Kur'an ve Sünnet
   
 
  Peygamberlerin, Mescit Niteliği Taşımayan Ziyaret Yerlerini Gezmek

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Peygamberlerin, Mescit Niteliği Taşımayan Ziyaret Yerlerini Gezmek

 

Görüldüğü gibi, Ahmed İbn Hanbelî, Peygamberlerin ve saygıdeğer salih şahsiyetlerin izlerini taşıyan ve asla mescid niteliğinde olmayan söz konusu ziyaret yerlerini gezip görmeyi, ikiye ayırıyor. Ona göre bu ziyaretlerden biri buraları bayram (tören) yerine dönüştürmeksizin ara-sıra gezip görmek ve öbürü de buraları sık sık görerek bayram (tören) yerine dönüştürmektir.

Bu ayırım, konu ile ilgili bize ulaşan sahabî sözleri ile uygulamalarını birlikte değerlendiren bir ayırımdır.

Nitekim Buharî'nin, Musa b. Ukbe'ye dayanarak bildirdiğine göre:

Salim b. Abdullah, gezileri sırasında yollar üzerindeki bazı belirli yerlerde namaz kılar, kendisine buralarda niçin namaz kıldığı sorulunca da buralarda babasının da namaz kılmış olduğunu ve onun da bunu Peygamberimizden öyle gördüğü için yaptığını anlatarak cevap verirdi.” (Buhari, Sahih, Kitab, Namaz, bab, Medine yolları üzerinde bulunan mescitler ve Peygamber efendimizin namaz kıldığı yerler, H. No: 483.)

Yine Musa b. Ukbe'nin, Nafîî'ye dayanarak anlattığına göre, aynı yerlerde aynı gerekçe ile Abdullah b. Ömer'de namaz kılmıştı.

İşte Hanbelî ziyaret yerlerine dönük gezilerin bu türünü serbest saymıştır.

Bu tür ziyaretler arasında onun mekruh saydıkları da vardır. Meselâ Said b. Mansur'un “Sünen” adlı eserine göre Marur b. Suveyd, söz konusu ziyaretlerin bu çeşidi ile ilgili olarak şöyle bir olay anlatıyor:

Hz. Ömer ile birlikte bir hacc ziyaretinde idik. Ömer ilk rekâtte “Elem Tere Keyfe” ve ikinci rekâtte “Li-ilâfi” surelerini okuyarak bize o günün sabah namazını kıldırdı. Ziyaretten dönerken bazı kimselerin guruplar halinde namaz kılınan yere doğru gelmekte olduklarını gördük. Adamlara:

“Burası nedir?” diye sorunca, onlardan:

“Peygamberimizin namaz kıldığı yerlerden biridir” cevabını aldı. Bunun üzerine şunları söyledi:

“Yahudiler ile hristiyanlar sizden önce böyle yaptıkları için mahvoldular. Onları peygamberlerinin izlerini tarihî kalıntılarını taşıyan yerleri mabed edindiler.” 

(Basılı kısımda yer alan ibareye Said b. Mansur'un Sünen'inde rastlayamadım. İbn Hacer Feth El-Bari, c. 1, s. 569 adlı eserinde bu olayın Ömer'den kaynaklandığına işaret edip öyküyü anlatmış. Aynı şekilde bu olayı Abdurrezzak El-Musannef'inde Yolculukta sabah namazında hangi sure okunmalıdır adlı bab altında kaydetmiş. Şu raviler aracılığı ile: Ma'mer, A'meş, Maruf b. Süveyd, Daha sonra haberin tamamım, sözel dizgedeki bir takım değişiklikler ile anlatıyor: c. 1, s. 118, 119, H. No: 2734.)

O halde hanginiz buradayken namaz vakti ile karşılaşırsa namazını burada kılsın ve hanginiz buradayken namaz vakti ile karşılaşmazsa geçip gitsin.

Görüldüğü gibi, Hz. Ömer (Allah ondan razı olsun) Peygamber Efendimizin namaz kıldığı yeri bayram (tören) yeri edinmeyi hoş görmemiş ve yahudiler ile hristiyanların böyle yaptıkları için mahvolduklarını belirtmiştir.

Başka bir rivayete göre yine Hz. Ömer bir defasında bazı kimselerin gruplar halinde bir yere doğru gittiğini görünce, yanındakilere:

“bunlar nereye gidiyor?” diye sordu.

“Yanındakilerden Ey müminlerin emiri, Peygamberimizin namaz kıldığı bir yer var, oraya gidip namaz kılmak istiyorlar” cevabını alınca şu sözleri söyledi:

“Sizden öncekiler buna benzer davranışları yüzünden mahvoldular. Onlar peygamberlerinin izlerini, tarihi kalıntılarını izlerler ve onları kilise ve mabed edinirlerdi. Buna göre kim bu namaz yerlerindeyken namaz vakti ile karşılaşırsa oralarda namaz kılsın ve kim namaz vakti ile karşılaşmaz ise geçip gitsin, özellikle oralarda namaz kılmaya kalkışmasın.”

(Bkz. Kenz El-Ummal, c. 17, s. 140 Müellif, el-Tevessül ve El-Ve-sile, s. 102; üstad haberin dayanağının sağlam olduğunu söylüyor.)

Öte yandan Muhammed b. Vezzah ve daha bir kaç kişi Hz. Ömer'in (Allah ondan razı olsun) altında “Rıdvan Biati” olayının gerçekleşmiş olduğu ağacın kesilmesini emrettiğini bildiriyorlar. Çünkü müslümanlar bu ağacın altını ziyaret yeri edinmeye başlamışlar ve bu yüzden oranın fitneye sebep olacağından endişe etmiştir.

(Haberi İbn Sa'd Tabakat adlı ünlü eserinde şu ravi zinciriyle, şöyle nakletmektedir: “Abdulvehhab b. Ata, Abdullah b. Aven Nafi'den aktarıyor: Ravi diyorki: “İnsanlar halk- gidip “Rıdvan bi'atı'nın yapıldığı “Rıdvan ağacı” -Şeceretürrıdvan”“ altında namaz kılıyorlardı. Bu haber Ömer'e bildirilince o da onları oradan uzaklaştırıp ağacı kestirdi. Bkz. A.e.g.e, c. 2, s. 100.)                                                  ,

(Muhammed b. Vazzah El-Kurtubi, El-Hafız; Endülüs'te hadis ezbercilerindendir. Çok yanılmasına rağmen doğru sözlü ve hadis konusunda öncü bir kişidir. Faziletli ve ver'a sahabidir. Hicrî 191 yılında doğan bu muhaddis 287 yılında öldü. Bkz. Lisan el-Mizan, c. 5, s. 416,417: Şüzurat el-Zeheb, cüz, 2, s. 194.)

Bu tür yerlerin ziyaret edilip edilmemesi hususunda İslâm alimleri farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Muhammed b. Vezzah bu konuda şunları söylüyor:

İmam-ı Malik ile diğer Medine'li alimler, Küba ve Uhud mescidi dışında kalan Peygamberimizin vaktiyle namaz kılmış olduğu bu tür yerleri ve Peygamberimizin hatıralarını taşıyan diğer tarihî yerleri özellikle ziyaret etmeyi mekruh saymışlardır.

Nitekim Kudüs'de bulunan Beytül Mukaddes'e girip orada namaz kılan Sufyan-us Sevri, o yakınlardaki diğer tarihi yerlere gidip oralarda namaz kılmamıştır.”

Görüldüğü gibi İmam-ı Malik ile arkadaşları, bu konuda Hz. Ömer'in kesin yasağı olduğu ve bu hareket mezar başlarında namaz kılmaya benzediği için bu tür ziyaretleri mutlak anlamda mekruh saymışlardır. Çünkü bu davranış söz konusu yerleri bayram (tören) yeri edinmeye ve yahudiler ile hristiyanlara benzemeye açık kapı oluşturabilirdi.

Ayrıca Abdullah b. Ömer'in konu ile ilgili yukarda anlattığımız hareket tarzını, kendisinden başka herhangi bir sahabinin benimsediğini belirten bir belge elimizde yoktur. Başka bir deyimle, ne halifelerden ve ne de diğer sahabilerden birinin, vaktiyle Peygamberimizin hatırasını taşıyan yerleri, özellikli yerler sayarak buraları ziyaret ettiğine dair bize her hangi bir güvenilir bilgi ulaşmış değildir.

Bu konudaki doğru davranış, büyük çoğunluğu ile sahabilerin benimsemiş olduğu davranıştır. Çünkü Peygamberimize uymak, O'nun emirlerine uyarak ve ayrıca yapmış olduğu hareketleri, O'nun gerekçeleri ışığında ve tıpkı O'nun gibi yaparak olur.

Buna göre Eğer Peygamberimiz belirli bir yeri özellikle ibadet yeri olarak seçmiş ise “mescidler ve hacc'daki ziyaret yerleri gibi” oraları belirli ibadet yerleri olarak kabul etmek, Peygamberimize uymak, O'nun izinden gitmek anlamına gelir.

Fakat eğer Peygamberimiz sırf mola yerine rastladı diye bir yerde konaklamış ise, böyle bir konaklama yerini veya özel bir maksatla varmamış olduğundan emin olduğumuz O'ndan hatıra taşıyan diğer herhangi bir yeri özellikle ve ayrıcalıklı yer olarak kabul etmek, Peygamberimize uymak ve O'nun izinden gitmek demek değildir. Çünkü ameller (davranışlar ve tutumlar) niyetlere bağlıdırlar.

Buna karşılık bazı son dönem alimleri (muteahhirin) de bu tür yerleri ziyaret etmeyi müstahab (özendirilecek davranışlardan) saymışlardır. Hatta aralarında bizim bazı arkadaşlarımızın da bulunduğu ve hacc ile ilgili eser yazmış olan bir kısım alimler kitablarında bu tür yerleri ziyaret etmeyi müstahab kabul etmiş ve ziyaret edilmesini yararlı gördükleri bu çeşit yerleri isim vererek belirtmişlerdir.

İmam-ı Ahmed'e gelince, o, bu tür yerlerin sadece haklarında bu yolda belge bulunanlarını ziyaret etmeye müsaade etmiştir. O da bu yerleri bayram (tören) yeri edinmemek şartıyle. Yani belirli zamanlarda buraları ziyaret etmemek ve buralarda kalabalıklar oluşturmamak şartıyle. Tıpkı kadınların mescidlerde cemaatle namaz kılmalarına izin verdiği gibi. Kadınların evlerinde namaz kılmalarını daha hayırlı görmekle birlikte, mescidlere gidip cemaatle namaz kılmalarına da izin vermiştir, ama bunun kadınlar tarafından gösteri fırsatı olarak kullanılmaması şartı ile.

Böylece İmam-ı Ahmed, bu konuda kaynaklarımızdaki belgeleri tümü ile değerlendirmiş ve İbn-i Ümm-ü Mektum yolu ile gelen hadisi de göz önünde tutmuş oldu.

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Peygamberimizin Namaz Kıldığı Yeri Namazgah Edinmek

 

Söz konusu hadisin bir başka benzeri de Buhari ile Müslim'in birlikte yer verdikleri şu hadistir. Bu hadise göre, sahabilerden İtban b. Malik, bir defasında Peygamberimize gelerek şöyle dedi:

“Ben şimdiye kadar kabilem Salimoğullarının mescidinde namaz kılıyordum. Fakat şu sıralar gözlerim görmez oldu. Ayrıca evimle kabilemin mescidi arasına bazan seller giriyor. Bu yüzden bize gelip evimin belirli bir yerinde namaz kılmanı ve orayı namaz kılma yeri edinmeyi istiyorum. Peygamberimiz:

“Bu isteğini, inşallah, yerine getireceğim” dedikten sonra, ertesi günü iyice gün ağardıktan sonra, Hz. Ebu Bekir ile birlikte kapıma gelip içeri girmek istediğini bildirdi. Kendisini içeri aldıktan sonra daha oturmadan önce bana evinin neresinde namaz kılmamı istersin?” diye sordu. Kendisine evimin neresinde namaz kılmasını istediğimi göstermem üzerine, hemen namaza durup tekbir aldı. Biz de saf tutup kendisine uyduk, iki rekât kılarak selâm verdi, biz de O'nunla birlikte selâm verdik.” (Buhari, Namaz, Kitabı, bab: Mescitler ve evler, H. No: 425; Müslim, Kitab, Mescitler, bab: Makbul bir özürden ötürü cemaatle namaz kılmaktan uzak kalma konusunda verilen ruhsat, H. No: 33.)

(İtban b. Malik; Büyük sahabiler arasında sayılan bu zatın asıl adı, İtban b. Malik, b. Amr b. El-Aclan, El-Ensarî, El-Hazrecî, El-Salimî'dir. Bedirde bulunanlardandır. Kendi kavmi Beni Salim'in imamıydı. Muaviye'nin saltanatı döneminde öldü. El-İsabe, c. 2, s. 452.)

Bu hadis, Peygamber Efendimizin (salât ve selâm üzerine olsun) namaz kıldığı yeri kendisine namaz yeri edinmenin sakıncasız olduğunu gösteriyor. Tıpkı bunun gibi, O'nun namaz kıldığı yerde namaz kılmak da sakıncasızdır.

Fakat bu hadiste söz konusu olan sahabi, kendisine namaz yeri belirlemek amacındaydı ve bu yerin Peygamber Efendimizin namaz kıldığı bir yer olmasını istedi. Ki böylece namaz kılacağı yeri Peygamberimiz belirlemiş olsun. Oysa Peygamberimizin tesadüfen namaz kılmış olduğu bir yeri namaz yeri edinmek, belirli bir namaz yerine ihtiyaç olduğu için değil de, sırf Peygamberimiz orada tesadüfen namaz kıldı diye böyle yapmak başka bir şeydir.

Bu böyle olduğu gibi Peygamber Efendimizin özellikle namaz kıldığı ve dua ettiği yerleri özellikle namaz ve dua yerleri olarak belirlemek de, Peygamberimizin sünnetine uymak ve O'nun izinden gitmek kapsamına girer. Peygamberimizin özellikle namaz kıldığı veya dua ettiği vakitler de böyledir. Bu vakitleri özellikle namaz ve dua vakitleri olarak belirlemek, Peygamberimizin yapmış olduğu diğer ibadetler ile, ibadet amaçlı hareketlerine uymak gibi sünnettir.

Bunun bir örneği Buhari ile Müslim'de okuduğumuz şu belgedir. Bu belgeye göre Yezid b. Ebu Ubeyde şöyle diyor:

“Sahabilerden Seleme b. Ekva  mushafın yanına düşen sütunun altında özellikle namaz kılmayı adet edinmişti. Bir defa kendisine:

“özellikle bu sütunun altında namaz kılmayı tercih ettiğini görüyorum, bunun sebebi nedir?” diye sorunca:

“Peygamberimizin orada özellikle namaz kıldığını görmüştüm” diye cevap verdi.”

(Buhari, Kitab, Namaz, bab: Sütunun altında namaz kılma, H. 502; Müslim, Kitab, Namaz, bab namaz kılanın sütreye yakınlığı, H. 509.)

(Büyük sahabilerden olan Selem b. ekva El-Eslemî Rıdvan Bi'atında bulunanlardandır. H. 74 yılında öldü. Bkz. a.g.e., c. 1, s. 318.)

(El-Eslem, Seleme b. El-Ekv'a'ın azadlısıdır. Dördüncü kuşaktan güvenilir ravi olun bu zat, hicri 143 yılında öldü. Bkz. Takrib, c. 2, s.)

Aynı olayı doğrudan doğruya Seleme b. Ekva'a dayanarak anlatan Müslim de, bu sahabinin Mushafın bulunduğu yerde özellikle namaz kılıp tesbih çektiğini, bu hareketinin gerekçesi olarak Peygamberimizin vaktiyle orada namaz kılmayı tercih etmiş olduğunu söylediğini ve söz konusu yerin minber ile kıble arasında ve bir koyunun geçebileceği yer kadar minbere yakın olduğunu belirtmektedir.

Bazı yazarlar bu örneği daha önce anlattığımız durumlarla aynı kategoriye koyarak bunu da tartışmalı meseleler arasında saymışlardır ki, bu yerinde değildir. Çünkü, bu örnekte sözünü ettiğimiz sahabi, bize Peygamberimizin belirli bir yeri tercih ettiğini belirtmektedir. Peygamberimizin bu “tercihi” nasıl sünnet olmasın?

Evet, gerçi mescidde belirli bir yeri namaz yeri edinip her zaman sadece orada namaz kılmak, sünnetin belirttiği gibi yasaklanmıştır. Fakat böyle bir belirleme ile Peygamberimizin tercih ettiği bir yeri özellikli bir namaz yeri saymak aynı şey değildir.

Kısacası, Peygamberimize uymakla ve O'nun hareketlerini örnek edinmek ile, O'nun tarafından sünnet edinilmemiş olan bir hareketi sırf O'nunla ilgilidir diye benimseyip ortaya çıkarmak arasında fark gözetmek gerekir.

Buna bağlı olarak Peygamberimizin belirli bir sebebe bağlı olarak yaptığı her hangi bir mubah hareketi, söz konusu sebep ortada yokken O'na özenerek, o hareketi yapmamız meselesi alimler arasında tartışma konusu olmuştur. Kimi alimler böyle bir şeyi müstahab (özendirilecek bir tutum) sayarken kimisi de onu müstahab kabul etmemiştir.

Dikkat edersek Abdullah b. Ömer'in (Allah her ikisinden de razı olsun) hareketi bu çerçevenin dışında kalır. Çünkü Peygamberimiz yolu üzerinde bulunan yerlerde mola yerleri olduğu için namaz kılmış değildi. Yukarıdaki örneğin benzeri ise, yolcunun konakladığı yerde namaz kılmasıdır ki, bu sünnettir.

Buna karşılık Peygamberimizin tesadüfen namaz kılmış olduğu söz konusu yerlerde özellikle namaz kılmaya gelince, Abdullah b. Ömer dışında hiç bir sahabinin böyle yaptığı bize ulaşmış değildir.

Dahası Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve diğer öncü sahabiler bazen hacc, bazan Umre ve bazan da yolculuk amacı ile sık sık Medine'den Mekke'ye gittikleri halde, hiç birinin Peygamberimizin vaktiyle namaz kıldığı mola yerlerinde özellikle namaz kıldıkları bize nakledilmiş değildir.

Söylemeye gerek yok ki, eğer bu hareket müstahab olsaydı, onlar onu herkesten önce yaparlardı. Zira sözünü ettiğimiz kimseler nelerin Peygamberimizin sünneti olduğunu herkesten iyi bilen ve diğer herkesten çok bunlara uyan şahsiyetlerdi.

Bu böyle olduğu içindir ki, Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) şöyle buyuruyor:

“Sakın Ben'im sünnetimle (yolumla) raşid ve doğrudan ayrılmayan halifelerimin sünnetinden (yollarından) ayrılmayınız. Buna sımsıkı sarılınız ve üzerine azı dişlerinizi geçiriniz. Buna karşılık sonradan ortaya atılacak şeylerden uzak durunuz. Çünkü sonradan ortaya çıkarılmış herşey bid'attır ve her bid'at da dinden sapmadır.”

(Ebu Davud, Kitab, Sünen, bab, sünnetin gerekliliği, H. 4607; Tîrmizi, Kitab, İlim, bab, Sünnete sarılma ve bid'attan uzak kalma konusunda gelen hadisler, H. 2676. Tirmizi, hadisi “hasen sahih” olarak tanımlamaktadır: İbn Mace, Mukaddime, bab, Raşid halifelerin yollarına uyma, H. 42. Ahmed, Kitab, Sünne, c. 4, s. 126,127; Daremî, Mukaddime, c. 1, s. 44,45, bab, Sünnete uyma.)

Şimdi sözümüzün konusu olan yer belirleme hareketi, raşid halifelerin bir sünneti değil, sonradan ortaya çıkarılmış bir bid'attır.

Öte yandan bazı sahabilerin söz veya davranışları arkadaşlarının söz ve davranışlarına ters düşünce delil olma niteliklerini kaybederler. Oysa elimizdeki örnekte bir tek sahabinin diğer bütün arkadaşlarınınkinden farklı olan bir davranışı söz konusu olduğuna göre bu davranış haydi haydi delil olamaz.

Ayrıca Peygamberimizin rastgele namaz kılmış olduğu bu mola yerlerinde özellikle namaz kılmak oraları mescid edinmeye ve böylece bize kesinlikle yasaklanmış olan yahudi ve hristiyanlara benzemeye kapı açmak olur. Bu da müşrikliğe yol açar. Oysa şeriat koyucu bu ihtimali kesinlikle önlemek amacı ile güneşin doğuşu ve batışı sırasında namaz kılmakla mezarları mescid edinmeyi yasaklamıştır. Böyle bir tehlikenin önünü kesinlikle almak amacı ile söz konusu vakitlerde ve yerlerde namaz kılmak yasak edildiğine göre, peygamberlerin veya seçkin salih kişilerin özel bir amaçla olmaksızın, sadece tesadüf sonucu olarak bulundukları veya namaz kıldıkları yerlerde özellikle namaz kılmak veya dua etmek nasıl müstahab (özendirilecek bir davranış) olabilir?

Eğer böyle düşünmek yerinde sayılırsa, o zaman Hıra ve Sevr dağları ile bazı peygamberlere uğrak yeri oldukları ileri sürülen diğer bir kısım yerleri özellikle ziyaret ederek oralarda namaz da kılmayı müstahab saymak gerekir. Meselâ Şam dolaylarındaki Kasıyon dağında bulunan ve Hz. İbrahim ile Hz. İsa'nın (selam üzerlerine olsun) makamları oldukları söylenen yerlerle, Kabil'in kanının dökülme yeri olduğu ileri sürülen mağara ve Hicaz ile Şam dolaylarında bulunan daha nice bu tür yerler gibi.

Sonra bu iş zamanla bizi mezar ziyaretlerinin yol açtığı sakınca ve yıkımlarla karşı karşıya bırakır. Çünkü günün birinde kaynağı bilinmeyen bir habere veya mahiyeti bilinmeyen bir rüyaya dayanılarak halk arasından “Falanca yer, filân peygamberin makamıdır” diye konuşulduğunu görürüz.

Arkasından bu yerleri mescid edinmeye sıra gelebilir ve asılsız söylentilerin besleyeceği bir müşriklik saplantısı ile Allah (c.c.) bir yana bırakılarak buralar ibadet hedefi olan birer tapınak (veya) put haline getirilir.

Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) Kur'anda şirk ile yalanı bir arada zikrediyor, doğrulukla ihlâsı birarada zikrettiği gibi.

Bundan dolayıdır ki, Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) sahih bir hadisinde:

Yalan yere şahitlik etmek, Allah'a şirk (ortak) koşmaya denk bir günahtır” buyurduktan ve aynı sözü üst üste iki kez tekrarladıktan sonra, söylediklerine delil göstermek üzere şu ayeti okumuştur:

“O halde murdardan, putlardan ve yalan sözden uzak durunuz. Bunun yerine Allah'a ortak koşmayan, O'na ihlâsla bağlı müslümanlar olunuz.”

(Tirmizi, Kitab, tanıklıklar, bab, yalan yere tanıklıkta bulunmak, H. 2299, 2300, Tirmizi, “bu hadis, benim katımda sahihtir” diyor. Tirmizi hadislerden birincisini Huzeyme b. Fatik'ten ikincisini ise Eymen b. Huzeym'den tahriç etmiş: E. Davud, kitab, hükümler, bab, Yalan yere tanıklıkta bulunmak, H. 3599; İ. Mâce, H. 2372, kitab, Ahkam; Ahmed, c. 4, s. 321, 322.)

Aşağıdaki ayetler de aynı anlamı dile getirir:

“Hepsini bir yerde topladığımız gün şirk koşanlara “Hani ilâh olduklarını ileri sürdüğünüz ortaklarınız?” deriz. O gün onlar “Vallahi, ey Rabb'imiz, biz sana ortak koşmamıştık” demekten başka hiç bir çare, hiç bir çıkış yolu bulamazlar. Onların nasıl kendi kendilerini yalanladıklarına ve asılsız yere ilâh olduklarını ileri sürdükleri şeylerin nasü kendilerini çaresizlik içinde bırakıp yok oluverdiklerine bak.” (En'am: 22-24)

Yine Kur'an'da Hz. İbrahim'in (selâm üzerine olsun) dilinden şöyle buyuruluyor:

“O zaman babasına ve kavmine “siz neye tapıyorsunuz? demişti. Allah'dan başka yalandan ilah mı istiyorsunuz?(Saffat: 85-86)

Cenab-ı Allah (c.c.) şu ayette de aynı ilkeyi ifade ediyor.

“Elbette ki sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz ve (dünyada iken) size verdiklerimizi arkanızda bıraktınız. Ve içinizde gerçekten ortaklar olduklarını iddia ettiğiniz şefaatçilerinizi de (şimdi) beraberinizde göremiyoruz. Böylece (onlarla) aranız açılmış (aranızdaki bağlar kesilmiş) ve iddia etmiş olduklarınız (ilah sandıklarınız) sizden ayrılmışlardır.” (Enam: 94)

Cenab-ı Allah (c.c.) başka bir ayette de şöyle buyuruyor.

Bu Kitab'ın indirilmesi, aziz ve hikmet sahibi Allah katındadır. (tarafındandır).

Biz sana Kitabı gerçekle indirdik. Öyle ise dini Allah için halis kılarak yalnız O'na kulluk et.

İyi bil ki!, halis din Allah'ındır (Allah'a dönüktür); O Allah'ı bırakıp da putlardan kendilerine bir takım başka dostlar edinenler: "Onlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk / ibadet ediyoruz" derler. Şüphesiz Allah ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Allah şüphesiz yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola eriştirmez. (Zümer: 1-3)

Kur'anın bu ilke ile ilgili bir başka ayet grubu da şöyledir:

“O gün onları hep biraraya toplarız, sonra ortak koşanlara Haydi siz ve koştuğunuz ortaklar yerlerinize!deriz. Artık ilâhları ile aralarını açmışızdır. Koştukları ortaklar “Siz bize tapmamıştınız” derler.” Şimdi bizimle sizin aramızda Allah'ın şahitliği yeterlidir. Gerçekten biz, sizin bize taptığınızın farkında değildik.”

İşte orada herkes, geçmişte yaptıklarından imtihana çekilir, arkasından gerçek efendileri olan Allah'a havale edilirler ve asılsız yere ilâh sandıkları şeyler kendilerinden uzaklaşarak kaybolur.” (Yunus: 28-30)

Diğer bir ayette de şöyle buyuruluyor:

“İyi bil ki, göklerde ve yerde kim varsa hepsi Allah'ındır. Allah'dan başkasına tapanlar, aslında O'na koştukları ortaklara uymuyorlar. Onlar sadece zann'a (hayallerine) uyuyorlar ve sadece saçmalıyorlar. (Yunus: 66)

Bu konuda aklımıza gelen son ayet de şöyledir:

“Buzağı, ilâh edinenlere muhakkak Rabb'lerinden öfke ve dünya hayatında alçaklık erişecektir! İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız.” (Araf: 152)

Tefsir bilgini Ebu Kallâbe bu sonuncu ayetle ilgili olarak:

“Cenab-ı Allah'ın bu ayette seslendirdiği tehdit bu ümmetin bid'atçileri için de, Kıyamet gününe kadar geçerlidir” diyor.

Haklıdır. Gerçekten bütün yalancı ve iftiracılar için Allah'ın belirtmiş olduğu bu öfke ve alçaklık her zaman yürürlüktedir.

Gerek şirkin gerekse bidatlerin temel dayanakları yalan ve iftiradır.

Bundan dolayı kim Tevhid (Allah'ı bir bilme) ilkesinden ve sünnetten uzaklaşırsa, bu uzaklığı oranında bid'atçiliğe ve iftiraya yakın olur.

Tıpkı burunlarının doğrusuna gidenlerin en yalancıları ve en çok şirke kapılmışları olan rafîzîler gibi. Burunlarının doğrusuna giden şaşkınlar arasında onlar kadar yalancısı ve Tevhid ilkesinden sapmışı bulunamaz. Öyle ki, bunlar içlerinde Allah'ın adı anılan mescidleri yıkar veya buralarda cumaların ve cemaatlerin toplanmasına engel olurlarken, öte yandan Allah'ın ve Rasûlüllah'ın kesin yasaklarına aldırış etmeksizin mezarlar üzerinde kurulmuş bulunan ziyaretgâhları onarıp şenlendirirler. Oysa Cenab-ı Allah (c.c.) Kitab'ında (Kur'anda) bu tür ziyaretgâhları değil, mescidleri onarıp şenlendirmeyi emretmiştir.

Nitekim O şöyle buyuruyor:

“Allah'ın mescidlerinde O'nun adının anılmasına engel olanlardan ve buraları yıkmaya çalışanlardan daha zalim kim olabilir? (Bakara: 114)

Görüldüğü gibi Cenab-ı Allah “Allah'ın mescidlerinde...” buyuruyor, “Allah'ın ziyaretgâhlarında” değil. Başka bir ayette de şöyle buyuruluyor:

“De ki: Rabbim bana adaleti emretti. Her mescidde yüzlerinizi O'na doğrultunuz.” (Araf: 29)

Görüldüğü gibi burada Allah “Her ziyaretgâhta” değil “Her mescidde” buyurmuşdur.

Cenab-ı Allah (c.c.) Kur'an'ın başka bir yerinde de şöyle buyuruyor:

“Allah'a ortak koşanlar, kendi kâfirliklerini göre göre Allah'ın mescidlerini onarıp şenlendiremezler. Onların yaptıkları boşa çıkmıştır ve onlar ebedi cehennemliklerdir.

Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı kılıp orucu tutan ve Allah'dan başka hiç kimseden korkmayan kimseler onarıp şenlendirebilirler. İşte bu kimselerin doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.” (Tevbe: 17-18)

Görüldüğü gibi Cenab-ı Allah (c.c.) bu ayetlerde de “ziyaretgâhları onarıp şenlendirenleri” değil “mescidleri onarıp şenlendirenleri” övmektedir.

Dahası bu tür ziyaretgâhları, genellikle Allah'dan başkalarından korkup, Allah'dan başkalarına ümit bağlayan ve kalblerinde şu veya bu oranda şirk tortusu taşıyanlar onarıp şenlendirirler.

Cenab-ı Allah (c.c.) buyuruyor ki:

“Bu kandil, Allah'ın duvarlarının yükseltilmesine ve içinde adının anılmasına izin verdiği evlerde yakılır. Onlar, oralarda sabah ve akşam Allah'ı tesbih ederler. Bunlar ne ticaretin, ne alış-verişin Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymadığı kimselerdir. Onlar kalblerin ve gözlerin dehşetten yerlerinden oynayacakları günden korkarlar. Bunlar Allah'ı tesbih edip, Kıyamet gününün dehşetinden korkarlar ki, Allah onlara yaptıklarının en güzel karşılığını versin ve lütfü ile kendilerine daha da fazlasını bağışlasın. Çünkü O, dilediğine hesapsız şekilde rızık verir.” (Nur: 36-38.)

Başka bir ayette de şöyle buyuruluyor:

“Eğer Allah bazı insanları diğer bazı insanlar aracılığı ile savmasaydı, içlerinde Allah'ın adı sık sık anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılırdı. (Hacc: 40.)

Bir başka ayette de şunları okuyoruz:

“Mescidler sırf Allah'a mahsus yerlerdir. Oralarda Allah ile birlikte başkasına dua etmeyiniz.” (Cin: 18.)

Görüldüğü gibi Cenab-ı Allah (c.c.) bu ayetlerde hep mescidlerden söz etmekte hiç birinde “ziyaretgâhlar”dan bahsetmemektedir.

Peygamberimiz'in (salât ve selâm üzerine olsun) sünneti de aynı ilkeyi dile getirir. Nitekim sahih bir hadisinde:

“Kim bir mescid yaparsa, Allah da ona cennette bir ev yapar.” diye buyuran Rasûlullah, bunun yerine “Kim bir ziyaretgâh yaparsa” dememiştir.

(Buhari, Sahih, Kitab, Namaz, bab, “Allah için kim bir mescid yaparsa...” H. 450; Müslim, Kitab, Mescidler, bab, Mescid yaptırmanın fazileti, H. No: 533; Beğavî, Şerh El-Sünne adlı eserinde, müellifin yukarda zikrettiği sözlerle kaydetmiş hadisi: kitab, temizlik, bab, mescit yapmanın sevabı, H. 461.)

Başka bir hadiste de:

“Her hangi bir kimsenin mescidde kılacağı bir vakit, evinde veya iş yerinde kılacağı yirmi beş vakit namazdan daha faziletlidir.” buyurulmuştur.

(Müslim bu hadisi Mescitler kitabında burada kaydedilen sözlere yakın bir sözel dizge ile kaydetmiş; bab: cemaatle namaz kılmanın fazileti, H. 649; 469; Buharı, kitab, Ezan, bab, cemaatle namaz kılmanın fazileti, H. No: 647. Buharinin kaydettiği hadis, müellifinkinden biraz farklıdır.)

Bu konuda bir de şu sahih hadisi okuyalım:

“Kim evinde tertemiz şekilde yıkanır ve arkasından sırf namaz kılmak amacı ile mescide gitmek üzere dışarı çıkarsa, attığı her iki adımdan biri kendisini bir derece yükseltirken, diğeri de günahlarından birini siler. Namaz vaktini beklemek üzere mescidde oturunca namazı beklediği sürece, namazda sayılır. Kişi namaz kıldığı yerde hiç konuşmaksızın kaldığı sürece, melekler onun için “Allah'ım bu kulu affet; Allah'ım, ona rahmet eyle” diye dua ederler.”

(Buhari, Kitab, Ezan, bab, Cemaatle namaz kılmanın fazileti H. No: 647; ne var ki, Buhari'nin kaydettiği hadisin sözleriyle müellifin burada zikrettiğinin arasında sözel olarak biraz fark vardır. Müslim, -Müellifin zikrettiğine en yakın olanıdır- Mescitler, kitabı, Cemaatle namaz kılma ve namazı beklemenin fazileti, babı, H. No: 649.)

Görüldüğü gibi Peygamberimiz tarafından öğretilen, güvenilir delillerle bildiğimiz dinin kesin bir ilkesi ile karşı karşıyayız.

Bu din bize mescidleri onarmayı ve oralarda namaz kılmayı emrederken, bize asla ne bir peygamber mezarı üzerine veya ne başka bir saygıdeğer şahsiyetin mezarı üzerine ve nede bir peygamber mekanı üzerine “ziyaretgâh” yapmamızı emretmemektedir.

Ayrıca ne sahabilerin ne onlara bağlıların (tabiin) ve nede bu bağlılara bağlıların (tebee-i tabiin) zamanında, İslâm dünyasının her hangi bir yöresinde, meselâ Hicaz'da, Şam'da, Yemen'de, Irak'da, Horasan'da, Mısır'da ve Kuzey Afrika'da (Mağribde) her hangi bir mezar üzerinde yapılmış bir mescid veya ziyaret yeri olarak belirlenmiş herhangi bir “ziyaretgâh” yoktu.

Bu arada ilk müslüman kuşaktan olan herhangi bir kimse ne bir peygamberin ve nede peygamber olmayan herhangi bir saygıdeğer şahsiyetin mezarı başına özellikle gidip dua ettiği görülmemişti.

Bunlar böyle olduğu gibi sahabiler de ne bizim Peygamberimizin ve nede başka bir peygamberin mezarına dua etmek amacı ile baş vurmamışlardır.

Bu alanda onların yaptıklarını bildiğimiz tek şey, Peygamberimiz ile yanıbaşında yatan iki yakın arkadaşının (Ebu Bekir ile Ömer'in) mezarlarına karşı selât ve selâm getirdikleridir.



Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol