Kur'an ve Sünnet
   
 
  Peygamberimize Nasıl Selâm Verilmelidir?

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Peygamberimize Nasıl Selâm Verilmelidir?

 

Peygamber Efendimiz'in (salât ve selâm üzerine olsun) mescidinde dua eden kimsenin yüzünü O'nun mezarına döndürmemesi gerektiği hususunda ayni görüşte olan mezheb imamları, Peygamberimizi selâmlayacak olan kimsenin bu bakımdan nasıl davranması gerektiği hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

İmam-ı Malik ile İmam-ı Ahmed'e göre Peygamberimizin mezarına doğru dönülerek selâm verilmelidir. İmam-ı Şafiî'nin yakın arkadaşları da aynı görüşü ileri sürmüşlerdir. Öyle sanıyorum ki, onların bu görüşü bizzat İmam-ı Şafiî'ye dayanır, İmam-ı Ebu Hanife'ye göre ise, bu selâmlama kıbleye dönülerek yapılır. Bu hüküm, Ebu Hanife'nin yakın arkadaşlarının yazdıkları kitaplarda yer almıştır.

İsmail b. İshak'ın, “Mebsut” adlı eserde bildirdiğine ve aynı zamanda Kadı Iyaz'dan nakledildiğine göre İmam-ı Malik bu hususta:

“Peygamberimizin mezarı başında ayakta durup dua etmeyi doğru görmüyorum. Bana göre ziyaretçi Peygamberimizi selâmlayarak geçip gitmelidir.” diyor. (Şifaa, K. lyad, cüz, 2, s. 84.)

(İsmail b. İshak b. İsmail b. Hammad b. Zeyd El-Cehdamî, El-Ezdi adındaki bu zat Malikî fıkıhçılarındandır. h. 204'de doğdu. Fıkıhla ilgili eserleri mevcuttur. Mebsud, Şevahid el-Muvatt'a, Usul, Sünen adındaki eserleri bunlardan bir kaçıdır. 282'de öldü. Bkz. Şîrazî, Tabakat El-Fukaha, s. 164-165. Zerkelî, El-Alam, c. 1 ,s. 310.)

(Kadı lyad, b. Musa b. İyad, b. Ömer, el-Yahsubî, El-Sebtî, imam ve fikıhçı bir zattır. Hadis, hadis bilimleri, lingustik-dil ve sözlük dallarında çok ciddi yapıtları vardır: Tenbihat, Meşarik El-Envar, Şerh-u Kitab-i Müslim gibileri bunlardan bir kaç tanesidir. Zekiliği ve güzel yaşamıyla ünlüdür. 544'de ölen bu ünlü alim 476 yılında doğmuştu. Bkz. Vefeyat el-Ayan, c. 3, s. 483, 485; Zerkelî El-A'lam, c. 5, s. 99.)

Yine “Mebsut da belirtildiğine göre, İmam-ı Malikî'nin bu konudaki sözleri şöyle devam ediyor:

“Yolculuktan dönen veya yolculuğa çıkmak üzere olan bir kimsenin Peygamberimizin mezarı başında durup O'na salât ve selâm getirmesi ve Ebu Bekir ile Ömer'e dua etmesi sakıncasızdır.”

Bu konuda İmam-ı Malik'e şöyle bir soru soruldu:

“Bazı Medine'liler, ne yolculuk dönüşü ve ne de normal zamanlarda böyle yapmıyorlar? Acaba günde bir veya bir kaç kere böyle yaparak Peygamberimizin mezarı başına gitseler ve O'na selâm verip dua etseler mi?”

İmam bu soruya şöyle cevap verdi:

“Beldemizin hiç bir fikıh aliminin bu yoldaki bir görüşü bana ulaşmadı. Bu ümmetin ilk kuşağına yaraşan, yararlı sayılan ne ise, son kuşağına yaraşan ve yararlı olacak olan da odur. Bu ümmetin ilk neslinin ve öncülerinin böyle yaptıklarını işitmiş değilim. O halde bu davranış, yolculuktan yeni dönmüş veya yolculuğa çıkmak üzere olanlar dışında kalan kimseler için mekruhtur.” (Şifaa, K. lyad, cüz, 2, s. 87, 88)

Bildiğiniz gibi, gerek ilk kuşak müslümanlarından (Selef den) ve gerekse mezheb imamlarından bize ulaşan belgeler de Malikî'nin bu görüşü ile uyuşur ve onu onaylar niteliktedir.

Daha önce değindiğimiz gibi onlar Peygamberimizin mezarı başında sadece salât ve selâm getirilmesini ve dua edilmesini müstahab sayarken, sırf dua etmek maksadı ile burayı ziyaret etmeyi ve mezar karşısında dikilerek dua etmeyi mekruh kabul etmişlerdir.

Aralarında bu konuda biraz müsamahakâr davrananlar da Peygamberimizin mezarı başına gelerek O'nu selamlayanların dua etmek isteyince arkalarını ya mezara veya yan tarafa vererek Kıbleye dönmek suretiyle dua etmelerine izin vermişlerdir. Yani yüzü mezara dönük tutarak değil, Kıbleye dönülerek dua edilmesini yerinde görmüşlerdir. Diğer mezheb imamlarının görüşü de budur.

Başka bir deyimle hiç bir müslüman mezheb imamı, ziyaretçilerin yüzlerini Peygamberimizin mezarına dönük tutarak öylece dua etmelerini müstahab saymış değildir.

Anlattığımız İmam-ı Malik'in ve ilk nesil müslümanlarının bu görüşü, İmam-ı Malik ile ilgili olarak Kadı Iyaz'ın, Muhammed b. Humeyd'e dayanarak nakletmiş olduğu şu hikâyeye de ışık tutuyor:

Hikâyeye göre bir gün Abbasî hükümdarlarından Ebu Cafer ile Maliki, Peygamberimizin mescidinde bir tartışmaya girişirler. Tartışmanın bir yerinde Maliki, hükümdara şöyle der:

“Ey emirülmüminin, bu mescidde fazla yüksek sesle konuşma. Çünkü Cenab-ı Allah (c.c.) bu yüzden bir kavmi azarlayarak şöyle buyurmuştur:

“Ey müminler! Sakın seslerinizi Peygamberin sesi üzerine çıkarmayınız. Biribiriniz ile yüksek sesle konuştuğunuz gibi O'nunla da öyle yüksek sesle konuşmayınız. Yoksa yapmış olduğunuz ameller boşa gider de hiç farkında bile olmazsınız.”

Yine bu yüzden bir kavmi de överek şöyle buyurmuştur:

“Rasûlullah'ın huzurunda alçak sesle konuşanlar öyle kimselerdir ki, Allah onların kalblerini takva açısından imtihandan geçirmiştir. Onlar için mağfiret ve büyük mükâfat vardır.”

Yine aynı konuda bir başka kavmi de kınayarak şöyle buyurmuştur:

“Ey Muhammed, hücrelerin (odaların) arkasından yüksek sesle sana bağıranların çokları düşüncesiz kimselerdir.(Hucurat: 2, 3,4.)

Şüphe yok ki, Peygamberimize yaşarken gösterilmesi gereken saygı ile ölüsüne gösterilmesi gereken saygı aynıdır.”

Bu sözleri üzerine yumuşayan Ebu Cafer, Malikî'ye dönerek:

“Ya Ebu Abdullah (Maliki'nin künyesi), Peygamberimize dua ederken yüzümü kıbleye doğru mu, yoksa Peygamberimize doğru mu döndürmeliyim?” diye sordu. Hikayeye göre Maliki, hükümdarın bu sorusuna şöyle cevap verdi:

“Yüzünü ondan ayırma (onun için dua ederken yüzünü başka tarafa çevirme). Çünkü O, Kıyamet günü sana, hatta ilk atan Hz. Adem'e (salât ve selâm üzerine olsun) aracı olacaktır. Bundan dolayı yüzünü ona doğru dönerek kendisinden şefaat dile ki, Allah O'nu senin hakkında şefaatçi kılsın. Çünkü Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelerek Allah'dan günahlarını affetmesini dileselerdi de, Peygamber de onlar için af isteseydi, hiç şüphesiz Allah'ı, tevbeleri kabul edici ve merhamet sahibi olarak bulurlardı.”

(Kadı lyad, a.g.e., Peygambere ölümünden sonra yapılacak saygı faslı, cüz. 2, s. 39,40.)

(Muhammed b. Humeyd el-Şükri, Ebu Süfyan el-Ma'merî, Bağdatta yaşamış dokuzuncu kuşağın güvenilir hadis ravilerindendir. Müslim ve diğer hadisçiler ondan hadis tahricinde bulunmuşlardır. 187de öldü. Bkz. Takrib, el-Tehzib, c. 2, s. 156, biy. 160.)

(Ebu Cafer; Asıl adı Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas el-Kuraşî, El-Haşimi; künyesi, Ebu Cafer el-Mansurî olan bu zat, Abbasi halifelerinin ikincisidir. Güçlü, ileri görüşlü, adildi. İslami ilimler konusunda da bilgin olan hükümdar hicretin 136. yılında hilafet makamına geçti. Hicrî 158 yılında 63 yaşında iken öldü. Bkz. İbn Kesir, El-Bidaye ve El-Nihaye, c. 10, s. 121, 128.)

Bu hikaye bu haliyle ya asılsız olma ihtimali kuvvetlidir, ya değişikliğe uğramıştır ve Maliki'nin bu konudaki bilinen görüşü uyarınca yorumlanmalıdır.

Çünkü bu hikâyeden, onun bilinen ve güvenilir arkadaşları yolu ile bize ulaşan görüşüne aykırı bir anlam çıkarabiliriz. Oysa onun, yüzü mezara dönük tutarak dua etmenin doğru olmadığı şeklindeki görüşüne kendi sözleri ile ters düşmesi düşünülemez. Üstelik elimizde onun mezar başında ayakta dikilerek dua etmediğini belirten belge vardır. Bizzat bazı yakın arkadaşlarının bildirdiklerine göre o, mezara yaklaşır, Peygamberimizi selamlar ve sonra mezarı arkasına alarak ve yüzünü kıbleye döndürerek öylece dua ederdi. Bu arada sırtını mezara dönük tutmadığını söyleyenler de olmuştur. Demek ki, söz konusu arkadaşları onun dua ederken kıbleye döndüğü konusunda aynı görüştedirler, yalnız “acaba dua ederken sırtını mezara dönük bulundurdu mu, bulundurmadı mı?” konusunda farklı nakillerde bulunmuşlardır.

Allah bilir, ama benim tahminime göre bu hikâyede İmam-ı Malik'e Peygamberimize selâm verilirken mezara doğru dönülüp dönülmeyeceği sorulmuş o da bu soruya “selâmlama” yerine yanlışlıkla “dua etme” kelimesini kullanarak cevap vermiştir. Bilindiği gibi bazı Iraklı fıkıh alimlerine göre, Peygamberimizi selâmlarken de Kıbleye dönmelidir. Fakat daha önce belirttiğimiz gibi İmam-ı Malik, bu durumda mezara doğru durulacağı görüşündedir.

Nitekim İbn-i Vehb'in ona dayanarak bildirdiğine göre:

“Peygamberimizin mezarını ziyaret eden kimse O'nu, yüzü Kıbleye dönük olarak değil, mezara dönük olarak selâmlar. Önce mezara yaklaşır, sonra O'nu selâmlar ve elini mezara sürmez.”

Az yukarda Malikî'nin Peygamberimizin kabrini ziyaret eden kimsenin O'na salât ve selâm getirdikten sonra O'na dua edeceğini belirten sözlerine yer vermiştik. Bildiğimiz gibi Peygamberimizin mezarı başında O'na salât ve selâm getirdikten sonra O'nun için dua etmek Kıyamet günü O'nun bize şefaatçi olmasını sağlar.

Nitekim bizzat Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) güvenilir bir hadisinde şöyle buyuruyor:

“Müezzinin ezan okuduğunu işittiğinizde onun söylediklerini arkasından tekrar ediniz. Arkasından Bana salât-ü selâm getiriniz. Çünkü Bana bir kere salât ve selâm getiren kimseye Allah on rahmet bağışlar. Sonra Allah'dan Ben'im adıma “vesile” dileyiniz. Vesile, Allah'ın sadece bir tek kuluna lâyık gördüğü bir cennet derecesidir. Ben istiyorum ki, o kul Ben olayım. Kim Allah'dan Ben'im adıma vesile dilerse, Kıyamet günü şefaatimi hakeder.” (Müslim, Kitab, Namaz, bab, müezzinin ezan okuma sırasında söylediği sözün aynısını yinelemenin müstehaplığı, H. No: 384.)

Eğer yukarıdaki hikâyede bir yanlışlık yoksa İmam-ı Malik oradaki sözleri ile şöyle demek istemiş olabilir:

“Eğer yüzünü Peygamberimizin mezarına çevirir, O'na salât-ü selâm getirdikten sonra O'nun adına Allah'dan “vesile” dilersen, Kıyamet günü şefaatine erersin. Çünkü Kıyamet günü bütün ümmetler O'nun şefaati aracılığı ile Allah'a yanaşmak isteyeceklerdir. Dünyada O'nun şefaatini hak edebilmek için O'na bağlılık göstermek ve O'nun adına Allah'dan “vesile” dilemek gibi Kıyamet günü şefaatine ermemizi sağlayacak hareketleri yapmakla olur.”

İmam-ı Malik'in, İbn-i Vehb yolu ile bize ulaşan şu sözlerini de bu çerçeve içinde yorumlamak gerekir:

“Ziyaretçi Peygamberimize salât-ü selâm getirirken ve O'nun için dua ederken yüzünü Kıbleye değil, türbeye döndürür ve öyle salât-ü selâm getirip dua eder.”

İmam-ı Malikî'nin burada sözünü ettiği dua, her müminin mezarı ziyaret edilince mezarda yatanın ruhu için yapılacak olan meşru (şeriata uygun) duadır. Hiç şüphe yok ki Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun ve anam-babam yoluna feda olsun) bu duaya en lâyık olan, bu konuda diğer her ölüden önce gelen kimsedir. Böyle düşününce Malikî'nin sözleri arasında varmış gibi görülen çelişki kaybolur ve onun mezar başlarındaki duaların hangisini tavsiye ettiği ve hangisini bid'at sayarak mekruh gördüğü belli olmuş olur.

Bu arada yine yukarıdaki hikâyenin İmam-ı Malik'in:

“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelerek Allah'dan günahlarının affedilmesini dileselerdi de Peygamber de onlar için af isteseydi, hiç şüphesiz Allah'ı, tevbeleri kabul edici ve merhamet sahibi olarak bulurlardı” ayetini okuduğunu belirten kısmına gelince, doğrusunu Allah bilir, bunun aslı olmasa gerek.

Çünkü bildiğim kadarı ile hiç bir imam, bu sözleri ondan nakletmemiştir. Ayrıca hiç bir mezheb imamı, vefatından sonra Peygamberimizden gerek mağfiret aracılığı ve gerekse başka bir şey dilemeyi müstahab saydığını söylemiş değildir. Üstelik gerek Malikî'nin ve gerekse yakın arkadaşlarının bu konudaki belgelenmiş sözleri bu iddia ile çelişir.

Yalnız son dönemin fıkıh alimleri tarafından bir bedeviye atfedilerek nakledilen bir hikâyede böyle bir bölüm yer almıştır.

Hikâyeye göre sözü edilen bedevi bir gün Peygamberimizi içli ve yalın ifadeler ile öven iki beyitlik bir şiir terennüm etmiştir.

Bu yüzden İmam-ı Şafiî'ye ve Hanbelî'ye bağlı bazı son dönem fıkıh alimleri bu hikâyeye dayanarak böyle yapmayı mubah saymışlardır.

Oysa böyle bir hikâye ile şeriat kaynaklı hüküm isbat edilemez. Özellikle böyle bir konuda. Eğer böyle yapmak şeriata uygun ve özendirilecek bir şey olsaydı, sahabiler ile bağlılarının bunu herkesten daha iyi bilip, daha titizlikle uygulamaları gerekirdi. Böyle olmadığına göre sözü edilen bedevi ile diğer bazı kimselerin isteklerinin kabul edilmiş olmasının daha başka sebepleri vardır ve daha önce bu sebeplerle ilgili ayrıntılı açıklamalar yapmıştık.


بســـم الله الرحمن الرحيم

 

İbadetlerin Karşılıkları

 

Tekrar vurgulayalım ki, dileği her yerine getirilen kimsenin dileğinin yerine getiriliş sebebinin, mutlaka meşru ve emre uygun bir sebep olması gerekmez. Zira bilindiği gibi Peygamberimiz hayattayken kendisinden her dilekte bulunanın isteğini karşılar, hiç kimseyi boş çevirmezdi. Fakat bu dileklerin bazıları dilek sahipleri hakkında haram nitelikli idi. Nitekim bir defasında Peygamberimiz bu konu ile ilgili olarak:

 “Ben bazan öyle dilekleri karşılarım ki, bu dileklerin sahipleri yanımdan koltuklarının altında ateşle çıkarlar” buyurdu.

Sahabilerden birinin:

Peki, ya Rasûlullah, o halde böylelerinin dileklerini niye yerine getiriyorsun?” şeklindeki sorusunu da:

Çünkü onlar Ben'den istedikleri şeyleri ısrarla isterler ve öte yandan Allah cimriliği Bana yakıştırmaz” diyerek cevaplandırmıştır.

Öte yandan insan bazan yasak bir hareketi yasak olduğunu bilmeksizin, tersine, iyi bir amel olduğunu sanarak yapar ve hem iyi niyetine karşılık sevap kazanır hem de bilmeyerek işlemiş olduğu söz konusu günahı da affa uğrar. Bu geniş bir konudur.

Şunu iyi bilmeli ki, bid'at nitelikli yasak ibadetlerin büyük bir çoğunluğunu bazı kimseler işleyince bunlardan her hangi bir şekilde yarar sağlayabilirler. Fakat bu durum söz konusu ibadetlerin meşru olduğunu göstermez. Hatta eğer bu ibadetlerin zarar ve yıkımları yararlarından daha çok olmasaydı, yasaklanmazlardı.

Bu arada söz konusu yasak ibadetleri işleyen bazı kimseler, ya belirli bir yoruma ya hatalı bir içtihada veya bir imamı taklit etmeye dayanmaları gerekçesi ile hatalı hareketleri yüzünden affa uğradıkları gibi, gayrı meşru hareketin içerdiği meşru unsur karşılığında sevaba da kavuşabilir. Tıpkı içtihadında yanılan bir müctehid (gerçek araştırıcısı) gibi. Daha önceki sayfalarda bu konuyu ayrıntılı bir biçimde açıklamıştık.

Burada söylemek istediğimiz şudur:

Bilindiği gibi İmam-ı Malik bu tür meseleleri en iyi bilecek durumda olan kimselerdendir. Sebebine gelince Medine'de oturduğu için ikinci ve üçüncü kuşak (Tabiin ve Tebee-i Tabiin) müslümanların bu konularda ne yaptıklarını bizzat görebildiği gibi bu iki kuşak alimlerinin sahabilerden naklettikleri delilleri de işitip öğrenmek imkânına sahiptir. Böyle olduğu halde o, dua etmek amacı ile Peygamberimizin mezarı başında ayakta durmanın doğru olmadığını söylüyor ve ilk müslüman kuşaktan hiç kimsenin böyle yapmadığını belirtiyor.

Öte yandan Hz. Ömer'in (Allah ondan razı olsun) döneminde baş gösteren şiddetli bir kuraklık üzerine Peygamberimizin amcası Abbas vasıtasıyle yağmur dileğinde bulunduğunu biliyoruz.

Buharî'nin Hz. Enes'e dayanarak bildirdiğine göre:

“Bir defasında Hz. Ömer, Abbas b. Muttalib'i vasıta ederek yağmur dileğinde bulunmuş ve şöyle dua etmişti;

“Allah'ım, biz daha önceki yıllarda kuraklığa uğrayınca, Peygamberimizi vasıta ederek Sen'den yağmur dilerdik. Bu defa da Peygamberimizin amcasını vasıta ederek Sen'den yağmur diliyoruz. Bize yağmur ver, ya Rabbi!”

Bu dua üzerine halk yağmura kavuştu.” (Buhari, Kitab, yağmur isteme, bab: Kuraklık ve kıtlık olduğunda İslam devlet başkanının halkla yağmur duasına çıkması, H. No: 107.)

Görüldüğü gibi, sahabiler vaktiyle hayattayken nasıl Peygamberimizi vasıta ederek yağmur diliyor idiyseler bu defa da aynı şekilde amcası vasıtası ile yağmur dilemektedirler. Yani sahabiler sağlığında Peygamberimizin duasına ve şefaatine başvuruyorlar, o da onlar için dua ediyor ve bu duaya sahabiler de katılıyorlardı. Tıpkı imam ile cemaat gibi. Kim olursa olsun, bir yaratılmışı araya koyup yemin ederek Allah'ı taahhüt altına almaya kalkışmaksızın. Nasıl ki yaratılmışlardan birini araya koyarak aralarında yemin etmeye kalkışmadıkları gibi. Ayni mantıkla Peygamberimiz ölünce amcası Abbas'ın duasına baş vurarak yağmur dileğinde bulunmuşlardır.

Fıkıh alimleri bu olaya dayanarak “Hayırlı ve dindar şahsiyetleri vasıta tutarak yağmur dilemek müstahabdır” demişlerdir. Bunun en iyisi söz konusu şahsiyetlerin Ehli Beyt'den (Peygamberimizin soyundan) seçilmesidir.

Nitekim Muaviye, Yezid b. Esved'i aracı tutarak yağmur dileğinde bulundu ve şöyle dedi:

“Allah'ım, Yezid b. Esved aracılığı ile Sen'den yağmur diliyoruz. Ya Yezid, kaldır ellerini.”

Bunun üzerine Yezid de ellerini kaldırıp dua etmeye başladı ve halk da bu duaya katıldı. Sonunda yağmur yağdı ve halk da dağılıp evlerine döndü.

Dikkat edilecek olursa bu durumlarda hiç bir sahabi ne Peygamberimizin ve ne de bir başkasının mezarına giderek orada veya O'nun aracılığı ile Allah'dan yağmur yağdırılmasını dilemedi.

(Bu olayı İbn Hacer El-İsabesinde nakletmektedir c. 3, s. 673. İbn Hacer şunu eklemiş ayrıca: “Bu haberi Ebu Zer'a ve Yakub b. Süfyan sağlam bir senetle tarihlerinde kaydetmişlerdir.)

(Yezid b. El-Esved el-Ceri, Ebu el-Esved'i bazıları sahabeler arasında zikretmektedir. Ne var ki bu kanıtlanmış değildir. Şamlıların gariplerinden ve ibadete düşkün birisiydi. Hem cahiliye dönemini ve hem de İslam dönemini idrak etmişti. Bkz. El-İsabe, c. 3, s. 673, biy. 9393.)

Ayrıca bilindiği gibi bütün alimler Peygamberimizi selamlamayı müstahab saymışlardır. Çünkü Ebu Davud'un, Ebu Hureyre'ye dayanarak bildirdiğine göre, Peygamber Efendimiz:

“Her hangi bir kimse Bana selâm verince Allah mutlaka ruhumu geri verir ve Bana verilen selâmı alırım” buyuruyor.

Öteyandan Neseî'nin nakletmiş olduğu bir hadise göre Peygamberimiz:

“Allah'ın mezarımda görevlendirdiği bir gurup melek, ümmetimin selâmlarını Bana iletir” buyurmuştur.

Yine bu konuda Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) bir gün sahabilere:

“Cuma geceleri ile cuma günleri Bana çok sayıda salât ve selâm getiriniz. Çünkü sizin salât ve selâmlarınız Bana takdim edilir” buyurmuş ve sahabilerden birinin:

“Ya Rasûlullah, Şen çürüyüp toprak olduktan sonra bizim salât ve selâmlarımız Sana nasıl sunulabilir?” şeklindeki sorusunu da:

“Allah, peygamberlerin etlerini yemeyi (çürütmeyi) toprağa haram kıldı.” diye cevaplandırmıştır.

Demek ki, Peygamberimize (salât ve selâm üzerine olsun ve anam-babam yoluna feda olsun) salât ve selâm getirmek hem Allah'ın ve hem de Rasûlullah'ın emirleri arasındadır.

Nitekim Buharî'de yer alan bir hadise göre:

“Kim üzerime bir kere salât ve selâm getirirse, Allah kendisine on kere rahmet eder” buyurulmuştur.

Hemen belirtelim ki, Peygamberlerin, salih amelli şahsiyetlerin ve diğer müminlerin mezarlarını ziyaret ettiğimiz zaman meşru olarak yapabileceğimiz şeyler, bu ölülerin cenazeleri sırasında yapmamızın meşru sayıldığı ibadetlerle aynı türdendir. Nasıl ki, ölünün başında cenaze namazı kılmaktan maksad ona dua etmek ise, mezarını ziyaret etmenin amacı da sadece onun için dua etmektir.

Nitekim başta Buhari olmak üzere çeşitli hadis kaynaklarında yer aldığına göre Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) sahabilerine, her hangi bir mezarlığı ziyaret ettiklerinde şöyle dua etmelerini öğretirdi:

“Selâm üzerinize olsun, ey müminler yurdunun sakinleri! Hiç şüphesiz, Allah ne zaman dilerse biz de size katılacağız. Allah hem önden gidenlerimize ve hem de arkada kalanlarımıza rahmet eylesin. Hem sizin ve hem de kendimiz için Allah'dan afiyet dileriz. Ey Rabb'imiz, bizleri onların ecirlerinden mahrum etme. Bizi onlardan ayrı düşürme. Bizi de, onları da affeyle”

(Müslim, Sahih, kitab, Cenazeler, bab, mezarlığa girilince ne söylenmelidir. H. No: 974,975; Tirmizi, Sünen, kitab, Cenazeler, bab kişi mezarlığa girdiğinde ne söylemelidir, H. No: 1053; Ebu Davud, Sünen, Kitab, Cenazeler, bab, mezarlık ziyaret edildiğinde veya oradan geçilirken ne söylenmelidir. H. No: 3237; Sünen İbn Mace, Kitab, Zühd, bab, Rasûlüllah'ın havzının anlatıldığı bölüm, H. No: 4306, Ahmed, Müsned, c. 2, s. 30, 375, 408, c. 6, s. 71,76, 111, 180, 221, Nesâ-î Sünen, c. 4, s. 93, 94.)

Görüldüğü gibi, bu dua sadece ölülere mahsustur. Bunun yanında cenaze namazlarında yapılacak olan şu dua yaşayanları da içeren ifadeler taşıdığı için genel niteliktedir;

“Ellahümmeğfir lihayyina vemeyyitina vesahidina ve-gaibina ve-sağırina vekebirina vezekerina ve ünsana inneke talemu mutekellibina vemesvana = Ya Rabbi, ölümüzü, dirimizi; burda olanımızı, olmayanımızı; küçüğümüzü, büyüğümüzü ve erkeğimizi, dişimizi affeyle. Hiç şüphesiz başımıza gelecekleri ve varacağımız yeri Sen biliyorsun” 

(Tirmizi, kitab, Cenazeler, bab, Cenaze namazında hangi dua okunmalıdır, H. No: 1024, (Burada: “başımıza geleceği ve karşılaşacağımızı sen biliyorsun ” ifadesi yer almamıştır.) Ayrıca Tirmizi, hadisi şöyle tanımlamaktadır: “İbrahim'in çocuğunun bu hadisi, “hasen sahih”tir.”; E. Davud, kitab, Cenazeler, bab, Ölüye dua etme, H. No: 3201, Müellifin kaydettiği fazlalık burada var.; İbn Mace, kitab, Cenazeler, bab, 23, H. No: 1498,Feth El-Rabbanî, c. 7, s. 235, 236; Hakim, el-Müstedrek, c. 1, s. 358. Hakim şöyle diyor: “Bu hadis “Sahihayn'in (Buhari ve Müslim) şartlarına uygun olarak sahihtir. Ama onlar nedense tahriç etmemişler.” Zehebi de Hakimin görüşünü onaylıyor: Telhis, c. 1, s. 358.

Cenaze namazı kılan kimse bu duadan sonra sırf ölüye özgü ifadeler taşıyan bir dua yapabilir.

Bilindiği gibi Cenab-ı Allah (c.c.) bir ayette münafıklarla ilgili olarak Peygamberimize şöyle buyuruyor:

“Ve onlardan ölen birine asla namaz kılma, onun mezarı başında durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Rasûlünü tanımadılar ve yoldan çıkmış olarak öldüler.” (Tevbe: 84)

Cenab-ı Allah (c.c.) bu ayette Allah'ı ve Peygamberleri tanımadıkları gerekçesi ile Peygamberimize münafıkların cenaze namazlarını kılmayı ve mezarlarının başında durmayı yasakladığına göre bundan müminlerin cenaze namazlarının kılınacağı ve mezarları başında durulabileceği sonucu çıkmaktadır. Bu yüzden çeşitli hadis kaynaklarında belirtildiğine göre Peygamber Efendimiz, sahabilerden biri toprağa verildiğinde mezarı başında ayakta dikilir ve:

“Onun için Allah'dan sebat dileyiniz. Şimdi o sizden bunu bekler” buyururdu.



Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol