Kur'an ve Sünnet
   
 
  DEFİN VE DEFİN SONRASI YAPILACAK İŞLER:

DEFİN VE DEFİN  SONRASI 

YAPILACAK  İŞLER:

-87- Kâfir dahi olsa ölenin defnedilmesi icab eder. Bu hususta iki hadis-i şerif vardır:

 

 

Birinci hadis aralarında Ebu Talha el-Ensari -ki anlatım ona ait-'nin de bulunduğu Peygamber (s.a)'ın ashabından bir topluluktan rivayet edilmiştir:

 

"Rasûlullah (s.a) Bedir günü emir vererek Kureyş'in ileri gelen kâfirlerinden ondört kişi [ayaklarından sürüklendiler] ve Bedir'deki kuyulardan oldukça berbat ve kötü bir kuyuya [biri diğerinin üstüne] atıldılar. [Ancak Umeyye b. Halef atılmadı. Çünkü o zırhı içerisinde şişmiş ve zırhını büsbütün doldurmuştu. Onu yerinden oynatmak istediler. Birbirinden dağılacağı görülünce onu olduğu gibi bıraktılar ve üzerine cesedi görülmeyecek şekilde toprak ve taş yığdılar.] Peygamber (s.a) bir kavmin yakınlarına vardığı vakit oranın geniş düzlüğünde üç gece ikamet ederdi.

 

Bedir'in üçüncü günü olunca bineğinin yüke hazırlanmasını emretti. Sonra yürüyerek yola koyuldu. Ashabı da peşinden gittiler ve: Herhalde bir ihtiyacını görmek için gidiyor dediler. Nihayet kuyunun ağzı başında durdu ve onların ve babalarının isimlerini söyleyerek [onlar leş haline gelmişken] yüksek sesle seslenmeye başladı: [Ey Ebu Cehil b. Hişam, ey Utbe b. Rebia, ey Şeybe b. Rabia, ey Velid b. Utbe] Allah'a ve Rasûlüne itaat etmiş olmak sizi sevindirir miydi? Şüphesiz bizler Rabbimizin bize vaadettiğinin hak olduğunu gördük. Sizler de Rabbinizin size vaadettiğinin hak olduğunu gördünüz mü? (Ebu Talha) dedi ki: [Ömer, Peygamber (s.a)'ın söylediklerini duydu] ve dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü sen ancak ruhları bulunmayan birtakım cesetlerle konuşuyorsun. [Acaba onlar duyuyorlar mı? Aziz ve celil olan Allah: Sen ölülere sesini işittiremezsin] (diye buyurmuyor mu?) Bunun üzerine

 

Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: Muhammed'in canı elinde olana yemin ederim ki sizler benim bu sözlerimi onlardan daha iyi duyuyor değilsiniz. [Allah'a yemin olsun] [şu anda onlar benim kendilerine söylediklerimin hakkın ta kendisi olduğunu artık biliyorlar], (bir rivayette: Şüphesiz onlar şu anda işitmektedirler.) [Şu kadar var ki onlar bana hiçbir şekilde cevap veremiyorlar.] Katade dedi ki: Allah onları [onun için] diriltti ve onlara söylediği sözlerini onları azarlamak, küçültmek, intikam almak, hasret ve pişmanlık duymalarını sağlamak için işittirdi." [1]

 

 

Dördüncü ve beşinci fazlalık onlar [(Nesai, Müslim ve Ahmed'den ibaret olan) üçünü kastediyorum] tarafından kaydedilmiş ancak üçü de Velid b. Utbe yerine Umeyye b. Halef adını vermişlerdir. Ancak bu ravilerden birisinin bir hatasıdır. Çünkü Umeyye ikinci fazlalığın delalet ettiği gibi kuyuya atılanlardan değildir. Bu ileride hasen bir senedle geleceği üzere Aişe'nin rivayet ettiği bir hadistedir. Yine bu üçü altıncı ve onuncu fazlalığı kaydetmektedirler. Onbirinci fazlalığı da Ahmed zikretmektedir.

 

İkinci Ömer b. el-Hattab'dır. Bu hadisi ondan yine Enes buna yakın ifadelerle rivayet etmiştir. Bu rivayette ikinci fazlalık yer almaktadır. Bunu Müslim, Nesai ve Ahmed (no: 182)'de rivayet etmiştir. Üçüncü şahıs Abdullah b. Ömer'dir. İkinci rivayet ona aittir. Dokuzuncu fazlalık da onda mevcuttur. Bunu Buhari (VII, 242-243), Ahmed (no: 4864, 4958, 6145)'de rivayet etmiştir. Onun kaydettiği bir rivayette de şöyle denilmektedir:

 

"Ben bunu Aişe'ye zikrettim de şöyle dedi: O yanılmıştır [İbn Ömer'i kastetmektedir]. Rasûlullah (s.a) onlar şu anda ...." demişti. Bu rivayetin senedi hasendir. Önceden geçtiği üzere ikinci fazlalık da bu rivayette bulunmaktadır.

 

Şunu belirtelim ki ilim adamları İbn Ömer (r.a)'ın rivayet ettiği Peygamber (s.a): "Şüphesiz onlar şu anda işitmektedirler." dediğine dair rivayetinin doğru olduğunu kabul etmişler ve Aişe (r.anha)'ın onun hakkında kullandığı: "Yanılmıştır" ifadesini reddetmişlerdir. Çünkü İbn Ömer bir olayı olumlu olarak isbat etmekte, o ise nefyetmektedir. Ayrıca bu hususta İbn Ömer tek başına bu olayı rivayet etmiş değildir. Az önce geçtiği gibi babası Ömer, Ebu Talha ve Fethu'l-Bari'de belirtildiği üzere başkaları da ona mutabaat etmişlerdir. Geniş açıklama isteyenler oraya başvurabilirler. Doğrusu cemaatin naklettiği rivayetin doğru olduğu Aişe'nin de naklettiği rivayetin doğru olduğudur. Çünkü hepsi sikadırlar ve iki rivayet arasında çelişki bulunmamaktadır.

 

Hadisin anlatımında yaptığımız üzere bu rivayetlerin biri diğerine eklenebilir. Diğer taraftan bu hadisi Ahmed (VI, 276), İbn Hişam, es-Siyre (II, 74)'de hasen bir senedle rivayet etmişlerdir. Üçüncü fazlalık bu rivayette yer almaktadır.

 

Ali (r.a)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ebu Talib vefat edince Peygamber (s.a)'a gidip şöyle dedim: Senin o yaşlı [sapık] amcan ölmüş bulunuyor. [Onu kim gömsün] Peygamber: Git onu göm dedi. Yanıma gelinceye kadar da başka hiçbir şey yapma. [(Ali) dedi ki: O müşrik olarak öldü. (1) Git onu göm diye buyurdu.]  (2)  (Ali) dedi ki: Onu gömdüm, sonra ona gittim. Git guslet, sonra yanıma gelinceye kadar hiçbir şey yapma dedi. (Ali devamla) dedi ki: Guslettim sonra onun yanına gittim. (Ali) dedi ki: Bana bazı dualar yaptı ki onların karşılığında kırmızı ve siyah tüylü develere sahib olmak beni sevindirmez. (Hadisi Ali (r.a)-'den rivayet eden) dedi ki: Ali ölüyü yıkadı mı kendisi de guslederdi."[2]

 

(1) Bu ifadeler Ebu Talib'in kâfir bir müşrik olduğu hususunda açıktır. Bu hususta pekçok hadis vardır. Bunlardan birisi de Said b. Hazm'ın rivayet ettiği 60. meselede geçen hadistir. Hafız buhadisin şerhinde şunları söylemektedir: "Rafizilere mensub birisinin derlediği bir hadis cüzüne vakıf oldum. Bu cüzünde Ebu Talib'in müslüman olduğuna delalet eden güvenilemeyecek kadar gevşek çokça hadis kaydetmiştir. Bunların hiçbirisi de sabit değildir. Başarı Allah'tandır. Ben bunu el-İsabe adlı eserimde Ebu Talib'in biyografisini anlatırken özetledim."

 

(2)  Bu hadiste dikkat çeken hususlardan birisi de Peygamber (s.a)'ın müşrik olan babasının vefatı dolayısıyla Ali (r.a)'ı taziye etmediğidir. Dolayısıyla müslüman bir kimsenin kâfir olan bir yakınının vefatı dolayısıyla taziye edilmesinin meşru olmadığına delil olabilir. Kâfirlerin kendileri gibi kâfir olan ölüleri dolayısıyla taziyesinin caiz olmayacağına ise öncelikli olarak delildir. Bunun da isnadı aynı şekilde sahihtir. Ravilerinin hepsi sika ravi olup, Buhari ve Müslim'in ravileridirler. Tek istisna Naciye b. Kâb'dır. el-İcli, es-Sikat adlı eserinde" [3]   şunları söylemektedir: "Kufeli olup, tabiîndendir ve sikadır." Hafız İbn Hacer, et-Takrib'de: "Sikadır" demiştir. Nevevi'nin el-Mecmu (V,81)'de söyledikleri: "Hadisi Ebu Davud ve başkaları rivayet etmiş olup, senedi zayıftır" sözüne gelince: Bu söz reddolunur. Çünkü bunun neye dayanarak söylendiğini bilmiyoruz. Ancak o bununla Ebu İshak'ın rivayetini kastetmesi müstesnadır. Ebu İshak ise Ebu İshak es-Sebii diye bilinen kişidir. O yaşı ilerledikten sonra hafızası değişikliğe uğradı. Eğer kasıt bu ise buna iki bakımdan cevap verilebilir:

 

A…Evvela bu Süfyan es-Sevri'nin ondan naklettiği bir rivayettir. Süfyan ise bu hususta insanların işini en sağlam tutanlarıdır. Tehzib'de olduğu gibi.

 

B…Ebu İshak tek başına (münferiden) bu hadisi rivayet etmiş değildir. Aksine az önce geçtiği gibi hadis birinci rivayet yoluyla da gelmiştir. Nevevi merhum bu rivayeti görmemiş ya da hadis hakkında sözünü söylerken hatırlamamış olabilir. Hadisin zayıf olduğunu söylerken Beyhaki'ye de dayanmış olabilir. Çünkü Hafız (İbn Hacer), et-Telhis (V, 149-150)'de bu hadisi Ahmed, Ebu Davud, Nesai, İbn Ebi Şeybe, Ebu Ya'la, el-Bezzar ve el-Beyhaki'ye,Ebu İshak yolu ile gelen bir rivayet olarak nisbet ettikten sonra şunları söylemektedir: "Beyhaki'nin sözünün odaklaştığı nokta bu rivayetin zayıf olduğudur. Ancak ne bakımdan zayıf olduğu açıkça ortada değildir. Rafiî: Bu sabit ve meşhur bir hadistir demiştir. O bu ifadelerini el-Emali adlı eserinde kaydetmektedir." Fethu'l-Bari (VII, 154)'de bu hadisin İbn Huzeyme ve İbnu'l-Carut tarafından da rivayet edildiğini zikreder.

 

Ek bir bilgi: Bu hadisi Beyhaki: "Müslüman akrabaları olan müşrikleri yıkayabilir, cenazesinin peşinden gidebilir, onu defnedebilir fakat üzerine namaz kılamaz." bahsinde zikretmektedir. Görüldüğü gibi hadiste yıkamaktan başka başlıkta sözettiklerinden herhangi birisi bulunmamaktadır. Hafız (İbn Hacer) onun bu sözleri ile alakalı olarak şunları söylemektedir: "Bir uyarı: Bu hadisin rivayet yollarının hiçbirisinde Ali (r.a)'ın onu yıkadığı açıkça ifade edilmemektedir. Ancak bu: "Bana emir vermesi üzerine ben de guslettim" ifadesinden çıkartılabilirse müstesna. Çünkü gusletmek ölünün yıkanmasından dolayı meşru kılınmıştır. Defnedilmesinden dolayı değil. Ancak Beyhaki de, başkası da ancak ölenin yıkanmasından dolayı gusletmeye dair delil göstermişlerdir. Bu hadisi Ebu Ya'la bir başka yoldan rivayet etmiş ve sonlarında şöyle denilmektedir: "Ali bir ölüyü yıkadı mı guslederdi."

 

Derim ki bu fazlalık aynı şekilde -az önce geçtiği üzere- Ahmed tarafından da, oğlu tarafından da kaydedilmiştir. Hafız'ın bunu nasıl görmediğine hayret edilir. Özellikle o görüldüğü üzere hadisi Ahmed'e de nisbet etmiştir. Diğer taraftan: "(Müşrikin) defnedilmesinden ötürü gusletmek meşru kılınmamıştır." ifadesi su götürür. Çünkü birisi şöyle diyebilir: Hadisin zahiri bunun meşruiyetine delalet etmektedir. Hadisin sonlarında görülen fazlalık da buna aykırı değildir. Çünkü o yeni bir cümledir, ondan öncekilerle bir ilgisi yoktur. Yani hadiste Peygamber (s.a) kendisine gusletmeyi emrettiği için Ali (r.a)'ın yalnızca ölüyü "Derim ki İbn Ebi Şeybe, Musannef'inde şu lafızlar geçmektedir:

 

"Derim ki:Senin kâfir yaşlı amcan öldü. Hakkındaki görüşün nedir? (Peygamber) buyurdu ki: Onu yıkayıp, gömmen görüşündeyim. Bir başka rivayette onu yıkadığı da varid olmuştur.

Bunu İbn Sad, Vakidi'den rivayet etmektedir."

 

"Derim ki: Vakidi yalancılıkla itham edilmiş metruk (hadisi alınmayan) bir ravidir. Dolayısıyla onun eklediği fazlalığın değeri yoktur. Ancak İbn Ebi Şeybe'nin eklediği: "Onu yıkamanı" ifadesi de münker bir ifadedir. Çünkü o bunu (IV, 142)'de Eclah'den, o eş Şabi'den diye mürsel bir yolla rivayet etmiştir. Bu mürsel bir rivayet olmakla birlikte Eclah nisbeten zayıf bir ravidir. Dolayısıyla onun da zikrettiği fazlalığın delil olacak bir tarafı yoktur.

 

 

-88- Müslüman bir kimse kâfir birisiyle, kâfir bir kişi de müslüman birisiyle defnedilmez.

 

Aksine müslüman müslümanların kabristanında, kâfir de müşriklerin kabristanında defnedilir. Peygamber (s.a) döneminde durum böyle idi ve bu günümüze kadar böylece devam edegelmiştir. Buna dair deliller arasında Beşir b. el-Hasasiye'nin rivayet ettiği hadis de vardır. O şöyle demiştir:

 

 

"Bir gün Rasûlullah (s.a) ile birlikte [onun elini tutmuşken] yürüdüğümüzde şöyle dedi: Ey el-Hasasiye'nin oğlu sen [artık] Allah'a karşı nasıl kızgın olabilirsin?  (4)  İşte Rasûlullah (s.a) ile birlikte yürüyorsun. [Zannederim: Elinden tutarak da dedi.] Ben dedim ki: Ey Allah'ın Rasûlü anam-babam sana feda olsun]. Ben [artık] Allah'a karşı öfkelenmemi gerektiren hiçbir şey yok. Allah bana hayır olan ne varsa hepsini vermiş bulunuyor. Sonra müşriklerin kabirlerinin yanından geçti, şöyle buyurdu: Gerçekten bunlar çok büyük bir hayrı ellerinden kaçırdılar. [Bir rivayette çokça hayır] dedi ve bunu üç defatekrarladı.Sonra müslümanların kabirlerinin yanından geçti, şöyle buyurdu: "Andolsun bunlar da çokça hayır elde ettiler. Bu sözlerini üç defa tekrarladı. O yürümekte iken gözü bir yere takıldı. Kabirler arasında ayağındaki terliklerle yürüyen bir adam gördü. Ey terlik giyen adam böyle olmuyor, terliklerini çıkart diye buyurdu. Adam baktı, Rasûlullah (s.a)'ı tanıyınca, ayakkabılarını çıkartıp onları bir kenara attı."

 

(4) Peygamber (s.a)'ın bu sözleri ona söylemesinin sebebi Beşir (r.a)'ın kendi kavmi yurdundan uzaklığı sebebiyle bir parça usanç göstermesi idi. Taberani, el-Kebir ve el-Evsat'ta bizzat Beşir'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Peygamber (s.a)'ın yanına gittim. Ona baki'de yetiştim. Şöyle buyururken dinledim: Mü'minler diyarının sakinlerine selam olsun. Bu sırada ayakkabı bağım koptu. Peygamber bana: Biraz çabuk ol dedi. Ben ey Allah'ın Rasûlü dedim. Bekarlığım uzadı, kavmimin yurdundan uzak kaldım. Şöyle buyurdu: Ey Beşir sen yüce Allah'ın seni Rabia'nın arasından alıp kurtarmış olması dolayısıyla ona hamdetmeyecek misin? Onlar eğer kendileri olmasa dünya içindekileriyle beraber harab olur gider görüşünde olan bir kavimdir. Heysemi, Mecmau'z-Zevaid (III, 60)'da: "Ravileri sikadırlar" demiştir.

 

 

Derim ki: Daha sonra hadisi el-Mucemu'l-Kebir (II, 45-46), el-Evsat (116, Mecmau'l-Bahreyn)'de ve İbn Asakir, Tarih (X, 170)'de Ukbe b. el-Muğire eş-Şeybani'nin rivayet ettiği yoldan duydum. eş-Şeybani dedi ki: Bize İshak b. Ebi İshak anlattı... O Beşir'den bu lafızlarla rivayet etti. Ancak o rivayette şöyle demektedir: "Kendileri olmasa..." Ukbe ve onun hocası İshak'ın biyografisini İbn Ebi Hatim (III, 1/316) ve (I, 1/323)'de zikretmiş ve haklarında herhangi bir cerh ve tadil ifadesi kullanmamıştır. Göründüğü kadarıyla her ikisini de İbn Hibban sika kabul etmiştir. es-Sikat adlı kitabına bakılabilir. Sonra bu hadisi ed-Daife (6035)'de tahricini yaptı."[4]

 

 

-89- Sünnet olan ölünün kabristanda defnedilmesidir.

 

Çünkü Peygamber (s.a) ölüleri Baki kabristanında defnederdi. Bu hususta gelen haberler mütevatirdir. Bunların bir bölümü de çeşitli vesilelerle daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Bunlar arasında bu açıklamalara en yakın rivayet ise bir önceki meselede kaydettiğimiz

 

İbnu'l-Hasasiye'nin rivayet ettiği hadistir. Seleften hiçbir kimsenin kabristan dışında defnedildiği nakledilmiş değildir. Bundan tek istisna Peygamber (s.a) efendimizin vefat ettiği hücresinde defnedildiğine dair gelen mütevatir rivayettir. Bu da Peygamber (s.a)'ınözelliklerindendir.

 

Nitekim Aişe (r.anha)'ın rivayet ettiği hadis buna delildir. O şöyle demiştir:"Rasûlullah (s.a) vefat ettiğinde onun defni hususunda ihtilaf ettiler. Ebu Bekir dedi ki: Ben Rasûlullah (s.a)'dan bir şey duymuştum hala onu unutmadım. O buyurdu ki: "Allah hiçbir peygamberin canını onun defnedilmesini sevdiği yerden bir başkasında almış değildir." Bunun üzerine onu yatağının bulunduğu yerde defnettiler."[5]

 

 

Derim ki lakin bu çeşitli rivayet yolları ve şahitlerinin bulunması itibariyle sabit bir hadistir.

 

a. Bu hadisi İbn Mace (I, 498-499), İbn Sad (II, 71), İbn Ady, el-Kamil (k. 94/2)'de İbn Abbas'tan, o Ebu Bekir'den yoluyla rivayet etmişlerdir.

 

b. İbn Sad ve Ahmed (no: 27)'de Ebu Bekir'den munkatı iki rivayet yoluyla zikretmişlerdir.

 

c. Malik (I, 230)'da rivayet etmiş, ondan da İbn Sad -belağ yoluyla (bana ulaştı) anlamında belağani sigası kullanılarak- rivayet etmişlerdir.

 

d. Hadisi İbn Sad sahih bir senedle Ebu Bekir'den muhtasar ve mevkuf olarak rivayet etmiştir. Bu da merfu hükmündedir. Aynı şekilde bu hadisi Tirmizi Şemail (II, 272)'de Peygamber (s.a)'ın vefatı olayını anlatırken rivayet etmektedir. Hafız İbn Hacer (I, 420) diyor ki:"Bunun senedi sahihtir fakat mevkuf bir rivayettir. Ondan önceki rivayet ise maksad noktasında daha açık ifadeler taşımaktadır. Peygamber (s.a)'ın odasında defnedilmesi onun özelliklerinden birisi olarak kabul edilirse başkası için bu uygulamanın nehyedilmiş olması uzak bir ihtimal olmaz. Hatta böyle bir nehy sözkonusu olur. Çünkü evlerde defnin devam etmesi o evleri kabristana çevirir ve bu durumda evlerde namaz kılmak da mekruh olur."

 

Buhari bu hususun mekruh oluşunu Peygamber (s.a)'ın şu buyruğundan çıkartmaktadır: "Evlerinizde namazınızın bir kısmını kılınız. Evleri kabir edinmeyiniz." O bu hadisi "kabristanda namaz kılmanın mekruhiyeti babı" başlığı altında İbn Ömer'in rivayet ettiği bir hadis olarak zikretmektedir. Hafız (İbn Hacer) diyor ki: "Müslim'deki Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadisin lafzı bu başlığın hadisinden daha açıktır. O da şöyledir: "Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz." Bunun zahiri evlerde kayıtsız ve şartsız olarak defnetmenin yasak olmasını gerektirmektedir."

 

 

-90- Sözü edilenlerden savaşta şehid düşenler istisna edilir.

 

Çünkü şehidler şehid düştükleri yerde defnedilirler, kabristana taşınmazlar. Cabir (r.a)'ın rivayet ettiği hadis bunu gerektirmektedir:

 

"Rasûlullah (s.a) Medine'den müşriklerle savaşmak üzere çıktı. Babam Abdullah dedi ki: Ey Abdullah'ın oğlu Cabir (oğlum) sen işimizin sonunun nereye varacağını öğreninceye kadar Medine'lilerin bekliyenleri arasında kalmanda senin için bir sakınca yoktur. Çünkü Allah'a yemin ederim ki eğer benden sonra geriye kız çocuklarımı bırakmayacak olsaydım, önümde öldürülmeni arzu ederdim. (Cabir) dedi ki: Ben bekleyenler arasında bulunuyor iken halamın babamı ve dayımı su taşımak üzere kullanılan bir deve üzerinde herbirisini bir tarafa bağlamış olarak geldiğini gördüm. Onlarla birlikte Medine'ye onları kabristanımıza defnetmek üzere girdi. Bu sırada şöylece nida eden bir adam gelip yetişti: Haberiniz olsun Rasûlullah (s.a) sizlere öldürülenleri geri götürmenizi ve onları ölüp yıkıldıkları yerde defnetmenizi emrediyor. Bunun üzerine biz de o ikisini (babamı ve dayımı) geri götürdük, öldürüldükleri yerde onları defnettik." [6]

 

 

 

-91- Aşağıdaki hallerde zaruret olmaksızın defin caiz değildir:

 

A. (Namaz kılmanın nehyolunduğu) üç vakitte defin: Ukbe b. Amir'in daha önce

kaydedilen şu lafızla naklettiği hadis:

 

"Üç vakit vardır ki Rasûlullah (s.a) bize o vakitlerde namaz kılmamızı ya da ölülerimizi gömmemizi yasaklıyordu. Güneş doğduğu vakitten itibaren yükselinceye kadar, öğle vakti tam tepede olduğu zamandan (batıya doğru) meyledinceye kadar ve güneş batmaya yüz tuttuğu vakitten, batıncaya kadar."

 

Hadisin sözünü ettiğimiz hususa delaleti açıktır. İbn Hazm, el-Muhalla (V, 114-115) adlı eserinde ve onun dışında başka ilim adamları bu kanaattedir. Uzak hatta batıl tevillerden birisi de şu açıklamadır: "Sahabenin: "Gömmemiz" namaz kılmamız anlamındadır şeklindeki açıklamadır. Ebu'l-Hasen es-Sindi dedi ki: Bunun uzak bir mana olduğu gayet açıktır. Bu mana hadisin lafzından hatıra gelen bir mana değildir. Birileri şöyle demektedir: "Gömmek defnetmek için kullanılır fakat birisinin üzerine namaz kılındığı zaman gömmek ifadesi kullanılmaz." Daha yakın ihtimal hadis Ahmed'in ve başkalarının belirttiği gibi ölü defnetmek bu vakitlerde mekruhtur şeklindeki görüştür."

 

Derim ki bu tevili İmam Nevevi de reddetmiştir fakat o bunu reddedeyim derken buna benzer bir başka tevile başvurmuş ve sabit olmayan bir iddiada bulunmuştur. Müslim'in şerhinde şunları söylemektedir:…"Kimisi şöyle demiştir: Burada gömmekten kasıt cenaze namazıdır. Ancak bu zayıf bir açıklamadır. Çünkü cenaze namazı icma ile bu vakitte mekruh değildir. Dolayısıyla hadisin icmaa muhalif bir şekilde tefsiri caiz değildir. Aksine doğrusu şudur. Hadisin manası ölüyü defnetme işini bu vakitlere kadar kasten geciktirmektir. Nitekim ikindi namazını özürsüz olarak güneş ışıklarının sarardığı vakte kadar kasten geciktirilmesi de mekruhtur... Eğer kasti olmayarak bu vakitlerde defin sözkonusu olursa mekruh olmaz."

 

Derim ki: Bu delili olmayan bir tevildir. Hadis mutlaktır, kasti olanı da olmayanı da kapsar. Doğrusu kasti olmasa dahi defnin caiz olmadığıdır. O halde kim bu vakitlerde defnetmek durumunda olursa, kerahet vakti çıkıncaya kadar beklemelidir. Cenaze namazının icma ile bu vakitlerde mekruh olmadığı iddiasına gelince, bu da -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- onun bir yanılmasıdır. Mesele ihtilaflıdır. Doğru olan ise varolduğu iddia edilen icmaa hilafen mekruh olduğudur, buna dair açıklama daha önce 89. meselede ilgili notta geçmiş bulunmaktadır.

 

B. Geceleyin defnetmek. Çünkü Cabir (r.a)'ın rivayet ettiği şu hadis vardır: "Peygamber (s.a) ashabından vefat eden ve pek uzun olmayan bir kefen ile kefenlenip, geceleyin defnedilen bir kimseden sözetti. Bunun üzerine Peygamber (s.a) bir kimsenin geceleyin üzerine namaz kılınmadan defnedilmesini yasakladı. İnsanın bunu yapmaya mecbur kalması hali müstesna."[7]

 

 

Derim ki birincisi hadisteki "yasakladı" ifadesinin zahirine daha yakındır. Çünkü

bu lafız (zecera) nehyetmek lafzından daha beliğdir. Çünkü bu lafzı onda aslolan haramlık olmakla birlikte mekruhluğa yorumlamak mümkündür. Burada ise bu lafzı mekruhluğa yorumlamayı gerektiren bir sebeb yoktur. Fakat sözünü ettiğimiz husus açısından hadisteki: "Üzerine namaz kılınmadıkça" ifadesinin açıklanması zordur. Çünkü bu ifade yine zahiri itibariyle namazı kılındıktan sonra geceleyin defnetmenin caiz oluşuna delalet etmektedir. Çünkü yasaklamaktan gaye budur. Eğer bu husule gelirse (yani namaz kılınırsa) yasak da kalkar. Fakat bunu da hadisteki: "Bir insanın buna mecbur kalma hali müstesna" sözü reddetmektedir. Buradaki işaret ismi (buna) yasak kılınan şeye aittir ki o da geceleyin defnetmektir. Bunun da ileride İbn Hazm'dan geleceği üzere pekçok sebebleri vardır.

 

Fakat bizler kişi üzerine namaz kılınmadan onu defnetmeye mecbur kılacak herhangi bir şekil düşünemiyoruz. Bu ihtimalin uzaklığını daha da arttıran husus şudur. Böyle bir şey "gece" kaydını faydasız hale getirmektedir. Çünkü namazdan önce defin geceleyin caiz olmadığı gibi gündüzün de caiz değildir. Şâyet mecburiyet (zaruret) dolayısıyla geceleyin caiz olursa yine aynı sebebten ötürü gündüzün de caiz olur ve bu hususta bir fark yoktur. O halde "gece" kaydının faydası nedir? Şüphesiz bu fayda geceleyin defnetmenin caiz olmadığı şeklinde başta güçlü kabul ettiğimiz hususu tercih etmedikçe güçlü bir şekilde ortaya çıkmaz.

 

Bunu şöylece açıklayabiliriz: Geceleyin defnetmek cenaze namazına katılacakların sayısının azalma ihtimalini doğurabilir. İşte gündüzün namazı kılınmadıkça geceleyin defnetmeyi de yasaklamaktadır. Çünkü gündüzün insanlar cenaze namazı kılmaya daha çok imkan ve vakit bulabilirler. Böylelikle üzerinde namaz kılacakların sayısı da çoğalmuş olur. Bu çokluk da şeriatin bu husustaki maksatlarındandır ve onların ölen hakkındaki şefaatlerinin kabul edilme ihtimalini daha da yükseltir. Daha önce 63. meselede açıklandığı gibi. Nevevi, Müslim şerhinde şunları söylemektedir:

 

"Cenaze namazı kılınıncaya kadar geceleyin gömmenin yasaklanması ile ilgili olarak sebebinin şu olduğu söylenmiştir: Gündüzün gömme işinde çok kimse hazır bulunabilir ve namazını kılarlar. Geceleyin ise ancak sayılı kişiler bulunabilir. Bir diğer görüşe göre onların bu şekilde hareket etmelerinin sebebi kefenin adiliği idi. Geceleyin bu görünmezdi. Bunu hadisin başı ve sonu desteklemektedir. Kadı (Iyad) her iki illet de sahihtir demiştir. Fakat göründüğü kadarıyla Peygamber (s.a) her ikisini de kastetmiş olmalıdır. (Kadı devamla) dedi ki: Bunun dışında başka açıklamalar da yapılmıştır."

 

 

Derim ki namaz kılanların azlığı ve kefenin adiliğinden utanmanın illeti teşkil ettiğini öğrendiğimize göre bundan şu sonuç çıkar. Eğer cenaze namazı gündüzün kılınır, sonra da bir mazeret dolayısıyla defni geceye kadar gecikecek olursa, gece vakti onu defnetmeye bir mani yoktur. Çünkü illet ortadan kalkmış ve namaz kılanların çokluğu olan gaye de tahakkuk etmiş olur. Buna göre sözü geçen amacı elde etmek için gündüzün ölüyü defnetmeyi geciktirmek caiz olur mu? San'ani, Subulu's-Selam (II, 166)'de bunu hasen (güzel bir iş) olarak görmüştür. Fakat ben bu görüşte değilim. Çünkü sözü geçen illet gece ile kayıtlıdır. Bunu gündüze kadar taşımak caiz değildir. Zira her iki zaman arasında büyük

bir fark vardır. Geceleyin namaz kılanların az olması tabii bir durumdur. Gündüz ise böyle değildir. Orada tabii olan çokluktur. Diğer taraftan bu çokluğun sınırı yoktur.

 

Dolayısıyla ölü geciktirildikçe çokluk da artar. Bundan dolayı riyakarlığı ve başkalarının işitmesini seven müreffeh bazı kimselerin -ölünün aleyhine dahi olsa- onu defnetmeyi bir ya da iki gün geciktirdiklerini ve bunu da cenazeyi uğurlayacakların mümkün olan azami fazla sayıyı bulmak için yaptıklarını görüyoruz. Eğer bunun caiz olduğunu söyleyecek olursak, bu şariin daha önce 17. meselede açıklandığı üzere cenazenin çabuklaştırılması emrine karşı belli bir ölçüsü bulunmayan çokluk illeti ile çıkılmış olur. İşte bu açıklamadan sonra hadis-i şerifteki: "Namazı kılınıncaya kadar" ifadesi ile ilgili olarak açıklanması zor olarak gördüğümüz hususa verilecek cevab da açıklık kazanmış olmaktadır. Çünkü maksadın cemaatin çokluğu için namazının gündüzün kılınması olduğu ortaya çıkmıştır. Çünkü "insanın buna mecbur kalması hali müstesna" ifadesindeki işaret ismi geceleyin defne aittir. İsterse o vakit namaz kılacaklar az olsun.

 

Mutlak olarak namazın terkedilmesiyle birlikte defne işaret değildir. Bu husus iyice düşünülmelidir çünkü düşünülmeye değerdir. Diğer taraftan Nevevi Müslim şerhinde şunları söylemektedir: "İlim adamları geceleyin defn etmekte farklı görüşlere sahibtirler. Hasan-ı Basri zaruret hali dışında mekruh görmüştür. Bu hadis bu hususta lehine gösterilen delillerdendir. Selef ve halefin alimlerinin cumhuru ise mekruh değildir demişler ve Ebu Bekir es-Sıddiyk (r.a) ile seleften bir topluluğun geceleyin defnolunmasını ve buna tepki gösterilmemesini ve ayrıca siyah kadının defni ile ilgili hadisi mescidi süpüren ve geceleyin vefat edip, geceleyin gömülen adamın hadisini delil göstermişlerdir.

 

Bu hadise göre Peygamber (s.a) ashabına adam hakkında soru sormuş, onlar: Geceleyin vefat etti, biz de onu geceleyin defnettik demişlerdi. Peygamber: Niye bana haber vermediniz diye sorunca, onlar: Karanlık idi demişler, Peygamber onlara karşı bir şey söylememişti. Bu hadis ile ilgili olarak da sözü geçen yasak namazın terkedilmesinden ötürü idi diye cevap vermişlerdir. Yoksa mücerred olarak geceleyin defnetmeyi yasaklamamıştır. O ancak ya namazın büsbütün terkedilmesi ya namaz kılanların azlığı, ya kefenin kötülüğü yahutta önceden de geçtiği üzere- hepsi dolayısıyla bunu yasaklamıştı."

 

Derim ki: Birinci cevap -o da bu yasağın namazın terki dolayısıyla olduğu şeklinde idi- doğru olamaz. Çünkü durum böyle olsaydı, daha önce açıklandığı üzere geceleyin defnetmek ile gündüzün defnetmek arasında bir fark olmazdı. Aksine doğru olan bu yasağın daha önce kadının da açıklamasında geçen iki sebebten ötürü olduğudur. Bundan dolayı İbn Hazm zaruret dışında geceleyin herhangi bir kimsenin defnedilmesinin caiz olmadığı görüşünü tercih etmiş ve buna bu hadisi delil göstermiştir. Sonra da geceleyin defnetmeye dair varid olmuş olan hadisler ile bu anlamdaki ashab-ı kirama dair rivayetleri el-Muhalla (V, 114-115)'de şöylece cevablandırmaktadır:

 

 "İster kendisi, ister bazı hanımları, isterse de ashabından geceleyin defnedilen herkes ancak bunu gerektiren bir zaruret dolayısıyla defnedilmiştir. Ya cenazeye gelecek olanların adına sıcaktan korkmak -ki bu Medine'de ileri derecededir-, ya cenazenin bozulması korkusu yahutta bunun dışında geceleyin defnetmeyi mübah kılan sebeblerden ötürüdür. Herhangi bir kimsenin onlar hakkında bunun dışında bir zan beslemesi helal değildir." Daha sonra geceleyin defnetmenin mekruh olduğunu Said b. el-Müseyyeb'den rivayet etmektedir.

 

Derim ki: Geceleyin defnedilenlerin bazıları üzerinde gündüzün cenaze namazı kılınmış olması mümkündür. O vakit az önce geçen açıklamalar ile çatışan bir taraf kalmaz. O da Peygamber (s.a) için tahakkuk eden durumdur. Peygamber (s.a)'ın namazını salı günü kıldılar, daha sonra çarşamba gecesi onu defnettiler. İbn Hişam'ın, Siyret'inde (IV, 314)'de İbn İshak'dan naklen zikrettiği gibi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

 

-92- Cenazeyi geceleyin defnetmeye mecbur olurlarsa,

 

Kandil kullanmak ve defin işlemini kolaylaştırmak için kabre kandili indirmek sözkonusu olsa dahi caizdir.

 

Buna delil İbn Abbas'ın rivayet ettiği şu hadistir:"Rasûlullah (s.a) bir adamı geceleyin kabrine yerleştirdi ve kabri içerisinde kandil

yak(tır)dı."[8]

 

Derim ki: Hasen bi gayrihi demek istemektedir. Bu da Tirmizi'ye has bir ıstılahtır. O "hasen bir hadistir" dedi mi bizzat kendisinin kitabının sonlarında yer alan "el-ilel"inde açıkça ifade ettiği gibi hasen li gayrihi hükmünü kasteder. İleride geleceği üzere bu hadisin bir şahidi de gelmiştir. Buna göre İbnu'l-Kattan'ın Tuhfetu'l-Ahvezi'nin müellifi tarafından nakledilen Tirmizi'nin bu hadise hasen demesi reddolunamaz. Şahid olan hadise gelince bu Cabir b. Abdullah'ın naklettiği bir hadistir. Bunu Ebu Davud (II, 63), Hakim (I, 368) ve Beyhaki (IV, 53)'de rivayet etmişlerdir. Hakim: "Müslim'in şartına göre sahihtir" demiş ve Zehebi de bu hususta ona muvafakat etmiştir. Nevevi onlara ek olarak el-Mecmu'da (V, 302) şunları söylemektedir: "Hadisi Ebu Davud da Buhari ve Müslim'in şartına uygun olan bir senedle rivayet etmiştir."

 

Derim ki: Bütün bunlar yanlışlıktır. Çünkü hadisin senedi Muhammed b. Müslim et-Taifi etrafında dönüp dolaşmaktadır. Kendisi her ne kadar bizzat sika birisi ise hıfzı itibariyle zayıf bir ravi idi. Bundan dolayı Buhari ve Müslim onun rivayetini delil göstermemişlerdir. Buhari ondan ancak talik yoluyla Müslim'de şahit göstermek için ondan rivayet kaydetmiştir. Hayret edilecek hususlardan birisi de Hakim ve Zehebi'nin bunu kısmen dahi olsa bilmekle birlikte el-Mizzi buradaki et-Taifi diye bilinen zatın Müslim'de sadece bir tek hadisinin bulunduğunu sözkonusu etmektedir. Hafız İbn Hacer şöyle demektedir: "Bu da Hakim'in açıkça ifade ettiği gibi Müslim'deki bir mutabaattır." Zehebi de ona dair mizandaki tercemesinde Müslim'in ondan mutabaat yoluyla rivayet naklettiğini açıkça ifade etmektedir.Bu hadisin Ebu Zerr'den ona yakın gelen rivayeti de bunun bir başka şahididir. Bu şahidi de Hakim ismi verilmeyen bir adamın yer aldığı bir sened ile rivayet etmiştir. Diğer ravileri ise sikadırlar.

 

 

 

-93- Kabrin derin kazılması, geniş tutulması ve güzel yapılması icab eder.

 

 

Bu hususta iki hadis-i şerif vardır: Birincisi Hişam b. Amir'den gelmektedir. O dedi ki: "Uhud gününde müslümanlardan isabet alıp, şehid düşenler düştü. Bu arada insanlar(dan kimisi) birtakım yaralar da aldı. [Biz ey Allah'ın Rasûlü dedik. Herbir kişi için bir mezar kazmak bize ağır gelir], [bize neyi emredersin?] Şöyle buyurdu: Kazınız, geniş tutunuz, [derin açınız] [ve güzel yapınız]. İki üç kişiyi de bir kabre defnediniz, Kur'ân'ı daha çok bilenlerini öne koyunuz. [(Hişam) dedi ki: Babam üçün üçüncüsü idi ve aralarında Kur'ân'ı en iyi bilenleri idi. O bakımdan öne geçirildi.]" [9]

 

 

Derim ki senedi Humeyd b. Hilal çevresinde döner dolaşır. Ondan Eyyub es- Sahtıyani üç yolla rivayet etmiştir: Birincisi ondan yani Humeyd'den (o Hişam b. Amir'den),

İkincisi ondan, o Ebu'd-Dehma'dan, o Hişam'dan, Üçüncüsü ondan, o Sad b. Hişam'dan, o babası Hişam'dan diye rivayet etmişlerdir. Birinci rivayet yolunda Süleyman b. el-Muğire de Humeyd'den bu senedle ona mutabaatta bulunmuştur."[10]

 

 

Üçüncü rivayet yolunda ona Cerir b. Hazim, bize Humeyd b. Hilal anlattı (haddesena), o Sad b. Hişam b. Amir'den diye mutabaat etmiştir. Bu rivayet yoluyla anılan üç muhaddis ile yine Ebu Davud ve ondan da Beyhaki (III, 414) rivayet etmişlerdir. Bu mutabaat dolayısıyla bu rivayet yolu bence daha tercihe değerdir. Ayrıca bu mutabaat birinci mutabaattan şu iki sebeb dolayısıyla daha tercih edilir: Birincisi Süleyman b. el-Muğire'nin rivayetini Müslim delil olarak almış, Buhari almamıştır. Buhari onun rivayetini başkası ile birlikte nakletmiştir. Halbuki Cerir b. Hazim böyle değildir. Hem Müslim, hem Buhari onun rivayetini delil almışlardır. İkincisi bu yolla gelen rivayette sikadan bir fazlalık vardır ki bu da muteberdir.

İşte bu hususta bu yolu tercih etmenin sebebleri arasındadır. Buna göre hadisin isnadı Tirmizi'nin dediği üzere sahihtir ve Buhari ile Müslim'in şartına uygundur.

 

Bu husustaki ikinci hadis ensardan bir adamdan şöyle dediğine dair gelen rivayettir: "Rasûlullah (s.a) ile birlikte ensardan bir adamın cenazesine katıldık. O sırada ben babamla birlikte gitmiş küçük bir çocuktum. Rasûlullah (s.a) kabrin kenarında oturdu. Mezar kazıcısına tavsiyede bulunarak [bir rivayette ona işaret ederek] şöyle diyordu: Baş tarafından geniş tut, ayaklar tarafından da geniş tut. Bunun cennette nice salkımları vardır."[11]

 

Derim ki her iki hadiste de emrin zahiri her iki hadiste sözkonusu edilen derin kazmak, geniş tutmak ve güzel yapmanın vücubunu ifade eder. Şafiîlerle diğerlerinin bilinen görüşleri ise derin kazmanın müstehab olduğudur. İbn Hazm ise el-Muhalla (V,116) bunun farz olduğunu açıkça ifade etmiştir.Derinliğin sınırı hususunda el-Mecmu ya da başka bir eserde görüleceği üzere fukahanın farklı görüşleri vardır.

 

 

 

-94- Kabrin laht şeklinde de şakk (yarmak)5 şeklinde de kazılması caizdir.

 

Çünkü Peygamber (s.a) döneminde her ikisi de uygulanmıştır. Fakat birincisi daha faziletlidir. Bu hususta bazı hadisler vardır: Birinci hadis Enes b. Malik'ten şöyle dediğine dair gelen rivayettir:

 

"Peygamber (s.a) vefat ettiğinde Medine'de laht şeklinde mezar kazan birisi ile yararak mezar kazan birisi vardı. Ashab Rabbimizden hayırlısını dileyerek biz her ikisine haber gönderelim, hangisi daha erken gelirse bu işi ona verelim. Her ikisine de haber gönderildi, laht şeklinde kabir kazan kişi geldi, bunun için Peygamber (s.a)'ın kabrini laht şeklinde kazıdılar." 5 Bu kelime laht veya luht diye telaffuz edilir. Kıble tarafından kabrin enine doğru açılması demektir. Yarmak (şakk) ise kabirin nehir yatağı gibi aşağı doğru kazılması demektir."[12]

 

Derim ki senedi Hafız'ın et-Telhis (V, 204)'de belirttiği üzere hasendir. Hadisin iki tane de şahidi vardır: Birincisi İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir. Bunu İbn Mace (I, 298), Ahmed (39 ve 3358), İbn Sad (II, 2/72), Beyhaki (III, 407)'de rivayet etmişlerdir.

 

Diğer şahit Aişe (r.anha)'dan gelmektedir. Bunu İbn Mace ve İbn Sad rivayet etmişlerdir. Herbirisinin de senedi Hafız'ın belirttiği üzere zayıftır. Fakat bunların birincisini şu lafızla bir başka rivayet yolu daha vardır:"Peygamber (s.a)'ın kabrine Abbas, Ali ve el-Fadl girdi. Ensardan bir adam onun lahtini düzeltti. Bedir günü şehidlerin kabirlerinin lahitlerini düzelten kişi de o idi."

 

Bunu Tahavi, Muşkilu'l-Asar (IV, 47)'de, İbnu'l-Carut (268), İbn Hibban (2161) - ve senedi sahihtir- rivayet etmişlerdir. İbn Abbas'ın Peygamber (s.a)'ın ifadesi olarak bir hadis sonra gelecek olan lahde dair bir başka rivayeti de vardır. Ayrıca Ali (r.a)'ın rivayet ettiği ve 97. meselede gelecek bir şahid daha vardır.

 

İkinci hadis Amir b. Sad b. Ebi Vakkas'ın babasından şöyle dediğine dair rivayeti: "Rasûlullah (s.a)'a yapıldığı gibi benim için de laht açınız ve üzerime kerpiçleri dikey olarak yerleştiriniz."[13]

Üçüncü hadis İbn Abbas'tan gelen rivayet olup, buna göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Laht bizim için, yarmak ise bizden başkaları içindir."[14]

 

Derim ki belkide hadisin şahidleri ve rivayet yolları dolayısıyla bu hükmü vermiş olabilir. Bu şahid ve rivayet yollarının bazıları: Cerir'den (Peygamber efendimize) merfu

olarak bunun gibi bir rivayet gelmiştir.

 

Bunu İbn Mace, Tahavi, Beyhaki, Tayalisi (669), Ahmed (IV, 357, 359, 362)'de Ebu'l-Yakzan, Osman b. Umeyr'den, o Zazan'dan, o Cerir'den diye rivayet etmişlerdir. Burada sözü edilen Osman, Hafız'ın belirttiği üzere zayıf bir ravidir. Fakat Tahavi bunu ikinci bir yoldan, Ahmed ise bunların dışında iki ayrı yoldan daha rivayet etmiştir. Böylelikle Cerir'in rivayet ettiği hadisin biri diğerini güçlendiren dört rivayet yolu vardır. Bunlar İbn Abbas'ın rivayet ettiği hadise katıldıkları takdirde onu pekiştirirler ve hadis hasen derecesine hatta sahih derecesine dahi yükselir. Nevevi, el-Mecmu (V, 287)'de şunları söylemektedir: "İlim adamları laht ve yarmak şeklinde kazılmış kabirlerde defnetmenin caiz olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Fakat eğer arazi toprağı çökmeyen cinsten sert ise daha önce kaydedilen deliller dolayısıyla laht daha faziletlidir. Şâyet toprağı çöken gevşek bir arazi ise yarmak daha faziletlidir."

 

 

-95- Bir kabirde zaruret halinde iki ya da daha fazla kişinin defnedilmesinde bir sakınca yoktur, onların daha faziletlileri öne alınır.

 

Bu hususta da birkaç hadis vardır. Birinci hadis Cabir b. Abdullah'tan dedi ki: "Peygamber (s.a), Uhud'da öldürülenlerden iki [ve üç] kişiyi bir tek kefen ile (kefeni aralarında bölüştürerek) kefenler  (6) sonra: Bunların hangisi Kur'ân'ı daha çok biliyordu diye sorardı. Onlardan birisine işaret edilecek olursa, onu lahtde [kardeşinden önce] öne geçirir ve şöyle derdi: Ben kıyamet gününde bunlara şahit olacağım dedi ve

 

(6) Kefen bezinin bir parçasına demek istiyor. İsterse bu parça bedeninin tamamını örtmesin. onların kanlarıyla defnedilmelerini emretti. Yıkanmadılar ve üzerlerine namaz da

kılınmadı. [Cabir dedi ki: Babam ve amcam” (7)  o gün aynı kabirde gömüldüler.]"[15]

 

 

İkinci hadis Ebu Katade'den bu olayda hazır bulunduğunu belirterek dedi ki: "Amr b. el-Cemuh, Rasûlullah (s.a)'a gelip şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasûlü ne dersin? Eğer ben öldürülünceye kadar Allah yolunda çarpışacak olursam, şu ayağımla sağlıklı olarak cennette yürüyebilecek miyim? Onun ayağı topal idi. Rasûlullah (s.a): Evet diye buyurdu. Uhud günü o kardeşinin oğlu ve onlara ait bir azadlı ile birlikte öldürüldüler. Rasûlullah (s.a) onun yanından geçerken şöyle buyurdu: Sanki ben şu ayağımla sağlıklı olarak cennette yürürken seni görür gibiyim. Rasûlullah (s.a)'ın verdiği emir üzere o kardeşinin oğlu ve azadlıları tek bir kabre gömüldüler." Hadisi Ahmed (V, 299), Hafız (III, 168)'de belirttiği gibi hasen bir senedle rivayet etmiştir.

 

Üçüncü hadis Cabir (r.a)'dan gelen ve daha önce kaydettiğimiz babasının şehid düşmesiyle ilgili kıssadır. Bu kıssanın sonlarında şu ifadeler yer almaktadır: "...İlk öldürülen kişi o oldu. Aynı kabirde onunla bir başka kişi daha defnedildi..." Bu hususta Hişam b. Amir'den gelen bir rivayette vardır. Onun naklettiği bu hadis 93. meselenin birinci hadisi olarak geçti. Enes b. Malik'ten gelen hadis de 37. meselede kaydedilmiş bulunmaktadır.

 

Derim ki: Bu hadislerde Kur'ân'ı bilen kimsenin açıkça bir fazilet sahibi olduğu görülmektedir. Hafız, Fethu'l-Bari (III, 166)'de şöyle demektedir: "Fıkıhı bilenler, zahidler ve diğer fazilet türlerine sahib olanlar da buna katılır." Şafiî, el-Umm (I, 245)'de şunları söylemektedir: "Darlık ve acele etmek gereği gibi zaruret hallerinde iki ya da üç ölü aynı kabre defnedilebilir. Onlardan kıble cihetinde olan kişi daha faziletlileri ve yaşlılarının olmasına bakılır. Hiçbir şekilde kadının erkekle birlikte defnedilmesini hoş görmüyorum. Eğer bu bir zaruret olur ve başka bir çare bulunamazsa o takdirde erkek kadının önünde, kadın da onun arkasında yerleştirilir. Kabirde erkek ile kadın arasında topraktan bir engel

oluşturulur."

 

 

-96- Ölüyü kabre indirme işini -ölü dişi dahi olsa- sadece erkekler üstlenir.

 

Bu hususta kadınlar işe katılmazlar. Bunun bazı sebebleri vardır:

 

1. Peygamber (s.a) döneminden bu yana görülegelen budur. Bu güne kadar müslümanlar hep böylece uygulayagelmişlerdir. Bu hususta 99. meselede Enes'in rivayet ettiği hadis gelecektir.

 

2. Erkeklerin bu işi yapabilme güçleri daha fazladır.

 

3. Eğer kadınlar bu işi üstlenecek olurlarsa, bunun sonucunda kendilerine yabancı olan erkekler önünde bedenlerin bir kısmının açılması sözkonusu olur. Bu da caiz değildir.

 

-97- Ölenin velileri onu kabre indirmekte daha bir hak sahibidirler.

 

Çünkü yüce Allah'ın: "Akrabalar  (8) Allah'ın kitabınca birbirlerine daha yakındırlar." (el-Enfal, 8/75)

 

(7)  İfadeden anlaşıldığı kadarıyla o babasının kardeşini kastetmektedir. Fakat durum böyle değildir. O bundan sonraki hadiste geçecek olan Amr b. el-Cemuh'u kastetmektedir. Cabir'in babasının arkadaşı ve kızkardeşi Amr kızı Hind'in kocası idi. Cabir'in ona amcam demesi, ona saygı duyduğundan dolayı olabilir. Nitekim Hafız İbn Hacer, Fethu'l-Bari'de böyle demiş ve bunu destekleyen birtakım rivayetler kaydetmiştir. (Bk. III, 168) buyruğunun genel kapsamı bunu gerektirmektedir. Ayrıca Ali (r.a) rivayet ettiği hadisinde şöyle demektedir:

 

"Ben Rasûlullah (s.a)'ı yıkadım. Ölüde görülen halleri görmek istedim de hiçbirisini göremedim. O hayatta iken de çok hoş ve temizdi, ölümünde de çok hoş ve temizdi. Onu defnedip, insanlara karşı onu örtme işini dört kişi yüklenmişti: Ali, Abbas, el-Fadl ve Rasûlullah (s.a)'ın azadlısı Salih (9) Rasûlullah (s.a)'ın kabri laht şeklinde kazıldı ve kerpiçler dikey olarak üzerine yerleştirdi."[16]

 

 

Hakim de Buhari ve Müslim'in şartına göre sahih olduğunu belirtmiş, bu hususta Zehebi de ona muvafakat etmiştir. Bu hadisin İbn Abbas tarafından nakledilen bir şahidi de vardır. Bu daha önce 94. meselede sözkonusu edilmişti. Bir diğer şahidi de Şabi'den mürsel olarak gelen bir rivayettir. Orada Rasûlullah (s.a)'ın azadlısı Salih'i sözkonusu etmemiştir. Bunu Ebu Davud (II, 69)'da ondan (Şabi'den) sahih bir senedle rivayet etmiştir. Yine Ebu Davud'un, Merhab'dan -yahutta İbn Ebi Merhab'tan- kaydettiği bir rivayet vardır: "Onlar (yani Ali, el-Fadl ve kardeşi) beraberlerinde Abdu'r-Rahman b. Avf'ı da aldılar. Ali işini bitirince: Kişini işini onun yakınları üstlenir." dedi. Merhab ya da İbn Ebi Merhab'ın sahabi olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır. (10)

 

Abdu'r-Rahman b. Ebza'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ben Ömer b. el-Hattab ile birlikte Medine'de Zeynep bt. Cahş'ın cenaze namazını kıldım. O önce dört tekbir getirdi. Sonra Peygamber (s.a)'ın hanımlarına haber göndererek: Onu kabre koyma işini kime emretmek isterler. (Abdu'r-Rahman) dedi ki: O bu işi bizzat kendisinin yapmasını daha çok arzu ederdi. Peygamberin hanımları ona şu haberi gönderdi: Bir bak hayatta iken onu kim görebiliyordu. Onu kabre yerleştirecek olan da o olsun. Ömer bunun üzerine: Doğru söylediniz dedi."[17]

 

 

-98- Kocanın hanımının defn işini bizzat üstlenmesi caizdir.

Çünkü Aişe (r.anha) şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a)'ın hastalığının başladığı günde yanıma girdi. Ben vah başım dedim. O şöyle dedi: Ben hayatta iken bunun olmasını çok arzu ederdim. O zaman seni hazırlar ve seni defnederdim. (Aişe) dedi ki: Ben kıskanç birisiyim dedi. Sanki seni hanımlarından birisi ile yeni damat olacaksın gibi bana geliyor. (Peygamber) şöyle buyurdu: Benim de başım çok ağrıyor bana babanı, kardeşini çağır da Ebu Bekir'in lehine bir yazı yazayım. Çünkü ben söyleyecek birisinin ya da temenni edecek bir kimsenin bu işe ben daha bir layıkım diyeceğinden çekiniyorum. Oysa Allah da, mü'minler de Ebu Bekir'den başkasını kabul etmez."[18]

 

 

Daha önce kaydettiğimiz Aişe'den gelen bir diğer rivayet yolu daha vardır. Erkeğin hanımını defnetmesinin caiz olduğunu Şafiîler kabul etmişler, hatta: O sözünü ettiğimiz kadının yakınlarından daha çok buna hak sahibidir. İbn Hazm bunun

 

(8) Akrabalar (ulu'l-erham) baba, babanın babaları, oğul, onun oğulları, sonra anne baba bir

kardeşler, sonra baba bir kardeşler, sonra onların oğulları, sonra baba anne bir amcalar, sonra baba bir amcalar, sonra onların oğulları, sonra kendisiyle evlenilmesi yasak olan herbir akraba gelir. el- Muhalla (V, 143)'da ve ona yakın ifadeler el-Mecmu (V, 290)'da böyledir.

 

(9) Lakabı Şukran'dır. Bk. İbn Hacer, Nuzhetu'l-Elbab (1674)

 

(10) Derim ki bu ve bundan önceki rivayet Şabi'nin mürsel rivayeti olup, Ali (r.a)'ın rivayet ettiği hadise güçlü bir şahittir. aksini söyleyerek kocayı bu husustaki hak sahibi olmak bakımından onlardan sonra kaydetmiştir. Az önce kaydettiğimiz âyetin genel ifadesi dolayısıyla bunun doğruya daha yakın olma ihtimali vardır.

 

 

-99- Fakat bunun için o gece hanımı ile ilişki kurmamış olması şarttır.

 

Aksi takdirde kocanın hanımını defnetmesi meşru olmaz. Ondan başkası onu defnetmeye daha layık olur. İsterse yabancı birisi olsun. Ancak onun için de belirtilen şart aranır. Çünkü

Enes b. Malik (r.a) rivayet ettiği hadiste şöyle demektedir: "Rasûlullah (s.a)'ın bir kızının cenazesinde bulunduk. Rasûlullah (s.a) kabrin başında oturuyordu. Gözlerinden yaş akmakta olduğunu gördüm. Sonra şöyle buyurdu: Aranızda bu gece [hanımına] yaklaşmamış  (11)  bir adam var mı? Ebu Talha: [Evet] ben ey Allah'ın Rasûlü dedi. (Enes) dedi ki: Ebu Talha indi. (Peygamber) buyurdu ki: Sen onun kabrine in. [O da onu kabrine yerleştirdi]."[19]

 

Yine Enes'den gelen bir başka rivayette şöyle demektedir: "Rukayye (r.anha) vefat ettiğinde Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: [Bu gece] ailesine yaklaşan herhangi bir erkek kabre girmesin. Bunun üzerine Osman b. Affan (r.a) kabre girmedi."[20]

 

 

Enes'den bir başka rivayet yoluyla kaydetmiştir. Anlatım Ahmed'e aittir, fazlalık da Hakim'e aittir. Hakim şunları da söylemektedir: "Hadis Müslim'in şartına göre sahihtir" ve dediği gibidir. Zehebi de bunu böylece kabul etmiştir. Şu kadar var ki bazı hadis imamları onun Peygamber efendimizin kızının adını "Rukayye" olarak vermesini kabul etmemiştir. Buhari, et-Tarihu'l-Evsat'ta şunları söylemektedir: "Ben bunun ne olduğunu bilemiyorum. Çünkü Rukayye, Peygamber (s.a) Bedir'de iken ölmüştü ve onun defninde hazır bulunmamıştı." Hafız, Fethu'l-Bari'de bu hususta Hammad b. Seleme'nin yanıldığının vefat edenin Osman'ın hanımı Um Külsum olduğunu tercih etmiştir. Ona başvurulabilir. Tahavi, Müşkilu'l-Asar'da bunu kesin olarak ifade eder ve şöyle der: "O (Um Külsum) hicretin dokuzuncu yılında vefat etmiştir."

 

Nevevi, el-Mecmu (V, 289)'da şöyle demektedir: "Bu hadis ölen kadın dahi olsa onu defnetme işini üstlenecek olanların erkek olmasını ön görenlerin delil gösterdiği hadislerdendir. Bilindiği gibi Ebu Talha (r.a), Peygamber (s.a)'ın kızlarına yabancı bir kimsedir. Fakat o hazır bulunanların salihlerinden idi. Orada Peygamber (s.a)'ın dışında ona mahrem bir erkek yoktu. Peygamber efendimizin kabrine inmekte belki bir mazereti bulunabilir. Kocasının durumu da öyle. Bilindiği gibi onun kızkardeşi Fatıma ve diğer mahremleri ile başka kadınlar da orada bulunuyordu. İşte bu kabre yerleştirmek ve defnetmek hususunda kadınların herhangi bir müdahalelerinin olmayacağına bir delildir."

 

Hafız (İbn Hacer), Fethu'l-Bari'de şunları söylemektedir: "Hadisten anlaşıldığına göre zevk ve lezzetlerden nisbeten uzak kalmış olan kimsenin ölüyü gömmek hususunda baba ve kocadan önce geldiğini göstermektedir. Bir diğer açıklamaya göre bundan dolayı onu tercih etmesine sebeb onun bu işi kendi iradesiyle yapmamış olmasıdır. Ancak bu su götürür bir açıklamadır. Çünkü ifadenin zahirinden anlaşıldığına göre onu bu sebebten ötürü tercih etmesi o gece cimada bulunmamış olmasıdır."

 

(11)  en-Nihaye'de belirtildiği üzere cimaı kastetmektedir. Tahavi ise herhangi bir delil göstermeden bu açıklamayı uzak bir ihtimal olarak görmüştür. Ona itibar edilemez.

 

Derim ki: Hadis bizim başta kaydettiğimiz hususlara açıkça delalet etmektedir. Merhum İbn Hazm (V, 144-145)'de böyle demektedir: Garib kaçan hususlardan birisi de benim vaktiyle gördüğüm yahutta bu sebeb dolayısıyla başvurduğum genel olarak bütün fıkıh kitabları ne olumlu, ne olumsuz bu meseleye değinmemiştir. Bu ise fakihin sünnet kitablarından müstağni kalamayacağına dair pek çok delil arasından sadece bir delildir. Mezheb taassubuna sahib birtakım kimselerin fıkıh kitabları, hadis kitablarına hatta Allah'ın kitabına dahi ihtiyaç bırakmadığını zannetseler dahi bu böyledir. Yüce Allah zalimlerin söylediklerinden alabildiğine yüce ve münezzehtir. Bk. Silsiletu'l-Ahadiysi's-Sahiha, I, 128-129

 

 

-100- Sünnet olan ölenin kabrin arka tarafından yerleştirilmesidir.

 

Çünkü Ebu İshak yoluyla gelen hadiste şöyle demektedir: "el-Haris cenaze namazını Abdullah b. Yezid'in kıldırmasını vasiyet etti. Abdullah onun cenaze namazını kıldırdı. Sonra onu kabre, kabrin ayak tarafından yerleştirdi ve: Bu sünnettendir dedi."[21]

 

 

Derim ki daha sonra buna İbn Abbas ve başkaları yoluyla gelen birtakım şahidler de rivayet etmekte ve şöyle demektedir: "Hicazlılar arasında meşhur olan işte budur." Daha sonra Peygamber (s.a)'ın kabre kıble tarafından yerleştirildiğine dair iki hadis nakletmekte ve bunların zayıf olduğunu belirtmektedir. Durum onun dediği gibidir. Şafiî -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bu hadislerin ikincisini yine metni itibariyle illetli kabul etmiş ve bunun ameli (pratik ve uygulama) bakımından mümkün olmadığını gerekçe göstermiştir. el-Umm (I, 241)'de şunları söylemektedir:

 

"Bizim arkadaşlarımızdan güvenilir kimselerin haber verdiğine göre Peygamber (s.a)'ın kabri eve girenin sağ tarafında ve duvara bitişik bir vaziyettedir. Lahdin kendi tarafından açıldığı duvar da odanın kıble cihetindedir. Onun lahdi de duvarın altına gelmektedir. Lahit duvara bitişik, üzerinde hiçbir şey durmayacak durumda iken kabrine enine nasıl yerleştirilebilir? Peygamberin ancak çekilmesi yahut kıble karşısından yerleştirilmesine imkan vardır. Ölüler ile ilgili durumlar ve onların kabirlerine yerleştirilmesi ölümün çokça görülen bir durum olması ve imamların mevcudiyeti, sika olan kimselerin hazır bulunmaları sebebiyle bize göre meşhur olan hadiseler arasındadır ve ölüm haklarında hadise gerek duyulmayacak genel işlerdendir.

 

Bu gibi haller ile ilgili hadis bütün insanların bunları bilmekle yükümlü tutulması gibi bir şeydir. Rasûlullah (s.a), muhacirler ve ensar ise herkesin herkesten nakli dolayısıyla adeta bizim aramızda bulunuyorlar. Bunlar ölünün bir şekilde çekilerek yerleştirileceği hususunda ihtilaf etmemişlerdir. Daha sonra bizim beldemizden başka bir yerden birisi  (12) bize geliyor ve ölüyü kabre nasıl yerleştireceğimizi öğretmek istiyor.  (13)  Sonra da bilmiyor. (Asılda

 

(12) Bu Ebu Hanife'nin hocalarından Hammad b. Ebi Süleyman'dır. Fethu'l-Kadir ve başka

eserlerde belirtildiği gibi.

 

Derim ki: Fakat zahir olan bu bizatihi Ebu Hanife'dir. Buna delil de Şafiî'nin bundan sonra gelecek olan: "Hatta Hammad'dan şu rivayet edilmiştir" şeklindeki ifadeleridir. Bu da açıkça bu kişinin Hammad'dan başka birisi olduğunu ve Ebu Hanife olduğunu göstermektedir.

 

(13) Bu mevkuf hadis ile diğer taraftan bundan önceki merfu hadisin delalet ettiği husus Ahmed'in kabul ettiği görüştür. Ashab-ı kiram'ın çoğunluğu da bu kanaattedir. el-İnsaf (II, 544)'da belirtildiği gibi. Bu görüş Hanefilerin görüşüne -az önce Şafiî'nin ifadelerinde de geçtiği üzere- muhaliftir. İbnu'l-Ğumam, Hanefilerin lehine İbn Abbas'ın şu hadisini delil gösterir: Peygamber (s.a) bir kabre girdi... Onu kıble tarafından aldı... Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiş ve: "Hasen bir hadistir" demiştir. İbnu'l-Numan (I, 470)'de şöyle demektedir: böyle, el-Mecmu'da ise el-Um'den naklen (razı olmuyor) şeklinde olup doğru olması muhtemel olan da bu ifadedir). Nihayet Hammad, İbrahim'den, Peygamber (s.a)'ın (kabre) enine yerleştirildiğini rivayet ediyor." Daha sonra Şafiî, İbn Abbas'ın ve diğerlerinin rivayet ettiği Rasûlullah (s.a)'ın başı tarafından alınarak (çekilerek) yerleştirildiğine dair hadisi zikretmektedir.

 

Derim ki: Bu hadisin ravileri sika raviler olup, Buhari ve Müslim'in kendilerinden hadis aldığı ravilerdirler. Bundan tek istisna Şafiî'nin hocasıdır, burada da meçhul olup adı verilmemiştir. Çünkü Şafiî: Sika bir kimse bize Amr'dan, o Ata'dan, o ondan (İbn Abbas'tan) haber verdi." demektedir.

 

İbn Siyrin'den de şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ben Enes ile birlikte bir cenazede bulunuyordum. Ölünün kabrin ayak tarafından çekilerek yerleştirilmesini emretti."[22]

 

 

 

-101- Ölü kabrinde sağ tarafına yüzü kıbleye doğru, başı ve ayakları kıblenin sağında ve solunda gelecek şekilde yerleştirilir.

 

Müslümanların Rasûlullah (s.a)'ın döneminden günümüze kadar uygulamaları hep bu şekilde devam edegelmiştir. Yeryüzündeki bütün kabristanlar da böyledir. el-Muhalla (V, 173) ve başka eserlerde bu şekildedir.

 

 

 

-102- Ölüyü lahdine yerleştirecek olan kişi:

 

"Bismillahi ve ala sünneti Rasûlullahi (Allah'ın adı ile ve Rasûlullah'ın sünneti üzere)" ya da: "... Milleti Rasûlullahi (Rasûlullah'ın dini üzere) (s.a)" der.

 

Buna delil İbn Ömer'in rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir: "Peygamber (s.a) ölüyü kabre koyduğunda şöyle derdi. (Bir lafızda: Peygamber (s.a) buyurdu ki: Ölülerinizi kabirlere koyduğunuzda deyiniz ki): Bismillahi ve ala sünneti (bir rivayette milleti) Rasûlullahi."[23]

 

 

Derim ki: Aksine bu durum hadisi hasen mertebesinden de aşağıya düşürür. Çünkü Haccac

müdellistir ve hadisi anâne ile rivayet etmiştir. Anâne yapan müdellisin hadisi ise ilim adamlarınca makbul değildir ve bu Beyhaki'nin daha önce meselenin başında işaret edildiği üzere zayıf kabul ettiği iki hadisten birisidir. Bundan dolayı Nevevi (V, 295)'de, Tirmizi'nin bu hadisi hasen olarak değerlendirmesini kabul etmeyerek şöyle demektedir: "Bu hadis hakkında Tirmizi'nin hasen bir hadistir şeklindeki sözü kabul edilemez. Çünkü Haccac

b. Artae muhaddislerin ittifakıyla zayıf bir ravidir."

 

Zeylai (II, 300)'de Tirmizi'nin sözünü naklettikten sonra şunları söylemektedir: "Onun bu sözü kabul edilmemiştir. Çünkü hadis Haccac b. Artae etrafında dönüp durmaktadır. O ise tedlis yapan bir ravidir ve bu rivayetinde sema (bizzat dinlediğini ifade eden tabirler) kullanmamıştır. Minhalin de zayıf olduğunu İbn Main söylemiştir..."

 

Derim ki: İşte hak olan budur. İnsaf sahibi olan kimseler bu hadisin zayıf olduğunu kabul etmişlerdir. Abdullah b. Yezid'in hadisi ise sahihtir. Garib hususlardan birisi şu ki İbnu'l-Ğumam bu hadisin sıhhatini kabul etmiş, fakat sahabinin sünnetin böyle olduğunu zannettiği bir fiil olduğunu gerekçe göstererek reddetmeye kalkışmıştır. O sahabinin: "Sünnet böyledir" şeklindeki sözünün -ondan daha önce 77. meselede naklettiğimiz üzere- müsned hadis anlamında olduğu görüşünde olmakla birlikte bunu söylüyor. Ayrıca 73. meseleye de bakılabilir. Orada taassubun bir başka türüne ashab-ı kiram'ın delilsiz olarak hataya düştükleri iddiası reddedilmektedir. İkinci rivayet Tirmizi, İbn Mace ve Hakim'in kaydettiği bir rivayet olup, Ahmed'in de rivayetlerinden birisidir. Her ikisinin de manası birdir. Tirmizi şöyle demektedir: "Hadis hasendir." Hakim ve Zehebi de ona muvafakat ederek: "Buhari ile Müslim'in şartına göre sahihtir" demiştir.

 

Derim ki: Hadis dedikleri gibidir. Bazılarının bu rivayeti mevkuf olarak nakletmelerinin buna zararı yoktur. Bunun da iki sebebi vardır: Birincisi bu hadisi merfu olarak rivayet eden sikadır ve bu da sikanın bir ziyadesidir, kabul edilmesi gerekir. Bunu şu husus desteklemektedir: İkincisi bu hadis bir başka yolla merfu olarak da rivayet edilmiştir.

Ya da (cenazeyi kabre koyan) şöyle der:

 

"Bismillahi ve billahi ve ala milleti Rasûlullahi (s.a): Allah'ın adıyla, Allah ile ve Rasûlullah (s.a)'ın dini üzere" der. Çünkü el-Beyadi (r.a)'ın Rasûlullah (s.a)'dan rivayetine göre şöyle buyurmuştur: "Ölü kabrine konulduğunda onu kabre koyanlar lahde bırakılacağı vakit: Bismillahi ve billahi ve ala milleti Rasûlullahi (s.a) desinler." Hadisi Hakim bundan önceki hadise şahid olarak rivayet etmiş olup, senedi hasendir.

 

 

 

-103- Kabrin yakınında bulunan kimselerin lahdin üzerinin kapatılmasından sonra her iki eliyle üç avuç toprak alıp, atması müstehabtır.

 

Çünkü Ebu Hureyre rivayet ettiği hadiste şöyle demektedir: "Rasûlullah (s.a) bir cenaze namazını kıldı. Sonra ölünün yanına vardı ve başı tarafından üzerine üç avuç (toprak) attı."

 

Hadisi İbn Mace (I, 474), Nevevi'nin (V, 292) hakkında: "Ceyyid" dediği bir isnad ile rivayet etmiştir fakat Hafız: "Zahirine göre sahihtir" demektedir. Daha sonra bu hadisin benim et-Talikatu'l-Ciyad adlı eserimde açıkladığım üzere ravilerinden birisinin anâne yapması ile illetli olduğunu zikretmektedir fakat hadis şahidleri sebebiyle kaviy (güçlü)dir. Hafız bu şahidleri et-Telhisu'l-Habir (V, 222)'de zikretmiş bulunmaktadır, dileyen oraya bakabilir.

 

Daha sonra değindiğimiz bu illetli kabul etmenin bir zararının olmadığını anladım. Nitekim bunu el-İrva (751)'de tahkik ederek gösterdim. Fukahanın müteahhirlerinden bazılarını birinci avuç toprağı atarken: "Minha halaknakum: sizi ondan yarattık", ikincisinde: "ve fi ha nuiydukum: sizi oraya iade ederiz", üçüncüsünde de: "ve minha nuhricukum tareten uhra: ikinci bir defa yine sizi oradan çıkartacağız." demenin müstehab olduğunu belirtmelerinin daha önce işaret ettiğimiz hadislerden herhangi birisinde aslı, dayanağı bulunmamaktadır.

 

Nevevi'nin (V, 293-294)'de söylediği şu sözlere gelince: "Buna Ebu Umame (r.a)'ın rivayet ettiği hadis delil gösterilebilir. O dedi ki: "Rasûlullah (s.a)'ın kızı Um Kulsum kabre yerleştirildiğinde Rasûlullah (s.a): "Sizi ondan yarattık, ona iade ederiz, bir kere daha yine ondan çıkarırız." (Taha, 20/55) diye buyurdu. Bu hadisi İmam Ahmed, Ubeydullah b. Zahr'ın, Ali b. Zeyd b. Cüd'am'dan, o el-Kasım'dan diye rivayet etmiştir. Üçü de zayıf rivayetlerdir fakat fezaile dair hadislere sened zayıf dahi olsa bu gibi hallerde başvurulabilir, terğib ve terhib de o hadisler gereğince amel edilir. Bu da onlardan birisidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Burada söylenenlere birkaç türlü cevap vermek mümkündür: Öncelikle hadiste müstehab olduğu ileri sürülen herhangi bir fazilete delalet eden bir taraf yoktur. Dolayısıyla senedi sahih dahi olsa kesinlikle delil olacak bir taraf bulunmamaktadır.

 

İkinci olarak sözü edilen fazilet şeriatte bu işin faziletli amellerden olduğu sabit olmadığından bu hadisle amel edilebilir çünkü bu amellerin faziletlerine dair bir hadistir denilemez. Aksine bu hadisle amel etmeyi caiz kabul etmek zayıf bir hadisle amelin meşruiyetini kabul etmektir. Çünkü bir şeyin meşru oluşunun asgari derecesi müstehab oluşudur. Bu da sahih bir delil ile olmadıkça sabit olmayan (mükelleflerin hükümlerini

ifade eden) beş hükümden bir hükümdür. İlim adamlarının ittifakı ile zayıf hadisin bu

hususta bir faydası yoktur.

 

Üçüncüsü hadis oldukça zayıftır. Hatta İbn Hibban'ın tenkidine göre uydurmadır. Çünkü Ahmed'in Müsned'inde (V, 254) Ubeydullah b. Zahr, Ali b. Yezid'den yoluyla rivayet edilmiştir ki bu da el-Elhani diye nisbet edilir. Nevevi'nin: "Ali b. Zeyd b. Cüd'a" demesi bir hatadır. Çünkü Müsned'deki ifadeye muhaliftir. İbn Hibban şöyle demektedir: "Ubeydullah b. Zahr uydurma hadisleri sağlam ravilerden nakleder. O Ali b. Yezid'den rivayet kaydetti mi musibetler getirir. Bir de Ubeydullah, Ali b. Yezid ile el- Kasım Ebu Abdi'r-Rahman bir haberin senedinde bir araya gelecek olursa, artık bu haber onların elleriyle uydurdukları bir rivayetten başka bir şey olamaz." Bu hadisin en iyi hali oldukça zayıf kabul edilirse yine de onunla amel etmek caiz olmaz ve bu hususta İbn Hacer'in Tebyinu'l-Aceb fi ma Verade fi Fadli Receb adlı eserinde açıkladığı gibi ikinci bir görüş sözkonusu olmayan tek bir görüş olarak kabul edilmiştir.

 

 

 

-104- Cenazenin defin işi bittikten sonra bazı hususları yerine getirmek sünnettir:

 

 

Birincisi kabir az bir miktar bir karış kadar yerden yükseltilir, yerle dümdüz edilmez. Bu kabrin ayırdedilmesi, korunması ve tahkir edilmemesi içindir. Çünkü Cabir (r.a) rivayet ettiği hadiste şöyle demektedir: "Peygamber (s.a) için bir lahit açıldı ve onun üzerine kerpiçler dikey olarak yerleştirildi, kabri yerden yaklaşık bir karış kadar yüksek tutuldu."

 

Hadisi İbn Hibban, Sahih'inde (2160), Beyhaki (III, 410)'de rivayet etmiş olup senedi hasendir. Bu hadisin Salih b. Ebi'l-Ahdar'dan gelen mürsel bir şahidi de vardır. O şöyle demektedir: "Ben Rasûlullah (s.a)'ın kabrini bir karış ya da bir karışa yakın (yükseltilmiş

olarak) gördüm. Bunu Ebu Davud, el-Merasil (421)'de rivayet etmiş olup, burada adı geçen

Salih'in zayıf olduğunu Yahya el-Kattan ve başkaları ifade etmiştir. Bununla birlikte bu rivayeti ileride gelecek olan kabrin dışından getirilen toprağın fazladan kabrin üzerine konulmasını yasaklayan ifadeler desteklemektedir. Çünkü bilindiği üzere definden sonra kabrin üzerinde bir miktar toprak kalır. Bu da ölünün bedeninin kapsadığı lahdden çıkartılan topraktır, kalan toprak da yaklaşık olarak hadiste sözü geçen toprağa eşittir.

 

Şafiî, el-Umm (I, 245-256)'de özetle şöyle demektedir: "Ben kabre dışarıdan başka bir toprak ilave edilmesini hoş görmüyorum. Çünkü ona ayrıca toprak ilave edilecek olursa, oldukça yükselir. Ben kabrin yeryüzünden bir karış ya da ona yakın bir seviyede yükseltilmesini güzel görürüm."

 

Nevevi, el-Mecmu (V, 296)'da Şafiî mezhebine mensub olanların kabri belirtilen kadarıyla yükseltmenin müstehab olduğu hususunda ittifak ettiklerini nakletmektedir. İkincisi kabrin deve hörgücü gibi tümsekleştirilmesidir. Çünkü Süfyan et- Temmar rivayet ettiği hadiste şöyle demektedir: "Ben Peygamber (s.a)'ın kabrini [Ebu Bekir ve Ömer'in de kabirlerini] deve hörgücü gibi tümsekleştirilmiş gördüm."

 

Hadisi Buhari (III, 198-199) ile Beyhaki (IV, 3)'de rivayet etmişlerdir. et- Telhis'de belirtildiği üzere bu hadisi İbn Ebi Şeybe ile Ebu Nuaym, el-Mustahrac eserinde de rivayet etmiş fazlalık da onlara aittir.

 

el-Kasım'dan gelen şu rivayet ile bu hadise karşı çıkılamaz. (Muaraza olunamaz.) el-Kasım dedi ki: Aişe (r.anha)'ın yanına girdim, ona anacağım dedim. Bana Peygamber (s.a)'ın ve iki arkadaşının -r.anhuma- kabirlerinin üzerini aç. Bana yüksek de olmayan, alçak da olmayan, üzerleri kırmızı arazinin çakıl taşları ile örtülmüş üç kabrin üzerini aç(ıp göster)di. Hadisi Ebu Davud (II, 70), Hakim (I, 369), ondan Beyhaki (IV, 3) ile İbn Hazm (V, 134), Amr b. Osman b. Hani'in, el-Kasım'dan yoluyla böylece naklettiği bir rivayet olarak tesbit etmişlerdir. Hakim: "Senedi sahihtir" demiş. Bu hususta Zehebi de ona muvafakat etmiştir.

 

Ancak Beyhaki şöyle demektedir: "Bu Süfyan et-Temmar'ın rivayet ettiği hadisten daha sahihtir." Ancak İbnu't-Türkmani onun bu açıklamasını reddederek şöyle demektedir: "Fakat bu, bu ilmin alimlerinin kabul ettikleri ıstılaha muhaliftir. Aksine et- Temmar'ın rivayet ettiği hadis daha sahihtir. Çünkü bu hadis Sahih-i Buhari'de rivayet edilmiştir. el-Kasım'ın rivayet ettiği hadis ise hiçbir şekilde Sahih'de rivayet edilmemiştir."

 

Derim ki: Böyle bir red yeterli değildir. Çünkü Buhari'nin hadisine muhalif başka bir hadisin senedi Buhari'nin senedinden daha sahih ve daha kuvvetli olabilir. Dolayısıyla et-Temmar'ın hadisinin tercih edilmesinin tam yerinde olabilmesi için el-Kasım'ın rivayet ettiği hadisin illetinin açıklanması ya da en azından sıhhat itibariyle ondan daha alt mertebede olduğunun beyan edilmesi gerekir. Burada da vakıa budur. Bu hadisin illeti Amr b. Osman b. Hani' ile alakalıdır. Hafız'ın et-Takrib'de belirttiği üzere mestur bir ravidir. Hiçbir şekilde kimse onun sika olduğunu belirtmiş değildir. Hakim'in onun hadisini sahih olarak değerlendirmesi malum müsamahakarlığından dolayıdır. Zehebi'nin ona uyması ise Zehebi'nin Telhisu'l-Müstedrek adlı eserdeki sözlerini tetkik eden herkesin açıkça görebileceği pek çok yanılmaları arasındadır.

 

Diğer taraftan bu hadis sahih olsa bile et-Temmar'ın hadisi ile tearuz halinde değildir. Çünkü onun "çakıltaşları ile örtülmüş" ifadesi "düz bir satıh haline getirilmiş" demek değildir. Aksine üzerine çakıl taşı (el-batha) atılmış, bırakılmış demektir. Nitekim en-Nihaye'de de bu kelimenin anlamı küçük çakıltaşları diye verilmiştir. Bizatihi bu haberin kendisinden de anlaşılmaktadır: "Kırmızı arazinin çakıltaşları ile örtülmüş" ifadesi hiçbir zaman deve hörgücü gibi tümsekleştirmeye aykırı değildir. İşte İbnu'l-Kayyim'de bu iki hadisi bu şekilde

birarada yorumlamış ve Zadu'l-Mead adlı eserinde şöyle demiştir: "Onun kabri deve hörgücü gibi tümsek yapılmış, kırmızı arazinin çakıltaşları ile üzeri örtülmüştür. Ne bina edilmiştir, ne de çamur ile sıvanmıştır. Onun iki arkadaşının kabri de böyle idi."

Sünnet olan hususların üçüncüsü kabrin başına bir taş ya da benzeri bir alamet

koymak. Böylece akrabalarından ölecek kimseler onun yakınında defnedilmiş olur. Buna delil de Abdullah b. el-Muttalib b. Hantab  (14)  'in oğlu olan Abdu'l-Muttalib'in rivayet ettiği hadistir. O şöyle demektedir: "Osman b. Maz'un ölünce cenazesi çıkartıldı ve defnedildi. Peygamber (s.a) bir adama kendisine bir taş getirmesini istedi. O adam o taşı taşıyamadı. Rasûlullah (s.a) kalktı kollarını sıvadı. el-Muttalib dedi ki: Rasûlullah (s.a)'dan diye bana haber veren kişi dedi ki: Sanki ben kollarını sıvadığı vakit Rasûlullah (s.a)'ın kollarının beyazlığını görüyor gibiyim. Sonra o taşı kaldırıp, başı tarafına koydu ve şöyle buyurdu: Bununla kardeşimin kabrine bir alamet koymuş oluyorum ve yakınlarımdan ölen kimseleri ona yakın defnedeceğim."  [24]

 

 

(14)  Baskıya göndereceğimiz nüshada "el-Muttalib b. Ebi Vedaa" idi. Fakat gördüğünüz gibi tashih ettik. Bu hususta dikkatimizi çeken Dr. Abdu'l-Alim Abdu'l-Azim'e teşekkür ederiz. Allah ona hayırlı mükafatlarını versin. Bu hadisin kuvvetini arttıran iki şahidi daha bulunmaktadır ki ben bunları et- Talikatu'l-Ciyad adlı eserde zikrettim. Sünnet olan dördüncü husus ölüye bugün bilinen şekilde telkin vermemektir. Çünkü bu hususta varid olduğu söylenen hadis sahih değildir. (15)  Aksine kabrin başında durarak ona sebat verilmesi için dua eder, onun için mağfiret diler ve hazır bulunanlardan da böyle yapmalarını ister.

 

Çünkü Osman b. Affan (r.a)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Peygamber (s.a) ölüyü defnetme işini bitirdi mi onun (mezarı) üzerinde durur ve şöyle derdi: Kardeşiniz için mağfiret dileyin, ona sebat isteyin. Çünkü o şu anda sorgulanmaktadır."[25]

 

 

 

-105- Hazır bulunanlara ölümü ve ölümden sonrasını hatırlatmak maksadıyla defin sırasında cenazenin yanında oturmak caizdir.

 

Çünkü el-Bera b. Azib şöyle demektedir: Ensardan bir adamın cenazesini götürürken Peygamber (s.a) ile birlikte çıktık. Kabre kadar vardık. Henüz daha lahdi açılmamıştı. Rasûlullah (s.a) [kıbleye yönelik olarak] oturdu, biz de onun etrafında oturduk. Adeta başlarımız üzerinde kuş varmış gibi idik. Elinde kendisiyle yere vurduğu bir değnek de vardı. Bir göğe, bir yere bakmaya koyuldu. Gözlerini -üç defa- kaldırıp indirdi.] İki ya da üç defa: Kabir azabından Allah'a sığınınız diye buyurdu. [Sonra şöyle buyurdu: Allah'ım şüphesiz ki ben sana kabir azabından sığınırım], [ve bu sözlerini üç defa tekrarladı.] Sonra şöyle buyurdu: - Mü'min kulun dünya ile alakası kesilip, ahirete yönelmeye başladı mı semadan yüzleri güneşi andıran beyaz yüzlü melekler iner. Beraberlerinde cennet kefenlerinden bir kefen ve cennet hanutundan (kokularından) bir hanut  (16)   bulunur. Nihayet ondan gözün görebildiği kadar uzak bir mesafede otururlar. Sonra ölüm meleği –selam ona–  (17)     gelir ve başının yanında oturup, şöyle der: Ey hoş (bir rivayette mutmain) olan nefis! Allah'tan bir mağfirete ve bir hoşnutluğa (gitmek üzere) çık. (Peygamber) buyurdu ki: Onun canı su kabından damlanın akması gibi akarak çıkar, o da o canı alır. (Bir rivayette: Nihayet canı çıktı mı sema ile yer arasındaki bütün melekler ile semadaki bütün melekler ona dua eder. Semanın kapıları ona açılır. Bütün kapılarda bulunanlar yüce Allah'a ruhuyla kendi bulundukları yerden yükselmesi için dua ederler.) Ölüm meleği onun canını aldı mı bir göz açıp kırpacak bir süre kadar dahi onu elinde bırakmazlar. Hemen kendileri onu alır ve canını o kefene ve o hanuta koyarlar. [İşte yüce Allah'ın:"Nihayet birinize ölüm gelse

 

 

(15)  İbnu'l-Kayyim, Zadu'l-Mead (I, 206)'de de böyle demiştir. et-Talikatu'l-Ciyad'da belirttiğim üzere Nevevi ve başkaları zayıf olduğunu belirtmektedir. Sonra bu hususta Silsiletu'l-Ahadiysu'd- Daife (559)'de bu husustaki görüşü tahkik ettim. es-San'ani, Subulu's-Selam (II, 161)'de şunları söylemektedir: "Tahkik imamlarının ifadelerinden çıkan netice hadisin zayıf olduğu, gereğince amel etmenin bid'at olduğudur. Bu işi yapanların çokluğuna aldanmamak gerekir." Onun bu ifadelerinden: "Gereğince amel etmek bid'attir" sözü gerçekten hoşuma gidiyor. Bu çoğu ilim adamlarının gözden kaçırdığı bir husus olmakla birlikte bir hakikattir. Onlar bu gibi hadislere çoğu hususlarda güveniyorlar ve bunları benimsiyorlar. Bunu yaparken de "Fezail-i A'mal'de zayıf hadis ile amel edilir" kaidesine dayanıyorlar. Halbuki bu kaidenin uygulanacağı yer kitab ve sünnet ile meşruiyeti sabit olan hususlardır. Yoksa mücerred zayıf hadis ile bu kaideyle amel edilmez. Buna daha önceki bir dipnotta bir örnek daha verilmiş, sonra bu önemli meselede Sahihu't-Terğib adlı çalışmamın mukaddimesinde ileri gelen ilim adamlarından bir kesimin sözlerini naklederek etraflı açıklamalarda bulunmuştum. Bk. I, 21-34

 

(16)   Ölülerin kefenlerine özellikle de bedenlerine konulan hoş kokuların bir karışımıdır.

 

(17)     Derim ki kitab ve sünnette adı budur. Meleku'l-Mevt: Ölüm meleği. Ona Azrail adı

verilmesinin ise -insanlar arasında meşhur olan ismin aksine- asılsız bir israiliyattan olma ihtimali vardır. elçilerimiz onun ruhunu alırlar. Onlar eksik de yapmazlar." (el-En'am, 6/61) buyruğu bunu anlatmaktadır ve o oradan (yerden) yeryüzünde bulunan en güzel misk kokusundan daha hoş olarak çıkar. (Peygamber devamla) buyurdu ki: Onun ruhunu alıp yükselirler. Meleklerden bir topluluğun yanından onunla geçtiler mi mutlaka melekler:

 

Bu hoş ve temiz ruh ne oluyor derler. Onlara bu filan oğlu filandır diyerek dünya hayatında iken ona verilen isimlerin en güzelini söylerler. Nihayet bu ruh ile dünya semasına ulaşırlar. Onun için kapının açılmasını isterler. Onlara kapı açılır. Herbir semadan o semanın mukarreb olan melekleri bir sonraki semaya uğurlarlar. Nihayet onu yedinci semaya ulaştırırlar. Yüce Allah şöyle buyurur: Kulumun kitabını illiyyinde yazınız."İlliyyinin ne olduğunu sana ne bildirdi? O yazılmış bir kitabtır.

 

Mukarreb olanlar onu müşahede ederler." (el-Mutaffifin, 83/19-21) Onun kitabı illiyyin arasında yazılır, sonra şöyle buyurulur.[: Onu tekrar yere geri götürünüz. Çünkü ben] onlara şunu vadettim. Ben [onları ordan yarattım, onları oraya iade ederim. İkinci bir defa daha onları oradan çıkartacağım. (Peygamber devamla) buyurdu ki: Bunun üzerine [yere geri döndürülür ve] tekrar ruhu onun cesedine geri verilir.

 

[Peygamber] buyurdu ki: O arkadaşlarının onu bırakıp gittikleri vakit ayak seslerini duyar. [Onlar geri dönmekte iken] Bu sefer ona [şiddetle bağırıp çağıran] iki melek gelir ve [ona şiddetle bağırırlar ve] onu oturtarak ona şöyle derler: Rabbin kim? O Rabbim Allah'tır der. Melekler ona dinin ne? diye sorarlar. O dinim İslamdır der. Melekler ona: Aranızdan gönderilen bu adam nedir? diye sorarlar. O: O, Allah'ın Rasûlüdür der. Melekler ona: Amelin ne? diye sorarlar. O: Allah'ın kitabını okudum, ona iman ettim, tasdik ettim der. Melek ona şiddetlice: Rabbin kim, dinin ne, peygamberin kim? diye sorar. İşte bu mü'minin karşı karşıya kalacağı son fitne olacaktır. Yüce Allah'ın: "Allah iman edenlere dünya hayatında da, ahirette de sağlam söz üzere sebat verir." (İbrahim, 14/27) buyruğunda anlatılan budur.

 

Kişi: Rabbim Allah'tır, dinim İslamdır, peygamberim Muhammed (s.a)'dır der. Bunun üzerine semadan bir münadi şöyle seslenir. Kulum doğru söyledi. Ona cennetten yaygılar yayınız, cennetten elbiseler giydiriniz, ona cennete açılan bir kapı açınız. (Peygamber) buyurdu ki: Ona cennetin esintisi ve hoş kokusu gelir. Kabri göz görebildiği kadar onun için

genişletilir. (Peygamber) buyurdu ki: Yüzü güzel, elbiseleri güzel, kokusu hoş bir adam ona gelir. [Bir rivayette: ona görünür] ve der ki: Seni sevindirecek şeyleri sana müjdeliyorum. [Allah'tan bir rıza ve içinde ebedi nimetlerin bulunduğu cennetlerin müjdesini getirdim.] İşte bu sana vaadolunan günündür. Mü'min ona şöyle der:

 

[Allah sana da hayırlı müjdeler versin] sen kimsin? Senin yüzün hayırlı şeylerle gelen kimsenin yüzüne benziyor. O kişi ona: Ben senin salih amelinim der. [Allah'a yemin ederim ki ben seni şöyle bildim. Allah'a itaat hususunda elin çabuk bir kimse idin. Allah'a masiyet

hususunda ağırdan alırdın. Bundan ötürü Allah seni hayırla mükafatlandırdı.] Sonra ona cennette bir kapı ve cehenneme açılan bir kapı açılır ve denir ki: Eğer Allah'a isyan etmiş olsaydın, gideceğin yer bu olacaktı. Allah onun yerine sana bunu verdi. O cennette olanları görünce şöyle der: Rabbim kıyametin kopmasını çabuklaştır ki ben aileme, malıma kavuşayım. [Ona: Sen (burada) kal denilir.] (Peygamber devamla) buyurdu ki:

 

Kâfir kul (bir rivayette facir) dünya ile alakası kesilip, ahirete yöneldi mi ona semadan [kaba ve güçlü kuvvetli] yüzleri siyah melekler semadan iner. Beraberlerinde [cehennem ateşinden] kaba elbiseler  (18) , gözün görebildiği kadar uzak bir yerde otururlar. Sonra ölüm meleği gelerek başının ucunda oturur ve ey murdar nefis der. Allah'tan bir gazab ve öfkeye doğru çık. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu: Ruhu cesedinde dağılır. [Dalları, budakları çok] demir çubuğun ıslak yünden çekilmesi gibi onu çekip alır. [Bu hal ile birlikte damarları, sinirleri paramparça olur], [gök ile yer arasındaki herbir melek ve semadaki bütün melekler ona lanet eder. Semanın kapıları kapanır. Allah'a ruhu kendi taraflarından çıkmaması için dua etmeyen hiçbir kapı ehli olmaz.] Ölüm meleği o ruhu

 

 (18)  Bu bedeni ezmek maksadıyla nimetlerden yararlanmamak amacıyla, bedenin üzerine giyilen kıldan dokunmuş elbiselere denilir. alır, onu aldı mı diğer melekler göz açıp kırpacak kadar bir zaman kadar dahi olsa onu elinde bırakmazlar ve hemen o getirdikleri kaba elbiselere sararlar. Ondan yeryüzünde görülmüş en kötü kokan leşin kokusu gibi bir koku çıkar. Onu alıp yükselirler. Meleklerden bir topluluğun yanından geçtikleri her seferinde mutlaka melekler: Bu murdar ruh ne oluyor derler. Onu götürenler bu filan oğlu filandır diyerek –dünya hayatında ona verilen en kötü ismiyle onu anarlar.- Nihayet dünya semasına getirilir. Ona kapının açılması istenir. Ona kapı açılmaz.

 

Daha sonra Rasûlullah (s.a): "Ayetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı büyüklenenlere -hiç şüphesiz- gök kapıları açılmayacaktır. Onlar deve   (19)  iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler." (el-Araf, 7/40) Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah şöyle buyurur: "Onun kitabını siccinde yerin en alt tabakasında yazınız. [Sonra şöyle denilir: Kulumu tekrar yere geri iade ediniz. Çünkü ben onlara şunu vadetmiştim: Ben onları oradan yarattım, oraya iade edeceğim ve ikinci bir defa daha onları oradan çıkartacağım.] Bu sefer ruhu [semadan] atılıverir] nihayet gelip cesedine düşer. Sonra şu buyrukları okudu: "Kim Allah'a ortak koşarsa o sanki gökyüzünden düşüp, kuşların kaptığı yahut rüzgarın kendisini uzak bir yere attığı kimseye benzer." (el-Hac, 22/31) Nihayet ruhu cesedine iade edilir. [(Peygamber devamla) buyurdu ki: O arkadaşlarının kendisini bırakıp gittikleri vakit ayak seslerini duyar.]

 

Bu halde iken [şiddetle azarlayan ve onu şiddetle azarlayıcı] iki melek gelir ve onu oturtur. Ona şöyle derler: Rabbin kim? [O: hı, hı  (20)  bilmiyorum der. Melekler ona: Dinin ne? diye sorarlar. O: hı, hı bilmiyorum der.] Melekler: Bu aranızda (Peygamber olarak) gönderilen bu adam hakkında ne dersin? diye sorarlar. Onun ismini hatırlayamaz. Bu sefer Muhammed denilir. O: hı, hı bilemiyorum der. [İnsanların o sözü söylediklerini duydum. Bu sefer ona: Hay bilmez olasın], [ve hiçbir şey söyleyemez olasın]. Semadan bir münadi: O yalan söylemiştir diye nida eder. Ona cehennem ateşinden yaygılar yayınız, ona cehennem ateşine giden bir kapı açınız. Cehennemin sıcağından ve deri gözeneklerinden işleyen sıcak havasından ona ulaşır. Kabri üzerine o kadar daraltılır ki kaburgaları birbirine geçer ve ona yüzü çirkin, elbiseleri çirkin, kötü kokan bir adam gelir (bir rivayette: ona gösterilir) ona şöyle der: Ben sana hoşuna gitmeyecek şeyleri bildiriyorum. İşte bu sana daha önce vaadolunan günündür. Şöyle der: [Sana da Allah hayır sözü işittirmesin.] Sen kimsin yüzün kötü şeylerle gelen kimsenin yüzüne benziyor.

 

O şu cevabı verir: Ben senin kötü amelinim. [Allah'a yemin ederim. Ben seni Allah'a itaatte işi ağırdan alan, Allah'a isyana hızlıca koşan bir kişi olarak bildim sadece], [Allah sana kötülüğünün karşılığını versin. Sonra ona gözleri görmeyen, kulakları duymayan, konuşmayan, elinde bir balyoz bulunan bir kişi görünür. Bu balyozu bir dağın üzerine indirecek olsa toprak olur. Ona bu balyozla öyle bir darbe indirir ki bu darbe ile toprağa döner. Daha sonra Allah onu tekrar olduğu gibi iade eder, yine ona bir darbe daha indirir. Öyle bir feryadı basar ki insanlar ve cinler dışında herşey onun feryadını duyar. Sonra ona cehennem ateşine giden bir kapı açılır, cehennemden ona yaygılar yayılır.] Rabbim kıyamet kopmasın der."[26]

 

 

 

(19)  İğne deliği kastedilmektedir. Deve (cemel) ise bilinen hayvan olup, dokuz yaşında ise bu ismi alır.

 

(20)  Bu kelime gülmek ve tehdit halinde söylenir. Bazen acı ve ıstırab dolayısıyla da söylenir. Hadisin manasına daha uygun olan anlamı budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. et-Terğib'de de böyle denilmektedir.

 

"Hadis Buhari ve Müslim'in şartına göre sahihtir." Zehebi de bunu böylece kabul etmiştir. Hadisin durumu dedikleri gibidir. İbnu'l-Kayyim de İ'lamu'l-Muvakkıin (I, 214)'de ve Tehzibu's-Sünen (IV, 337)'de sahih olduğunu belirtmiş ve ayrıca orada hadisin Ebu Nuaym ve başkaları tarafından sahih kabul edildiğini de zikretmiştir. (21) 

 

 

 

-106- Ölüyü sağlıklı bir maksat için kabirden çıkarmak caizdir.

 

Yıkanmadan, kefenlenmeden defnedilmesi vb. bir durum gibi.

 

Çünkü Cabir b. Abdullah rivayet ettiği hadiste şöyle demektedir: "Rasûlullah (s.a) mezarına konulduktan sonra Abdullah b. Ubey [kabrin]e geldi. Verdiği emir üzerine kabrinden çıkarıldı. Onu dizleri üzerine koydu ve nefesinden üzerine üfledi. Ona gömleğini giydirdi. [Cabir dedi ki: Ve üzerine namaz kıldı.] Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. (22)    [(Abdullah b. Ubey) Abbas'a (vaktiyle) bir gömlek vermişti.]"[27]  (23) 

 

 

Hadisin bir başka yolu daha vardır: O da Ebu'z-Zübeyr'in, Cabir'den yaptığı rivayettir. Cabir dedi ki: "Abdullah b. Ubey ölünce oğlu Peygamber (s.a)'a gelerek ey Allah'ın Rasûlü dedi. Eğer sen onun cenazesine gelmeyecek olursan, bundan sonra sürekli ayıplanacağız.

Bunun üzerine Peygamber (s.a) ona gitti. Kabrine konulmuş olduğunu gördü. Şöyle buyurdu: Niçin kabrine koymadan önce bana söylemediniz. Bunun üzerine kabrinden çıkarıldı. Peygamber başından tırnağına kadar onun üzerine üfledi ve ona gömleğini

giydirdi."

 

(21)  Birinci fazlalık Ebu Davud, İbn Mace ve Hakim'in, ikincisi Ahmed ve Tayalisi'nin, üçüncüsü Tayalisi ile Hakim'in, dördüncüsü Ahmed'in, beşincisi Tayalisi'nin, altıncısı ve sekizincisi yine Tayalisi'nin, yedincisi Hakim'in, sekizincisi Tayalisi'nin, dokuzuncusu Ahmed'in, onuncusu Ebu Davud'un, onbir ve onikincisi Tayalisi'nin, onüçüncüsü Ahmed'in, ondördüncüsü Tayalisi'nin, onbeşincisi Tayalisi'nin ve aynı zamanda Ahmed'in, onaltıncısı yine Tayalisi'nin, Ahmed de ona yakın ifadelerle, onyedi, onsekiz, ondokuz, yirmi, yirmibirinci fazlalıklar da aynı şekilde Tayalisi'nin, yirmi ve yirmibirincisi Ahmed'in, yirmiikincisi Ahmed'in, yirmiüçüncü ve yirmibeşincisi Hakim'in, yirmidördüncüsü Tayalisi'nin, yirmialtıncısı Ahmed'in, yirmiyedincisi Tayalisi'nin, yirmisekizincisi Ebu Davud'un, yirmidokuzuncu ve otuzuncusu Tayalisi'nin geri kalan fazlalıklar Ahmed'in, otuzüçüncüleri ise Tayalisi'ye ait olup, lafzı da ona aittir. İkinci rivayet Hakim'e, üçüncü rivayet Ahmed'e, dördüncü, beşinci ve altıncı rivayet Tayalisi'ye aittir.

 

 

(22)  Kastettiği Peygamber (s.a)'ın münafık olmakla birlikte İbn Ubey'e bu uygulamayı yapmasındaki hikmettir. Daha önce 60. meselede geçtiği gibi. Göründüğü kadarıyla bu uygulama yüce Allah'ın:"Onlardan ölen hiçbir kimsenin namazını asla kılma. Kabrinin başında da durma." (et-Tevbe, 9/84) buyruğunun nüzulünden önce indi. İşte o vakit oradaki notumuzdan hikmetin ne olduğu anlaşılabilir.

 

 

(23)  Bununla Peygamber (s.a)'ın amcası el-Abbas b. Abdu'l-Muttalib'i kastetmektedir. Bu da Bedir günü olmuştu. Esirler arasında Abbas (r.a) getirildiğinde üzerinde bir elbisesi yoktu. Abdullah b.Ubey'in gömleğini buldular. Peygamber (s.a) ona o gömleği giydirdi. İşte bundan ötürü Peygamber (s.a) ona (Abdullah b. Ubey'e) kendi gömleğini giydirmiştir. Buhari, Cihad bahsinde bunu böylece nakletmektedir. Buna göre Peygamber efendimizin gömleğini ona giydirmiş olmasının sebebi bu olabilir.

 

Sebeb yine Buhari'nin Cenaiz bahsinde kaydettiği şu rivayette olabilir. Abdullah b. Ubey'in sözü geçen bu oğlu ey Allah'ın Rasûlü dedi. Babama senin tenine değen gömleğini giydir. Bir rivayette de o: Bana gömleğini ver, onunla babamı kefenleyeyim demiştir. Hem oğlunun istemesi, hem de mükafatta bulunmak birarada buna sebeb olabilir. Bunda da bir mani yoktur. Neylu'l-Evtar (IV, 97)'de olduğu gibi.”[28]

 

 

-107- Kişinin ölmeden önce kabrini hazırlaması müstehab değildir.

 

Çünkü ne Peygamber (s.a) bunu yapmıştır, ne de ashabı. Ayrıca kişi nerede öleceğini bilemez. Adamın maksadı ölüme hazırlanmak ise bu salih amel kabilinden sayılır. Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun-'nin elİhtiyaratu'l- İlmiye adlı eserinde böyle denilmektedir.

 

 

*  *  *  *  *  *  *

 

Sallallahu Teâla alâ Muhammedin ve alâ A'lihi ve Sahbihi ecmaîn.

 

VE'L- HAMDÜ Lİ'LLAHİ RABBİ'L ALEMİN

 

 

 



[1] Derim ki: Hadisi ashab-ı kiram'dan bir topluluk rivayet etmiştir. Bu onlardan birisinin rivayetidir. Bunu rivayet edenler: Birincisi Ebu Talha el-Ensari'dir. Bunu ondan Katade şöylece rivayet etmektedir: Enes b. Malik bize Ebu Talha'dan zikretti deyip, hadisi kaydeder. Bunu Buhari (VII, 240-241) -lafız ona ait-, Müslim (VIII, 164), Ahmed (IV, 129) -beşinci fazlalık ona ait ve bu Müslim'in şartına uygundur- Nesai de (I, 293)'de rivayet etmiş fakat o senedinde Ebu Talha'yı zikretmemiştir. Bu aynı zamanda Müslim'in (VIII, 163), Ahmed'in (III, 104, 145, 182, 219, 287)'deki rivayeti olup, birinci ve yedinci fazlalığı o zikretmektedir. Her ikisinin de senedi Müslim'in şartına göre sahihtir.

[2] Hadisi Ahmed (no: 807) ve oğlu Müsned'in zevaid'inde (1074)'de Ebu Abdu'r-Rahman es-Sülemi'den, o Ali'den diye rivayet etmiştir.Derim ki senedi sahihtir. Ayrıca Ebu Davud (II, 70), Nesai (I, 282-283), Beyhaki (III, 398) yine Ahmed (no: 759), Ebu İshak'ın rivayet yoluyla rivayet etmişlerdir. Ebu İshak dedi ki: Ben Naciye b. Kâb'ı, Ali'den hadis naklederken dinledim deyip, ona yakın ifadeleri zikretti. Fazlalıklar Ahmed'e aittir. Yalnız ikinci fazlalık Nesai'ye aittir.

 

[3] Bu kitabı büyük ilim adamı Ali b. Abdu'l-Kâfi es-Sübki alfabetik sıraya göre tertib etmiştir. Haleb, el-Evkafu'l-İslamiyye kütüphanesinde bulunan bir asıldan istinsah edilmiş bir nushası bizde mevcuttur. Daha sonra bendeki nüshayı asıl ile karşılaştırdım, ilgili nakilleri de bendeki nüshadan yaptım. yıkamaktan ötürü guslettiğine dair delil bulunmamaktadır. Aksine bu bir iş, öteki bir başka iştir. Evet şâyet bundan sonraki rivayet sabit ise Hafız'dan naklen az önce kaydettiklerimizi kabul etmekten başka yol yoktur. O az önce kaydedilen ifadelerinin arkasından şunları söylemektedir:

[4] Hadisi Ebu Davud (II, 72), Nesai (I, 288), İbn Mace (I, 474), İbn Ebi Şeybe (IV, 170), Hakim (I, 373) -anlatım ona ait- onun rivayet yolundan Beyhaki (IV, 80), Tayalisi (1123), Ahmed (V, 83-84, 224)'de rivayet etmiştir. Fazlalıklar ona ve Taberani'ye (II, 42/123). İkincisi sadece Beyhaki'ye ait olup Müstedrek'te yoktur. Tahavi (I, 293) bu rivayetten sadece terlikli adam olayını rivayet etmiştir. Hakim şöyle demektedir: "İsnadı sahihtir." Zehebi de bu hususta ona muvafakat etmiş, Hafız da Fethu'l-Bari (III, 160)'da bunu kabul etmiştir. İbn Mace, Abdullah b. Osman'dan -bu da Şu'be'nin arkadaşı el-Basri diye bilinendir- şöyle dediğini rivayet eder: Bu ceyyid bir hadistir. İbnu'l-Kayyim, Tehzibu's-Sünen (IV, 343)'da İmam Ahmed'den: Senedi ceyyiddir dediğini nakletmektedir. Nevevi, el-Mecmu (V, 412)'de: Senedi hasendir demektedir. İbn Hazm (V, 142-143)'de bunu müslümanın müşrik bir kimseyle birlikte defnedilmeyeceğine delil göstermiştir. Bir başka yerde de bunu kabirler arasında ayakkabı ile yürümenin haram olduğuna delil göstermiştir. İleride 126. mesele ile ilgili açıklamalarda geleceği üzere.

 

[5] Hadisi Tirmizi (II, 129) rivayet etmiş olup şöyle demiştir: "Garib bir hadistir. Abdu'r-Rahman b. Ebi Bekir el-Müleyki hıfzı cihetiyle zayıf bir ravi kabul edilir."

[6] Hadisi Ahmed (III, 397-398)'de sahih bir senedle rivayet etmiştir. Bunun bir bölümünü Ebu Davud ve başkaları muhtasar olarak rivayet etmişlerdir ki daha önce 17. meselede “f” fıkrasında geçmiş bulunmaktadır.

[7] Hadisi Müslim rivayet etmiş olup, daha önce 35. meselede geçmiş bulunmaktadır. Hadis sözünü ettiğimiz hususa açıkça delalet etmektedir. Bu kendisinden nakledilen bir rivayete göre İmam Ahmed'in görüşüdür. Bu rivayeti el-İnsaf (II, 547)'de zikretmekte ve şöyle demektedir: "Bir zaruret olmadan bu işi yapmaz. Ondan gelen bir rivayete göre ise bu mekruhtur."

[8] Bunu İbn Mace (I, 464), Tirmizi (II, 157)'de bundan daha geniş olarak rivayet etmiş ve şöyle demiştir: "Hasen bir hadistir."

[9] Hadisi Ebu Davud (II, 70), Nesai (I, 283-284), Tirmizi (III, 36), Beyhaki (IV, 34), Ahmed (IV,19-20) ve İbn Mace muhtasar olarak rivayet etmişlerdir. Anlatım Nesai'ye ait olup, fazlalıkların tümü onun zikrettiği bir başka rivayetinde yer almaktadır. Bu fazlalıklar aynı şekilde birincisi dışında Ahmed'de de mevcuttur. Ebu Davud ve Beyhaki üçüncüsünü, Tirmizi, İbn Mace ve Beyhaki dördüncüsünü, yine Tirmizi sadece beşincisini de rivayet etmişlerdir. Tirmizi: "Hadis hasen, sahihtir" demiştir.

 

[10] Bunu Nesai, Beyhaki (III, 413) ile Ahmed rivayet etmişlerdir.

 

[11] Hadisi Buhari (II, 83), Beyhaki (III, 414) -diğer rivayet ona ait-, Ahmed (V, 408) -anlatım ona ait- rivayet etmişlerdir. Senedi Nevevi'nin el-Mecmu (V, 286), Hafız'ın et-Telhis (V, 201)'de belirttikleri gibi sahihtir.

[12] Hadisi İbn Mace (I, 472), Tahavi (IV, 45), Ahmed (III, 99) rivayet etmişlerdir.

 

[13] Hadisi Müslim (II, 61), Nesai (I, 283), İbn Mace (I, 471), Tahavi, Müşkilu'l-Asar (IV, 46), Beyhaki, Ahmed (1489, 1601-1602)'de rivayet etmişlerdir.

 

[14] Hadisi Ebu Davud (II, 69), Nesai (I, 283), Tirmizi (II, 152), İbn Mace (4711), Tahavi (IV, 48), Beyhaki (III, 408), Hafız (V, 203)'de belirttiği üzere zayıf bir senedle rivayet etmişler, ancak İbnu's-Seken sahih olduğunu belirtmiştir.

 

[15] Hadisi Buhari (III, 163-165, 169, VII, 300), Nesai (I, 277), Tirmizi (II, 147) - sahih olduğunu belirterek-, İbn Mace (I, 461), İbnu'l-Carut (270), Beyhaki (IV, 14), Ahmed (V, 431) -üçüncü fazlalık ona ait Buhari de o anlamda bir fazlalık zikretmektedir.- İkinci fazlalık ona ve Beyhaki'ye, üçüncü fazlalık İbn Mace'ye aittir. Bu fazlalığı Şevkani (IV, 25)'de Tirmizi'ye nisbet etmekle birlikte yanılmıştır. Hadisin ikinci bölümünde bir fazlalık daha vardır ki bu daha önceden 32. meselede geçmiş bulunmaktadır.

[16] Bu hadisi Hakim (I, 396) ondan Beyhaki (IV, 53) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

 

[17] Bunu Tahavi (III, 304-305), İbn Sad (VIII, 111-112), Beyhaki (III, 53) sahih bir senedle rivayet etmiştir.

[18] Hadisi Ahmed (VI, 144)'de Buhari ve Müslim'in şartına göre sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Hadis buna yakın ifadelerle Sahih-i Buhari'de (X, 101-102)'de, Müslim (VII, 110)'da muhtasar olarak geçmektedir.

 

[19] Birinci rivayeti Buhari Sahih'inde (III, 122, 162), Tahavi, Müşkilu'l-Asar (III, 304), Hakim (IV, 47), Beyhaki (IV, 53), Ahmed (III, 126, 228) -anlatım ona ait- ikinci fazlalık kaydettiği rivayetlerden birisinde ona ait, birinci fazlalık ise Tahavi ve Hakim'e ait, son fazlalık da Buhari'ye aittir.

[20] İkinci rivayeti Ahmed (III, 269-270), Tahavi (III, 202), Hakim (IV, 47), İbn Hazm (V, 145),

[21] Hadisi İbn Ebi Şeybe, el-Musannef (IV, 130), Ebu Davud (II, 69), onun rivayet yoluyla Beyhaki (IV, 54)'de rivayet etmiş olup şunları söylemektedir: "Bu sahih bir sünnettir. (Abdullah b. Yezid): "Bu sünnettendir" dediğinden ötürü hadis müsned hadisler arasında sayılır."

[22] Hadisi Ahmed (4081), İbn Ebi Şeybe (IV, 130)'de rivayet etmiş olup, senedi sahihtir.

[23] Hadisi Ebu Davud (II, 70), Tirmizi (II, 152- 153), İbn Mace (I, 470), İbn Hibban, Sahih (773), Hakim (I, 366), Beyhaki (IV, 55), Ahmed (no: 4990, 5233, 5370, 6111) İbn Ömer'den gelen iki rivayet yoluyla rivayet etmişlerdir. Birinci lafız Ebu Davud, İbn Mace ve İbnu's-Sünni'ye ait, ikinci lafız diğerlerine aittir. "Bu hadiste her ne kadar el-Haccac b. Ertae ve Minhal b. Halife bulunuyorsa da ve bu iki ravi hakkında (güvenilir olup olmadıkları konusunda) ihtilaf etmişlerse de bu hadisi sahih mertebesinden aşağıya düşürür, hasen mertebesinden değil."

[24] Hadisi Ebu Davud (II, 69), ondan Beyhaki (III, 412), Hafız'ın (V, 229)'de belirttiği üzere hasen bir senedle rivayet etmişlerdir. Ebu Davud bu hadisin yer aldığı bölüme şu başlığı vermektedir: "Ölüleri bir kabirde birarada gömen ve kabre alamet konulması" Beyhaki de: "Kabrin bir kaya parçası yahut herhangi bir işaret ile alametlendirilmesi" ifadesini kullanmıştır.

 

[25] Hadisi Ebu Davud (II, 70), Hakim (I, 370), Beyhaki (IV, 56), Abdullah b. Ahmed, Zevaidu'z-Zühd (s. 129)'da rivayet etmişlerdir. Hakim: "Senedi sahihtir" demiş, Zehebi de bu hususta ona muvafakat etmiştir. Hadis dedikleri gibidir. Nevevi (V, 292)'de: "Senedi ceyyiddir" demiştir.

[26] Hadisi Ebu Davud (II, 281), Hakim (I, 37-40), Tayalisi (no: 753), Ahmed (IV, 287-288, 295-296)'da rivayet etmiş olup, anlatım Ahmed'e ve el-Acurri'nin eş-Şeria (367-370) adlı eserindeki şekildedir. Nesai (I, 282), İbn Mace (I, 469-470) (el-Bera b. Azib'in): "Başlarımızın üzerinde kuş varmış gibi..." ifadesine kadar olan birinci kısmını rivayet etmişlerdir. Bu aynı zamanda bundan daha da kısa olmak üzere Ebu Davud'un (II, 70) da rivayetidir. Ahmed de aynı şekilde (IV, 297) rivayet etmiştir. Hakim şöyle demektedir:

 

[27] Hadisi Buhari (III, 167)'de rivayet etmiş olup, son fazlalıkla birlikte anlatım da ona aittir. Müslim (VIII, 120), Nesai (I, 284)'de rivayet etmiş olup birinci fazlalık da ona aittir. İbnu'l-Caruz (260), Beyhaki (III, 402), Ahmed (III, 381), Amr b. Dinar, Cabir'den işitti diye rivayet etmişlerdir.

[28] Hadisi Ahmed (III, 371)'de Tuhfetu'l-Eşraf (II, 311)'de belirtildiği üzere, Nesai es-Sünenu'l-Kübra'da, Tahavi, Müşkilu'l-Asar (I, 14-15)'de Müslim'in şartına uygun bir senedle rivayet etmişlerdir. Fakat Ebu'z-Zübeyr müdellis bir ravi olup, bunu anâne (an lafzını kullanarak) rivayet etmiştir.

 


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol