Kur'an ve Sünnet
   
 
  ONYEDİNCİ BÖLÜM

ONYEDİNCİ BÖLÜM

 

PEYGAMBERİMİZİN MÜBAREK PARMAKLARI ARASINDAN SUYUN AKMASI MUCİZESİ

 

Peygamberimiz'in Mübarek Parmakları Arasından Suyun Akması Mucizesi

 

Peygamber (s.a.v.) Efendimizin mübarek parmaklarından suyun akması mucizesi, bir defa değil, bir kaç defa vukua gelmiştir... Buna dâir hadisler, müteaddid tariklerden gelmekte ve tevatür derecesine var­maktadır... Özel tabiriyle "tevâtür-i manevî" ifade etmektedir... Şimdi bu müteaddid rivayet yollarından bâzılarını sırasıyla arz edelim:

Buhâri, Câbir bin Abdullah'tan şöyle rivayet etmektedir: Biz bir seferde Resûlüllah (s.a.v.) ile birlikte bulunuyorduk. Namaz vakti gel­mişti. Yanımızda ise, su kabından arta kalan az bir miktar sudan başka, hiç su yoktu... Bu az miktardaki su, Peygamber Efendimiz'e getirildi... Peygamberimiz parmaklarını bu suyun içine soktu ve aralarını açtı. Buyurdu ki:

"Ashabım, haydi abdestlerinizi alınız! Fakat bu bereket Al­lah'tandır, bunu da iyibilinizî[1]Buhâri ve Müslim, îshâk bin Abdullah tarikiyle Enes'ten şöyle rivayet ederler: "Ben bir defasında Peygamber (s,a.v.)'in yanında idim. Su olmadığı için, ashâb'dan bazıları su aradılar, fakat bulamadılar... Az miktardaki bir suyu Peygamber Efendimiz'e getirdiler. Peygamberimiz, mübarek elini bu su kabının içine soktu ve insanlara, bundan abdestle-rini almaları için emretti... Bu sırada ben gözlerimle gördüm ki, Pey­gamberimizin parmaklarının altından çeşme gibi su akıyordu... Herkes bu sudan abdestini aldılar... Bu sudan abdest alanların sayısı ise, yet­miş seksen kadar vardı..."

Beyhâki, diğer bir tarîk ile Enes'ten şöyle rivayet eder: Peygamber (s.a.v.), kûba'ya gitmişti. [2]Kubâ Mescidi'nin yakınındaki evlerin birinden küçük bir kabda su getirilmişti. Peygamberimiz bu su kabının içine ellerini sokmak istedi ise de, eli bu kaba sığmadı. Ancak dört par­mağını sokabildi ve baş parmağı dışarıda kaldı... Sonra etrafındakilere hitaben buyurdu ki: "Haydi, gelip su içiniz!" Hepsi gelip ondan su içtiler ve kandılar. Ben gördüm ki, Peygamber Efendimiz'in parmakları ara­sından çeşme gibi su fışkınyordu..."

Yine Buhâri, Humeyd tarikiyle Enes'ten rivayet ediyor: O demiştir ki: Namaz vakti geldiğinde, evleri yakan olanlar kalkıp evlerine abdest almak için gittiler... Diğerleri Peygamber (s.a.v.)'m yanında beklemeye başladılar. Derken az miktarda su getirildi. Peygamber Efendimiz elini bu suyun içine koymak istedi ise de, kab küçük geldi... Parmağını sar­kıtarak, su parmağından akmağa başladı... Herkes bu sudan Abdestini aldı..."

Enes'e: "Bu sudan Abdest alanların sayısı ne kadardı?" Diye sor­duklarında, o şu karşılığı verdi: "Seksen kadar vardı. Belki bir miktar fazla idi..."

Buhâri ve Müslim'in Kadâde tarikiyle yine Enes'ten şöyle bir rivayetleri var: Peygamber (s.a.v.), Zevrâ'da bulunduğu bir sırada, içinde su bulunan bir su kabı getirilmesini istediler... Getirildiğinde mübarek elini bu suyun içine soktular. Su O'nun parmaklan arasında kaymaya başladı... Bütün ashabı bu sudan abdest aldılar... Bunların sayısı ise, üç yüz kadar vardı..."

Beyhâki'nin Yahya bin Saîd'ten naklettiği bir habere göre, Kubâ'daki bir kuyunun durumunu Enes'e sormuşlar... O da demiştir ki: "Bu kuyunun suyu çok az idi... Kişi, gidip bir tek hayvanını sulamak için bu kuyunun suyunu çekince, tükenirdi... Peygamber (s.a.v.) buraya teşrif ettikleri zaman bir kova getirilmesini emrettiler. Getirilen kova ile bu kuyudan bir miktar su çekildi. Peygamberimiz bu suyun içine bir miktar mübarek tükrüğünden karıştırdı... Sonra bunun kuyuya iade e-dilmesini emretti... Kovadaki bu su, olduğu gibi kuyuya iade edildi... Sonra çekilmeye başlandı... Ne kadar çektilerse suyu tükenmedi... işte o günden b.u güne, durum böylece devam etmektedir..."

Haris bin Ebû Üsâme, Beyhâki ve EbAuNuaym, Zeyyâd bin el-Hâris el-Sadâî'den şöyle rivayet ederler: Peygamber (s.a.v.), bir seferde iken şafak sökmek üzere mola verdi... Bana hitaben: "Yânında bir mik­tar su var mı?" buyurdu. Ben de: "Yanımda çok az mi' rda su var. Size kafi gelmez" dedim... Peygamberimiz: "Sen onu bir su kabına koyarak bana getir!" buyurdular... Ben de öyle yaptım. Peygamberimiz elini bu suyun içine koydu... Derhal iki parmağı arasından çeşme gibi su fışkır­dığını gördüm... Bana hitaben Peygamberimiz buyurdu ki: "Haydi ashabımı çağırda suya ihtiyâcı olanlar alsınlar!" Ben de onları çağırdım. Suya ihtiyacı olanlar gelip aldılar...

Biz bu sırada Hz. Peygamberce dedik ki: "Ey Allah'ın elçisi, bizim bir kuyumuz var, suyu kışın çoğalır, yazın ise çok azalır... Biz yaz mev­siminde çaresiz etraftaki kuyulara gidiyoruz... Şimdi ise bizler, müslü-man olmuş durumdayız. Etraftaki kuyuların sahipleri ise, bu yüzden bize düşman durumundalar... Bizim için Allah'a duâ ediverseniz de Allah bize, her mevsimde kâfi gelecek şekilde kuyumuzun suyunu bere-ketlendiriverse!"

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, yedi adet taş istedi bu taşlar getirildiği zaman bunları eline alıp iyice ovaladı... Sonra Cenâb-r Hakk'a duâ etti... Sonra bu taşların o kuyuya atılmasını em­retti... Kuyuya gittikleri zaman, bu taşların teker teker atılmasını ve her defasında: "Bismillah!" denilerek Allah'ın adının anılmasını tembih etti... Biz de gidip aynen Hz. Peygamber'in emrettiği gibi yaptık. Kuyu­muz su ile doldu ve o kadar bereketlendi ki, biz baktığımız zaman suyun çokluğundan kuyunun dibini göremez olduk..."

îbn-i Ebû Şeybe, İbn-i Sa'd, Beyhâki, Ebâ Nuaym, Talk bin Ali'den şöyle rivayet ederler: Biz Peygamber (s.a.v.)'e temsilci olarak gittiğimizde şöyle bir ricada bulunduk: "Ey Allah'ın Resulü, bizim diyarımızda, bir takım kiliseler var... Siz abdest aldığınız zaman, artakalan suyu bize hediye etmenizi istiyoruz!" dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber, ken­disine bir miktar su getirilmesini emretti. Suyu getirdiler. O da bu sudan ' bir miktar alıp ağzında çalkaladıktan sonra, kabın içine bıraktı, sonra bize hitaben: "Bunu alıp yurdunuuza götürün, yurdunuza vardığınızda kilisenizi yıkıp yerine bu sudan saçınız! Ve o kilisenin yerini mescid e-dininiz!"

Biz, O'nun bu emri üzerine dedik ki: "Ey Allah'ın Resulü, sıcak çok şiddetli, yerimiz çok uzak, su ise oldukça az... Bu su yurdumuza varın­caya kadar kalmaz, uçar gider..."

Peygamberimiz de buyurdu ki: "Bu su azaldıkça, diğer suyunuzdan ona ilâve ediniz! İlâve edeceğiniz su, bu suya sadece iyilik ve güzellik katacaktır."

îşte biz, bu suyu alarak ayrıldık. Yolda giderken bu mübarek suyu taşımak için nöbetleştik. Her birimiz, bu suyu bir gün taşıyor, ertesi gün nöbeti arkadaşına devrediyordu... Su azaldıkça da, yanımızdaki sudan ona azar azar ilâve yapıyorduk... Suyu böylece taşıyıp ülkemize geldi­ğimizde, aynen Hz. Peygamber'in dediğini yaptık... Bizim rahiplik eden adam ise, aslında Tayy Kabilesinden biri idi... Bizim "Es-Salâh" diyerek insanları namaza davet ettiğimizi görünce: "Hakk bir davet!" diyerek mukabele etti... Fakat sonraları bir daha görünmedi... Demek ki o kaç­mıştı...

Ahmed, Beyhâki, Bezzâr, Taberânî veEbu Nuaym, îbn-i Abbas'tan şöyle naklederler: "Bir gün, Peygamber (s.a.v.), sabaha çıktığında, aske­rinin hiç suyu yoktu... Biri: "Ey Allah'ın Elçisi, askerin hiç suyu yok!" dedi... Peygamberimiz: "Yanınızda az miktarda birşey varsa onu bana getiriniz" buyurdu. Kendisine, içinde az miktarda su bulunan bir kab getirildi. Peygamberimiz, elinin parmaklarını açarak bu su kabının içine koydu... Derken parmaklarının arasından su fışkırmaya başladı. Bilâl'a, insanları çağırması için emir verdi. Bereketlenen bu sudan, gelip alma­larını söyledi..." [3]

Dârimi ve Ebû Nuaym'in çıkardığı bir habere göre de îbn-i Abbâs şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.), Bilâl'den su istedi. Bilâl, hiç su ol­madığını bildirdi... Peygamberimiz: "Eski ve kuru bir su kırbası varsa, onu bana getir" buyurdu. Bilâl getirdi. Peygamberimiz de bunun üzerine elini yaydı. Elinin altından su fışkırdı... îbn-i Mes'ûd, bu sudan içmeye başladı. Diğerleri de abdestîerini aldılar..."

Buhâri'nin çıkardığı bir habere göre, îbn-i Mes'ûd demiştir ki:

"Siz, mucizeleri azâb addediyorsunuz! Halbuki bizler, Peygamber (s.a.v.) zamanında mucizeleri bereket sayardık... Gerçekten biz, Pey­gamber Efendimizle birlikte yemek yerken, yemeğin teşbih ettiğini i-şittik" Ve bir defasında Peygamberimiz, kendisine getirilen bir su kabının içine elini soktu da, parmaklarının arasından su fışkırmaya başladı... Bu vesile ile de Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

"Haydi, tertemiz ve mübarek suya gelip Abdestinizi alınız! Bere­ketin de Allah'tan olduğunu biliniz." Biz de hepimiz, o sudan Abdest al­dık."

Taberânı ve Ebû Nuaym, îbn-i Ebû Leylâ el-Ensârî'den şöyle rivayet ederler: "Biz bir seferde Peygamber (s.a.v.) ile birlikte bulunu­yorduk. Hepimiz susuz kalmıştık. Halimizi Hz. Peygamber'e arz ettik. Peygamberimiz de küçük bir çukur açılmasını ve bir deri getirilmesini emretti... Açılan çukura bu deriyi koydu. Üzerine de elini koydu ve bu­yurdu ki: "Az miktarda su getiriniz!" Suyu getiren kişiye: "Bu suyu eli­min üzerine dök ve besmele çekerek Allah'ın adını an!" buyurdu... Adam da öyle yaptı. Derhâl Resûlüllah'm parmakları arasından su fışkırmaya başladı... Oradakilerin hepsi, hem kendileri suya kandılar, hem hay­vanlarım suya kandırdılar..."

Ebû Nuaym, Abdullah bin Hantâb'ın oğlu el-Mutallib tarikiyle, Ebû Amra el-Ensârî'nin oğlu Abdurrâhman'dan şöyle nakleder: "Babam bize naklen demişti ki: Biz, bir gazvede Peygamber (s.a.v.) ile birlikte idik. İnsanlar aç kalmışlardı... Peygamberimiz bir kab getirilmesini is­tedi. Getirilen bu kabı, önüne koydu. Sonra bir miktar su getirilmesini istedi. Getirilen bu suya tükrüğünden bir miktar karıştırdı. Sonra bâzı şeyler konuştu ve dua etti... Sonra küçük parmağını bu suyun içine sarkıttı... Vallahi, Resûlüllah Efendimiz'in parmağından öyle bir su fış­kırdı ki, herkese yetti ve arttı... insanların gelip ihtiyacı kadar su al­malarını emretti, insanlar da geldiler, hem kana kana bu sudan içtiler» hem de bütün su kablarmı doldurdular... Peygamber Efendimiz de bu sırada yan dişleri görünecek şekilde gülüyordu... Sonra buyurdular ki:

"Ben, Allah'tan başka ilâh olmadığına, O'nun bir olup eşi-ortağı bulunmadığına; Muhammed'in de gerçekten O'nun kulu ve resulü oldu­ğuna şehadet edirim ve her kim, bu şehadetle Allah'a kavuşursa cennete girer!"

Ebû Nuaym, Hadic bin Südre tarikiyle, o da babası vâsıtasıyle de­desinden şöyle rivayet eder: Bir gün biz, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte sefere çıktık, sonunda el-Kâha denilen yere geldik. Burası, simde "Sükyâ" denilen yerdir. Fakat burada hiç su bulunmamakta idi. Pey­gamberimiz, Gıfâr Oğullarının kuyularına su getirmeleri için adamlar gönderdi. Fakat bu kuyular el-Kâha'dan bir mil ötede idi... Sonra Pey­gamberimiz vadinin yamacında istirahata çekildi. Ashâbtan bâzısı da vâdînin içinde istirahate çekilmişti. Bir sahâbî bu sırada buradaki ça­kılları eliyle deşelemiş ve üzerine su fışkırmış... Oturup bakmış su akı­yor, derhal Hz. Peygamber'e haber vermiş, Peygamberimiz ve bütün oradaki ashâb, bu sudan yeterince su içmişlerdir... Peygamber Efendi­miz bu olay üzerine: "Bu sükyâ, Allah'ın size lütfettiği bir sudur!" bu­yurmuştur. Bundan sonra da buraya "Sükyâ" adı verilmiştir..."

Buharı ve Müslim îmrân bin Husayn'ın şöyle dediğini rivayet e-derler: Bir seferde biz, Resûlüllah (s.a.v.) ile birlikte bulunuyorduk. în-sanlar, susuzluktan şikayet ettiler. Peygamberimiz de Ali'yi çağırdı. Onun yanma bir adam daha çağırarak ikisine hitaben: "Gidip bizim için su arayınız!" buyurdu. Onlar su araçlarken, devesi üzerinde iki su tulu­mu ile su taşıyan ve devesine binitli olan bir kadına rastlamışlar. Onlar bu kadına "Suyun yeri neresidir?" diye sormuşlar... Kadın da bir günlük mesafede olduğunu söyleyince, kadını alarak Hz. Peygamber'e getirdi--ler... Peygamberimiz derhal bir su kabı istedi ve kırbanın ağzından buna bir miktar su döktü. Bununla ağzını çalkaladıktan sonra, ağzındaki suyu, kadının su tulumlarının ağzından içeri döktü... Sonra tulumların alt tarafındaki ümzüğünün açılmasını emretti... Oradakilerin hepsine çağırıldı. Hepsi akmakta olan bu sudan ihtiyacı kadar aldı. Peygamber Efendimiz de ayakta durumu seyretti. Allah'a yemin ederim ki, su tu­lumları önceki gibi dopdolu idi... Peygamberimiz, o kadına verilmek ü-zere hurma ve şâir yiyeceklerden bir miktar toplanmasını emretti ve kadına hitaben: "Gözlerinle gördün ve bildin ki, biz senin suyundan hiç eksiltmedik! Fakat Allah bize suyu ve onun bereketini ihsan eyledi... " buyurdu.

Kadın, bu sebeple bir müddet gecikerek ev halkının yanına gitmiş oldu. Ev halkı ona, niçin geç kaldığını sormuşlar, o da: "Çok şaşılacak bir şey oldu! İki adam beni ahp şu kendisine "Sâbiî"/denilen adama götür­düler. O da bizim suyu bereketlendirip bütün arkadaşlarının su ih­tiyâcını giderdi... Ben Allah'a yemin ederek söylüyorum ki, o adam, yâ yeryüzünün en sihirbaz adamıdır, yahut da gerçekten Allah'ın Resulüdür!" diyerek, durumu ailesine haber vermiştir."

Bu sırada müslümanlar etraftaki müşrikler ile çarpışmakta idi­ler... Bu kadıncağız, bir müddet beklediği halde, müslümanlann kendi kabilesine gelmediğini görünce, kendi kavmine hitaben demiştir ki: "Ey benim halkım, O zât ve müslümanlar, sizi islâm'a davet için yakın za­manda buralara geleceğe benzemiyor! Geliniz, kendiliğinizden müslümanlığı kabul ediniz!" işte o, böyle diyerek kavmini islâm'a davet eyle­miştir... Kavmi de bu kadının dâvetine uyarak, müslümanhğı kabul et­miştir..."

(Beyhakfnin yine Imrân bin Husayn'dan bir rivayeti vardır. O da aynen bu mealdedir...)

BeyhakVnin bir başka vecihten ve yine îmran bin Husayn'dan şöyle bir rivayeti daha vardır. Buna göre o demiştir ki: "Bir gün Peygamber (s.a.v.), ashabından yetmiş binitli asker ile yola çıktı... Hayli yol gittik­ten sonra, geceleyin çok geç bir vakitte bir yerde konakladılar. Peygam­berimiz ve ashabı uyuyakaldılar. Ta güneş doğduktan sonra Ebu Bekir uyandı. Güneşin doğmuş olduğunu görünce hayretinden tesbîh ve tekbîr getirdi... Fakat Peygamberimizi uyandırmağa da cesaret edemedi. Yâni bunu hoş görmedi... Nihayet Ömer de uyandı... Derken sesi çok gür olan bir sahabi de uyandı. Yüksek bir sesle tesbîh ve tekbîr getirince, Resûlüllah Efendimiz de uyandılar... Ashabından biri O'na dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, namazımızı fevtettik!" Peygamberimiz ise, "Hayır, na­mazımızı fevt etmedik" buyurdu... Sonra yola çıkmaları için emir verdi. Biraz gidildikten sonra, Peygamberimiz binitinden indi. Ashabı da indi­ler. O'nun böyle yapmasından, uyuyakaldığı yerde, orda geçirmiş olduğu namazını kılmak istemediği anlaşılıyordu. Herkes indikten sonra Pey­gamberimiz: "Bana bir miktar su getiriniz" buyurdu. Bir su matarasında bulunan bir yudumluk kadar su getirdiler. Peygamberimiz bu suyu bir su kabına döktü ve elini bu suya koydu. Sonra ashabına dedi ki: "Haydi ab destlerinizi alınız!" Yetmişe yakın asker, bu su ile abdesterini aldılar. Sonra Peygamberimiz ezanın okunmasını emretti. Ezandan sonra iki rekat kıldı. Sonra ikâmet alındı ve peygamberimiz onlara imâm olup namaz kıldırdı. Namazı bitirdikten sonra, karşısında ashabından biri­nin ayakta dikilmekte olduğunu gördü ve ona, namaza niçin katılmadı­ğını sordu. O da cünüb olduğu için katılmadığını söyledi. Peygamberimiz ona hitaben: "Toprak ile teyemmüm ederek abdestini al, namazını kıl, suyu bulduğun zaman da gusül abdestini alırsın!" buyurdu.

Müslim Ebû Katâde'den şöyle rivayet eder: Peygamber (s.a.y )  çık­tığı bir seferde gecenin sonuna kadar yola devam etti. Sonra mola Verip uyudu... Uyandığı zaman, güneş arkasına vurmakta idi... Benim ya­nımdaki abdest suyunu istedi. Ben de kendisine takdim ettim. Onunla abdest aldı, sonra bana dedi ki: "Abdestten arta kalan bu suyu sakla, i-leride onun şaşılacak bir hâli olacaktır." Gündüz yola devam edildi, in­sanlar sıcağın altında susuzluktan perîşân oldular... Hallerini Hz. Peygamber'e arz ettiler. Peygamberimiz de kendilerine: "Sizin zannetti­ğiniz gibi, helak olmuş değilsiniz! Şu benim abdest kabımı getiriniz!" buyurdu... Derhal ^ .itildi. O da elini onun içine koydu ve onu dökmeye başladı... Peygamberimiz döküyor, Ebû Katâde de insanlara su veri­yordu... Bu şekilde hepsi suya kanmışlardı. Efendimiz de bu su vesilesi ile: "Askerlerin hepsine veriniz, hiç biri mahrum kalmasın, bu su, hepsine kafi gelecektir!" buyurdu..."

îbn-i Adiyy, Ebû Yâlâ ve Beyhakî Enes'ten şöyle nakleder: Pey-gamber (s.a.v.), bir grup askeri hazırlayıp yola çıkardı. İçlerinde Ebû Bekir de vardı... Peygamberimiz onları, müşrikleri karşı sevketmiş ve: "Ciddî bir şekilde yürüyüşe devam edip müşriklerden evvel suyun oldu­ğu yere varınız ve suyun başım tutunuz!" buyurmuştu. Aksi halde, susuz kalınacağını haber vermişti... Kendisi ise, dokuz askerle arkada kal­mıştı... Bu yanındaki dokuz kişiye: "Biraz mola verip istirahat etsek de, sonradan onlara yetişsek, ne dersiniz?" buyurdu. Onlar da: "Evet" dedi­ler. Bu seferde, ben de bu dokuz kişinin içinde idim. Derken istirahata çekildik. Öyle uyumuşuz ki, uyandığımız zaman, güneş hayli yüksel­mişti... Peygamberimiz bu yanındakilere: "Haydi, hacetinizi görüp na­maza hazırlanınız!" buyurdu. Onlar biraz sonra dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, abdest almaya suyumuz yoktur" Peygamberimiz de: "içinizden birinin abdest kabında, az miktarda su vasa, onu bana getirsin!" buyur­du... Çok az miktarda bir su getirildi. Peygamber Efendimiz bu suyu e-, üne aldı ve meshetti ve bereketlenmesi için Allah'a dua ve niyaz eyledi... Sonra ashabına hitaben: "Haydi geliniz, abdestlerinizi alınız!" buyurdu. Onlar da gelip hepsi abdestlerini aldılar... Peygamber Efendi­miz, bizzat kendileri onların abdest suyunu döküyor, onlar da abdestle­rini sırayla alıyordu... Sonra onlara namazı kıldırdı, içinde az miktarda su getirilen kabın sahibine dedi ki: "Bu suyu iyi sakla ve muhafaza et! Yakında bunun şaşılacak bir hali olacaktır." Sonra arkadaşlarıyla bera­ber yola koyuldu ve onlara hitaben buyurdu ki: "Bizden Önce giden ar­kadaşlarınız için ne dersiniz?" Onlar da: "Bilemeyiz, Allah ve Resulü daha iyi bilir" dediler... Peygamberimiz: "Onların içinde Ebû Bekir ve Ömer vardır. Herhalde arkadaşlarına iyi yel göstermiş, doğru olanı yapmışlardır" buyurdu...

Yolumuza devam edip önceden gidenlere yetiştiğimiz zaman, müşriklerin daha evvel davranıp suyun başını tutmuş olduklarını öğ­rendik... Peygamberimiz de bunun üzerine, abdestten arta kalan suyu taşımakta olan arkadaşına hitaben: "Haydi, o su kabım getir bakalım!" dedi... O da getirip Hz. Peygamber'e teslim etti. Peygamberimiz bu suyu aldı ve arkadaşlarına: "Hepiniz gelip suyunuzu içiniz!" diye hitap etti... Herkes gelip suyunu içiyor, Peygamberimiz de devamlı olarak döküyor­du... Herkes suyunu içip kandı ve hayvanlarını kandıracak suyu da, bu sudan aldı... Ayrıca yanlarında ne kadar kab bulunmakta ise, onları da su ile doldurdular... Sonra hareket edilip yola çıkıldı ve müşrikler üze­rine gidildi... Onlarla, çok şiddetli bir savaş oldu...Neticede müslü-manlar, büyük bir zafer ve ganimet elde ettiler... Gerek Peygamberimiz, gerek ashabı, hem bir zaferle, hem de sıhhat ve iyilik içinde geri döndü-ler.[4]

Beğavî, îbn-i Ebû Şeybe, Bârûdı ve Taberânî, Habbân bin Bah'tan şöyle rivayet ederler: "Benim kavmim müslümanlığı kabul ettiği sırada, Peygamber (s.a.v.), kavmim üzerine asker sevketmişti... Gidip durumu Hz. Peygamber'e arz ettim. Dedik ki: "Ey Allah'ın Elçisi, benim kavmim müslümanlığı kabul etti!" Peygamberimiz: "Öyle mi?" buyurdu. Ben de: "Evet" dedim. Ve ben, o gece orada kaldım. Sabah namazının vakti gel­diği zaman Ezan okundu. Peygamberimiz bana, abdest almam için bir, su kabı verdi. Ben abdestimi almaya başladım. Baktım ki, Peygamberi­miz parmaklarını o kabın içine sokmuş, O'nun parmaklarından çeşme gibi su akıyordu... Ve O şöyle buyurdu: "Her kim, abdest almak istiyor­sa, bu sudan abdestini alsın!"

îbn-i Seken, Hemmâm bin NüfeyVden şöyle nakleder: "Ben, Pey­gamber (s.a.v.)'e gidip dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü biz bir kuyu açtır­dık, fakat suyu acı çıktı..." Bunun üzerine Peygamberimiz bana bir su matarası verdi, içinde bir miktar su vardı. Bana buyurdu ki: "Bunu al, gidip o kuyunun içine boşalt!" Ben alıp öyle yaptım... Kuyumuzun suyu, tatlılandı... Artık şimdi Yemen'de, bizim kuyunun suyundan daha tatlı bir su yoktur..." [5]

 

Peygamberimizin Bazı Yiyecek Maddelerinin Artırılıp Bereketlenmesi Şeklindeki Mucizeleri  [6]          

 

Müslim, Enes'ten şöyle rivayet eder: "Bir gün ben, Peygamber (s.a.v.)'e gittim. O, ashabı ile birlikte oturmuş onlarla konuşuyordu... Baktım, karnına birşey bağlamış olduğunu farkettim." Ashaptan bâzısına sordum: "Peygamberimiz, karnını niçin bağladı?" dedim. Bana: "Açlıktan" diye cevap verdiler...[7] Ben, derhal Ebû Talha'ya giderek durumu haber verdim. O da, kendisiyle evli olduğu anama: "Evimizde yiyecek bir şey var mıdır?" dedi. Anam ona: "Az miktarda ekmek ile, birkaç hurma vardır, eğer Peygamberimiz yalnız gelecek olursa O'na yetter, yanında bir kişi daha getirecek olursa, bu taktirde az gelir." dedi. Ebû Talha bana: "Haydi git, Peygamberimiz tek basma çağırmanın çâresine bak" dedi" dedi. Ben de gidip, Peygamberimiz tam hanesine gi­receği sırada, Ebû Talha'mn kendisine daveti bulunduğunu söyledim. Peygamberimiz ise; ashabını da çağırarak ve benim elimden tutarak davete icabet etti. Davet yerine yaklaşırken elimi bıraktı, ben hızla gi derek ev sahiplerine durumu haber verdim... Ebû Talha kapıya çıkarai dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, bizim hanemizde ancak bir kişiyi doyura­cak kadar yiyecek vardır ve ben bunu Enes'e de söylemiştim." Peygam­ber Efendimiz de ona: "Telaşlanma, gir! Allah, senin evinde bulunan yiyeceği, dilediği kadar bereketlendirir!" buyurdu ve eve girdiler... Bu­rada Peygamberimiz: "Evinizde bulunan yiyeceğin tamâmını bir araya toplayıp bana getiriniz!" dedi. Yiyecek getirildi. Peygamberimiz, önünde bulunan yiyeceğin bereketlenmesi için dua buyurdular... Sonra bana hitaben: "Ashâbm sekizer sekizer içeri gelmelerini sağla!" buyurdu. Ben de öyle yaptım. Peygamberimiz, mübarek elini yiyeceğin üzerine tutuyor ve: "Haydi-yiyiniz ve "Bismillah" diyerek Allah'ın adını anınız!" buyuru-yordu... Ashâb, sekizer sekizer gruplar hâlinde gelip karınlarını doyur­dular... Sayıları seksen kadardı... Sonra bana ve ev sahiplerine: "Şimdi de siz yiyiniz!" buyurdu. Biz de yiyip doyduk. Sonra elini yiyeceğin üze­rinden kaldırdı ve: "Ey Ümmü Selîm, bak, yiyeceğinizden bir eksilme olmuş mudur?" buyurdu. O da: "Anam-babam Sana feda olsun, ey Al-îah'm Resulü, ben eğer onların yediklerini görmemiş olsaydım, yiyece­ğimizden hiçbir eksilme olmamıştır derdim" dedi..."

Buharı ve Müslim Enes'ten şöyle rivayet ederler: Bir gün Ebû Tal­ha, Ümmü Selîm'e dedi ki: "Ben, Resûlüllah Efendimizin sesinde bir zayıflık hissediyorum ve bunun açlıktan ileri geldiğini zannediyorum. Acaba evimizde bir miktar yiyecek yok mudur?" Ümmü Selim de: "Evet" dedi ve birkaç arpa ekmeği çıkardı. Ben de derhal resûlüllah'a döndüm. O bana sordu: "Ebü Talha mı gönderdi?" dedi. Ben de: "Evet" dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz, yanındakilere: "Haydi kalkınız, Ebû Talha'nın bize daveti var" buyurdu. Ben yine derhal eve döndüm ve du­rumu Ebû Talha'ya haber verdim. O da telaşlanarak: "Ey Ümmü Selîm, Peygamberimiz, insanları alarak bize gelmektedir! Halbuki bizim onlara yedirecek kadar bir yiyeceğimiz yoktur!" dedi... Ümmü Selîm de: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedi... Derken Resûlüllah efendimiz de geldi­ler... Buyurdular ki: "Ey Ümmü Selîm, yanınızdaki yiyeceği bana geti­riniz!" Yiyecek getirildi. Peygamberimiz, bu arpa ekmeklerinin ufalanmasını ve üzerine biraz yağ gezdirilmesini emretti. Öyle yaptı­lar... Sonra Peygamberimiz (s.a.v.), bâzı şeyler söyleyip duada bulundu ve şöyle buyurdu: "Ey Enes, ashabımın, onar kişi hâlinde sırayla gelip bu yemekten yemelerim sağla!" Onlar da onar kişilik sıralar halinde ve nöbetle gelip bu yemekten yediler ve karınlarım iyice doyurdular... Sa­yıları yetmiş-seksen kadar vardı..."

(Bu rivayetle ilgili Müslim'in tek başına olan rivayetinde ise şöyle denilmiştir: Sonra bu yemekten Peygamber (s.a.v.) ve ev halkı yediler. Komşularına yetecek kadar da arttı... Peygamberimiz, bu yemeğin be­reketlenmesi için dua buyurdukları sırada ise: "Allah'ım, bunun bere­ketini çok büyük eyle!" diye niyaz edip Allah'a yalvarmıştı.")

Ebû Nuaym ve îbn-i Asaklr'in Enes'ten olan rivayeti ise şöyledir: Peygamber (s.a.v.), Zeyneb bint-i Cahş ile evlendiği zaman, anam bana dedi ki: Ey Enes, Peygamber Efendimiz bugün bir damâd olarak sabah­ladı... ihtimâldir ki O'nun sabah yiyeceği yoktur. Şu yağ tulumu ile bir miktar hurma getir de, ben onlar için bir sabah kahvaltısı hazırlıyayım" dedi. Ben de getirdim. Anam onlar için Hays denilen bir yemek hazırladı ve bana: "Haydi bunu al da Resûlüllah efendimiz'e götür!" diye emretti. Ben de derhal bu yiyeceği alarak O'na götürdüm. O bana: "Yemeği bir kenara koy da ashabıma çağır!" buyurdu ve Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'nin de isimlerini saydı... Gidip onları çağırdım. Sonra, Mesciddeki-leri ve gördüğüm herkesi çağırmamı emretti. Ben, yemeğin azlığına rağmen, çağırmamı emrettikleri kimselerin çokluğunu düşünerek hay­ret ediyordum... Tabiî ben onların hepsini çağırdım. Onlar da gelip her tarafı doldurdular... Sonra bana Peygamberimiz, o yemeği getirmemi emretti. Ben de getirdim, O'nun önüne koydum. Parmaklarının üçünü yemeğin içine sarkıttılar ve yemek kabarıp bereketlendi... Davetliler yiyip dağıldılar. Nihayet kabın içindeM yemeğin hiç eksilmediğini gör­düm. Herkes yiyip gittikten sonra Efendimiz bana: "Bunu alıp Zeyneb'e götür" buyurdu.

Sabit der ki: Ben Enes'e: "O yemekten yiyenlerin sayısı ne kadar­dı?" dedim. O da bana: "Yetmiş iki kişilerdi" diye cevap verdi.

Taberâni, Ebû Nuaym ve îbn-i Asakîr, Abdurrahman bin Ebû Ku-seyme vasıtasıyla Vasile bin el-Eska'dan şöyle rivayet ederler: Ashab-ı Suffe beni, bir miktar yiyecek getirmem için Hz. Peygamber'e gönderdi­ler. Bu sırada onların sayısı yirmi kadardı ve bir müddettir bir şey ye­memişlerdi. Ben de gidip durumu Peygamberimiz'e haber verdim. Peygamberimiz evine iltifat ederek: "Evimizde yiyecek bir şey var mı­dır?" diye sordu. Evden de: "Evet, bir miktar ekmek parçası ile süt var­dır" dediler... Bunlar getirildi. Peygamberimiz ekmekleri iyice ufaladıktan sonra, bunun üzerine sütü döktüler. Sonra bunu mübarek eliyle ovarak yumuşattılar ve serîd yemeği hâline getirdiler... Sonra bana: "Ey Vasile, arkadaşlarının onunu çağır; diğer onunu daha sonra çağırırsın!" buyurdu. Ben de onların onunu çağırdım. Onlar gelince Peygamber (s.a.v.): "Haydi yiyiniz, Bismillah! Fakat yemeğin kenarın­dan alıp ortasını bırakınız! Zira onun bereketi yukarından ortasına gelir ve devam eder" buyurdular... Onlar da afiyetle yiyip karınlarım bir gü­zel doyurdular. Sonra bunlar gidip diğer on kişilik grub geldi. Bunlar da yiyip karınlarım doyurdular... Peygamberimiz, öncekilere olan kelamı­nı, bunlara da aynen söyledi... Bunlar da kalkıp gittikten sonra kalan yemeğe baktım, hayli artmıştı... Ben buna çok hayret etmiştim..."

Taberâni, Ebû Nuaym, Süleyman bin Hayyan tarikiyle [8]yine Vasile bin el-Eska'dan şöyle rivayet eder: "Ben, Ashâb-ı Suffe'den idim. Bir gün Suffe ashabı açlıktan şikayet edip beni Peygamber (s.a.v.)'e gönderdiler. Ben de gidip durumu Hz. peygamber'e arz ettim. Bunun ü-zerine Efendimiz: "Ey Aişe, yanında yiyecek var mı?" diye sordu. O da: "Sadece bir miktar ekmek kırıntısı vardır" cevabını verdi. Peygamberi­miz: "Onu bana getir" buyurdu ve kendisine getirilen bu ekmek parça­sını bir sahanın içine ufaladı. Sonra üzerine yağ dökerek serîd (tirid) yemeği hazırlamaya başladı. Bunu eliyle iyice ovarak güzel bir hâle ge­tirdi... O ovup islâh ettikçe, yemek de çoğalıp büyüyordu... Nihayet bana: "Git de arkadaşlarından onunu çağır!" buyurdu. Ben de gidip ça­ğırdım. Onlar geldiklerinde, Hz. Peygamber kendilerine: "Haydi yiyiniz, Bismillah! Fakat etrafından alınız, üstünden almayınız. Zira onun üze­rine bereket, yukarıdan iner" buyurdu. Bunlar yiyip karınlarını doyur­duktan sonra kalktılar. Peygamberimiz diğer on kişilik grubu çağırmamı emretti ve onlar geldiğinde, Öncekilere olan kelâmını aynen onlara da söyledi. Nihayet bunlar da yemeklerini yiyip doydular. Sonra kalkıp gittiler... Peygamberimiz: "Suffe ashabı arkadaşlarından kalan var mıdır?" diye sordu. Ben de: "Evet, on kişi daha vardır" dedim. Pey­gamberimiz onları da çağırmamı emrettiler. Ben de gidip onları da ça­ğırdım. Bu son grub da gelip yemeklerini yediler, karınlarını doyurup kalktılar... Peygamberimiz bana: "Haydi bu yemeği alıp Aişe'ye götür!" buyurdu. Baktım, yemekten hiç eksilen olmamıştı. Alıp onu Aişe'ye gö­türdüm..."

Taberâni, mü'minlerin validesi Safiyye'den şöyle nakleder. O de­miştir ki: Bir gün Peygamber (s.a.v.) bana gelip dedi ki: "Ey Safiyye, ya­nında yiyecek bir şey var mı? Zira ben açım." Ben de: "Bir miktar çekilmi, arpa var" dedim. Peygamberimiz de bunu tencereye koyup pi­şirmemi emretti, ben de pişirince kendisine haber verdim. Sonra bana yağ tulumunu getirmemi emretti. Onda da çok az bir şey vardı. Kenar­larını sıkarak kaynayan yemeğin üzerine biraz yağ akıttı. Sonra elini bu yemeğin üzerine koyarak: "Bismillah!" buyurdu. Sonra bana hitaben: "Haydi, mü'minlerin diğer validelerini çağır! Biliyorum ki onlar da en az benim kadar acıkmış durumdadırlar" dedi. Ben de gidip onları çağırdım. Hep beraber bu yemekten yedik ve doyduk. Sonra Ebû Bekir geldi, der­ken Ömer geldi. Sonra bir adam daha geldi. Bunlar da o yemekten yiyip doydular... Daha geriye hayli yiyecek arttı..."

Ahmed, Bezzâr ve Beyhakî Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet ederler: Bir gün Arâbînin biri Peygamber (s.a.v.)'e müsafir olmuştu. Ona ikram etmek için bir şey talep ettiğinde, evde kurumuş bir ekmek parçasından başka bir yiyecek bulunmadığını öğrendi. O kuru ekmek parçasını iyice eliyle ufaladıktan sonra, elini onun üzerine koydu ve bereketlenmesi için duada bulundu. Sonra ârâbîye: "Buyur yel" dedi. O da yedi ve doydu. Fakat tamamını tüketemedi. Baktı, yiyecek hayli artmış. Hayret edip, Hz. Peygamber'e hitaben: "Sen, gerçekten çok iyi bir adamsın!" dedi...."

Dârimî, İbn-i Ebû Şeybe, Tirmizî, Hâkim, Beyhakl ve Ebû Nuaym, Semura bin Cündüb'ten şöyle rivayet ederler: Peygamber (s.a.v.)'e bir kab içinde bir miktar yiyecek getirilmişti. Ashâb-ı Kiram, sabah kahvaltı vaktinden öğle vaktine kadar, müteaddid gruplar hâlinde bu yiyeceğin bulunduğu sofrada yemeklerini yemeye devam ettiler...."

Birisi Cündüb'e sordu: "O yemeğe, sonradan ilâveler mi yapılıyor­du?" dedi. O da şu karşılığı verdi: "Ona bir ilâve yapılmıyordu, fakat semavî ve ilâhî bir imdâd ve ikram ile bereketleniyordu..."

Beyhakt, Taberânî ve Ebu Nuaym, Ebû Eyyûb'tan şöyle rivayet e-derler: Bir gün ben Peygamber (s.a.v.) ile Ebû Bekir için, ancak ikisine yetecek kadar bir yemek hazırlamıştım. Hazırladığım yemeği onlara takdim ettiğim zaman Peygamberimiz: "Haydi git, bana Ansâr'ın eşrafından otuz kişi çağır!"" buyurdu. Bu bana oldukça ağır gelmişti. Kendi kendime: 'Tanımda başka bir şey yok ki, buna ilave edeyim" de­mekten, nefsimi alamadım... Bu sebebie duymazlıktan geldim. Fakat Hz. Peygamber, bana olan emrini ikinci defa tekrarlayınca, çaresiz gidip onları çağırdım... Peygamber Efendimiz onlara hitaben buyurdu ki: "Haydi buyurunuz!" Onlar da doyuncaya kadar yediler... Sonra Pey­gamberimizin peygamberliğine olan şehadetlerini ifâde ettiler... Ve O'na ayrıca bîat ettiler... Onlar çıkıp gittikten sonra Peygamberimiz bana: "Haydi git de Ansâr'dan altmış kişi daha çağır!" buyurdu. Ben de gidip çağırdım ve devamla nihayet bu yiyecekten, Ansâr'dan tam yüz seksen kişi yiyip karınlarını doyurdular...."

Buharı Abdurrahmân bin Ebû Bekir'den şöyle rivayet eder: "Biz, yüz otuz kişi olarak Peygamber (s.a.v.)'in yanında idik. Peygamberimiz bize hitaben: "Yanınızda yiyecek bir şey var mı?" diye sordu. İçimizden bîrinin bir sâ'(uç kilogramlık kadar) yiyeceği varmış, bunu getirip teslim etti. Peygamberimiz bunun, öğütülüp hamur yapılmasını emretti... Derken oradan bir adam, koyunları ile birlikte geçiyordu, peygamberi­miz bu adamdan bir koyun satın aldı ve bu koyunun kesilip hazırlan­masını emretti... Ayrıca koyunun karaciğerinin kızartılmasını istedi. Kızartıldıktan sonra bunu yüz otuz kişiye ayrı ayrı taksim etti... Hazır olanın hissesini hemen verdi, o anda hazır olmayanların hisselerini de ayırıp onlar için sakladı... Allah'a yemin ederim ki, bu koyun hepimize kâfi geldi... Az büyükçe iki çanak üzerine konulan etten, hepimiz yiyip doyduğumuz halde tüketemedik... En sonunda kalanı, devenin sırtına yükletilerek, bizimle beraber yola çıkarılıp götürüldü...."

Buharî, Ebu Hüreyre'den de şu haberi rivayet etmektedir: "Ben, Allah'a yemin ederim ki, bir gün açlıktan bayılacak hâle gelmiştim, ne­redeyse yere düşecektim... Karnıma da taş bağlamıştım... Geçenlerin görebileceği şekilde yolun kenarında oturmakta idim... Derken oradan Ebû Bekir'in geçmekte olduğunu gördüm ve kendisine; Kur'ân'dan bir âyet sordum... Maksadım, sadece halimi sezmesi ve beni alıp doyurmak üzere evine götürmesi idi... Yoksa o âyeti sormam, bir bahaneden ibaretti... Fakat o, maksadımı anlamadığı için geçip gitti... Derken Ömer geçiyordu, ben ona da bir ayetten sordum, O da Ebû Bekir gibi soruma cevap verdikten sonra geçip gitti... Sonra Ebu'l-Kâsım Muham-med (s.a.v,) geldi, beni görür görmez halimi anladı ve tebessüm buyur­du... Sonra bana: "Ey Ebû Hüreyre!" diyerek seslendi. Tabîî ben de: "Buyur ey Allah'ın Resulü" diyerek mukabele ettim. Bunun üzerine O: "Peşimden gel" buyurdu. Ben de kendisini takib ettim. O, önden evine girdi, ben de girmem için izin istedim. îzin verilince içeri girdim ve orta yerde süt olduğunu gördüm. Peygamberimiz, bu sütün nereden geldiğini sordu, evdekiler de: "Fülan kişi bunu sana hediye olarak göndermiştir" dediler... Peygamber Efendimiz bana: "Haydi git ve Suffe Ehli kardeş­lerini çağır!" emrini verdi... Ehl-i Suffe ise; malı ve çoluk çocuğu olmayan kişilerdi ve islâm'ın konukları idiler... Resûlüllah'a bir sadaka geldiği zaman, onu onlara gönderirdi, kendisi bundan bir şey almazdı. Eğer ge­len şey, bir hediye olursa, yine onlara gönderir, kendisine de ondan bir miktar ayırırdı... Bu sefer ben, sütün miktarına bakarak peygamberi-miz'in onları çağırmasını hoş karşılamamış tim. Çünkü bu süt, ancak bana yeter diye düşünüyordum... Onları çağırdığım zaman, önce onlara ikram edeceğini de bildiğimden, kesin olarak bundan bana bir şey art­maz kanâtindeydim. Fakat Allah'a ve Resûlü'ne itaatten başka çâre de yoktu, mutlaka emri yerine getirmeli idim... Gidip onları çağırdım, onlar da geldiler, oturup yerlerini aldılar... Peygamberimiz: "Ebû Hüreyre!" diye seslendi. Ben de derhal: "Buyurunuz, ey Allah'ın resulü!" dedim. O da, sütten alıp kardeşlerime vermemi emretti. Ben bu sütten bir kadeh (küçük bir bardak) alıp sırayla kardeşlerime vermeye başladım. Sonun­da sıra Peygamber Efendimiz'e gelinceye kadar devam ettim. Hepsi sü­tünü içip kanmıştı... Peygamberimiz kadehi eline aldı ve bana bakarak tebessüm buyurdu. Bana hitaben: "Ey Ebu Hüreyre, şimdi sen ve ben kaldım!" buyurdu. Ben de: "Evet yâ Resûlellah" dedim. Buyurdu ki: "Haydi sen al, sütünü iç." Ben de alıp içtim... Peygamberimiz, bir daha içmemi söyledi. Ben de içtim... O, bana: "iç!" diye emrediyor, ben de içi­yordum. Sonunda: "Ey Allah'ın elçisi, yemin ederim ki, bir damla daha içecek hâlim kalmadı!" dedim ve kadehi kendilerine verdim. Peygamber Efendimiz de bu tecellî eden bereketten dolayı Allah'a hamdetti ve "Bismillah" diyerek sütünü içti...."

îbn-i Sa'd, Ali'den şöyle rivayet eder: "Bir günün akşamında biz, hiçbir şey yemeden yatmak zorunda kalmıştık... Sabah olunca, çalışıp bir dirheme bir miktar yiyecek alarak eve getirdim. Fâtıma bundan ek­mek ve yemek hazırladı... Sonra bana: "Babam'a gidip onu yemeğe ça-ğırsan" dedi. Ben de gidip Allah resulünün huzuruna vardığımda, o uzanmış vaziyette idi ve şöyle diyordu:

"Ben, açlığın (şiddetle acıkmış olmanın) şerrinden Allah'a sığını­rım!"

Kendisine dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, bir miktar yiyeceğimiz var, Sîzi bizimle yemeğe davet ediyoruz." Peygamberimiz teşrif ettiler, bu sırda tenceremiz hâlâ kaynamakta idi. Buyurdular ki: "Kızım Aişe'nin yiyeceğini gönder!" Fâtıma bir tabağa onun hissesini koyarak gönderdi. Sonra Resûlüllah: "Hafsa'nın hissesini gönder!" buyurdu. 0-nunkini de gönderdi. Derken dokuz zevcesinin her birinin hissesinin gönderilmesini emrettiler ve gönderildi. En sonunda: "Haydi kızım, şimdi babanın ve kocanın hisselerini ver!" buyurdular. Bizim hisseleri­miz verildikten sonra: "Kızım şimdi de kendi hisseni alıp ye!" buyurdu­lar. Fâtıma da kendi hissesini alıp yemeğe başladı. Böylece o yemekten hepimiz yedik. Fâtıma tencereyi kaldırdığı zaman, sanki ondan hiçbir şey alınmamış gibi, dolup taşıyordu."

Ebû Nuaym, Suhayb'dan şu haberi nakleder: "Bir gün ben, Resûlüllah (s.a.v.) için bir yemek hazırlayıp O'na gittim. Yanında as-habdan bâzıları da vardı. Ben, onlar görmesin diyerek Resulüllah'm karşısına dikilip bana bakmasını bekledim ve bana baktığı zaman işarette bulundum. Peygamberimiz de: "Bunlarla beraber değil mi?" diye işarette bulundu. Ben de "hayır" dedim ve yalnız kendilerini davet etti­ğimi imâ eyledim. Peygamberimiz, davetimi kabul etmemiş gibi, sükût ediyordu. Ben de yerimde dikiliyordum. Derken bana baktı, ben de ken­disine işarette bulundum. O da bana: "Bunlarla birlikte değil mi?" diye işaret ediyordu. Böylece iki veya üç defa tekerrür edince, dayanamayıp "evet" demek zorunda kaldım. Çünkü ben çok az bir yiyecek hazırla­mıştım. Hepsi birlikte gelip o az yiyecekten yediler ve doydular. Onlar, kâfî miktarda yedikten sonra, daha geriye bir miktar arttı."

Ebü Nuaym, Ebû Seleme'den, o da Yaîş bin Tahfe'den şöyle nakle­der: "Benim babam Suffe ehlindendi. Bize şöyle anlatmıştı; Bir gün Peygamber (s.a.v.) ashabına, Suffe ehlinden birer veya ikişer kişi alarak evine götürmesini ve onlara yedirip içirmesini emretti. Onlar da öyle yaptılar. Ben ve bir arkadaşım, Peygamberimiz'le birlikte gittik. Eve vardığımız zaman Peygamberimiz: "Ey Aişe, bize yiyecek bir şey çıkar!" buyurdu. Aişe validemiz de bir miktar (buğday, kavut, et veya hurma karışımı bir yemek olan) ceşiş çıkardı. Biz bunu yedik. Sonra Aişe vali-~ demiz, bir miktar da hurma tatlısı çıkardı ki, çok azdı onu da yedik. Sonra Peygamberimiz süt getirilmesini emretti, süt getirildi, onu da iç­tik ve kandık. Halbuki getirilen süt de küçük bir kadehti."

îbn-i Sa'd, Esma bint-i Yezld'den şöyle rivayet eder: "Bir gün ben, akşam vakti Peygamber'in (s.a.v.), akşam namazını bizim mahallenin mescidinde kılmakta olduğunu gördüm. Yanında ashabdan da bazıları vardı. Evime giderek bir miktar et ve ekmek getirdim ve Hz. Peygam-ber'e: 'Yâ Resûlallah, bununla akşam kahvaltınızı yapar mısınız?" de­dim.  O da ashabına hitaben:  "Haydin bismillah diyerek yiyiniz!"

buyurdu. O ve oraya O'nunla birlikte gelmiş bulunan ashâb ve hazır bulunan ev halkı, bundan yediler. Sayılan kırk olduğu halde, Allah'a yemin ederim ki sanki onlar bundan hiç yememişler gibi, bir eksilme olmamıştı. Sonra Peygamber Efendimiz, evimizde bulunan bir su ka­bından su içtiler. Ben bu su kabını, bir hâtıra olarak sakladım, içinde artakalan suyu, misk yerine süründüm. Biz bundan bereket umarak zaman zaman içtik, zaman zaman da bâzı hastalara içirdik."

Taberâni Mes'ûd bin Hâlid'den şöyle naklediyor: "Bir gün ben, Peygambere (s.a.v.) bir koyun göndermiştim ve daha sonra da bâzı ev ihtiyaçları için dışarı çıkmıştım. Ben dışarıda iken Hz. Peygamber, bu gönderdiğim koyunun etinden bir kısmını bizim eve göndermiş. Benim bundan haberim olmadığı için, dışarıdan geldiğim zaman, eşime: "Bu et de nedir?" diye sordum. O da: "Bunu bize Hz. Peygamber göndermiş" cevabını verdi. Ben de kendisine: "Peki neden bunu pişirip de çocuklara yedirmiyorsun?" dedim. Eşim bana dedi ki: "Bu, onlar yedikten sonra geriyde kalan bir artık ve berekettir! Onlar daha önce iki veya üç koyun kesildiği halde ancak kâfi gelirken, bu sefer bir tek koyun, onlara da yetmiş ve artmıştır" cevabım verdi."

Yine Taberâni, güzel bir senedle Ebû Hüreyre'den şu haberi nah-letmiştir: "Bir gece Peygamber (s.a.v.) beni çağırdı ve dedi ki: "Haydi eve git. Yanınızdaki yemeği bana veriniz de ve o yemeği alıp buraya getir!" Derhal eve gittim ve bana verilen bir tabak içindeki yemeği getirdim. Tabağın içinde bir miktar hurma ezmesi (tatlısı) varmış. Sonra Pey­gamberimiz bana, Mesciddekileri çağırmamı emretti. Ben de gidip onları çağırdım. Fakat kendi kendime, bu yemek ancak bana yeter diyordum. Onlar gelip toplandıkları zaman, Peygainber Efendimiz parmaklarını tatlının üst tarafına batırdı, sonra: "Haydi yiyiniz, Bismillah!" buyurdu. Hepsi yiyip doydular, ben de yiyip doydum. Fakat ortaya konulan ye­mekte hiçbir eksilme görülmüyordu. Ben onu, nasıl getirip koydumsa, aynen öyle kaldırdım. Sâdece üzerinde sevgili Peygamberimizin par­maklarının izleri vardı."

îbn-i Sa'd, Ebu Hüreyre'den şu haberi nakleder: "Bir gün ben, aç­lığın verdiği rahatsızlık ile evimden çıkarak Mescid'e gittim. Orada bâzı arkadaşlar vardı. Onlar da dediler ki: "Bizi bu saatte buraya çıkaran, sâdece açlıktır." Mescid'den çıkıp Hz. Peygamber'e gittik ve durumu kendilerine haber verdik. O da bize yemek çıkarılmasını istedi. Bir tabak içinde bir miktar hurma getirildi. Bunu eline alan Peygamberimiz, he­pimize ikişer hurma verdi ve: "Bu ikişer hurmayı yiyiniz, üzerine de su içiniz! Bu size, bugünkü yiyeceğiniz olarak yeter" buyurdular."

Buharı ve Müslim Ebû Bekr'in oğlu Abdurahmân'dan, onun şöyle haber verdiğini rivayet ederler: "Bir gün Ebû Bekir, eve üç misafir ge­tirdi. Sonra kendisi akşam kahvaltısını yapmak üzere Hz. Peygamberin yanma gitti. Bir müddet de Hz. Peygamber'in yanında kaldıktan sonra eve döndü. Zevcesi ona dedi ki: "Misafirlerinin yanma dönmek için seni bu kadar oyalayan şey nedir?" O da durumu anlayarak: "Yoksa misafir­lerimiz hâlâ akşam yemeklerini yemediler mi?" diye bağırdı. Zevcesi de: "Biz yemelerini istedik ama, onlar sen olmayınca yemekten imtina ey­lediler" cevabını verdi. Ebu Bekir, bu duruma çok üzüldü ve öfkesinden: "Vallahi ben bu yemekten ebediyen yemem!" diye bağırdı ve misafirleri­ne yemeleri için ısrar etti. Onlarda yemeye başladılar. Ben de kendile­riyle beraber yiyordum. Vallahi içimizden hangimiz yemekten bir lokma alsak, aldığımız yer derhal doluyordu. Yemeğe devam ettik ve karınla­rımızı bir güzelce doyurduk. Fakat önümüzdeki yemekten hiç eksilme olmuyordu. Babam Ebu Bekir de, durumu gözden geçiriyordu. Yemeğin hiç eksilmeden aynen kaldığını görünce, ilâhî müdâhaleyi, bereketlen­meyi gördü ve daha önce ettiği yemine pişman olarak: "Karıcığım, bu gözlerimle gördüğüm hâl nedir?" diye sormaktan kendini alamadı. Ha­nımı da ona: "Ey gözümün nuru, görmez misin ki bu yemek, daha önceki gibi tam üç misli olmuştur. Bu derece bereketlenmiştir!" diyerek mukabelede bulundu. Ebû Bekir de bu yemekten yedi ve: "Şüphesiz o ettiğim yemin, şeytandan ve benim bir hatâm idi!" dedi. Sonra bu yemeği alarak Hz. Peygambere götürdü. Yemek sabaha kadar orada kaldı. Sonra sabah olunca Hz. Peygamber'e on iki adam geldi, her adamın grubunda kaç kişi olduğunu Allah bilir. Bunlar, on iki grup halinde sı­raya girip hepsi o yemekten yediler ve doydular."

İbn-i Sa'd, Beyhâkî ve Ebu Nuaym Ebu'l-Aliye tarikiyle Ebû Hü-reyre'den şöyle rivayet ederler: Bir gün ben, bir miktar hurma ile Pey­gamber'e (s.a.v.) gidip, bu hurmaların bereketlenmesi için dua buyurmasını rica ettim. Paygamber efendimiz bu hurmaları eline aldı ve benim için dua etti, sonra bana dedi ki: "Bunları al, içine azık koyduğun torbaya bırak. Bunlardan almak istediğin zaman, torbayı dökme, elini içine sarkıtarak al ve ye!" Ben de Öyle yaptım ve uzun müddet bu hur­malar bana kâfi geldi. Belki Allah yolunda birkaç deve yükü hurma harcadım. Hem kendim yiyordum bu hurmalardan, hem de başkalarına ikram ediyordum. Ben bu hurma torbasını evimdeki dolapta saklamakta idim. Nihayet müslümanların halîfesi Osman şehit edildiği gün, torba yere düştü ve içindeki hurmalar yere saçıldı. O günden itibaren de be­reketi kalmadı."

Beyhakî ile Ebu Nuaym'ın îbn-i Şîrîn tarikiyle olan rivayetleri ise şu merkezdedir: Peygamber (s.a.v.) bir gazvede, yiyeceklerin azalması üzerine: "Ey Ebû Hüreyre, yanında yiyecek var mı?" diye sordu. Ben de: "Torbamda bir miktar hurma var" dedim. Peygamberimiz: "Onu bize getir" buyurdu. Ben de getirip teslim ettim. Yere de bir deri yazmamı emretti, ben de yazdım. Elini torbanın içine attı, onun içindeki hurma­ları çıkardı, bu derinin üzerine koydu. Meğer torbamın içinde yirmi bir adet hurma varmış... Peygamberimiz, bu hurmaları teker teker derinin üzerine koyarken her bir defasında besmele çekti, sonra dua buyurdular ve bana: "Haydi filana ve onun arkadaşlarını çağır" dedi. Ben de onu ve arkadaşlarını çağırdım. Bunlar yiyip doyduktan sonra kalkıp gittiler. Sonra bana: "Filanı ve onun arkadaşlarım çağır" buyurdu, bunlar da gelip yediler, doyunca kalkıp gittiler. Bu şekilde herkes ondan yiyip doydu. En sonunda da bir miktar hurma arttı... Peygamberimiz de bana: "Haydi şimdi de sen otur ve ye!" buyurdu. Ben de oturdum ve yedim. Peygamberimiz de yedi. Yine geride hurma artmıştı. Efendimiz bu ar­takalan hurmayı aldı ve bana verirken: "Bunları al ve torbana koy, fakat bu torbadan hurma alacağın zaman torbayı yere dökme ve tersine çe­virme... Elini içine atarak al ve ye!" buyurdu. Ben de öyle yaptım ve bu hurmalardan yıllarca çok miktarda yedim ve Allah rızası için başkala­rına yedirdim. En sonunda Osman zamanında, asıldığı yerden düşüp hurmalar yere döküldü. Böylece ondaki bereket ve fevkalâdelik de kay­boldu."

Beyhakî ve Ebû Nuaym, Ebu Mansûr tarikiyle Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet ederler: "Ben, islâmla şereflendikten sonra yaşa­dığım devrede, üç büyük musibetle karşılaştım: Birincisi, Peygamber'in (s.a.v.) vefat edişi, ikincisi, Halîfe Osman'ın şehîd edilmesi, üçüncüsü de Resûlüllah Efendimiz'in duası ile bereketlenmiş olan hurma torbamın, düşüp bereketini kaybedişidir. Zira ben, Peygamber Efendimizle birlik­te bir seferde iken, o bana: 'Yanında bir şey var mı?" diye sormuştu. Ben de kendisine: "Torbada birkaç hurmam var" demiştim. Sonra Peygam­berimiz bu hurmaları isteyip eline almış ve bereketlenmesi için duada bulunmuş, sonra bana: "Haydi on kişi çağır" demişti. Ben de on kişi ça­ğırmış, bu on kişi bu hurmadan yiyip karnını doyurmuş; Sonra yine O'nun emriyle on kişi çağırmış, bu on kişi de bu hurmadan doyurmuştu. Böylece devam edip onar kişi halinde bütün asker gelip bu hurmadan doymuştu. Kalan hurmaları da Efendimiz bana vermiş ve bu hususta: "Bu hurmalardan birşey almak istediğin zaman, elini içine at, hurmayı al, fakat torbayı ters çevirme" buyurmuştu. Ben de bu şekilde hareket ederek Resûlüllah'm hayatında, Ebû Bekir, Ömer ve Osman'ın hayâtında hep ondan yiyip istifâde ettim ve ettirdim. Osman öldürül­düğü zaman, evimde ne varsa yağmaladılar. Bu sırada bu bereket de sona erdi."

Buharı ve Müslim Aişe'nin şöyle dediğini naklederler: Resûlüllah (s.a.v.) âhirete irtihal buyurduktan sonra, bana âit odanın duvarında bir raf vardı. Burada bir miktar arpa kalmıştı. Ben bundan uzun müddet yemeğe devam ettim. Bir gün, ne kadar olduğunu öğrenmek için bu ar­payı Ölçtüm. Bu yüzden tükenip gitti."

Müslim, Beyhakî ve Bezzâr Câbir'den şöyle nakleder: Bir gün ada­mın biri, Peygamber'e (s.a.v.) gelerek yiyecek istedi. Peygamberimiz de kendisine bir miktar arpa verdi. Adam bu az miktardaki arpayı alıp gitti ve uzun müddet çoluk çocuğu ve evlerine gelen misafirleri ile yemeğe devam etti. Bir gün onun ne kadar olduğunu öğrenmek merakı ile ölç­mek istedi. O da tükeniverdi. Tekrar Peygamberimiz'e gelip müracâtta bulundu. Peygamberimiz kendisine: "Eğer onu ölçmeye kalkışmasa idin, daha uzun müddet ondan yemeğe devam edecektiniz!" buyurdu.

Hakim ile Beyhakî'nin Nevfel bin ei-Hâris'ten çıkardıkları bir ha­ber de şöyledir: "Ben evlenmek istediğim zaman, Peygamber'e (s.a.v.) gidip bana yardımda bulunmasını istedim. O da bana otuz sâ' (90 kilo civarında) arpa gönderdi. Biz bu arpadan altı ay kadar yemeğe devam ettik. Sonra ben bunu ölçtüm, yine geldiği gibi otuz sâ' olduğunu gördüm. Fakat sonra kısa zamanda tükeniverdi. Ben gidip bunu Hz. Peygam­ber'e haber verdim. O da bana dedi ki: "Eğer onu ölçmeseydim, yaşadığın müddetçe ondan yemeğe devam edecektin..."

Hasan bin Sîifyân, Nesâl, Taberânî ve Beyhakî, Hâlid bin Abdü'l-Uzzâ bin Selâme'den şöyle rivayet ederler: "Hâlid'in çoluk çocuğu çok kalabalık idi. Bir koyun kestikleri zaman birer kemik bile düşmüyordu. Bunun için bir defasında bir kaç koyun kesmeleri gerekiyordu. Bir gün Peygamber (s.a.v.), Hâlid'in ihtiyacı için bir koyun kestirdi, sonra ken­disi bu koyundan bir miktar yedikten sonra, Hâlid'e bir kab getirmesini istedi. Pişirilen et yemeğini bu kabının içine döktü, sonra da: "Allah'ım bu yemeği Hâlid ve onun ev halkı için bereketli eyle!" diyerek dua etti. Hâlid bu yemeği evine götürüp sofraya döktü. Çoluk çocuğu ile sofranın başında toplanıp yediler. Hepsi bundan karınlarını doyurdukları halde, yemeği tüketemediler. Yemekten bir miktar da artmıştı."

Buharl, el-Şâ'bî tarikiyle Câbir'den şöyle rivayet eder: Câbir'in ba­bası Uhud Savaşında şehid düşmüş, geride altı kız evlat bırakmış, üs­telik Ödenecek hayli borcu da varmış... Hurmaların toplanma zamanı gelince, Câbir Hz. Peygamber'e gidip: "Ey Allah'ın Resulü, biliyorsunuz ki babam Uhud'da şehit olduğu zaman, pek çok borç bırakmıştı. Ben a-lacaklıların sizi görmelerini arzu ediyorum" diyerek mürâacâtta bulun­muştur. Peygamberimiz de kendisine: "Haydi git, her hurmanın meyvesini, aynı ağacın altında topla, sonra gelip bana haber ver!" bu­yurmuştur.

Câbir, hurmaları topladıktan sonra Hz. Peygamber'e haber vermiş, Peygamber Efendimiz de hurma yığınlarım kontrol ederek en büyük yı­ğının başında oturmuş, sonra Câbir'e: "Haydi alacaklıları çağır!"6buyur-muş. Câbir de gidip alacaklıları getirmiştir. Câbir bu olayla ilgili olarak bizzat kendisi der ki: "Vallahi ben, toplanan hurmaların tamâmının, babamın bıraktığı borca yetmesine, kız kardeşlerime bir tek hurma gö-türmemeye razı idim. Peygamber Efendimiz ise, bütün alacaklılara bü­yük yığından ölçüp alacağı kadar hurma veriyordu. Nihayet son alacaklının hakkı da kendisine verildikten sonra, baktım ve hayretler i-çinde kaldım. Zira o büyük yığından, babamın bütün borçları ödendiği halde, bir tek hurma eksilmemiş gibi duruyordu. Diğer ağaçlardan top­lanan hurma yığınlarına ise, hiç dokunulmamış idi."

Buharı ve Müslim Vehb bin Keysân tarikiyle yine Câbir'den şöyle naklederler: Babam Uhud'da şehit olduğu zaman, pek çok borç bırak­mıştı. Bir yahûdî, babama da olan alacağını istediği zaman, kendisinden biraz müsaade etmesini istedim, fakat yahûdî müsâade etmedi. Ben de derhal Hz. Peygamber'e giderek O'nun bu hususta yardımcı olmasını istedim. Peygamberimiz de yahûdî ile konuştuktan sonra Câbir'e hitaben: "Ey Câbir, haydi hurma salkımlarını kes ve onun alacağım derhâl öde!" buyurdu ve hemen yerine döndü... Câbir hurmaları keserek yahûdîye olan otuz vesak (Ölçek) hurma borcunu ödedi. Geriye kendisi için de on yedi ölçek hurma arttı... Câbir bu durumu Ömer'e anlattığı zaman Ömer: "Ben zâten Hz. Peygamber'in hurma bahçesine doğru bu maksatla yürüdüğünü gördüğüm zaman, Allah'ın ona bol bereketler ve­receğine inanmıştım!" dedi.

Beyhâki bu konuda der ki: Bu iki rivayet arasında bir çelişki yok­tur. Zira birinci rivayet; diğer borçluların alacaklarının bizzat Hz. Pey­gamber tarafından ödendiğini bildirmektedir, ikinci rivayette ise, bunlar ödendikten sonra alacaklı olan yahûdînin otuz Ölçek alacağının, Câbir'in eliyle Ölçülüp ödendiğini bildirmektedir. Bu ikinci defasında Hz. Peygamber, Câbir'e hurma ağaçlarında kalanların toplanmasını emre­dip, yahûdîye olun borcunu da bundan kendi eliyle ödemesini emret­miştir." [9] Hâkim, Nebîh el-Anezî tarikiyle yine Câbir'den şöyle nakleder: Ba­bam Uhud'da şehit olduğu zaman geride çok miktarda borç bırakmıştı. Bir gün ben hanımıma dedim ki: "Bugün Resûlüllah Efendimiz öğle üzeri bizim eve gelecek." Ve O da, o vakitlerde geldi. Kendisi için bir yaygı hazırlamıştık, onun üzerine yatıp uyudu. O uyurken, ben de bir oğlak kesip hazırlattım. Uyandığı zaman yemeği O'nun önüne koydum. Bana buyurdu ki: "Haydi Ebû Bekir'i çağır!" Sonra havarilerini (islâmın yar­dımcılarını) da çağırmamı emretti. Ben de gidip çağırdım. Onlar da gelip bu yemekten yediler. Hepsi doyduğu halde, geriye pek çok yemek arttı."

Taberânî, Ebû Nuaym ve îbn-i Asâkir Ebu Recâ'dan şöyle nakle­derler: Peygamber (s.a.v.), bir gün evinden çıkıp ansârdan birinin bah­çesine gitti. Bahçenin sahibi bu sırada bahçesini sulamakta idi. Peygamberimiz ona: "Bahçeni ben sulayıp iyice suya kandınrsam, bana vereceğin nedir?" dedi. Bahçe sahibi: "Ben bunu suya doyurmak için bu kadar çalışırım, yine de kandıramam" diye mukabele etti. Peygamberi­miz: "Ben burayı iyice suya kandırırsam, bana yüz adet hurma verir misin?" dedi. O da: "Evet" karşılığını verdi. Peygamberimiz, kuyunun başına geçip kovayı eline aldı ve pek kısa zamanda hurma bahçesini sulayıp kandırdı. Bahçe sahibi: "Bahçemi sel götürecek!" diye bağırıyor­du. Sulama bitmişti. Bahçe sahibi Peygamberimiz'e yüz adet htuÇma ö-dedi. Peygamber Efendimiz de ashabını toplayarak hep beraber bu hurmadan yediler ve karınlarını doyurdular. Sonra Peygamberimiz, gidip hurma sahibine hiç eksiksiz olarak yüz hurmayı iade etti."

Beyhâki Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini nakleder: Devs kabilesine mensup Ümmü Şerik adında bir kadın vardı. Kendi kabilesinde iken müslümanlığı kabul edip Hz. Peygamber'e gitmek istedi ve bir yol ar­kadaşı aradı. Bir yahûdiye rastladığı zaman, onun kendisine yolda ar­kadaşlık edeceği teklifini aldı ve onunla birlikte yola çıkmaya karar verdi. Yahudi hemen yola çıkmak üzere idi. Ümmü Şerik de: "Hemen kabıma su doldurup geleyim" dedi. Yahûdî de ona: "Senin su almana lüzum yok, zira ben fazlasıyla su almış bulunuyorum" dedi. Böylece he­men yola çıktılar. Akşamleyin bir yerde konakladılar. Yahudi yemeğini hazırlayıp Ümmü Şerîk'i akşam yemeğine çağırdı. Ümmü Şerik dedi ki: "Önce bana bir miktar su ver, çünkü ben çok fazla susamışım, su içme­dikçe bir lokma yiyemiyeceğim!" dedi. Yahudi kendisine: "Sen, yahûdi dinine geçmedikçe sana bir yudum su vermem!" dedi. Ümmü Şerîk'in ise kendisine verdiği cevap çok kesin oldu: "Ben ebediyyen yahûdîlik dinîne geçmem!" Bu cevabı verdikten sonra, devesinin yanına gidip onu güzelce bağladı ve başını devenin dizleri üzerine koyarak istirahata çekildi. Geceleyin uyurken başının az yukarısında bir su kovasının bulunması ve bunun alnına dokunmasıyla uyandı. Bizzat kendisi der ki: "Uyandı­ğımda baktım, gerçekten bana yukarıdan bir kova su sarkıtılmış, sütten beyaz ve baldan tatlı bir su idi bu... Kanıncaya kadar bu sudan içtim. Sonra bu su kovasından elime dökerek, yanımda getirdiğim ve kurumuş bir haldeki su kabımı' ıslattım, sonra da ağzına kadar doldurdum. Sonra kova yukarıya çekilmeye başladı başladı ve gözümden kayboldu. Sabah olunca yanımdaki yahûdî yanıma geldi ve: "Ey Ümmü Şerik" diyerek seslendi. Ben de kendisine, gel dedim ve yaklaşınca, olanları anlattım. O bana: "O su kovası, yukarıdan mı indi?" diye sordu. Ben de: "Evet" dedim ve sonunda da semâya çekildiğini gözlerimle gördüğümü anlat­tım. Sonra yola devam edip Resûlüllah (s.a.v.)'in huzuruna geldim. Resûlüllah da beni Zeyd bin Harise ile evlendirdi ve bana otuz ölçek hurma verilmesini emretti. Bu hurmalar hakkında da: "Ondan yiyiniz ve fakat onu ölçmeyiniz!" buyurdular.

Ümmü Şerîk, yanında bir yağ tulumu getirmişti, bu yağ tulumunu Hz. Peygamber'e hediye etti. Ümmü Şerik'in cariyesi bunu Resûlüllah'a getirip teslim etti. Resûlüllah bu yağ tulumunu boşalttıktan sonra teslim ederken bu cariyeye dedi ki: "Bunu alıp götür, aynen eski yerine as, ağzını bağlama!" tembihinde bulundu. O câriye de aynen öyle yaptı. Ümmü Şerîk, bu yağ tulumunun aynen eskisi gibi dolu bir vaziyette ve eski yerinde asılı durmakta olduğunu görünce, cariyesine çıkıştı ve: "Ben sana bunu Resûlüllah Efendimiz'e hediye ettiğimi ve götürüp kendisine vermeni sana emretmedim mi?" dedi. Câriye de: "Efendim, ben senin bana olan emrini aynen yerine getirdim, fakat Resûlüllah Efendimiz boşunu bana teslim ederken, ağzını bağlamaksızm aynen eski yerine asmamı söyledi, ben de öyle yaptım, durum bundan ibarettir" cevabını verdi. Bundan uzun müddet yediler. Bir zaman sonra, evlerindeki arpayı ölçtüler onun da aynen ilk gündeki gibi otuz ölçek olarak kaldığını, hiç eksilmemiş olduğunu müşâhade ettiler."[10]

 

Yine Bazı Yiyecek Maddelerinin Bereketlenmesi İle İlgili Mucizeler

 

Müslim Câbir'den şu haberi nakleder: Ümmü Mâlik, Peygamber'e (s.a.v.) tulumdaki yağdan hediye gönderir, oğulları da gelip Ümmü Mâlik'e katık isterler, o da başka bir katıkları olmadığından çaresiz ev­deki yağ tulumuna yönelir, onda ihtiyâç duyduğu katığı bulup çocukla­rına yedirirdi. Bu böyle uzun müddet devam etmiştir. Bir gün yine çocukları katık istemiş, o da yağ tulumuna yönelmiş, onu alıp bir güzel sıkmış... O da eski bereketini kaybetmiştir. Derhal Hz. Peygamber'e gitmiş, Peygamberimiz de kendisine: "Yoksa onu sıktın mı?" diye sor­muştur. O da: "Evet" demiş. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Eğer onu kendi haline bırakıp sıkmasaydın, daha uzun müddet ondan yağ ala­caktın" buyurmuştur.

îbn-i Ebu Şeybe, Taberânî ve Ebû Nuaym, Yahya bin Ca'de'den, o da kendisine anlatan bir adamdan, o da Ansâr'dan olan Ümmü Mâlik'ten şu haberi naklederler: "Bir defasında ben, yağ tulumumu ala­rak bunu hediye etmek üzere Peygamber'e (s.a.v.) gittim. Hz. Peygamber BilâTe, alıp yağını sıkması için emrettiler. O da öyle yaptı ve boşalan tulumu getirip bana verdi. Ben bunu alarak eve döndüm, yerine astım. Bir de ne göreyim tulum yağla dolu. Gidip durumu Hz. Peygamber'e haber verdim, o da bana: "Bu ilâhî bir berekettir, Allah bununla, vere­ceği sevabı sana acele olarak vermiştir" buyurdu.

Taberânî ve Bey haki Ümmü Evs el-Bezhiye'den şöyle rivayet eder­ler: Ben, bir miktar yağ yaptıktan sonra bunu tuluma koyarak Peygam­ber'e (s.a.v.) hediye olarak gönderdim. O da benim hediyemi kabul buyurdu, fakat az bir miktarını bana iade etti. Bu sırada, tulumun di­binde kalan bu az miktar yağın bereketlenmesi için de dua buyurdular. Ben tulumumu alarak eve döndüm ve onu yerine astım. Bir de baktım ki o yağla dopdolu. Peygamberimiz herhalde benim hediyemden hiç ka­bul etmemiş zanniyle geri döndüm ve: "Ey Allah'ın Resulü, ben o yağı sizin için yapmış ve size hediye olarak getirmiştim, niçin ondan hiç kabul etmediniz?" diye konuştum. Peygamberimiz'den bana gelen cevap ise: "Biz senin hediyeni kabul ettik, az miktarını sana iade ederken bere­ketlenmesi için duada bulunduk. Sen dahî onun bereketlenmesi için dua et ve ondan afîyetle ye!" şeklinde oldu.

İşte ben, bu yağdan Peygamberimiz'in hayatı müddetince yemeğe devam ettim. Sonra Ebû Bekir, Ömer ve Osman zamanlarında da yemeğe devam ettim. O bir türlü tükenmiyordu. Fakat ne var ki Ali ile Muâviye arasında olanlar oldu, ondaki bereket de kayıplara karıştı."[11]

Ebû Yâlâ, Taberânî, Ebu Nuaym ve İbn-i Asâkîr Enes'ten şöyle rivayet ederler: Anam Üm'mü Selim, sağmakta olduğu koyunumuzun yağını biriktirip Peygamber'e (s.a.v.) hediye etti. Peygamberimiz de bunu kabul ederek boşalttıktan sonra iade etti. Ben de bunu getirip di­rekteki yerine astım. Anam Ümmü Selîm, bu yağ tulumunu dolu ve kendisinden yağ damlamakta olduğunu görünce Hz. Peygamber'e gidip durumu haber verdi. Hz. Peygamber de: "Sen böyle bir şey gördüğünden dolayı hayret mi ediyorsun? Sen nasıl Allah Resulüne ikramda bulundun ise, Allah da sana ikramda bulunmuştur. Ondan hem kendin ye, hem de başkalarına yedir!" buyurdu. Ümmü Selim der ki: Ben Resülüllah'ın ya­nından döndükten sonra, ondaki yağdan bir kab içine döktüm, arta kalan yağ ile de birkaç ay evimizin katık ihtiyacını giderdim."

Taberânî, Ebu Nuaym ve Beyhâki Kesîr bin Yezîd [12] tarikiyle, Muhammed bin Amr'den, o da babası vâsıtasiyle dedesinden şöyle nak­lederler: "Peygamber'in (s.a.v.) yiyeceği, ashab arasında nöbetleşe yapı­lırdı. Bir gün sıra bende idi. Ben de Resûlüllah Efendimizin akşam yemeğini hazırlayıp takdim etmek üzere idim. Bu sırada yağ tulumu devrilip içindeki döküldü. Ben de hayli üzülüp kendi kendime: "Sıra bende iken Resûlüllah'ın yemeği dökülüyor, ne aksilik?" dedim. Pey­gamberimiz bana hitaben: "Yemeği getir!" dedi. Ben de o şekilde (yağsız olarak) getiremiyeceğimi söyledim ve tulumun yanına döndüğümde, onun "lık lık" diyerek ağzından ses çıkardığım duydum ve içinde kalan da dökülüyor zanniyle tutup kaldırdım. Fakat gördüm ki, yarıdan biraz fazla dolu bulunmaktadır. Ağzını sıkıca bağladım ve Hz. Peygamber'e gidip- durumu haber verdim. O da bana buyurdu ki: "Eğer onu kendi hâline bıraksaydım, tam ağzına kadar dolardı."

îbn-i Sa'd, Sâid bin Süleyman'dan [13] o da Halid bin Abdullah'dan, o da Husayn'dan, o dahi Salim bin Ebû'l-Ca'd'dan şöyle rivayet eder: Peygamber (s.a.v.), iki kişiyi bir defasında sefere göndermek istedi. Bunlar dediler ki: "Ey Allah'ın resulü, hiç bir azığımız yoktur." Pey­gamberimiz bunun üzerine bir su tulumu getirilmesini istedi ve getirdi­ler. Bunu alıp o iki kişiye verdi ve doldurup kendisine vermelerini emretti. Onlar da öyle yaptılar. Peygamberimiz onun ağzını kendi eliyle bağladı ve onlara teslim etti. Ayrıca buyurdu ki: "Siz bunu alıp hemen yola çıkınız, filan yere vardığınız zaman, orada yemek molanızı veriniz ve biliniz ki Allah sizi orada rızıklandıracaktır!" Onlar da bunu alarak yola çıktılar ve Hz. Peygamberin dediği yere geldiklerinde tulumlarını açtılar. Bir de ne görsünler, tulumları süt ve koyun kaymağı ile doludur. Aiıyetle yiyip içtiler ve iyice karınlarım doyurdular."

Beyhaki, Sâid bin Sâid tarikiyle [14]Ebû Hüreyre'den şöyle nak­leder: Ansardan adamın biri, bir gün ihtiyaç sahibi olması dolayısıyla evden ayrılmış. Evindekilerin yanında hiçbir şey yokmuş. O evden çık­tıktan sonra hanımı kendi kendine demiş ki: "Kalkıp şu fınnı ateşlesem, arkasından da değirmeni döndürmeye başlasam da, komşular dumanı görüp, el değirmeninin de sesini işitip bizim aç kaldığımızı bilmeseler" demiş ve kalkıp öyle yapmıştır. El değirmeninin başında onu döndür­mekle meşgul iken, az sonra kocası gelmiş, ona ne yaptığını sormuş. O da ne maksatla öyle hareket ettiğini kocasına anlatmış. Kocası değir­mene bakmış, ondan un dökülmekte olduğunu görmüş ve derhal evdeki kablarını unla doldurmuşlar. Fırına baktıklarında, onun da ekmekle dolu olduğunu görmüşler. Adam derhal Resülüllah'a (s.a.v.) giderek du­rumu haber vermiş. Peygamberimiz de kendisine: "Peki değirmeni ne yaptın?" diye sormuş. O da: "Kaldırıp yerine koydum yâ Resülallah" de­miş. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "Eğer onu kendi haline bı-raksaydımz, yaşadığınız müddetçe ondan istifade ederdiniz!" buyurmuştur.

(Bu rivayetin senedi sahihtir.) [15]

Ahmed, İbn-i Sa'd, Ebû Yâlâ, Taberâni, Ebü Nuaym ve îbn-iAsa-kir, çeşitli dört tarikten Ebû Rafi'nin şöyle dediğini rivayet ederler: Bir gün ben, Resülüllah Efendimiz için bir koyun kesmiştim. Hazırlayıp hu­zuruna getirdim. O bana: "Ön kolunu ver!" buyurdu. Ben de verdim. Bana tekrar: "Ön kolunu bana ver!" buyurdu, beT de verdim. Sonra yine: "Bana Ön kolunu ver!" buyurdu. Ben de dedim ki: Ey Allah'ın Resulü, bir koyunun kaç tane ön kolu var ki?" O da buyurdu ki: "Ey Ebû Râfî, eğer sukut etseydin, ben istedikçe bana ön kol vermeğe devam edecektin!"

 (Ayrıca Ebû Nuaym'in bu mealde bir rivayeti daha bulunmaktadır ki, o bunu Ebû Hüreyre'den nakletmektedir. Keza diğerlerinin de bu hususta Şehr bin Havşeb'den bir rivayetleri bulunmakta olup, yine aynı mealdedir. Yine Ebû Hüreyre'den, iki tarikten daha bu mealde rivayet­ler bulunmaktadır[16]

 

Peygamberimize Semadan Ve Cennetten İnen Yiyecek Hakkındadır.

 

Ahmed, Dârimî, Nesâî, Hâkim, Bezzar, Ebu Yâlâ ve Taberânî Se­leme bin Nüfeyl el-Sekvenı'nin şöyle dediğini naklederler: "Bir gün bizler, Peygamber'in (s.a.v.) yanında oturuyorduk. Derken adamın biri: "Ey Allah'ın Resulü, sana semâdan bir yiyecek geldi mi?" diye sordu. Pey-gamberimez de: "Evet" diye cevap verdi. Adam: "O yiyecek ne içinde geldi?" diye sordu. Peygamberimiz de: "Bir tencere içinde geldi" buyurdu. Adam sormaya devamla: "Yemeğin sana yetecekten fazlası var mıydı?" dedi. Peygamberimiz de: "Evet" buyurdu. Adam: "Fazlası ne oldu?" dedi. Efendimiz de: "Semâya çıkarıldı. Ayrıca bu sırada bana, fazla bir ömrüm kalmadığı, benden sonra sizlerin de fazla yaşamayacağınız vahiy edil­diği gibi; kıyamet kopmazdan önce de büyük ölümler ve şiddetli dep­remler olacağı da vahyedildi" diyerek mukabelede bulundu."

Hafız Zehebî, Muhtasaru'l-Müstedrek'te der ki: "Bu rivayet, sahih bir şekilde rivayet edilen haberlerin.-garibolanlarındandır." (Suyûtî)

Ibn Asâklr, Hafs bin Ömer el-Dımeşkî tarikiyle [17] Akıl bin Hâlid'den, o da îbn-i Şihâb'tan, o da Abdullah bin Utbe'nin oğlu Ubey-dullah tarikiyle İbn-i Abbas'tan rivayet eder. O demiştir ki: Cebrail (a.s.) Peygamber'e (s.a.v.) gelip, cennet bahçesinden koparılmış bir salkım getirdi ve: "Ey Allah'ın Resulü, Allah'ın sana selâmı var, bu salkımı ye­men için sana gönderdi" diyerek salkımı teslim etti. Peygamberimiz de bunu aldı."

(Bunu rivayet edenler arasında Hafs bin Ömer el-Dımeşkî vardır ve İmâm-ı Buhârîbu râvî hakkında: "O, mütâbeu'n aleyh değildir, ona tâbi olunmaz!" demiştir. Bu râvî, hicretin yüz yetmişinci yılında vefat etmiştir.) [18]

 

 



[1] Peygamber Efendimiz'in bu vesile ile: "Bereket ise Allah'tandır" buyurmuş olma­sı, o kadar yerinde ve faydalı olmuştur ki, gayet açık olarak bu^ İslâm'da tevhîd konusuna verilen önemin ifadesidir... Ve herhangi bir mucizeyi, Allah'tan başka herhangi bir varlığa nisbet etmenin açıkça reddidir ve çok büyük bir İhtiyaddır... önceki ümmetlerde görülen dalâlet ve şirke düşmeler, buna dikkat etmemenin neticesi idi... İşte onlar, tevhîd konusunda gereği gibi dikkat etmedikleri içindir ki, meselâ, elinde mucizeler zuhur eden Mesîh isa'yı ilahlaştırma yoluna sapmışlardır.

[2] Her cumartesi günü Kubâ Mescidine gider ve orada kılınan bir namazın, bir umre sevabında olduğunu buyurur idi..

[3] Bu mucizenin vukua geldiği sefer, Tebük Seferi olsa gerektir

[4] Bu rivayette sözü edilen savaşın, hangi gazve olduğu belirtilmemektedir. Fakat öyle anlaşılıyor ki bu gazve, ya El-Müraysi' Gazvesi, ya da Beni Mustalık Gazvesi olmalı­dır..

[5] Bu, Peygamberi m iz'in mucizelerinden bir başka çeşidini ifâde eder.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/83-90.

[6] Bu çeşit mucizelerle ilgili hadîsler, sahih ve sabittir. Tebük, Hendek Gazvelerinde ve daha başka yerlerde vukua gelmiştir

[7] Peygamber Efendimiz, bazan açlıktan karnına taş bağlamıştır. Fakat O bunu, bazılarının iddia ettikleri gibi, zâhitlik ve sofîlik düşünceleriyle yapmamıştır. Belki, yiyecek bir şey bulamadığı zaman yapmıştır. Bulduğu zaman da yemiştir. Biliyoruz ki O; helvayı sever, etli kabak yemeği yer, hurma ile hıyar yemekten de hoşlanırdı... Bu hususta tekkellüf (ge­reksiz bir Özenti) göstermez, herhangi bir yiyeceği kötülemezdi... Eğer iştihâsı varsa yer, de­ğilse terkederdi ve buyururdu ki: "Biz acıkmadıkça yemez, yediğimiz zaman da mîdemİzi iyice doldurmayız."

[8] Kûfe'li hadisçilerdendir. Onun hakkında İbn-i Main: Sadûktur, fakat hüccet değil­dir, Ali İbnü'l-Medini: Sağlamdır, Ebû Hatim de: Sadûktur, demişlerdir.

[9]  Şu kadar var ki, birinci rivayeti verirken müellif merhum, biraz kendiliğinden ta­sarrufta bulunmuş, rivayeti aynen vermemiştir.

[10] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/90-103.

[11] Ümmü Evs, bu sözüyle şüphesiz Ali (r.a.) İle Muâviye (r.a.) arasındaki hilâfetle ilgili çekişmeyi kasdetmektedir. Bilindiği gibi bu çekişmede Ali (r.a.), haklı olan taraf idi. Muâviye (r.a.) de haksız olan ve İsyan eden taraf İdi. Fakat bununla beraber Muâvİye'nin de kendine göre içtihadı ve te'vili bulunmakta idi. Sahih bir hadîsde buyurulmuştur ki: "Yazık Ammar'a ki onu, halîfeye isyan eden taraf Öldürecektir!" Şüphesiz Ammâr1! Sıffîn Savaşında Muâviye öldürmüştür. Yine sahih bir hadîsde de: "Müslümanların fırkalara ayrıldığı bir za­manda, bir grub halk, dinden çıkar! İkiye ayrılmış bulunan müslümanların haklı olan tarafı, bu Hâricîierle de savaşıp onları öldürecektir!" İşte bu hadîs'in haber verdiği hal dahî, Ali (r.a.) üzerinde tecelli etmiştir. (Hâricilerle o savaşmıştır.)

[12] Kesîr bin Zeyd el-Es!emi hakkında Zehebi'nİn el-Mîzan'ında verilen bilgi şöyledir: Onun hakkında Ebû Zür'a: "Biraz gevşeklik olmakla beraber sadûktur" Nesâî: "Zayıftır" İbnü'l-Dervakî Yahya'dan naklen: "Beis yoktur" İbnü'l-Medîni de: "iyidir, fakat kuvvetli değil­dir" demişlerdir

[13] Buradaki Saİd bin Süleyman adındaki râvînin kim olduğunu bilemiyoruz... Eğer o, Vâsıtlı Kinâne oğlu ise, Zehebî'nin bildirdiğine göre, sağlamdır ve meşhurdur. Eğer o, Basralı el-Nüşeyti ise, onun hakkında Ebû Zür'a: "Kavî değildir" Ebû Hatim: "O meçhuldür" Ebû Dâvûd da: "Ben ondan hadis almam" demişlerdir. Yok eğer o, el-Dımeşkî ise, yine Ebû Hatim, bunun da mechûl olduğunu söylemiştir

[14] Saîd bin Ebû Saîd, Hişâm bin Urve'den bu da Bekıyye'den şeklinde rivayet edilir. Fakat bu tarîk, maruf bir tarîk değildir. Bu tarîkin rivayetleri, itibardan sakıttır. Zehebİ'nin bu hususta bize verdiği bilgi budur

[15] Müellif merhum, neye dayanarak "bu rivayetin senedi sahihtir" diyor, bu bizce belli değildir. Halbuki bu rivayetin ravîsı Saîd bin Ebû Saîd, itibardan sakıt bulunmaktadır.

[16] Daha önce de işaret ettiğimiz gibi müellif bu mealde pekçok rivayeti bu eserinde nakletmiştir. Fakat Resûlüllah Efendİmiz'in, bir koyunun iki on kolunu yedikten sonra, bir üçüncü ön kolunu istemiş olmasını kabul edemeyiz... Çünkü Peygamber Efendimiz: "Biz öyle bir topluluğuz ki, acıkmadıkça yemeyiz, yediğimiz zaman da iyice doymadan çekiliriz!" buyu­rur ve hep böyle davranırdı. Hafız Ebû Nuaym, bu rivayetler hakkında: "Bunlar, Peygamber­imiz istediği takdirde O'na hâs fazîletler ve âdet dışı tecellîler olarak O'na verilebileceğine delâlet eder" demişse de, biz bunların sahih ve sabit olmadığını söylemek istedik... Yoksa sahih ve sabit olan bir mucize veya fevkalâdeliğin kabulünde, aklen herhangi bir kısıntıya da mahal yoktur.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/103-106.

[17] Yine el-Mîzân'da, bu râvînin münker bir haber rivayet ettiği bildirilmiştir. Müellifin Buharîden naklettiği bilgi de bunu te'yid etmektedir.

[18] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/106.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol