Kur'an ve Sünnet
   
 
  OTUZ İKİNCİ BÖLÜM

 OTUZ İKİNCİ BÖLÜM

 

PEYGAMBERİMİZİN, ÜMMETİNE DEĞİL DE KENDİSİNE HAS ÖZELLİKLERİNİN ANLATILACAĞI BİR BÖLÜM

 

Bunların Bazıları Peygamberimiz İçin Vacib, Bazıları Haram, Bazıları Mubah, Bazıları Da Keramet Olan Özelliklerdir Ve Bundan Önce Anlatılmamış Olanlardır

 

Bu nevi özellikleri âlimlerimizden bâzıları, müstakil eserler yaza­rak bildirmişlerdir. Bilhassa bu konuya dokunanlar, Şafiî mezhebi âlimleri olmuş ve onlar da bunları özellikle fıkıh kitaplarının "Nikah" bölümünde belirtmişlerdir. Fakat kendi konusuna giren meselelerin hepsini yazmamışlardır. Ben ise bunu, burada herhangi bir eksik bı­rakmaksızın belirtmeye çalışacağım, İnşallah...

Bu nevî özelliklerden bâzılarının Peygamberimiz üzerine vâcib ol­masının hikmeti: Peygamberimizin Allah'a olan yakınlığının daha da artması ve derecesinin daha fazla yükselmesidir. Nitekim sahih olarak rivayet edilen hadîslerin birinde aynen şöyle buyurulmuştur:

"Bana yakınlık kazanan kullarımdan hiç biri, Benim onlara farz kıldığım ibâdetlerle kazandıkları yakınlık gibi, hiçbir şeyle yakınlık ka­zanmış olamazlar..." [1]

Yine, hadîs olarak söylenen bir söz vardır ki, şu anlamdadır: "Farz'ın sevabı, yetmiş mendubun sevabına denk gelir." İşte bu rivayetlere dayanarak, bâzı özelliklerin Peygamberimiz'e vacip kılınmış olmasının hikmetini, o şekilde anlamak ve ifâde etmek mümkün görül­mektedir. Burada bunu böylece belirttikten sonra, şimdi bu bölümdeki özelliklerden önce Peygamberimiz'e vâcib olan özellikleri görelim:[2]

 

Peygamberimizin Özelliklerinden; Gece Namazının, Vitir Namazının, Sabah Namazının Sünneti Dediğimiz İki Rekatın, Kuşluk Namazının, Misvak Kullanmanın Ve Kurban Kesmenin Kendisine Vacib Olması

 

Yüce Allak, Kitâb-ı Kerim'indeki bir âyette şöyle buyurmaktadır: "Gecenin bir kısmında, sana mahsûs bir nafile namaz kılmak üzere uyan, belki böylece Rabb'in seni, övülmüş bir makama ulaştırır!" [3]

îşte bu âyetle ilgili olarak Taberânî Ebû Ümâme'nin de şöyle dedi­ğini rivayet etmektedir: "Bu gece namazı, Peygamber (s.a.v.) için bir nafile, sizler için de bir fazilet idi."

Yine Taberânî ve Beyhakî, Aişe'den şöyle rivayet ederler; "Peygam­ber (s.a.v.): "Üç şey vardır ki, bunlar benim için farz, sizin üzerinize ise sünnettir: Vitir namazı, misvak kullanmak ve gece namazı" buyurdu.[4]

Ebû Dâvud, îbni Huzeyme, îbni Hibbân, Hâkim ve Beyhakt'nin Abdullah bin Hamala el-Gasîl'den olan rivayetleri de şöyledir: Pey­gamber (s.a.v.), önceleri her namaz için yeni bir abdest alırdı. Emir böyleydi. Abdesti olsun olmasın, her namaz için mutlaka abdest almakla mükellefti. Bu kendisine zor gelmişti. Bunun yerine, misvakla emro-lundu. O da, abdesti varsa, abdest almaz, fakat mutlaka dişlerini mis­vaklardı. Ancak abdesti bozulduğu zaman abdest alırdı."[5]

 

Peygamberimizin, Ashabı İle İstişarede Bulunmasının Kendisine Vacib Kılınması

 

Peygamberimizin üzerine vâcib kılınan Özelliklerden biri de, O'nun ashabı ile istişarelerde bulunmasıdır. Nitekim Yüce Allah bir âyetinde şöyle buyurmaktadır: "...Ve yapacağın işler hakkında da on­larla istişarelerde bulun..." [6]

îbni Adiyy ve Beyhaki'nin konuyla ilgili îbni Abbas'tan naklettik­leri hadîs şöyledir; Bu âyet-i celîle nazil olduğu zaman, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdular:

"Aslında Allah ve resulü, istişarede bulunmaktan ganîdirler! Fa­kat yüce Allah bunu, bize emretmekle; ümmetim için bir rahmetin te­cellîsine vesîle kılmıştır."[7]

Hâkim Tirmizî'de Aişe'den şöyle nakletmiştir: Bir defasında Pey­gamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah bana, farzların aynen edâ edilip yerine getirilmesini emrettiği gibi, insanlarla istişarede bulunup onları güzelce idare etmemi de emretmiştir." [8]

îbni Ebû Hatim de bu konuda Ebû Hüreyre'den şu rivayette bulu­nur: "Ben, Resûlüllah'm (s.a.v.) ashabı ile istişare ettiği kadar, bir baş-' kasının istişareye önem verdiğini hiç görmedim!" [9]

Hâkim Ali'den rivayetle Peygamberimiz'in şöyle dediğini nakleder: "Eğer ben, istişare etmeksizin yerime geçecek olan halîfeyi tâyin edecek olsaydım, hiç şüphesiz Ümmü Abd'in oğlunu (Abdullah tbni Mes'ûd'u) tâyin ederdim!" [10]

Ahmed, Abdurrahmân bin Ganem'den rivayet eder: O şöyle de­miştir: Peygamber (s.a.v.), Ebû Bekir ve Ömer'e hitaben şöyle buyurdu: "Eğer siz ikiniz bir iş üzerine ittifak ederseniz, ben size muhalefet et­mem!" [11]

Hâkim, Hubâb bin Münzir'den şöyle nakleder; "Ben, Feygamber'e (s.a.v.) iki hususu işaret ettim (tavsiyede bulundum.) O da bu her iki hususu kabul buyurdu. Birincisi: Bedir'e kendisiyle beraber ben de çık­mıştım. Askerini suyun beri tarafına yerleştirdiği zaman, ben kendisine yaklaşıp: "Ey Allah'ın Resulü, siz askeri buraya Allah'tan aldığınız bir vahye dayanarak mı, yoksa kendi düşünce ve tedbîriniz olarak mı yer­leştirdiniz?" dedim... O da bana: "Kendi düşüncem olarak yâ Hubâb!" diyerek cevap verdi. Ben de bunun üzerine dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, doğru olanı; askerini suyun öbür tarafına yerleştirip suyu ar­kamıza almamızdır. Bu suretle suyun bulunduğu yeri, kendi kontrolü­müzde tutmuş oluruz." Peygamberimiz, benim bu tavsiyemi derhal kabul buyurdu.

ikincisi: Cebrail gelip O'na sormuş: "Ey Allah'ın Resulü, siz, dünyâda ashabınızla birlikte olmayı ve kalmayı mı tercîh edersiniz, yoksa Rabbiniz'e dönüp O'nun size va'd buyuduğu Naîm cennetinde bu­lunmayı mı?" O, bu hususu ashabı ile istişarede bulundu. Ashâb da: "Ey Allah'ın Resulü, şüphesiz bizler seninle beraber olmayı severiz. Bize ilâhî vahiy olarak verdiğiniz haberleri vermeye devam eder, düşmanla­rımızın eksik taraflarından bizleri haberdâr kılar, aynı zamanda Al­lah'ın bize yardımcı olması için hakkımızda duacı olursunuz" dediler. Bu sırada Resûlüllah bana hitaben: "Sen ne diye konuşmuyorsun, yâ Hubâb?" buyurdu. Ben de dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, sen, Rabbinin senin için seçtiği hangisi ise, onu seç." Resûlüllah, benim bu tavsiyemi de kabul buyurdu."

îbni Sa'd da Yahya bin Saîd'den şöyle rivayette bulunur: Bedir Günü Peygamber (s.a.v.) insanlarla istişarede buludu. Bu sırada Hubâb bin Münzir ayağa kalkıp dedi ki: "Biz, savaş bakımından tecrübeli kim­seleriz. Buradaki irili ufaklı kuyulan kapatıp kaybetmeliyiz. Büyük ku­yuyu bırakıp başında nöbet tutmalı ve bu kuyunun ileri tarafında da düşmanı karşılamalıyız... En uygunu, böyle yapmaktır." (Peygamberi­miz de onun bu tavsiyesini kabul etmiştir.)

Sonra peygamberimiz, ashabı ile Kurayza Gününde de istişarede bulundu. Yine Hubab bin Münzir ayağa kalkıp: "Evlerin Ön tarafında mevzilenmeli ve oradakilerden düşmana gidecek olan haberi de kesmiş olmalıyız." Resûlüllah (s.a.v.), onun bu fikrini de kabul buyurmuştur.

Hâkim, Abdü'l-Hamid bin Ebû Abs tarikiyle onun büyük dedesin­den bir haber nakleder. Buna göre Resûlüllah Efendimiz şöyle buyur­muştur: "Kâ'b bin Eşrefin, kim benim için hakkından gelecek? Çünkü o Allah ve Resulüne çok ezâ verdi!" Muhammed bin Mesleme, bunun üze­rine sordu: "Ey Allah'ın Resulü, onu öldürmemi ister misin?" Peygam­berimiz de: "Madem bu hususta Sa'd bin Muâz'a git de onunla istişarede bulun!" buyurdu. O da gidip onunla istişare etti... Sa'd bin Muâz da, durumu değerlendirip: "Haydi, Allah'ın lütfedeceği bereket ve başarı ü-zerine, yürü ve vazifeni yerine getir!" dedi. (O da, Silkân bin Selâme, Abbâd bin Bişr ve Haris bin Evs gibi arkadaşlarını alarak gitti ve Al­lah'ın düşmanının hakkından geldiler.) [12]

îmâm-ı Mâverdî der ki: "Peygamberimiz'in hangi hususlarda ashabı ile istişare etmekle me'mûr bulunduğunda, âlimlerimizin ihtilâfı olmuştur. Bâzıları: "Bu, sâdece harb ve düşmanlarıyla ilgili hususlarda idi" demiştir. Bâzıları ise: "Gerek harb ve dünyâ işlerinde, gerekse dîn işlerinde olsun, ashabı ile istişarede bulunmuştur" demiştir. Bâzıları ise: "Dîn işlerinde olan istişaresi; onları ilahî ahkâmın sebeb ve hikmetleri üzerinde uyarıp yetiştirmek, ictihâd yollarını onlara öğretip onları müctehid mertebesine ulaştırmak için idi" demişlerdir."[13]

 

Peygamberimizin, Kendisine Vacib Olan Özelliklerinden Biri De, Düşman Karşısında Sabredip Dayanması, Dine Aykırı Bir Şeyi Nehyedip Değiştirmesidir

 

Peygamberimiz üzerine vâcib olan özelliklerinden biri de, düşman karşısında sabredip dayanmasıdır. Keza dîne aykırı bir şey gördüğü za­man, derhal onu nehyedip değiştirmesi de O'nun üzerine vâcib olan ö-zelliklerdendir. Düşmandan bir zarar geleceği veya münker bir fiili değiştirirken bir zarara uğrayacağı korkusu olsa bile, bu kendisinden sakıt lmaz. Halbuki O'nun ümmetinden herhangi bir kimsenin; zarar görmemek ve bir korku bulunmamak şartıyla münkeri değiştirme vazifesi vardır. Bir zarar ve tehlike olunca ise, diğerlerinden bu vecibe sakıt olmaktadır. Peygamberimizin özelliği ise bu şartlarda bile bu ve­cibelerin kendisinden sakıt olmamasıdır.

Çünkü Yüce Allak, dâima O'nu koruyacağını va'd buyurmuştur. Nitekim bir âyeti celîlesinde şöyle buyurmuştur: "...Allah seni insanlar­dan (onların şer ve zararlarından) korur!..." [14]îşte bu âyet gereği, düşmanlar veya dîne karşı kötülük irtikâb edenler, az olsunlar, çok ol­sunlar, O'na bir zarar ve şer ulaştıramazlar. Diğerleri ise, şüphesiz böyle değildirler. [15]

 

Peygamberimizin Üzerine Vacib Olan Özelliklerden Biri De, Borçlu Ölen Bîr Müslümanın Borcunu Ödemesidir

 

Evet, Peygamberimiz'in özelliklerinden biri de borçlu olarak ölmüş ve karşılığı mal bırakmamış bir müslümanın borcunu ödemesidir. Nite­kim îbni Mâce'nin Câbir bin Abdullah'tan rivayet ettiği bir hadîslerinde ayner şöyle buyurmuşlardır:

"Bir müslüman öldüğü zaman, bir miktar mal bırakmış olursa, bu bıraktığı mal, onun ehlinindir. (Vârislerinindir.) Eğer borç bırakır, bunun karşılığı olarak da mal bırakmamış olursa, onun bu borcunu Ödemekbana aittir! Bıraktığı çoluk çocuğuna bakmak da bana aittir." [16]

Buharı ve Müslim Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet ederler: Müslü­manlardan biri vefat ettiği zaman, Peygamber'e (s.a.v.) getirildi. Pey­gamberimiz de onun namazım kıldırmazdan önce: "Borcunu ödeyecek miktarda mâl bırakmış mıdır?" diye sorardı. Eğer, kendisine "Evet" ce­vabı verilirse, getirilen o cenazenin namazını kıldırırdı. Eğer "Borç bı­rakmıştır amma, mal bırakmamıştır!" cevâbı verilecek olursa, o cenazenin namazım kılmaz ve müslümanlara hitaben: "Arkadaşınızın namazını siz kılınız!" buyururdu Fakat islâmî fetihler başlayıp Beytü'l-Mâl meydana geldikten sonra, Peygamber Efendimiz'in cenazelerle ilgili sözü de değişti. Bu sefer şöyle buyurmaya başladı:

"Ben, müslümanlara kendi öz canlarından daha yakın bulunmak­tayım! Mü'minlerden her kim vefat eder ve geride borç bırakacak olursa, onun borcunu ödemek benim üzerime vâcibdir! Eğer mal bırakacak o-lursa, şüphesiz bu mâl, onun vârislerine aittir!"[17]

 

Peygamberimizin Ailelerini Muhayyer Kılması Ve "Allah Ve Resulünü Seçenleri" Tutması Ve Asla Onları Boşamaması Da Kendisi İçin Vacibdi...

 

Anmed ve Müslim, Câbir'in şöyle dediğini bildirirler: Ebû Bekir ve Ömer Peygamber'in (s.a.v.) yanma gittiler. Peygamberimizin etrafında ise hanımları vardı. Kendisi ise hiç konuşmuyordu. Ömer dedi ki: "Ben, Resûlüllah'ın yanına sokulup O'nunla konuşacağım... Belki kendisini güldürebilirim..." Sokuldu ve konuştu... Şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, Zeyd'in kızı olan hanımım bana, dünyalık talebinde bulundu. Ben de kensinin sırtına bir yumruk attım..." Peygamber Efendimiz bunu du­yunca güldü ve: "işte etrafımdaki benim hanımlarım da, benden nafaka istemek için toplanmış bulunuyorlar!" buyurdu. Bunu duyan Ebû Bekir ve Ömer, Peygamberimiz'in hanımları arasında bulunan kızlarını döv­mek istediler ve onların üzerlerine yürüyerek: "Siz, ne cesaretle, Pey-gamberimiz'in yanında olmayan bir şeyi O'ndan istiyorsunuz?" diyerek bağırdılar. İşte bu olay üzerine Yüce Allah, Peygamber Efendimiz'e, ha­nımlarını, Allah ve Resulü ile dünyâ malı arasında bir seçim yapmaya çağırmasını emretti ve ilgili âyetini inzal buyurdu. Bu âyet şu mealde idi: "Ey Peygamber! Eşlerine şöyle: "Eğer siz, dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size müt'a (boşama bedeli) vereyim ve sizi güzellikle salayım!" [18]

Peygamberimiz de, Allah'ın emri gereği eşlerini iki seçim arasında muhayyer (serbest) bıraktı... Önce ise Aişe'den başladı. Ona dedi ki: "Sana Allah'ın emrini tebliğ ediyorum... Fakat seçimini yaparken acele etme... Ana ve babana danışırsan, senin için daha iyi olacağı kanâatindeyim..." Peygamberimiz ona böyle söyledi ve Allah'ın inzal buyurduğu ilgili âyeti okudu. Aişe validemiz ise, hiç tereddüt etmeksi­zin: "Ben, Senin hakkında mı anam babamla istişare edeceğim? Ben, hiç kimseyle istişare etmeksizin Allah'ı ve Resûlü'nü seçiyorum! Kararını budur ve kesindir!" cevâbını verdi."

îbni Sa'd Ebâ Cafer'den şöyle rivayet eder: "Bir gün Peygamberi-miz'in hanımları kendi aralarında konuşurken, Peygamberin vefatından sonra, nikâhta kadına bir hak olarak terettüp eden mehr bakımından, en pahalı kadınlar biz oluruz..." şeklinde konuştular. Bu Yüce Allah'ın gayretine dokundu ve Peygamberine, onları yirmi dokuz gün yalnız bı­raktıktan sonra muhayyer kılması için emretti... Peygamberimiz de kendilerini çağırıp durumu anlattı ve onları muhayyer bıraktı..."

Yine îbni Sa'd, Amr bin Şuayb kanalıyla onun dedesinden şöyle nakleder: "Peygamber Efendimiz kadınlarını toplayıp iki seçim arasında muhayyer kıldığı zaman, önce Aişe'yi çağırıp durumu anlattı... Aişe ve diğerleri, hep Allah'ı ve Resulü'nü seçtiler. Ancak el-Amiriye, dünyâyı ve kendi kavmini seçti ve kavmine döndü... Fakat sonra buna çok pişman olup: "Ben bir şakıyyeyim; bedbahtım... Allah ve Resûlü'nü bırakıp dünyayı seçtim" derdi. Deve dışkısı toplar onları satardı. Bâzan Pey­gamberimiz'in eşlerine gelir onlardan birşey ister ve: "Ben bir şakıyye­yim!" diye konuşurdu..." -

(Yine Ibni Sa'd'ın, tbni Mennâh'tan rivayetine göre, Allah ve Resûlü'nü değil de dünyâsını seçen bu hanım, sonraları aklını yitirmiş, ve ölünceye kadar dâ bu durumdan kurtulamamıştır.)

îbni Sa'd, bu sefer de Ikrime'den şöyle bir haber naklediyor: Resûlüllah Efendimiz, eşlerini muhayyer bıraktığı zaman, Yüce Allah şu âyetini indirdi: "Habîbim! Bundan sonra artık sana başka kadınlarla evlenmek, bu kadınlarını başka eşlerle değiştirmek helal değildir." [19]işte bu âyetiyle Yüce Allah; o sırada Peygamberimiz'in nikâhında bu­lunan dokuz kadın ki, bunlar hep Allah ve Resûlü'nü seçmişlerdir, bun­lardan başka kadınlarla evlenmesini Efendimiz'in üzerine haram kılmış oldu." [20]

îbni Sa'd'ın Aişe'den de bir rivayeti var.- O şöyle demiştir: Pey­gamberimiz (s.a.v.) vefat etmeden önce, başka kadınlar alabilmesi için Yüce Allah tarafından serbest bırakılmıştı. Bir başkasının nikahında olmayan herhangi bir kadınla evlenebilecekti. Fakat evlenmedi. Bu izni kendisine veren şu mealdeki âyet idi: "Onlardan dilediğini geri bırakır dilediğini de yanma eş olarak alabilirsin." [21]

(Ibni Sa'd'ın; Ümmü Seleme, tbni Abbas, Ata bin Yesâr ve Mu-hammed bin Ömer bin Ali bin Ebû Tâlib'ten de bu anlamda bir rivayeti vardır.)

Peygamberimizpin bu şekilde eşlerini muhayyer kılmasının hik­meti üzerinde, âlimlerimiz muhtelif görüşler bildirmişlerdir, tmam-ı Gazali demiştir ki: "Kişinin eşi hakkındaki gayreti, onu başkasından kıskanır olması; onun kalbinde sıkıntı ve kin duygularının meydana gelmesine sebep olur. Peygamberimizin kalbinde böyle bir şeye mahal bmkmamak üzere Yüce Allah; O'na hanımlarını muhayyer kılmasını emretmiş, onlar da onu seçmişler. Dünyada ve ahirette O'nun eşleri ol­muşlardır."

İmam-ı Râfîi ise şöyle demektedir: 'Yüce Allah, Peygamberimizi fakirlikle zenginlik arasında muhayyer bırakmış, O da fakirliği seçmiş, fakirliğin getireceği çeşitli sıkıntılara katlanmayı tercih etmişti. Bu se­fer eşlerini muhayyer kılması emredilmiş, o da eşlerini muhayyer kılmış, eşleri de severek fakirliğe (nafaka istememeğe) razı olmuşlardır. Böyle­ce, O'nun eşleri de, kendi serbest iradeleriyle, vaktiyle o'nun kendi nefsi için seçip razı olduğu şeye razı olmuşlardır."

Bazıları da bu hususta şöyle demişlerdir: "Peygamberimiz'in onları muhayyer kılmasının hikmeti: Onların kendisi için en hayırlı eşler ol­ması içindir," Nitekim El-Ravza adlı kitapta ve diğerlerinde bildirildiği gibi, onlar bu en güzel seçimi yaparak, hem o'nun en hayırlı eşleri ol­muşlar, hem de cennetlik olmuşlardır. Nitekim: "Biliniz ki Allah, sizden güzel hareket edenlere büyük bir mükafat hazırlamıştır!" [22] mealin­deki âyette de buna işaret ve delâlet bulunmaktadır!" Sonra Yüce Allah; Peygamber Efendimiz'e eşlerinin üzerine eş almasını haram kılmak ve onları boşayıp yerlerine başka kadınlar nikahlamasını yasaklamak su­retiyle imtihana tabi tuttuğu Peygamber eşlerini böylece şereflendirmiş oldu. Daha sonra ise, Resûlüllah'm eşleri üzerinde tam bir iyilik ve minneti olması bakımından nazil olan bir âyetle, bu yasak kaldırılmıştır. Peygamberimiz de yasak olmamasına rağmen, eşlerinin üzerine bir başkasını almadığı gibi, onlardan herhangi birinin yerini de değiştir­memiştir. Yukarıda sözü edilen yasağı kaldıran âyet şu mealdedir: "Ey peygamber, Biz sana, mehrlerini verdiğin eşlerini helâl kılmışızdır." [23] Böylece hanımları üzerindeki minnet de, Peygamberimiz'e ait ol­muştur."[24]

Ahmed, Tirmizi, îbni Hıbban ve Hâkim Aişe'den şöyle rivayet e-derler: "Peygamber (s.a.v.) vefat etmezden önce, başka kadın alması kendisine helâl kılınmıştı."

Bu rivayetin isnadı sahihtir.

Peygamber Efendimiz'e nikahlanması helâl kılman kadınların, hangi kadınlar olduğu üzerinde ihtilâf edilmiştir. Bir başkasının nika­hında olmayan bütün kadınlar mı, yoksa sadece hicret etmiş olan ka­dınlar mı, diye üzerinde ittifaka varılamamış ve böylece iki görüş belirmiştir. Her iki görüşü de îmam el-Mâverdi nakletmiştir. ikinci gö­rüşe göre, demek oluyor ki; hicret etmemiş bir kadınla evlenmenin ha­ram oluşu da, Peygamberimiz'e has bir şey olmakta ve bu görüşü Tirmizi'nin Ümmü Hâni'den olan rivayeti teyid etmektedir. Bu riyayet şöyledir: "Ben, hicret eden kadınlar arasında bulunmadığım için, Resûlüllah'a helal kılınmış bulunanlardan değildim," Fakat buna rağ­men, birinci görüş tercih edilmiş ve: "Nikah meselesinde ümmetten bi­rine helal olanın, Peygamber'e helal olmayarak bu hususta o'nun ümmetinden eksik kalması, doğru değildir. Hem o, bundan sonra Safiye ile evlenmiştir. Safîye ise, hicret eden kadınlardan değildi" denilmiştir.

Evet, böyle denilerek bu kavil tercih edilmiştir amma, buna da şu cevab ve itiraz verilmiştir: "Peygamberimiz, nikah mevzuunda ümme­tinden daha eksik olamaz" denilmesi, çok sağlam bir söz değildir. Zira ümmetine ehl-i kitaptan olan bir kadınla evlenmesi caiz iken, Peygam­ber hakkında bu caiz değildir. Peygamberimiz'in Safîye'yi nikahlamış olmasına gelince: Bu, âyetin inişinden önce idi. Binâenaleyh, ileri sürü­len iddia hakkında delil olmaz. Tarihen bilinen bir husustur ki, Pey­gamberimiz Safîye'yi yedinci hicret yılında Hayber'de nikahlamıştır, ilgili âyet ise, dokuzuncu senede nazil olmuştur."

Şafii mezhebi âlimleri: "Peygamberimiz için, hanımlarından bazı­sını boşamak ve yerine başka bir kadınla evlenmek mübâh kılınmış idi. Bunu haram kılan âyet, bir başka âyetle neshedilmiştir" derler. Hanefi mezhebi imamı Ebû Hanife ise, Şâfiilerin bu görüşünü kabul etmemiş ve şöyle demiştir: "Bunun, Peygamber Efendimiz için haram oluş hükmü devam etti ve neshedilmedi." [25]

Yukarıda arzedilen iki görüşten bize göre en sağlamı ve İmam-ı Şafii'nin kelâmı ve Mâverdi'nin kesin olarak hükmettiği şudur: "Pey-gamber'in (s.a.v.) üzerine, o'nu tercih etmiş bulunan eşlerini boşamak haram idi. Nitekim o'nu seçmeyen bir eşini de tutması haram idi. (Bu mes'ele az ileride müstakil olarak da ele alınacaktır.) Imam-ı Şafii'nin mezhebinde bulunan âlimler ise bu hususta iki şık üzerinde durmuş­lardır. Birinci şık: O'nu seçmeyen eşinden ayrıldıktan sonra, artık dün­yayı tercih etmiş bulunan bu eşini bir daha ebediyen nikahına alması Efendimiz'in üzerine haram olması idi. Artık ahirette dahi bu, O'nun eşi olamazdı. Bu birinci kavle göre, işte bu husus da O'nun özelliklerinden birini teşkil ediyordu. Zira o'nun ümmetinden olan herhangi bir kimse­nin eşi, bu şekilde muhayyer bırakıldıktan sonra, kocasını seçmemiş ve bu suretle kocasından ayrılmış olsa; ebediyen bu kocasına haram olmaz. Bir başkasıyla evlenip, ondan da ayrıldıktan sonra, bu eski kocasıyla tekrar evlenmek isterse, evlenebilir. Fakat Peygamberimizin durumu­nun böyle olmadığını gördük.[26]

 

Peygamberimize Vaçıb Olan Bazı Özelliklerine Ait Bir Bölüm

 

Denilmiştir ki: "Peygamberimiz'in özelliklerinden biri de, O'nun hoşuna giden bir şey gördüğü zaman, "Lebbeyk! înnel-ayşe ayşü'l âhirâti" demesi, üzerine vacibdi." Bunu, el-Râfii nakletmiştir. [27]

Yine denilmiştir ki: "Peygamberimiz'in farz namazlarını, hiç bir halel ve eksik bırakmaksızın edâ etmesi üzerine vâcib idi." Bunu da bu şekilde nakleden el-Mâverdi olmuştur. Başkaları da bunu benimsemiş­tir. [28]

Îbnü'l-Kâs'm Telhis adlı kitabında anlattığına, el-Kaffâl'm dediği­ne ve Nevevi'nin Zevâidur-Ravza'da naklettiğine göre; Peygamber'e (s.a.v.) vahiy geldiği zaman, kendisinden ve dünyasından geçerdi. Fakat bu halde dahi kendisinden namaz, oruç ve diğer hükümler sakıt olmaz­dı." Bunun böyle olduğunu, Ibni Seb' ise, kesinlikle hükmetmiştir. [29]

Peygamberimiz'in üzerine vacib olduğu kabul edilen özelliklerin­den biri de, niyet edip başlamış olduğu nafile ibâdetlerden herhangisi olursa olsun, onu tamamlamasıdır. Bu da Ravza adlı kitapta anlatıl­mıştır." [30]

O'nun vacib olan özelliklerinden biri de, insanlarla haşir-neşir o-lurken, onların arasında bulunup onlarla konuşurken bile Allah'ı müşâhade etmekten hiç ayrılmamasıdır. [31]

Keza o, bütün insanların tamamı itibariyle mükellef bulundukları ilim ve irfana, tek basma mükellef idi ve herhangi bir şeye, en güzel karşılık ne ise, onunla karşılık vermekle mükellef idi. [32] Keza bir diğer özelliği de, bazen kalbine darlık veya dalgınlık gelirdi. O da Rab-bi'ne günde yetmiş defa istiğfarda bulunurdu.[33]

Bunların hepsini, Şafii mezhebi âlimlerinden Îbnü'1-Kâs, Telhis adlı kitabında anlatmıştır. îbni Seb de... Allame Cürcani ise, el-Şâfîi adlı eserinde, O'nun özelliklerinden biri olarak da şunu söylemiştir: 'İmam­lığın fazileti, Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.)'in hakkında, müezzin­likten daha üstündür. Başkaları hakkında ise böyle değildir. Zira Peygamber Efendimiz, sehiv ve galat üzerinde bırakılmaz. Başkaları ise, sehiv ve galatından haberdar olmamış olabilirler,"

Ben de derim ki: Peygamberimizin bu özelliği üzerinde; kesin ola­rak bunun böyle olduğuna hükmetmek suretiyle ihtilafa mahal bırak­mamak lazımdır. Fakat başkaları hakkında, imamlık mı af dal, yoksa müezzinlik mi afdal diye, ihtilaf edilebilir."[34]

 

Peygamberimizin Kendisine Haram Olanlar

 

Bunun hikmeti de şöyle açıklanmıştır: "Peygamberimiz'e has ol­mak üzere bazı şeylerin haram kılınmış olması, hiç şüphesiz O'nun şeref ve keremini artırmak, O'nu, küçük düşürücü bazı şeylerden korumak ve ahlakın en güzellerine yöneltmektir. Aynı zamanda, haram olan bir şe­yin terkedilmesindeki sevab, şüphesiz mekruh olan bir şeyin terkedil-mesindeki sevaptan daha büyüktür."[35]

 

Peygamberimize Zekat Ve Sadakaların Haram Kılınması

 

Evet, Peygamber'in (s.a.v.) özelliklerinden biri de, O'na ve O'nun ev halkına, kendisinin ve ailesinin kölelerine, âzadlılarma, zekâd ve sa­daka almanın haram kılınmış olmasıdır. Bu hususta Müslim, Muttalib bin Rabia'dan rivayetle, Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu bil­dirmektedir:

"Bu, sadakalar, insanların mallarının kirleridir. Muhammed'e ve O'nun âline helâl değildir!"

îbni Sa'd'ın Ebû Hüreyre, Aişe ve Abdullah bin Büsr'den naklettiği rivayete göre, "Peygamber Efendimiz hediyeyi kabul eder, sadakayı ka­bul etmezdi."

(Yine îbni Sa'd, Hasan'dan rivayetle, Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Yüce Allah, bana ve benim ev halkıma sadakayı haram kılmıştır!")

îmam-ı Ahmed de Ebû Hüreyre'nin şöyle söylediğini nakleder: "Peygamber (s.a.v.), dışarıdan yemek getirildiği zaman, onun hediye olup olmadığım sorardı. Eğer hediye olduğu söylenirse, o yemekten yer­di. Eğer, sadaka olduğu söylenecek olursa, ondan yemezdi."

Taberâni'nin îbni Abbas'tan olan rivayeti de şöyledir: "Peygamber (s.a.v.), Erkam el-Zühri'yi, zekat toplamak üzere görevlendirdi. O da yanında Peygamberimiz'in âzadlısı Ebû Râfî'i götürmek istedi. Ebû Rafı' ise Peygamberimiz'e sormaya gitti. Peygamberimiz kendisine dedi ki: "Ey Ebû Rafı', sadaka (zekât), Muhammed'e ve O'nun âline haramdır!"

(Bunu, Ahmed ve Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Ancak Ebû Davud'un rivayetinde: "Gerçekten sadaka bize helal değildir ve bir top­luluk ve ailenin, âzadlısı da; onlardan sayılır" denilmiştir.) [36]

Müslim ve îbni Sa'd Muttalib bin Rabia'dan şöyle rivayet eder: Ben ve Fadl bin Abbas Hz. Peygamber'e gidip müracat ettik ve dedik ki: "Ey Allah'ın Resulü, biz sana, bize zekat toplama hususunda emir ve yetki vermeni istemek için geldik." Peygamber Efendimiz, biraz sükut etti, sonra başını yukarı kaldırdı. Biz ise kendisiyle konuşmak istiyorduk. Zeynep validemiz de bize işaretle, O'nu konuşturmamamız hakkında perdesi arkasından tenbihte bulunuyordu. Biz de bekledik. Sonra Pey­gamberimiz bize dönerek buyurdu ki: "Sadakalar, Muhammed'e, O'nun âline helal değildir! Bunlar, insanların mallarının kiridir."

Alimlerimiz bu konuda demişlerdir ki: "Zekat ve sadakalar, in­sanların mallarının kirleri olduğu içindir ki, Peygamber Efendimiz'in yüksek makamları bundan korunmuştur. Peygamberimiz sebebiyle o'nun ev halkı da bundan korunmuştur. Sonra sadakalar, verilecek kimselere acınarak verilir ve alan kişi için bunda, ne de olsa bir zül vardır. 'Bu sebeble Peygamberimiz ve o'nun yakınları, alan için zül bu­lunan sadakadan korunmuş, bunun aksine alan için izzet, veren için zül bulunan ganimet malları kendilerine helal kılınmıştır."

Alimlerimiz, diğer peygamberlerin durumlarının da böyle olup ol­madığında ihtilaf etmişlerdir. Bazıları ki Hasan-ı Basri de onların ara­sında bulunmaktadır, birinci kavli seçmişlerdir. Yani sadaka ve zekatın diğer peygamberlere de haram olduğunu söylemişlerdir. Bazıları ise ki Süfyan bin Uyeyne de bunlar arasında bulunmaktadır, ikinci kavli seçip: "Bu, Peygamberimiz'in bir Özelliğidir. Yani o'na mahsustur, önceki pey­gamberlere zekat ve sadakalar haram değildi" görüşünü ileri sürmüş­lerdir. [37]

Sonra Peygamberimiz'e haram oluşu bakımından, zekat ve nafile sadakalar aynıdır. Fakat ev halkı hususunda, nafile sadakaların da ha­ram olup olmadığı konusunda, mezhebimiz âlimlerince (Şafiî) ihtilaf e-dilmiştir. Mezhebimizde, en sahih görülen kavle göre, Peygamberimiz'in ev halkına nafile sadakalar haram değildir. Onlara, sadece zekat alma­ları haramdır. Yine bizim mezhebimizdeki bir kavle ve Mâliki mezhebi­ne göre, onlara nafile sadakalar da haramdır. Üçüncü bir kavle göre ise, onlara özel olan sadakalar haramdır; eğer sadaka umum müslümanların menfaati içinse, mesela yapılan mescidler, açılan kuyular gibi, bunlar­dan onların faydalanmaları da helal olur. Ibni Salâh'm bildirdiğine göre, keffâret ve nezirler, keza zekât tahsili için verilecek görevler de, en sahih kavle göre, Hâşimiler'e helal değildir. Az önce geçen hadisler de bunu teyid eder mahiyettedir.[38]

 

Peygamberimize Ve Onun Ev Halkına, İsmail Oğullarından Birinin Fidyesinin Haram Olması

 

Hakkında rivayet edilen bir hadise göre, Peygamber Efendi m iz'e ve o'nun yakınlarına; ismail oğullarından birinin fidyesinin de haram olduğu anlaşılmaktadır. Bu rivayet şöyledir:

Ahmed, İmran bin Husayn'dan nakleder, O şöyle der: "Bana ada­mın biri anlatmıştı: İsmail oğullarına mensub kabilenin birinde ihtiyar bir adam varmış. Adamın oğlu, kaçarak Resûlüllah'm yanma gitmiş. Adam, oğlunu getirmesi için birini göndermiş. Fidye istenirse diye, fid­yesini de birlikte göndermiş. Aracı adam, Resûlüllah'a gelip durumu anlatmış. Resûlüllah Efendimiz de: "işte adamın oğlu! Götürüp babasına teslim edebilirsin" buyurmuş. Adam: "Fidyesini istemeyecek misiniz?" demiş. Resûlüllah da: "Bana ve benim ev halkıma, ismail oğullarından birinin fidyesini yemek, helal değildir" buyurmuştur.[39]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Kokusu Hoş Olmayan Bir Şeyi Yemesinin, Haram Oluşu İdi

 

Evet, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in Özelliklerinden biri de; koku­su hoş olmayan bir şeyi yemesinin, kendisine haram oluşu idi. Nitekim Ahmed ve Hâkim Câbir bin Semura'dan şöyle rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.), Ebû Eyyub'un evine indiği zaman, Peygamberimiz yediği yeme­ğin artanını Ebû Eyyub'a gönderirdi. O da Resûlüllah'ın yemekte kalan parmak izleriyle teberrük ederdi. Birgün, yemekte Resûlüllah'm par­mak izlerini göremeyince, O'na gidip sordu: "Ey Allah'ın Resulü, ye­mekte parmağınızın izini göremedim. Siz bu yemekten yememişsiniz" dedi. Peygamberimiz de ona şu karşılığı verdi: "Bu yemekte sarımsak vardı." Ebû Eyyub tekrar sordu: "Sarmısak haram mıdır?" Peygamber Efendimiz de: "Hayır, haram değildir. Fakat sen benim gibi değilsin. Bana melek gelir" buyurdu. (Ve onlara bu yemeği yemelerini emretti. Es-Siratün-Nebeviye Ibni Hişam, [40]

Buhari ile Müslim ise, Cabir'den şöyle naklederler: Peygamber E-fendimiz'e içinde bazı yeşillikler bulunan bir yiyecek getirildi. Peygam­berimiz, onun kokusunu iyi bulmadı ve bu yeşilliklerin ne olduğunu sordu. Kendisine bilgi verildi. O da: "Bunu ashabıma götürünüz, onlar yesinler" buyurdu. Peygamberimiz, kokusu hoş olmayan bu yiyeceği ye­mek istemedi ve bu münasebetle: "Ben, bazen meleklerle buluşurum! Sizin gibi değilim" buyurdu. [41]

 

Peygamberimizin Dayanarak Yemek Yemesinin Haram Oluşu

 

Peygamber'in (s.a.v.) özelliklerinden biri de, dayanarak yemek ye­mesinin haram oluşudur. Bu hususta sahih hadisler vardır. Bunlardan bazılarını görelim:

Buharı, Ebû Cüheyfe tarikiyle, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Bana gelince: Ben, dayanarak yemek yemem."[42]

tbni Sa'd ise, tbni Amr'in "Peygamber (s.a.v.) Efendimizin daya­narak yemek yediği hiç görülmemiştir!" dediğini rivayet eder.

Yine îbni Sa'd, Ebû Yala, güzel bir senedle Aişe'den şöyle rivayet ederler: Peygamber (s.a.v.) bana hitaben dedi ki: "Ey Aişe, eğer ben is­temiş olsam, benimle beraber yürüyen altından dağlar olurdu. Bana bir melek gelip şöyle dedi: "Allah, sana selamını okumakta ve seni, melik bir peygamber olmakla, kul ve peygamber olmak arasında seçim sapmakla serbest bırakmaktadır." O sırada yanımda bulunan Cebrâîl de bana, tevâzû göstermemi işaret ediyordu. Ben de, kul bir peygamber olmayı seçtiğimi söyledim..." Aişe validemiz derler ki: "işte ]bu olaydan sonra Peygamber Efendimiz, hiç dayanarak yemek yememiştir. Yine bu olay­dan sonradır ki, Peygamberimiz: "Ben, bir kulun yediği gibi yerim! Ve bir kulun oturduğu gibi otururum!" buyururlardı.

Yine îbni Sa'd Zührî'den nakleder: O şöyle der: "Bize ulaşan ha­berlere göre, Peygamber Efendimiz'e, daha önce hiç gelmemiş olan bir melek iner, yanında Cebrâîl de bulunur. Melek Peygamberimiz'e hitaben: "Allah seni, melik bir peygamber olmakla, kul bir peygamber olma arasında muhayyer bırakmıştır. Bunlardan hangisini seçersin?" der. Peygamberimiz bu sırada, Cebrail'e bakar. O da: "Kul peygamber olmayı seç!" diye işarette bulunur. Peygamberimiz de: "Kul peygamber olmayı seçiyorum" buyurur, işte bu olaydan sonra, peygamberimiz'in ö-lünceye kadar dayanarak yemek yemediğini söylerler." [43]

(Taberâni, Ebû Nuaym ve Beyhakî îbni Abbas'tan rivayet ederler. Onların bu rivayeti de, aşağı-yukarı bundan önceki rivayet gibidir.)

îbni Sa'd'ın, birdeAtâ bin Yesâr'dan rivayeti var. O, şöyle demiş­tir: "Birgün Peygamberimiz Mekke'nin üst tarafında idi ve dayanmış olarak yemeğini yiyordu. Bu sırada Cebrail gelip: "Ey Muhammed, hü­kümdarlar gibi mi yemek yiyorsun!" dedi. Peygamberimiz de bunun ü-zerine derhal oturdu."

îbni Adiyy ile îbni Asâkîr'in Enes'ten rivayetleri de şöyledir: Cebrail Peygamberimiz'e geldiği bir sırada, Peygamber (s.a.v.) dayan­mış olarak yemeğini yemekte idi. Peygamberimiz'e hitaben: "Dayanarak yemek, nimete dalmak (keyfîlik)tir!" dedi. Peygamberimiz de bunun ü-zerine derhal doğrulup oturdu. Artık bundan sonra, dayanarak yemek yediği hiç görülmedi ve şöyle buyurdu: "Ben ancak bir kulum. Kul gibi yer, kul gibi içerim."

"Dayanarak yemenin şeklini tarif etmek maksadıyla el-Hattâbî şöyle demiştir: "Buradaki dayanarak yemenin mânâsı: Altındaki yaygı­ya veya mindere iyice yerleşik bir şekilde oturmaktır..." Hattâbî'nin bu tarifini Beyhakî de kabul etmiştir. Keza îbni Dıhye ve Kâdî Ayyâd da kabul etmişler ve muhakkik âlimlere göre, manânın bu olduğunu söyle­mişlerdir. Bazıları ise: "Bundan maksad, yanını yere dayamış, yâni yannamış olarak yemektir" demişlerdir. [44]

 

Peygamberimizin, Yazı Yazmasının Ve Şiir Söylemesinin Kendisine Haram Olması

 

Peygamberimizin bir Özelliği de, yazı yazmasının ve şiir söyleme­sinin kendisine haram olmasıdır. Yüce Allah bu hususta şöyle buyur­maktadır:

"Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil'de buldukları o elçi'ye o ümmî peygamber'e uyarlar." [45]

"Ey Muhammed, sen bundan önce bir kitâb okumuyordun, elinle de onu yazmıyorsun. Öyle olsaydı, bâtılcılar o zaman kuşkulanırlardı." [46]

"Biz ona (Muhammed'e) şiir öğretmedik, şiir ona yakışmaz da..." [47]

tbn Ebû Hatim, Mücâhid'în şöyle dediği haberini nakletmiştir: "Kitâb ehli olanlar, kendi kitaplarında Peygamberimiz'in okur-yazar ol­madığını görürler ve bunu söylerlerdi, işte bununla ilgili olarak: "Sen, bundan önce bir kitâb okumuyordun, elinle de onu yazmıyorsun!" mealindeki âyet inmiştir."

îmâm-ı Râfîî ise bu konuda şöyle der:

"Peygamberimiz'in bir Özelliği olarak, yazı yazmasının kendisine haram olabilmesi için, O'nun yazı yazar olduğunu söylememiz gerekir. Halbuki O, yazı bilmezdi."

îmâm-ı Nevevî ise, bunu tenkld eder ve şöyle der: 'Tazı yazmasını bilmediği halde, yazmanın kendisine haram kılınmış olması mümteni' (imkansız) değildir. Bundan maksad, okur-yazar olmanın sebeblerine tevessül etmemesidir ve doğrusu da, O okur-yazar değildi..." [48]

Bâzıları ise bunun aksini söylemişler ve: "Hudeybiye andlaşması-nın yazıldığı sırada Kureyş temsilcisinin itirazı üzerine, Peygamberimiz (s.a.v.): "Bu, Muhammed bin Abdullah'ın andlaşmasıdır" diyerek yaz­mıştı. Zira Ali, böyle yazmaktan çekinmişti" demişlerdir. Onlara verile­cek cevab ise şudur: "Bu andlaşma ile ilgili olarak "...Yazdı" denilmesinden maksad, emir verip yazdırdı demektir [49]

Ebû Mes'ûd Dımeşkî de, Hudeybiye Musâlehasıyla ilgili olarak: 'Yâni Peygamberimiz kalemi eline aldı, fakat güzelce yazmasını bilmi­yordu. Buna rağmen "Resûlüllah" yerine "Muhammed" kelimesini yazdı" der.

Ömer bin Şeybe'nin bu husustaki sözü ise şöyledir: "Peygamber (s.a.v.), Hudeybiye'de, kendi eliyle yazdı. Halbuki O, daha önce yazmayı hiç bilmiyordu. Tam yazmak istediği sırada, bir mucize olarak yazması­nı bildi ve yazdı." Onun bu sözünü kabul edenler de olmuştur: Hadîs âlimlerinden Ebû Zerr el-Herevî, Ebu'1-Feth el-Nisâbûrî, Kâdî Ebu'l-Velîd el-Luhamî, Kâdi Ebu Cafer el-Simnanî el-Usûlî; bunu kabul eden­lerdendir. Hattâ Ebû'l-Velîd el-Luhamî şöyle demiştir: "Peygamberi-miz'in hiç yazı bilmediği ve öğrenmediği halde anîden orada yazmış olması, O'nun en kuvvetli mucizelerinden biridir." Bazıları da şöyle de­miştir: "Peygamberimiz, o gün kendi eliyle; yazı bilmediği, yazıyı teşkîl eden harfleri hiç tanımadığı halde yazdı. Kalemi eline aldı ve hareket ettirdi. O'nun yazmak istediği şekilde bir yazı meydana geldi. Yâni yazı kendiliğinden ve mucizevî bir şekilde oluştu... Evet Peygamberimiz ka­lemi hareket ettirdi, fakat bilerek bir şey yazmadı. Yazı yazıldığı zaman bile, yazıyı ve onun harflerini tanımıyordu" [50]

Şiirin Peygamberimiz1 e haram olmasına gelince: "Ebû Davud'un buna delâlet eden hadîsi; îbni Ömer'den sevketmiş olduğunu görüyo­ruz... O, şöyle diyor: "Ben, Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu i-şittim: "Ben eğer tiryak içersem nazarlık takınırsam, kendiliğimden şiir söylersem, hâlim ve âkibetim ne olur bilmem."

îbni Sa'd'ın Zühri'den rivayetine göre, Peygamber (s.a.v.), Medi­ne'ye göçten sonra Mescid yapılırken, ashabın bu husustaki candan ça­lışmalarına bakarak duygulanmış ve: "Bu göç, Hayber göçü değildir! Rabbimiz, bu daha iyi, daha temizdir" anlamında bir söz söyleyivermiş-tir. Yine Zührî şöyle dermiş: "Peygamberimiz, şiir olarak ne söylemişse, bir başkasına âit misâl vermek üzere söylemiştir. Kendisinin, Mescid yapılırken söyleyiverdiği bu şiirden başka hiç şiir söylediği olmamış­tır. (Bunu da, şiir söylemek maksadıyla söylemiş değildir.) [51]

Yine îbni Sa'd, Abdurrahmân bin Ebûz-Zennâd'dan şöyle nakle­der: "Peygamber (s.a.v.) birgün, Abbas bin Mirdâs'a hitaben: "Hatırlıyor musun? Senin: "Benim ve kölelerimin elde ettiğimiz mallar, Akra' ve U-yeyne arasında kaldı" gibi bir şiirin vardı?" demiş... Orada bulunan Ebû Bekir de: "Ey Allah'ın Resulü, anam babam sana kurbân olsun! Sen, bir şâir olmadığın gibi, şiiri de değiştirerek naklediyorsun. Zaten şiir de sana yakışır birşey değildir. Bunun söylediği o şiirin aslı, öyle değil;"...Uyeyne ile Akra' arasında kaldı" şeklinde idi" der. (Yâni Peygambe­rimiz, bu misâlde de görüldüğü gibi, şiiri, bazen değiştirerek söylerdi. Bazân da misâl vermek için.)

Alimlerimiz demişlerdir ki: "Peygamberimiz'in şiir şeklinde söyle­miş olduğu sözler; şiir maksadıyla söylenmiş şeyler değildir ve kafiyen bunlara, şiir söylemek de denilmez... Kur'ân'da dahi bazân vezinli sözler vardır. Bunlar da kafiyen şiir değildir."

tmâm-ı Mâverdî der ki: "Peygamber Efendimiz'e yazı yazmak ha­ram olduğu gibi, başkaları tarafından yazılmış bir yazıyı okumak da haramdı, ilgili âyet de bunu bildirir. O'na şiir söylemek yasak olduğu gibi, bir başkasına âit olan şiiri, şiir olarak nakletmesi de yasak idi."

El-Harbî de şöyle demektedir: "Peygamber (s.a.v.), iki mısraı bir araya getirerek, tam bir beyit halinde şiir okumamıştır. Mutlaka tek mısra halinde misâl vermiştir. Bir beytin, yâ birinci mısraını okuyup i-kinci mısraını bırakmıştır, yâhud da ikinci mısraını okuyup birinci mısraını terketmiştir. Eğer her iki mısraı okuyarak misâl vermek iste-mişlerse, bu seferde mutlaka kelimelerin yerini değiştirmek suretiyle misâl vermiştir. Az yukarıdaki Abbas bin Mirdâs'm şiirinde olduğu gibi..."[52]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Harbe Karar Verip Zırhını Giydikten Sonra, Çıkarmasının Haram Olmasıdır

 

Ahmed ve îbni Sa'd Câbir bin Abdullah'tan rivayet eder. O şöyle der: "Peygamber (s.a.v.), Uhud Günü şöyle demiştir: "Ben, rüyamda kendimi çok sağlam bir zırh içinde gördüm... Bazı boğazlanmış sığırlar da gördüm... Sağlam zırhı, Medine olarak; boğazlanmış sığırları da as­kerlerden bâzıları olarak te'vîl edip yorumladım... Eğer isterseniz Me­dine'de kalalım. Düşman Medine içine kadar girecek olursa, kendimizi burada müdâfâ edelim." Ashâb şu cevâbı verdiler: "Allah'a yemîn ederiz ki, onlar câhiliye zamanında bile şehrimiz Medine'ye girmiş değillerdir. islâm devrinde girmeleri nasıl olur?" Peygamberimiz de onların bu cevâbını ve tutumunu görünce: "O halde siz bilirsiniz" buyurdu. Sonra Peygamberimiz evine gitti~"ve harp hazırlığını yapıp zırhını giyin­di. Ashâb bunu görünce, daha ciddî düşünüp: "Biz ne yaptık?" dediler. Resûlüllah'a karşı O'nun düşüncesini red ettiklerine çok pişman oldular. Resûlüllah'a mürâcât edip: "Ey Allah'ın Resulü, karar sizindir, siz nasıl bilirseniz öyle olsun!" dediler. Peygamber Efendimiz de bunun üzerine şöyle buyurdular:

"Bunu şimdi mi düşünebildiniz? Biliniz ki, bir peygamber; harbe karar verip zırhını giydikten sonra, karar verdiği savaşı yapmadıkça zırhını çıkaramaz! Bu ona helâl değildir." [53]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Bir İyilik Ve İhsanda Bulunduğu Zaman, Daha İyisi Veya Daha Çoğunu Elde Etmek Niyetiyle Vermesinin Kendine Haram Olmasıdır

 

Yüce Allah, bir âyetinde şöyle buyurmaktadır; "Habîbim, verdiğini çok bularak (veya daha çoğunu umarak) başa kakma..."[54]

îbni Cerîr, âyetin tefsîriyle ilgili olarak, Ümmetin Alimi ve Ter-cümânü'l'Kur'ân olan îbni Abbas'tan nakleder. O şöyle demiştir: "Bir i-yilik ve ihsanda bulunduğun zaman, onu ondan daha iyisine kavuşmak niyetiyle verme! Bu sana lâyık değildir." [55]

Bütün müfessirler, bu hususun Peygamber'in (s.a.v.) bir özelliği olduğunda ittifak ve icmâ etmişlerdir.

Îbni Ebû Hatim de Dakhâk'tan Kur'an-ı Kerîm'deki: "insanların malları içinde, artması için verdiğimiz faiz, malı Allah katında artırıp bereketlendirmez..." [56] anlamına gelen âyetle ilgili olarak şöyle nakleder. Yâni Dahhâk demiştir ki: "Bu âyetteki ribâdan (faizden) maksat, helal olan ribâdır ki, bu şudur: Kişi insanlardan birine bir şey hediye eder. Onu, sırf bir hediye olarak verir. Fakat bunu vermekten maksadı, ondan daha iyisine kavuşmaktır, işte buna, ribâ'l-helal denilir. Fakat bu, Peygamber'e (s.a.v.) helal değildir. Peygamberimiz, böyle yapmaktan yasaklanmıştır. Çünkü bu, O'nun yüksek makam ve mansı­bına lâyık değildir..."[57]

 

Peygamberimizin, İnsanlara Verilmiş Bulunan Dünyalığa Gözlerini Dikmesi Haramdır

 

Yüce Allak, bu husustaki bir âyet-i celılesinde şöyle buyurmaktadır: "Onlardan bâzı sınıflara verdiğimiz dünyalığa gözlerini dikme! Ve onlar sana inanmıyorlar diye de üzülme! Sen, müminlere kanatlarını indir, onlara karşı mütevazı ve şefkatli ol." [58]

Yukarıda mealini gördüğümüz âyetten de anlaşıldığı gibi, Pey­gamber Efendimiz'in bir özelliği de, başkalarına verilen dünyalığa göz­lerini çevirmesinin kendisine haram olması idi. Bu hükmü, bu şekilde imâm el-Râfiî, el-Izâh adlı kitabın sahibinden naklederek bildirmiştir. Nevevî ile tbnü'1-Kâdî de buna kesinlikle hükmetmişlerdir.[59]

 

Peygamberimizin Özelliklerinden Biri De, Eşlerini İki Seçim Arasında Bıraktığı Zaman Kendisini Seçmeyen Eşini Tutmasının Haram Olması İdi...

 

Bu hususu, daha önce geçen ilgili bölümde ifâde etmiştik... Nitekim Buhârt'nin Aişe'den sevkettiği rivayet de bunu ifâde etmektedir. Bu rivayete göre Aişe şöyle demiştir; "Cüveyne'li adamın kızı (Cüveyne ka­bilesine mensûb Nûmân bin Şerahbil'in kızı Ümeyme) Peygamber'e (s.a.v.) yaklaştığı zaman; "Ben, senden Allah'a sığınırım" demişti... Peygamberimiz de: "Gerçekten sığınılacak olana sığındın!" buyurdu ve ona hitaben: "Derhal ailene dön!" dedi. Yâni onu terk etti..."

Konu ite ilgili olarak îbni Mülakkın, El-Hasâis adlı kitabında der ki: "Bundan anlaşıldığına göre, Peygamberimizle birlikte kalmayı hoş görmeyen bir kadını Peygamberimiz'in tutması haram idi. Kendisini is­temeyen bir kadını nikâhına alması da haram idi. Bunun böyle olduğu­na, Peygamber Efendimiz'in, hanımlarını iki seçim arasında muhayyer kılmış olması da delâlet eder..."

îbni Sa'd, Mücâhid'den şöyle nakleder: "Peygamber Efendimiz, bir kadını nikahlamak istediği zaman, bu isteğini o kadına açıklar, eğer o kadın bunu kabul etmezse, Peygamberimiz bu istediğini bir daha tekrarlamazdı. Nitekim bir defasında, bu husustaki isteğini bir kadına bil­dirmiş, o kadın da "ailemle istişarede bulunayım" karşılığını vermişdi. Sonra bu kadın, âlilesiyle istişare edip onların muvafakatini aldığını bildirdiği zaman; Peygamber Efendimiz de, bunun vaktinin geçmiş ol­duğunu bildirmekle yetinmiştir..."[60]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Ehli Kitâbtan Bir Kadını Nikahlamasının

Kendisine Haram Olması İdi...

 

Ebâ Dâvâd Nâsih'inde Mücâhid'den şu haberi rivayet etmiştir: 'Yüce Allah'ın Peygamberimiz'e hitabla: "Bundan böyle artık sana, ka­dınlarla evlenmek haramdır" [61]buyurması; Peygamber Efendi-miz'e, ehl-i kitâbtan olan kadınlarla evlenmeyi yasaklamıştır." [62]

Yine Mücâhid'den Sâid bin Mansûr'un bir rivayeti bulunmakta. Bu rivayete göre de Mücâhid, aynı âyetle ilgili olarak şöyle demiştir: "Yüce Allah'ın bu yasağı, yahûdî ve nasrânî kadınlarıyla ilgilidir. Onla­rın, Peygamber'e zevce, mü'minlere anne olmaya lâyık olmadıklarını bildiriyordu."

Bizim Mezhebin (Şâfu Mezhebinin) âlimleri derler ki: "Peygam-berimiz'in hanımları, hem mü'minlerin anneleri, hem de cennette ebe­diyen Peygamberimiz'in eşleri oldukları için, bunların, yâni gayr-i müslim kadınlarının O'na eş olmaları haram kılınmıştır. Zira O'nun eş­lerinin, O'nunla ebediyen cennette beraber olmaları münâsebetiyle, aynı zamanda O'nun derecesinde bulunmaları gerekmektedir. Buna göre, çok yüksek şeref de kazanmış olmaktadırlar. Hem, Sevgili Peygamberimiz, gayr-i müslim kadınlarıyla arkadaşlık etmekten de hoşlanmazdı. Ayrıca Peygamberimiz'e nikahlanacak bir kadın, müslümanlardan biri bile olsa, Allah yolunda hicret etmiş olması da şart idi. Müslüman bir kadı­nın, Peygamberimiz'e nikahlanabilmesi için, hicret etmiş olması şart o-lursa; müslüman dahî olmamış bir kadının Peygamberimiz'e helâl olmayacağı-, kolaylıkla anlaşılır."

Şafiî Mezhebi âlimlerinden Ebû îshâk şöyle demektedir: "Eğer Pey­gamberimiz, gayr-i müslim bir kadını nikahlamış olsaydı, Peygamberi-miz'în keremi ve şerefi için o kadına islâm hidâyeti nasîb olurdu." [63]

Mezhebimiz âlimlerinden bâzıları, Peygamber Efendimizin ehl-i kitaptan olan bir câriye edinmesinin de kendisine haram olduğunu söy­lemişlerdir. Fakat, en sahîh kavle göre, bu kendisine haram değildir. Nitekim el-Hâvî adlı kitabında el-Mâverdî şöyle demektedir: "Peygam­ber (s.a.v.), cariyesi Reyhâne'yi, henüz o müslümanhğı kabul etmemiş­ken câriye edinmişti." Mâverdî'nin bu sözüne göre, "Peygamber Efendimiz'e bu durumda; böyle bir cariyesine müslüman olmasını şart koşması, müslümanlığı kabul ettiği takdirde onu tutması, kabul et e-diği takdirde ise, onu terk etmesi üzerine vâcib mi idi, değil mi idi?" diy ihtilâf edilmiştir ve iki vecih üzerinde durulmuştur: Birincisine göre: "Peygamberimiz'in onu iki seçim arasında muhayyer bırakması vâcib idi. Eğer müslüman olmayı kabul ederse, ne güzel! Bu takdirde o da; âhirette ebediyen Peygamberimiz'in eşi olur." ikinci kavle göreyse; Pey-gamberimiz'in onu iki seçim arasında muhayyer kılması vâcib değildir. O, kendi isteği ile dilerse müslümanhğı kabul eder. Eğer etmezse, Pey-gamberimiz'in böyle bir kitabî (ehli kitap) cariyesinden ayrılması ge­rekmez. Nitekim Reyhâne misâli, buna delâlet eder."[64]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Hicret Etmemiş Bir Kadını Nikahlamasının Kendine Haram Olmasıdır

 

Evet, bu da Peygamberimiz'in özelliklerinden birini teşkil etmekte idi. Tirmîzî'nin hasendir kaydiyle, tbni Ebû Hâtim'in îbni Abbas'tan rivayet ettikleri şu haber buna delâlet eder: "Peygamber (s.a.v.), bütün kadınlardan nehyolundu. Ancak, Meküne'ye hicret eden müslüman ka­dınlar iç-n izin verildi. Yüce Allah, bir ayetinde şöyle buyurmaktadır: "Habîbim, bundan sonra artık sana, başka kadınlarla evlenmek, şimdiki eşlerini başka eşlerle değiştirmek helal değildir! İsterse onların güzel­likleri senin hoşuna gitmiş olsun. Artık başka kadınlarla evlenemezsİB. Yalnız elinin altında bulunan cariyeler hariç. Allah, her şeyi gözetleyi-cidir." [65]

Yine bundan önceki âyetleri gereği, (Ahzâb, 50,51) Yüce Allah, Pey-gamberimiz'e müminlerin kızlarının, kendisini Resûlüllah'a hibe eden mü'mine bir kadını helal kılmış; bunlardan maadasını ise haram, kılmış­tır. Dîni, islâm'dan başka olan kadınları da O'na haram kılmıştır." [66]

Keza Peygambere (s.a.v.), O'nun bir özelliği alarak, müslümanhğı kabul etmiş bulunan bir cariyeyi nikahlaması da haram idi. Bu husus­taki iki tevcihin, en sahîh olanı budur."[67]

 

Peygamberimizin Özelliklerinden Biri De, Onun Herhangi Bir Kimsenin Aleyhine Gözüyle İşarette Bulunmasının Haram Olması İdi...

 

Ebû Dâvûd, Nesaî, sahihtir kaydiyle Hâkim ve Beyhakı Sa'd bin Ebu Vakkâs'tan şöyle rivayet ederler: "Peygamber (s.a.v.) Mekke'nin fet­hi gününde, umûmî af ilan etti.,. Ancak bu umûmî aftan dört kişiyi is­tisna eyledi. Abdullah bin Ebû Şerh, bu dört kişiden biriydi. Abdullah, kendisinin yakını bulunan Osman bin Affân'ın yanında saklandı. Sonra Peygamberimiz insanları bi^t etmeye çağırdı. Bu sırada Osman, Abdul­lah'ı yanma alarak geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü, Abdullah biat etti" dedi. Peygamberimiz ise, üç defa başım yukarı kaldırıp baktı ve her defasında Abdullah'ın biatini kabul etmek istemedi. Üçüncüsünden sonra, onun biatini kabul etti... Sonra yanındaki ashabına dönerek şöyle dedi: "içi­nizde derin anlayışlı biri yok muydu? Ben bu adamın biatini kabul et­mek istemediğim zaman, bunu görüp de ayağa kalkmalı ve bu adamı öldürmeli idi." Ashâb bunun üzerine: "Ey Allah'ın Resulü, sizin içiniz-dekini biz ne bilelim? Bize bir işarette bulunsaydımz!" dediler. Peygam­berimiz de: "Bir peygamber için, böyle haince bir iş, hiç yakışık almaz!" buyurdu.

tbn Sa'd, Saîd bin Milseyyeb'ten şöyle nakleder: "Peygamberimiz bu sırada ashabına cevaben: "imâ, işaret etmek; hıyanettir! Bir pey­gamber için imâ etmek yoktur!" buyurdu.

îmâm-ı Râfîi şu açıklamayı yapar: "Hâine-i âyün, yani gözle işaret etmek; öldürülmesi veya dövülmesi mübâh ve caiz olan birisi hakkında, bu işlemin yapılması için işarette bulunmaktır. Böyle bir hareket, Pey-gamberimiz'den başkası için haram değildir. Çünkü aslında, mübâh ve caiz olan bir şey yapılacaktır. Ancak yapılması hak ve mübâh olmayan bir iş olursa, o hususta gözle işaret etmek de caiz olmaz... Peygamberi­miz için caiz olmayan ve O'nun bir özelliği bulunan husus ise; îdamı is­tenmiş ve îlân edilmiş bir adam için bile, gözle işarette bulunmasının haram oluşudur. Kendilerinin buyurdukları gibi: "Bir peygamber için işaret etmek yoktur."

El-Telhîs adındaki kitabın sahibi, buna bakarak, Peygamber E-fendimiz için, harbte hile yapmasının da caiz olmadığı kanâatine var­mıştır.   Fakat  büyük   ekseriyet   kendisine   muhalefet   etmiştir.   Bu

muhalefetin sebebini de el-Râfiî şöyle açıklamıştır: "Zira Peygamber E-fendimiz; bir sefere çıkacağı zaman, başka tarafa gidecekmiş gibi göste­rip hedefini gizlerdi. Bu, pek meşhurdur ve Buhârî ile Müslim'in sahihlerinde Ka'b bin Malik Hadisi olarak mevcudtur. Bu tevriye ile îmânın arasındaki farka gelince büyük işlerde tevriye yapılır. IJunun, yapanı aşağılatıcı bir niteliği yoktur, imâ ise, yapan için kınanan bir şeydir..."

Ben de bu münâsebetle şu inceliği hatırlatmak isterim: Bey-hakî'nin ed-Delâil adlı kitabında Ebû Hüreyre'den rivayetle, Peygam-ber'in (s.a.v.), Ebû Bekir'le birlikte Medine'ye girecekleri sırada (hicretleri esnasında), Ebû Bekir'e hitaben şöyle buyurduğu yazılıdır: "Ey Ebu Bekir, insanları gereği gibi oyala, benim konuşmama mahal bırakma! Zira bir peygamberin yalan söylemesi lâyık değildir." Bunun üzerine, kendilerine soru soranları Ebu Bekir oyaladı. Onlar: "Sen kim­sin?" diye soruyorlar, Ebû Bekir de: "Yola çıkmış birisi!" diyordu. Onlar: "Bu yanındaki adam kim?" diyor. Ebu Bekir de: "Bana yolu gösteren bi­risi" diye karşılık veriyordu."

Beyhakî'nin bu rivayeti gösterir ki, tevriyede bulunmak da, eğer büyük işlerle ilgili olmaz, sâdece özel bir mâhiyette bulunursa, yine bir peygamber için layık düşmemektedir. Zira yukarıdaki olayda Ebu Be­kir'in söyledikleri de bir tevriyedir, fakat bunda bir yalan bulunmamak­tadır. Fakat o, hem Peygamberimiz'in tanınmasını önlemiş, hem de doğruyu söylemiştir. Tevriyesini yaparken de: "Bu, beni hak ve hayır yo­luna hidâyette kılan kişidir!" demek istemiştir. Böyle bir tevriyeye, olsa olsa, sâdece şekil ve suret bakımından yalan denilebilir. Yoksa hakikatte bir yalan olmadığı meydandadır, işte, önceki geçen konuların birinde, Peygamberimizin şefaat hadîsini de görmüş, orada ibrahim (a.s.)'m kendisine izafetle: "Siz en iyisi, bir başkasına gidip şefaatçi olmasını is­teyiniz! Zira ben, üç defa yalan söylemiştim" dediğine vakıf olmuştuk.-işte onun bu sözündeki; "yalan söylemiştim" dediği şeyler de, hiç şüphesiz hakikatte yalan olmayıp, şekil ve suret bakımından yalana benzeyen sözlerdi. Bunun bu şekilde anlaşılması da, bu vesile ile, bizim için çok açık ve kolay olmuştur. Demek ki, peygamberlerin, kendi şahsî işleri için tev­riyede bulunmaları, kendi yüksek makamlarına lâyık görülmediği içindir ki, yukarıdaki misâlimizde Peygamber Efendimiz, tevriyede bulunmak­tan sakınmış, bunu Ebû Bekir'e havale etmiştir. Keza İbrahim (a.s.) da, kendisine âit üç adet tevriyeyi, bu sebeble kendisinin aleyhine saymış o-lacak ki, bunları zikrederek şefaatten çekinmiştir. [68]

 

Peygamberimizin Bîr Özelliği De, Tekbîr Ve Ezan Sesî Duyulan Bîr Yere Baskın Yapmasının Haram Olmasıdır.

 

Peygamberimiz'in özelliklerinden biri de, tekbîr veya ezan sesinin duyulduğu bir yere, baskın yapmasının kendisine haram olmasıdır. Buna dair Buhârî ve Müslim'in Enes'ten rivayet olunan haberi, yeterli delîl kabul edilmiştir. Bu rivayete göre Enes şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.), Allah yolunda gazaya çıktığı zaman, bir yere uğradığında, eğer oradan tekbîr veya ezan sesi duyulursa, oraya baskın yapmazdı. Bunun tesbîti için de, bütün gece boyunca bekler, sabah olduğunda o yerden ezan sesinin gelip gelmediğine bakardı. Eğer ezan sesi duyulursa, oraya baskın yapılmasına izin vermez, eğer ezan sesi gelmezse baskınını ya­pardı." îşte bunu da Ibni Seb', Peygamberimiz'in bir Özelliği saymıştır.[69]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Müşriklerden Yardım İstemesinin Kendisine Haram Olmasıdır

 

Evet, el-Kudâî'nin anlattığına göre Peygamber Efendimiz'in özel­liklerinden biri de, O'nun müşriklerden yardım istemesinin kendisine haram olmasıdır. Buhârî'nin Târih'inde Hubeyb bin Yessâf tan şöyle bir rivayeti vardır. O demiştir ki: "Peygamber (s.a.v.), bir gün bir tarafa gitmek üzere karar vermişti. Biz de kendisine gidip: "Ey Allah'ın resulü, kavmimizin katılacağı bir sefere, biz de katılmak istiyoruz!" diyerek kendisine mürâcâtta bulunduk... Peygamberimiz bize sordu: "Siz her i-kinız de, müslüman oldunuz mu?" Biz de tabiî henüz müslümanlığı kabul etmemiş olduğumuzdan: "Hayır" cevabını vermiştik... Bunun ü-zerine O şöyle buyurdu: "Biz, düşmanlarımız bulunan müşriklere karşı, müşriklerden yardım istemeyiz." [70]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Zulüm Üzerine Şahit Olmayı Kabul Etmemesidir

 

El-Kudâî'nin değerlendirmesine göre, Peygamberin (s.a.v.) özel­liklerinden biri de, zulüm olan bir iş yapılmak istenildiği zaman orada hazır bulunmayı kabul etmemesidir. Bu hususta Buharı ve Müslim, Nûmân bir Beşir'den rivayet ederler,

(Müellif, burada böyle bir başlık attıktan sonra, gerisini getirmeyip boş bırakmıştır.) [71]

 

 

 



[1] Bu evliya ile ilgili olan ve Buhârî tarafından rivayet edilen hadîsin bir kısmıdır ve pek meşhurdur.

[2] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/443.

[3] Isra suresi, 79

[4] Ibn Kesîr, Miicâhid'den nakien'vder ki: "Gece Namazının Peygamberimiz için nafile olması, O'nun gelmişi ve geçmişi bağışlanmış olduğu içindir. Başkalar) için İse, gü-nahlarmm keffâretidir.

JHanefîler, vitir namazının ümmet için de vâcib olduğunu söyler. Fakat bizim söyleye­ceğimiz; vitir namazının en kuvvetli sünnet namaz olduğudur. Sabah namazının iki rek'at sünneti de böyledir. Bunun için Efendimiz bunları, hazarda ve seferde bırakmamıştır. Mİs-vak'a gelince: Önceleri Efendimiz, her namaz İçin ayrı abdest alırdı. Sonra bunun yerine her namaz için misvak kullanır oldu ve bir abdest ile birden fazla namaz kıldı. Misvak, sünnetlerin en kıymetlisi ve Allah'a en sevimli olanıdır

[5] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/443-444.

[6] Aİ-İ imran suresi, 159

[7] Ibni Kesir der ki: "İslâm fukahâsı bu konuda ihtilâf etmişlerdir. İstişarede bulun­mak Peygamberimiz'in üzerine vâcib mi idi, yoksa ashabının gönüllerini almak için mi bu­nunla emrolunrnuştu?" Bence daha kuvvetli olan, ikinci görüştür. O halde istişarede bulunmayı, Peygamberimiz'in özellikleri arasında saymak, doğru değildir. Zira bu ümmetten her bir kişiye de, istişarelerde bulunması, önemle tavsiye edilmiş bulunan bir husustur.

[8] Tirmizî, bu rivayetin garîb olduğunu söylemiştir

[9] Evet, Peygamber Efendimiz ashabı ife pek çok defalar istişarede bulunmuştur: Bedir Harbi sırasında harb başlamadan iki defa istişarede bulunmuş harbe karar verilince askerini nereye mevzîlendireceği hususunda da İstişare etmiştir. Uhud'da dahî, şehir dışına çıkıp çıkmama hususunda istişarede.bulunmuş, Hendek Savaşı sırasında Gatafânlılar ile sujh yapılıp yapılmaması hakkında istişarede bulunmuş,   Hubeybiye'de ve ifk (iftira) ola­yında da istişarelerde bulunmuştur. Bu husustaki âyetin emri ve bütün bunlar; istişarenin İslâm'daki önemini gayet açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

[10] Tirmizî de bunu, Ali'den rivayet etmiştir. Ancak onun rivayet metninde şöyle de­nilmiştir: "Eğer ben, meşveret etmeksizin üzerinize bir emîr tâyin edecek olsaydım, muhak­kak Ümmü Abd'in oğlunu tâyin ederdim."

[11] Ahmed'in bu rivayetinde, Şehr bin Havşeb de vardır. Onun zayıf bir ravî olduğu ise malumdur

[12] Siyer-i İbn Hişam, 3/58. Mısır, 1355

[13] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/444-446.

[14] Maide suresi, 67

[15] Ayette va'd buyuruları "koruma" O'nu öldürmelerinden korumaktır. Yoksa Uhud'da olduğu gibi, O'nun harblerde yara alması mümkindi. Sahîh bir hadîsde, "Peygam­berimizi nöbetçiler beklerdi. Bu âyet nazil olunca, Peygamberimiz nöbetçileri göndermiştir ve Allah'ın kendisini korumayı va'd buyurduğunu bildirmiştir" denilmektedir.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/447.

[16] Bu hadisi, buna yakın bir anlamda, Müslim de rivayet etmiştir.

[17] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/447-448.

[18] Ahzab suresi, 28

[19] Ahzab suresi, 52

[20] Bu, onlar için büyük bir ilâhî lütuf ve mükâfattır. Zİrâ onlar Allah ve Resûlü'nü seçmişlerdir. Bu suretle Yüce Allah onları, dünyada da, ahirette de Resûlü'nün esteri kılmış­tır. Bunun için artık onlar; peygamberden sonra başkalarıyla evlenemezlerdi. Cennette Resûlüllah'a kavuşup o ebedî hayatta da O'nun eşleri olacaklardır. Onlar, kendi seçimleri ile bunu haketmİşler, bu büyük şerefe ermişlerdir

[21] Ahzab suresi, 51

[22] Ahzab suresi, 29

[23] Ahzab suresi, 50

[24] Az ilende açıklanacağı gibi, İmâm Ebû Hanîfeye göre, bu âyet, Peygamberi­miz'in üzerindeki "başka kadın nikahlama yasağı"nı kaldırmış değildir.

[25] İmâm Ebu Hanîfe'nin bu sözü, âyetten açıkça anlaşılmış olan şeydir. Eğer Pey­gamberimiz'e, eşlerini muhayyer bırakıp onların da Peygamberimizi seçmelerinden sonra, bir başka kadınla evlenmesi mübâh olursa; bu takdirde Allah'ın peygamberimizin hanımları­na olan lütuf ve minneti, hükümsüz kalır. Bu ise mâkûl bir şey değildir. Bunun için Ebu Hanîfe'nin sözü, mâkul ve makbul olan sözdür

[26] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/448-452.

[27] Sahîh olarak sabit olduğuna göre, Efendimiz hoşuna giden bir şey gördüğü za­man; "İyi ameller, ancak kendisinin nimeti sayesinde tamamlanan Allah'a hamdolsun!" diye­rek hamdederdi. Kerîh bir şey gördüğü zaman ise; "Her hal üzerine Allah'a harnd olsun!" diyerek hamdederdi.

[28] Bunu, Efendimiz'in bir hususiyeti saymanın doğru olmayacağı kanâatindeyiz... Zira her mükellef kul dahi, namazını bir halel ve eksik bırakmaksızın edâ etmekle mükelleftir. Bundan dolayıdır ki, namazını kötü bir şekilde kılana hitaben: "Git namazını kıl, zira sen namaz kılmadın!" buyurulmuştur.

[29] Bazân Peygamber Efendimiz namazda iken dahî, vahiy geldiği olurdu. Nitekim namazdayken, ayakkabılarını çıkarmış, O'na uyarak ashâb dahî çıkarmıştı... O'nun ashaba: "Siz niçin ayakkabılarınızı çıkardınız?" diye sorması üzerine; "Sana uyarak çıkardık" ceva­bını almış ve: "Ben Cebrail'in bana vahiy getirip ayakkabımda pislik olduğunu bildirmesi ü-zerine çıkarmıştım. Sizler mescid'e girmeden ayakkabılarınızı kontrol ediniz, bir pislik varsa gideriniz. Sonra giyip namazı onunla kılınız!" buyurulmuştur.

[30] Hanefî Mezhebine göre bu, herkes için böyledir. Peygamberi m iz'e hâs bir keyfi­yet değildir. Herkes, başladığı nafile ibâdetini, bir özür sebebiyle bırakmış bile olsa, sonra bunu kaza etmesi gereklidir.

[31] Bu, bâzı tasavvufçulara âit bir sözdür. Onlar bu sözle demek isterler ki: "Pey­gamberim iz'den başkası, Hakk'ın müşahedesinde müsteğrak olduğu zaman, halktan fânî oiur. Artık Hakk'tan başka bir şey görmez..." Onların fena fillah dedikleri böyle bir hâl ve makam ile ilgili olarak, Allah'ın dininde bir emir ve övgü ise yoktur. Ashâb-ı Kiram efendileri­miz, evliyanın en büyükleri oldukları halde, asla "fena fillah, cezbe, istiğrak..." gibi şeyler iddia etmemişlerdir. Halbukî onlar, dâima Hakk'ın müşahedesinde ve tâatinde idiler

[32] Bu ona bir  teklif değil, Allah'ın kendisini bununla bir teşrîfi idi. Bununla birlikte O: "Rabbim, ilmimi artır!" niyazında bulunurdu.

[33] O, günde yetmiş defa istiğfarda bulunur ve bu kendisine vâcib olursa, bizlerin hakkında bu daha vâcib (daha gerekli) olmaz mı?...

[34] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/452-453.

[35] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/453.

[36] Ebu Raf i1, peygamberimiz'in amcası Abbas'ın kölesi idi. Abbas onu Efendimizde hediye etmişti. Bir gün Ebu Râfi', Abbas'ın müslüman olduğu haberini getirip müjdeledi. E-fendtmız de onu, âzâd etti..

[37] Doğru olanı ise; "Diğer peygamberlere de haram idi" kavlidir. Zira: "Veren el, alan elden hayırlıdır!" düstûru, her zaman geçerlidir.

[38] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/454-455.

[39] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/455-456.

[40] es-Sîratü'n-Nebeviye, ibn Htşam, 2/144.

[41] Keza mescide veya bir toplantıya gidecek olan kimselerin de, kokusu hoş ol­mayan soğan-sarmısak gibi şeyleri yememesi gerektiği emredilmiş bulunmaktadır. Bu me­aldeki hadis, İttifakla sahihtir.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/456.

[42] Peygamberimizin "Bana gelince..." demesi, bunun kendisine hâs olduğunu ifâde etmez... Bilakis O, her yaptığı veya terkettiği hususta, ümmetinin kendisine uymasını teşvîk etmiştir. Kendisinin, dayanarak yemek yemeyi terket m esinde, ümmetine de öyle yap­maları için, yâni dayanarak yememeleri için, bir uyarı vardır.

[43] Zühıfnin bu sözünden, daha önceleri dayanarak yediği anlaşılır. Abdullah bin Amr'in hadîsi ise, hiç dayanarak yemediğini gösterir. Binâenaleyh Zührfnin sözü, bu hadîs karşısında tutunamaz...

[44] Müellifimizin tercihinin de birinci kavil olduğu sezilmektedir. Halbuki bu kavil (Hattabînin tarifi), az yukarıdaki iki hadise de aykırı düşmektedir. Zira bu iki rivayetin birinde açıkça: "...Peygamberimiz de bunun üzerine oturdu" denilmekte, diğerinde ise: "...Peygamberimiz de bunun üzerine doğrulup oturdu" denilmektedir. Bu açık ifadeler göste­riyor ki, Hattabînin tarifi uygun değildir. İkinci kavil ise, uygundur. Zira Peygamber efendimiz o sırada, ya sırtını bir şeye dayamış olarak ya da yere dayanıp yannamış olarak yemek ye­mekte idi. Cebrail'in o sözü üzerine de doğrulup oturmuş idi. Her iki rivayetin açık ifadesi budur. Binaen aleyh, bazılarının dediği ve anladığı gibi, bağdaş kurup oturmak suretiyle ye­mek yemek, mekruh değildir. Bağdaş kurmak da...

Nitekim fıkıh kitaplarımızdan Kuhustânîde: "...hutbe okunurken dizlerini dikerek elle-» riyle kavuşturmak şeklinde veya bağdaş kurarak oturmakta bir mahzur yoktur, insanın mes-cidde kolayına gelen veya dilediği bir şekilde oturması caizdir.." denilmektedir. (Kuhustânî, 1/165, İst. 1299). İmam Aliyyü'l-Kârî'nin Cem'ul-VesâiL adlı eserinde de şöyle denilmektedir: "Cabir bin Semura'nın rivayetine göre, Peygamber (s.a.v.) sabah namazını kıldığı zaman, güneş doğup biraz yükselinceye kadar, bağdaş kurup yerinde oturur idi. Nevevî, bu hadisin "sahih" olduğunu söylemiştir. Mîrek de: "Bâzan bağdaş kurup oturur, bâzan da dizlerini di­kerek. Bâzan sırtüstü uzamr, bâzan da dizçökerek oturur idi. O bunu, Ümmet-i Muhammed'e bir genişlik ve rahatlık olması bakımından yapardı.." (Cem'ul-Vesâil Hâşimi, 1/185). "Başı açık yemek yemekte veya kibirlenmemek şartıyla bağdaş kurup yemekte bir beis yoktur." (Fetâvâyı Hindiyye, 5/336- Beyrut, 1406).

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/457-458.

[45] A'raf suresi, 157

[46] Ankebut suresi, 48

[47] Yasin suresi, 69

[48] Sahih olan da budur. Yani ukuyup-yazmasınm Peygamber Efendimiz üzerine haram olmasından maksad, okuyup-yazmayı öğrenmenin sebeblerine tevessül etmemesidir. Yoksa yasak olmaması hâlinde, Peygamberimizin buna güç getireceğinde, kimsenin bir şüphesi yoktur

[49] Peygamberimiz'in Hudeybiye Musâlehası sırasında, kalemi Ali'den alıp kendi eliyle: "Bu, Muhammed bin Abdullah'ın andlaşmasıdır" diye yazmışttr, iddiası sahîh olmayan bir iddiadır. Zira bunu bizzat yazan Ali olmuştur. Fakat Peygamberimiz Ali'ye böyle yazmasını emrettiği için, Ali'ye değil de Peygamberimiz'e nisbet edilmiştir

[50] Müellifimiz'in, "bazı hadîs âlimleri..." diye naklettiği bu zâtlar ve onların bu tevilleri, kesinlikte makbul değildir. Onlar, sabit olan mucizeyi tersine çevirmişlerdir. Eğer Peygamberimiz, lüzumunda ve anında yazmayı öğrenmiş veya bilmeksizin yazmış İse; Kur'ân'ın kesinlikle haber verdiği "O'nun Ümmîliği" nerede kalır? Şaşılacak şey! Sanki a-damlar, Peygamberimiz kalemi eiiyle tutarken başındaymış gibi tasvir ediyorlar. Bilmiyorlar ki, bununla Peygamberimiz'i ve O'nun mucizesini hafife almış oluyorlar. Biz, bu gibi tevilleri asla kabul edemeyiz...

[51] Çünkü şiir: "Şiir söylemek maksadıyla ve mevzun olarak söylenen söz"dür. E-fendimiz ise, verilen misallerde olduğu gibi, vezinli ve kafiyeli şiir söylemek kasdında bulun­mamış, sâdece ve rasîgele söyleyiverm iştir, o kadar

[52] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/458-461.

[53] Peygamberimiz bunu, Cuma Namazını kıldırdıktan sonra söylemişti. Uhud'a çıkıp savaşmaları ise Cumartesi günü olmuştu... Bu savaş,. Bedir'den bir sen© sonra, hic­retin üçüncü yılında vukua gelmiştir

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/461-462.

[54] Müddessir suresi, 6

[55] Müfessir Ibni Kesir, âyetin tefsiri üzerinde dört vecih olduğunu anlatır. Fakat kendisi de, birinci vechi tercîh eder. Bu ise, yukarıdaki Îbni Abbas'tan nakledilen husustur.

[56] Rûm suresi, 39

[57] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/462.

[58] Hicr suresi, 88

[59] Ayetteki yasak, umûmi olduğundan, her mü'mînin dahi, bir başkasına verilmiş bulunan dünyalığa gözlerini çevirmemesi gerekir. Tabîî bu, Peygamberimiz için, daha büyük bir gerekliliktir

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/463.

[60] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/463-464.

[61] Ahzab suresi, 52

[62] Bu, bir delîle dayanmayan bir tahsîstir. Zira ilgili âyette: "Kadınlarla..." buyurul-muştur ve bütün kadınlara şâmildir. Bunu, yalnız ehl-i kitâbtan olan kadınlar olarak anlamak ve böyle bir tahsisde bulunmak, doğru değildir.

[63] Bu, delile dayanmayan bir faraziyedir. Peygamberimiz, eğer ehl-İ kitâbtan birini nikahlamış olsaydı, müslüman olması için onu zorlayamazdı. Eğer o, kendi irâde ve isteği ile müslaman olursa, mü'minlerin annesi ve Peygamberimizin ebedî eşi olmayı kazanmış olur du. Eğer kendi dîni üzerinde isrâr ederse, bunlardan bir şey kazanamazdı. Fakat sahîh olanı, Peygamberimiz ehl-i kitabdan biriyle nikah akdi yapmaz, ona cariyesi (mülk-i yemini) olarak mâlik olurdu.-

[64] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/464-465.

[65] Ahzab suresi, 52

[66] .  Konuyla ilgili ve: "Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmek sana helâl değildir" mealindeki ayet üzerinde ihtilâf edilmiş, bâzıları bu âyetin mensüh olduğunu söyle­miştir. Fakat Ebû Hanîfe, mensuh olmadığını aç  lamıştır. Biz de, daha önce geçen ilgili bölümde, Ebû Hanîfe'nin kavlinin kavî olduğunu, mâkûl ve makbul olanın bu olduğunu bildi-rerek tercihimizi belirtmiştik

[67] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/465-466.

[68] Evet, Peygamber Efendimizin büyük İşlerde tevriyede bulunduğu olmuştur. Ni­tekim Hendek Gününde yeni müslüman olan Nâim bin Mes'ûd'a hitaben Efendimiz: "Ey Naîm, git gücün yettiğinde birşeyler söyle ve onları harpten uzaklaştırmaya çalış! Bil ki harb, hud'adır!" buyuruyordu. Peygamberimiz, kendileriyle andlaşma yaptığı düşmanlarına dahî, onların hiyânet ettiklerini, bu yüzden andlaşmalarının geçersiz olduğunu haber verip ilân et­meden, onlara karşı harb yapmaz, onları aldatmazdı. Nitekim ilgili âyette de buna işaret ve delâlet edilmiştir. (Enfâl, 58.)

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/466-467.

[69] İbni Seb'ın bu sözünden anlaşıldığına göre o; her şeyi Peygamberimizin bir özelliği saymak taraftarıdır. Fakat bu doğru değildir. Daha önce de birkaç defa işaret ettiğimiz gibi, kesin delîl olmadan bir şeyi tahsîs etmek, isabetli olmaz... Burada da bunun, Peygam­berimiz'in bir özelliği olduğuna delâlet eden yeterli bir delîl yoktur. Mâruf ve sabit olan odur ki, Peygamber Efendimiz, bu şekilde hareket etmeleri için askerînin komutanı durumunda o-lanlara da emrederdi. O halde bu, O'na hâs değildir.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/468.

[70] Bu dahi, Peygamberimiz'in kendisine hâs olan şeylerden değildir. Zaruret ol­madıkça, müslümanların da, müslüman olmayanlardan yardım istemeleri doğru değildir. Gerek Peygamber Efendimiz'in yukarıdaki sözlerinden gerekse ilgili âyetten anladığımız budur. (At-i İmrân, 118.)

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/468.

[71] Evet, Peygamberimiz {s.a.v.), Nûmân bin Beşîr'in babasına hitaben: "Sen, yapmak istediğin bu iş üzerine, benden başkasını şahit tut! Zira ben, zulüm olan bir iş üzerine şahit olamam!" buyurmuştur. Fakat Peygamber Efendimiz böyle buyurmakla; bir başkasının zulüm üzerine şahit tutulmasının caiz olacağını İfâde etmek istememiş, Nûmân bin Beşîr'in babasına, yapmak istediği İşin bir zulümden ibaret olduğunu söylemek istemiştir. Yoksa zu­lüm üzerine şahit olmanın bütün müslürnanlara haram olduğunda hiç şüphe yoktur. Binâen aleyh bunu, peygamh»rimiz'in hir belliği olarak anlamak doğru değildir.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/469.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol