Kur'an ve Sünnet
   
 
  YİRMİBEŞİNCİ BÖLÜM

YİRMİBEŞİNCİ BÖLÜM

 

PEYGAMBERİMİZCE HABER VERİLEN VE HABER VERİLDİĞİ GİBİ DE ÇIKAN VE BUNDAN ÖNCEKİ BÖLÜMLERDE ZİKREDİLMEYEN GAYBÎ HABERLERE AİT MUCİZELER

 

Necaşi'nin Öldüğü Gün Onun Ölümünü Haber Vermesi  [1]

 

Buharı ve Müslim Ebu Hüreyre'den şöyle rivayet ederler: "Pey­gamber (s.a.v.), Necaşi'nin öldüğü gün onun ölümünü ashabına haber verdi ve onları alarak namazgaha çıktı, onları saf halinde dizdi ve Ne-caşi'nin cenaze namazını dört tekbir alarak kıldırdı. [2]

Beyhakî ise Ümmü Gülsüm'den şu haberi nakletmiştir: Peygamber (s.a.v.), Ümmü Seleme'yi nikahladığı zaman şöyle buyurmuştur: "Ben, Necaşi'ye, birkaç okka misk ve elbiseler gönderdim. Fakat ben onun ve­fat etmiş olduğunu görüyorum. Bu sebeble benim kendisine gönderdiğim hediyeler, yakında bana geri gelecektir." işte Peygamberimiz böyle bu­yurdular ve aynen O'nun buyurduğu gibi oldu Necaşi vefat etti ve hedi­yeler geri geldi."

Beyhakî el-Kelbi tarikiyle Ebu Salih'ten, o da îbn-i Abbas'tan şöyle rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.), çok şiddetli bir şekilde hastalandı, iki melek kendisine gelip biri başucuna, diğeri de ayakucuna oturdu. Biri .diğerine: "O'nun durumu nedir?" dedi. Diğeri de: "Hasta" dedi. Biri: "Hastalığı nedir?" diye sordu. Diğeri de: "O'na sihir yapıldı" dedi. Biri: "O'na kim sihir yaptı?" diye sordu. Diğeri de "Lebid bin el-Asam adındaki yahudi" cevabını verdi. Biri: "Üzerine sihir yapılan şey şimdi nerede?" diye sordu. Diğeri de: "Fülan aileye ait kuyuda, kuyunun tabanındaki taşın altındadır" cevabını verdi ve: "Gidip onun suyunu çekiniz, taşın altındaki sureti çıkarınız ve onu yakınız" dedi. Bunun üzerine Peygam­ber (s.a.v.) sabahleyin Ammar bin Yasir ile birlikte bazı kimseleri oraya gönderdi. Onlar, kuyuya vardıkları zaman onun suyunun kına gibi sap­sarı kesilmiş olduğunu gördüler. Suyunu çektiler, tabandaki taşın al­tındaki sureti çıkardılar ve orada yaktılar. Yakılan suretin içinden on bir düğüm atılmış bir ip çıktı. Bunun üzerine şu iki sure: Kul Euzü bi-Rabbi'l-Felak ve Kul Euzü bi-Rabbi'n-Nasi Sureleri indirildi Peygambe­rimiz bu iki surenin ayetlerinden her birini okudukça, düğümlerden de her biri çözüldü ve tamamen iyileşip hiçbir şikayeti kalmadı." [3]

 (Buhari ve Müslim'in Uz. Aişe'den îbn Sa'd'ın Cübeyr tarikiyle Dahhak'tan, onun da İbn-i Abbas'tan rivayeti dahi bu mealdedir. Bura­da dahi, Kul Euzü Surelerinin bunun üzerine indiği ve her bir ayet o-kundukça, bir düğümün çözüldüğü, bu suretle büyünün bozulduğu ifade edilmiştir. Ebu Nuaym'in Enes'den olan rivayetinde de: "Bu suretle Peygamberimiz'in şiddetli bir şekilde hastalanması üzerine Cebrail (a.s.) Kul Euzü Surelerini indirdi ve bu iki sure ile Peygamberimize o-kudu. Peygamberimiz de tamamen iyileşip ertesi sabah ashabının ara­sına çıktı" denilmektedir).

Yine îbn-i Sa'd, Abdurrahman bin Ka'b bin Mâlik'ten şöyle nakle­der: "Peygamberimiz'e Lebid bin el-Asam'ın kız kardeşleri sihir yaptılar. Lebid de bunu götürüp o kuyuya bıraktı. Lebid'in kız kardeşlerinden biri, durumu anlamak için Aişe'nin yanma gider-gelir oldu ve Aişe'nin Peygamberimiz'in hastalığına dair konuşmasından durumu anladı. Di­ğer kardeşlerine giderek durumu haber verdi, içlerinden biri dedi ki: "Eğer O, bir peygamber ise, durum kendisine haber verilir. Değilse, te'sirini göstermeye başlayan sihir, onu helak eder!" Peygamberimiz ise durumdan haberdar edildi ve kurtuldu."

(Yine Ibn-i Sa'd, Ömer bin el-Hakem'in şöyle dediğini kaydeder: Peygamberimiz'e Hudeybiye Andlaşmasından döndüğü sırada muhar­rem ayı içinde sihir yapıldı.)

 

Ye'cuc Ve Mecuc Şeddinin Yıkılıp Açılacağına Dair Verdiği Haber

 

Buhari ve Müslim mü'mirilerin validesi Zeyneb'in şöyle dediğini rivayet ederler: "Bir gün Peygamber (s.a.v.), yüzü kıpkırmızı olmuş bir vaziyette uykusundan uyandı ve: La ilahe illallah! Şüphesiz Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur! Yaklaşan serden Arabın çekeceği pek çoktur! İşte bugün, Ye'cuc ve Me'cuc'a ait şedden şu kadar bir delik açılmıştır" buyurdu. Bu sırada da misal olarak küçük bir halka yapıverdi." [4]

 

Bazı Adamlara, İçlerinden Geçirdiklerini Haber Vermesi

 

Hakim ve Taberânî Seleme bin el-Ekva'dan şu haberi naklederler: "Bir gün ben, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte idim. Adamın biri geldi: "Sen kimsin?" dedi. Peygamberimiz de: "Ben, bir nebiyim" buyurdu. Adam: "Nebi ne demektir?" dedi. Peygamberimiz de: "Allah'ın elçisidir" buyurdu. Adam: "Peki, kıyamet ne zaman kopacaktır?" diye sordu. Peygam­berimiz de: "Bu, bir gaybtır. Gaybı ise Allah'tan başkası bilemez!" bu­yurdu. Adam: "Peki bana kılıcım göster" dedi. Peygamberimiz de kılıcını o adama verdi. Adam da Peygamberimiz'in kılıcını kınından sıyırdı sonra Peygamberimiz'e verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz kendisine dedi ki: "Bak, sana haber vereyim, sen, bana karşı yapmak istediğin şeyi yapmaya asla kadir olabilecek değildin!" O adam da Peygamberimiz'i tasdik etti.

(Taberânî der ki: Peygamberimiz bu sırada buyurmuş ki: "Bu adam, kendi kendine şöyle konuştu da geldi: Gidip Muhammed'i göre­yim, O'na bazı şeyler sorayım, sonra kendisinden kılıcını isteyeyim, sonra O'nu kendi kılıcı ile öldüreyim!)

îbn-i Ebu Şeybe, Ebu Yâlâ, Bezzâr, Beyhaki Enes'ten şöyle rivayet ederler: "Peygamber'in (s.a.v.) yanında, bir adamdan bahsettiler ve onun cihadmdaki ve ibadetteki kuvvet ve çalışkanlığından dem vurdular. Bir de baktılar ki, bahsettikleri adam, kendilerine doğru gelmektedir. Pey­gamberimiz de bunun üzerinde: "Ben, bu adamın yüzünde şeytani bir iz görmekteyim" buyurdular. Adam geldi ve selam verdi. Peygamberimiz de kendisine: "Söyle bakalım, sen kendi kendine, bu ümmetin içinde senden daha hayırlı kimse olmadığını söyledin mi, söylemedin mi?" A-damcağız: "Evet" dedi. Sonra kalkıp gitti. Mescide girip namaz kılmaya başladı. Bu sırada Peygamberimiz: "Kim, gidip de şu adamı öldürecek?" diye sordu. Ebu Bekir kalkıp gitti, fakat onu namaz kılar vaziyette gö­rünce öldürmeden geri döndü ve durumu haber verdi. Peygamberimiz ise yine: "Kim gidip onu öldürecek?" buyurdu. Ömer kalkıp gitti, öldür­meden geri geldi. Ali gitti, o da öldürmeden geri eldi. Zira o adam, çoktan gitmişti. Peygamberimiz de bunu Ali'ye önceden haber vermişti: "Eğer onu yerinde bulursan" demişti. Ali de dönüp geldikten sonra Peygam­berimiz: "Bu, ümmetimden çıkan ilk fitnedir! Eğer biriniz onu öldürmüş olsaydı, ümmetimde iki kişi arasında ihtilaf çıkmazdı!" buyurdu. [5]

Ahmed, Bezzâr, Ebu Yâlâ, Beyhakt ve Ebu Nuaym Vabisa el-Esedi'den şu haberi nakletmişlerdir: "Ben, Peygamber'e (s.a.v.), iyilik ve günahkârlığın ne olduğunu sormak için gittiğimde, henüz ben kendisine bir şey sormadan O bana dedi ki: "Ey Vabisa, bana sormak istediğin şe­yin cevabını vereyim mi?" Ben de: "Evet, haber ver ya Rasulallah" dedim. Buyurdu ki: "Sen bana, iyilik ve günahkarlığın ne olduğunu sormaya geldin, değil mi?" Ben de: "Evet" dedim. Buyurdu ki: "İyilik, kalb ve vic­danının rahatça kabul ettiği şeydir; kötülük ve günahkarlık ise, kalb ve vicdanını tırmalayan şeydir. İnsanlar sana aksini söylese de, bu böyle­dir!" [6]

Beyhakî ve Ebu Nuaym îbn-i Ömer'den şu haberi naklederler: "Ben, Peygamberin (s.a.v.) yanında iken iki adam geldi ve soru yöneltmek is­tediler. Peygamberimiz, bu iki adamdan Sakif li olana hitaben dedi ki: "Sormak istediğini sor, istersen sen sormadan ben sana onu haber vere­yim!" Adam: "Ben sormadan, onu bana haber verirsen benim için daha iyi olur" dedi. Peygamberimiz de kendisine: "Sen buraya, geceleri kıldı­ğın namazdan, tuttuğun oruçtan, aldığın gusül abdestinden sormak için geldin" buyurdu. O da: "Evet, seni hak peygamber olarak gönderene ye­min ederim ki bunları sormak için gelmiştim" dedi. Sonra Peygamberi­miz, ensardan olan adama hitaben: "istersen sor, istersen sormak istediklerini sen sormadan ben sana haber vereyim" buyurdu. Adam da: "Ben sormadan haber vermeniz, benim için daha hoştur ya Rasulallah" dedi. Peygamberimiz de kendisine: "Sen buraya, hacc maksadıyla evin­den çıkman], Arafat'taki vakfeni, tıraş olmanı, Beyt'i tavaf etmeni, cemrelere taş atmanı sorman için geldin" buyurdu. Adam "evet" diyerek tasdik etti,"

(Bunun benzeri bir rivayet, Enes hadîsi olarak varid olmuş ve bu rivayet Veda Haccı Bölümünde geçmişti. Yine bu mealdeki bir hadîs, Ebu Nuaym'in Ubadetübnü's-Samit'ten tahriri olarak varid olmuştur.)

Yine Beyhakî Cabir bin Abdullah'ın şöyle dediğini nakleder: "Ada­mın biri Peygamber'e (s.a.v.) gelip: "Ey Allah'ın elçisi, babam benim malımı almak istiyor" diyerek şikayette bulundu. Peygamberimiz de bunun babasını çağırttı. Bu sırada derhal Cebrail gelip: "Bu kişinin ba­bası, buraya gelirken içinden kendi kendine bazı şeyler söyledi" diye haber verdi. Peygamberimiz de, o kişinin yaşlı babasına bunu sordu. O da: "Evet ey Allah'ın elçisi, bu yaşta evladı tarafından peygambere şi­kayet edilen bir kişi olarak kendi kendime söylendim ve bazı dokunaklı şiirleri hatırlayıp efkarlandım" diye itiraf etti. Peygamberimiz ise, bu­nun üzerine kendisini tutamıyarak ağlamaya başladı ve babasını şika­yet eden adama hitaben de: "Haydi git, sen de, senin malın da babana aittir!" buyurdu.

Yine Beyhakî Ali'den şu haberi nakletmiştir: "Ben, Peygamberi-miz'in kızı Fatıma'yı istemiştim. Hizmetçilerimizden biri bana dedi ki:

"Sen, Fatıma'yı isteyenler olduğunu biliyor musun? Niçin, Peygamberi-miz'e gidip de kızı Fatıma'yı ondan istemiyorsun?" Ben de onun bu sözü üzerine Hz. Peygamber'e bu maksatla gittim. Fakat Allah'a yemin ede­rim ki, bir şey demeye kadir olamadım. Peygamberimiz bana sordu: "Ey Ali, niçin geldin?" Ben, susup; bir şey söylemedim. Peygamberimiz tek­rar bana: "Ey Ali, öyle sanıyorum,, ki, sen benden kızım Fatıma'yı iste-miye geldin?" Ben de: "Evet" dedim."

Beyhakî şu haberi de Ebu Said el-Hudri'den nakletmektedir: "Bize, daha önce misli görülmemiş bir şekilde açlık isabet etmişti. Kız karde­şim bana dedi ki: "Peygamber'e (s.a.v.) git, ondan birşeyler iste!" Ben de bu maksatla O'nun huzuruna vardım, vardığımda O hutbe okuyor ve hutbesinde şöyle buyuruyordu:

"Her kim afif kalmaya çalışırsa, Allah da onu afif kılar! Her kim istiğna gösterip kanaat ederse, Allah da onu zengin kılar!" Ben, onun bu şekilde hutbesini duyunca kendi kendime dedim ki: "O, bu sözleriyle herhalde beni kasdetmekte ve bana afif kalmayı tavsiye buyurmaktadır. O halde O'ndan hiçbir şey istemem eliyim! Ve geri döndüm. Durumdan kız kardeşimi de haberdar ettim. O da bana: "Çok isabetli davranmışsın" dedi. Ertesi günü ise, yiyecek bir şeyler bulursam diyerek ağaçlar ara­sında geziniyordum. Derken birden Önümde bazı yahudi paralan gö­ründü. Bunları alıp alış-verişte bulundum ve bu suretle karnımızı doyurduk. Daha sonraları ise, dünyalığımız o kadar genişledi ki, ensar içinde bizden daha zengini yoktu."

(îbn-i Sa'd'ın rivayetlerinden birinde ise: "Allah bana öylesine bol nzıklar verdi ki, hiç bu kadarım ummuyordum" denilmiştir.) [7]

 

Peygamberimizin Münafıkları Haber Vermesi

 

Beyhakî, îbn-i Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.), bir gün bizlere irad buyurduğu hutbesinde dediler ki: "Ey in­sanlar! Sizin içinizden bazıları, gerçekten münafıktır! Şimdi ben, kimin adını söylersem, o kişi muhakkak ayağa kalksın!" Peygamberimiz, böyle buyurduktan sonra, "Ey fülan kalk, ey fülan kalk!" diye bazı isimler söyledi ve bu isimleri saymaya, otuz altıya kadar devam etti." [8]

îbn-i Sa'd, Sabit el-Bünani'den şöyle nakleder; "Münafıklar bir a-raya gelip kendi aralarında bazı konuşmalar yaptılar. Rasulullah (s.a.v.) de buyurdu ki: "İçinizden bazıları, bir araya gelip şöyle şöyle şeyler ko­nuştular. Bu bir münafıklıktır. Binaen aleyh, kalkıp Allah'a tevbe edi­niz! Sizin için ben dahi istiğfar edivereyim." Peygamberimizin böyle buyurmasından sonra, hiç kalkan olmadı. Peygamberimiz de sözünü üç defa tekrar etti ve hiddetlenerek dedi ki; "Ya kalkarsınız, ya da ben siz­leri teker teker isimlerinizle söylerim!" Yine de kalkan olmayınca Pey­gamberimiz: "Kalk ya fülan, kalk ya fülan!" diye onları isimleriyle söyledi. Onlar da utanarak ve yüzlerini örterek ayağa kalktılar." [9]

Ahmed, sahihtir kaydiyle Hakim ve Beyhakı îbn-i Abbas'tan şöyle rivayet ederler: "Bir gün Peygamber (s.a.v.), ashabından bazıları ile, odalarından birinin gölgesinde oturmakta idi. Gölge de çekilmek üze­reydi. Bu sırada buyurdular ki: "Hemen az sonra buraya, şeytanın iki gözüyle bakan bir adam gelecek. Ona hiçbir şey söylemeyiniz!" Az sonra gök gözlü bir adam geldi. Peygamberimiz kendisine dedi ki: "Sen bana hangi sebeble sövmektesîn?" Yine senin gibi yanındaki arkadaşların hangi sebeble bana sövüp durdular?" Adam hiç sesini çıkarmadan o a-damlarm yanma gitti ve onları alarak Peygamberlerimiz'in yanına ge­tirdi. Hep beraber, Peygamberre sövmediklerine dair yemin ettiler. Bu sebeble de aşağıda meali sunulan ayet-i celile nazil oldu:

"Allah onların hepsini dirilttiği gün, size yemin ettikleri gibi, O'na yemin ederler; kendilerine bunun bir yarar sağlıyacağmı sanırlar. Dik­kat ediniz, onlar şüphesiz Yalancılardır." [10]

 

Peygamberimizin İntihar Eden Kişinin Halini Haber Vermesi

 

Beyhakî Cabir bin Semura'dan şu haberi nakletmiştir: "Adamın biri, Peygamber'e (s.a.v.) gelip: "Fülan kişi öldü" dedi. Peygamberimiz de: "O Ölmedi" dedi. Adam ikinci defa tekrarlayıp "fülan kişi Öldü" dedi. Peygamberimiz de: "O ölmedi" buyurdu. Adam, sözünü üçüncü defa tekrarlayınca da Peygamberimiz: "Hayır o ölmedi, intihar etti ~ kendi kendini makasla öldürdü!" buyurdu ve o adamın cenaze namazını kıl­madı." [11]

 

Peygamberimizin, Ebıtd-Derdanın Müslüman Oluşunu Haber Vermesi

 

Beyhakî ve Ebu Nuaym, Cübeyr bin Nüfeyr'den şöyle nakleder: "Ebu'd-Derdâ vaktiyle puta tapardı. Bir gün Abdullah bin Revaha ile Muhammed bin Mesleme Ebu'd-Derdâ'nm evine girip onun putunu kır­mışlar. Ebu'd-Derdâ, evine geldiği zaman vaziyeti görmüş ve: "Sana ya­zıklar olsun, neden kendini onlara karşı müdafa etmedin?" demiş ve doğruca Hz. Peygamber'e giderek islam'ı kabul etmiştir. Bu sırada Ebu'd-Derdâ Hz. Peygamber'in yanma giderken, onun gelmekte oldu­ğunu gören Abdullah bin Revaha: "îşte Ebu'd-Derdâ geliyor, muhakkak o bizi aramaktadır" demiş. Peygamberimiz ise onun ne maksatla geldi­ğini şu sözleriyle haber vermiştir: "Hayır, Ebu'd-Derdâ sizi aramak için değil, müslüman olmak için geliyıor. Çünkü Rabbim bana, onun müslü-man olacağını haber verip müjdeledi .[12]

 

Peygamberimizin, Yemene Yağmur Yağacağını Haber Vermesi

 

Beyhakî îbn-i Abbas'tan şu haberi nakletmiştir: "Bir gün otur­makta iken, bir bulut belirdi ve üzerimize geldi. Bu sırada yanımıza teşrif eden Hz. Peygamber buyurdu ki: "Az önce, yağmur bulutuna mü-vekkel kılman melek bana geldi, selam verdi ve bu bulutu Yemen'deki Sarih adındaki vadiye sevkedeceğini haber verdi" buyurdu. Sonra o ta­raftan gelen birine bu hususu sorduğumuzda o gün oraya yağmur yağ­dığını bize haber verdi."

(Beyhakî, Bekir bin Abdullah el-Müzeni'den gelen mürsel bir ha­berin de bunu te'yid eder mahiyette olduğunu söylemiştir.) [13]

 

Peygamberimizin, Bir Kadına Eliyle Sataşmak İsteyen Adamın Halini Haber Vermesi

 

îbn-i Sa'd, sahihtir kaydiyle Hakim ve Beyhakî Ebu Şehm'in şöyle dediğini naklederler: "Ben, bir gün Medine sokaklarından birinde gi­derken bir genç kadın gördüm, elimi onun göğsüne doğru uzattım. Ertesi günü insanlar, biat etmek üzere Peygamber'in (s.a.v.) huzuruna gitmiş­lerdi. Sıra bana gelince ben de biat etmek üzere Hz. Peygamber'e elimi uzattım. Peygamberimiz ise bana şöyle dedi: "Sen, dün sokakta kadına elini uzatan adam değil misin?" Ben neye uğradığımı bilemedim ve der­hal: "Ey Allah'ın Rasulu, benim biatimi kabul eyle! Allah'a yemin ederim ki, ben bundan ciddi bir şekilde pişmanım ve bir daha böyle yapmıyaca-ğıma dair söz veriyorum!" Peygamberimiz de, benim pişmanlıktaki cid­diyetimi ve samimiyetimi kabul ederek biatimi red eylemedi. "Peki" buyurarak biatimi kabul buyurdu.[14]

 

Peygamberimizin Oruçlu Olduğu Halde Gıybet Eden Kadının Halini Haber Vermesi

 

Beyhakî, Ebu'1-Bahteri'nin şöyle dediğini nakleder: "Diliyle herke­se eza veren bir kadın vardı. Birgün bu kadın, Peygamber'e (s.a.v.) geldi ve akşama kadar kalkıp gitmedi. Peygamberimiz kendisini akşam ye­meğine buyur etti. Kadın: "Olur, sizin sofranızda orucumu açıp iftar et­mem ne şereftir" demek istedi. Peygamberimiz de kendisine: "Sen oruç değildin" buyurdu. Ertesi günü biraz daha diline dikkat eden bu kadın, Peygamberimiz'in yanma geldi ve akşama kadar kaldı. Peygamberimiz kendisini akşam yemeğine buyur ettiği zaman: "Ben bugün de oruç idim" dedi. Peygamberimiz: "Hayır, sen oruç değildin" buyurdu. Kendisine söylenenleri gayet iyi anlıyan bu kadın, ertesi günü de oruca başladı ve dilini kötü sözlerden korumak için çok dikkat etti. Akşam olunca Pey­gamberimiz kendisine: "Buyur bizimle sen de ye!" dedi. Kadın: "Ey Al­lah'ın elçisi, ben bugün de oruç idim" dedi. Peygamberimiz de kendisine: "Evet, sen bugün oruç idin" karşılığını verdi."

(Beyhakî der ki: Ebu'l-Bahteri'den gelen bu rivayet mürseldir.) [15]

Tayalisi, Beyhakî, îbn-iEbu'd-Dünya Enes'in şöyle dediğini rivayet ederler: "Bir gün Peygamber'in (s.a.v.) insanlara, o gün muhakkak o-ruçîu olmalarım ve kendisinden bir emir gelmedikçe oruçlarını açma­malarını söyledi, insanlar da oruca başladılar. Adamın biri, Hz. Peygamber'e gelip: "Ey Allah'ın elçisi, bana izin ver de orucumu açayım" diyor, Hz. Peygamber de izin veriyordu. Derken adamın biri de gelip şöyle dedi: "Ey Allah'ın elçisi, senin ehlinden iki kadın oruç tuttular, şimdi iftar etmeleri için sizden izin istiyorlar; kendileri izin istemeye çekiniyorlar" dedi. Peygamberimiz ise, onlar hakkında izin vermekten imtina etti. Adam tekrar ricada bulundu ise de, Peygamberimiz arkasını döndü ve izin vermedi. Adam ricasını bir daha tekrarlayınca Peygam­berimiz de: "Onlar bugün oruç tutmuş değillerdir! Akşama kadar in­sanların etini yiyen (gıybet eden) kimseler nasıl oruç tutmuş olabilirler? Sen şimdi onlara git, eğer onlar oruç tuttuk diyorlarsa, yediklerini çı­karsınlar!" buyurdu. Adam gidip Peygamberin sözünü onlara nakletti. Onlar da yediklerini çıkarmaya çalışınca, ağızlarından yere birer kan pıhtısı çıkardılar. Adam derhal Hz. Peygamber'e gelip durumu haber verdi. Peygamberimiz de bu münasebetle; "Varlığım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu çıkardıkları midelerinde kalsaydı, ateş onları yer bitirirdi" buyurdu [16]

Ahmed, Ebu Yâlâ, Beyhakî ve îbn-i Ebu'd-Dünya, Rasulullah'vn (s.a.v.) azadlısı Ubeyd'den şu haberi nakletmişlerdir: "iki kadın oruç tutmuşlardı. Adamın biri Hz. Peygamber'e gelip: "Ey Allah'ın Resulü, şurada iki kadın var, niyetlenip oruç tutmuşlar, fakat şimdi onlar su­suzluktan helak olmak üzerelerdir" dedi1. Peygamberimiz de: "Haydi on­ları bana çağır!" buyurdu. Kadınlar geldiler. Hz. Peygamber bir su kabı getirtti ve onlara bu kabın içine tükürmelerini söyledi. Birisi tükürdü, içindekini çıkararak kabın yansını kan ve irinle doldurdu. İkincisi de i-çindekini çıkardı ve kabı sonuna kadar kan ve pıhtı ile doldurdu. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "İşte bunlar, Allah'ın kendilerine helal kıldığı şeylerden oruç tutmuşlar, fakat haram kıldığı şeylerden oruç tutma­mışlardır! îkisi bir araya gelince insanları gıybet etmiye başlamışlar, oruç tutacakları yerde insan eti yemişlerdir!" buyurdu.

Yine Ebu'd-Dünya, tek başına Aişe'den şu haberi nakleder: "Bir gün ben, Peygamberin (s.a.v.) yanında bulunuyordum. Derken oradan bir kadın geçti. Ben: "Gerçekten bu kadının eteği uzunmuş" dedim. Hz. Peygamber bana hitaben: "Haydi tükür, ağzmdakini dışarı çıkar!" bu­yurdu. Ben de tukurdum. Ağzımdan dışarı bir et parçası çıktı." [17]

Ziya el-Makdisi el-Muhtare adındaki eserinde Enes'ten şöyle rivayette bulunur: "Arab'ın adeti, yola çıktıkları zaman birbirlerine hiz­met edip yardımcı olmak idi. Ebu Bekir ile Ömer'in de kendilerine hiz­met eden bir adamları bulunurdu. Bir sefer sırasında Ebu Bekir ve Ömer, uyuyup istirahat ettiler. Uyandıkları zaman ise yemekleri hazır değildi. Baktılar, hizmetçileri uyumaktadır. Onun hakkında "uykucu adam" dediler ve onu uykudan uyandırdılar. Kendisine hitaben: "Haydi Hz. Peygamber'e git, bizim için bir miktar yiyecek isteyip getir!" dediler. O da gidip Peygamberimiz'e durumu söyledi. Peygamberimiz de buyurdular ki: "Onlar, azıklarım yediler." Adam oradan ayrılıp Ebu Bekr ve Ömer'in yanına geldi ve haklarında Peygamberimiz'in söylediğini onlara aktardı. Onlar da doğruca Hz. Peygamber'e gelerek, herhangi birşey ye­mediklerini söylediler. Peygamberimiz ise kendilerine: "Din kardeşleri­nin gıybetini yaparak onun etini yemiş olduklarını" haber verdi ve şu hadîsini oracıkta irad buyurdu:

"Varlığım elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, ben şimdi siz­lerin yemiş olduğunuz eti, ön dişlerinizin arasında görmekteyim!" Ebu Bekir ve Ömer de bunun üzerine cidden pişman oldular ve Hz. Peygam­ber'e kendileri için istiğfar edivermesini rica ettiler. Peygamberimiz de onlara: "Gıybetinde bulunduğunuz din kardeşinize rica ediniz, sizin için o istiğfar ediversin!" buyurdu."

(Sahihtir kaydıyla Hakim'in Zeyd bin Sabit'ten naklettiği haber de aynı konudadır.)

Taberânl sahih bir senedle Ebu Mes'ud'dan şöyle rivayette bulu­nur: "Bir savaş sırasında bizler, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte bulunu­yorduk. Müslümanlara Öylesine şiddetli bir açlık çattı ki, müslümanlar kederli, münafıklar ise sevinçli idiler. Durumu gören Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah'a yemin ediyorum ki, Güneş batmadan Al­lah sizin rızkınızı gönderecektir!" Osman bin Affan, Allah ve Rasulu'nun sözünde gerçek olduklarına dair büyük güveni ve imanı ile hareket ede­rek, yiyecek yüklü on dört deve satın aldı ve bunlardan dokuzunu Hz. Peygamber'e takdim etti. Bu olay dolayısıyla da bütün müslümanlar sevindiler. Münafıklar ise üzüldüler. Peygamber (s.a.v.) ise bu sırada ellerini iyice yukarı kaldırmış bir vaziyette Osman bin Affan için hayır dualar etti. Öyle ki, daha önce herhangi bir kimse için bu derece bir du­ada bulunduğunu görmemiştik." [18]

îbn-i Sa'd Ebu Abdurrahman el-Cükeni'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Bizler, Peygamber'in (s.a.v.) yanında iken, ileriden iki atlı görün­dü. Peygamberimiz buyurdular ki: "Bu gelenler, Kindeli, Müzhıc kabi­lesinden iki adamdır!" Sonra bu iki atlı geldiler. Gerçekten, Peygamberimiz'in haber verdikleri gibi Müzhıc'li iki kişiydiler ve hiç duraklamaksızm biat edip müslüman oldular." [19]

 

Gaybî Haberlerle İlgili Mucizelerden Bazıları

 

Sahihtir kaydiyle Hakim îbn-i Mes'ud'un şöyle dediğini nakleder: "Birgün bizler, Peygamber'in (s.a.v.) yanında idik. Peygamberimiz bu-yurdulr  ki:

"Az sonra ehl-i cennetten olan bir adam buraya gelecektir!"

Peygamberimiz böyle buyurdu, az sonra da Ebu Bekir çıkageldi. Selam verdi ve oturdu. [20]

îmam-ı Ahmed, Amr Îbnü'l-As'ın şöyle dediğini rivayet eder: "Pey­gamber (s.a.v.) buyurdu: "îşte şu kapıdan ilk girecek olan zat, cennet ehlindendirî" O'nun böyle buyurmasından sonra Sa'd bin Ebu Vakkas kapıdan içeri girdi."

Ebu Yâlâ, îbn-i Adiyy, Beyhaki ve îbn-i Asâkîr îbn-i Ömer'den şu haberi verirler: "Bizler, Peygamber'in (s.a.v.) yanında oturuyorduk. Peygamberimiz bu sırada buyurdu ki: "Şu kapıdan, az sonra cennetlik­lerden biri içeri girecektir!" Peygamberimiz'in böyle buyurmasından az sonra, Sa'd bin Ebu Vakkas içeri girdi." [21]

Ahmed, Bezzâr, Taberânî Cabir bin Abdullah'ın şu haberini nak­lederler: "Bir gün Peygamber (s.a.v.), Sa'd bin el-Rebi'i ziyarete gitmişti. Peygamberimiz oturduğu zaman, bizler de O'nun etrafına oturduk. Bu sırada Efendimiz buyurdular ki: "Şimdi buraya cennetliklerden biri ge­lecektir!" Baktık Ebu Bekir geldi. Sonra Peygamberimiz yine Öyle bu­yurdular. Bunun üzerine de Ömer geldi. Peygamberimiz yine böyle buyurdular, az sonra da Osman geldi. Sonra yine Peygamberimiz: "Az sonra buraya cennetliklerden biri gelecektir! Ey Allah'ım, bu gelecek o-lanı dilersen Ali eylersin!" buyurdu. Az sonra da Ali çıkageldi. [22]

Taberânî, Ebu Rafi'in hanımı Selma'dan şu haberi nakletmektedir: "Bir gün ben, Peygamber'in (s.a.v.) yanında bulunuyordum. Peygambe­rimiz bu sırada buyurdu ki: "Az sonra, muhakkak cennetliklerden bir adam buraya gelecektir!" Derken ben ayak sesleri duymaya başladım.

Bu ayakların sahibi Ali idi ki, çok geçmeden oraya teşrif etmiş oldular."

îbn-i Sa'd, Abdurrahman hin Sabit'ten şu haberi verir: "Bir gün Peygamber (s.a.v.), Kelb kabilesinden bir kadını istetti. Bu maksadla kadım görmesi için Aişe'yi göndermişti. Aişe, gidip kadını gördü ve dön­dü. Dönüşünde Hz. Peygamber ona sordu: "Ey Aişe, sen o kadını nasıl gördün?" dedi. Aişe ise verdiği cevabta: "Ben o kadını güzel görmedim" dedi. Peygamberimiz de Aişe'ye dedi ki; "Sen o kadının yanağında bir ben gördün ve bu sırada onun güzelliğinden dolayı ürperdin değil mi?" buyurdu. Aişe de bunun üzerine: "Ey Allah'ın Resulü, bir şeyi sizden saklamak mümkün olmuyor" demek zorunda kaldı." [23]

(Hatıb, îbn-i Asâkîr, îbn-i Sabit tarikiyle Aişe'den şu haberi verir­ler: "Peygamber (s.a.v.) beni, nikahına almak istediği bir kadını görmem için göndermişti. Ben de dönüşümde, o kadını beğenmediğimi söylemiş­tim. Peygamberimiz ise bana: "Sen, o kadının yanağında bir ben gördün ve onu gördüğün sırada kıskandın da başındaki saç örgülerin titredi!" buyurdu. Ben de kendisine durumu itiraf ederek: "Ey Allah'ın Resulü, bir şeyi sizden gizlemeye kimin gücü yeter ki?" cevabını verdim.")

Ebu Yâlâ sahih bir senedle Enes'in şöyle dediğini nakleder: "Pey­gamber (s.a.v.), öfkeli olarak evinden çıktı ve insanlara şöyle hitab etti: "Bugün sizler ne sorarsanız sorunuz, muhakkak onun cevabını verece­ğim!" Biz bu sırada, Cebrail (a.s.)'ın O'nunla beraber olduğu kanaatinde idik. İçimizden Ömer dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, bizler cahiliye dev­rinden yeni çıkmış bulunuyoruz. Sen, bizim kurs urlarımıza bakma, biz­leri affet, Allah da Senden yana bağışlamada bulunsun!" [24]

Yine Ebu Yâlâ, fena olmayan bir senedle îbn-i Ömer'den şu haberi nakleder: "Ben, Peygamber'in (s.a.v.) şöyle dediğini işittim: "Kureyş'ten şu topluluk, insanlar kendilerini dinden menetmediği müddetçe huzur ve güven içinde bulunacaktır!" Bu sırada adamın biri: "Ey Allah'ın elçisi, ben cennetlik miyim, yoksa cehennemlik miyim?" diye sordu. Peygam­berimiz kendisine: "Sen cennetliksin" dedi. Sonra bir başkası ayağa kalkıp: "Ben cennetlik miyim, yoksa cehennemlik miyim?" dedi. Pey­gamberimiz de: "Sen cehennemliksin" buyurdu. Sonra yine buyurdular ki: "Ey nas, ben sizlere bir şey sormadıkça, siz de bana bir şey sormayı­nız! Eğer, cenazelerinizi defnedecek kimseler bulunmayacak şekilde he­lak olmanızdan korkmasam, kimlerin cehennemlik olduğunu sizlere bir bir haber verirdim. Ben, bunu haber vermekle emrolunsaydım, muhak­kak haber verirdim!"

Deylemi îbn-i Ömer'den şöyle rivayet eder: "Yemen'de zuhur eden yalancı peygamber Esved el-Ansi'nin öldürüldüğü gün, Peygamber'e (s.a.v.) semadan haber geldi. Bunun üzerine, O, dışarı çıkıp ashabına hitaben: "Bu gece Esved katledildi, onu mübarek bir ev halkından mü­barek bir adam katletti!" buyurdu. Ashab: "Onu kim katletti?" diye sor­du. Peygamberimiz de: "Onu Firuz katletti!" buyurdu. [25]

Hafız Abdul-Ganiyy bin Said, el-Mübhemat adlı kitabında Med-luk'tan şöyle rivayet eder: "Damdam bin Katade'nin bir oğlu dünyaya gelmişti. Çocuğun rengi siyahtı. Çocuğun anası ise Ücel Oğullarındandı. Damdam, durumdan kuşkulanarak Hz. Peygamber'e şikayete geldi. Peygamber (s.a.v.) de kendisine dedi ki: "Senin deven var mıdır?" O: "Evet" dedi. Peygamberimiz: "Devenin rengi nedir?" dedi. O: "Kırmızı-siyah" dedi. Peygamberimiz: "Bu karışık renkler ona nereden gelmiştir?" dedi. O da: "Bir damar çekmiştir" dedi. Peygamberimiz de ona: "Öyleyse senin yeni doğan çocuğunda da bir damar çekmiştir" buyurdu.

Medluk der İd: "Daha sonra çocuğu doğuran kadının kabilesi olan Ücel Oğullarından bazı yaşlı kadınlar geldiler ve bu kadının ninesinin siyah olduğunu haber verdiler."

(Bu hadîsin aslı, Buharı, ve Müslim'de Ebu Hüreyre'den rivayet edilmiştir.)

îbn-i Asâkır Ebu Hüreyre'den nakleder: "Bir adam vardı. Pek hayır işlemez, çok amelde bulunmaydı. Derken bu adamcağız vefat etti. Pey­gamber (s.a.v.) de buyurdu ki: "Biliyor musunuz, Allah o adamı cenneti­ne koydu." İnsanlar bundan hayrete düştüler. İçlerinden biri kalkıp evine gitti ve hanımına, onun Allah için olan amelinden sordu. Kadın da dedi ki: "Onun fazla bir ameli yoktu. Fakat o,.müezzinin ezan okuduğu­nu her duyuşunda, müezzinle beraber ezanı takib eder, müezzinin söy­lediklerini söylerdi.1' Vefat edenin hanımından bu bilgiyi alan adam, durumu haber vermek üzere Peygamberimiz'in bulunduğu yere doğru gelirken, Peygamberimiz'in münadisi, Peyganıberimiz'den alman bu husustaki bilgiyi, bu gelen adama duyurmak üzere bağırdı: "Ey kişi, sen durumu sormak üzere merhumun evine gittin, onlara merhumun ame­lini sordun, onlar da sana şöyle şöyle söylediler" dedi. Gelmekte olan adam da: "Elbette ben şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın elçisidir!" diyerek karşılık verdi." [26]

 

Peygamberimizin Bazı Olacak Şeyleri Olmadan Önce Haber Vermesine Dair Mucizeler

 

Müslim Huzeyfe'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (s.a.v.) bana, kıyamete kadar olacak şeyleri söyleyip haber verdi." [27]

Buhari ve Müslim diğer bir tarik ile yine Huzeyfe'den şöyle nakle­derler: "Bir gün Peygamber (s.a.v.) bize karşı hutbe irad etti ve bu hut­besinde kıyamete kadar olacak her şeyi haber verdi. Tabii, bunları aklında tutan tuttu, tutamıyan da unuttu. Bu haber verilen şeylerden bazısı, haber verildiği şekilde zuhur eder, ben ise onun haber verilmiş olduğunu unutmuş olurum. Fakat o şey vukua gelince, vaktiyle bize haber verilmiş olduğunu derhal hatırlarım. Nasıl ki bir adam, tanıdığı bir kişiyi uzun müddet görmeyince unutur, fakat onunla karşılaşıp da kendisini gördüğü zaman derhal onu tanır." [28]

Müslim Ebu Zeyd'den şu haberi nakleder: "Peygamber (s.a.v.) bize sabah namazını kıldırdıktan sonra minbere çıkıp hutbe irad eyledi. Bu hutbesinde pek çok şeyler anlattı ve hutbesini öğle vaktine kadar devam ettirdi. Sonra minberden inip namaz kıldırdı. Sonra yine minbere çıkıp ta Güneş batıncaya kadar hutbesini devam ettirdi. Olmuşu ve olacağı bizlere haber verdi. Şimdi bunları en iyi aklında tutan kimseler, bizim en alimi erimizdir"

Ahmed, îbn-i Sa'd, Taberânî, Ebu Zerr'den şu haberi naklederler: "Rasulullah (s.a.v.) Allah'ın elçiliği görevini öylesine ifa etmiştir ki; gökte kanad çırpan bir kuşun halinden bile bize bilgiler vermiştir!" [29]

 (Ebu Yâlâ, îbn-i Meni' ve Taberânî, bu mealdeki bir haberi Ebu'd-Derdâ'dan nakletmişlerdir.)

îmam-ı Akmed, Tarihinde, Buhari, Taberânî, Muğire bin Şube'den şu haberi nakletmişlerdir: "Peygamber (s.a. v.) kalkıp bizlere bir hutbe irad etti, kıyamete kadar ümmetinde vukua gelecek olan -fitne ve büyük olay­ları- haber verdi. Bunları aklında tutabilen tuttu, unutan da unuttu."

Taberânî îbn-i Ömer'in şöyle dediğini haber vermektedir: "Pey­gamber (s.a.v.) buyurdu: "Gerçekten Allah, dünyayı kaldırıp bana gös­terdi. Dünyada kıyamete kadar olacak şeyleri (en büyük ve mühim olanİarını) gözümün Önüne getirdi de ben de bunlara bakıp bilgi edin­dim. Allah bu bilgileri bana, daha önceki peygamberlerine tecelli ettir­diği gibi tecelli ettirdi." [30]

Ahmed, Semura bin Cündüb'ten şu haberi nakletmiştir: "Bir defa­sında güneş tutulmuştu. Peygamberimiz de kalkıp bu münasebetle na­maz kıldı, sonra şöyle buyurdu: "Ben şu namaz kıldığım makamda, sizlerin dünyada ve ahirette karşılaşacağınız şeyleri gördüm. Bunları bana, Allah gösterdi.11 [31]

 

Peygamberimizin, Ümmeti Ve Ashabı Üzerine Dünya Nimetlerinin Açılacağını, Çoğalacağını; Hasedleşmeve Katillerin Zuhur Edeceğini Haber Vermesi

 

Müslim, Ebu Said'den şu hadîs-i şerifi nakletmiştir:

"Dünya, hakikaten tatlı ve güzeldir (nefisler onun tatlılığına, zinet ve güzelliğine meyillidir). Allah ise, sizlerin nasıl amel edeceğine bakması için dünyada size Ömür ve fırsatlar verecektir. O halde sizler, dünyadan ye dünyanın en büyük fitnesi olan kadınlardan sakınınız! Sizden önce İsrail Oğullarının ilk fitnesi de kadınlar hakkında olmuştur."

Buhari ve Müslim Amr bin Avftan ittifakla şu hadîsi rivayet et­mişlerdir: "Vallahi ben, sizin hakkınızda fakirlikten korkmuyorum! Fa­kat ben sizin hakkınızda dünya nimetlerinin bollaşmasından korkup endişe ediyorum. Öyle ki, dünya sizden evvelkiler üzerine genişlemiş, onları bu hususta rağbet ve rekabete düşürüp helak etmişti. îşte benim korkum dünya rağbet ve rekabetinin sizleri de bu duruma düşürüp he­lak etmesidir!" [32]

Yine Buhari ve Müslim Cabir'den şu hadîsi rivayet ederler: "Rasu-lullah (s.a.v.) buyurdu: "Şimdi sizin evlerinizde yumuşak döşekleriniz, kıymetli yaygılarınız var mıdır?" Ben: "Ey Allah'ın Resulü, bizim böyle şeylerimiz nereden olacak?" dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz: 'Takın bir gelecekte, sizin böyle şeyleriniz olacaktır!" buyurdu ve şunları ilave etti: "Bugün ben hanımıma: "Hanım, şu yaygım buradan çek!" di­yorum. Fakat yakın bir gelecekte sizler: "Peygamberimiz bizlere, yakın­da sizlerin yumuşak döşekleriniz, kıymetli yaygılarınız olacaktır" demişti, diyeceksiniz!"

Ahmed, sahihtir kaydiyle Hakim, Beyhakî, Talka el-Nadri'den şu haberi nakletmişlerdir: "Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Yakında öyle bir zamana yetişeceksiniz ki; o zamanda üzerinize dünya nimetleri pek ge­nişleyecek! Öyle ki, sofralarınıza yemek tepsilerinin biri konulup diğeri kaldıracak ve o zamanda sizler, Kabe örtüsü gibi kıymetli ve renk renk elbiseler giyeceksiniz." Oradakiler elediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, bizler bugün mü daha hayırlı, yoksa o gün mü daha hayırlı olacağız?" Pey­gamberimiz de şu karşılığı verdiler: "Sizler bugün daha hayırlı durum­dasınız! Zira bugün sizler birbirlerinizi seviyor, sayıyorsunuz! O gün ise sizler, birbirlerinizi sevmeyecek üstelik düşman olacaksınız. Kiminiz kiminizin boynunu vurup öldürecektir." [33]

Ebu Nuaym, Abdullah bin Zeyd'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Bir gün beni bir ziyafete davet ettiler, ben de gittim. Fakat ziyafet evinin duvarlarının örtüler konularak süslenmiş olduğunu gördüm. Derhal o-turduğum yerden kalkıp çıktım ve ağlamaya başladım. Benim bu duru­mumu gören ve soranlara karşı dedim ki: "Kendimi tutamayıp ağladım işte. Zira sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardı:

"Dünya size sokulacak, yanaşacaktır! Halbuki sizler bugün daha hayırlı durumdasınız. Yakında sabah yediğinizi, öğleden sonra yemiye-ceksiniz. Sabah bir türlü, öğleden sonra bir türlü giyineceksiniz. Evleri­nizi, Kabeyi örtercesine Örtüp süsleyeceksiniz."

"Söyleyin bakalım ey arkadaşlar, şimdi ben ağlamıyayım mı? Göz­lerimle gördüm ki, aynen Efendimiz'in haber verdikleri şekilde, Kabeyi Örtercesine evlerinizi örtüp süslemişsiniz!"

Yine Ebu Nuaym îbn-i Mes'ud'dan şu haberi vermektedir: "Adamın biri Peygamber'e (s.a.v.) gelip dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, kıtlık bizleri yiyip tüketti!" Peygamberimiz de şu karşılığı verdi: "Ben sizin hakkı­nızda kıtlıktan değil, dünya nimetlerinin üzerinize bolca dökülmesinden daha çok korkmaktayım! Keşke benim ümmetim, altın ile süslenmesey-di!"[34]

(Bu hadîsin bir benzerini Ebu Nuaym Ebu Zerr ve Huzeyfe'den rivayet etmiştir.)[35]

 

Peygamberimizin Hıra Şehrinin Fethini Haber Vermesi

 

Buhari Tarih'inde, Taberanı, Beyhakı ve Ebu Nuaym, Evs bin Ha­rise bin Lam'ın oğlu Harim'den şu haberi nakletmişlerdir: "Peygam-ber'in (s.a.v.) Tebük'ten döndüğü sırada, hicret edip kendisine gittim. Bu sırada Efendimiz buyurdu ki: "İşte, beyaz köşkleriyle meşhur el-Hira şehri! Bana kaldırıp gösterildi, tşte şu da Nüfeyle-i Ezdiye'nin kızı Şey-ma! Kırçıl katıra binmiş, başını da siyah bir Örtü ile örtüp bürünmüş." Ben de dedim ki: "Ey Allah'ın elçisi, eğer bizler Hira'nın fethinde bulu­nur, oraya girer ve Şeyma'yı da sizin şimdi vasfettiğiniz gibi bulursam, izin veriniz de o benim olsun!" Peygamberimiz de: "Peki senin olsun!" buyurdu.

Ebu Bekir'in halifeliği zamanında, Müseylimetü'l-Kezzab fitnesini bertaraf ettikten sonra Hira'nın fethine yöneldik ve Allah'ın izniyle ora­sını feth ettik. Şehre girer girmez bizi ilk karşılayan, aynen Peygambe-rimiz'in buyurdukları gibi Şeyma bint-i Nüfeyle oldu. Ben dedim ki: "Bu benimdir. Onu bana Peygamberimiz hibe etmiştir!" Kumandanımız Ha-lid bin Velid, bana bunun böyle olduğunu isbat etmemi istedi. Ben de kendisine durumu isbat ettim. Bunun üzerine onun benim olmasını, Halid bin Velid de kabul etti. Benim, bunun böyle oluşunu isbat edişim ise: Muhammed bin Mesleme ile Muhammed bin Bişr'in, bu husustaki şehadetleri idi. Her ikisi de ensardan olan bu zatlar, bunu isbat eden kişilerdi. Derken Şeyma'nm oğlan kardeşi geldi ve onu kendisine teslim etmemi istedT Ben de kendisine: "On kerre yüz dirhem verirsen, onu sana teslim ederim" dedim. O da bana bin dirhem teslim etti ve esir dü­şen kardeşini kurtardı. Yanımdakiler bana dediler ki: "Eğer ondan yüz bin dirhem isteseydin, muhakkak bunu sana verecekti" dediler. Ben de dedim ki: "Ben, on kerre yüz dirhemden daha fazla bir sayı bilmediğim için, ancak bu kadar istedim. Eğer fazlasını bilseydim isterdim."[36]

 

Peygamberimizin, Yemen, Şam Ve Irak'ın Fethini Haber Vermesi

 

Buharı ve Müslim, Süfyan bin Ebu Züheyr'den şu haberi nakle­derler: "Ben, Peygamber'in (s.a.v.) şöyle dediğini işittim: "Çok geçmez Yemen fetholunur! Bazı kimseler de, Medine kendileri için daha hayırlı olduğu halde çoluk çocuğunu alarak oraya yerleşirler. Sonra Şam dahi fetholunur. Bazı kimseler de çoluk-çocuğunu ve kendilerine itaat eden kimseleri alarak Şam'a yerleşirler. Halbuki bilseler, Medine kendileri için daha hayırlıdır. Sonra Irak da fetholunur. Bazı kimseler de çoluk-çocuğunu alarak ve kendilerine itaat eden kimseleri de peşlerine taka­rak oraya yerleşirler. Halbuki bilseler Medine kendileri için ne kadar hayır hdır."

Sahihtir kaydiyle Hakim ve Beyhakî Abdullah bin Havle el-Ezdi'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (s.a.v.), bir defasında şöyle buyurdular: "Sizler yakında bir bölük asker olarak Şam'a yine bir bölük asker olarak Irak'a bir bölük asker olarak da Yemen'e gidip yerleşirsi­niz." Ben dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, benim için hangisini tercih e-dersiniz." Peygamberimiz de: "Senin için Şam'ı tercih ederim."

İbn-i Sa'd, Sa'd bin ibrahim'den nakleder. O şöyle demiştir: "Bana Abdurrahman bin Avf söyledi: Peygamber (s.a.v.), Şam'daki el-Selil de­nilen yeri ikta1 edip ona vermiş. Fakat bu hususta kendisine bir yazı vermeden Hz. Peygamber vefat etmiştir. Peygamberimiz ona bunu, sa­dece: "Allah, biz müslümanlara Şam'ın fethini müyesser buyurduğu za­man, oradaki el-Selil denilen yer senindir" demek suretiyle ikta' eylemiştir." (Ve bu suretle de Şam'ın fethedileceğim haber vermiştir.) [37]

 

Peygamberimizin, Kudüs'ün Ve Etrafının Fethedileceğini Haber Vermesi

 

Buharı, sahihtir kaydiyle Hakim, Avf bin Mâlik bin el-Eşcai'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Rasulullah bana buyurdu: "Kıyamet kop­madan önce, onun alametlerinden olarak şu altı şey zuhur eder: Bir; Büyük çapta Ölümler. İki; Kudüs'ün fethi. Ûç; Koyun sürülerini kırdığı gibi insanları kıracak olan göğüs hastalığı. Dört; Malın son derece bol­laşması. O derecede ki, kişiye yüz altın verildiği zaman bile "bu da bir şey mi?" diyerek kızacaktır. Beş; Arab'ın her evine girecek olan çok yay­gın bir fitne. Altı; Sizlerle Asfer oğulları (Rumlar) arasında varılacak olan bir sulh andlaşması. Fakat onlar sonunda bu andlaşmalarma hi-yanet ederek sekiz bölüğe ayrılmış askerler halinde gelirler ve size sal­dırırlar. Bu sekiz bölükten her birinde on iki bin asker bulunur. (Ve ülkenizi dokuz ay kadar işgal ederler).

Vaktaki Imvas Vebası zuhur etti, bazıları dediler ki: Avf bin Mâlik Muaz'a hitaben: "Ey Muaz, ben işittim ki, Peygamber (s.a.v.): "Kıyamet kopmazdan önce, onun alametlerinden olarak altı şey zuhur edecektir" buyurmuştu, işte bu aitı şeyden olarak, pek çok kimselerin öldüğü şu Imvas vebası zuhur etmiştir. Hatta bu alametlerden diğer ikisi daha zuhur etmiş bulunuyor. Sen acaba bu hususta ne dersin?" Bunun üzeri­ne Muaz da dedi ki: "Şüphesiz bunların her birinin müddeti ve zamanı vardır. Ben derim ki, beş alamet vardır ki onların gölgesi üzerinize düş­müş bulunmaktadır. Her kim bunlardan birine yetişecek olursa ve ölü­mü tercih durumunda da kalırsa, hiç durmasın tercih etsin! işte bu cümleden olarak: İnsanlar minberler üzerinde birbirine lanet okuyacak, Allah'ın verdiği mal yalan üzere dağıtılacak, binalar yükseltilecek, hak­sız yere kanlar dökülecek, akrabalık bağları kesilecektir." [38]

İbn-i Sa'd Zi'l-Esâbi'den şu haberi nakletmiştir: "Bir gün Hz. Pey-gamber'e: Ey Allah'ın elçisi, ben senden sonraya kalıp o günleri görecek olursam, bana nerede ikâmet etmemi emredersiniz?" diye sordum. Pey­gamberimiz de bana: "Beytü'l-Makdis'e in, orada otur! Ümîd edilir ki, Allah senin neslinde bu mescid'e hizmet edecek evladlar nasîb eder." [39]

 

Peygamberimizin Mısır’ın Fethini Ve Orada Olacak Olayları Haber Vermesi

 

Müslim Ebu Zerr'den şöyle rivayet etmiştir: "Peygamber (s.a.v.): "Sizler yakında insanların alış-veriş muamelelerini Kîrât demlen pa­rayla yaptıkları bir ülkeyi fethedeceksiniz. Ben sizlere, oranın halkına hayır ve iyilik yapmanızı tavsiye ediyorum. Çünkü onların, sizin himayenizde olmaları ve îbrâhîm (a.s.)'dan gelen bir akrabalık hakları bulunacaktır. Ayrıca sizlere bir tavsiyem daha olacaktır: Eğer sizler iki kişinin bir kerpicin bulunduğu yerde birbiriyle vuruştuklarını görürse­niz, biliniz ki orada fitne başlamıştır ve siz orasını terkediniz."

(Denildi ki: Birgün Ebu Zer, Rabia ile Abdurrahman biu Şurah-bil'in bir kerpicin bulunduğu yerde birbiriyle dövüştüklerini gördü ve bu sebeble orayı terketti.)

Beyhakî ve Ebu Nuaym Ka'b bin Mâlik'ten şöyle naklederler: "Ben Peygamber'in (s.a.v.) şöyle dediğini işittim: "Sizler Mısır'ı fethettiğiniz şamarı orasının halkı olan Kıbtüere iyi muamele ediniz. Zira onların hem zimmet, hem de yakınlık hakları vardır."

(Peygamberimiz, bu yakınlık haklaxi ile, îbrâhim (a.s.)'m zevcesi ve Ismâîl (a.s.)'ın anası Hâcer validemiz ile Peygamberimizin oğlu İbrahim'in Mısırlı anası Mâriye validemizi kasdetmektedir.)

Ebu Nuaym, Ümmü Seleme'den ise şu haberi vermektedir: "Pey­gamber (s.a.v.) vefatı sırasında buyurdular ki: "Mısır Kıbtîleri hakkında Allah'tan korkunuz, Allah'tan korkunuz! Zira sizler yakında orasını fet­hedeceksiniz. Onlar da sizlere Allah yolunda hayırlı destek ve yardım­cılar olacaktır."

Müslim Ebu Hüreyre'den şöyle rivayet eder: "Resûlullah (s.a.v.) buyurdu: "Irak dirhemini ve kafîzini (ölçeğini) menetti, Şam da dinarını ve ölçeğini esirgedi, Mısır dahî parasını pulunu menetti. Sizler, başladı­ğınız yere döndünüz (yâni döneceksiniz)."

 (Yahya bin Adem der ki: Peygamberimiz bu hadislerinde, Kafîz ve Dirhem isimlerini, Hz. Ömer zamanında bunlar konulmazdan önce zik­retmiş oldu ki, bu da olacak bir şeyi, olmazdan önce haber vermesidir ve bir mucizedir.)

îmâm-ı Şafiî el-Ümm adlı kitabında Hz. Aişe'nin şöyle dediğini kaydetmiştir: "Resûlullah (s.a.v.), Medine ehli için Züî-Huleyfe'yi; Şam'lılar, Mısırlılar ve Mağribliler için de Cuhfe'yi ihrama girilecek yer olarak tâyîn etti." [40]

 

Peygamberimizin Deniz Savaşına Çıkacak Gâzîleri Ve Ümmü Haramin Da Onlardan Olacağını Haber Vermesi

 

Buharî ve Müslim Enes'in şöyle dediğini haber verirler: "Bir gün Peygamber (s.a.v.), Ümmü Harâm'm yanma gittiler ve orada uyudular. Uyandığı zaman gülüyordu. Ümmü Haram dedi ki: "Ey Allah'ın elçisi, gülmenizin sebebi nedir?" Peygamberimiz de şöyle karşıladı: "Ümme­timden bazı kimseleri gördüm, gemilere binip kendilerini Allah yoluna vermişler ve denizin ortasına açılmışlar gidiyorlar." Ümmü Haram da der ki: "Ey Allah'ın elçisi, Allah'ın beni de onlardan kılması için dua e-diver!" Peygamberimiz, Ümmü Haram'm da onlardan olması için dua e-diverdi. Sonra başını yere koyup yine uyudu. Sonra uyandığı zaman yine gülüyordu. Ümmü Haram da sordu: "Gülmenizin sebebi nedir ey Al­lah'ın Resulü?" Peygamberimiz de aynı cevabı verdiler. Ümmü Haram, yine dayanamayıp: "Ey Allah'ın Resulü, Allah'a dua ediver de beni de onlardan eylesin!" Bunun üzerine Peygamberimiz buyurdu: "Ey Ümmü Haram, sen ilk, denizde savaşa çıkanlardansın!"

Muâviye zamanında düzenlenen ilk deniz seferine Ümmü Haram, kocası Ubâde bin Sâmit ile birlikte katıldı. Savaş bittikten sonra dönüş hazırlığı yaptıkları sırada, Ümmü Haram'm üzerine binmesi için bir hay­van takdim ettiler. Üzerinde Ümmü Harâm'ı taşıyan hayvan, ansızın tö­kezleyip onu yere düşürdü ve o bu sebeble orada (Kıbrıs'ta) vefat etti."

Buharî Umeyr bin el-Esved'den şu hadîsi rivayet eder: "Ümmü Haram'm bize anlattığına göre, o Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurdu­ğunu duymuştur: "Ümmetimden deniz harbine çıkan ilk ordu, muhak­kak kendilerine (cenneti) gerekli kılacaklardır!"

Ümmü Haram der ki: "Ben: "Ey Allah'ın Resulü, ben onlardan mı­yım?" diye sordum. Peygamberimiz de: "Evet, sen de onların içinde ola­caksın" buyurdu.  Sonra şöyle buyurdu:  "Kayser'in (Rum Kiralının)

şehrine ilk gazaya giden ordu da, muhakkak Allah'ın mağfiretine maz-har olacaktır!" Bunun üzerine ben yine sordum ve: "Ey Allah'ın Resulü, bunlar içinde ben de olacak mıyım?" dedim. Hz. Peygamber de: "Hayır, sen onların içinde bulunmayacaksın" buyurdu.[41]

 

Peygamberimizin; Hüzistan’ın, Kirman’ın Ve Halkı Kıldan Yapılmış Ayakkabı Giyen Bir Yerin Fethini Haber Vermesi

 

Buharı Ebu Hüreyre'den rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Sizler Acem diyârındaki Huzistan ve Kirman halkıyla savaşmadıkça kıyamet kopmaz! Yine Acem ülkesinden kırmızı yüzlü, basık burunlu bir kavimle savaşmadıkça da kıyamet kopmaz. Bu insanların aynı zamanda gözleri küçük, yüzleri yuvarlaktır. Yine sizler kıldan yapılmış ayakkabı giyen bir toplulukla savaşmadıkça da kıyamet kopmayacakldır."

Beyhakî der ki: Bu, aynen zuhur etmiştir. Zira Haricîlerden bir topluluk çıkmış, Rey taraflarında müslümanlarla savaşmıştır. Bunların ayakkabıları ise, tamamen kıldan mamul idi. [42]

 

Müslümanların, Hind Ülkesine Gazaya Gideceklerine Dâir İhbar

 

Beyhakî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini nakleder: "Peygamber (s.a.v.), bizlere Hind ülkesi ile gaza edeceğimizi va'd buyurdu." [43]

 

Rumlar İle Yapılacak Sulha Dâir İhbar

 

îbn-i Sa'd'm ve sahihtir kaydiyle Hâkim'in Zîmahber'den naklet­tikleri bir haber de şu mealdedir: "Ben, Peygamber'in (s.a.v.): 'Yakında Rumlar sizinle güvenilir bir sulh andlaşması yapacaklardır!" diye bu­yurduğunu duydum."[44]

 

Peygamberimizin, Fâris Ve Rûm Diyarlarının Fethedileceğini Haber Vermesi

 

Beyhakî, Ebu Nuaym ve Delâil adlı kitabında Sabit, Abdullah bin Havaleden şu haberi naklederler: "Biz, Peygamber'in (s.a.v.) yanında idik. Kendisine açlık, açıklık ve yoksulluktan şikâyette bulunduk. Pey­gamberimiz de buyurdu ki: "Vallahi ben, sizin hakkınızda bir şeyin çok­luğundan daha fazla korkmaktayım! Vallahi bu emir, Allah sizlere Fâris ve Rûm diyarlarının fethini müyesser kıhncaya kadar sizde devam ede­cektir. Hattâ sizler Hımyer'i dahî fethedeceksiniz, işte o zaman sizler üç askerî birlik hâlinde bölüneceksiniz. Bir bölüğünüz Şam'da, bir bölüğü­nüz Irak'ta, bir bölüğünüz de Yemen'de olacak. Aranızda mal da iyice bollaşacak. O kadar ki, adamın birine yüz altın verilse, bunu azımsıya-cak ve öfkeyle karşılayacaktır."

Ben bunun üzerine dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, bizim Şam'a nasıl gücümüz yetsin? Orasını Rumlar kuvvetli askerlerle korumakta­dırlar." Bunun üzerine Peygamberimiz: "Vallahi onun fethini sizlere Al­lah müyesser kılacaktır! Orasının sivil-asker kuvvetli adamlarını, sizin başı tıraş edilmiş siyah bir adamcağızınıza bile itaatli kılacaktır! Sizler emreden, onlar da emri yerine getiren olacaktır. İslam ve müslümanlar, bu derece izzet bulacaktır!"

Bu hususta bir tevcihte bulunan Abdurrahmân bin Cübeyr bin Nüfeyl der ki: "Peygamberimizin ashabı, bu hadîsin haber verdiği şeyi, Cüz bin Süheyl el-Sülemî'nin şahsında aynen görmüşlerdir. Şöyle ki: O, fethedilen Acem diyarında onların üzerine tâyin edilmiş bir vâlî idi. Namaz vakti geldiğinde Mescid'e giderlerken bir ona, bir de onu geçiyor diye ayağa kalkmış bulunan Acemlere bakarlar, bunu hayret ve ibretle karşılarlar. İşte, vaktiyle Peygamberimiz'in bizlere haber verdiği şey, şimdi aynen gözümüzün önündedir!" derlerdi."

Beyhakî ve Ebu Nuaym Abdullah bin Büsr'den şu haberi nakleder: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Varlığım elinde olana yemin ederim ki, sizler Fâris ve Rûm ülkelerini fethedeceksiniz! O sırada mâl ve yiyecek o kadar çoğalacaktır ki, bunlar yenilirken, üzerine Allah'ın adı zikredil-miyecek (besmele çekilmiyecek) tir." [45]

Beyhakî ve Ebu Nuaym îbn-i Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Ümmetim, salınarak ve çalım satarak yü­rümeye başladığı ve Fâris ve Rum halkı kendisine hizmet etmeğe baş­ladığı zaman, içlerinden şerlileri hayırlıları üzerine musallat kılınır." [46]

Hâkim Zübeyr'den nakleder: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Zaman, şöyle ve şöyle bir müddet ilerlediği zaman, sizler Fâris ve Rum ülkelerini fethedersiniz. Biriniz, sabahleyin giydiğini öğleden sonra giymez olur. Çeşit/i yemeklerden biri kalkar, diğeri konulur."

Ebu Nuaym Avfbin Mâlik'in şöyle dediğini nakleder: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Ey ashabım, sizler fakirlikten mi korkuyorsunuz? Gerçekten Allah sizlere Fâris ve Rum'un fethini müyesser kılacak, dünyâ nimetleri de üzerinize yağmur gibi dökülecektir. Eğer sizler ben­den sonra yoldan sapacak olursanız, sapmanızın sebebi de sâdece dünyâya aldanmanız olacaktır!"

Hâkim ve Ebu Nuaym, Hâşim bin Utbe'den rivayet eder: O şöyle demiştir: Ben, gazada Peygamber (s.a.v.) ile birlikte idim. O'nun şöyle buyurduğunu işittim: "Arab yarımadasının tamâmının fethini Allah size nasîb buyuracaktır! Sonra Fâris'i, sonra Rum'u fethedeceksiniz. En so­nunda da Deccâl ile savaşacak, Allah'ın izni ve yardımı ile onu da tepe­leyeceksiniz." [47]

Beyhakî Amr bin Şerahbil'den şu haberi vermektedir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Bu gece rüyamda; bir sürü siyah koyunun arkamdan geldiğini gördüm. Sonra da beyaz koyunlar geliyordu." Orada bulunan­lardan Ebu Bekir dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, siyah koyunlar Arab'a, beyaz koyunlar da Arab'ın dışındaki kavimlere işarettir. Onların sana (yâni İslama) uyacağını göstermektedir." Peygamberimiz de: "Evet, se­her vaktinde bir melek dahî bunu bu şekilde tâbîr etmiştir" buyurdu.

(Bu haber mürseldir. Süyûtî) [48]

 

Peygamberimizin Kisrâ Ve Kayserin Helak Olacaklarını, Hazînelerinin Allah Yolunda İnfâk Edileceğini Ve Bu İkisinin Helâkından Sonra Kisrâ Ve Kayser'in Olmayacağını Haber Vermesi

 

Buharî ve Müslim Ebu Hüreyre'den şu hadîsi rivayet ederler: "Kisrâ helak olduğu zaman, ondan sonra bir daha Kisrâ yoktur! Kayser helak olduğu zaman, ondan sonra bir daha Kayser yoktur! Varlığım e-linde olana yemin ederim ki, sizler bu ikisininin hazînelerini alıp Allah yolunda harcıyacaksımz."

Müslim tek başına Câbir bin Semura'dan şu hadisi rivayet eder: "Elbette müsiümanlardan bir grup, Kisrâ'nın beyaz köşkündeki hazîneleri alıp Allah yolunda harcıyacaklardır!" [49]

(Câbir der ki: Ben ve babam, Iran Kıralı'nm beyaz köşkündeki hazîneleri ele geçiren müslümanlar arasındaydık. Bize ondan bin dir­hem isabet etmiştir.)

Beyhakî Hasan-ı Basrî'den şöyle nakleder: "Halîfe Ömer'e Kisrâ'nın iki koluna takındığı bilezikleri getirdiler ve bunları Sürâka bin Mâlik alıp kendi kollarına geçirdi ve bu bilezikler, onun omuzlarına doğru yükseldi. Bunun üzerine Ömer: "Iran Kıralı'nın bileziklerini Sürâka bin Mâlik'in elinde görmeyi bana nasîb buyuran Allah'a sonsuz hamd olsun! O bir Kisrâ idi. Bu ise Müdlicli bir ârâbîdir" dedi.

Imâm-ı Şâfİî der kir "Kisrâ'nın bileziklerini Sürâka bin Mâlik'in takınmasının sebebi; Peygamberimiz'in onun kollarına bakıb da: "Ey Sürâka, ben sanki Kisrâ'nın bileziklerini, kemerini ve tacını senin üze­rinde görüyorum!" diye buyurmuş olmasıdır." [50]

Yine Beykakî îbn-i Utbe'den, o Ebu Musa'dan, o da Hasan'dan ol­mak üzere şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (s.a.v.) Sürâka bin Mâlik'e hitaben: "Ey Sürâka, sen Kisrâ'nın bileziklerini koluna geçirdi­ğin zaman, bakalım nasıl olacaksın?" buyurdu. Halife Ömer'e bu bile­zikler getirildiği zaman, Sürâka bin Mâlik'i çağırttı ve ona bu bilezikleri koluna geçirmesini söyledi. O da geçirdi. Bunun üzerine halîfe ona: "Bunları Kisrâ bin Hürmüz'den alıp da Sürâka bin Mâlik'e giymeyi nasîb buyuran Allah'a hamdolsun!" demek suretiyle Allah'a hamdetme-sini söyledi. O da bu şekilde hamdetti."

Haris bin Ebu Üsâme îbn-i Mihîrîz'den şu haberi vermektedir: Bir gün Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Fâris (Iran), bir veya iki darbe ile yıkılır. Tabii bundan sonra da bir daha Faris olmaz. Rum'a gelince o, bir iki darbe ile yıkılmaz; onun yıkılması için epey nesiller gelip geçecektir. Tabiî en sonunda o da fethedilecektir!"[51]

 

Peygamberimizin; Kendilerinden Sonraki Halîfeleri, Hükümdarları, Dört Râşid Halîfeyi, Muâviye'yi, Ümeyye Oğullarını, Abbâs Oğullarını, Allah'ın Dînini İkâme Ettikleri Müddetçe İdarenin Kureyş'te Kalacağını, Türklerin İdareyi Araplardan Devralacağını Haber Vermesi

 

Müslim Ebu Hüreyre'den şöyle rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Vaktiyle Isrâîl oğullarını peygamberler sevk ü idare ederler­di. Bir peygamber vefat edince, yerine bir peygamber gelirdi. Fakat bi­liniz ki benden sonra peygamber gelmeyecektir! Benden sonra pekçok halîfeler gelecektir." Dediler ki: "Bize neyi emredersiniz?" Buyurdu ki: "Halîfenize olan biatinize vefakâr olunuz ve onların hakkım veriniz. Onların sizleri nasıl idare ettiklerini ise, muhakkak Allah onlardan so­racaktır."

Yine Müslim Câbir bin Semura'dan şu hadîsi rivayet eder: Ben Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu duydum: "Kureyşten on iki halîfe gelinceye kadar dîn dimdik ayakta duracaktır! Fakat sonra âhir zamanda yalancı deccâller çıkacaktır." [52]

Beyhakî Ebu Hüreyre'den şöyle bir haber nakletmiştir: "Resûlullah (s.a.v.) buyurdu: "Benden sonra bazı halîfeler gelecek, bunlar ilimleriyle amel edecekler, memur bulundukları şeyleri yapacaklardır. Fakat bun-

lardan sonra bazı halifeler de gelecek ki, bunlar bilmedikleri şeyleri ya­pacaklar, me'mûr bulunmadıkları şeyleri de işliyeceklerdir."

Yine Beyhakî Câbir bin Abdullah'tan şu haberi vermektedir: Pey­gamber (s.a.v.) Ka'b bin Ucra'ya hitaben: "Ey Ka'b, Allah seni sefih in­sanların işbaşına geçmesinden korusun." Ka'b sordu; "Sefih insanların işbaşına geçmesi nedir?" Peygamberimiz de şu cevabı verdiler: "Benden sonra birtakım emirler gelecek, bunlar benim hidâyetimle hidâyetlen-meyecek ve benim sünnetimle amel etmiyeceklerdir."[53]

Buharl ve Müslim Abdullah'tan şu hadîsi rivayet ederler: "Benden sonra çok geçmez, idarede istibdâd ve kabul edemiyeceğiniz birtakım aykırılıklar olur!" Dediler ki: "içimizden o günleri görenler olursa, onlar için neyi tavsiye edersiniz?" O da: "Vazifelerinizi yapınız, haklarınızı da Allah'tan isteyiniz!" buyurdu.

îbn-i Mâce, Hâkim, Beyhakî, Irbâz bin Suriye'den rivayet ederler: O şöyle demiştir: Bir gün Peygamber (s.a.v.) bizlere çok belîg bir va'zda bulundu. Öyle ki, bu va'zm te'sîriyle kalbler ürperdi, gözler dolu dolu yaş döktü. Dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, bu va'zınız, bir nevi veda va'zı gibi oldu. Şayet ayrılık yakın ise, bizlere neyi tavsiye edersiniz?" Şöyle bu­yurdular; "Sizlere Allah'a karşı takvalı olmanızı, başımzdaki Habeşli bir köle bile olsa, söz dinleyip itaat etmenizi vasiyet ederim! Yaşıyanlarınız görecek, ileride çok ihtilaflar zuhur edecektir! Ben sizlere, bid'at işlerden sakınmanızı vasiyet eylerim. Zira bunlar dalâlettir. İçinizden o zamana yetişenler, benim sünnetimle ve doğru yolda giden râşid halîfelerimin sünnetiyle amel etmeye baksınlar! Sizler, bunun üzerine sımsıkı sarılı­nız!"

Ebu Yâlâ, Hâkim ve Ebu Nuaym Aişe'nin şöyle dediğini nakleder­ler: "Mescid'in yapımı sırasında temele ilk taşı, Peygamber (s.a.v,) koy­du. Sonra Ebu Bekir bir taş yüklenip getirdi ve temele koydu. Sonra Ömer bir taş getirip temele koydu, sonra Osman bir taş getirip koydu. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "işte benden sonra halîfeler bunlardır!" buyurdu.

îbn-i Mâce ile Hâkimin Huzeyfe'den naklettikleri rivayette şöyle­dir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Benden sonra, şu iki zâta: Ebu Bekr ile Ömer'e uyunuz!"

(Hâkim tek başına bunun benzeri bir rivayeti îbn-i Mes'ud'dan da rivayet etmiştir.)

Buharî ve Müslim Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini ittifakla rivayet ederler: Ben, kulağımla işittim, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ben uykuda iken kendimi bir kuyunun başında gördüm. Kuyunun üzerinde kovası da vardı. Ben kuyudan bir miktar su çektim. Sonra kovayı Ebu Bekir aldı. Bir iki kova da o çekti. Onun su çekişinde bir za'f vardı. Şüphesiz ki Allah kendisini mağfiretine mazhar kılacaktır. Sonra ku­yunun kovası çok büyük bir kova hâline geldi ve onu Ömer alarak su çekti. O kadar çekti ki, insanlardan hiç biri bu kadar kahraman olamaz! Nihayet o, çektiği su ile insanları suya kandırdı."

(Buharî ve Müslim, benzeri bir rivayeti tbn-i Ömer'den de rivayet etmişlerdir.)

Beyhakt Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini nakleder: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Ben rüyamda siyah bir sürü koyunu suluyordum. Derken beyaz bir sürü koyun da bunlara katıldı. Tam bu sırada Ebu Bekir gelip koyunları sulamaya başladı. Fakat ancak bir veya iki kova su çekti. Onda bu hususta bir zayıflık vardı. Sonra Ömer geldi kovayı eline aldı. Kova Ömer'in elinde çok büyük bir kova haline geliverdi. Ömer bütün insanları suya kandırdı. Derken hayvanları da suladı. Ben, rüyamdaki siyah koyunları Arablara, sonradan katılan beyaz koyunları şu kardeşleriniz Acemlere yordum."

îmâm-ı Şâfİî der ki: "Peygamberlerin rüyası, ilâhî bir vahiydir. Yukarıdaki hadiste geçen Ebu Bekir'le ilgili zayıflık ise; O'nun halifeliğinin kısa sürmesine işarettir." [54]

îbn-i Sa'd Hasan-ı Basrî'den şöyle nakleder: "Ebu Bekir demiştir ki: "Ey Allah'ın Resulü, ben rüyamda bir müddet insanların dışkıları ü-zerinde yürümeye devam ettim. Acaba bunun yorumu nasıldır?" Pey­gamberimiz de şöyle buyurmuştur: "insanları idare etme bakımından bir yol bulacağına yorulur." Bunun üzerine Ebu Bekir: "Bir de rüyamda yâ Rasûlallah, göğsümün üzerinde iki rakamı gibi bir şey vardı, acaba bunun yorumu nasıldır?" Peygamberimiz de: "Bunun yorumu da, iki se­nedir" buyurdu.

îbn-i Sa'd îbn-i Şihâb'tan şu haberi nakleder: Peygamber (s.a.v.), bir rü'ya gördü ve bunu Ebu Bekr'e anlattı: "Ey Ebâ Bekr, ben rüyamda sanki seninle bir merdivende yarışıyordum. Ben seni iki basamak geç­miştim. Ayrıca yarım basamak kadar daha bir fark da göze çarpıyordu." Ebu Bekr de dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, Allah Seni rahmet ve mağfiretine aldıktan sonra, ben iki buçuk sene kadar daha yaşıyacağım."

Buharî ve Müslim ittifakla Âişe'nin şöyle dediğini rivayet ederler: "Peygamber (s.a.v.) hastalığı sırasında buyurdu ki:

"Ey Âişe, bana babanı ve kardeşini çağır da ben, Ebu Bekr için bir mektûb yazayım! Zira ben, birinin çıkıp da bir şey söylemesinden, bir hak iddia etmesinden korkmaktayım. Halbuki Allah ve mü'minler, Ebu Bekir'den başkasını istememektedir." [55]

Beyhakî ve Ebu Nuaym îbn-i Ömer'den şöyle rivayet ederler: Ben Resûluüah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim: "Sizin içinizde on iki halîfe çıkar. Ebu Bekrin bana halifeliği, çok kısa sürer. Arab'ın işlerini büyük bir ehliyet ve liyâkatle görecek olan zât ise, Övülecek ve örnek almacak bir şekilde yaşar, şehîd olarak da vefat eder."

Tam bu sırada adamın biri: "Bu zât kimdir, ey Allah'ın Resulü?" diye sordu. Peygamberimiz de: "Hattâb'm Oğlu Ömer'dir" buyurdu. Sonra Osman bin Affân'a dönerek: "Sana gelince: İnsanlar senden Al­lah'ın sana giydirdiği gömleği çıkarmanı istiyecekler. Varlığım elinde o-lana yemin ederim ki ey Osman, eğer sen o gömleği çıkaracak olursan, bil ki ebediyen cennete giremezsin!" [56]

îbn-i Asâkîr Enes'ten şu haberi nakleder: "Mustalik Oğullarını temsîlen gelmiş bulunan heyet, beni Resûlullah Efendimiz'e gönderip şu hususu sordurdular: "Ey Allah'ın Resulü, bizler önümüzdeki sene geldi­ğimizde, seni bulamazsak zekâtımızı kime edâ edeceğiz?" Ben onlar nâmına bunu Resûlullah Efendimiz'e soruverdim. Efendimiz de cevab-larında buyurdular ki: "Onlara söyle, bu takdirde zekatlarını Ebu Bekr'e edâ ederler." Ben bunu kendilerine tebliğ ettim. Bu sefer onlar: "Şayet Ebu Bekr'i bulamazsak kime vereceğiz?" diye sordular. Ben onlar nâmına bunu soruverdiğimde, Resûlullah Efendimiz'in cevabı: "Bu tak­dirde Ömer'e öderler" oldu. Bunu kendilerine ulaştırdım. Bu sefer de onlar: "Ömer'i bulamazlarsa ne olacağını" sordurdular. Verilen cevab da: "Osman'a verirler. Fakat Osman'ın öldürüldüğü gün, sizlere yazıklar olsun!" şeklinde idi." [57]

Taberânî, Ebu Nuaym, Câbir bin Semura'dan şu haberi vermekte­dirler: "Resûlullah Efendimiz Ali'ye hitaben şöyle buyurdu: "Ey Ali, sen gerçekten müemmer ve müstahlefsin (emîr ve halîfe olacaksın) ve sen gerçekten şehîd düşeceksin! Başından akan kanlar ile şu sakalın da kanlara boyanacaktır." [58]

Hâkim de Sevr bin Miczât'tan şu haberi nakleder: "Ben, Cemel Vak'ası Gününde vefat etmek üzere bulunan Talha'ya uğradım. O bana: "Sen kimlerdensin?" diye sordu. Ben de: "Mü'minlerin Emîri Ali'nin ar-kadaşlarmdanım" cevabını verdim. Bunun üzerine Talha: "Elini uzat da sana bîat edeyim" dedi. Elimi uzattığımda bana bîat etti ve göz yaşları dökerek ağladı. Akabinde de ruhunu teslim eyledi. Ben, Ali'ye gidip du­rumu haber verdim. Ali de bunu: Allahü Ekber, Allah yegâne büyüktür! O'nun Resulü Muhammed (s.a.v.) de gerçektir! Gerçek söylemiştir! De­mek ki Yüce Allah, Talha'nın cennete girmesini, ancak bana olan bîati boynunda iken murâd etmiştir" diyerek karşıladı.

îbn-i Asâkîr Seki bin Ebu Hayseme tarikiyle Abdurrahmân bin Sehl el-Ansârî'den şu haberi nakleder ki, bu râvî Uhudgazilerinden bi­ridir ve şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Hiç bir peygam­berlik makamı yoktur ki, onu halifelik makamı tâkîb etmiş olmasın! Hiç bir halifelik makamı da yoktur ki ona da hükümdarlık makamı tâkîb etmiş olmasın! Hiç bir dînî vergi yoktur ki, onu da bir gümrükçülük tâkîb etmiş olmasın." [59]

Beyhakî, Ebu Nuaym, Ebu Ubeydetü'bnü'l-Cerrâh ile Muâz bin Cebelden şu hadîsi rivayet ederler: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Mu­hakkak bu iş, bir nübüvvet (peygamberlk) ve rahmet olarak başlamıştır! Sonradan halifelik ve rahmet olacaktır. Daha sonra ise, ısırgan bir hü­kümdarlık hâline gelecektir. Daha da sonraları ise; azgınlık, taşkınlık, cebir ve zulümcülük ve ümmet içinde fitne ve fesadçılık olup çıkacaktır. Artık onlar; zinanın, içkinin ve ipekli giymenin helâl olduğunu iddia e-deceklerdir. Üstelik bu hususta kendilerine destek olanları da bulacak­lar ve bu yüzden rızıklanacaklardır." [60]

Ebu Dâvûd, hasendir kaydiyle Tirmizt, Nesaî, Hâkim, Beyhakî ve Ebu Nuaym Süfeyne'den şu hadîsi rivayet etmişlerdir:

"Ümmetimdeki halifelik (peygambere halef ve vekil olma mânasında), otuz senedir! Sonra meliklik olur."

(işte bu hadîste buyurulan otuz sene, dört râşid halîfenin halîfelik müddetidir ve böyle olmuştur.) [61]

Beyhakî Ebu Bekre'den şu hadîsi rivayet eder: "Nübüvvet hilafeti (râşid halîfelik) otuz senedir. Sonra Allah Teâlâ dilediğine hükümdarlığı verir."

(Bu hadîs'in mısdakı sadedinde olmak üzere Muâviye demiştir ki: "işte biz, hükümdarlığa razı olduk.") [62]

Yine Beyhakî Huzeyfe'den şu hadîsi rivayet eder: "Sizler, Allah Teâlâ'nın sizler için dilediği müddet zarfında nübüvvetin gölgesi altında yaşıyacaksınız. Sonra Allah bunu dilediği zaman kaldıracaktır. Sonra nübüvvet ölçüsüne uyan halifelik olacak, bu da Allah'ın dilediği bir za­manda kaldırılacaktır. Bundan sonra ise, ısırgan bir hükümdarhk gele­cektir. Bundan sonra da cebriye (baskıcı ve ezici) bir idare gelecek. Tabiî Allah dilediği zaman bunu da kaldıracaktır. Sonra arada yine peygam­berlik Ölçüsüne uygun bir halifelik gelecektir."

işte, bu hadîs-i şerîf, Ömer bin Abdü'1-Azîz iş başına geldiği zaman kendisine nakledildiğinde, ayrıca kendisine hitaben: "Bizler ümîd edi­yoruz ki cebriye bir idareden sonra gelecek olan o nübüvvet hilâfeti, sizin idârenizdir" denildiğinde; buna çok sevinmiş, fazlasıyla mesrur olmuş­tur. [63]

Hâkim ve Beyhakî de Ebu Hüreyre'den şu hadîsi rivayet ederler: "Halîfelik idaresi Medine'de, meliklik idaresi ise Şam'dadır!"

Yine Hâkim sahihtir kaydiyle ve Beyhakî Abdullah bin Havâle'den şu haberi naklederler: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Eğer sen, hilâfetin arz-ı mukaddese'ye nakledildiğini görürsen, bil ki depremlerin ve büyük kederlerin gelmesi yakındır. Aynı zamanda çok büyük işler ve hattâ kı­yametin kopması da yakındır!"

(Beyhakî der ki: Buradaki kıyametten murâd, o neslin yok olup gitmesidir.) [64]

Ebu Nuaym Ebu'd-Derdâ'nın şöyle dediğini rivayet eder: "Os­man'ın ölümünden sonra Medîne, Muâviye'nin ölümünden sonra da rahat diye bir şey yoktur!"[65]

îbnü Ebî Şeybe de Müsnedinde Abdul-Melik bin Umeyr tarikiyle Muâviye'nin şöyle dediğini nakleder: "Peygamber'in (s.a.v.) bana hitaben: "Yâ Muâviye, eğer hükümdar olursan, iyilikten ayrılma!" dediği andan itibaren hep hükümdar olmayı ümîd edip durmuşumdur." [66]

Bey haki Abdullah bin Umeyr'den şu haberi nakleder: Muâuiye dedi ki: "Vallahi beni halifelik üzerine teşvik eden şey; Peygamberin (s.a.v.) şu sözünden başka bir şey olmamıştır: "Ey Muâviye; eğer sorumluluğu olan bir iş basma geçecek olursan, Allah'tan kork ve adaletle muamele et!" İşte, Peygamberimizin bu sözünden sonra, sorumluluğu olan bir işle başbaşa kalacağımı hep düşünmüşümdür."

Taberânî Aişe'nin şöyle dediğini haber verir: "Peygamber (s.a.v.) Muâviye'ye hitaben dedi ki: "Ey Muâviye, eğer Allah sana hilâfet göm­leğini gevdirecek olarsa, senin hâlin nice olur?" Bunun üzerine Ümmü Habîbe dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, demek Allah benim kardeşime hilâfet gömleği mi giydirecek?" Peygamberimiz de: "Evet, fakat onda hatâlar ve hatâlar olacaktır!"[67]

Ahmed Ebu Hüreyre'den şu hadîsi rivayet eder: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Ey Muâviye, eğer iş başına geçecek olursan, Allah'tan kork ve adaletten ayrılma!" Muâviye kendisi de demiştir ki: "İşte bu hadîs sebe­biyle ben, böyle sorumlu bir iş başına geçmek zorunda kalacağımı hep düşünmüşümdür."

Ebu Yala, Hâkim ve Beyhakî Ebu Hüreyre'den şu haberi naklet-mişlerdir: "Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ben rüyamda Hakem O-ğullarını gördüm. Maymunların tırmandığı gibi, şu minberime tırmanıyorlardı." îşte Peygamberimiz'in bu rüyayı görmesinden sonra, tam mânâsı ile bir tebessüm ettiği görülmemiştir."

Beyhakî'nin Saîd bin Müseyyeb'ten olan rivayeti ise şöyledir: "Pey­gamberimiz Ümeyye Oğullarının minberine tırmandıklarını (rüyasında) gördü. Bundan huzuru kaçtı. Cenabı Hakk da kendisine: "Bunun bir dünyâ işi olduğunu, dilediğine vereceğini" vahy etti. işte bunun üzerine Peygamberimizin de huzursuzluğu zail oldu."

Ebu Yâlâ, Hakim ve Beyhaki, Amr bin Mürre el-Cühenî'den şöyle rivayet eder: "Ebu'l-As'ın oğlu Hakem', Peygamber 'e (s.a.v.) gelip izin istedi. Peygamberimiz: "Ona izin veriniz" buyurdu ve şu sözleri sarfetti: "O bir yılandır, veya bir yılanın oğludur, ona ve onun neslinden gelecek olanlara Allah lanet etsin! Ancak samimi olarak iman etmiş olan evlad-larmı bu lanetimizden ayrı tutarız, onlara lanet yoktur! Onlar ise, ne kadar azdırlar. Hakem'in oğullan, dünya bakımından şerefli, ahiret ba­kımından ise aşağıdırlar. Hileci ve sahtekârdırlar. Dünyalıkları mü­kemmel de olsa, ahirette onlara nasîb yoktur."

El-Fâkihî'nin Zührl ve Atâ el-Horasâni'den naklettiği bir haber de şöyledir: "Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde: "Ben, Hakem'in evladla-rının şu minberime inip çıktıklarım (rüyamda) gördüm" buyurmuştur. Keza onun Muâviye'den naklettiği bir haber de şu merkezdedir: "Pey­gamber (s.a.v.) Hakem için şöyle buyurdu: "Bunun çocuklarının sayısı otuza veya kırka ulaştığı zaman, ümmetimin idaresini ele alırlar."

(İbn-i Tecîb'in Cübeyr bin Mut'ım'den olan rivayeti de bu mealdedir).

Ahmed, Hâkim, Bey haki veEbu Nuaym, Abbas'tan şu haberi nak-letmiştir: Ben, Peygamber'in (s.a.v.) yanında idim. Vakit geceydi. Bu­yurdu ki: "Semâya bak bakalım, bir yıldız görebilecek misin?" Ben, semâya baktım ve Süreyya yıldızım gördüğümü söyledim. O, şöyle bu­yurdu: "ikisi fitne zamanında olmak üzere, senin sulbünden bu yıldız­daki yıldızların sayısı kadar halîfe gelecektir!" [68]

Beyhakî Sevbân'dan şu haberi nakletmiştir:Peygamber (s.a.u.) bu­yurdu: "Sizin şu hazînenizin yambaşmda üç kişi savaşır. Bunların her üçü de halîfe çocuğudur. Fakat hilâfet bunlara nasîb olmaz. Derken Horasan taraflarından siyah sancaklar yola çıkarılır. Sizinle misli gö­rülmemiş bir şekilde savaş yaparlar."

(Yine Beyhakî'nin ve Ebu Nuaym'in Ebu Hüreyre'den naklettiği bir haber de şu mealdedir: Peygamberimiz buyurdu ki: "Siyah renkteki sancaklar Horasan diyarından yola çıkarılır. Hiç bir kuvvet onların i-lerlemelerine engel olamaz. Hattâ onlar sancaklarını tâ Kudüs'e getirip dikerler.") [69]

Buharı ise Muaviye'den şu hadisi nakletmiştir: "Bu iş Kureyş'tedir. Kureyş Allah'ın dinini dimdik ayakta tuttuğu müddetçe hiç bir kimse bunu onlardan almaya kalkışamaz, aksi halde Allah o almaya kalkı­şanları yüzüstü yerlerde sürükler."

Ebu Nuaym Ebu Bekre'den şöyle rivayet eder. O demiştir ki: Pey­gamber (s.a.v.) buyurdu: "Basra veya el-Basîra denilen yere, oradaki Dicle nehri yakınına müslümanl ardan bir grup inerler ve burada çoğa­lırlar. Dicle üzerine bir köprü kurarlar. Ahir zamanda ise, enli yüzlü, küçük gözlü Kantûra Oğulları gelirler Dicle kenarlarını işgal ederler, işte insanlar bu sırada üçe ayrılırlar. Bir kısmı eski hâline döner ve he­lak olur. Bir kısmı nefislerine uyup küfre dönerler. Bir kimi ise, bu ge­lenlerle savaşırlar ve çok şiddetli savaşlar olur. Allah Teâlâ da bunlann kalanlarına fethi müyesser kılar." [70]

Ahmed, Bezzâr, sahih bir senedle Hâkim Büreyde'den şöyle rivayet ederler: Ben, Peygamber'in (s.a.v.) şöyle dediğini duydum: "Geniş yüzlü, küçük gözlü bazı insanlar (bir kavim) gelir, benim ümmetimi sürüp Cezîratü'l-Arab'a iade eder. Aralarında üç defa savaş geçer. îlk savaşta kaçanlar kurtulur, ikincisinde ancak bir kısmı kurtulur. Üçüncüsünde ise kalanları mahvolur" dediler ki: "Bunlar kimdir, yâ Resûlellah?" Bu­yurdu ki: "Bunlar Türktür. Allah'a yemin ederim ki, bunlar islâm ülke­lerini işgal edip atlarını müslümanlarm mescidlerine bağlıyacaklardır."

(Beyhakl ile Ebu Nuaym'in Muaviye'den naklettikleri bir haber de şu mealdedir: "Türkler Araplar'a tamamen galebe çalacaklardır. Hattâ Arapları, Arap yarımadasına süreceklerdir.)

Taberânî ile Hâkim'in îbn-i Mes'ûd'dan naklettikleri haber de şöyledir: "Ben, Türklerin beygirlerine binmiş olarak geldiklerini ve bunları Fırat kenarına bağladıklarını görür gibi oluyorum." [71]

 

Peygamberimizin Ömer'in Şehid Edileceğini Haber Vermesi

 

îbn-i Sa'd, îbnü Ebî Şeybe, Ebu'l-Eşheb tarikiyle Müzey ne'li bir a-damdan şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (s.a.v.) Ömer'in üzerinde bir elbîse gördü ve sordu: "Elbisen yeni mi, eski mi?" Ömer: "Daha önce de giyilmişti" dedi. Peygamberimiz de: "Ey Ömer, yeni olarak giyin, övülmüş olarak yaşa, şehîd olarak da Öl!" buyurdu. (Bu haber, mürseldir.) [72]

(Bunu, Ahmed, Ibn-i Mâce de merfu olarak îbn-i Ömer'den rivayet etmişlerdir. Ayrıca Bezzâr dahî bir benzerini Câbir'den nakletmiştir.)

Ebu Yala sahih bir senedle Sehl bin Sa'd'dan şöyle rivayet eder: Bir gün Uhud Dağı, üzerinde Peygamberimiz, Ebu Bekir, Ömer ve Osman varken sallanmaya başladı. Peygamberimiz de: "Dur ey Uhud! Zira se-. nin üzerinde ancak bir peygamebr veya bir sıddîk veya iki şehîd bulun­maktadır" buyurdu. [73]

Taberânî de îbn-i Ömer'den şöyle rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.), bir bahçe içinde bulunuyordu. Ebu Bekir, yanma varmak için izin istedi. Peygamberimiz: "Ona izin veriniz, gelsin! Cennetlik olmakla da kendi­sini müjdeleyiniz" buyurdu. Sonra Ömer izin istedi. Ona da: "Kendisine izin veriniz ve onu cennetlik ve şehîd olmakla müjdeleyiniz" buyurdu. Az sonra Osman gelip izin istedi. Peygamberimiz ona da: "îzin veriniz, aynı zamanda kendisini cennetlik ve şehîd olmakla müjdeleyiniz!" bu­yurdu. [74]

Yine Taberânî sahih bir senedle Abdurrahmân bin Yesâr'dan da şu haberi nakleder: "Ben, Ömer'in şehîd edilişine şâhid oldum. O gün Güneş tutuldu." [75]

 

Peygamberimizin Osman'ın Şehîd Edileceğini Haber Vermesi

 

Buharı ve Müslim Ebu Musa el-Eş'arî'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (s.a.v.) Erîs Kuyusu'nun yanında idi. Kuyunun duvarına o-turdu. Sonra paçalarını biraz sıvıyarak ayaklarım kuyuya sarkıttı. Ben de dedim ki, bugün Peygamberimiz'in kapıcısı (hizmetçisi) ben olacağım.

Az sonra Ebu Bekir için izin istedim. O da müsâade etti ve bana hitaben: "Ona izin ver ve kendisini cennet ile müjdele" buyurdu. Gelip Peygam-berimiz'in sağ tarafına oturdu ve o da kuyuya ayaklarını sarkıttı. Az sonra Ömer geldi. Ben onun için de izin talebinde bulundum. Peygam­berimiz de: "Ona izin ver ve kendisini cennet ile müjdele" buyurdu. O da gelip Peygamberimizle birlikte ve O'nun sol tarafına oturdu. Ayaklarını da kuyuya sarkıttı. Sonra Osman geldi ve izin istedi. Ben onun için de izin alıverdim. Peygamberimiz: "Ona izin ver ve kendisini çenet ile ve şehidlik ile müjdele" buyurdu. Ayrıca kendisine isabet edecek olan bü­yük bir sıkıntıyı da haber vermemi söyledi. O da geldi ve fakat onların oturduğu yerde kendisine bir boşluk bulamadığı için kuyu duvarının öbür tarafına geçerek ve yüzünü Peygamb erimiz'e ve arkadaşlarına çe­virerek oturdu. O da onlar gibi ayaklarını kuyuya sarkıttı."[76]

(Satd bin el-Müseyyeb der ki: "Ben bu hadisteki onların oturuşunu, kabirleri hakkında yorumladım. Zira Ebu Bekr ile Ömer Peygamberi-miz'in yanında, Osman ise ayrı yerde defn olunmuşlardır.) [77]

İbn-i Ebu Hayseme Târih'inde, Ebu Yâlâ, Bezzâr ve Ebu Nuaym Enes'ten şöyle rivayet ederler: "Ben, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte bir avluda idim. Biri gelip kapıyı çaldı. Peygamberimiz: "Ey Enes kalk ka­pıyı aç, ona cenneti ve benden sonra halîfe olmayı müjdele!" dedi. Ben kapıyı açtığımda, gelenin Ebu Bekir olduğunu gördüm. Sonra birisi gelip kapıyı çaldı. Peygamberimiz: "Ey Enes, gelene kapıyı aç, kendisine cen­neti ve Ebu Bekir'den sonra halifeliği müjdele!" buyurdu. Kapıyı açtı­ğımda, bu gelenin de Ömer olduğunu gördüm. Sonra birisi daha geldi, kapıyı çaldı. Peygamberimiz de: "Ey Enes, gelene kapıyı aç, kendisine cennetlik olmayı ve Ömer'den sonraki halifeliği müjdele! Ayrıca şehid olacağını da duyur!" buyurdu. Kapıyı açtığımda gelenin Osman olduğu­nu gördüm." [78]

Ahmed, Taberânî ve Ebu Nuaym Ibn-i Amr'den şöyle rivayet e-derler: Peygamber (s.a.v.), bir gün Medine bahçelerinden birinde bulu­nuyordu. Yavaş sesli birinin izin istediği duyuldu. Peygamberimiz de: "Ona izin ver ve kendisine cennetlik olmayı müjdele" buyurdu. Aynı za­manda büyük bir sıkıntıya mâruz kalacağını duyurmamı da söyledi. Ben, kapıyı açtığım zaman, bu gelenin Osman olduğunu gördüm.'1

Yine Taberânî Zeyd bin Sâbit'ten şöyle nakleder: "Ben, Peygam-ber'in (s.a.v.): "Osman bana uğradı. Yanımda ise Allah'ın meleklerinden bir melek vardı. Bu melek dedi ki: Kavmi tarafından şehîd edilecek olan bir zât! Biz melekler ondan haya etmekteyiz!"

Bezzâr ve Taberânî el-Evsat'ında, Zilbeyr bin Avvâm'dan şöyle rivayet eder: "Peygamber'in (s.a.v.) emriyle Mekke'nin fethi günü, bir adam hapsedilip sonra idam edildi. Bunun üzerine Peygamberimiz bu­yurdu ki: "Bugünden sonra, Kureyşli bir kişi idam edilmek suretiyle Öl­dürülmez! Ancak Osman bin Affân'ı öldüren şahıs bundan müstesnadır! Osman'ı öldüren adamı, muhakkak idam ediniz. Eğer bunu yapmazsa­nız, sizden pekçok kimseler koyun öldürülür gibi öldürülecektir!" [79]

Sahihtir kaydiyle Hâkim ve Beykakî Ebu Hüreyre'den şöyle rivayet ederler: "Ben, Peygamber'in (s.a.v.): "Yakın bir gelecekte, fitneler ve ih­tilaflar zuhur edecektir!" buyurduğunu duydum. Bizler dedik ki: "Ey Allah'ın Resulü, bizlere neyi emredersiniz?" O da bizlere hitaben bu­yurdu ki: "Üzerinizdeki devlet başkanına itaat ediniz! Devlet başkanının (emîr'in) adamlarına da itaat ediniz!" Peygamberimiz bunu buyururken, Osman bin Affân'a işarette bulundu."

(Ebu Hüreyre bunu, Osman evinde muhasara altında tutulurken rivayet etmiştir.)

îbn-i Mâce, sahihtir kaydiyle Hâkim, Beyhakî ve Ebu Nuaym, Aişe'nin şöyle dediğini rivayet ederler: "Peygamber (s.a.v.) Osman'ı ça­ğırdı ve ona işarette bulunmaya başladı. Bu durum Osman'ın dikkatini çekti ve rengi soldu. İsyancılar gelip Osman'ın evini kuşattıkları zaman, biz kendisine sorduk: "Ey Osman, onlarla savaşmıyacak mısın?" dedik. O da bize şu karşılığı verdi: "Hayır. Zira Resûlullah (s.a.v.) bana bir ahd emânet etmiştir. Ben de bu ahde uyacak, nefsimi bu hususta sabra zor­layacağım." [80]

Hâkim, îbn-i Mace ve Ebu Nuaym Aişe'nin şöyle dediğini rivayet ederler: "Peygamber (s.a.v.), Osman'a hitaben: "Allah sana bir gömlek giydirecek, eğer münafıklar senden bu gömleği çıkarmanı isterlerse sa­kın çıkarma!" buyurdu. [81]

îbn Adiy ile îbn Asakir'in Enes'ten olan rivayetleri şöyledir: Pey­gamber (s.a.v.): "Ey Osman, Allah sana bir gömlek giydirecek, eğer mü­nafıklar senden bu gömleği çıkarmanı isterlerse sakın çıkarma ve o gün oruçlu ol, iftarını benim yanımda açarsın" buyurdu.

Ahmed, Taberânî, sahihtir kaydiyle Hâkim ve Beyhakî Abdullah bin Havâle'den şu haberi nakletmişlerdir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Şu üç şeyden kurtulan, gerçekten kurtulmuş olur." Bu üç şey nedir? diye sordular. O da: "Birincisi benim vefâtımdır, ikincisi: Hakka sarılıp sabreden halîfenin kanma ortak olmak, üçüncüsü ise: Fitne-i Deccâldir. işte bu üç şeyden kurtulan, gerçekten kurtulmuş olur!" [82]

(Bu mealdeki bir hadîsi Taberânî, Ukbe bin Âmir'den de rivayet etmiştir.)

Beyhakî ve sahihtir kaydiyle Hâkim, îbn-i Mes'ud'dan şu hadisi rivayet ederler: "Gerçekten islâm değirmeni otuz beş veya otuz altı veya otuz yedi yıl sonra dönmeye (mihverinden ayrılmaya) başlar. Eğer helak olurlarsa, helak olup giderler. Yok dînleri kendileri için ayakta durursa, yetmiş sene böyle geçer." Ömer dedi ki: "Ey Allah'ın Rasulü, geçmişten itibaren yetmiş sene mi?" Peygamberimiz de: "Hayır, gelecek yıllar itibariyle yetmiş sene" buyurdular.

Beyhakî der ki: işte Ümmeyye Oğullarının idaresi de, ona zayıflık arız oluncaya ve Horasan dâvetçileri çıkıncaya kadar, bu durumda idi."

îbn-i Mâce ve sahihtir kaydiyle Hâkim Mürre bin Ka'd'dan şöyle rivayet ederler: "Ben, Peygamber'in (s.a.v.) fitnelerden bahsettiğini ve onlann çıkışının yakın olduğunu zikrettiğini duydum. Bu sırada başı sarılı bir adam geçiyordu. Peygamberimiz bu adamı işaretle: "Bu fitne­lerin çıktığı günde hidâyet üzere olacaktır!" buyurdu. Ben derhal o ada­mın peşinden gittim ve ona yetiştim. Gördüm ki o adam Osman imiş." [83]

Beyhakî'nin Huzeyfe'den rivayet ettiği hadis ise şöyledir: "Sizler imamınızı öldürmedikçe ve kılıçlarınızı kınından çıkarmadıkça kıyamet kopmaz! Bu durumda da sizlere, sizin şerlileriniz hükmedecek, dünya­nıza onlar hakim olacaktır."

Beyhakl ve Ebu Nuaym el-Mârife'sinde, Abdurrahmân bin U-deys'ten şu haberi nakletmiştir: Ben Peygamber'in (s.a.v.): "Bazı insanlar zuhur eder, bunlar okun yaydan fırladığı gibi (hızla) elinden çıkarlar ve Lübnan Dağı'nda katledilirler" buyurduğunu işittim." [84]

el-Hâris bin Ebu Üsâme Müsned'inde Muhacir bin Hubeyb 'ten şöyle nakleder: Osman, evinde mahsur iken Abdullah bin Selâm'a haber gön-, derip şöyle dedi: "Ey Abdullah, başım kaldır da şu ışık deliğine bak! işte bu delikten geceleyin Hz. Peygamber (s.a.v.) teşrif etti de bana hitaben: "Ey Osman, demek onlar seni evinde mahsur mu kıldılar?" buyurdu. Ben de: "Evet yâ Resûlallah" dedim. Sonra bana bu delikten bir kova su uzattı da içmemi buyurdu. Ben de içtim, içtiğim bu suyun serinliğim hâlâ ci­ğerlerimde hissetmekteyim. Sonra bana hitaben buyurdular ki: "Eğer dilersen senin için Allah'a dua edeyim, bu takdirde Allah seni onlara karşı muzaffer eyler; dilersen orucunu bizim yanımızda açarsın." işte bunun üzerine ben de orucumu O'nun yanında açmayı tercih ettim."

(işte Osman bin Affân, aynı gün içinde şehîd edilmiştir.)

îbn-i Meni de Müsned'inde Nûmân bin Beşîr tarikiyle, Osman'ın zevcesi Naile bint-i el-Ferâisa'nın şöyle dediğini nakleder: "Osman evinde mahsur kalınca oruç tutmaya başladı. îftâr vakti olunca, içilecek tatlı su istedi. Fakat evini muhasara altında tutanlar buna engel oldular. O da su içemeden geceledi. Seher vakti olunca şöyle dedi: "Geceleyin Peygam­ber (s.a.v.) şu tavandan teşrif edip bana bir kova su getirdi. "îç yâ Osman" buyurdu. Ben de içtim ve kandım. Sonra bana: "Fazla olarak da iç yâ Osman" buyurdu. Ben de içtim ve karnım iyice su ile doldu." [85]

Ebu Nuaym Adiy bin Hâtim'in şöyle dediğini rivayet eder: Ben, Osman'ın katledildiği gün; "Müjde yâ Osman müjde, ravh u reyhan (gü­zel kokulu ve bol nîmetli, ebedî saadet yurdu cennet) seni bekliyor, sana karşı gadabh olmayan Rabbine kavuşuyorsun, O'nun gufran ve ndvânma dönüyorsun!" diye bir ses duydum. Hayret edip baktım, fakat hiç kimseyi göremedim."

Taberânî ve Ebu Nuaym, Müshir bin Hubeyş'ten şöyle bir haber nakletmiştir: Biz, şehîd halîfe Osman'ı geceleyin defnettik. Arka tarafı­mızdan bizi büyük bir karaltı kapladı ve biz bundan ürktük. Neredeyse korkup dağılıverecektik. Tam bu sırada bir ses işittik: "Korkmanıza hiç de sebeb yok! Endîşe etmeyiniz biz de sizler gibi onun cenazesine şahit olmak istedik" diyordu bu ses. Biz, bunun meleklerin sesi olduğuna ke­sinlikle inandık."

Yine Ebu Nuaym, Urve'den şu haberi nakletmiştir: Osman'ın cenazesi, Huşşukevkeb denilen yerde tam üç gün bekledi, onu oraya defnetmekten çekindiler. Fakat bu sırada: "Onu oraya defnediniz! Üze­rine namaz da kılmayınız. Zira yüce Allah onun üzerine namazını kıl­mıştır. (Onu gufran ve rıdvanma mazhar eylemiştir)" diye bir ses duydular. Bunun üzerine onu oraya defnettiler." [86]

 

Peygamberimizin Ali'nin Şehîd Edileceğini Haber Vermesi

 

Hâkim sahihtir kaydiyle Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder: Pey­gamber (s.a.v.) bana hitaben: "Ey Ali, senin yüzünün iki tarafına da vu­rulacak, başın ve sakalın kanlar içinde kalacak" buyurdu. [87]

(Bu rivayetin, pek çok değişik rivayet yolları sabit olmuştur.)

Yine Hâkim sahihtir kaydiyle ve Ebu Nuaym Ammâr bin Yâsir'den şu haberi naklederler: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Ey Ali, insanların en şakisi, seni başından ve yüzünden vuracak olan adamdır!"

(Yine bu mealdeki bir hadîsi, Câbir bin Semura ile Suhayb'tan ri­vayet eden Ebu Nuaym olmuştur.)[88]

 

Peygamberimizin, Talha ve Zübeyr’in Şehid Olacaklarını Haber Vermesi

 

Müslim Ebu Hüreyre'den şu hadîsi rivayet eder:

"Peygamber (s.a.v.), Hıra Dağı üzerinde idi. Yanında Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali, Talha ve Zübeyr vardı. Dağ sallanmaya başladı. Bu­nun üzerine Peygamberimiz: "Sakin ol (ey dağ)! Senin üzerinde ancak bir Peygamber veya bir Sıddîk veya bir şehîd var!" buyurdu. [89]

Hâkim, îbn-i Mâce, Ebu Nuaym Câbir'den şöyle rivayet eder: Pey­gamber (s.a.v.) buyurdu: "Her kim yeryüzünde yürümekte olan bir şehide bakmak isterse, Talha bin Ubeydullah'a baksın." [90]

(Taberânî de, bizzat Talha'mn; Peygamberimiz'in kendisini gör­dükleri zaman böyle buyurduklarım söylediğini nakleder.)[91]

 

Peygamberimizin, Sabit Bin Kays Bin Şümâsin Şehid Olacağını Haber Vermesi

 

Sahihtir kaydiyle Hâkim ve Ebu Nuaym Zühri tarikiyle îsmâil bin Muhammed bin Sabit el-Ensârî'nin babasından şöyle naklettiğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.) Sabit bin Kays bin Şümâs'a hitaben dedi ki: "Ey Sabit, övülecek bir güzellikte yaşamak, şehîd olarak ölmek ve sonunda cennete girmek istemez misin?" Sabit de: "Evet, isterim!" de­mişti. Gerçekten de Sabit; övülecek bir şekilde yaşadı ve Müseylime-tü'1-Kezzâb fitnesinde şehîd olarak vefat etti." [92]

 

Peygamberimizin, Hüseyn’in (Ra.) Şehid Olacağını Haber Vermeleri  [93]

 

Hâkim ve Beyhakt el-Hâris'in kızı Ümmü Fadl'dan şöyle rivayet eder: Bir gün ben, Hüseyn'i alarak Peygamber'e (s.a.v.) gittim ve Hü-seyn'i O'nun kucağına bıraktım. Sonra Efendimiz, başım biraz öbür ta­rafa döndürerek ağlamaya başladı ve buyurdu ki: "Cebrail bana gelip ümmetimin şu oğlumu şehîd edeceklerini haber verdi ve onun şehîd e-dileceği yerin kırmızı toprağından getirerek bana gösterdi." [94]

 (îbn-i Râhûye, Beyhakî ve Ebu Nuaym, aynı mealdeki bir hadîsi, Ümmü Seleme'den rivayet etmişlerdir.)

Yine Beyk. ,/d ve Ebu Nuaym Enes 'ten şöyle rivayet ederler: Yağmur meleği gelip Hz. Peygamber'den izin istedi. Peygamberimiz izin verdi. Az sonra Huseyn geldi ve Peygamberimiz'in omuzuna çıkmaya başladı. Melek sordu: "Bunu seviyor musun?" Peygamberimiz cevap verdi: "Evet." Melek: "Ümmetin bunu öldürecek! İsterseniz onun öldürüleceği yeri size göstereyim" dedi ve ona kırmızı bir toprak gösterdi. Ümmü Se­leme de bu toprağı alarak elbisesinin bir yerine düğümleyip sakladı. Biz, o günlerde: "Huseyn, Kerbelâ denilen yerde öldürülecektir" diye işitir dururduk."

îbni Asâkîr Muhammed bin Amr bin Hasandan şöyle nakleder: Biz, Hüseyin (r.a.) ile birlikte Kerbelâ nehrinin yanında idik. Bu sırada Hüseyin Şimir bin Zi'1-Cevşen adındaki adama baktı de dedi ki: "Şüp­hesiz Allah ve O'nun Resulü doğru söylemiştir! Resûlullah (s.a.v.) bu­yurmuştu ki: "Ben, abraş bir köpeğin, ehl-i beytimden birinin dimağını yalamakta olduğunu görür gibi oluyorum!"

(Gerçekten bu rivayette belirtildiği gibi, Hz. Hüseyin'i öldüren Şimr, abraş idi. (Benekli ve alaca renkli idi.)

îbn-i Seken, el-Bemvî ve Ebu Nuaym'in de Sühaym tarikiyle Enes'ten bu mealde bir rivayetleri vardır. Beyhakî'nin Ebû Usâme bin Abdurrahman'dan olan rivayeti ise şöyledir: "Bir gün Hüseyin, Pey-gamber'in (s.a.v.) yanma girdi. Cebrâîl de oradaydı. Cebrail dedi ki: "Senin bu oğlunu, senin ümmetin öldürecektir! İstersen, onun öldürüle­ceği yeri sana haber vereyim?" Bunu söylerken Cebrâîl, Irak'taki Tuf denilen yeri gösterdi ve oradan kırmızı bir toprak alarak Hz. Peygam-ber'e gösterdi."

(O bunu, Ümmü Seleme tarikiyle Âişe'den de rivayet etmiştir.) Beyhakî, îmâm-ı Şa'bi'den şu haberi nakletmiştir:

"Hüseyin'i Kûfeliler'in Kûfe'ye çağırdığı ve kendisinin de bu çağrıyı kabul ettiği ve yol hazırlığı başladığı, bunun üzerine Ashâbtan bazıları­nın kendisine güzel nasîhatlarda bulunduğu bir sırada, Abdullah bin Ömer (r.a.) Mekke'den Medine'ye geldi. Hüseyin'in ne yaptığını sorması üzerine, onun Kûfe'ye hareket ettiği haberini aldı. Derhal ayağının to­zuyla yola devam ederek iki gün sonra Hüseyin'e yetişti. Bu telaşı ve fedakârlığı, sırf Hüseyin'e nasîhatta bulunmak içindi. Bu maksatla ona dedi ki:

"Ey Hüseyin, bil ki, yüce Allah, sevgili Resulünü dünyâ ile âhiret arasında muhayyer kılmıştı da Resûlullah Efendimiz de hiç şüphesiz âhireti tercih etmişti. Dünyâyı ise istememişti. Muhakkak sen de O'ndan bir parçasın! Sana da yakışan, O'nun gibi dünyayı değil, âhireti tercih etmektir. Ben Allah'a yemîn ederek söylüyorum ki, sizden herhangi birisi istese de ebediyen dünyâyı elde edemez! Yüce Allah'ın siz­lere dünyâyı nasîb buyurmamış olması, muhakkak sizlerin hayrı içindir! Haydi geliniz, benimle birlikte geriye Medine'ye dönünüz!"

Hz. Hüseyin, Abdullah bin Ömer'in bu nasîhatlarma karşı, Medine'ye dönmeyi kabul etmedi, Kûfe'ye gitme üzerinde İsrar eyledi. Onun bu İsrarım gören Abdullah da; -üzülerek ve de ağlıyarak- onun boynuna sarıldı ve onunla: "Yakında şehîd düşecek biri olarak seni, Al­lah'a emânet ediyorum!" diyerek vedâlaştı." [95]

Ebu Nuaym Yahya el-Hadraml'den şöyle bir haber nakleder: "Ben, Ali ile beraber Sıffîn'a gittim. Ninova'ya vardığımızda Hüseyin'e hitaben dedi ki: "Ey Hüseyin, Fırat kenarına geldiğin zaman, sabretmesini de bilmelisin" dedi. Ben bunun ne demek olduğunu sordum. O da şu karşı­lığı verdi: "Bir gün Peygamberimiz buyurdu ki: "Bana Cebrail gelip Hü­seyin'in Fırat kenarında şehîd olacağım haber verdi ve onun şehid düşeceği yerin toprağından bir parçayı bana gösterdi."

(Yine Ebu Nuaym'in, Usbuğ bin Nebâte'den naklettiği bir haber de şu mealdedir: Biz, Ali ile beraber Hüseyin'in şehid edileceği yere geldik, burada Ali dedi ki: "îşte Hüseyin'in ve arkadaşlarının develerini çöktü-receği ve kanlarını verecekleri yer burasıdır. Onlar burada Muham-med'in ehl-i beyti olarak bir gurub insan şehid düşeceklerdir. O gün onlara yer ve gök ağlıyacakür [96]

Ahmed ile Beyhakt 'nin İbn-i Abbas 'tan olan rivayetleri ise şöyledir: "Ben, bir gün öğle vakti uyumakta idim. Rüyamda Hz. Peygamberi çok perişan bir vaziyette gördüm. Elinde içinde kan bulunan bir şişe vardı. Bunun ne olduğunu sordum. Buyurdu ki: "Bu, Hüseyin ve arkadaşları­nın kanıdır."

(Ümmü Seleme'den sevkedilen bir rivayette de: "Az önce, Hüse­yin'in öldürülüşünü gördüm de ondan" diye cevab verdiler" denilmiştir.) [97]

Yine BeyhakVnin Ali bin Müsher'den bir rivayeti var. Bunda da şöyle denilmiştir: "Bana ninem söyledi ve şu şekilde anlattı: "Ben, Hü­seyin'in katledildiği gün, gencecik bir kızcağız idim. O gün semâ, Hüse­yin'e ağlamasından dolayı dayanılmıyacak derecede sıcak idi." [98]

Ebu Nuaym Hubeyb bin Ebu Sabit tarikiyle Ümmü Seleme'âen şöyle rivayet eder: "Ben, Peygamber'in (s.a.v.) vefatından sonra cinlerin yas tuttuklarını bu akşama kadar hiç duymamıştım. Ben bunu, oğlum Hüseyin'in öldürülmesine yordum ve cariyeme dedim ki: Evladım, dışarı çık da insanlara sorup bilgi alıver. O da çıkıp sordu ve Hüseyin'in öldü­rülmüş olduğu haberini getirdi. Geceleyin duyduğum cinlerin yas tut­ması sırasında ise, onlardan biri: "Ey gözüm, bütün gücünle çok miktarda yaş dök. Benden sonra şu şehidlere kim ağlıyacak? Baksana "kul" diye anılan biri mütekebbir (zâlim) in emrine uyarak gelip, onları şehîd etmişler" mealinde acıklı ve ağlatıcı sözler söylüyordu."[99]

 


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol