Kur'an ve Sünnet
   
 
  YİRMİDÖRDÜNCÜ BOLÜM

YİRMİDÖRDÜNCÜ BOLÜM

 

PEYGAMBERİMİZİN ASHABININ MELEKLERİ GÖRDÜĞÜNE VE ONLARIN KELAMINI İŞİTTİĞİNE DAİR BUNDAN ÖNCE ANLATILMAMIŞ OLAN BAZI HABERLER

 

Peygamberimizin Ashabının Melekleri Gördüğüne Ve Onların Kelamını İşittiğine

Dair Bundan Önce Anlatılmamış Olan Bazı Haberler

 

Buharî ve Müslim, Ebu Osman el-Nehdİ'nin şöyle dediğini nakle­derler: Bana ulaşan habere göre, Cebrail (a.s.) Peygamberimiz'e gelmiş, bu sırada Peygamberimiz'in yanında Ümmü Seleme varmış. Cebrâîl bir miktar konuştuktan sonra gitmiş. O gidince Peygamberimiz, Ümmü Seleme'ye onun kim olduğunu sormuş. Ümmü Seleme de Dıhyetü'l-Kelbî demiş."

Ümmü Seleme der ki: "Ben, gerçekten onu Dıhyetü'l-Kelbî san­mıştım. Fakat Peygamberimiz'in Cebrâîl hakkındaki sözlerini işittikten sonra, onun Cebrâîl olduğunu anlamış oldum."

Bu haberin ravisi Ebu Osman el-Nehdî'ye: "Sen bunu kimden duy­dun?" diye sormuşlar. O da: "Üsâme'den işşittim" cevabım vermiştir.

Yine Buharî ve Müslim Ebu Hüreyre'den şöyle rivayet ederler: "Bir gün Peygamber (s.a.v.), insanların arasında bulunuyordu. Bir adam ge­lip: "îman nedir?" diye sordu. Peygamberimiz de: "îman; Allah'a Onun meleklerine, kitaplarına, rasüllerine inanmandır. Aynı zamanda öldük­ten sonra dirilmeye de inanmandır."

Gelen adam: "Peki, islam nedir?" diye sordu. Peygamberimiz de: "islam; Allah'a ibadet edip hiç bir şeyi O'na ortak koşmaman, namazı dosdoğru kılman, zekatı eksiksiz olarak vermen, ramazan orucunu tut-mandır." Peygamberimiz'in bu cevabından sonra gelen adam: "Peki ih­san nedir?" dedi. Peygamberimiz de: "İhsan; Allah'a sanki O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Zira her ne kadar sen O'nu gör­müyorsan da, muhakkak O seni hep görmektedir."

Gelen adam, bu cevabı aldıktan sonra da: "Kıyamet ne zaman ko­pacaktır?" diye bir soru yöneltti. Peygamberimiz de onun bu sorusuna: "Bunu, sorulan kişi soran kişiden daha iyi biliyor olamaz! Fakat ben sana, onun alâmetlerinden haber verebilirim! Şöyle ki: Bir câriye, hanım efendisini doğurduğu, sığır çobanlarının yüksek binalar yapmak için birbirleriyle yarış ettikleri zaman, bil ki kıyamet yaklaşmış demektir. Malum beş şey vardır ki, onları Allah'tan başka kimse bilmez. Kıyame­tin ne zaman kopacağını bilmek de, bu beş şeye dâhildir ki, onu Allah'tan başkası bilemez" cevabını verdi."

Sonra, o soruları yönelten adam gitti. Peygamberimiz de: "Haydi, gidip o adamı geri çağırınız!" buyurdu. Arkasından koşturdular ise de, kimseyi göremediler. Peygamber (s.a.v.) de bunun üzerine: "O Cebrail idi, insanlara -böyle sorular sorarak- dînini öğretmek için gelmişti" buyurdu. [1]

Ebu Mûsâ el-Medînî el-Mârife adlı kitabında Temim bin Sele-me'den şu haberi nakleder: "Bir gün ben, Peygamberin (s.a.v.) yanın­daydım. Adamın biri Peygamberimiz'in yanından ayrılıp gitti. Başına güzel bir sarık sarmış, sarığının ucunu da arkasına sarkıtmış bir vazi­yette idi. Ben Hz. Peygamber'e: "Ey Allah'ın elçisi, bu adam kimdir?" diye sordum. O da bana: "Bu, Cebrail'dir" buyurdu.

Ahmed, Taberânî ve Beyhakî sahih bir senedle Harise bin Nûmân'dan şöyle rivayet ederler: "Bir gün ben, Peygamber'e (s.a.v.) uğ­radım. O'nun yanında Cebrail vardı. Selam verdim ve çekip gittim. Tekrar Peygamberimizle buluştuğum zaman, bana sordu: "Ey Harise, sen bana uğradığın zaman yanımda kim vardı, gördün mü?" dedi. Ben de: "Evet" karşılığını verdim. Buyurdu ki: "O Cebrail idi ve sen selam verdiğin zaman, o da sana selam vermişti."

Yine Hârise'den îbn-i Sa'd'ın çıkardığı haber de şöyledir: "Ben ha­yatımda Cebrail'i iki defa gördüm." [2]

Ahmed ve Beyhakî îbn-i Abbas'tan şöyle rivayet ederler: "Bir gün ben, babamla birlikte Rasulullah'm (s.a.v.) yanında idim. Rasulullah'm yanında birisi vardı ve fısıltı halinde O'nunla konuşuyordu. Ben ve ba­bam oradan ayrılıp çıktık. Babam bana dedi ki: "Amcanın oğlunu gördün mü? Hiç bizimle ilgilenmedi! Sanki bizimle konuşmak istemiyordu." Ben dedim ki: "Babacığını, O'nun yanında bir adam vardı ve O'nunla konu­şuyordu. Bu yüzden bizimle ilgilenemedi." Babam, Rasulullah'm yanın­daki adamı görmemişti. Bu yüzden geri dönüp Hz. Peygamber'e aramızda geçenleri anlattı ve O'na: "Senin yanında demin birisi mi var­dı?" diye sordu. Peygamberimiz de bana hitaben: "Ey Abdullah, sen onu gördün mü?" dedi. Ben de: "Evet" karşılığını verdim. Bunun üzerine Peygamberimiz: "O/Cebrâîl idi ve ben bu yüzden sizinle ilgilenemedim" buyurdu.

Yine îbn-i Abbas'tan îbn-i Sa'd'ın rivayeti de şöyledir: "Ben, haya­tımda Cebrail'i iki defa gördüm ve Allah Resulü benim için iki defa dua buyurdu."[3]

Hâkim'in Îbn4 Abhas'tan rivayeti ise şöyledir: "Ben, Peygamber'in (s.a.v.) yanında Cebrail'i gördüğüm zaman Peygamberimiz bana hitaben: "Ey Abbas'm oğlu Abdullah, peygamber olmayan birisi Cebrail'i gördüğü zaman, muhakkak gözlerine âmâlık gelir. Fakat bu (gözlerinin kör olması), senin başına ömrünün sonunda gelecektir!" buyurdu. [4]

Taberânî ve Beyhakî Muhammed bin Seleme'den şu haberi rivayet ederler: "Ben, Rasuluîlah (s.a.v.)'e uğramıştım. O, bir adamla başbaşa vermiş konuşuyordu. Kendilerini meşgul etmemek için geçip gittim. Sonra dönüp geldiğimde Peygamberimiz bana: "Demin niçin selam ver­meden geçip gittin?" dedi. Ben de: "Sizi öyle görünce sözünüzü kesmeyi hoş görmedim" karşılığını verdim ve yanındaki o zatın kim olduğunu sordum. Peygamberimiz de: "O, Cebrail idi" buyurdu.

Hakim, Aişe'nin şöyle dediğini nakleder: "Bir gün Cebrail'i, benim odama gelip Rasuluîlah ile görüşürken gördüm. Rasulullah'a: "Bu kim­dir?" diye sordum. O da bana: "Kime benzettin?" dedi. Ben: "Dıhyetü'l-Kelbî'ye benziyor" dedim. Peygamberimiz de bana: "Sen Cebrail'i gör­dün" buyurdu.

Ve çok geçmeden bana hitaben dedi ki: "Ey Aişe, işte Cebrail sana Allah'ın selâmını veriyor!" Ben de buna karşılık: "Ey Allah'ın Resulü, ben de ona Allah'ın selâmını sunuyorum! O, ne hayırlı bir konuktur" dedim."

îbn-i Ebu'd-Dünyâ ve îbn-i Asâkîr Muhammed bin el-Münkedir'den şöyle rivayet ederler: "Bir gün Peygamber (s.a.v.) Ebu Be­kir'in evine gitti ve onu şiddetli bir şekilde hastalanmış olarak gördü. Onun yanından çıktığı zaman doğruca Aişe'nin yanına geldi ve ona ba­basının hastalığını haber vermek istedi. Derken arkadan Ebu Bekir çı-kageldi. İçeri girmek için izin istedi. Aişe'de "babam geldi" dedi ve onu içeri aldı. Peygamberimiz bu hale teaccüb edip şaştı. Ebu Bekir de du­rumu şöyle açıkladı: "Ey Allah'ın Resulü, sen benim yanımdan ayrılır ayrılmaz bana bir uyku bastı. Uyurken bana Cebrail geldi ve burnum­dan bir ilaç döktü. Ben de onun içirdiği bu ilacın te'siriyle derhal ayağa kalktım ve arkandan yetiştim."

Müslim Imrân bin Husayn'dan şöyle rivayet eder: "Vaktiyle me­lekler bana selam verirler ben de onların selamını duyar ve alırdım. Vaktaki yaramı ateşle dağladım, bu hâl benden zail oldu. Sonra bunu terkettim ve önceki hâlime tekrar kavuştum."

Tirmizi Târih'inde, Beyhakî ve Ebu Nuaym, Gazâle'nin şöyle de­diğini naklederler: "Imrân bin Husayn, bizlere evin süpürülüp tertemiz yapılmasını emreder, biz de bunu yapardık. Ve "es-Selâmü aleyküm, es-Selâmü aleyküm!" diye selam sesleri duyardık. Fakat selam verenleri görmezdik."

Tirmizi, bu haberi naklettikten sonra der ki: "Bu onlara meleklerin selam vermesidir."

Ebu Nuaym, Yahya bin Saîd el-Kattân'ın şöyle dediğini nakleder: "Biz Basra'da idik. Bize, Peygamber'in ashabından Imrân bin Hu-sayn'dan daha faziletli biri gelmemiştir. Imrân bin Husayn tam otuz sene müddetle evinde meleklerin selâmını alıp durmuştur!"[5]

îbn~i Sa'd ise, Katâde'den şu haberi nakletmiştir: "Melekler Imrân bin Husayn ile müsâfaha ederlerdi. Fakat o, yarasını ateşle dağladığı zaman bu hâl kendisinden zail olmuştur."

Buhari ve Müslim Üseyd bin Hudayr'dan şu haberi vermektedirler: "Bir gece ben, Bakara Suresini okumakta idim. Atım da yanıbaşımda bağlı idi. At eşinmeye başladı. Ben acaba ne var ki, diyerek sustum. Atım da sakin oldu. Sonra okumaya başladım, atımda yeniden eşinip cevalan etmeye başladı. Ben sustum, atım da sakin oldu. Başımı yukarı doğru kaldırdığımda şemsiye gibi bir karaltı gördüm. Fakat bu karaltının i-çinde kandil gibi pek çok ışık parıldamakta idi ve devamlı yukarıya doğru çıkıyordu. Baktım, sonunda iyice yükselip kayboldu. Atımın da bundan heyecanlandığını anlamıştım. Sabah olunca durumu, Peygam-ber'e (s.a.v.) arz ettim. O da şöyle buyurdu: "Ey Üseyd, o senin gördüğün melekler idi. Onlar senin sesini (Kur'an okuyuşunu) duymak için in­mişlerdir. Eğer sabaha kadar okusaydın, sabahleyin insanlar o melek­leri görürlerdi."

(Bu haber, Üseyd bin Hudayr'dan çeşitli tarikler ile rivayet edil­miştir. Bunlardan birinde: "Oku ey Üseyd! Gerçekten sana Âl-i Davud'un mezamiri (Dâvûdî ve güzel bir sadâ ile okuyuş) verilmiştir" denilmektedir ve gerçekten de Üseyd'in sesi çok güzeldi ve çok güzel o-kurdu. Ebu Nuaym'in çıkardığı haberde ise: "Ey Üseyd, o senin gördü­ğün, Kur'an dinlemeğe gelen melek idi" buyurulmuştur. Yine Ebu Nuaym'in bir başka tarîkten olan rivayeti de, bu mealdedir).

Ebu Ubeyd Fedâilul-Kur'ân adlı kitabında Muhammed bin Cerir bin Yezîd'den şu haberi nakletmiştir ki ona da Medine'li bazı üstadlar nakletmiştir: Şöyle ki: "Bir gün Peygamber'e (s.a.v.) sordular: "Ey Al­lah'ın Resulü, bu gece Sabit bin Şümas'ın evi sabaha kadar bir çok kan­diller yakılmış gibi ışık verip durdu. Acaba bunun sebebi ne idi?" dediler.

Rasulullah da şu cevabı verdiler: "Belki o, sabaha kadar Bakara Sûresini okuyup durmuştur." Bunun böyle olup olmadığını bizzat Sabit'in kendi­sinden sorduklarında, o da: "Evet, Bakara Sûresini okudum" karşılığını vermiştir.'1

îbn-i Ebu Şeybe ve Beyhakî Avfbin Mâlik el-Eşcai'den şöyle nakle­derler: "Biz, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte seferde idik. Derken ben Peygamberimiz'i kaybettim. Hemen O'mı aramaya çıktım. Ararken Muaz bin Cebel ile Abdullah bin Kays'm ayakta durmakta olduklarını gördüm ve onlara: "Rasulullah Efendimiz nerede?" diye sordum. Onlar da dediler ki: "O'nun nerede olduğunu biz de bilmiyoruz. Ancak vadinin üst tarafından bir ses duyduk ve burada bekliyoruz." Ben de orada bek­lemeye başladım. Az sonra Rasulullah efendimiz geldi ve şöyle buyurdu: "Rabbim'den bana elçi geldi ve beni, ümmetimden yarısını cennete koy­mak ile şefaat arasında seçim yapmak durumunda bıraktı. Ben de şefa­atçi olmak şıkkını seçtim."

îbn-i Ebil'd-Dünya Kitabü'z-Zikr adlı eserinde Enes bin Mâlik'in şöyle dediğini nakleder: "Bir gün Übeyy bin Ka'b: "Mescid'e gidip kendi­mi ibadete vereceğim, namaz kılıp dua edeceğim! Allah'a öylesine hamd ü senalarda bulunacağım ki, şimdiye kadar hiçbir kimse öylesine ham-detmemiş olsun!" Böyle deyip Mescid'e vardı. Namazım kıldıktan sonra hamd ü senaya başlıyacağı sırada arkasında birisinin yüksek sesle şöyle dua etmeye başladığını duydu:

"Allah'ım, bütün hamd sanadır. Bütün mülk senindir! Hayrın ta­mamı senin elindedir, gizli ve aşikar bütün işler de sana rücu eder! Hamd ancak sanadır. Sen her şeye kadirsin! Geçmiş günahlarımı ba­ğışla, geleceğin kötülüklerinden de beni sakla! Bana, razı olacağın ter­temiz ve güzel ameller nasib eyle! Benim duamı ve tevbemi kabul eyle!"

Übeyy, Peygamber'e (s.a.v.) gidip durumu aynen arz etti. Peygam­berimiz de kedisine: "O, Cebrail (a.s.) idi" buyurdu.

Buharı ve Beyhakî Numan bin Beşir'den şöyle rivayet ederler: "Bir gün Abdullah bin Revaha, ansızın bayıhverdi. Kız kardeşi dehşete ka­pılıp: "Ey benim dağım, ey benim dayanağım!" diye feryada başladı. Bir müddet sonra kendisine gelen Abdullah bin Revaha, kız kardeşine dedi ki: "Sen benim hakkımda o sözleri sarfederken, bana da hep sual açtılar ve: "Sen demek onun dağı mısın? Sen onun dayanağı mısın?" diyerek sı­kıştırdılar." [6]

Taberani'nin îbn-i Ömer'den olan rivayeti de şöyledir: "Bir gün Abdullah bin Revaha bayılmıştı. Sanki kıyamet kopmuş gibi kadınlar feryad ediyordu. Derhal Peygamberimiz onun yanına geldi. Abdullah az sonra kendine geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü, ben baygın iken kadınlar:

"Vah benim dağım, vah benim dayanağım!" diye feryad ediyor, bir melek de elinde demir bir çekiç ile başucumda duruyor ve bana: "Demek sen böyle misin?" diyordu. Ben ise "hayır" diyerek cevab veriyordum. Eğer "evet" deseydim, muhakkak onunla beni dövecekti."

Ibn-i Sa'd Ebu Imran el-Cuni'den de buna benzer bir rivayet var­dır.

Taberani Hasan-ı Basri'den şöyle rivayet eder: "Bir gün Muaz bin Cebel'e baygınlık gelmişti. Kardeşi de: "Vah benim dağım, dayanağım!" diye feryad ediyordu. Kendine geldiği zaman Muaz dedi ki: "Ey karde­şim, bugün bana çok eza verdin!" Kardeşi ise: "Ben, asla sana eza vermek istemem" dedi. Muaz da dedi ki: "Ben baygın iken sen: "Vah dağım, da­yanağım!" diye feryad ediyordun, bir melek de başucumda durup; "De­mek sen böyle misin?" diyerek beni sıkıştırıyordu. Eğer ben ona "evet" deseydim, muhakkak bana azab edecekti."

îbn-i Ebü'd-Dünya, Hakim ve Beyhakî Abdurrahman bin Avfın oğlu İbrahim'den şu haberi nakletmişlerdir: "Abdurrahman bin Avf şid­detli bir şekilde hastalanmıştı. Derken bayıldı. Etrafındakiler ise onun öldüğünü zannetiler ve onun üzerini örterek dağıldılar. Bir müddet sonra Abdurrahman kendine geldi ve şöyle dedi: "Ben baygın iken iki şiddetli melek geldi ve bana: "Haydi bizimle gel, muhakeme olunacak­sın!" dediler. Beni alıp götürürlerken iki melek karşımıza geldi. Bu iki melek ise, öncekilerin tersine çok merhametli ve nazik idi. "Bu adamca­ğızı nereye götürüyorsunuz?" dediler. Önceki iki melek de: "Muhakeme olunmağa" cevabım verdiler. Onlar da dediler ki: "Siz bu adamı serbest bırakınız! Zira bu adam, kendisi için Allah'ın saadeti nasib buyurduğu kimselerdendir!" Bunun üzerine beni serbest bıraktılar."[7]

 

Peygamberimizin Ashabının Cinleri Gördüğüne Ve Onların Kelamını İşittiklerine Dair Bundan Önce Geçmeyen Bazı Mucizeler

 

Buhari ve Nesaî îbn-i Şîrîn tarikiyle Ebu Hüreyre'den şöyle rivayet ederler; "Peygamber (s.a.v.) beni, Ramazan'da toplanan zekatı korumam için görevlendirdi. Bu sırada biri gelip eliyle zekat hurmasından almaya başladı. Ben kendisini yakalayıp: "Seni, Peygamberimiz'e götüreceğim!" dedim O da bana yalvarmaya başladı ve: "Ben muhtaç bir adamın, çoluk çocuğum var, şiddetli bir sıkıntı içindeyim, ne olur beni serbest bırak" dedi. Ben de acıyıp kendisim bıraktım. Sabahleyin Peygamberimiz'in yanma gittiğimde bana: "Ey Ebu Hüreyre, akşam yakaladığın esirini ne yaptın?" diye sordu. Ben de: "Ya Rasulallah, halinden şikayet edince onu serbest bıraktım" dedim. Peygamberimiz de bana: "O sana yalan söyle­di." Ve o yine gelecektir" buyurdu. Peygamberimizin böyle buyurması sebebiyle ben de onun tekrar geleceğine muhakkak nazarıyla bakıp onu gözetlemeye başladım. Derken o yine geldi ve eliyle yiyecekten doldur­maya başladı. Kendisini yakalayıp: "Bu sefer seni muhakkak Hz. Pey-gamber'e çıkaracağım!" dedim. O da bana yine yalvarmaya başladı ve: "Ben çok fakir bir kimseyim ve şiddetli bir ihtiyaç içerisindeyim. Beni serbest bırakırsan bir daha gelmem" dedi. Ben de kendisine yine acıdım ve bir daha gelmeyeceğine söz verdiği için onu serbest bıraktım.

Sabahleyin Peygamberimiz'in yanına gittiğim zaman: "Ey Ebu Hüreyre, geçen geceki esirini ne yaptın?" diye sordu. Ben de durumu anlattım. O da bana buyurdu ki: "O muhakkak yine gelecektir ve sana yine yalan söylemiştir." Ben kendisini üçüncü defa gözetlemeye başla­dım. O da üçüncü defa gelip yine yiyecekten doldurmaya başladı. Ben derhal kendisini yakalayıp Hz. Peygamber'e çıkarmak istedim ve ken­disine: "Bu üçüncü defadır ki, her seferinde tekrar gelmeyeceğine söz veriyor fakat tekrar geliyorsun. Bu seferinde muhakkak seni Peygam-ber'in huzuruna çıkaracağım" dedim. O yine yalvarmaya başladı ve dedi ki: "Eğer beni serbest bırakırsan, sana kendisinden faydalanacağın bazı kelime ve dualar öğretirim" dedi ve: "Yatağına uzanacağın zaman, Aye-tel Kürsi'yi sonuna kadar oku! Bu takdirde Allah seni koruyacak bir melek gönderir ve sana şeytan yaklaşamaz, sabaha kadar şeytan şer­rinden emin olursun!" diye tavsiyesini yaptı. Ben de dayanamayıp yine kendisini bıraktım ve sabahleyin durumu Hz. Peygamber'e haber ver­dim. Peygamberimiz de bana dediler ki: "Evet o, tam bir Yalancı olduğu halde bu sefer doğru söylemiştir! Ey Ebu Hüreyre, o kim idi biliyor mu­sun?" Ben de: "Bilmiyorum" diye cevab verdim. Buyurdular ki: "O, şey­tanın kendisi idi." [8]

 (Nesaî, Ibn-i Merduye ve Ebu Nuaym'in Ebu'l-Mütevekkil tarikiyle yine Ebu Hüreyre'den bir rivayetleri bulunmaktadır ki, aşağı-yukan bu mealdedir.)

Buhar i Tarih'inde, Taberânî, Bey haki ve Ebu Nuaym, sağlam bir senedle Muaz bin Cebel'den şöyle rivayet etmektedirler: "Peygamber'e (s.a.v.) zekat hurmaları teslim edildiği zaman, ben bunları bir odada toplayıp sakladım. Sonra baktım her gün bu yiyecekte bir eksilme olu­yor. Durumu Hz. Peygamber'e şikayet ettim. O da bana buyurdu ki: "Bu iş, şeytanın işidir. Onu gözetle ve yakala!" Ben de bunun üzerine gece­leyin beklemeye başladım. Vakit biraz ilerleyince baktım fîl suretinde biri geldi ve kapıya yaklaşınca aralıktan başka bir surette içeri giriverdi. Zekat hurmasından sür'atle yutmaya başladı. Ben de kendimi toparla­yıp: "Eşhedü en la ilahe illallah ve enne Muhammeden Rasulullah!" diye bağırdım ve: "Ey mel'un sen ne yapıyorsun? Müslümanların zekat malı­na mı musallat oldun? Onlar ise buna senden daha muhtaç değiller mi? Vallahi seni Rasulullah'a götüreceğim!" dedim ve onu yakaldım. O da bir daha gelmeyeceğine yeminler ederek söz verip yalvardı. Ben de kendi­sine acıyıp serbest bıraktım.

Sabahleyin Rasulullah'a gittiğimde: "Yakaladığın esir ne yaptı? diye bana sordu. Ben de durumu anlattım. Buyurdular ki: "O muhakkak bir daha gelecektir. Onu gözetle!" Ben de gözetlemeye başladım. O ikinci gece yine geldi ve Önceki gece yaptığını yaptı. Ben de kendisini yakala­dım. Fakat o, yine yalvarmaya başladı ve bir daha gelmeyeceğine ye­minler edip söz verdi. Ben ertesi günü, durumu yine Rasulullah'a haber verdiğimde Rasulullah bana: "Hayır o sözünü bozacak, yine gelecektir!" buyurdu. Ben de onu gözetlemeye başladım. O üçüncü gece yine geldi ve önceki gecelerde yaptığını yapmaya başladı. Ben ise derhal onu yakala­dım. "Ey Allah'ın düşmanı, bana bir daha gelmeyeceğine dair iki gece söz verdiğin halde bu üçüncü gelişindir!" diyerek çıkışıp azarladım. O ise, kendisine acındırmaya ve ta Nusaybinken geldiğini söylemeye başladı. "Eğer, buraya kadar bir yiyeceğe rastlamış olsaydım gelmezdim. Ben ise aslında yoksulum, çoluk çocuk sahibiyim. Biz, daha önceleri sizin bu şe­hirde bulunurduk. Fakat sizin Peygamberiniz gönderildikten sonra O'na iki ayet indirildi, bundan sonra biz Medine'den kaçmak zorunda kaldık. Bu iki ayetin okunduğu herhangi bir evde biz, asla barınamayız. Eğer şimdi sen beni serbest bırakırsan, o iki ayetin hangileri olduğunu sana haber veririm" dedi. Ben de: "Hadi söyle, seni serbest bırakayım" dedim. O da dedi ki: "O iki ayet: Ayetel-Kürsi ile, Bakara Suresinin sonundaki Amenerrasûlü ayetinin sonuna kadar olan kısmıdır." Bunun üzerine ben de kendisini bıraktım. Sonra Rasulullah'a (s.a.v.) gittim ve durumu ha­ber verdim. O da bana buyurdu ki: "O çok yalancı olduğu halde, bu sefer mecburen doğru söylemiştir!"

 (Beyhakî'nin Büreyde'den olan bir rivayeti bulunmakta ve o da a-şağı-yukan bu manaya gelmektedir. Fakat ondaki tavsiyede: "Kendin ve malın için Ayetel-Kürsi'yi oku!" denilmektedir.)

Ahmed, Tirmizî (Hasendir kaydiyle), Hâkim (Sahihtir diyerek) ve Ebû Nuaym Ebû Eyyûb el-Ansârî'den, Taberânî'nin güzel bir senedle Ebû Üseyd el-Sâidî'den olan rivayeti de yine bu mealdedir. Kişinin ken­disi ve malı için Ayetel-Kürsf yi okuduğu zaman, şeytan ve cin şerrinden emîn olacağı istikametindedir.

Ebu Yâlâ, sahihtir kaydiyle Hakim, Beyhakî ve Ebu Nuaym, Übeyy bin Ka'b'ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Benim iki hurma sergim varda. Bunları kurutmak için sermiş ve beklemekte idim. Derken hur­manın eksilmekte olduğunu gördüm. Geceleyin beklemekte iken, yeni yetişmiş bîr oğlan çocuğu büyüklüğünde bir yaratığın geldiğini gördüm. Kalkıp kendisine yaklaştım ve selam verdim. O da selamla karşıladı. Kendisine: "Sen nesin, inni misin, yoksa cinni misin?" diye sordum. O: "Ben bir cinniyim" dedi. Elini bana uzat, dedim. O da uzattı. Baktım eli, köpek eli gibi ve kıllı. Bunun üzerine: "Evet, sen bir cinnisin" dedim ve niçin böyle yaptığını sordum. O şu karşhğı verdi: "Biz senin çok cömert olduğunu duyduk, bu sebeble yiyeceğinden biraz almak istedik." Ben kendisine: "Sizden kurtulmanın yolu nedir?" dedim. O da: "Ayetel-Kürsi'dir" cevabını verdi. Sabahleyin bunu Peygamber'e (s.a.v.) arz et­tim, O da şöyle buyurdu: "Habis, mecburen sana doğru söylemiş!"

(îbn-i îshak tarikiyle Ebu'ş-Şeyh'in de bir rivayeti var. Zeyd bin Sabit'ten sevkedilen bu rivayette aşağı-yukarı böyle denilmektedir).

Ebu Ubeyd Fedailü'l-Kur'an adlı eserinde, Dârimî, Taberani, Bey­hakî ve Ebu Nuaym, îbn-i Mes'ud'dan şöyle rivayet ederler: "Adamın biri, Medine sokaklarından birinde şeytanla karşılaştı. Şeytan o adamla gü­reşmeye başladı. Adam, şeytanı tutup yere vurdu. Şeytan o adama yal­varıp: "Beni bırak, sana hoşuna gideceğin bir şey öğreteceğim" dedi. O da bıraktı. Şeytan şöyle dedi: "Sen Bakara Suresini okuyor musun?" O da: "Evet" diye karşılık verdi. Şeytan tekrar dedi ki: "Bir evde eğer bu sureden bazı ayetler okunursa, şeytan o evden kaçar."

îbn-i Mes'ud'a sordular: "Medine sokaklarından birinde şeytan ile karşılaşan ve onu yıkan adam, kimdi?" îbn-i Mes'ud da: "O adam, Ömer Îbnü'l-Hattab idi" cevabını verdi."

Taberani güzel bir senedle Hafsa validemizin azadlısı Sedise'nin şöyle dediğini nakleder: "Peygamber (s.a.v.) buyurdu: Gerçekten şeytan, Ömer'in müslümanlığı kabul etmesinden sonra ne zaman onunla karşı-laşsa, muhakkak ondan kaçar olmuştur!"

Ebu'ş-Şeyh El-Azamet adlı kitabında ve Ebu Nuaym, Ali bin Ebu Talib'ten şöyle rivayet ederler: "Biz Peygamber (s.a.v.) ile birlikte seferde idik. Peygamberimiz Ammar'a buyurdu ki: "Git, bize su getir!" Ammar da su getirmek için yola çıktı. Yolda kendisine şeytan karşı çıkmış ve onu suya bırakmak istememiş, Ammar, siyah bir köle şeklinde karşısına çı­kan şeytana, yolundan çekilmesini söylemiş, dinlemeyince de onu yaka­layıp yere sermiştir. Şeytan da kendisine yalvarıp: "Beni bırak, ben de senin yoluna engel olmaktan vazgeçeyim!" demiş. Ammar da onu bırak­mış. Fakat o, serbest kaldıkdan sonra tekrar Ammar'a engel olmak is­temiş, Ammar da kendisini yakalayıp yere sermiştir. Tekrar onun yalvarması üzerine serbest bırakmış ve bu hal üçüncü defa yine tekerrür etmiştir. Tam bu sırada, Ammar'ı su getirmesi için yola çıkaran Hz. Peygamber (s.a.v.); "Gerçekten şeytan, Ammar'ın yolunu kesip ona engel olmak istemiştir. Fakat Allah Ammar'a güç verip kendisini şeytana muzaffer kılmıştır" dedi.

Olayın ravisi Ali der ki: Biz Ammar'ı karşıladık ve bu husustaki Hz. Peygamberin verdiği haberden kendisine bahsettik. O da bize dedi ki: "Ben onu, siyahi bir köle zannettim, eğer şeytan olduğunu bilseydim, vallahi onu öldürürdüm.

(Sahihtir kaydiyle Beyhakî'nin ve Ebu Nuaym'in Ammar'dan bir rivayeti daha vardır ki, o da aşağı-yukarı bu mealdedir.)

îbn-i Sa'd ite îbn-i Rahuye ise, yine Ammar bin Yasir'den şu haberi naklederler: "Ben, Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte ins ile de, cin ile de sa­vaştım!" O, böyle söylediği zaman: "Sen cin ile nasıl savaştın?" diye sor­dular. O da şu cevabı verdi: "Ben, Peygamberimizle birlikte seferde idim. Bir yere inmiştik. Kuyudan su getirmek üzere kırbamı ve kovamı alıp gittim. Kuyunun başına vardığım zaman, savaşçı siyahi bir adam ansızın karşıma çıktı ve: "Vallahi bugün bu kuyudan bir kova dahi su alamıyacaksm!" diyerek beni tehdid etti. Ben de derhal kendisine saldı­rıp onu yakaladım. O da benim yakama yapışıp bana engel olmak istedi. Fakat ben kendisini tuttuğum gibi yere serdim. Sonra elime bir taş rast geldi. Onu alıp adamın ağzını ve yüzünü bu taşla vurarak parçaladım. Sonra onu zararsız hale getirdiğimden emin olarak kovamı su ile dol­durdum, çekip kırbama boşalttım ve su dolu kırbamı alarak Rasuîul-lah'a getirdim. Rasulullah bana: "Kuyunun başında bir adama rastladın mı?" diye sordu. Ben de durumu kendisine haber verdim. Peygamberi­miz de o adamın, şeytan olduğunu bildirdi."

Beyhakî ashabtan birinden şu haberi çıkarmıştır: "Ben, karanlık bir gecede Peygamber (s.a.v.) ile birlikte seferde idim. Bir adamın Kul ya eyyühal-kafîrûn suresini okumakta olduğu duyuldu. Rasulullah Efen­dimiz de buyurdu ki: "Şu el-Kafîrûn Suresini okumakta olan adam, mu­hakkak şirkten beridir, uzaktır!" Sonra biz bir müddet daha yolumuza devam ettik. Yine bir adamın Kul hüvallahü ehad suresini okumakta olduğunu duyduk. Bunun üzerine de Peygamberimiz: "Şüphesiz bu su­reyi okumakta olan şu adam, Allah'ın mağfiretine mazhar olmuştur!" buyurdu.

Bu sırada ben, bu sureyi okumakta olan o adamın, kim olduğunu anlamak istedim ve bu maksatla hayvanımın başını çekip sağıma-soluma dikkatli bakındım. Fakat hiçbir kimseyi göremedim." [9]

 

 

 



[1] Hadis'te geçen: "Cariyenin hanım efendisini doğurması" üzerine denilmiştir ki: Fetihler çoğalacak, pek çok harb esîri alınacak, cariyenin efendisinde olan çocuğu, kendisine efendi olacak. Veya bunun mânâsı: Ana-babaya itaat azalacak, kadının doğurduğu çocuk, kendisine köle muamelesi yapacak; bir kız evlâd, kendi annesine karşı efendilik taslıyacak, onu hor ve hakîr tutacaktır. Şüphesiz daha iyisini Allah bilir.

İlk hadisin râvîsi Ebu Osman el-Nehdî, 12 sene Selmân'a arkadaşlık etmiş, Kadisiye, Celûlâ, Tüster, Nehâvend, Yermûk ve Azarbeycân savaşlarına katılmış bir islâm kahrama­nıdır.

[2] Harise Cebrail'i, bir adam şekline girmiş olarak görmüştür. Bu, ona ve ashabtan pek çoklarına nasîb olmuştur

[3] Bu duaların birinde Hz. Peygamber, mübarek elini onun omuzuna koymuş ve onun hakkında: "Allah'ım, bu kulunu dînde fakîh eyle ve ona kitâb'ın te'vil ve tefsirini talîmbuyur diyerekdua etmiştir.

[4] Cebrail'i pek çok sahâbî gördüğü halde, hiç biri bu yüzden âmâ olmadı. Daha önce geçmiş bulunan Ebu Hüreyre hadîsinde bildirildiği gibi, bir defasında Cebraîl bir ârâbî suretinde gelmiş ve Mescid'de Resûlullah'ın yanında bulunan ashabın hepsi onu görmüştü ve bunlardan hiç biri âmâ olmamıştır. Yâni Hâkim'in bu rivayeti sahih değildir. Ibn-i Abbas'ın ömrünün sonuna doğru âmâ olması ise, yaşlılığın getirdiği bir netîce veya başka bir sebeb-ledir. Cebrâîl'i gördüğü için değildir.

[5] Şüphesiz Basra'ya Imrân gibi fazîlet sahibi diğer sahâbîler de gelmiştir. Hiç de Imrân'dan geri olmayan bu sahâbîler: Ebu Mûsâ el-Eş'arî, İbn-i Abbas, Enes bin Mâlik ve daha başkalarıdır.

[6] Abdullah'ın kardeşi Amra: "Ey benim dağım, dayanağım!" diye, bu husustaki yasak konulmazdan önce feryadda bulunmuştur veyahut o sırada, böyle bir nehiy olduğunu bilmemekte idi. Yoksa bile bile bu câhiEiye âdetini irtikab etmezdi

[7] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/179-184.

[8] Sahih hadîste, Ayetel-Kursî'nin Kur"an âyetlerinin en büyüğü olduğu, geceleyin onu okuyanın sabaha kadar şeytan şerrinden emîn olacağı bildirilmiştir. Yukarıdaki hadîs de gösteriyor ki, şeytan, insan veya başka bir varlık suretinde insanlara görünebilmektedir. Konuşabılmektedır. Mutezile ise bunu kabul etmez. Fakat aslî yaratılışlarıyla insanlar onu gö­remezler. Melekleri aslî hılkatleriyle göremedikleri gibi.-

[9] Hiç şüphesiz, bu iki sûre (Kul yâ eyyühel-kâfirûn sûresi ile kulhuvaltahü ehad sûresi), gerek tevhîdin isbâtını, gerekse tevhîdin zıddı oian şirkin her çeşidinden beraeti, tam mânâsı ile ve en mükemmel bir şekilde tazammun etmektedir. Bu sebebledır ki Peygambe­rimiz (s.a.v.), gerek sabah namazının iki rek'at sünnetinde, gerekse akşam namazının iki rek'at sünnetinde hep bu iki sûreyi okurlardı. Vitir ve tavaf namazlarında da bu iki sûreyi o-kurlardı. Bu iki sûrenin tevhîdi en mükemmel bir şekilde tazammun etmesine gelince:

Bilindiği gibi, ilk sûre, yâni: "Kul yâ eyyühel-kâfirûn sûresi; kul kasd ve iradesiyle mü­teallik bulunan tevhîd-i ilmîyi tamamen içine almakta ve eksiksiz olarak ifade etmektedir. I-kinci sûre de (Kul hüvallahü ehad sûresi de), kulun kalbini ve bütün iç âlemini ilgilendiren tevhîd-i îtikâdîyi tazammun edip eksiksiz bir şekilde ifâde etmektedir. Nitekim ilgili sahih bir hadîsde de şöyle buyurulmuştur: "Gerçekten Kul hüvallahü ehad sûresi, Kur'an'ın üçte birine denk olan bir sûredir!

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/185-189.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol