Mezarlıkla ilgili diğer belli-başlı haramlar (yasaklar) mezar başında ayakta dikilmek, mezar çevresinde ikametgâh edinmek, mezar bekçisi olmak ve Allah'ın evi Kabe imiş gibi türbelere perde asmaktır.
Daha önce açıkladığımız üzere mezarlar üzerine mescid yapmak, yetkili alimlerin ortak görüşü ile yasak ve sünnetin delâleti ile haram iken, bir de bu harama mezarlar üzerinde yapılan mescidlerin yanıbaşlarında oturmak veya orası sanki Mescid-i Haram (Kabe) imiş gibi önlerinde ayakta dikilmek gibi hareketleri ekleyecek olursak durum nice olur, varın bunu siz düşünün.
Oysa bazı kimseler, bir takım mezarlar karşısında Kâbenin önünde olduğundan daha büyük bir saygı ile ayakta dikiliyorlar. Çünkü Cenab-ı Allah'ın (c.c.) Kur'an'da belirttiği gibi:
“Kimi insanlar Allah'a, kendisi dışında eşler ortaklar koşarlar ve onları Allah'ı sever gibi severler. Oysa müminler Allah'ı her şeyden çok severler” (Bakara: 165)
Aynı zamanda söz konusu mezarlık bağlıları mezarlar üzerinde yapılan ve hem Allah hem de Rasûlüllah tarafından haram olduğu bildirilen bu mescidlere, Kuranda “Allah'ın evleri” olarak nitelenerek haklarında:
“Onlar Allah'ın yükseltilmelerine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerdir” buyurulduğu ve:
“Allah korkusu ve hoşnutluğu temelleri üzerine kurulan binalar” diye tanıtılan normal mescidlerden daha çok saygı gösterirler.(Nur: 36, Tevbe)
Hatta şeytan bu bidatleri bazı kimselerin şahıslarında müşriklik derecesine götürebilmiştir. Öyle ki, böylelerinin bazıları ya bir peygamber ya bir şeyh veya bir ehli beyt mensubunun mezarı üzerine kurulan ziyaretgâhları (meşahidleri) ziyaret etmeyi, Kabe'ye düzenlenen hac ziyaretlerinden daha üstün sayarlar ve bu ziyaretlere “Hacc-ı Ekber (En büyük Hacc)” adını verirler.
Yine böylelerinden bazıları Peygamber Efendimizin (salât ve selâm üzerine olsun) mezarını ziyaret etmeyi, Beytüllah'ı (Kâbeyi) ziyaret etmekten daha üstün ve daha önemli görürler. Bu yüzden bunların arasında öyleleri var ki, hacc yolculuğu sırasında sadece Medine'ye varıp geri döner, Beytülharam'a (Kabe'ye) varma gereğini duymaz ve böylece hacc ibadetini amacına ulaştırdığını sanır. Çünkü bunlara göre mezarları ziyaret etmenin amacı oralarda dua etmek, mezarlardaki saygıdeğer ölüleri Allah'a aracı tutmak (tevessül), bu ölülerden dileklerde bulunmak, onlara yalvarmaktır.
Gerçi şunu bilmek gerekir ki, Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) hiç kuşkusuz Kabe'den daha üstün, daha saygıdeğerdir. Eğer bu kimseler müminlerin biricik amacının ortaksız ve tek Allah'a kulluk etmek, her şeyi O'ndan dilemek ve duaları sırf O'na yöneltmek olduğunu ve mezarları ziyaret etmekteki gayenin cenaze namazında olduğu gibi onlar için Allah'a dua etmek olduğunu bilseler, vurguladığımız bu müşrikliği kalblerinden kovarlardı.
İşte bu temel ilkenin farkında olmamanın sonucudur ki, böylelerinin bazıları ölülere ve izi kaybolmuş saygıdeğer şahsiyetlere -tıpkı Allaha dua eder gibi- “Beni affet, bana rahmet et, tevbemi kabul et” gibi ifadelerle yalvarmaktadırlar.
Yine böylelerinin, bazılarının gözleri önünde kimi zaman yalvardıkları şeyhin hayali canlanır ve tıpkı şeytanın putperestlere yaptığı gibi kendisine seslenen bir şeytan kılığına girer.
Bunlardan da daha beteri böylesine saygı duyulan bir ölünün mezarını sırf orada dua edebilmek için ziyaret etmek veya türbenin bekçisine veya yakınlarında oturanlara adaklar hediye etmek ve böyle yapmakla her hangi bir dileğin yerine geleceğine veya başa gelmiş bir belânın savılacağına inanmaktır.
Çünkü daha önce vurguladığımız gibi özü-sözü doğru Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) şeriata uygun bir adak adamanın bile, her hangi bir iyi sonucu elde ettirici olamayacağını, Cenab-ı Allah'ın -meselâ- dua, etmeyi dileklerin gerçekleşme aracı yaptığı gibi adak adamayı bu yolda bir araç yapmamış olduğunu açıkça belirtmişken yerine getirilmeleri bile caiz olmayan günah (masiyet) niteliğindeki adakların hükmünü varın, siz düşünün.
Şunu iyi bilelim ki, saygı hedefi yapılmış söz konusu mezarlarda yatan peygamberler ile, tanınmış salih amelli şahsiyetler kendilerine karşı yapılan bu hareketlerden rahatsız ve hoşnutsuzdurlar. Tıpkı Hz. İsa'nın (selâm üzerine olsun) hristi-yanların kendisine karşı takınmış oldukları yanlış tavırlardan ve Israiloğullarına gönderilmiş peygamberlerin sözde bağlıla-rınca kendilerine karşı gösterilen muameleden rahatsız ve hoşnutsuz oldukları gibi.
Bu arada müslümanlar, mezarları bayram (tören) yeri ve tapınak edinme yasağının bu mezarlarda yatan ölülere saygı duymamak anlamına geldiğini sanmamalı, tersine asıl bu tutumun onlara saygı göstermemek olduğunu bilmelidirler.
Çünkü, gönüller bidatlerle oyalandıkları oranda sünnetten uzaklaşacakları için söz konusu mezar başlarında saygı duruşu yapanların çoğunlukla sözde saygı gösterdikleri şahsiyetin izinden ve yolundan saptıkları, onun emir ve mesajlarını bir yana bırakarak sırf mezarı ile meşgul oldukları görülür.
Oysa gerek peygamberlere ve gerek salih amelleri ile tanınmış seçkin şahsiyetlere saygı beslemenin en belirgin göstergesi, onların mesajlarını benimsemek ve yararlı davranışlarını örnek edinmektir.
Çünkü bu tür önderlere bağlı olanların bu yoldan kazanacakları sevap ne kadar çok olursa, onların da sevabı o oranda artacaktır. Nitekim Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) bu gerçeği şöyle dile getiriyor:
“Kim başkalarını doğruluğa ve iyiliğe (hidayete) çağırırsa, çağrısına uyanların kazanacağı sevab kadar sevab kazanır. Üstelik bu yüzden bağlılarının sevabında her hangi bir eksilme meydana gelmez.” (Müslim, Sahih, Kitab, İlim, bab, Kim iyi ya da kötü bir çığır açarsa, kim hidayete veya sapıklığa çağırırsa, H. No: 2674: Hadisini devamı şöyledir”... Kim başkalarını sapıklığa çağırırsa, ona uyanların kazanacağı günah kadar günah kazanır: Bu yüzden onların -bağlıların-günahlarına da her hangi bir eksiklik gelmez.)
Fakat şeriata uygun ibadetlere veya bu ibadetlerin bir kısmına yüz çevirmiş olan bazı kimseler kalblerini bunlar yerine çeşitli dualardan, yolculuklardan ve müzikli gösterilerden oluşmuş bir takım bidat nitelikli ibadetlerle meşgul ediyorlar.
“Yüz çevirme” derken kalblerin yüz çevirmesini, uzak düşmesini kasdediyorum. Yoksa meşru ibadetler şeklî olarak belki tıpatıp yerine getiriliyor.
Bu kimseler böyle yapacaklarına beş vakit namaza vücudları ve kalbleri ile yönelseler, namazın içerdiği yüce sözlerle salih amelleri derinliğine düşünerek onu tüm varlıklarını seferber edecek bir titizlikle kılsalar, içlerinde hayır getireceklerini bekledikleri ayni türden başka ibadetler arama ihtiyacı duymazlardı.
Kim, Allah'ın kelâmını akıl kulağı ile dinler ve kalb şuuru ile inceleyip kavrarsa, bu buyruklarda -şiir olsun, nesir olsun- başka bir sözde bulamayacağı ölçüde kavram zenginliği, haz, hidayet ışığı ve kalb şifası bulur.
Kim, seher vakitleri gibi, rekât secdeleri gibi ve namaz sonları gibi meşru zamanlarda dua etmeyi devamlı bir alışkanlık haline getirirse, artık gerek özleri ve gerekse bir kısım nitelikleri bakımından bid'at olan dualara gerek duymaz olur.
Buna göre aklı başında olan her müslüman bu tür meselelerin tümünde olanca titizliği ile sünnete uymaya gayret etmeli ve hayır sağlayacaklarını sandığı bütün bidatlerin yerlerine sünnetteki karşılıklarını koymalıdır.
Zira Cenab-ı Allah (c.c.) hayırlı olanı arayana aradığını buldurduğu gibi kötülükten kaçınanı da kaçındıklarının uzağında tutar.
|