Kur'an ve Sünnet
   
 
  HASTANIN GÖREVLERİ

HASTANIN  GÖREVLERİ

 

-1-  Hastanın Allah'ın hükmüne rıza göstermesi, kaderine sabretmesi, Rabbi hakkında güzel zan beslemesi gerekir.

 

 

Böylesi onun için daha hayırlıdır. Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

 

"Mü'minin işine hayret doğrusu! Onun bütün halleri hayırdır ve bu mü'minden başka hiçbir kimseye nasib olmaz. Ona bir iyilik isabet edecek olursa şükreder ve bu onun için hayır olur. Eğer bir zorluk ve sıkıntı isabet ederse sabreder, bu da onun için hayırlı olur."

 

Yine Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır:"Sizden herhangi bir kimse yüce Allah hakkında güzel zan beslemeksizin sakın ölmesin." Bu iki hadisi de Müslim, Beyhaki ve Ahmed rivayet etmiştir.

 

-2-  Korku ile ümit arasında olması gerekir.

 

Günahları dolayısıyla Allah'ın azabından korkmalı, Rabbinin rahmetini ümit etmelidir. Çünkü Enes'in rivayet ettiği hadiste şöyle denilmektedir:

 

"Peygamber (s.a) ölümü yaklaşmış bir delikanlının yanına girdi. Ona: Kendini nasıl buluyorsun diye sordu. Delikanlı: Allah'a yemin ederim. Ey Allah'ın Rasûlü ben Allah'tan (rahmetini) ümid ederim ve gerçekten de günahlarımdan korkarım. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: "Böyle bir yerde bu iki husus bir kulun kalbinde birarada bulunacak olursa, şüphesiz Allah o kimseye ümit ettiğini verir ve korktuğundan yana onu güvenlik altına alır." [1]

                                  

 

-3-  Hastalığı ne kadar ağır olursa olsun ölümü temenni etmesi caiz değildir.

 

Çünkü Um el-Fadl (r.anha) rivayet ettiği hadiste şöyle demektedir:

 

o             "Rasûlullah (s.a) yanlarına geldi. O sırada Rasûlullah (s.a)'ın amcası hasta idi. Abbas ölümü temenni etti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) ona şöyle dedi: "Amcacığım ölümü sakın temenni etme. Çünkü eğer sen iyilik yapan birisi isen ve hayatta kalırsan, mevcud iyiliğine iyilikler katarsın. Bu senin için daha hayırlı olur. Şâyet kötülük yapan birisi isen ecelinin geri bırakılarak işlediğin kötülüklerden dolayı (Allah'ın) rıza ve hoşnudluğunu aramaya çalışmak yine senin için daha hayırlıdır. Bu sebeble ölümü temenni etme."[2]

 

 

o             "Eğer mutlaka bunu yapacaksa (ölümü temenni edecekse) şöyle desin: Allah'ım hayat benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat ve eğer ölüm benim için hayırlı ise canımı al." [3]                                               

 

-4-  Şâyet üzerinde ödenmesi gereken haklar var ise imkan olduğu takdirde bu hakları sahiblerine ödesin, değilse gerekli vasiyeti yapsın.

 

Çünkü Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

 

o             "Her kimin kardeşine ait şeref ve haysiyetine ait ya da mali bir haksızlığı varsa o hakkını dinarın da, dirhemin de kabul edilmediği kıyamet günü gelmeden önce ona eksiksiz ödesin. (Çünkü kıyamet günü gelip de üzerinde hak varsa) salih ameli varsa o amelinden alınır (haksızlık yaptığı) arkadaşına verilir. Eğer salih bir ameli yoksa (haksızlık yaptığı) arkadaşının günahlarından alınır, ona yükletilir." [4]

   

o             Yine Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Müflis kimdir bilir misiniz?" Ashab: Müflis bizim aramızda dirhemi ve eşyası bulunmayan kimsedir. Peygamber şöyle buyurdu: "Müflis benim ümmetim arasında kıyamet günü namaz, oruç ve zekat (yükümlülüklerini) yerine getirmiş olduğu halde gelip de şuna sövmüş, buna iftira etmiş, öbürünün malını yemiş, berikinin kanını akıtmış, bir diğerine vurmuş olarak geldiği için şuna hasenatından, diğerine yine hasenatından verilen şâyet üzerindeki haklar ödenmeden hasenatı bitecek olursa, öbürlerinin günahlarından alınıp, üzerine bırakılan sonra da kendisi cehennem ateşine atılan kimsedir."[5]    

 

o             Yine Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır: "Her kim üzerinde borç olduğu halde ölürse, şunu bilsin ki orada dinar ve dirhem yoktur. Fakat hasenat ve seyyiat vardır."[6]

 

         

"Borç iki türlüdür. Her kim ödemeyi niyet ettiği halde ölürse onun velisi benim. Her kim de o borcu ödemeyi niyet etmeksizin ölürse, işte (karşılığında) hasenatından alınıp (sahibine verileceği) borç odur. Çünkü o günde dinar da, dirhem de olmayacaktır."[7]

 

o             Cabir b. Abdullah (r.a) da şöyle demiştir: "Uhud gazası gelip kapıya dayandığında (bir önceki) gece babam beni çağırıp şöyle dedi: Gördüğüm kadarı ile Peygamber (s.a)'ın ashabından ilk öldürülecek kimseler arasında olacağım ve ben benden sonra geriye Rasûlullah (s.a)'ın canı dışında benim için senden daha değerli hiçbir kimseyi geri bırakmıyorum. Benim üzerimde bir borç var. Onu sen öde. Kızkardeşlerin için de elinden geldiği kadarıyla iyilik yapmaya çalış. Sabahı ettiğimizde ilk öldürülen kişi o oldu..." [8]

 

-5-  Peygamber (s.a)'ın şu buyruğu dolayısıyla bu gibi vasiyetleri yapmakta eli çabuk tutmalıdır: 

 

"Bir müslümanın hakkında vasiyet etmek istediği şeyler bulunup da vasiyetini başı ucunda yazmadan iki gece geçirmesine dahi hakkı yoktur." İbn Ömer dedi ki:"Ben Rasûlulah (s.a)'dan bu sözleri söylediğini duyduğumdan itibaren yanımda vasiyetim olmaksızın üzerimden bir gece dahi geçmiş değildir." [9]

 

-6- Kendisinden miras almayan akrabalarına vasiyette bulunması da gerekir.

 

Çünkü şanı yüce ve mübarek Allah şöyle buyurmaktadır:

 

"Sizden birine ölüm gelip çattığı zaman eğer bir hayır (mal) bırakacaksa anneye, babaya ve yakın akrabaya maruf bir şekilde vasiyette bulunmak takva sahibleri üzerine bir hak olarak yazıldı."  (el-Bakara, 2/180)

 

-7-  Malının üçte birinden vasiyet yapmaya hakkı vardır.

 

Daha fazlasını vasiyet etmek caiz değildir. Hatta daha faziletli olan vasiyetini üçte birden az tutmasıdır. Çünkü Sad b. Ebi Vakkas (r.a)'ın rivayet ettiği hadiste şöyle dediği nakledilmektedir:

 

o             "Rasûlullah (s.a) ile birlikte veda haccında idim. Öyle bir hastalığa yakalandım ki ölüme oldukça yaklaştım. Rasûlullah (s.a) beni ziyarete geldi. Ben ona ey Allah'ın Rasûlü dedim. Benim pek çok malım vardır ve bir kızımdan başka mirasçım yok. Malımın üçte ikisini vasiyet edeyim mi? Peygamber: "Hayır" diye buyurdu.

 

Ben: Peki ya yarısını dedim. Yine "hayır" dedi. Bu sefer: Ya malımın üçte birini dedim. Peygamber şöyle buyurdu: "Üçte bir (olabilir). Bununla birlikte üçte bir de çoktur. Şüphesiz ki ey Sad senin mirasçılarını zengin olarak bırakman, onları başkalarına el açacak muhtaç bir halde bırakmandan hayırlıdır (dedi ve elini açar gibi yaptı) şüphesiz sen ey Sad yüce Allah'ın rızasını arayarak herhangi bir harcamada bulunursan mutlaka ondan dolayı sana ecir verilir. Hatta hanımının ağzına koyduğun bir lokma bile."[10] (-Ravi- dedi ki: Üçte bir vasiyette bulunmak bundan sonra caiz oldu.) 

 

o             İbn Abbas (r.a) dedi ki: İnsanların vasiyeti üçte birden, dörtte bire indirmelerini çok arzu ederdim. Çünkü Peygamber (s.a): "Üçte bir çoktur" diye buyurmuştur.[11]

 

-8-  Buna dair adalet sahibi iki müslüman erkeği şahit tutar.

 

Şâyet bu şekilde iki şahit bulamazsa müslüman olmayanlardan iki erkeği şahit tutar. Şu kadar var ki onların şahitliklerinden şüphe edecek olursa, yüce Allah'ın şu buyruğunda açıklandığı üzere onlardan emin olma cihetine gider:

 

 "Ey iman edenler! Siz yolculuk halinde iken ölüm musibeti birinizi bulmuşsa, vasiyet vaktinde aranızda şahitlik (şöyle olsun): Ya içinizden adalet sahibi iki kişi yahut sizden olmayan başka iki kişi (şahit) olsun. Haklarında şüpheye düşerseniz, bu iki kişiyi namazdan sonra alıkoyarsınız da Allah'a şöyle yemin ederler: '(Lehine şehadet ettiğimiz) bu iki kişi akraba dahi olsa yeminimizi hiçbir bedele satmayacağız ve Allah'ın şahitliğini gizlemeyeceğiz.O takdirde muhakkak günahkarlardan oluruz.' Eğer onların bir vebali hakettikleri gerçekten ortaya çıkarılırsa"[12] Haksızlığa uğrayan (mirasçı)lardan (ölene) en yakın başka iki kişi bunların yerine geçer ve: 'Bizim şahidliğimiz o iki kişinin şehadetinden elbette daha doğrudur. Biz aşırı da gitmedik. Yoksa muhakkak zalimlerden oluruz. diye Allah adına yemin ederler. Bu şahitliği gerektiği şekilde yerine getirmelerine yahut yeminlerinden sonra yeminlerin (mirasçılara) tevcih edileceğinden korkmalarına daha yakındır. Allah'tan korkun ve dinleyin. Allah fasıklar topluluğuna hidayet vermez."  (el-Maide, 5/106-108)

 

-9-  Vasiyet yapacak olandan miras alan anne-baba ve akrabalara vasiyet ise caiz değildir.

 

Çünkü bu vasiyet miras âyetiyle nesh olmuştur. Rasûlullah (s.a) da bu hususu en açık ve eksiksiz bir şekilde veda haccındaki hutbesinde açıklayarak şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah (mirasdan) herbir hak sahibine hakkını vermiştir. Bu sebeble miras alan kimseye vasiyet yoktur." [13]

 

 

-10-  Vasiyette başkasına zarar vermek haramdır.

 

Mesela mirasçılarından bazılarının mirastaki haklarından mahrum edilmelerini vasiyet etmesi yahut birini diğerinden üstün tutması gibi. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

 

"Baba ve anne ile yakın akrabaların bıraktıklarından erkekler için bir pay... -o maldan az veya çok olsun- farz kılınmış bir pay vardır."(en-Nisa, 4/7) diye buyurmaktadır.

 

Aynı surenin bir başka âyetinde de şöyle buyurulmaktadır: "O halde hepsi yapacağı vasiyet ve borç(un ödenmesi)nden sonra üçte bire ortak olurlar. Ancak zarar verici olmamalıdır. (Bunlar) Allah'tan bir vasiyet olarak (gelen buyruklardır). Allah herşeyi bilendir, halimdir."  (en-Nisa, 4/12)

 

Ayrıca Peygamber (s.a)'ın şu buyruğu da bunu gerektirmektedir: "Zarar vermek de yoktur, zarara zarar ile karşılık vermek de yoktur. Kim başkasına zarar vermek isterse, Allah da ona zarar verir. Kim başkasını zora koşarsa, Allah da ona zorluk çıkartır."[14]

 

 

-11-  Haksızca ve başkalarına zulmederek yapılan vasiyet batıl ve merdubtur.

 

Çünkü Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Her kim bizim bu işimizde ondan olmayan bir şeyi sonradan ortaya çıkarırsa, o merdubtur." [15]

 

o             İmran b. Husayn'ın şu hadisi de bunu gerektirmektedir: "Bir adam ölümü sırasında altı kölesini azad etti. -Onların dışında da herhangi bir malları yoktu.- Mirasçıları olan bedeviler gelerek Rasûlullah (s.a)'a yaptığını haber verdiler. Peygamber gerçekten böyle mi yaptı? diye sordu ve şöyle dedi: Eğer biz bunu bilseydik, Allah'ın izniyle onun cenaze namazını kılmazdık. Şimdi bu köleleri arasında kura çek, onlardan iki tanesini azad et, geri kalan dördü tekrar köle kalsınlar."[16]

 

-12-  Bu zamanda insanların çoğunda görülen husus dinlerinde birtakım bid'atler uydurmak olduğundan ve bu husus özellikle cenazelerle ilgili böyle olduğundan müslüman kimsenin yüce Allah'ın şu buyruğu ile amel ederek sünnete uygun bir şekilde teçhiz ve defninin yapılmasını vasiyet etmesi yerine getirilmesi gereken işlerdendir:

 

 

"Ey iman edenler! Tutuşturucusu insanlarla taşlar olan o ateşten nefislerinizi ve ailelerinizi koruyunuz. Onun üzerinde (görevli) iri yarı, sert tabiatlı melekler vardır. Bunlar kendilerine verdiğim emirlerde Allah'a asla isyan etmezler. Ne emir olunurlarsa onu yaparlar."  (et-Tahrim, 66/6)

 

Bundan dolayı Rasûlullah (s.a)'ın ashabı böylece vasiyet ediyorlardı. Sözünü ettiğimiz şekilde onlardan gelen rivayetler pek çoktur. Bunların bir bölümü ile yetinmemizde bir sakınca yoktur:

 

a- Amir b. Sad b. Ebi Vakkas'tan rivayete göre onun babası vefatı ile sonuçlanan hastalığında şöyle demiştir: "Bana Rasûlullah (s.a)'a yapıldığı gibi bir lahit açınız ve benim üzerime kerpiç taşlarını dikey olarak koyunuz." [17]

        

b- Ebu Burde'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ebu Musa (r.a) ölümü yaklaştığında vasiyette bulunarak dedi ki: Cenazemi alıp götüreceğiniz vakit hızlıca yürüyünüz. Benim arkamdan tütsüler yakmayınız. Sakın lahdimin üzerinde benimle toprak arasında engel olacak bir şey koymayınız. Kabrimin üzerine bina yapmayınız. Sizi şahit tutarak söylüyorum ki ben başını traş eden, feryad ve figan edip ağıt yakan ve elbisesini yırtan her kadından beriyim. Onu dinleyenler: Bu hususta bir şey duydun mu diye sordular. Kendisi evet Rasûlullah (s.a)'dan dedi."[18]         

 

c- Huzeyfe'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Öldüğüm vakit öldüğümü kimseye haber vermeyiniz. Çünkü ben bunun (meşru olmayan) bir haber verme olacağından korkarım. Çünkü ben Rasûlullah (s.a)'ı feryad-u figan ile ölünün haber verilmesini yasaklarken dinledim." [19]

 

Bu hususta daha başka rivayetler de vardır. Bunlar kırkyedinci meselede gelecekler.Bu geçen rivayetler sebebiyle Nevevi -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- el-Ezkar adlı eserinde şunları söylemektedir:"Yakınlarına işlenmesi adet olmuş cenazelerdeki bid'atlerden uzak durmalarını vasiyet etmesi müekked olarak bir müstehabtır ve bu hususta onlardan sağlam bir şekilde söz almalıdır.

 

 

*   *   *   *   *   *   *

 

Sallallahu Teâla alâ Muhammedin ve alâ A'lihi ve Sahbihi ecmaîn.

 

VE'L- HAMDÜ Lİ'LLAHİ RABBİ'L ALEMİN

 

 



[1] (Bu hadisi Tirmizi -ki senedi hasendir- İbn Mace ve Abdullah b. Ahmed, Zevaidu'z-Zühd (s. 24-25)'de ve et-Terğib'de (IV, 141) belirtildiği üzere İbn Ebi'd-Dünya tarafından rivayet edilmiştir. Ayrıca bk. Mişkatu'l-Mesabih, 1612.)

 

[2] (Hadisi Ahmed (VI, 339), Ebu Ya'la (7776), el-Hakim (I, 339'da) rivayet etmiş olup Hakim "Buhari ve Müslim'in şartına göre sahihtir" demiş, Zehebi de bu hususta ona muvafakat etmiştir. Ancak hadis sadece Buhari'nin şartına göre sahihtir. Hadisi Buhari ve Müslim ile Beyhaki (III, 377) ve başkaları Enes'den Peygamber efendimize merfu bir rivayet olarak buna yakın ifadelerle rivayet etmiş olup, onda şu ifadeler de vardır:)

[3] (Bu hadisin tahrici el-İrva (683)'de yapılmıştır.)

 

[4] (Hadisi Buhari ve Beyhaki (III, 369) ile başkaları rivayet etmiştir.)

 

[5] (Hadisi Müslim (VIII, 18) rivayet etmiştir.)

 

[6] (Hadisi Hakim (II, 27) -ifade onundur-, İbn Mace, Ahmed (II, 70-72)'de İbn Ömer'den iki ayrı yoldan rivayet etmiş olup, bunların birincisi sahihtir. Hakim de böyle demiş olup, bu hususta Zehebi de ona muvafakat etmiştir. İkincisi de el-Münziri'nin (III, 34'te) dediği gibi hasendir. Taberani de bu hadisi el-Kebir'de şu lafızla rivayet etmiştir:)

 

[7] Hadis kendisinden önceki rivayet sebebiyle ve onyedinci meselenin sonunda gelecek olan Aişe (r.anha)'ın rivayet ettiği hadis dolayısıyla sahih bir hadistir.

[8] (Hadisi Buhari (1351) rivayet etmiştir.)

 

[9] (Hadisi Buhari, Müslim, Sünen sahibleri ve başkaları rivayet etmiştir.)

 

[10]  (Hadisi Ahmed (1524) rivayet etmiş olup, anlatım ona aittir. Ayrıca Buhari ve Müslim de rivayet etmiştir. Aradaki iki fazlalık Müslim'e ve Sünen sahiblerine aittir.)

[11] (Ahmed (2029 ve 2076) Buhari, Müslim, Beyhaki (VI, 269) ve başkaları rivayet etmiştir.)

 

[12] Yani yemin eden iki şahidin yalan söylemekle, şahidliği gizlemekle, yahut hainlik ederek kendilerine güvenildiği bir halde terikeden bir şeyler saklamakla yemin eden bu iki şahidin bir günahı kazandıkları tesbit edilecek olursa, yapılması gereken yahutta ifkak-ı hak için yapılacak olan şudur: Mirasçılardan yemin etmeleri istenecek. Böylece ölenin yakınlarından ve ona mirasçı olanlardan başka iki erkek bunların yerine geçecek çünkü onlar diğerlerinin böyle bir günah ve suç işlemeleri sebebiyle kendilerine hainlik edildiğinden ötürü buna hak kazanmış oluyorlar. "Tefsiru'l-Menar"de böyle açıklanmaktadır. Bahsin tamamını görmek için VII, 222'ye bakınız.

 

[13] (Hadisi Ebu Davud, Tirmizi -hasen olduğunu belirterek- Beyhaki (VI, 264 ve hadisin pekiştirilmiş olduğuna işaret etmekte olup, bunda da isabet etmiştir. Çünkü isnadı hasendir ve Beyhaki'de buna tanıklık edecek pekçok şahit vardır. Ayrıca bk. Mecmau'z-Zevaid, IV, 212)

 

Neshedici Kur'ân-ı Kerim'dir. Sünnet ancak belirttiğimiz gibi bunu beyan etmektedir. Nitekim Peygamber (s.a)'ın hutbesinden açıkça anlaşılan da budur. Halbuki çoğu kimse -buna muhalif olarak- neshedicinin hadis olduğunu zannetmektedir. Diğer taraftan bazı çağdaşlar bunu istismar ederek hadisin ahad bir hadis olduğunu ve dolayısıyla Kur'ân'ı nesh edemeyeceğini iddia etmeye kalkışmışlardır. Böyle bir iddia bizatihi batıldır. Çünkü sahih olan ahad hadisin Kur'ân'ı neshettiğidir. Fakat bu mesele ile ilgili doğru cevabı görmüş bulunuyoruz. O da şudur: Burada neshedici Kur'ân-ı Kerim'dir. Neshedicinin hadis olduğunu kabul etsek dahi bu ittifakla neshedici olmaya elverişlidir. Çünkü bütün ilim adamları bu hadisi kabul ile karşılamışlardır. Üstelik bu mütevatir bir hadistir. Nitekim hadisin sünneti toplayan eserlerde ve müsnedlerde dağınık bir şekilde bulunan pekçok rivayet yolunu bilen bir kimse bunu kabul eder. Bütün bu rivayetleri tahriç edip onlar ile ilgili açıklamaları ayrı bir risalede (cüzde) tahkik etme muvaffakiyetine nail olacağımızı ümid ederiz.Daha sonra bu hadisin rivayet yollarını topladım ve bunların tahricini İrvau'l-Galil, 16'da gösterdim. Hadisin sekiz sahabiden gelen ondan fazla rivayet yolu olduğunu gördüm. Bu rivayet yollarının kimi sahihtir, kimi hasendir, kimisi de zayıflığı (başka bir yolla) telafi edilebilecek türdendir.

 

[14] (Hadisi Darakudni (522), Hakim (II, 57-58)'de Ebu Said el-Hudri'den rivayet etmiştir. Hakim'in: "Müslim'in şartına göre sahihtir" ifadesini Zehebi de uygun bulmaktadır. Gerçekte ise bu Nevevi'nin el-Erbain'de, İbn Teymiye'nin de fetvalarında (III, 262) belirttikleri gibi hasen bir hadis olduğudur. Çünkü bu hadisin çeşitli rivayet yolları ve pek çok şahitleri vardır. Hafız İbn Receb, Şerhu'l-Erbain (s. 219-220)'de bunları zikretmiştir. Daha sonra ben bunları etraflı bir şekilde İrvau'l-Ğalil, (no: 888)'de kaynaklarını tesbit ettim.)

 

[15] (Buhari ve Müslim Sahih'lerinde, Ahmed ve başkaları bu hadisi rivayet etmişlerdir. Ayrıca bk. el-İrva, 88.)

 

[16] (Hadisi Ahmed (IV, 446) rivayet etmiş olup, Müslim de ona yakın bir şekilde rivayet etmiştir. Tahavi, Beyhaki ve başkaları da buna yakın ifadelerle rivayet etmişlerdir. Aradaki fazlalık Müslim'e ve Ahmed'in bir rivayetine aittir.)

[17] (Bunu Müslim ve Beyhaki (III, 407) ile başkaları rivayet etmişlerdir.)

[18] (Bunu Ahmed (IV, 397), Beyhaki (III, 395)'de bu tamamlayıcı ifade ile birlikte İbn Mace'de hasen bir sened ile rivayet etmişlerdir.)

 

[19] (Hadisi Tirmizi (II, 129) rivayet etmiş olup "hasen bir hadistir" demiştir. Başkası da buna yakın ifadelerle rivayet etmiştir. İleride "na'y: ölümün haber verilmesi" bahsinde gelecektir.)


 


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol