Kur'an ve Sünnet
   
 
  Mezarlıklardan Medet Umanlara Cevap

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Mezarlıklardan Medet Umanlara Cevap

 

1- Genel (ana hatlarla ilgili) cevabımız şudur:

Bu itiraz, kendi öğeleri arasında çelişkilidir. Neden derseniz, yahudiler ile hristiyanlar arasında da çok sayıda bu tür hikâye ve kıyas geçerlidir.

Hatta Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- eğrilikten uzaklaştırıp doğru yola getirmek için görevlendirildiği eski arapların tapmış oldukları putlar karşısında yaptıkları bazı dualar, -tıpkı itirazda söz konusu edilen dualar gibi- zaman zaman kabul ediliyordu. Zamanımızın hristiyanları arasında da böyleleri vardır.

Eğer bu durum tek başına Cenab-ı Allah(c.c.)'ın bu hareketi sevdiğine ve beğendiğine delil sayılacak olursa, bu delilin kapsamı söz konusu hristiyanları ve benzerlerini de içerecek şekilde genişletilmek zorunda kalınır ki, bu da temel ilkelerimizle çelişen bir küfür (kâfirlik) olur.

Ayrıca şu veya bu mezarın başında hüngür hüngür feryad eden bu kimselerden her birinin ayrı birer put edindiklerini ve kendi putlarını destekleyerek diğerlerinin putlarını horladıklarını görüyoruz.

Başka bir deyimle her gurup kendi putu önünde yapılan duanın kabul edileceğini ve buna karşılık başka putlar karşısında yapılacak duaların kabul edilemeyeceğini sanmaktadır.

Buna göre bu görüşlerin hepsinin doğru olması imkânsız olduğu gibi, bu görüşlerden her hangi birini diğerlerine tercih etmek gerekçesiz ve keyfî bir tercih olur. Öte yandan bu zihniyette olanların tümünün görüşlerine hep birden inanmak da zıtları (çelişik unsurları) bir araya getirmeye kalkışmak olur.

Biraz daha açıklayacak olursak; bu zihniyette olanların çoğu ancak kendi putlarına sımsıkı sarıldıkları ve diğer putlardan uzaklaştıkları oranda iddia ettikleri etkinliklere ulaşabilmektedirler. Böyle olunca bu zihniyettekilerin tümünün sadece onaylarına katılarak sevdikleri putların hepsinden medet ummak, yine onların kendi kanaatlerine göre beklenen etkinliği zayıflatır. Çünkü her hangi bir kimse hem falanca ve hem de filânca puttan aynı anda medet umarsa, sağlayabileceği sözde etkinlik bu putların sırf bir tanesinden medet uman bir başkasının sağlayabileceği sözde etkinlik gibi olamaz. Bu söylediklerimizin tümü putların ve puta tapıcılığın özelliklerindendir.

Ayrıca elimizdeki belgelere göre Cenab-ı Allah (c.c.) Belâm-ı Baura'nın(60) Hz. Musa'nın kavmi -ki bunlar müslümandı-aleyhindeki duasını kabul etmiş, fakat imanını kalbinden çıkarıp almıştır.

Tıpkı bunun gibi yağmur dileyen bazı müşrikler yağmura ve zafer isteyen bazı müşrikler de zafere kavuşturulabilirler.

(Belâm-ı Baura; Basılı nüshada bu zatın adı Bu'ura olarak geçmektedir. Adı iki sözcükle gelmektedir. Bu adam Kenanilerden bir adamdır; veya denildiğine göre Yemenlidir ki Allah ona “İsim”i azam'ı vermiş, denildiğine göre Allah'tan hiç bir şey istemezdiki o kendisine verilmesin. Onun bu hali Musa ve kavmine beddua edinceye kadar sürdüğü söylenmektedir. Bunun üzerine onun bu halini imanını kaybetmesi, kuşkulara düşmesi ve şeytana boyun eğmesi izledi. Onunla ilgili olarak Cenab-ı Hak şu ayette şöyle buyurmaktadır:

“Onlara şu adamın haberini de oku: Ona ayetlerimizi verdik de onlardan ayrıldı, çıktı, şeytan, onu peşine taktı, böylece azgınlardan oldu.” (A'raf, 175). Geniş bilgi için bkz. Tefsir-i İbn Cerir: c. 9, s. 83,88. Konuya değgin haberlerin çoğunluğu İsrailliyyattandır. El-Bidaye ve El-nihaye, c. 1, s. 322.)

2 - “Ayrıntılı” cevabımıza gelince:

Bu itirazın biri naklî ve öbürü aklî olmak üzere iki ana dayanağı vardır.

- Naklî dayanağı bazı ünlü kişilerin mezar başlarında dua ettiklerini anlatan hikâyelerle böyle kimselerin bu hareketi hararetle onayladıklarını belirten sözleridir.

- Aklî dayanağı da, yaşanmış tecrübelerden ve çeşitli kıyaslardan hareket edilerek, mezarlıklarda yapılan duaların faydalı olduğuna dair beslenen kanaattir.

Naklî dayanağı ele alırsak; daha önce belirttiğimiz gibi, bu konuda sözler kökten asılsız ve özlerinden saptırılmıştır. Bu yüzden delil olma niteliği taşımazlar. Üstelik yukarda değindiğimiz gibi, kendilerine bu tür sözler veya onaylamalar yakıştırılmış olan bazı kimselerden bu iddiaların tam tersini belirten görüşler nakledilmektedir.

Aklî dayanağa gelince; ileri sürülen yarar sağlama durumlarının büyük bir çoğunluğu asılsızdır. Sebebine gelince:

Gerek mezarlıkları ve gerekse benzeri yerleri özellikle dua yeri olarak seçen kimselerin kabul edilen istekleri çok azdır. Böyle birini düşünecek olursak adam, sayısını ancak Allah'ın bilebileceği kadar çok sayıda dua etmekte ve bu duaları arasında bir tanesi kabul edilmektedir. Bu, böyle olduğu gibi bu amaçla böyle yerlerde dua eden binlerce kişi arasında gayet ender olarak duaları kabul olunabilenler sadece bir iki kişi olabilmektedir.

Böyleleri nerede, seher vakitleri uykularından uyanıp secde ederken, namazlardan sonra ve Allah'ın evlerinde (mescid ve camilerde) Allah'a dua edenler nerede!

Eğer bu söylediklerimiz mezarlardan medet umanlar gibi candan bir yakarışla dua ederlerse, özel bir engel bulunmadığı taktirde hiç bir dilekleri karşılıksız kalmaz.

Başka bir deyimle eğer Allah'ın ihlâslı kulları, mezarlardan medet uman kimseler gibi candan bir yakarışla dua ederlerse; ihlâslıların pek az (ender) dileği geri çevrilirken, mezarlardan medet umanların pek az dileği kabul edilir.

Nitekim Peygamber Efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun- ihlâslıların duaları ile ilgili olarak şöyle buyuruyor.

“Her hangi bir kul Allah'dan günah ve akrabalık bağlarını çiğnemeyi içermeyen bir şey dilerse, Allah bu duasına mutlaka üç karşılıktan birini verir:

1 - Ya bir an önce dileğini yerine getirir,

2 - Ya kendisi için o dileği kadar hayır biriktirir,

3 - Veya o oranda bir kötülüğü başından savar,

Sözlerinin burasında sahabilerden biri Peygamberimize:

“O halde, biz de çok şey dileriz” deyince, Rasulüllah'dan:

“Allah da daha çoğunu verir” cevabını almıştır.

(Hadisi, sözel dizgide bazı değişikliklerle Ahmed tahriç etmiş: c. 1, s. 18, Said El-Hudrî'den. Aynı anlamda bir diğer hadisi Timizi Ubade b. Samit'ten kaydetmiş: Tirmizi, Sünen, Dualar Kitabı, H. No: 2573. Tirmizi hadisi kaydettiği yerde hadisle ilgili olarak şu bilgiyi de eklemiş: “Bir takım yönleriyle bu hadis, hasen, “sahih, “garip”dir.” c. 5, s. 567.)

Üstelik ihlâslı kullar her yönden hayırla iç-içedirler.

Ama mezarlarından medet umanlara gelince: bunlardan herhangi birinin çok seyrek olarak dileği kabul edilse bile, bu yüzden imanı zayıflar. Rabb'inden gelecek nasibi azalır, kalbinde, ilk örnek neslin müslümanlarının gönüllerindekine benzer bir iman lezzeti ve hazzı duyamaz olur. Belki de bu karşılanan dileği bile kendisine uğursuz gelir (hakkında mübarek olmaz).

Yalnız bu yaptıkları işin bid'at olduğunu bilmeden yapanlar hariç. Çünkü, her hangi bir ictihadda bulunan kimse yanılgıya düştüğü takdirde, Allah, kendisine ictihadda bulunmuş olmasının sevabını verdiği gibi, yanılgısının günahını da affeder.

Dünyada olaylar ve gelişmeler üzerinde etkili olduğu sanılan ard / kötü niyetli bütün girişimler şeriat açısından haramdır.

- Gök cisimleri yardımı ile olayları etkilemek,

- psikolojik yönlendirme girişimleri,

- haram dileklerde bulunmak,

- var olduğu sanılan tabiat-üstü güçler aracılığı ile haram şeyleri başarmayı istemek ve

- tabiî güçlerden yararlanarak gelişmeleri yönlendirmek gibi.

Bunların zararı faydasından çoktur. Hatta ulaşılmak istenen amaç bakımından da bu böyledir. Çünkü bu yollara, bu çetrefil mekanizmalara çoğunlukla dünyalık amaçlara ulaşmak için başvurulur.

Bu yolla ulaşılacak olan dünyalık amaçların, ezici bir çoğunlukla, dünyadaki sonuçları bile kirli ve hüsranlı olur. Ahiretteki sonuçları ayrı bir mesele. Bu yollara baş vurup da bedbahtlığa uğrayanlar başarıya ulaşanlardan kat kat fazladır.

Ayrıca bu girişim ve mekanizmaların kendileri öyle terslik ve zarar içerirler ki, bunun ölçüsünü ancak Allah (c.c.) bilir. Bunlar özleri bakımından zararlı şeyler oldukları gibi, onlar aracılığı ile çok seyrek olarak istenen sonuçlar elde edilebilir. Üstelik elde edilen sonuçların da zararları yararlarından çok olur.

Bunlar yanında insan isteklerinin mubah ve sakıncasız olanlarının şeriata uygun sebebleri de vardır.

- Bu sebepler ya ticaret ve çiftçilik gibi tabii sebepler,

- yada Allah'a dayanmak, O'na güvenmek,

- güvenilir kanallar ile bize ulaşan Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- sözlerinde üstün oldukları belirtilmiş, sahiden kutsal yerlerde şeriata uygun biçimde Allah'a dua etmek,

- sadaka vermek ve

- şeriatın ilkelerine sıkı sıkıya uymaktır.

Saydığımız bu şeriata uygun sebepler aracılığı ile ya katıksız veya baskın oranı hayırlı sonuçlara ulaşılır.

Şunu da belirtelim ki, şeriata uygun bir hareketi yapmaktan veya şerirata aykırı, yasaklanmış bir işi yapmamaktan doğabilecek olan zarar, bu tutumun sağlayacağı yarar yanında mutlaka az kalır.

Bu söylediğimiz Kur'an, sünnet ve ümmetin söz birliği (icma-i ümmet) tarafından onaylanmış olduğu gibi, yaygın hayat tecrübeleri ile sağlam kıyaslar tarafından da isbatlanmıştır.

Meselâ namaz ile zekât aracılığı ile hem dünya ve hem de ahiret yararı elde edilir. Bunlar yararlı sonuçları tüm olarak sağladıkları gibi her türlü kötülükleri baştan savarlar.

Bu sözlerimizin ana fikri yukarda sözünü ettiğimiz haram nitelikli sebeplerin katıksız veya baskın oranlı yarar sağlayıcı olmadıklarını belirtmektir ki, akılları başlarında ve dünya olayları hakkında tecrübe kazanmış kimseler bunun böyle olduğunu kesinlikle bilirler.

Dile getirmeye çalıştığımız bu gerçeği kavrayınca anlarız ki:

Çoğunlukla olayların akışını etkileyecek sebepler bizim elimizde değildir. Cenab-ı Allah'ın (c.c.) yerde ve gökteki olayları yaratırken aracı olarak kullandığı sebepler sayısızdır. Bunların teker teker sayısının sınırsızlığı bir yana, türlerinin ne olduğu bile yine sadece O'nun tarafından bilinebilir. O'nun egemenlik (mülk) alanı o kadar geniştir.

Bu noktadan hareket eden peygamberler şu tutumu benimsemişlerdir.

Onlar, halkın yararına olacak olan şeyleri emrederek, zararına olacak şeylerden sakındırmaya çalışmışlar ve felsefeciler gibi insanları kâinatın gelişmelerinin sebepleri ile ilgili uzun sözlerle oyalamaktan kaçınmışlardır. Çünkü bu iş çok yorucu olduğu halde yararı azdır, hatta belki de zararlıdır.

Özellikle bizim Peygamberimizi -salât ve selâm üzerine olsun- bu bakımdan göz önüne alacak olursak O, hasta bir adamın yanına giderek hastalığını teşhis ettikten sonra kendisine:

“şu şu ilaçları iç ve şu şu şeylerden kaçın” diyen bir doktor gibidir. Hasta da bu tavsiyeleri yerine getirerek amacı olan şifaya kavuşmuştur.

Oysa felsefeci bu durumda uzun uzun hastalığın sebeplerinden ve faktörlerine bol bol saldırır. Fakat eğer yatağında çare umudu ile yatan hasta adam kendisine:

“Bu hastalıktan kurtulmam için ne yapmalıyım?” diye sorsa, bu soruya verecek doyurucu cevap bulamaz.

Üstelik söz konusu sebeplerin bazılarının etkisini açıklamak için söylenecek sözler akılları ve dinî duyguları zayıf olan kimselerin, aklını karıştırabilir, böylece bilgi ve inançları kendilerine kesinlik ve hidayet sağlayıcı nitelikte olmayan bu kimselerin sapıtmasına yol açabilir.

Bundan dolayı aklı başında olan kimselerin şeriata uygun olamayan sebeplerin sonuçları hiç bir şekilde etkilemediğini, bu yüzden bunların hiç bir işe yaramadığını, etkili oldukları seyrek durumlarda da, zararlarının faydalarından daha fazla olduğunu bilmeleri yeterlidir.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol