Kur'an ve Sünnet
   
 
  SEKİZİNCİ BOLUM

SEKİZİNCİ BOLUM

 

MÜŞRİKLERİN PEYGAMBERİMİZE EZALARI SIRASINDA VUKUA GELEN FEVKALADELİKLER

 

îbn-i îshak, Beyhakî ve Ebû Nuaym'in rivayetine göre, Urve;Amr Ibn4 As'ın oğlu Abdullah'a demiş ki: "Ey Abdullah, Kureyş'in Resulül-lah Efendimiz'e en çok dokunan ezası ne olmuştur, söyler misin?" Abdullah da ona şu karşılığı vermiş: "Birgün Kureyş'in bütün eşrafı Kabe'nin yakınında toplanmıştı. Kendi aralarında Peygamberimi- zi anıp şöyle dediler: "Muhammed'e karşı sabrettiğimiz kadar hiç bir kimseye sabretmiş değiliz! Baksanıza o bize akılsız diyor atalarımızı kötülüyor, dinimizi red ediyor, aramızı ayırıyor, tanrılarımıza küfredi­yor! Böyleyken biz ona hala sabrediyoruz." İşte onlar bu şekilde konu­şurlarken Resûlullah Efendimiz de oraya çıkageldi. Haceru'l-Esved'in önüne kadar gelip onu istilâm ettikten sonra tavafa başladı. Kureyş'in önünden geçerken Kureyş O'na kötü söz söyleyerek hakarette bulundu. Peygamberimiz de bundan ezâ duyup rengi soldu. Tavafına devam edip ikinci defa Kureyş'in önünden geçerken Kureyş yine kendisine hakarette bulundu. O ise tavafına devam edip üçüncü defa onların önünden geçerken, onlar yine kendisine hakarette bulundular. Bunun üzerine orada duraklayan Peygamber (s.a.v.), Kureyş'e hitaben dedi ki: "Duyuyor musunuz, ey Kureyş topluluğu? Varlığım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben sizi boğazlamıya geldim!" Peygamberimiz'in bu sözü onlara o kadar işledi ki, hepsi yerinde donakaldı. O'na karşı düşmanlıkta en ileri olanlar bile yaltaklanmaya başladı. Sözün en güzelini söyliyerek: "Haydi Tavafına devam et yâ Muhammedi Haydi devam et. Sen, kendini bilmez câhilin birisi değilsin" diyerek Peygamberimiz'e yalvarmaya başladılar. Peygamberimiz de tavafına devam etti."

Yine Ebû Nuaym Urve'den rivayet ediyor. Ona Osman bin Affân'ın oğlu Amr, babasından naklen demiştir ki: "Birgün Kureyş'in Resûlul-lah'a en çok ezâ verdikleri bir harekete şâhid oldum. Peygamberimiz Beyt'i tavaf ediyordu. Kureyş'ten üç kişi: Ukbe, Ebû Cehl ve Ümeyye de Hıcr tarafında idiler. Peygamberimiz onların hizasına gelince, O'na çirkin sözler söylediler. Peygamberimiz'in de bundan üzülüp öfkelendiği yüzünden belli oluyordu. Tavafının ikinci ve üçüncü dolamınım yaparken de, aynı durumla karşılaştı. Bunun üzerine Kureyş'e hitaben buyurdu ki: "Allah'a yemin ederim ki, yâ bu hareketinizi terkedersiniz, yahut da Allah'ın azabına derhal çarpılırsınız!" Olayı bizzat görüp anlatan Osman diyor ki: Vallahi Resûlullah Efendimiz'in bu sözü üzerine onların hepsi tir tir titremeye başladı ve orayı terkederek evine gitti. Resûlullah efendimiz de Tavafına devam ettiler. Biz de kendisini takip ettik. O sırada bize dediler ki: "Müjdeler olsun, sizlere! Allah, gerçekten dinini izhar edip nurunu tamamhyacaktır! O adamların cezasını da sizin elinizle yakın bir zamanda verecektir! Ben Allah'ın onları bizim elimizle boğazladığını gördüğümü, yemin ederek sizlere müjdeliyorum!" [1]

Ebû Nuaym'in Câbir'den nakline göre: Ebû Cehil: "Ey Kureyş, Muhammed, eğer sizler ona itaat etmezseniz, kendi eliyle sizi boğazla­yacağını iddia ediyor!" demiş. Peygamberimiz de kendisine hitaben: "Evet ben bunu söylüyorum ve sen dahi, Allah'ın o acil cezasının geldiği gün boğazlanmış olacaklardansın!" buyurmuştur. Bedir'de Ebû Cehl maktul düştüğü zaman, Peygamberimiz onun ölüsüne bakıp: "Ey Allah'ım, gerçekten bana olan va'dini yerine getirdin" demiştir." (Diğer bir rivayete göre Resûlullah Efendimiz: "Allah'a hamdolsun, işte bu ümmetin Fir'avn'i de cezasını buldu" buyurmuştur).

Ahmed, Hâkim, Beyhaki ve Ebû Nuaym îbn-i Abbas tarikiyle Fâtıma'dan rivayet ederler. O şöyle demiştir: Kureyş müşrikleri Kabe'nin Hıcr tarafında toplanıp: "Muhammed buraya uğradığı zaman, hepimiz kendisine birer şiddetli tokat vursun!" dediler. Ben onların bu şekilde sözleştiklerini duyunca, hemen eve gidip durumu babama haber verdim. Babam bana dedi ki: "Kızım, sen hiç ses çıkarma." Sonra hemen evden çıkıp Kabe'ye müşriklerin yanma gitti. Müşrikler kendisini görünce: "İşte geliyor!" diyerek birbirlerine haber verdiler. Fakat hepsi başım eğip gözlerini yumdu, hiç biri başım kaldırıp da O'na bakmaya cesaret edemedi. Peygamberimiz, onların başucuna dikilip yerden bir avuç toprak aldı ve onlara doğru fırlatarak ve: "Başlar yere eğildi!" diyerek haykırdı. İşte o gün, o topraktan kime isabet etti ise, o kişi Bedir'de kâfir olarak öldürüldü."

Buhari ve Müslim Habbab'dan rivayet ederler: Ben, Resûlullah'a (s.a.v.) gitmiştim. Kendisi Kabe'nin gölgesinde cübbesini yastık yapıp yaslanmıştı. Biz müslümanlar, o günlerde pek şiddetli ezâ ve işkencelere mâruz kalmıştık. Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, bizim bu işkencelerden kurtulmamız için dua ediverseniz, daha iyi olmaz mı?" Peygamberimiz sinirlenmiş bir vaziyette oturup buyurdu ki: "Biliniz ki, sizden öncekiler çok daha ağır işkencelere maruz kalmışlardır! Onların etlerini demir taraklarla tarıyorlar, tepelerine demir testereler koyup tepeden aşağı ikiye biçiyorlardı da onlar, yine sabrediyor ve asla dinlerinden dönmüyorlardı. Ben bütün varlığımla Allah'a yemin ederim ki, O; dinini tamamhyacaktır! insanlık muhtaç olduğu huzur ve güvene kavuşacaktır. O derece ki, devesine binip tek başına yola çıkan kişi; San'a'dan Hadrâmut'a kadar yolculuk edecek de kalbinde Allah korkusundan başka hiçbir korku duymayacaktır!"

 (Hadisin diğer rivayetinde ise: "...Kalbinde Allah korkusundan başka hiçbir korku duymayacak, sâdece koyunları hakkında kurt kapar endişesi bulunacak. Fakat sizler acele edip bu emniyet ve huzuru, hemen görüp yaşamak istiyorsunuz" denilmiştir.)

Beyhaki'nin îbn-i îshâk'tan şöyle bir rivayeti var: Kureyş, başlarında Ebû Cehl ve Ebû Süfyan'm bulunduğu bir topluluk halinde idi. Peygamberimiz de oradan geçmekte idi. Ebû Cehl dedi ki: "Ey Abdü Şems oğulları, işte bu sizin çıkardığınız bir peygamberdir!" Ebû Süfyan da: "Doğrusu içimizden bir peygamber çıkmış olması, şaşılacak bir iş!" dedi. Ebû Cehl tekrar söylenip: "Bu kadar yaşlı ve tecrübeli adamlar varken, içlerinden bir gencin peygamber çıkmasına, ben şahsen hayret ederim!" dedi. Peygamber Efendimiz de onların söylediklerini işitiyor ve onlara diyordu ki: "Ey Ebû Süfyan sen, Allah ve Resulü için gayrete gelmiş değilsin, sâdece aslını ve neslini düşünüp konuştun. Sana gelince ey Ebu'l-Hakem, Allah'a yemin ederek söylüyorum ki sen; az gülüp çok ağlıyacaksın!" O'nun bu sözüne karşılık henüz kendisine Ebu'l-Hakem denilmekte olan Ebû Cehl de şu karşılığı vermiştir: "Yâ Muhammed, peygamber çıktım diye bana ne kötü bir âkibetten haber veriyorsun!"

Bezzâr'ın Talha bin Ubeydullah'tan bir rivayeti de şöyledir: Kureyş'ten bir topluluk Kabe'nin etrafında idiler, içlerinde Ebû Cehl de vardı. Derken Resûlullah göründü ve onların yanma gelip: "Yüzler yere eğilip perişan oldu" diye haykırdı. Hiç biri bir söze kadir olmadı. Baktım Ebû Cehl Peygamber Efendimiz'e Özür dilemekle meşgul: "Söyleme yâ Muhammed, söyleme" diyordu. Peygamberimiz de: "Söyleyeceğim vallahi, söyleyeceğim! Yâ bana uyacaksınız, ya da öleceksiniz!" diyordu. Ebû Cehl: "Senin buna gücün yeter, evet gücün yeter!" diyordu. Peygamberimiz ise: "Sizi Allah öldürecek!" karşılığını verdi ve oradan ayrıldı."

Beyhaki, Ebû Nuaym ve Tarih'inde Buhari Cübeyr bin Mut'im'den şöyle rivayet ederler: Yüce Allah'ın Muhammed'i (a.s.) peygamber olarak gönderdiği ve O'nun dâvasının Mekke'de iyice duyulduğu sırada ben,. Şam seferine çıkmıştım. Busrâ denilen yere vardığımda Nasrânî'lerden (hıristiyan cemâatinden) bana bir topluluk geldi ve: "Sen Harem-i Şeriften misin?" diye sordu. Ben de "Evet" dedim. "İçinizden bir pey­gamber çıkmış, sen onu tanıyor musun?" diye sordular. Ben yine "Evet" dedim... Elimden tutarak beni kendilerine âit bir manastıra götürdüler. Burada birçok resimler vardı. Bana bu resimleri göstererek: "içinizden çıkan peygamberin resmini bu resimler arasında görebiliyor musun?" dediler. Ben de bu resimlerin hepsini gözden geçirip "hayır" cevâbını verdim... Sonra beni daha büyük bir manastıra götürdüler ve içindeki resimleri göstererek: "Bunların içinde onun resmini görebiliyor musun?" diye sordular. Ben de hepsine teker teker bakarak: "Hayır, göremiyo­rum" karşılığını verdim. Bu sefer beni daha büyük bir manastıra götürdüler, içeri girince bunda daha çok resimler olduğunu gördüm... Bana: "Bunların hepsini gözden geçir, içinizden çıkan peygambere âit bir resim görebilecek misin bak!" dediler. Ben de bütün o resimleri gözden geçirmek üzere bakarken bir resmin» Peygamberimizin sıfat ve suretine benzediğini gördüm ve: "îşte bu, O'na benziyor" dedim... Az ilerisindeki resme baktığımda da, onun Ebû Bekr'e benzediğini gördüm... Onlar bana: "O'na benziyor mu?" dediler. Ben de: "Evet, O'na benziyor, arkasındaki resim de Ebû Bekr'e benziyor" cevabını verdim. Onlar da bana, bunun üzerine dediler ki: "îşte bunun sizin içinizden çıkan peygamber olduğuna, arkasmdakinin de kendisinden sonra O'nun halîfesi olacağına biz şahitlik ederiz." [2]

 

Müşriklerin Ona Sövmelerinin Hükümsüz Kılınmasında Görülen Fevkaladelik

 

Buharî Ebû Hüreyre'den şu haberi nakletmiştir: Peygamber (s.a.u.) buyurdu ki: "Müşriklerin bana sövüp saymalarını Allah benden nasıl da defediyor, bunu görüp hayret etmiyor musunuz? Çünkü onlar Müzemmem diye birisine sövüp sayıyorlar. Ben ise "Muhammed'im!" (Yâni onlar, Muhammed yerine Müzemmem diyorlar ve müzemmem diye birisine sövüp sayıyorlar Netice itibariyle, haksız yere yaptıkları ve söyledikleri şeylerin kötü eserleri, başkasının değil, bizzat kendilerinin aleyhine oluyor...)[3]

 

Cenabı Hakkın "O Alay Edenlere Karşı Biz Sana Yeteriz" Mealindeki Ayeti Celilesi Ve Bu Hususta Görülen Bazı Mucizeler

 

Yüce Allah'ın "O alay edenlere karşı biz sana yeteriz" [4]âyet-i celilesiyle ilgili olarak Beyhakî ve Ebû Nuaym, îbn-i Abbas'tan şöyle rivayet ederler. O demiştir ki: "Bu âyetin haber verdiği alaycılar şunlar idi: Velîd bin Muğîre, Esved bin Abd-i Yeğûs, Esved bir Muttalib, Haris bin Aytıl ve As bin Vâil... Bir gün Cebrail (a.s.) geldiğinde Resûlüllah bu adamları ona şikayet etti ve Cebrail'e Velid'i gösterdi. Cebrail de 'onun kaşına işaret etti. Peygamberimiz, ne yaptığını sorduğunda: "Cezasını işaretliyorum" dedi. Peygamber sonra Esved bin Muttalib'i gösterdi. Cebrail de onun gözüne işaretledi. Peygamber, diğer Esved'i gösterdiğinde Cebrail, onun başına işaret etti. Sonra Peygamber, Hâris'i gösterdi, Cebrail de onun karnına işaret etti. Derken oradan As bin Vâil geçiyordu. Peygamber (s.a.v.) onu gösterdi, Cebâil de onun topuğuna işarette bulundu ve böyle yapmakla onun da buradan ceza göreceğini göstermiş oldu... Nitekim Velîd, okunun ucuna yelek takmakta olan Hudaalı bir adamın yanında geçerken okunun ucu onun kaşına dokunmakla kaşı yarılmıştır. Esved bin Muttalib ise birgün bir sakız ağacının gölgesine çekilmişti. Derken "Defedin şunları üzerimden, haydi defedin!" diye feryad etmiş... Adamları: "Neyi defedelim? Biz hiçbir şey görmüyoruz ki" demişler. Esved: "Vallahi ben helak oldum, işte bu o! Görmüyor musunuz, gözlerime diken sokuluyor!" diye feryada devam etmiş ve sonunda her iki gözü de kör olmuştur. Diğer Esved'e gelince, onun başında yaralar çıkmış ve kısa zamanda ölüp gitmiştir, Hâris'in de midesi bozulmuş, aynen Cebrail'in işaret ettiği gibi, karnından san su akmış, kıvnla kıvrıla can vermiştir. As'a gelince... O, merkebine binerek Taife doğru yola çıkmıştı. Giderken merkebi dikenli bir bitkinin üzerine tökezleyip yıkılmış, As'ın topuğuna büyükçe bir diken batmıştı. Dikenin açtığı yara azmış ve As bu yüzden ölüp gitmiştir."

(Bu rivayetin, gerek İbn-i Abbas'tan gerekse başkasından, diğer sevk yolları da bulunmaktadır. Biz bunları El-Tefsîru'l-Müsned'de belirtmiş bulunuyoruz.) [5]

 

Peygamberimizin Ebu Leheb'in Oğlu Hakkındaki Bedduası

 

Beyhakî ve Ebû Nuaym Ebû Nevfel tarikiyle onun babası Ebû Akreb'den naklederler. O şöyle demiş: Ebû Leheb'in oğlu gelip Peygam­ber (a.s.)'a sövmeğe başladı. Peygamber Efendimiz de ona: "Allah'ım, yarattığın köpeklerden birini ona musallat eyle!" diyerek bedduada bulundu... Ebû Leheb, bezzaz idi. Bâzı kumaşları oğlu, hizmetçileri ve vekilleri ile satılmak üzere Şam'a yollardı. "Oğlumu iyi koruyun, onun hakkında, Muhammed'in bedduasından korkuyorum" diye tenbih ederdi. Onlar da buna çok dikkat ederlerdi. Onu bir duvarın dibine oturtur, etrafına çok miktarda eşkıyalarını yığar, üzerini de örterler idi. Onu bu şekilde korumaya bir müddet devam ettiler. Birgün aralanın biri gelip onu parçaladı. Haberi onun babasına ilettiler. Babası Ebû Leheb dedi ki: "Ben size, onun hakkında Muhammed'in bedduasından korkuyorum, demedim mi?"

Ebû Nuaym ve îbn-i Asakîr Urve tarikiyle Hebbar bin el-Esed'den şöyle naklederler: Ebû Leheb ve oğlu Utbe Şam yolculuğuna hazırlanıp çıktılar. Ben de onlarla beraber çıktım. Utbe Şam hazırlığını yaparken dedi ki: "Gidip Muhammed'e hakaret etmeden, Rabbisi hakkında ona kötü sözler söylemeden yola çıkmıyacağım!" dedi ve gidip: "Yâ Muhammed ben senin: "...Derken yaklaştı, daha da yakın oldu. îki ok atımı hattâ bundan daha da yakın oldu" diyerek vasıfladığm Rabbini inkar ediyorum!" diye haykırdı. Resûlüllah (s.a.v.) de bunun üzerine: "Allah'ım, yarattığın köpeklerden birini ona musallat kıl da, onu parçalasın!" diyerek bedduada bulundu... Utbe babasının yanma geldiği zaman babası ona: "Oğlum, sen Muhammed'e ne dedin, o sana ne dedi" diye sordu. O da durumu haber verdi. Babası bunun üzerine dedi ki: "Ey oğlum, Muhammed'in senin hakkındaki bedduasından korkarım, zarar göreceksin!" Sonra sefere çıktık. Serat denilen yerde konakladık. Burası arslanı bol olan bir yerdir. Burada Ebû Leheb bize dedi ki: "Arkadaşlar, benim sizlerle olan hakkımı ve şu ileri yaşımı biliyorsunuz. Sonra Muhammed oğlum hakkında beddua etmiştir. Burası arslanı bol bir yerdir. Oğlum hakkında çok iyi tedbir almalısınız! Bütün eşyanızı buraya toplayınız, üstüste yığınız, üzerine oğlumu yerleştiriniz, sizler de etrafını sarınız, onu koruyunuz..." Bizler de böyle yaptık. Geceleyin bir arslan geldi, sıradan bizlerin yüzünü koklamaya başladı. Aradığı o idi. Onu orda derhal parçaladı ve gitti. Ebû Leheb feryâd ediyor ve: "Ben size, onun Muhammed'in bedduasına uğrayacağını daha önce söylemedim mi?" diyordu...

(Ebû Nuaym ve Ibn-i tshak'ın diğer tarikten sevkettikleri bir rivayette; Resûlüllah'ın şâiri Hassân'm bu hususta güzel ve ibretle dolu şiirler söylediği, Allah'ı ve Resûlü'nü inkar eden birinin cezasını nasıl bulduğu, arslanın onu nasıl parçaladığı, anlatılmaktadır.)

Yine Ebû Nuaym'in Tâvûs'tan bir rivayeti de şöyledir: Resûlüllar. Efendimiz: "İnmekte olan parlak yıldıza andolsun ki" âyetini okuduğu zaman, Ebû Leheb oğlu Utbe: 'İnmekte olan yıldızın Rabbine ben küfrediyorum!" diye bağırdı. Resûlüllah da kendisine hitabla: "Allah, köpeklerinden bir köpeği sana musallat kılsın!" diye bedduada bulundu. Sonra Utbe arkadaşlariyle birlikte Şam'a gitti. Yakınlarına kadar gelen bir arslanın kükremesi ile Utbe müthiş bir korkuya kapıldı. Arkadaşları kendisine: "Bak, bizlerden hiç korkan var mı? Arslan kükremesi ile sen niçin korkuya kapılıp titriyorsun?" dediler. Utbe dedi ki: "Ben Muhammed benim hakkımda beddua ettiği için korkuyorum. Vallahi yeryüzünde O'nun kadar gerçek Onun kadar duası geçecek olan birisi yoktur!" Sonra akşam yemeği konuldu. Utbe hiç yemedi. Sonra uyumg zamanı geldiğinde Utbe'yi ortaya aldılar, etrafına eşyalarını yığdılar kendileri de Utbe'nin etrafını çember halinde çevreleyip yattılar ve uyudular... Biraz sonra arslan gelip başlarım-yüzlerini koklamaya başladı. Sırasıyla hepsini koklayıp Utbe'ye gelince, onu önce şiddetli hırpaladı. Utbe derhal: "Ben size demedim mi? Muhammed'in bedduas beni mahvedecek" diye feryad etti. îşte Utbe, son nefeslerinde ancak bunları söyleyebildi ve az sonra da, aralanın pençesi altında can verdi."

(Yine Ebû Nuaym'in Ebu'd-Duhâ'dan bir rivayeti daha var... Fakat o da aynı mealdedir.) [6]

 

Peygamberimizin Kureyş Üzerine Kıtlık İle Dua Etmesi

 

Buharı ve Müslim îbn-i Mes'ûd'dan rivayet ediyor. O şöyle diyor: Kureyş'in İslâm'ı red edip Resûlüllah'a karşı isyanda İsrar etmesi üzerine Resûlüllah Efendimiz dua edip buyurdu: "Ey Allah'ım, Yusuf Peygamber'in kıtlık içinde geçen yedi senesi gibi yedi sene kıtlık ile, Kureyş'e karşı bana yardım eyle!" Resûlüllah'm bu duasından sonra kıtlık başladı, her şey kuruyup yok oldu... O derece kıtlık oldu ki, insanlar cife ve hayvan Ölüsü yemeye başladılar... Açlığın şiddetiyle, yerle gök arasını dumanlarla kaplıymış gibi görüyorlardı. Sonra Resûlüllah'a karşı yaptıklarından pişman olup tevbe ettiler. Allah'a yalvarıp şöyle dua ediyorlardı: "Ey Allah'ım, şu azabı bizlerden defeyle! Biz, mü'minler olarak Sana sığmıyoruz, sana inanıyoruz!..."

Cenab-ı Hakk tarafından Peygamberimiz'e denildi ki: "Habîbim, eğer biz onlann üzerindeyken azabımı kaldırmış olsak, onlar yine eski hallerine dönerler." Derken Allah onlar üzerindeki azabını kaldırdı, kıtlık sona erdi. Onlar da eski hâline dönüp Allah'a ortak koşma yoluna devam ettiler. Yüce Allah da Bedir Gününde onlardan intikam aldı. Nitekim şu âyetleriyle de bunu haber verdi: "Habîbim, göğün açık bir duman getireceği günü gözetle. Biz sizden azabı birazcık kaldıracağız ama siz yine inkarınıza döneceksiniz. Fakat asıl o büyük yakalama ile yakaladığımız gün işte o gün biz intikamımızı alırız!" [7]

Beyhakî'nin îbn-i Mes'ûd'dan rivayeti şöyledir: Peygamber Efendimiz, insanların islâm'dan yüz çevirdiklerini görünce: "Allah'ım, Yusufun yedi senesi gibi yedi sene kıtlık cezası ver!" diye dua etti. Büyük bîr kıtlık oldu... İnsanlar hayvan ölüsü, deri ve kemikleri yemeye başladılar. Kureyş'ten bir grup başlarında Ebû Süfyan olduğu halde Peygamber'e geldiler ve dediler ki: "Ey Muhammed, Sen bütün insanlara rahmet olarak gönderildiğini söylüyorsun! Kavmin ise açlık­tan helak oluyor. Azabını kaldırması için Allah'a dua edivermeni istiyoruz." Peygamber (s.a.v.) de dua buyurdular. Bol bol yağışlar oldu ve yedi gün aralıksız devam etti. Bu çok yağmurun da zararlı olabileceğini düşünerek yine Hz. Peygamber'e müracât ettiler. Peygamberimiz de: "Ey Allah'ım, üzerimize değil, etrafımıza, bol yağışlar olsun!" diyerek duada bulundu; Derhal bulutlar açılmaya, yağışlar etrafa dağılmaya başladı. [8]

îbn-i Mes'ud der ki: "Dühan alâmeti gerçekleşmiştir ki bu, açlık idi. Ayrıca Rûm'larla ilgili*haber de tahakkuk etmiş, ilgili âyette "Batşa-i Kübrâ" olarak geçen büyük yakalayış Bedir'de vukua gelmiş, İnşikâk-ı Kamer denilen Ay'ın ikiye ayrılması mucizesi de gerçekleşmiştir."

Buharı ve Müslim'in bu hususta îbn-i Mes'ud'dan bir rivayeti var. Bunda şöyle denilmektedir: "Beş şey var ki bunlar geçmiştir: Lizâm, el-Rûm, Dühân, Batşâ-i Kübrâ ve înşikâk-ı Kamer." Beyhakî: bunu şöyle açıklar; Yâni bunlarla ilgili âyetlerin verdikleri haberler, Peygamberi­mizin sağlığında vukua gelip gerçekleşmiştir. Aynen vukuundan önce haber verildiği şekilde olmuştur." [9]

Nesaî, Hâkim ve Beyhakî îbn-i Abbas'tan rivayet ederler. O demiştir ki: Ebû Süfyan Peygamber'e (s.a.v.) gelerek; "Ey Muhammed, bizler hayvan ölülerinin deri ve tüylerini yiyecek kadar açlığa mâruz kaldık, açlıktan helak olmak üzereyiz... Bizler için dua ediver!" diye ricada bulundu. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyetini indirdi: "Andolsun biz onları-azâb ile yakaladık, fakat yine Rab'lerine boyun eğmediler, (hâlâ O'na ihlasla) yal varmıyorlar." [10]Resûlüllah Efendimiz onlar için dua ediverdi ve onların üzerindeki azâb ve sıkıntı kaldırıldı."

(Beyhakî der ki: Ebû Süfyan'ın kıssası ile ilgili rivayette, bunun Hicret'ten sonra Medine'de olduğuna delalet eden bir cihet bulunmaktadır, ihtimal ki bu durum, biri Mekke'de, diğeri de Medîne'de olmak üzere iki defa vukua gelmiştir.) [11]

 

İslam Kadınlarından Zinnire’nin Gözlerinin Kör Olması Ve Sonra İyileşmesi

 

Bunu, Beyhakî Urve'den rivayet ediyor, O şöyle demiştir: Müslüman oldukları için Allah yolunda işkence görenlerden yedi kişiyi, Ebû Bekir satın alıp azâd etmiştir. Bunlardan biri de kadın müslümanlardan Zinnire idi. Bir ara gözleri hastalanıp kapanmıştı, artık görmüyordu. Kendisi Allah yolunda çok işkence görmüştü. Mahzûm Oğulları ona en ağır işkenceleri yapıyor, o ise asla İslam'dan vazgeçmiyordu... Gözlerinin kapanması üzerine müşrikler: "O, Lât ve Uzzâ adındaki ilahlarımıza ihanet ettiği için, onlar tarafından çarpılmıştır" diye söyleniyorlardı. Bu söylentiyi Zinnıre duyduğu zaman çok üzülmüş ve gayrete gelerek: "inandığım ve kendisine sağındığım Allah'a yemin ederim ki, müşriklerin dediği gibi değildir! Lât ve Uzzâ adındaki putlar, hiç bir şeye kadir değillerdir! inandığım bir ve büyük Allah'ım ise, her şeye kadirdir, dilerse benim gözlerimi de iade eder" diye müşriklere karşılık vermiştir. Yüce Allah da gözlerini ona iade etmiştir." [12]

 

 



[1] Bunların her üçü de Bedir'de katledildiler. Ebu Cehil'i, Afrâ'nın İki oğlu, Ümeyye'yi Bilal katletti. Ukbe ise esir edilip hapsedildi, sonra idam edildi. Böylece, her üçü Allah'ın âcil cezasına çarpılmış oldular ve Resûlullah'm kendileri hakkında söyledikleri de, aynen yerine gelmiş oldu.

[2] - Burada sözü edilen Nasârâ'dan maksat, hırıstiyanlardır. Bunlar Hz. İsa'nın (a.s.) ümmetidir. Fakat sonraları bu gibi şeyleri icâd ederek İsa'nın izinden ayrılmışlar; nasraniyeti bırakıp hırıstiyan olmuşlardır. Peygamberlere ve din adamlarına ait heykel ve resimler yapıp manastır ve kiliselerini bunlarla doldurmuşlardır. Bunların önlerinde rüku edercesine eğilip saygı ve teberrükte bulunmuşlardır. Bu gibi şeyleri, sonradan kilise adamları icad etmiştir. Bunlardan hiç birisiyle, İsa (a.s.) in bir ilgisi yoktur.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/253-256.

[3] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/256.

[4] Hicr suresi, 95

[5] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/256-257.

[6] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/257-259.

[7] Duhan suresi, 10-16

[8] Sahih rivayet ile sabit olanı, bu olayın Medine'de gerçekleşmiş olmasıdır

[9] İbni Mes'ud'un sözünde geçen Uzamdan murad, Furkan suresininvson ayetinde haber verilen azabdır ki, bu ayette mealen şöyle buyurulmuştur: "De ki; duanız olmadıktan sonra Rabbım sizi ne yapsın? Siz ise, haber verdiklerimi yalanladınız, bu yüzden azab yakanıza yapışacaktır."

Ibn Kesir de Tefsirinde der ki: Bu yalanlamanız azaba uğramanıza sebeb olacak, dünyada da, ukbada da helak olmanızı gerektirecek. Kureyş'in Bedir'de uğradığı durum da bu azaba dahildir. Nitekim İbni Mes'ud, Ubeyy bin Ka'b, Muhammed bin Ka'b, Mücahid, Dahhâk, Katade, Süddîve başkası böyle tefsir etmişlerdir.

[10] Mü'minun suresi, 76

[11] Hicretten sonra olan; Ebu Süfyan'ın Kureyş murahhası olarak gelişi ve Hudeybiye andlaşmasını yenilemek, müddetini artırmak içindi..

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/259-260.

[12] Allah yolunda işkenceye maruz bırakılıp da Ebu Bekir tarafından azad edilen bu yedi kişiden biri Zinnire idi. Diğerleri ise şunlardı: Bilal, Amir bin Füheyre, Ümmü Ubeys, Nehdiyye ve onun kızı, Muemmil oğullarının cariyesi... (es-Sîratü'n-Nebevİyye, ibn Hişam,

1/340. Mısır, 1355)

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/261.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol