrı hasen sened ile rivayet etmiştir. Ayrıca Taberani, el-Kebir (10. 413), İbn Ebi Şeybe (III, 345), İbn Hibban, Sahih (340 ve 341), İbn Huzeyme (789)'de rivayet etmişlerdir. İbn Teymiye: "Senedi ceyyiddir" demiştir. el-Heysemi hadisin Müsned'de bulunduğunun farkına varamamış, sadece Taberani'ye nisbet etmiş, sonra da (II, 27)'de: "İsnadı hasendir" demiştir.

 

[20] Hadisi Buhari (I, 416, 422), Müslim (II, 66-67), Nesai (I, 115), aynı şekilde Ebu Avane (II, 400-401), Beyhaki (IV, 80) -anlatım bu son ikisine ait-, Ahmed (VI, 51), İbn Ebi Şeybe (IV, 140)'da rivayet etmişlerdir. İki fazlalık Buhari ve Müslim ile başkaları tarafından zikredilmiştir.

[21] Hadisi Ebu Davud (I, 319), Ahmed (II, 367) hasen bir sened ile rivayet etmişlerdir. Hadis Müslim'in şartına uygundur. Bu hadisin değişik yolları ve şahidleri bulunduğundan ötürü sahih bir hadistir. Bunun Ebu Hureyre'den gelmiş, Ebu Nuaym, el-Hilye (VI, 283)'de bir başka rivayet yolu daha vardır. Ayrıca Süheyl'den güçlü bir sened ile mürsel bir şahidi de bulunmaktadır.

[22] Bu hadisi Ebu Avane Sahih'inde (I, 414), Ebu Davud, Sünen'inde (no: 465) rivayet etmişlerdir.

[23] Hadisi Buhari -birinci lafız ile-, Müslim diğer lafız ile Ebu Hureyre'den ikinci bir rivayet yoluyla rivayet etmiştir. Birinci rivayet yoluyla da Sünen sahibleri ve başkaları rivayet etmiştir. Hadisin Ahmed (II, 501), Darimi (I, 330)'de kaydettikleri üçüncü bir rivayet yolu daha vardır. Ben bu hadisi etraflı bir şekilde es-Semeru'l-Müsteta adlı eserimde tahric etmiş bulunuyorum.

 

[24] Hadisi Tayalisi (1348), Ahmed (VI, 6) -anlatım ona ait-'de rivayet etmişlerdir. Senedi sahihtir. Ahmed'in bunu kaydettiği iki yolu daha vardır. Bunlardan birincisinin senedi hasendir, diğerininki sahihtir. Bu hadisi Malik, Nesai ve Tirmizi -sahih olduğunu belirterek- üçüncü bir yoldan rivayet etmişlerdir. Şu kadar var ki ravilerden birisi hadisin senedinde hata ederek onu Basra b. Ebi Basra'nın Müsned'i olarak değerlendirmiştir. Lafzında da: "Binekler harekete getirilmez" diyerek hata etmiştir. Bu hadisi Ebu Ya'la, Müsned-u Ebu Hureyre (k. 296/1)'de ondan gelen bir başka rivayet yoluyla zikretmiştir.

 

[25] Hadisi el-Ezraki, Ahbar-u Mekke (s. 304)'de ravileri sahih ravileri olan sahih bir senedle rivayet etmiştir. Bu hadisin (Peygambere ait olan) merfu bölümünü Taberani, el-Mucemu'l-Kebir (13.283)'de bir başka yoldan rivayet etmiş olup, el-Heysemi bunu Mecmau'z-Zevaid (IV,4)'de kaydetmiş ve ayrıca hadisi "el-Evsat"a da nisbet ettikten sonra: "Ravileri sikadırlar"demiştir.Aynı şekilde bu hadisi el-Fakihî, Tarih-u Mekke (1207), İbn Mace (1410)'da İbn Amr'dan rivayet etmişlerdir.

[26] (el-Furkan, 25/18)

 

[27] Hadisi Ebu Davud (2675)'de, İbn Mesud'un rivayeti olarak, Darimi (II, 222)'de Ebu Hureyre'nin rivayeti olarak zikretmektedir.

 

[28] Hadisi Müslim rivayet etmiştir.

 

[29] Müslim rivayet etmiştir.

 

[30] Fethu'l-Allam (I, 310)'de bunun akabinde şunları eklemektedir:

 

[31] Mecmuatu'r-Resail el-Kübra'da yer alan Menasiku'l-Hac (III, 390) kitabı gibi.

[32] Bk. Sahihu't-Terğib (322) ile el-Mişkat (696)

 

[33] 10 Bk. Sahih-u İbn Mace (1411)

[34] Hadisi Buhari (I, 1/150), Ebu Davud (II, 69), İbn Mace (I, 492), Tahavi, Müşkilu'l-Asar (II, 108), İbn Hibban, Sahih (no: 776, mevarid), İbnu'l-Carut, el-Munteka (s. 551), İbn Sad, Tabakat (VIII, 481), Temmam, el-Fevaid (k. 253/1), Hennad, Zühd (II, 561/1169), Darakudni, Sünen (367), Beyhaki (IV, 58), Ahmed (VI, 58, 105, 168, 200,264) -lafız da ona ait-, Ebu Nuaym, el-Hilye (VII, 95), Hatib, Tarih-u Bağdad (XII, 106,XIII, 120), Amra'dan, o Aişe'den değişik yollarla rivayet etmiştir.

[35] Hadisi Buhari, Müslim ve başkaları Enes yoluyla rivayet etmişlerdir, anlatım da ona aittir. Buhari de Aişe (r.anha)'dan rivayet etmiştir. Köşeli parantez arasındaki ifadeler onun rivayetindendir. Ben bu iki hadisin de yer aldığı kaynakları es-Semeru'l-Müstetab adlı eserinde göstermiş bulunuyorum.


 


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol