Kur'an ve Sünnet
   
 
  İmanın Gerçekleşmesinin Şartları

İmanın Gerçekleşmesinin Şartları

 

İmam İbni Teymiye diyor ki:

"Selef şöyle diyordu:

İman, kalben bilmek, dil ile ikrar ve organlarla ameldir." (Feteva, 7/144; *Külliyat, 7/121)

Keza İmam diyor ki:

"Eğer onlar Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilene iman etmiş olsalardı onları dost edinmezlerdi." (Maide 5/81) "Hayır Rabbine and olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyle kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar." (Nisa 4/65)

Şüphesiz Allah bu durumları, iman hükmünün sabit olmasında şart kılmıştır. Buna göre şu sabittir ki:

Şüphesiz iman, onsuz olamayacağı ve mutlaka gerekli olan şartları bilmektir." (Feteva, 7/150; *Külliyat, 7/126)

Ahmed b. Hanbel'den naklen şöyle demiştir:

Bize Ebu Seleme el-Huzai şunu söyledi:

Malik, Şurayk, Ebubekr b. İyaş, Abdulaziz b. Ebu Seleme, Hammad b. Seleme ile Hammad b. Zeyd dediler ki:

İman bilgi, ikrar ve ameldir." (Feteva, 7/239)

Ahmed şöyle demiştir:

Kim imanın ikrar olduğunu iddia ediyorsa, bu durumda marifet hakkında ne diyecektir. İkrarın yanında marifete de ihtiyaç var mıdır?

Keza bu bilineni tastik etmeye gerek var mıdır?

Şayet ikrarla beraber marifete de gereksinim vardır, iddiasında bulunursa, bu kez onun (imanın) iki şeyden oluştuğunu söylemiş olur. Yok eğer kişinin, bildiğini ikrar ve tastik edici olması gerekir diye iddia ederse, bu haliyle de söz konusu maddeleri üçe çıkarmış olur. Velev ki bunu inkâr etse de. Yok eğer marifet ve tastike ihtiyaç yok derse bu durumda da çok büyük bir şey söylemiş olur ki ben hiç kimsenin marifet ve tastike bunların yanında amele gerek olmadığını savunacağını zannedemiyorum." (Feteva, 7/393; *Külliyat, 7/317)

Allah bize namazda şunu dememizi emretmiştir.

"Bize doğru yolu göster.- kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu, gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil" (Fatiha 1/6-7)

Peygamber (s.a.v) de diyor ki:

"Yahudiler gazap edilenler, Nasara ise dalalette olanlardır."

Çünkü Yahudiler çocuklarını tanıdıkları gibi hakkı da tanırlar fakat ona tabi olmazlar, işte onlarda büyük bir küfür ve hakkın düşmanlığı ile buğzunu doğuran hased vardır. Nasara ise kendilerinde ibadet ve kalplerinde de şefkat ve rahmet ile icat ettikleri ruhbanlık vardır. Ne var ki onlar ilimden yoksundurlar. Dolayısıyla sapıktırlar (dalalettedirler). Şu kimselerde marifet vardır, ancak doğru bir niyetten mahrumdurlar. Bu kimselerde ise hayra doğru bir kasıt vardır. Yalnız ona dair marifet olmaksızın. Böyle olunca da bunu zan ile yapmakta, hevaya tabi olmaktadırlar. Bu durumda da gerçekte ne faydalı bir marifet ve ne de faydalı bir kasıt kalmaktadır. Aksine, geriye Allah'ın bahsettiği ehli kitabın müşriklerinden başka bir şey kalmamaktadır:

"Ve şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemsin mahkumları arasında olmazdık!" (Mülk 67/10)

"And olsun biz cin ve insanlardan bir çoğunu (sanki) cehennem için yaratmışız. Zira onların kalpleri vardır ama onlarla gerçeği kavramazlar." (Araf 7/179)

Şimdi kalpteki iman sırf tastikten ibaret haliyle beraberinde kalbin ameli de yoksa bu, iman olamaz. Ki bu kalbî ameller Allah ve resulünü sevmek nevinden onun gerekleridir. Nitekim sırf heva ve heves (zan)den oluşan bir iman da olamaz. Aksine imanın özünde, kalbin söz ve amelinin bulunması esastır." (Feteva, 7/528-529; *Külliyat, 7/418)

İbni Kayyım şöyle demiştir:

Kalbin iki vazifesi vardır:

Ancak bu ikisiyle birlikte mümin olunabilir denilmiştir.

Birincisi, marifet ve ilim vazifesi,

İkincisi, sevgi, tabi olma ve teslim olma vazifesi.

Nitekim nasıl ki ilim ve itikadın vacibini yerine getirmediğinde mü'min olunamıyorsa aynı şekilde muhabbet, inkiyad ve teslim olmanın da gereğini yerine getirmedikçe mümin olunamaz. Dahası ilmi ve marifetine rağmen bu vacibleri terkederse bu daha büyük bir küfür olur. Cehaleti itibariyle kâfir olana nazaran imandan daha uzak olur." (Miftah'u Dar'ıs-Saade, 1/95)

"Şüphesiz iman, herkese farzdır. Bu, ilim ve amelden oluşan bir özdür. Aslında imanın varlığı, ilim ve amelsiz düşünülemez.

Şimdi Allah'ın kullar üzerindeki hakkı olan ibadetlerinin her biri ilimsiz mümkün olabilir mi? Peki ilme bilgiye talep olmadan ulaşmak mümkün müdür?" (Miftah'u Dar'ıs-Saade, 1/156)

Kulun şehadeteyni ikrar etmesiyle beraber kendisi hakkında İslâmî hükümler cari olur. Haliyle, bu bağlamda ikrarıyla beraber açık bir şirke bulaşmamış veyahut itikadının değiştiğine ve bozulduğuna delalet eden bir alamet olmadıkça, İslâm'ın doğrulayacak olduğu imanının içte var olduğu kabul edilir. Şayet ikrarından sonra Allah'tan başkasına ibadet ederse veya müşrikleri dost edinip onlara yardım edip severse veyahut boyun eğene ya da Allah'ın ayetlerinden biriyle alay ederse, Allah'ın şeriatından başka şeriatlara (anayasalara) tabi olmayı caiz görürse, Resule itaatten yüzçevirip onun metod ve usulüne sarılmazsa yahut Allah'a giden yolda onun metodundan başka bir metodu tecviz edip sarılırsa işte biz bu zahir durumla içteki imanın aslının (özünün) ifsat olduğunu (bozulduğunu) anlarız. Bu, ya imanın rükünlerinden biri olan ilmin olmayışı (tahallüfü) sebebiyle ki bu kalbin sözüdür. Yahut da bağlılık (inkıyad) ve sevginin tehallüfü sebebiyle olur, ki bu da onun ikinci bölüm ve rüknü olarak kalbin amelidir. Şart olan imanın fesat bulmasıyla aynı şekilde İslâm da bozulur. Nitekim ulema İslâm'ın sıhhati için imanın sahih olmasını esas kabul etmişlerdir. İşte kul bu haliyle zahiren ve batınen kâfir olur. Bu, özellikle dinin aslı olan kelimei şehadeti nakzetmiş olmasındandır.

İbni Receb diyor ki:

Kim kelimei şehadeti ikrar ederse, hükmen Müslüman olur. Bununla İslâm'a girdiğinde İslâm'ın öteki hususlarını yerine getirmekle mükelleftir.

Kim de şehadeteyni terkederse İslâm'dan çıkmış olur. Namazı terk etmesiyle İslâm'dan çıkış konusunda ulema arasında meşhur ve maruf olan bir ihtilaf vardır. Bunun gibi, İslâm'ın üzerine mebni olduğu geriye kalan beş esastan birini teketmesi de aynı şekildedir." (Cami'ul-Ulum'i vel-Hükmi, 23)

 

Allah'ın meşiet ve yardımıyla bu konuya son vermeden önce geçen konuları başlıklar halinde sunacağım.

1. Şüphesiz şirk ve küfürden İslâm'a geçiş ve müşriklerin tepesinden kılıcın kaldırılmasının şartı, şirkten soyutlanmak ve Allah'ın şirk koşulmadan itaat ve ilahlıkta tek olarak birlenmesidir.

2. İslâm'a girişte şehadeteyne dair ilim şarttır. Çünkü şirkten uzaklaşıp tevhide geçmek ancak bununla mümkündür.

3.  İçte inancı olmadan sırf taklit etmek suretiyle zahirde atalara tabi olarak tevhit ve İslâm'ı benimsemek, ahirette sahibine fayda vermez.

4.  Müşrik, Allah hakkında cahildir. O'nu tanımaz ve O'na ibadet etmez. Aksine bu müşrik kim olursa olsun aksini iddia etse de şeytana kulluk ediyordur.

5.  İbadet ancak iki şartla olur ve gerçekleşir:

a. Ortağı olmayıp tek olan Allah'ın uluhiyette birlenmesi.

b. Kulun halinin sırf Allah'a teslim olmuş durumda olması

6.  Allah'ın bir takım sıfatları vardır ki bunları bilmeyen O'nun (Allah'ın) hakkında cahil olur ve O'nu tanımamış olur. Bütün kullar üzerindeki ilk vacib, Allah'ın uluhiyetinin kendileriyle bilindiği bu sıfatları bilmektir. Zaten kul bunlarla ilahlara ibadet etmekten kurtulup vahid ve kahhar olan Allah'a ibadet etmeye başlar.

7.  Kişi ahirette, sadece zahiren ve batınen sarılmak  suretiyle kelimei şehadeti, ne demeye geldiğini bilerek telaffuz etmesi ve buna dair tastik ve yakin ile kurtulabilir.

8.  İslâm tek olan Allah'a teslim olmak, O'nun itaatte birlenmesi demektir. Kim O'na ve beraberinde başkasına da ibadet ederse Müslüman sayılmaz. Kim de O'na ibadet etmezse bu kişi O'na ibadet etmekten kaçınan (müstekbir)dır. Bunların ikisi de Rabbine küfreden (kâfir)dir.

9. Risaleti ikrar etmek ona sarılmayı gerektirir. Yoksa bunun bir gerçeği olmaz, fasit olur ve bununla İslâm ahkamı cari de olmaz.

10.  Hanif, şirki bilinçle ve basiretle sırf Allah'a teslim olmak için terkedendir.

11.  Şirk Allah'tan başkasına ibadettir. Bunun geçersizliğine (batıl oluşuna) delil, misak, fıtrat ve akıldır. Ne var ki bunun faili ancak nebevi hüccetin ortaya konmasıyla (ikamesiyle) iki dünyada (dareynde) azap görecektir. Bununla beraber ahirette nimete kavuşamayacaktır. Dünyada da Müslüman değildir. Ta ki tek ve kahhar olan Allah'ı birleyip O'nun dışındaki ibadet edilenleri reddedinceye kadar.

12.  Allah ve resulünden başkasının hükümlerini kabul etmek şirktir ve ondan başkasını ilah kabul etmektir.

13. Kim müstekbir olarak Allah'a âsi olursa, ittifakla kâfirdir. Kim de ona şehvetinden dolayı isyan ederse (günah işlerse) ehli sünnet vel cemaate göre tekfir edilmez. Ki bunları sadece Hariciler tekfir ediyor. Çünkü müstekbir âsi, Allah'ın hakimiyetine karşı çıkıp kendisi için yaratıldığı ibadetin çerçevesini aşmaktadır.

14.  İslâm, ancak kendisini doğrulayacak içteki bir iman ile kabul edilebilir. Keza iman da, onu beyan edecek zahirdeki İslâm ile fayda verir. Yoksa iddiadan öteye gidemez. İman, ikrar, marifet, sarılmak ve boyun eğmektir.

15. Şehadeteyni telaffuz ile dünyada İslâmî hükümler cari olur. Tabi ki bunlara şirk bulaşmaz ve itikadın bozulduğuna dair zahiri bir delil bulunmazsa. Bu arada söyleyeninin kendisinde iman bulunduğu varsayılır. Ki bulunan bu iman, onun İslâm'ını doğrulaması için şarttır. Bunları nakzeden bir şey yapıp ettiğinde biz bununla imanının bozulduğunu anlarız. Tabi ki kendisindeki İslâm'ın da.

16.  Kim şehadeteyni telaffuz eden her kişinin, buna sarılıp gereğiyle amel etmeden cennet ehli olduğuna ve ateşle azablanmayacağına hükmederse (inanırsa), mürted bir kâfirdir. Tevbeye çağırılır. Tevbe ettiyse iyi, yoksa boynu vurulur. Çünkü bu, nifakı tecviz etmek demektir.

Bu konuya son vermeden önce bu bölümü uzun tuttuğum için sayın okuyucuya özür beyan ediyorum. Lakin ben, şüphesiz sadedinde bulunduğumuz bu gerçeğin kitap ve sünnetin nasları, delaleti ve ümmetin selef ve imamlarının ifadelerinin birbirini destekleyerek fazlasıyla beyan ettiğini ve bunun semavi kitaplar ve risaletten miras alınmış bir itikat olduğunu iyice isbat etmek istedim. Bu nedenle birçok açıdan sundum. Çünkü bir şey tekrar edildikçe daha iyi yerleşir.

Konuyu bir keresinde ümmetin selefinin anlayışıyla, buna delalet eden naslar çerçevesinde sundum. Bir keresinde selefi salihinin sözleri ve bunu nitelemeleri çerçevesinde ve bir kere de bunun, iman problemiyle alaka ve irtibatı bağlamında ele aldım. Birinde uluhiyet ve ibadet kavramlarının manalarının anlaşılması noktasında açıkladım. Bütün bunlar sırf İslâm'ın hakikatini belirlemeye matuftur. Ki bunda amaç dosdoğru olabilmektir. Biz de insanları kurtuluşa ulaşmaları temennisiyle buna davet ediyoruz. Buna ilaveten ümmeti kolay bir yem misali düşmanlarına teslim eden irca (mürcie) fikrine/ pisliklerine hakim olmaya çağırıyoruz.

Nitekim öyle nesiller türedi ki, bunlar İslâm'ın şirk ve müşriklerden uzaklaşıp teberri etmeden, sırf kelimei şehadeti ifade etmek olduğuna inanmaktadırlar. Evet, şirkten arınmadan yalnızca şehadeteyni telaffuz etmenin dareynde kurtuluşu gerçekleştirmek için yeterli olduğunu kabul ediyorlar.

Bundan dolayı da alimler, kullar ve davetçilerden bir tepki görmeden, şirk ve ilhadın envai türlüsü bize musallat olmuştur. Tabi Allah'ın rahmet ettikleri hariç. "Onlar da ne kadar azdır" Sıkıntılar Allah'a sunulur. Bizim her güç ve kuvvetimiz Allah'tandır.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol