Kur'an ve Sünnet
   
 
  YİRMİALTINCI BÖLÜM

YİRMİALTINCI BÖLÜM

 

PEYGAMBERİMİZİN, DUALARININ KABUL EDİLMESİYLE İLGİLİ DAHA ÖNCE ZİKREDİLMEMİŞ BAZI MUCİZELER

 

Peygamberimizin, Dualarının Kabul Edilmesiyle İlgili Daha Önce Zikredilmemiş Bazı Mucizeler

 

Peygamber Efendimiz'in, bundan önce zikredilenlerden başka, müteaddid defalar yağmur duaları kabul buyurulmuştur. Şimdi bun­lardan bazılarını daha zikredelim:

İlk önce Buhari ve Müslim'in Enes'ten rivayet ettiklerini zikrede­lim. Enes diyor ki: "Resülüllah (s.a.v.) zamanında halka kıtlık ve ku­raklık isabet etti. Bir gün Efendimiz, Cuma gününde minberde hutbesini okumakta iken bir arabi geldi. Dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, mâl helak oldu, çoluk çocuk aç kaldı. Bizim için dua buyurunuz!" Pey­gamber Efendimiz de bunun üzerine hemen ellerini kaldırıp dua buyur­du. Daha ellerini indirmemişti ki, dağ gibi bulutlar meydana geldi. Sonra kendileri minberden inmeden de yağmur yağmaya başladı. Hatta yağmur damlacıkları O minberde iken O'nun sakalını ıslatmaya başladı. O gün hep yağmur yağdı. Ertesi ve daha ertesi günleri de yağmaya de­vam etti. Hatta ertesi cumaya kadar. Aynı Arabi ertesi Cuma gelip: "Ey Allah'ın Resulü, akan seller binaları götürecek" dedi. Peygamberimiz de yine ellerini kaldırarak: "Allah'ım, yağmurunu üzerimize değil, etrafi-mıza yağdır!" diyerek duada bulundu. Bulutlar çekilmeye başladı. Çok geçmeden Medine semaları pırıl pırıl idi. Buluttan eser kalmamıştı. Fa­kat vadilerden bir ay sel suyu eksik olmadı. Etraftan gelenler de: "Böy­lesine bol yağmur görülmemiştir" diyorlardı."

(Bu hadis'in, Enes'ten çeşitli yollarla rivayetleri bulunmaktadır.)

Ebû Nuaym'ın rivayetine göre, Muavviz bin Afra'nın kızı Rubeyyi' şöyle demiştir: "Biz, Peygamber'in (s.a.v.) yanında idik ve sefer halinde bulunuyorduk. İnsanlar, namaz vaktinin gelmesi sebebiyle abdest al­maya muhtaç oldular. Fakat su bulamadılar. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz dua buyurdular da yağmur yağdı, insanlar da bundan hem kendi ihtiyaçlarını hem de hayvanlarının ihtiyaçlarını karşıladılar."

Yine Ebû Nuaym'ın rivayetine göre, Aişe validemiz de şöyle demiş­tir: "insanlar, su sıkıntısı içinde olduklarını Hz. Peygamber'e haber verdiler. Peygamberimiz de namazgaha çıkarak dua buyurdular. Dua ederken ellerini o kadar kaldırmıştı ki, koltuk altının beyazlığı görünü­yordu. Allah, bir bulut meydana getirdi, gök gürledi, şimşek çaktı, sonra yağmur yağdı. Akan seller Mescidin içinden bile geçiyordu. Bu sırada da sevgili Peygamberimiz'in şöyle buyurdukları işitildi:

"Ben, bütün varlığımla şehadet ederim ki, yüce Allah hiç şüphesiz her şeye kadirdir! Ben de, gerçekten O yüce Allah'ın elçisi bulunmakta­yım."

îbni Mâce, Bey haki, Ka'b bin Mürre el-Behzi'den rivayet ederler, O şöyle anlatıyor: "Peygamber (s.a.v.) Mudar kabilesine bedduada bu­lunmuş, onlar da bir büyük kıtlıkla karşı karşıya kalmışlardı. Bu sırada Ebû Süfyan gelip: "Şu kuraklık ve kıtlıktan helak olan kavim, senin kavmindir. Onlar için dua buyurmaz mısınız?" diyerek ricada bulundu. Peygamber Efendimiz de: "Ey Allah'ım, bol ve bereketli, çok ve yeterli, faydalı ve âfetsiz yağmur ihsan eyle! Bu yağmurunu acilen ver yâ Rabb!" diyerek dua buyurdular. Aradan bir cuma geçmişti, yağmurlar yağmaya başladı. Ebû Süfyan Mudar kabilesine döndüğü zaman, onlar yağmur­ların çokluğundan şikayete başlamıştı bile. Tekrar gelip Hz, Peygam-ber'den yağmurların kesilmesi için, dua talebinde bulundular. Peygamber Efendimiz de: "Allah'ım, üzerimize değil, etrafımıza yağdır!" diyerek dua ettiler. Bulutlar sağa-sola dağılmaya başladı ve yağmur kesildi."[1]

 

Peygamberimizin, Kendi Ev Halkı İçin Duası

 

Buharı ve Müslim, Ebû Hüreyre'den rivayet ederler. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah'ım, Al-i Muhammed'in rızkım, yetecek kadar eyle!"

(Beyhaki bu konuda der ki: Gerçekten de Muhammed'in ev halkı-mn rızkı, yaşamaya yetecek kadar olmuştur ve onlar da buna sabır ve kanâat etmişlerdir." [2]

 

Yine Rızıkla İlgili Bir Bölüm

 

Beyhaki'nin îbni Mes'ûd'dan rivayetine göre, o şöyle demiştir: Bir gün peygamber'in (s.a.v,) misafirleri vardı. Peygamberimiz hanımlarına haber yolladı ve yenilecek bir şey olup olmadığını sordurdu. Hanımları­nın her birinden gelen cevapta ise, yenilecek bir şey olmadığı bildirili­yordu. Bunun üzerine Efendimiz, misafirlerini düşünerek, "Allah'ım, Senin lütuf ve ihsanından istiyorum! Lütfedecek olan ancak sensin!" di-yerek dua etti. Az sonra kendisine birisi gelip, kızartılmış bir koyunu hediye olarak getirdiğini bildirdi. Efendimiz de bunu kabul etti ve: "İşte bu, Allah'ın lutfundandır. Biz de zaten O'nun rahmetini bekliyorduk" buyurdu.

Yine Beyhaki, Vasile bin el-Eska'dan da bu mealde bir hadîs rivayet etmiştir. Bu rivayette ise: "Kızartılmış koyun ile birlikte bir mik­tar da ekmek getirildi. Bundan ehl-i suffa yiyip karınlarını doyurdular. Efendimiz de bunun üzerine: "Biz Allah'a lutfundan istemiştik. O da bize merhamet buyurup ta bu nasibi gönderdi" denilmiştir." [3]

 

Peygamberimizin, Ömer (R.A,) İçin Duası

 

Taberânî'nin el-Evsafında ve Hâkim'in güzel bir senetle îbn Ömer'den rivayetleri var. O şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.), Ömer müslüman olmak istediği zaman, onun kalbi üzerine mübarek eliyle üç defa vurdu. Bu sırada Hz. Peygamber şöyle dua ediyordu: "Allah'ım, Ömer'in kalbinde düşmanlık olarak ne varsa hepsini çıkar! Onun bu duygusunu, îmâna tebdil eyle!" [4]

 

Peygamberimizin, Ali (R.A.) İçin Duası

 

Beykakî, Ebâ Nuaym sahihtir kaydıyle Hâkim'in rivayetine göre, Ali (r.a.) şöyle demiştir: "Ben hasta olmuştum. Hz. Peygamber ziyaretime geldi. Bu sırada ben: "Ey Allah'ım, eğer ecelim gelmişse, bana merhamet eyle! Eğer gelmemişse, bana şifâ ve sabır ihsan eyle!" diyerek dua ediyordum. Peygamberimiz ise: "Allah'ım ona şifa ver, Allah'ım ona afiyet ihsan eyle!" diyerek dua buyurdu. Sonra bana hitaben: "Haydi kalk bakayım!" dedi. Ben de kalktım ve o acıyı şimdiye kadar bir daha duymadım."

Sahihtir kaydiyle Hâkim, Câbir'den rivayet edip o şöyle anlatıyor: "Ben, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte bir kadının ziyaretine gitmiştim. Kadın bir kuzu kızarttırıp takdim etti. Bu sırada Peygamberimiz: "Şimdi cennetliklerden biri gelecek" dedi. Ebubekir geldi. Sonra: "Cen­netlik biri gelecek" dedi, Ömer geldi. Sonra yine: "Şimdi cennetlik biri gelecek" dedi ve: "Allah'ım eğer sen dilersen, bu geleni Ali eylersin!" buyurdu. Az sonra da Ali içeri girdi..."[5]

 

Peygamberimizin Sa'd Bin Ebu Vakkas Hakkındaki Duası

 

Beyhakı'nin Kays bin Ebâ Hâzim'den naklettiğine göre, Peygamber (s.a.v.) Sa'd bin Ebû Vakkâs hakkındaki bir duasında: "Allah'ım, Sa'd Sana dua ettiği zaman, onun duasını kabul buyur!" demiştir."

 (Bu rivayet, mürsel ve hasendir... Suyûtî)

Tirmizl ve sahihtir kaydiyle Hâkim, Kays bin Sa'd tarikiyle babası Sa'd'dan şöyle nakleder: Peygamber (s.a.v.) benim hakkımdaki bir dua­sında buyurdu ki: "Ey Allah'ım, Sa'd kulun sana dua ettiği zaman onun duasını kabul buyur!" (Bu sebeble Sa'd, ne zaman bir dua etse, duası kabul edilirdi.)

îbni Asâkîr, Kays bin Ebû Hâzim tarikiyle Ebâ Bekir el-Sıddîk'm şöyle dediğini nakleder: "Bir gün ben, Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyur­duğunu işittim:

"Ey Allah'ım, kulun Sa'd'ın, attığı zaman okunu hedefine denk ge­tir, dua ettiği zaman duasını kabul buyur, kendisini sev ve sevdir!" [6]

Buharı, Müslim ve Beyhakî Abdiil-Melik bin Umeyr tarikiyle Câbir bin Semüra'dan rivayet ederler. O şöyle anlatmıştır: "Sa'd Kûfe'de vazifeli iken bazı kimseler kendisini halîfe Ömer'e şikayet ettiler. Bunun üzerine Ömer durumu teftiş edecek me'mûr gönderdi... Görevli me'mûr Kûfe'ye gelip teftişe başladı. Yanma Sa'd'ı alarak Kûfe'deki mescidlerin cemâatini teker teker dolaştı... Her bir cemâate Sa'd hakkında ne diye­ceklerini sordu. Hiçbir kimse hayır ve iyilikten başka bir şey söylemi­yordu. Bu şekilde teftiş bitmek üzereydi ki, bir mahalle mescidine daha uğradılar. Müfettiş burada da aynen sordu. Herkes Sa'd için yine hayır­dan başka bir şey söylemedi. Ancak içlerinden Ebû Sûde adındaki adam: "Madem Allah adına yemin vererek ifâdemi istediniz. Ben de derim ki: "Sa'd; malı müsavat üzere dağıtmaz, doğruluğu gözetmez; bilfiil savaşa katılmaz, hüküm verirken de adaletten ayrılır" diye konuştu... Sa'd bin Ebû Vakkâs da kendisini tutamayarak bu adamın aleyhine beddua etti ve: "Allah'ım, bu adam eğer yalan söylüyorsa, ona uzun Ömür vererek Ömrünün sonunda kendisini süründür! Fakirlik ve sıkıntı içinde yaşat, fitneye mâruz eyle!" dedi."

îbni Umeyr der ki: Ben, Ebû Sûde'nin ihtiyarlık zamanım gördüm, ihtiyarlıktan kaşları gözlerinin üzerine dökülmüştü... Son derece fakr ü zaruret içinde olduğu belli idi. Yoldan geçerken kız çocuklarına takılır, onlara göz atar dururdu. Kendisine, "hâlin nasıl?" diyenlere de: "işte görüyorsunuz, son derece ihtiyarlamış bir adamım ve fitneye tutulmuş bir vaziyetteyim. Aslını sorarsanız ben, Sa'd bin Ebû Vakkâs'm beddua­sına uğramış bir kişiyim" diye cavap veriyordu."

Îbni Asâkir Mus'ab bin Sa'd tarikiyle şöyle rivayette bulunur: "Bir gün Sa'd, Kûfe'lilere hitâb ederken: "Söyleyiniz, emîriniz olarak beni nasıl buluyorsunuz?" diye sordu. Cemâatin içinden biri kalktı ve: "Sen, benim bildiğime göre ve ben yanlış söylemiyorsam; idarende adaleti gö­zetmezsin, malı taksim edeken müsavatta bulunmazsın, bilfiil savaşa da katılmazsın! işte böyle bir adamsın!" dedi. Sa'd da şu mukabelede bu­lundu: "Allah'ım, bu adam eğer yalan söylüyorsa, gözleri âmâ olsun, te­zinden kendisine fakirlik ver de sürünsün, ömrünü uzun et ki çeksin, fitneye mâruz kalsın!"

İşte bu aüamcağız, bu şekilde Sa'd'm bedduasını aldı, Ömrü uzun oldu, gözleri kapandı. Fakirlikten dilenmeye başladı... Muhtârü's-Sakafî denilen adamın çıkardığı fitne zamanına kadar yaşadı. O yalan­cının fitnesi sırasında öldürüldü."

Taberânî, Ebû Nuaym ve İbni Asâkîr Kubeysa bin Câber'den rivayet ederler: "Bir gün müslümanlardan biri, Sa'd bin Ebû Vakkâs'ı hicvetti. (İyice yerdi ve bazı ayıplar sayıp döktü.) Bunun üzerine Sa'd da şöyle dedi: "Allah'ım, bu adamın dilini ve elini benden yana tut! Bunu sana havale ediyorum." Sonra bu adam, girdiği savaşta, elini de, dilini de kaybetti. Ölünceye kadar da hiç konuşmadı."

İbni Ebud-Dünyâ ve îbni Asâkîr Abdurrahmân bin Avfın âzadlısı Meynâ'dan şöyle rivayet ederler: Kadının biri, ikide bir ve ansızın çıka-gelip Sa'd'ı rahatsız ederdi. Sa'd da kendisini kovardı. Fakat o buna al­dırmaz yine gelirdi. Bir gün yine ansızın Sa'd'ın üzerine çıkagelmiş ve onu rahatsız etmek istemişti. Artık iyice canı sıkılan Sa'd bu kadına beddua etmiş ve: "Yüzün eğrilip tersine dönsün, emi!" diye bağırmıştı. Kadının az sonra yüzü tersine donuverdi." [7]

Hâkim'in Sa'd'm oğlu Kays'tan rivayeti de şöyledir: Bir gün adamın biri, Ali'ye (r.a.) kalabalığın içinde sövüp küfretti. Orada babam Sa'd da vardı. Bu küfürbaz adama beddua edip: "Ey Allah'ım, şu adam, Senin evliya kullarından birine alenen sövmektedir! Şu topluluk dağılmadan kudretinin ve adaletinin tecellîsini onlara göstermelisin! Ben, sana yal­varıp böyle olmasını istiyorum" dedi. Allah'a yemîn ederim ki, daha biz oradan ayrılmadan o adam, bindiği hayvanın ayakları yere batması neticesinde başı aşağı hayvanın üzerinden oradaki taşların üzerine düştü. Beyni parça parça olarak oracıkta Öldü. [8]

Yine Hâkim, Sa'd'm diğer oğlu Mus'ab'tan şöyle rivayette bulunur; Bir gün adamın biri, babama karşı haksızlık ederek, onun kendisi hak­kında bedduada bulunmasına sebep olmuştu. Babamın bedduası üzeri­ne, adamın devesi gelerek kendisinin üzerine çöküp boğuverdi. Adam, bu suretle ölmüştü. Babam bu durumdan çok müteessir olup bir daha hiçbir kimse için beddua etmiyeceğine dâir yemin etti."

(Yine Hâkim'in Saîd bin Müseyyeb'ten rivayetine göre, bir gün Mervân bin Hakem devlete âit mallar üzerine konuşuyormuş. Bu sırada demiş ki: "Bu mal bize aittir, kime vermek istersek veririz!" Sa'd bunun üzerine kızmış ve: "Dua etmemi ister misiniz?" demiş. Mervân derhal yerinden ayrılarak Sa'd'm yanına gelmiş ve onun boynuna sarılarak: "Vallahi kardeşim bu mâl, Allah'a aittir! Sakın aleyhimize dua etme!" diyerek yalvarmıştır."

Beyhakî ve îbni Asâkîr Abdurrahmân bin Lübeybe'nin oğlu Yahya'dan, o da babasından şöyle nakleder; "Bir gün Sa'd bin Ebû Vak-kas şöyle dua etti: "Ey Allah'ım, Sana malûmdur ki benim küçük yaşta çocuklarım vardır. Bunlar baliğ olup yetişinceye kadar bana ömür ver!" O, böyle dua ettikten sonra, tam yirmi sene daha yaşadı."

Taberânî Amir bin Sa'd'dan rivayet eder. O şöyle anlatır: "Sa'd, bir gün yola giderken birinin Ali'ye sövmekte olduğunu gördü. Adam, aynı zamanda Talha ve Zübeyr'e de sövmekte idi. Sa'd, o adama yaklaştı ve dedi ki: "Öyle kişilere sövüyorsun ki, onlar Allah rızâsı için pek büyük işler yapmışlar ve O'nun indinde yüksek dereceler kazanmışlardır. Şimdi sen, yâ böyle zâtlara sövmekten vazgeçersin, yâ da ben senin içir-. beddua ederim!" Adam bunun üzerine Sa'd'a şu karşılığı verdi: "Sanki sen bir peygambermişsin gibi insana korku vermek istiyorsun! Ben senden korkmam!" Bunun üzerine Sa'd, hemen ellerini kaldırıp Allah'a sığındı ve şu şekilde duada bulundu: "Ey Allah'ım, eğer bu kişi hakîkaten Senin indinde benim dediğim gibi olan kimselere sövmekti ise, bu kulunu başkalarına ibret olacak şekilde cezalandır!"

Sa'd'm bu şekilde dua etmesinden hemen sonra, ileriden bir azgın devenin gelmekte olduğu görüldü. Bu deve halkın arasından geçerek o adamın yanına kadar geldi ve o adamı boğarak öldürdü. İşte bu sırada, deve geçerken açılıp da ona yol veren ve neticeyi gözleriyle gören halk,

bedduasını yaptıktan sonra yoluna devam etmekte olan Sa'd'm arka­sından koşmaya ve ona: "Ey Sa'd, görmek istemez misiniz, Allah duanı kabul etti!" diye seslenmeye başladılar. Sa'd da bunu, onlaıdan duymuş oldu."

(İşte bu olaydan sonra olacak ki, Sa'd, bir daha kimse hakkında kötü dua etmeyeceğine dair yemîn etmişti.) [9]

 

Peygamberimizin, Malik Bin Rabia İçin Duası

 

Îbni Mende ve Îbni Asâkîr Yezîd bin Ebu Meryem tarlkıyla onun babası Mâlik bin Rabia'dan rivayet eder. O şöyle der: "Peygamber (s.a.v.), benim hakkımda hayır duada bulunup: "Ey Allah'ım, bunun so­yunu mübarek kıl!" buyurmuştu... Bunun bereketiyle benim de tam seksen erkek evlâdım oldu." [10]

 

Peygamberimizin, Abdullah Bin Utbe İçin Duası

 

Beyhakî, Abdullah bin Utbe'nin (ümmü veledi olan) âzadlısından nakleder. O şöyle der: "Ben, efendim Abdullah'a, Peygamber Efendi-miz'den neyi hatırlıyorsun?" diye sordum. O da şunu anlattı: "Ben, beş veya altı yaşlarında çocuktum. Peygamber Efendimiz beni kucağına o-turttu, benim ve çocuğum hakkında bereket duasında bulundu..." Onun azatlısı der ki: Ben bu bereketin farkında idim, zira yaşımız ilerlediği halde, ihtiyarlamıyorduk..."[11]

 

Peygamberimizin, Nabiğa İçin Duası

 

Beyhakî ve Ebû Nuaym, Nâbiğa bin Câde'den rivayet ederler: "Ben Rasûlüllah Efendimiz'in huzurunda şiir okumuştum, o da onun hoşuna gitmişti ve benim için hayır dua buyurup: "Allah sana, dişlerini gümüş­letmeyi göstermesin! Tam bir ağız ve diş sağlığı versin!" dedi. O'nun bu duası bereketiyledir ki, bugün yaşım yüz küsura ulaştığı halde, bir tek dişim eksik değildir."

(Îbni Üsâme'nin diğer tarîktan olan rivayetinde ise: "Her ne zaman bir dişi düşse, mutlaka yerine biri daha çıkardı" denilmiştir.)

îbni Seken'in rivayeti ise şöyledir: "...Nâbiğa bin Câde'nin dişlerini gördüm, kardan daha beyazdı! Şüphesiz bu da, Peygamberin (s.a.v.) duası bereketiyle idi."[12]

 

Peygamberimizin, Sabit Bin Yezid İçin Duası

 

îbni Mende, Taberanî ve el-Bârûdî îbni Aiz'den şöyle rivayet eder­ler: "Sabit bin Yezîd, Resûlüliah'a hitaben dedi kî: "Ey Allah'ın resulü, benim ayağım sakattır, yere basamıyorum. Bana dua buyurmaz mısı­nız?" Resûlüllah da onun için dua buyurdular. Ayağı iyileşti, tıpkı öbür ayağı gibi yere basıyordu." [13]

 

Peygamberimizin Amr Bin Hamık İçin Duası

 

îbni Ebü Şeybe, Ebû Nuaym ve îbni Asakir, Amr bin Hamık'tan şöyle rivayet ederler: "Ben, bir gün peygamber'e (s.a.v.) süt içirdim. O da bana: "Allah'ım bu kulunu gençliği ile faydalandır" diyerek dua etti. işte şimdi seksen yaşındayım, gördüğünüz gibi saçımın bir tanesi bile ağar­mış değildir." [14]

 

Peygamberimizin Sebra'nın Babası İçin Duası

 

Taberâni'nin Sebra'dan rivayetine göre, onun babası Peygamberi-miz'e gittiğinde, Peygamber Efendimiz onun evladının bereketi ve şerefi için dua buyurmuş, onlar da berekete ve şerefe nail olmuşlardır." [15]

 

Peygamberimizin Damura Bin Salebe İçin Duası

 

Taberâni Damura bin Sâlebe'den rivayet eder. O Peygamber'e (s.a.v.) gelip, "Ey Allah'ın elçisi, dua buyurunuz da bana şehidlik nasib olsun!" diyerek ricada bulundu. Peygamber Efendimiz ise, onun bu ricası üzerine şu şekilde dua ettiler: "Ey Allah'ım, Damura bin Sâlebe'nin ka­nını müşriklere haram kıl!" Damura, uzun zaman ömür sürdü, bunca savaşlara katılıp kahramanca savaştı, safları yarıp ilerledi, sonra geri geldi. Fakat şehidlik nasib olmadı. (Yâni Efendimiz'in duası veçhile, kanı müşriklere haram oldu.) [16]

 

Peygamberimizden İzin İsteyen Bir Genç

 

Ahmed ve Beyhaki Ebû Ümâme'den naklederler. Şöyle ki: Birgün gencin biri, Hz. Peygamber1 e gelip: "Yâ Resûlallah, zina etmem için bana izin ver!" dedi. Oradakiler onun üzerine yürüyerek şiddetle azarladılar. "Sus, sus!" diye bağırdılar. Peygamberimiz: "Onu benim yanıma yaklaş­tırınız!" buyurdu ve yaklaştırdılar. Peygamberimiz: "Otur" dedi, o da o-turdu. Ona dedi ki: "Böyle bir şeyin anana yapılmasını ister misin?" Genç: "Hayır" dedi. Peygamberimiz de: "Diğer insanlar da anaları için böyle bir şeyi istemezler" dedi ve tekrar sordu: "Peki, böyle bir şeyin kı­zma yapılmasını ister misin?" buyurdu. Genç: "Hayır ey Allah'ın Resulü, istemem!" dedi. Peygamberimiz: "Diğer insanlar da kızları için böyle bir şeyi istemezler" buyurdu ve tekrar sordu: "Peki böyle bir şeyin kızkar-deşine yapılmasını ister misin?" Genç: "Hayır yâ Resûlallah" dedi. Pey­gamberimiz: "Başkaları da kızkardeşleri için böyle bir şeyin yapılmasını istemezler" buyurdu ve tekrar sordu: "Peki, böyle bir şeyin halana ya­pılmasını ister misin?" Genç: "Hayır ey Allah'ın Resulü, anam babam sana feda olsun!" dedi. Peygamberimiz: "Başkaları da halalarına böyle bir şeyin yapılmasını istemezler" buyurdu ve yine sordu: "Peki, böyle bir şeyin teyzene yapılmasını ister misin?" Genç de: "Hayır ya Resûlallah, istemem! Vallahi istemem! Allah beni senin yolunda feda kılsın, iste­mem!" cevabını verdi. Peygamberimiz de: "Diğer insanlar da teyzeleri için böyle bir şeyin yapılmasını istemezler!" buyurdu. Sonra mübarek e-lini gencin üzerine koydu ve: "Allah'ım, bu kulunun günahlarını affet! Bu kulunun namusunu koru!" diyerek onun hakkında dua etti. Bundan sonra da o genç, herhangi bir kötülüğün semtine uğramadı." [17]

 

Peygamberimizin Übeyy bin Ka’b İçin Duası

 

Beyhaki Süleyman bin Sard'dan nakleder. O şöyle demiştir: "Bir gün Übeyy bin Ka'b, Kur'an okuyuşları birbirine uymayan iki adamı yanma alarak Hz. Peygamber'in huzuruna getirdi. Aralarında ihtilafa düşen bu iki adamdan her biri, kendi Kur'an okuyuşlarını aynen Hz. Peygamber'den işittiklerini iddia ediyorlardı. Peygamberimiz bunların her ikisine de Kur'an okuttu. Sonra her ikisi için de: "Güzel okudun!" buyurdu.                                                                      

Übeyye der ki: "Bunun üzerine kalbime öylesine şüphe girdi ki, ben cahiliye zamanında bile bu derece şüpheye tutulmamıştım. Peygamber Efendimiz, derhal mübarek elini göğsüme koyarak hakkımda şu şekilde dua buyurdular: "Allah'ım, Übeyy'in kalbine musallat olan şeytanı, onun kalbinden gider! Onu, şek ve şüpheden kurtar!" Ben, Resülüllah'm bu duasından sonra öyle bir hale geldim ki, sanki gözlerimle Allah'a bakı­yormuş gibiydim. Korku ve hayamdan terler içinde kaldım. Kalbimde de şek ve şüpheden eser kalmadı." [18]

 

Peygamberimizin İbni Abbas İçin Duası

 

Buharı ve Müslim'in rivayetlerine göre İbni Abbas şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.) benim için dua buyurup: "Allah'ım, onu dinde fakih eyle!" dedi."

Bunu aynen Hâkim, Beyhaki ve Ebâ Nuaym da diğer bir tarikten rivayet etmişlerdir. Ancak bunların rivayetinde bir fazlalıkla şöyle de­nilmiştir: "Resülüllah benim için dua buyurup: "Allah'ım, onu dinde fa­kih eyle ve kendisine te'vili tâlim buyur!" demiştir.

Ahmed ve Ebû Nuaym İbni Abbas'dan şöyle naklederler: "Bir gün Peygamber Efendimiz benim başımı mübarek eliyle okşadı ve hakkımda şu duayı yaptı: "Allah'ım, ona hikmetini tâlim buyur!" İşte Sevgili Pey-gamberimiz'in bu duası sayesindedir ki, bu sahada (Kur'an tefsiri saha­sında) söz sahibi bulunmaktayım."

(Ebû Nuaym'ın tek başına İbni Abbas'dan olan rivayeti ise aynen şöyledir: Peygamber (s.a.v.) benim için dua buyurup: "Allah'ım, bu ku­luna hikmet ver, kendisine Kur'an tevilini (tefsirini) tâlim buyur" dedi.)

Hâkim'in tek başına İbni Abbas'tan olan rivayetinde de şöyle de­nilmiştir: Peygamber Efendimiz benim hakkımda dua buyurup: "Ey Al­lah'ım, bu kuluna Kur'an'ın tevilini öğret!" dedi."

(İbni Adiyy de İbni Ömer'den bir rivayette bulunur. Buna göre İbni Ömer şöyle demiştir: Bir gün Peygamber (s.a.v.) Abdullah İbni Abbas için dua etti ve: "Allah'ım, ilmi ona mübarek kıl ve kendisinden neşr eyle" buyurdu." [19]

 

Peygamberimizin, Enes Bin Malik İçin Duası

 

Buhari ve Müslim, Enes'ten rivayet ederler. O şöyle demiştir: Pey­gamber (s.a.v.) benim için dua buyurup: "Ey Allah'ım, bu kulunun malını ve evladını çoğalt! Kendisine verdiğin rızkı, bol ve bereketli eyle!" dedi.

"îşte, Resülüllah'm bu duası b er eke tiyledir ki, şimdi benim evlad ve torunlarımın sayısı yüzü aşmış durumdadır."

Beyhaki'nin rivayetine göre, Peygamberimiz Enes hakkındaki du­asında şöyle demiştir: "Allah'ım, Enes'in Ömrünü uzun, malını bereketli eyle! Günahlarım da affeyle!"

Tirmizi, Beyhaki Ebû'I-Aliye'den şöyle nakleder: "Enes'in bir bah­çesi vardı. O kadar bereketli idi ki, her sene bu bahçeden iki defa mahsûl alırdı. Burada bazı çiçekler de yetiştirmişti ki, bunlardan reyhan kokusu gelirdi."

(Beyhaki'ye göre Enes, tam doksan dokuz sene yaşamıştır. Vefatı ise, hicri doksan bir yılındadır.)

İbni Sa'd'ın da Enes'den bir rivayeti var. Buna göre Enes, şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.) benim hakkımda dua buyurup: "Allah'ım, bu kulunun malını ve evladını çok, Ömrünü uzun eyle! Günahını da ba­ğışla!" İşte O'nun bu duasının bereketiyledir ki, yüzden fazla çocuklarım oldu. Bostanım ise, senede iki defa mahsûl vermektedir. Ömrümün u-zunluğu ise sizce de malum. O kadar yaşadım ki, neredeyse yaşamaktan usanç geldi. Tabii O'nun dua ettiği benim hakkımdaki dördüncü husu­sun da aynen kabul edilmiş olduğunu ümit etmekteyim.

(Enes, bu dördüncü ile, günahının Allah tarafından bağışlanmış olmasını kastedmektedir.)[20]

 

Peygamberimizin Ebu Hüreyre Ve Anası İçin Duası

 

Müslim Ebû Hüreyre'den şu haberi nakletmiştir: "Yeryüzünde mevcud bütün mümimler, kadın olsun erkek olsun hepsi beni severler." Kendisine dediler ki: "Ey Ebû Hüreyre, bunun böyle olduğunu nereden

biliyorsun?" O şu cevabı verdi: "Ben, anamı İslama davet ediyorum. O da kabul etmiyordu. Bir gün dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, dua et de Allah anama hidayet versin!" Peygamberimiz de dua etti. Sonra ben eve git­tim, gördüm ki anam gayet açık bir şekilde kelime-i şehâdeti okumakta. Hemen sevinçle Resulüllah'a döndüm. Bu sırada sevincimden kendimi tutamayarak ağlıyordum. Nitekim daha önceleri de üzüntümden ağlı­yordum. Resûlüllah'a vardığımda dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, Allah senin anam hakkındaki duam kabul buyurmuştur! Artık o, müslüman olmuştur. Şimdi sizden bir ricam daha var. Yine dua ediniz de, Allah hem anamı, hem de beni bütün mü'min kullarına sevdirsin. Ben ve anam da, keza Allah'ın bütün mü'min kullarını sevmiş olalım." Benim bu ri­cam üzerine Resülüllah Efendimiz: "Ey Allah'ım, şu kulunu ve bunun anasını bütün mü'minlere sevdir, kendileri de bütün mü'minleri sevsin­ler!" diyerek duada bulundu. "îşte kardeşim ben, Resülüllah'ın bu dua­sına da mazhar olmuş bir kul olarak; hem yeryüzündeki bütün mü'minleri severim, hem de bütün mü'minler tarafından sevilirim."

Hâkim Muhammed bin Kay s bin Mahreme'den şöyle nakleder: A-damm biri, Zeyd bin Sâbit'e gelerek bir mes'ele sordu. Zeyd ise bu ada­ma: "Haydi Ebû Hüreyre'ye gidip müşkilini ona hallettir. Çünkü o buna daha layıktır. Bak sana bunun sebebini de anlatayım: Bir gün ben, o ve diğer bir arkadaşımız Mescid-i Nebevi'de oturmuş dua ediyorduk. Tam bu sırada Peygamber (s.a.v.) çıkageldiler. Ben ve arkadaşım, duamıza devam ettik. Peygamber Efendimiz de bizim duamıza âmin dediler. Az sonra da aramızda bulunan Ebû Hüreyre dua etti. Duasında dedi ki: "Ey Allah'ım, şu iki arkadaşımın senden istediklerini ben de senden istiyo­rum. Ayrıca yâ Rabbi, ben bir aciz kulun olarak senden, hiç unutmaya­cağım bir ilim istiyorum." Ebû Hüreyre bu şekilde dua ederken, Resülüllah Efendimiz de yine "amin" diyordu. Hiç şüphen olmasın ki Ebû Hüreyre, ilmi benden daha iyi hıfzetmiştir. işte bunun için sana: "Ebû Hüreyre'ye gidip müşkilini ona hallettir" dedim. Biz de o sırada: "Ey Allah'ın Resulü, biz de Allah'tan hiç unutmayacağımız bir ilim isti­yoruz" dedik. Fakat Resülüllah Efendimiz bizim bu isteğimiz karşısında: "Güzel amma, Ebû Hüreyre bu hususta sizi geçmiş bulunuyor" buyurdu. [21]

 

Peygamberimizin, Saib İçin Olan Duası

 

Buharı, Ca'd bin Abdurahman'dan rivayet eder. O şöyle der: Saib bin Yezid, vefat ettiği zaman, doksan dört yaşında idi ve son derece sıh­hatli ve kuvvetliydi. O sağlığında şöyle demişti: "Ben Resülüllah Efen­dimizin benim hakkımda dua edip: "Allah'ım, bu kulunu, gören gözü, işiten kulağı ile faydalandır!" buyurduğunu unutmuş değilim."[22]

 

Peygamberimizin, Abdurahman Bin Avf İçin Duası

 

Buhari ve Müslim Enes'ten şöyle rivayet ederler: Peygamber (s.a.v.) Abdurahman bin Avf için dua edip: "Ey Abdurahman, Allah senin için bereketler ihsan eylesin!" buyurdu.

(Bunu bu şekilde îbni Sa'd ve Beyhaki diğer bir tarikten rivayet eder. Ancak bunların rivayetinde şu fazlalık da vardır: "Abdurahman da, Resülüllah'ın kendisi hakkındaki duası ile ilgili olarak derdi ki: "O'nun benim hakkımdaki duası sebebiyledir ki, bir taşı kaldırsam, sanki al­tında bir hazine var da ona rastlamış oluyorum." [23]

 

Peygamberimizin, Urve Elbariki İçin Duası

 

Beyhaki ve Ebû Nuaym Urve el-Bariki'den rivayet ederler. "Pey­gamber (s.a.v.) onun alım-satımının bereketli olması için dua etmiştir. O da ne zaman bir alış-verişte bulunsa, muhakkak bir berekete nail o-lurdu. Sanki toprak alıp-satsa, yine kazanç elde ederdi."

Ebû Nuaym, Urve el-Bariki'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Pey­gamber (s.a.v.) benim hayırlaştığım her şeyin hayırlı ve bereketli olması için dua buyurdular. Ben de hayırlaşıp neyi satın alsam, muhakkak on­dan kârlı çıkıyorum."

Yine Ebû Nuaym, başka bir tarikle Urve'den şöyle rivayet eder: "Bir gün Peygamber Efendimiz, benim için dua buyurup: "Ey Urve, Allah sana, ahş-verişinde: "Hayınnı gör!" dediğin şeyde, bol kazanç ve bereket versin!" dedi. tşte O'nun bu duası sebebiyledir ki, pazar yerinin kenarına varıyorum, evime kırk biu kazanmış olarak dönüyorum."[24]

 

Peygamberimizin, Abdullah Bin Cafer İçin Duası

 

îbn Ebu Şeybe, Ebu Yâlâ ve güzel bir senedle Beyhakî, Amr bin Hureys'ten rivayet ederler. O şöyle demiştir: Abdullah bin Cafer, bir gün çocukların oynadığı bir şey satıyordu. Oradan geçmekte olan Peygamber (s.a.v.), onun hakkında dua buyurup: "Allah, ticaretinde sana bereket ihsan eylesin" dedi.[25]

 

Peygamberimizin, Ümmü Selim'in Hamile Kalması İçin Duası

 

Buhari ve Müslim, îshak bin Abdullah tarikiyle Enes'ten şöyle ri­vayet ederler: Ebû Talha'mn oğlan çocuğu hasta idi. Bir gün Ebû Talha evde yokken çocuk vefat etti. Çocuğun öldüğünü gören anası, onu evin bir kenarına koyup üzerini örttü ve Ebû Talha'yı beklemeye başladı. Ebû Talha eve geldiği zaman ilk işi, çocuğun nasıl olduğunu sormak oldu. Hanımı: "İstirahat etmekte olduğunu ümit ediyorum" diyerek karşılık verdi. Ebû Talha ise hanımının bu sözünden, çocuğun hastalığından i-yileştiğini zannetti. Geceleyin yattılar. Sabahleyin, gusül abdestini al­mış olarak evinden ayrılmak üzere bulunan Ebu Talha'ya hanımı, açık bir şekilde durumu haber verdi. Ebû Talha da doğruca Mescid'e giderek Peygamberimizle beraber namazını kıldı. Namazdan sonra akşam e-vinde olup bitenleri Hz. Peygamber'e anlattı. Peygamberimiz de kendi­sine: "Ne biliyorsun, belki bu gecenizi Allah sizin için mübarek kılmıştır" buyurdu.

Süfyan Bin Uyeyne der ki: Ben, Ensardan birinden işittim, bundan sonra Ebû Talha'nm dokuz evladı daha olmuş ve hepsi de Kur'an kıraa­tinde mahir imiş. (Yâni oğlu Abdullah'tan bu kadar torunları olmuş­tur.)

Beyhaki'nin Sabit tarikiyle Enes'ten olan rivayeti ise şöyledir: "Ümmü Selim'in Ebû Talha1 dan bir oğlu olmuştur. Çocuk hastalanıp babası evde yokken vefat etmişti. Ebû Talha evine geldiğinde çocuğun durumunu sormuş. Hanımı: "Rahattır" demiş. Kocasına akşam yemeğini yedirdikten sonra şöyle demiş: "Adamın biri sana bir emanet verse, sonra bu emanetini geri istese, sen bunu nasıl karşılarsın?" Ebû Talha: İyi karşılar ve adamın emanetini veririm!" demiş. Ümmü Selim, bunun üzerine: "işte Allah sana oğlunu emanet verdi, şimdi de vakti geldiği için senden geri aldı" demiş. Duruma sinirlenen Ebû Talha, doğruca Hz. Peygamber'e gidip, Ümmü Selim'in dediğini haber vermiş. Peygamberi­miz de: "Allah, gecenizi hakkınızda mübarek kılsın!" diyerek dua bu­yurmuştur. Ebû Talha, o gece hanımı ile yatmıştı. Ümmü Selim de o gece hamile kalmıştır. Sonra Abdullah adını verdikleri bir çocukları dünyaya geldi. Abdullah büyüdü, zamanın en hayırlı insanlarından biri olarak yetişti ve kabul edildi.

(tbni Sa'd'ın dediğine göre, Ensar içinde ondan daha iyi yetişen bi­rinin olmadığını söylerlermiş.)

Beyhaki'nin nakline göre, Abdullah dünyaya geldiği zaman, onu Hz. Peygamber'e getirmişler, Peygamberimiz de ağzında çiğnediği hur­mayı çocuğun ağzına koymuş ve ona Abdullah adını vermiştir. Alnını da okşayarak ebeveynine teslim etmiş. Bu yüzden Abdullah'ın alnı nûr gibi parlarmış.[26]

 

Peygamberimizin, Abdullah Bin Hişam İçin Duası

 

Buhari, Ebû Akil'den rivayet ediyor. O şöyle anlatmıştır: "Ben, dedem Abdullah bin Hişânı ile birlikte çarşıya çıkardım. Abdullah bin Zübeyr ile Abdullah bin Ömer'e rastladığımızda, onlar dedeme derlerdi ki: "Haydi yapacağın ahş-verişe bizi de ortak yap! Biz biliyoruz ki, Pey­gamber Efendimiz senin hakkında bereket duasında bulunmuştu." De­dem de onların bu ricasını kabul eder, alım-satımını yapardı. Neticede bir deve yükü hissesine yiyecek düşerdi ve bu bereketli kazancını evine gönderirdi.[27]

 

Peygamberimizin, Hakim Bin Hizam İçin Duası

 

îbni Sa'd Ebû Husayn tarikiyle Medine halkından yaşlı bir zâttan şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (s.a.v.), Hakîm bin Hızâm'ı, kendisi için kurbanlık almak üzere çarşıya yolladı. Yollarken de ona bir dînâr verdi. Hakîm, çarşıya gitti bir dinara bir kurbanlık aldı. Az ilerde bunu iki dinara sattı. Derken bir kurbanlık daha beğendi, bunu da bir dinara satın aldı. Dönüşünde Hz. Peygamber'e, hem kurbanlığını, hem de ka­zandığı bir dinarı teslim etti. Hz. Peygamber de kendisine, ticâretinin bereketli olması hakkında duada bulundu."

Hakîm dermiş ki: "Ben, gerçekten ticârette çok kazançlı biri idim. Alıp sattığım hiç bir şeyde, kazançlı çıkmadığımı hiç hatırlamıyorum." [28]

 

Peygamberimizin Kureyş İçin Duası

 

Târih'indeBuharı, îbniEbû Üsâme, Ebû Yâlâ veEbû Nuaym, îbni Abbas'tan rivayet ederler: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah'ım, Kureyş'in evveline azâb tattırdığın gibi, âhirine de nimetini tattır!"

Tayâlisi ile Ebû Nuaym'in bir rivayetine göre (ki onlar bunu îbni Mes'ûd'dan naklederler.) Hz. Peygamberin bu husustaki duaları şöyle olmuştur: "Allah'ım, Kureyş'in evvelinde azâb ve vebal tattırdın. Ahirine de nimetini tattır!" [29]

 

Peygamberimizin Bazı Umumi Duaları

 

îmâm-ı Ahmed, Ebû Dâvud, Nesât ve Tirmizî, aynı zamanda Îbni Huzeyme ile Beyhakî, Sakr el-GâmidVden şöyle rivayet ederler: Peygam­ber (s.a.v.) buyurdu: "Ey Allah'ım, ümmetimin içinde işine erken giden­leri, nîmet ve bereketine nail eyle!"

Bu hadîsi rivayet eden Sahr, bizzat kendisi erkenci idi. Ticâretle iştigâl ederdi. Günün erken saatlerinde hizmetçilerini de işe çıkarıp çarşıya yollardı. O kadar çok kazanırdı ki, sonunda kazancının miktarım bilemez oldu. (Süyutî)

Beyhakî, îbni Ömer'den şöyle bir haber nakleder: Kadının biri, ko­casını Hz. Peygamber'e şikâyet etti. Kadının şikâyetini dikkatle dinle­yen Peygamberimiz, bu kadına hitaben: "Şimdi sen, kocana buğz mu ediyorsun?" diye sordu. Kadın: "Evet" dedi. Peygamberimiz, kadına ve yanında durmakta bulunan kocasına hitaben: "Haydi ikiniz de başlarınızı bana doğru eğiniz!" buyurdu. Onlar da başlarını eğdiler. Peygam­berimiz, kadının alnım kocasının alnına koydu, onların başlarını bu şe­kilde tuttu ve şöylece dua buyurdu: "Ey Allah'ım, bunların arasını ısındır, bunları birbirine sevdir!" Aradan bir müddet geçmişti. Bu kadın, Hz. Peygamberle karşılaştı. Peygamberimiz kendisine: "Kocanla nasıl­sın?" diye sordu. Peygamberimizin ayağına kapanan kadıncağız: "Ey Allah'ın Resulü, şimdi kocamdan daha sevgili olan kimse yoktur, bana" diyerek cevab verdi."                                                                       

Ebû Yzlâ ve Beyhakı Ebû Ümâme'den naklederi O şöyle der: "Bir gün, Peygamber'in (s.a.v.) emri üzerine bir gazaya çıkmak üzereydik. Ben Hz. Peygamber'e yaklaşıp: "Ey Allah'ın Resulü, bana şehitlik nasib olması için dua ediver!" dedim. O ise: "Allah'ım, bu kuluna selâmetlik ver, ganimet nail eyle!" şeklinde dua buyurdu."Gazaya gidip savaştık. Bol ganimet ve selâmetle döndük. Sonra, bir savaş daha oldu. Ben bu sırada da, Ona aynı ricada bulundum. O da aynı duasını tekrarladı. Bu savaştan da selâmet ve bol ganimetle döndük."

Beyhakl Zeyd bin Sâbit'ten şu haberi nakletmiştir: Bir gün Pey­gamber (s.a.v.), Yemen tarafına baktı ve şöyle dua etti: "Ey Allah'ım, onların kalbini bu tarafa (islâm'a) çevir!" Sonra Hz. Peygamber Şam ta­rafına baktı, yine böyle dua etti. Sonra Irak tarafına baktı, yine bu şe­kilde duada bulundu."

Müslim, Seleme bin el-Ekua'dan rivayet eder. O şöyle der: Adamın biri, Peygamberin (s.a.v.) yanında yemeği yemeğe başladı... Yerken sol elini kullanıyordu. Hz. Peygamber kendisini îkâz buyurup: "Sağ elinle ye!" diye emretti. Adam: "Gücüm yetmiyor!" diyerek karşılık verdi. Kibir ve inadından böyle söyleyen bu adama karşı Peygamber Efendimiz de: "Gücün yetmesin!" dedi ve bu adamın, ancak kibrinden böyle söylediğini de bildirdi. Bu adam da cezasını çekti, elini ağzına götüremez oldu."

Müslim ve Beyhakı İbni Abbas'tan rivayet ederler: O şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.) bana emredip: "Muâviyeyi bana çağır!" buyurdu. Ben de: "O şimdi, yemeğe oturdu" dedim. Bunu üçüncü defa tekrarlayı-şında: "Allah onun karnına, doymak nedir göstermesin!" dedi. Muâviye de, bundan sonra gerçekten doymak nedir bilmedi."

(Muâviye ve Süleyman bin Abdülmelik, çok yemek ve doymamakla meşhur olanlardandır.)

Beyhakı, Ebû Yahya'dan şu haberi nakleder: Bir gün Hz. Ömer'e birisi: "Senin âzâd ettiğin kişilerden falan kişi insanların yiyecek mad­desini saklayıp ihtikârda bulundu" diye şikâyet etti. Bunun, çok mes'ûliyetli bir şey olduğunu bildiren Ömer: "Ben Peygamber'den (s.a.v.) işittim. O bu hususta aynen şöyle buyurmuştur: "Her kim, müsümanla-rın yiyeceği şeylerden ihtikâr yaparsa, Allah o kulunu cüzzâm hastalığı ve iflâs ile cezalandırır."

Ve derhal azatlısını çağırıp sorguya çekti. Azadlısı ise, "sâdece alış-verişte bulunduğunu" söyledi. Haberi bu şekilde nakleden Ebû Yahya ise, o âzadlı kişinin, Hz. Peygamberin duası veçhile, bir müddet sonra uyuz illetine yakalandığını söyler."

Buharî ve Müslim (ittifak hâlinde) İbni Abbas'tan şöyle rivayet e-derler: "Siyah bir kadın vardı. Bir gün Hz. Peygamber'e gelip: "Ey Al­lah'ın Resulü, benim sar'a hastalığım var. Ne olur, Allah'a dua ediniz de bu-hastalıktan kurtulayım!" diye ricada bulundu. Hz. Peygamber bu kadına: "Eğer istersen, bu hastalığına sabredersin, karşılığında da cen­neti kazanırsın! Eğer dua etmemi istersen, dua ederiz. Allah da dilerse sana şifâ ve afiyet verir" diye konuştu. Kadıncağız, sabrının karşılığı o-larak cenneti kazanacağım duyunca: "Evet ey Allah'ın Resulü, ben sab­redeceğim!" dedi. Fakat hastalığı ile ilgili bir noktada ricada bulundu ve şöyle dedi: "Yâ Resûlallah, sar'am geldiği zaman, üstüm başım açılıyor, (Ben de bundan sıkılıp utanıyorum) dua buyurunuz da, sar'am geldiği zaman deprennıeyeyim ki, üstüm başım açılmasın!" Peygamberimiz de bu hususta dua buyurdular."

Buharî el-Edeb'te ve Nesâî Ümmü Kays'tan, onun şöyle dediğini rivayet ederler: "Oğlum vefat edince ben üzüntüye kapıldım ve onu yı­kayana dedim ki: "Oğlumu soğuk su ile yıkama, sonra onu Öldürürsün!" Benim bu sözümü Ukkâşe bin Mıhsan Resûlüllah Efendimizde yetiştir-miş. O da tebessüm buyurup: "Bu kadıncağızın ömrü uzun olsun!" diye dua etmiştir.

(Bu sebeple bu kadın kadar uzun ömür yaşamış bir başka kadın olmamıştır.)

El-Bârûdî, îbni Şahin, îbni Seken ve Beyhakl Ebû Ümâme'den rivayet ederler. O şöyle anlatmıştır: "Salebe bin Hâtıb, Peygamber'e (s.a.v.) gelip: "Ey Allah'ın elçisi, benim için Allah'a dua ediver de, Allah bana bol mal ve çok evlâd versin!" dedi. Peygamberimiz ise ona: "Yazık sana ey Salebe! Bilesin ki, şükrünü eda edebildiğin az mâl, şükrünü edâ edemediğin çok maldan daha hayırlıdır!" diye nasihat buyurdu. Fakat Salebe buna aldırmayıp yine aynı istekte bulundu. Peygamberimiz de aynı nasihatini tekrarlayıp: "Ben sana, bir güzel örnek değil miyim? Eğer ben Rabbim'den şu dağların altın olup da benimle her gittiğim yere gitmesini istesem, hiç şüphem yoktur ki, Rabbim bana bunu lütfeder. Fakat Ben, Rabbim'den böyle bir şey istiyor muyum?" buyurdu. Salebe, bütün bu söylenilenlere aldırmayıp: "Ey Allah'ın elçisi! Allah'a dua edi­ver de beni mâl ve evlâd ile rızıklandırsm! Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, eğer bana mâlca zenginlik lütfedecek olursa, her hak sahibinin hakkını vereceğim!" diyerek and içti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, onun isteği istikâmetinde dua ediverdi."

Derken Salebe, bir koyun satın aldı. Koyunu o kadar bereketlendi ve üredi ki, Medine onun koyunlarına dar gelir oldu. O da bu sebeple Medine'den uzaklara açıldı... Fakat gündüzleri Medîne Mescidi'ne gele­rek namazını Hz. Peygamberle birlikte kılıyordu. Geceleri ise gelemi-yordu. Derken koyunları o kadar çoğaldı ki, gündüzleri de gelemez oldu. Ancak Cumâ'dan Cumâ'ya geliyordu. Derken cuma ve cenazelerde de bulunmaz oldu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), onun hakkında: "Salebe bin Hâtıb'a yazık!" buyurdu.

Sonra, Allah'ın zekâtla ilgili emrini ihtiva eden âyetler indi... Al­lah'ın emri gereğince Peygamberimiz, iki zekât âmilini (tahsildarını) ona gönderdi. Sâlebe'nin, koyun ve develerinden ne kadar zekât vermesi lâzım geldiğini de yazılı olarak bu âmillerle birlikte ona gönderdi, iki tahsildar, Hz. Peygamber'den aldıkları emir gereğince, doğruca Sâlebe'ye gittiler ve ona, vermesi lâzım gelen zekâtı açıkça bildirdiler. Salebe, kendilerine hitaben: "Peygamberin yazılı emrini bana gösteri­niz!" dedi, onlar da yazılı emri kendisine verdiler. Salebe, yazılı emri dikkatle okuduktan sonra: "Bu benden istenenler, haraçtan başka bir şey değil! Siz şimdi beni yalnız bırakınz, ben bu mes'eleyi kendi başıma bir düşüneyim. Sonra bana bir daha uğrayımz" cevâbını verdi. Onlar da geri çekilip ayrıldılar. Sonra ona tekrar uğradılar. O da önceki sözünü tekrarladı: "Bu haraçtan başka bir şey değil!" Onlar da geri çekilip ay­rıldılar. Sonra ona tekrar uğradılar. O da önceki sözünü tekrarladı: "Bu haraçtan başka bir şey değil." Siz şimdi Medine'ye dönünüz, ben iyice düşünmek istiyorum!" dedi. Onlar da dönüp Medine'ye geldiler. Pey­gamberimiz kendilerini görünce, daha onlar bir şey söylemeden: 'Yazık, Salebe bin Hâtıb'a!" buyurdu. Bunun üzerine de Allah Tevbe sûresinin ilgili âyetlerini inzal buyurdu ki, bu âyetler şöyledir:

"Onlardan kimi de: "Eğer Allah, lütuf ve kereminden bize verirse, elbette sadaka vereceğiz ve faydalı insanlardan olacağız!" diye Allah'a and içtiler."

"Ne zaman ki Allah kereminden onlara verdi, onun verdiğinde cimrilik ettiler ve sözlerinden döndüler. Zâten onlar, dönektirler."

"Allah'a verdilsieri sözden döndüklerinden ve yalan söylediklerin­den dolayı, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar Allah, onların kalb-lerine nifak sokmuştur." [30]

Salebe, kendisi hakkında inen bu âyetlerden haberdâr oldu. Ken­disinden istenen miktar zekâtını alarak doğruca Hz. Peygambere gitti ve zekatını O'na teslim etmek istedi... Peygamber (s.a.v.) ise almak is­temedi ve: "Allah beni, senin zekatını almaktan menetti" karşılığını verdi. Salebe ağlamaya ve basma topraklar saçmaya başladı. Peygam­berimiz ise kendisine: "Bu senin amelinin karşılığıdır... Ben sana zekâtını Ödemeni emrettim, sen ise bana itaat etmedin!" dedi.

Böylece Resûlüllah, Salebe bin Hâtıb'ın zekâtım kabul etmemiş oldu. Sonra Ebû Bekir halîfe oldu. Salebe, gelip zekatını ona Ödemek is­tedi ise de; o da bunu kabul etmedi. Sonra Ömer başa geçti, o da onun zekâtım kabul etmedi. îşte bu Salebe, Osman'ın halifeliği zamanında helak olup gitti." [31]

Beyhakl ve Taberânî Abdullah bin Ebû Evfadan rivayet ederler. O şöyle der: "Adamın biri Peygamber e gelip: Ey Allah'ın Resulü, şurada bir genç var, ölmek üzeredir. Fakat kendisine: "Lâ ilahe illallah de!" diye söylendiği halde, tevhîd kelimesini söyleyemiyor" dedi. Peygamberimiz: "Daha önce bunu söylemiyor muymuş?" diye sordu. Onlar: "Söylüyor­muş" dediler. Peygamberimiz: "Peki şimdi ölümü yaklaştığı zaman bunu söylemekten kendini meneden ne imiş?" dedi ve derhal yerinden kalka­rak o gencin yanma gitti. O'nunla birlikte biz de gittik. Peygamberimiz ona: "Ey genç, lâ ilahe illallah de!" diye emretti. Genç: "Ben bunu söyle­meye güç yetiremiyorum" cevâbını verdi. Peygamberimiz: "Niçin?" diye sordu. Genç: "Anama itaatsizlik ettiğim için" karşılığını verdi. Peygam­berimiz: "Anan şimdi sağ mıdır?" dedi. Genç de: "Evet" dedi. Peygambe­rimiz oradakilere: "Bu gencin anasını buraya getiriniz!" dedi. Getirdiler. Peygamberimiz ona dedi ki: "Ey bu gencin anası, söyle bakalım; büyük bir ateş yakılsa, sana da denilse ki: "Eğer oğluna hakkını helâl etmezsen, onu bu ateşin içine atıp yakacağız!" Bu durumda hakkıiıi oğluna bağış­lamaz mısın?" Kadın: "Bağışlarım" dedi. Peygamberimiz: "O halde oğlu­na hakkını bağışladığına dâir bize söz ver!" buyurdu. Kadın da: "Oğlumdan razıyım, hakkımı ona bağışladım" dedi. Bundan sonra Pey­gamberimiz gence dönüp: "Haydi şimdi lâ ilahe illallah de!" dedi. Genç de: "Lâ ilahe illallah!" dedi. Peygamber (s.a.v.) de bunun üzerine: "Benim sayemde şu kulunu cehennemden kurtaran Allah'a hamdolsun!" diyerek

Allah'a hamd etti." [32]

Kütüb-i Sitte'nin son dördü (Ebu Dâvûd, Tirmizî, Nesaî ve îbni Mâee), Zeyd bin Sâbit'ten şu hçtdîsi rivayet ederler: "Peygamber (s.a.v.) buyurdu:

"Allah dünyâda ve âhirette yüzünü nûrlandınp bahtiyar etsin o kişiyi ki, Benim sözümü işitir, aynen alıp muhafaza eder ve başkalarına da aynen ulaştırır!"

Alimlerimiz buyurmuşlardır ki: "Ehl-i Hadîs'ten hiç bir kimse yoktur ki, Peygamber'in (s.a.v.) duası bereketiyle onun yüzünde bir gü­zellik ve nûr bulunmasın!" (Suyûtî).[33]

(Yukarıda geçen bu hadîsi Tirmizî, îbni Mes'ûd'dan şu şekilde rivayet etmiştir: "Allah, dünyâ.ve âhirette yüzünü nûrlandırıp bahtiyar etsin o kişiyi ki, bizden bir şey işitmiş ve işittiği gibi de başkalarına u-laştırmıştır! Kendisine hadîsim ulaştırılan nice kimse vardır ki, o hadîsi, benden duyandan daha iyi anlayıp kavrar.")[34]

 

Peygamberimizin Duasıyla İlgili Bir Bölüm

 

İmâm-ı Ahmed, Huzeyfe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Pey­gamber (s.a.v.), bir kişinin lehine ve hayrına dua ettiği zaman, hem o kişiye, hem onun evlâdına, hem de evlâdının evlâdına faydalı olurdu."

Ebû Yâlâ, bu hususta Zübeyr bin Avvâm'dan şöyle bir rivayette bulunur: "Peygamber (s.a.v.), bana, benim evlâdıma, evlâdımın evlâdına hayır duada bulundu. Ben, bir gün babamın, kardeşime hitaben: "Sen, Peygamber'in (s.a.v.) hayır duasından nasibini almış birisisin" dediğini işittim."[35]

 

           



[1] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/309-310.

[2] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/310.

[3] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/310.

[4] İbni İshâk'ın rivayetine göre, Ömer şöyle demiş: "Peygamber evine giderken arkasından tâkîb ettim, O bunun farkına varınca: "Şu saatte beni niçin tâkîb ediyorsun yâ Ömer?" dedi, ben de: "Allah'a ve Resûlü'ne îmân için" dedim. Peygamber: "Allah sana hidâyet versin yâ Ömer!" diyerek dua etti ve eliyle göğsümü sıvadı... İmânda sebat etmem için de dua eyledi. Ben oradan dönüp ayrıldım. Resûlüllah da evine girdi." Fakat Ömer'in müslüman oluşunda meşhur olan rivayet; ibni Abbas ve Enesin rivayetidir.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/311.

[5] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/311.

[6] Bunu, Ebû Amr ile Ebu'l-Ferec dahî rivayet etmişlerdir

[7] Muhıbbüddîn-i Taberî de bunu el-Riyâdu'n-Nadra adlı kitabında rivayet etmiştir. Fakat o, Sa'd'ı rahatsız eden bu kadının kendi kızı olduğunu andıran bir ifâde kullanmıştır. Yine o bu kitabında, Sa'd'm, oğluna da bedduada bulunduğunu rivayet etmiş ve oğlunun a-dının da Umeyr olduğunu söylemiş, sebebini de şöyle zikretmiştir: Bir gün Umeyr, kölesini amansız bir şekilde dövüyordu. Sa'd, oğlunu bundan ciddî bir şekilde nehyetti. Oğlu ise buna aldırmadı. Sa'd da bunun üzerine: "Allah senin kanını tepeden topuğuna akıtsın, emi!" di­yerek bedduada bulundu. Sonra Umeyr'i, Muhtâr-ı Sekafî katletti."

Muhibbi Taberî, aynı zamanda bu her iki rivayetin el-Mellâ tarafından rivayet edilmiş olduklarını da, bu eserinde zikretmiştir.

[8] Sa'd bin Ebû Vakkas (r.a.) hazretleri, her ne kadar Ali ile Muâviye arasındaki olaylarda tarafsız kalmışsa da, Ali'yi çok sever ve takdîr ederdi. Onun hakkını ve fadlını itiraf eylerdi. Nitekim Müslim ve Tirmizî'nin rivayet ettikleri bir olayda, bunu gösterir. Şöyle ki: Muâviye ona demiş ki: "Ey Sa'd, seni Ali'ye sövmekten alakoyan şey nedir?" O da şu karşılığı vermiş: "Sen Ali'yi Ebû Türâb lakabıyla ayıplıyorsun, amma unutma ki, bu lakabı ona Sevgili Peygamberimiz vermiştir. Ben asla ona sövmem! O ki, Resûİüllah Efendimizin: "...Ey AIİ, senin benim yanımdaki durumun, Musa'nın yanında Harun'un durumu gibidir. Şu kadar var ki, benden sonra hiçbir peygamber gelmeyecektir!" iltifatlarına mazhar olmuştur. Sen bana dünyaları bağtşiasan dahî ben nasıl söverim o zâta ki, sevgili Resulümüz Hayber günü: "Ben, yarın şu sancağı, Allah'ı ve Resulünü seven birisine vereceğim1" buyurduğu zaman, hepimiz buna mazhar olmak istemiştik... Fakat Peygamberimiz: "Ali'yi bana çağırın!" buyurdu. Ali geldi, Peygamberimiz de sancağı ona verdi ve böylece onu, "Allah'ı ve O'nun Resûlü'nü seven adam" olarak da tanıtmış oldu. Şimdi ben, böyle bir zâta, kalkıp da nasıl sövebili­rim?

[9] Ebû Amr'ın dediği gibi, Sa'd, gerçekten bedduasından korkulan ve hayır duası alınmak istenilen bir sahâbî idi.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/311-315.

[10] Evlâd ve torunlarından... Bu kadar erkek evlâdı görmek nasib oldu, demek ister. Herhalde hepsinin kendi sulbünden olduklarını değil..

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/315.

[11] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/315.

[12] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/315-316.

[13] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/316.

[14] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/316.

[15] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/316.

[16] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/316.

[17] Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz'in, terbiye hususundaki üslûbunun yüceliğine, hikmetinin ve şefkatinin büyüklüğüne bir bak, ey müslüman! O, hiç o genci azarladı mı? Bilakis, yumuşaklıkla ve açıklıkla hakikati kendisine öğretti ve zihnine yerleştirdi ki, onun yakınlarından herhangi bir kadın için kabul edemeyeceği bir şeyi, hiç bir kimse kabul edemez! Allah'ın Resulü de kendisine izin veremez. Bunu bu şekilde zihnine (-yice yerleştirmiş olan o genç de, güzelce terbiye ve nasîhat edilmiş olarak O'nun huzurundan ayrıldı... Ayrıca mübarek duasına da mazhar oldu. Bu şekilde Allah'ın hidâyet ve yardımı da kendisiyle beraber oldu. Kalbi hidâyet nuruyla doldu da, bir daha herhangi bir kötülüğün semtine uğramadı, nefsine uyup da yolundan şaşmadı.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/317.

[18] Übeyy bin Ka'b ashâb içinde en iyi Kur'an okuyandı... Bir gün Peygamberimiz kendisine: "Allah bana, sana karşı lem yekünillezîne... sûresini okumamı emretti" demişti. Bunu duyunca heyecanlanan Übeyy sordu: "Aİİah, benim adımı söyledi mi?" Peygamberimiz de: "Evet" buyurdu. Übeyy ağlamaya başladı. Ömer (r.a.), onun için; "Übeyy, en iyi Kur'an okuyanımızdır! Ali de en iyi hüküm verenimizdir..." demişti.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/317-318.

[19] İbni Abbas ki "hıbrül-ümme=ümmetin alimi" diye anılır, Kur'ân tefsirinde çok ileri idi, bu sebepledir ki kendisine, Tercümânü'l-Kur'ân da denilmiştir. Allah, cümlesinden razı olsun.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/318-319.

[20] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/319.

[21] İhtimâl ki, bu sırada bir mes'ele soran kişi, bir hadîs hakkında soru yöneltmiştir. Zira Ebû Hüreyre bu hususta, Zeyd bin Sâbit'ten daha ileri idi. Fakat fetva (ve hüküm) ver­mede Zeyd, Ebû Hüreyre'den daha ileri idi. (Tarihen ve ilmen sabit olan budur.)

El-Mearif'de bildirildiğine göre, Ebû Hüreyre; Devs'lidir. Anası Ümeyme, Safih bin Hâris'in kızıdır. Anası ve dayısı Sa'd bin Safih de İslâm'ı kabul etmişlerdir. Ebû Hüreyre der ki: "Ben, yetim olarak büyüdüm. Büsra binti Gazva'nın karın tokluğuna hizmetçisi idim. Onlar, sefer halinde iken hayvanlarını çeker, ikamet halindeyken de kendilerine hizmet ederdim. Sonunda Allah'ın taktiriyle Büsrâ ile evlendim. Şimdi, dinini dimdik ayakta tutan, Ebû Hüreyre kulunu da dinde imâm (önder) yapan Allah'a ne kadar hamdetsem azdır! Allah'a sonsuz hamd ü senalar olsun."

(Maalesef, bazı müslümanlar Ebû Hüreyre'ye kızarlar ve onu, hadiste yalancılıkla it ham etmeye kalkışırlar. Buna da sebeb olarak onun çok sayıda hadis rivayet etmiş olduğunu gösterirler. Halbuki bunun cevabını o, kendisi vermiştir: "Resülüllah'tan hiç ayrılmamak su­retiyle başkalarının işitmediğini işitmiş, görmediğini görmüştür." Ey Allah'ım, Sen, biz, kulla­rını Ebû Hüreyre'yi sevenlerden kıl. (Dr. M. Herras)

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/319-320.

[22] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/321.

[23] Hayatta iken cennetlik olarak müjdelenen on büyük sahabeden biri olan Abdu­rahman bin Avf, gerçekten ticarette çok mahir İdi. Ashabın zenginlerindendi. El-Mühibbü'l--Taberi'nİn Enes'ten rivayetine göre, Peygamber Efendimiz onun için şöyle buyurmuştu: "Al­lah, senin malını bereketli kılsın, kıyamet günü hisabını da hafif eylesin!"

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/321.

[24] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/321-322.

[25] O, hicret yılında Habeş'te doğmuş, 90 yaşında iken Medine'de vefat etmiştir. Peygamberimizin vefatı senesi 10 yaşında olduğu söylenir. Arab'ın en cömert şahsiyeti idi. Öldüğünde namazını, Süleyman bin Abdül-Melik kıldırmıştı.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/322.

[26] Müslim'in rivayetine göre, Peygamber Efendimiz Medine'nin meşhur Acve hur­masından ağzında çiğneyip Abdullah'ın ağzına koyduğu zaman, çocuk diliyle yalana yalana hurmayı yemeye çalışmış. Durumu zevkle seyreden Hz. Peygamber: "Bakınız, Ensâr hur­mayı ne kadar da seviyor!" buyurmuştur.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/322-323.

[27] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/323.

[28] Hâkim, oğullan Hişâm, Hâlid ve Abdullah ile birlikte Mekke'nin fethi gününde müslüman oldular. Hepsi, Hz. Peygamber'e arkadaşlık ettiler. Ondan hadis naklettiler Hâkim, önceleri Müellefe-i Kulûb'tan idi. Sonra, kalbi gerçekten de islâm'a iyi ısındı ve iyi müslüman oldu. Medine'de, hicretin 54. yılında 120 yaşında İken vefat etti.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/323-324.

[29] Bunu, Tirmizi de nakletmiştir.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/324.

[30] Tevbe suresi, 75-77

[31] Salebe bin Hatİb, münafıklardan biridir. Allâme Ibn-i Kesir der ki: "Müfessirier-den pek çoğu; Ibni Abbas, Hasanü'l-Basri, Tevbe Sûresinin ilgili ayetlerinin Salebe bin Hâtib, hakkında indiğini söylerler. Bu hususta İbni Cerirve İbni Ebû Hâtim'in rivayet ettikleri bir de hadis vardır. Şöyle ki: "Meân bin Rifâa, Ali bin Yezid'den, o da Ebû Abdurrahman el-Kâsım'dan rivayet eder. Bu ise Abdurahman bin Yezid'in âzadhsı Abdurrahman'ın oğludur ve Ebû Umâme el-Bâhİli'den yukarıdaki hadisi rivayet etmiştir."

(Tercemesini yaptığımız bu eserin tahkikini yapmış bulunan Dr. M. Halil Herras'ın, kendi sözü ve İbni Kesir'den nakli bu kadardır. Müellif Suyûtî merhumun ise burada bu hu­susta herhangi bir sözü yoktur. Görüldüğü gibi muhakkik, bu hususta çok az konuşmuş ve: "Salebe, münafıklardan biridir demekle yetinmiştir. Eğer ilgili âyetlerin Salebe hakkında in­diği kesin olsaydı, onun münafık bilisi olduğu da kesin olurdu. Zira ilgili âyetin sonunda: "...Allah, kıyamet gününe kadar onun kalbine nifakı sokmuştur" buyurulmuştur. Fakat Şâlebe'nin, bu âyetlerin inişinin sebebi olduğu, münafık olup olmadığı kesin değildir. Nitekim İbni Hişam; onun hakkındaki "münafık idi" sözünü naklettikten sonra şöyle demektedir: "il­mine itimad ettiğim zatların bana bildirdiklerine göre, Salebe bin Hâtib ve Haris bin Hâtib EhM Bedir'dendir. Muattib b. Kuşeyr de... Bunların her üçü de münafık değildi. Nitekim İbni İshak da Bedir Ehli'nin isimlerini sayarken bunları da saymıştır" demektedir. Bizim burada kısaca söylemek istediğimiz: Durum ihtilaflı olunca, Şâlebe'nin münafık olduğunu kestirip almak, kolay olmasa gerek.) (M.)

[32] Ölümü yaklaşmış hastaya, "tâ ilahe illallah de!" diye emredilemez. O'nun ya­nında bu zikredilir, O, da zikreder ve bu onun son sözü olursa, cennete girer. (İlgili sahih hadisin müjde ettiği gibi...) Fakat yukarıda geçen rivayet sahih değildir. Her ne kadar vaizler bunu kendilerine bir sermaye edinip çokça söylerlerse de, aslı olup olmadığını düşünmezler. El-Fevaid'de bildirildiği gibi, senedinde çok yalan söyleyen râvi bulunmaktadır. İbni Hıbbân: "Bu rivayet batıldır, asılsızdır" diyerek, durumu bildirmiştir.

[33] Allah'tan; bizi de ehl-i hadis topluluğu arasında hasretmesini, onları bize sev­dirmesini, onlara iktida etmeyi nasib kılmasını dileriz. Onlar, gerçekten şeytani tuzaklardan korunmuş, kopmaz bir kulpa tutunmuş bahtiyarlardır

[34] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/324-329.

[35] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/329.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol