Kur'an ve Sünnet
   
 
  YİRMİSEKİZİNCİ BÖLÜM

YİRMİSEKİZİNCİ BÖLÜM

 

PEYGAMBERİMİZİN, DİĞER PEYGAMBERLERE ÜSTÜNLÜĞÜNÜ İFADE EDEN ÖZELLİKLERİ

 

Peygamberimizin, Diğer Peygamberlere Üstünlüğünü İfade Eden Özellikleri

 

Bu bölümde, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e verilip de diğer pey­gamberlere verilmemiş olan, Peygamberimiz1 in afdaliyetini bildiren bazı büyük özellikleri anlatılacaktır. Bunların sayısı hakkında bir fikir veren Ebû Sâid el-Nisâburi, Şerefü'l-Mustafa adlı kitabında şöyle demektedir: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in diğer peygamberlere karşı üstünlüğü­nü ifade eden özellikleri, sayı itibariyle altmış kadardır." işte o, böyle demektedir. Ben de diyorum ki: "Sevgili Peygamberimiz'in bu sayıdaki özelliklerini, birden altmışa kadar saymış ve bunu yazıya almış bir alim bilmiyorum. Benim naçizane araştırmalarıma göre ise, aslında bu sayı daha da büyüktür. Yâni Peygamber Efendimiz'in özellikleri; bu husus­taki hadislerin ve eserlerin tamamını gözden geçirdiğimiz zaman, bun­ların; yukarıda bildirilen sayının üç katma çıktığı görülür. Ben bunları inceledim ve aynı zamanda dört kısma ayrılmış olduğunu gördüm. (Yâni tamamını, dört bölümde mütalaa ettim). Şöyle ki: Sevgili ve büyük Pey-gamberimizm bu büyük özelliklerinin birinci kısmı: O'nun zatına ait olup dünyada kendisine verilmiş bulunanlar, ikincisi: Yine O'nun zatına ait olup ahirette kendisine verilmiş (verilecek) olanlar. Üçüncüsü: O'nun ümmetine ait olup dünyada verilmiş bulunanlar. Dördüncüsü: Yine O'nun ümmetine ait olup ahirette verilecek olanlar. Şimdi böylece dört kısma ayırdığımız bu özellikleri, geniş bir şekilde ve ayrı ayrı bölümler halinde anlatalım.[1]

 

Peygamberimizin Diğer Peygamberlerden Önce Yaratılmış Olması Ve Onlardan Önce Peygamber Olması.

 

Evet, Peygamber (e.a.v.) Efendimiz, daha Adem (a.s.) yaratılışına maya teşkil eden çamurun içinde iken, yaratılmış ve peygamber kılınmış idi. [2]

Bundan önce de geçtiği gibi, Peygamberimiz hakkında diğer pey­gamberlerden söz alınmıştır. Aynı zamanda peygamberimiz, "elestü bi-rabbiküm?" hitabına da, herkesten ve bütün peygamberlerden önce cevap verip: "Evet, Rabbimiz'sin!" demiştir. [3]

Burada şunu da zikredenin ki: Gerek Adem (a.s.), gerek diğer peygamberler ve bütün yaratıklar sadece O'nun hürmetine yaratılmış­lardır. [4]

O'nun mübarek adı, günün beş vaktinde okunan ezanlarda söyle­nip durduğu gibi; bunun Adem (a.s.) zamanında ve melekût-ı alâ'da da söylendiğim hatırlamış olalım. Ayrıca meleklerin de O'nu her zaman ve saatte zikrettiklerini söyliyelim. [5]

Gerek Adem (a.s.)'dan, gerek diğer bütün peygamberlerden, pey­gamber efendimiz'in sağlığına yetiştikleri taktirde O'na iman edecekleri, O'na yardımcı olup destekleyecekleri hakkında kendilerinden Mîsâk, yani ilahi bir ahid ve söz alınmış olması da; sevgili Peygamberimiz'in büyük bir özelliğidir! [6]

Önceki nazil olan semavi kitaplarda, gerek Peygamberimiz'in ge­leceği, gerekse O'nun ümmetinin, ashabının ve halifelerinin bazı özel­likleri de bildirilmiş ve müjdelenmiş tir.

Peygamberimiz'in doğumu sebebiyle de şeytanlar göklerden ko­vulmuş, tard edilip uzaklaştırılmıştır. [7]

Peygamberimiz'in kalbinin, bütün ilâhi vahiy ve ilhamlara isti-dadlı olması için kalbi Cebrail tarafından yarılıp ameliyat edilmiş; nûr ve hikmetle doldurulmuştur.

Sırtında, tam kalbinin hizasına düşecek yerde de Hâtemü'n-Nübüvvet yaratılmış; O'nun mübarek kalbi bu tarafından da şeytanın vesveselerine kapalı kılınmıştır.

O, sefer halinde iken, melekler kendine gölge edip onu sıcaktan korumuşlardır. [8]

Ve O, bütün insanların en akıllısı olarak yaratılmıştır! [9]

Kendisine verilmiş bulunan güzellik de, O'nun özelliklerinden bi­ridir. Öyle ki, O'na verilmiş bulunan güzelliğin ancak yansı kadarı Yu­suf (a.s.)'a verilmiş idi.

Peygamberimiz'in vahiy geldiği zaman şiddetle sarsılıp kendinden geçer gibi olması ve bu sırada harıldaması da, kendisine vahiy halin­deyken verilmiş bulunan bir özellik idi. Aynı zamanda o, kendisine vahiy getiren Cebrail (a.s.)'ı da yaratıldığı şekilde iki defa görmüştür. Bu da O'na verilen bir özelliktir. [10]

Kendisine peygamberlik verilmesinden itibaren, kahinlerin keha­neti, şeytanların kulak hırsızlığı yaparak ilâhi vahiyden çalıntılar yap­ması da sona erdirilmiş, semalar onlardan korunmuştur. Buna yeltenenler de akıcı ve yakıcı alevlerle tard edilmiştir.

O'nun şefaati ile kafirlerin azabının hafiflemesi de, O'nun özellik­lerinden biridir. Nitekim Ebû Talib'in kıssasından da bu husus anlaşıl­maktadır.

Allah, düşmanlarından koruyacağına dâir, kendisine ilâhî bir va'd de bulunmuştur.

Hele Isrâ ve Mirâc mucizesi, bu mucizenin şümulüne giren husus­tur ki, yedi kat gökler ve daha yüceleri kendisi için açılmış ve bir yol ol­muştur. O bu gecede, "Kabe kavseyn" makamına yükselmiştir. Hiç bir meleğin ve peygamberin ayak basmadığı âlemlere ayak basmıştır.

O gece peygamberler kendisi için diriltilmiş, kendisinin arkasında durmuşlar, O da onlara namaz kıldırmıştır. O gece O'na, hattâ mekekler bile cemâat olmuşlardır. [11]

Beyhakfnin anlattığına göre, o gece cennet ve cehennemi de gör­müştür ve daha nice büyük İlâhî âyetlerin tecellîsine mazhar olmuştur. Gördüklerini hıfzetmiş, gözü başka noktaya kaymamıştır. Rabbini de iki defa görmüştür... Melekler onunla birlikte savaşmıştır, işte bunlar; daha önce geçen hadîslerle anlatılan O'nun kırk kadar özelliğidir. [12]

 

Peygamberimize İndirilen Kitabın Muciz O-Luşu, Kıyamete Kadar Tebdil Ve Tahriften Mah­fuz Oluşu, Her Şeyin Esasını Cami' Oluşu Ve Başka Bir Kitaba İhtiyaç Bırakmaması, Önceki Kitapların İçine Aldıkları Bütün Mevzuları Fazlası İle İçine Alışı, Ezberlenmesinin Kolay Oluşu, Parça Parça İnişi, Yedi Bölüm Ve Yedi Harf Üzerine İnişi Ve Her Lügati İhtiva Edişi De O'nun Büyük Özelliğidir.

 

Nitekim bu hususların te'yîdi mâhiyetine, O'nun en büyük mucizesi ve özelliği bulunan Kur'an-ı Kerim'de bir çok âyetler vardır. Şimdi bunlardan bâzılarının meallerini görelim. Yüce Allah şöyle bu­yurmaktadır:

"De ki: "Andolsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur'ân'm bir benze­rini getirmek üzere toplansalar, yine onun benzerini getiremezler. Bir­birlerine arka olup yardım etseler de bunu yapamazlar!" [13]

"O zikri (Kur'ân'ı) biz indirdik biz; O'nun koruyucusu da elbet bi­ziz!" [14]

"O yanlış yola sapanlar, kendilerine gelen Kur'ân'ı inkâr ettiler. Halbuki o, Öyle eşsiz bir kitaptır!" [15]

"Öyle bir kitap ki, ne önünden, ne ardından ona bâtıl gelmez! O, hikmetli, çok övülen Allah tarafından indirilmiştir!" [16]

"...Sana bu kitab'ı, her şeyi açıklayan ve müslümanlara yol göste­ren, rahmet ve müjde dolu bir kitap olarak gönderdik!" [17]

"Bu Kur'ân, Isrâîl Oğullarına, kendilerinin ayrılığa düştükleri şeylerin birçoğunu anlatıyor." [18]

"Andolsun biz, Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık! Öğüt alan yok mudur?" [19]

"Onu, bir Kur'ân olarak (âyet âyet) ayırdık. Ki Onu insanlara dura dura okuyasın! Ve biz onu parça parça indirdik." [20]

"İnkar edenler: "Kur'ân, O'na bir defada indirilmeli değil miydi?" dediler. Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırmak için onu böyle parça parça indirdik ve onu ağır ağır okuduk." [21]

"Onların sana getirdikleri her misâle (bâtıl soruya) karşı mutlaka biz sana, o bâtılı yok edecek bir gerçeği ve en güzel açıklamayı getiririz!" [22]

Buharî Ebû Hüreyre'den rivayetle Peygamber'in (s.a.v.) şöyle bu­yurduğunu nakleder: "Benden önce gönderilmiş hiçbir peygamber yoktur ki, kendisine beşerin inanacağı mü'menün bih olan (îmân prensiplerini ihtiva eden) bir şey verilmemiş olsun! Bana gelince; Allah bana herşeyin esâsını ihtiva eden îlâhî vahyini gönderdi. Umîdim odur ki, ümmeti en çok olan, ben olacağım!"

Beyhakî, "O öyle bir kitaptır ki, ne önünden, ne de ardından ona bâtıl gelmez!" mealindeki âyeti kerîme üzerinde, Hasanü'l-Basrfnin şöyle dediğini nakleder: "Yâni, Allah Kur'ân'ı şeytanın ona bir zarar vermesinden korumuştur! Şeytan ona hiçbir yönden yanaşamaz! Ona herhangi bir bâtılı sokamaz, ondaki îlâhî hakikat ve hikmetlerden de hiç bir şeyi eksütemez.,."

Yine Beyhakî, Yahya bin Eksem'den şöyle bir haber nakleder: Bir gün Halîfe Me'mûn'un yanma bir yahûdî girdi. Onunla konuştu. Fakat çok güzel konuştu. Ne derece bilgili ve kültürlü olduğu, konuşmasından anlaşılıyordu. Buna bakarak halîfe kendisini îslâm'a davet etti. Yahûdî onun bu teklifini kabul etmedi, izin alıp giden bu yahûdî, bir sene sonra yine halîfe ile görüşmek istedi. îzin verilince içeri girdi. Bu sefer, müs-lümanlığı kabul ederek gelmişti... Yine çok güzel konuşuyordu. Halîfe kendisine: "Müslümanlığı kabul edişinizin sebebi nedir?" diye sordu. O şu karşlığı verdi:

"Ben sizin huzurunuzdan ayrılıp gittikten sonra, bütün dinleri (şu üç büyük dîni), bir defa daha gözden geçirmek istedim... Bu maksatla Tevrat'ı ele aldığımda, onun gerçekten tahrif edilmiş olduğu kanâatine vardım ve Tevrat ehlini bu hususta imtihan etmek istedim. Üç nüsha (aded) Tevrat yazdım. Her bir nüshasında bâzı ilâve ve çıkarmalar yap­tım. Sonra bunları yahüdüerin havrasına götürüp satmak istediğimi söyledim ve derhal alıcı buldum ve sattım. Sonra İncil'i ele alıp ondan da üç nüsha yazdım. Her bir nüshasına ilâveler yaptım, bâzı çıkarmalarda bulundum. Götürüp hristiyanlarm kilisesinde müşteri aradım. Çok geç­meden her üç nüshaya da alıcı buldum ve sattım. Sonra Kur'ân'ı ele al­dım. Ondan da üç nüsha yazdım ve her bir nüshasında ilâveler ve çıkartmalar yaptım. Götürüp mushaf-ı şeriflerin satıldığı yerde müşteri aradım. Fakat müslümanlarm kitapçıları, ellerine aldıkları bu mushaf nüshalarını tetkik etmeye başladılar. Tashîhsiz ve tasdiksiz olduğunu derhal farkettiler. Bana, "sen bunları nereden aldın?" diye çıkıştılar. Ben de ellerindeki nüshaları alıp durumu kendilerine sezdirmeden oradan kayboldum... Ve böyle bir mushafm müslümanlara kabul ettirilemiye-ceğini anladım... Dolâyısıyle, Kur'ân'm Allah'ın Kitabı bulunduğuna ve Onun İlâhî koruması altında bulunduğuna kanâat getirdim ve müslü-manlığı kabule karar verdim, işte müslüman oluşumun sebebi ve hikâyesi bundan ibarettir."

Yahya bin Eksem [23] der ki: Aynı sene ben hacca gitmiştim. Bu olayı orada karşılaştığım Süfyân bin Uyeyne'ye naklettim. O da bunun üzerine dedi ki: "Bunu doğrulayıcı olarak Allah'ın Kitabında âyet vardır. Hangi âyet olduğunu biliyor musun?" Ben de hangi âyeti kasdettiğinin kendisi tarafından söylenmesini rica ettim. Benim ricam üzerine o da dedi ki: "Malûm olduğu veçhile yüce Allah, Tevrat ve İncil hakkındaki bir âyet-i celîlesinde şöyle buyurmuştur: "Kendilerini Allah'a vermiş bulunan yahûdî zâhidleri ve âlimleri, Tevrat'ı korumakla görevli ve yü­kümlü idiler..." [24] işte bu âyetten de anlaşıldığı gibi, Tevrat'ın ko­runması onlara (kullara) kalmıştı... Halbuki yüce Allah, Kur'ân ile ilgili bir âyetinde meâlen şöyle buyurmaktadır: "O zikri (Kur'ân'ı), biz indir­dik biz; ve onun koruyucusu da elbette biziz!" [25] işte bu âyetten an­laşılan da, yüce Allah Kur'ân'ı (şu veya bu sebeple) koruyacağını bildirmiş bulunmaktadır. Demek ki Kur'ân, bizzat Allah'ın koruması altındadır, asla onu zâyî etmeyecektir!" [26]

Beyhakî, îmânın Şubeleri adlı kitabında, Hasan-ı Bâsri hazretle­rinden nakleder. Buna göre o demiştir ki: "Yüce Allah, yüz dört kitâb inzal buyurmuştur! Bu yüz dört kitabın ilim ve hikmetlerini, dört büyük kitapta toplamıştır. Bu dört büyük kitab da malûm: Tevrat, incil, Zebur ve Fürkân (Kur'ân) dır. Sonra yüce Allah; Tevrat, Incîl ve Zebur'daki bütün ilâhi hikmet ve ilimleri de Fürkân'da (Kur'an'da) toplamıştır [27])._____________________

Sâid bin Mansûr, îbni Mes'ûd'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Her kim ilimde kemâle ermek isterse, Kur'ân üzerinde çalışmalıdır. Zira evvelkilerin de, sonrakilerin de haberi ve bilgisi Kur'an'dadır!" [28]

îbni Cerîr ile îbni Ebû Hatim de yine îbni Mes'ud'dan şöyle rivayet ederler: "Yüce Allah, şu Kur'an'da ilmin tamamını indirmiş ve bizlere a-çıklamıştır! Bunda asla şüphe yoktur. Şu kadar var ki, biz kulların a-kılları ilmin tamamını Kur'an'dan almaya, Onu hakkıyla anlamaya yetmemektedir."

Ebû Şeyh, Kitabu'l-Azamet adlı eserinde Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini nakleder: "Peygamber (s.a.v.), bir defasında kitabımız Kur'an hakkında şöyle buyurmuştur: "Eğer yüce Allah, bazı şeyleri kitabında zikretmeyi bırakmış olsaydı, zerreyi, hardal tohumunu, sivrisineği zik­retmeyi bırakmış olurdu!"

Hâkim ve Beyhaki îbni Mes'ud'dan naklederler, O şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Önceki kitablar, bir bölümden ve bir harf üzerine nazil olurdu. Kur'an ise, yedi bölüm ve yedi harf üzerine nazil olmuştur. Kur'an; emreder, nehyeder, haramı ve helali bildirir. Muhke­mi, müteşabihi ve emsali (darb-ı meselleri) vardır."[29]

Buharı ve Müslim'de de îbni Abbas'tan rivayet edilen şu hadis-i şerif bulunmaktadır:

"Cebrail bana, Kur'an ayetlerini bir harf (bir okuyuş) üzere oku­yordu. Ben kendisine müracat edip daha fazla okuyuş ile okunmasını (ve böylece O'nun okunmasında çeşitli kabilelere mensub insanlar için bir kolaylık sağlanmasını) istedim. O da bunu biraz artırdı. Ben daha faz­lasını istedim, o da bunu artırdı ve sonunda yedi harf (okuyuş) üzere bana okudu."

Müslim tek başına Übeyy bin Kab'tan şöyle rivayet eder: Peygam­ber (s.a.v.) buyurdu: "Rabbim Kur'an ı bana, bir harf üzere okunacak şekilde gönderdi. Ben ona müracaat ederek ümmetim için bunun kolay­laştırılmasını istedim. Rabbim de bunu kabul buyurup iki harf üzere o-kunmasına izin verdi. Ben yine müracatta bulunarak bunun artırılmasını istedim. Rabbim de benim bu müracatımı kabul buyurarak Kur'an'm yedi harf (okunuş) ile okunmasına müsaade etti." [30]

İbni Ebû Şeybe, el-Musannef adlı eserinde ve İbni Cerir, Ebû Mey-sere'den şu haberi çıkarmıştır. Ebû Meysere demiştir ki: "Kur'an her li­san ile inmiştir (yani onda her lisandan bazı kelimeler vardır.)"

(İbni Ebû Şeybe, bunun benzeri bir haberi de el-Dahhak'tan riva­yet etmiştir.)

îmam Fahrüddin-i Râzi der ki: "Kur'an'm, diğer semavi kitablara tam otuz hasletle üstünlüğü vardır. Ki bu hususiyetler (özellikler) diğer semavi kitablarm hiç birinde bulunmamaktadır."

îbn Münzir Tefsirinde Vehb bin Münebbih'in şöyle dediğini haber vermiştir: "Çeşitli milletlerin konuştuğu dillerden hiç biri yoktur ki, Kur'ân'da onların dilinden bir şey bulunmamış olsun." Vehb bin Mü-nebbih böyle konuştuğu zaman kendisine: "Peki Kur'ân'da Rumca'dan hangi kelime vardır?" diye sormuşlar... O da şu cevabı vermiştir: "Ba­kara süresindeki: "Fesurhünne" kelimesi Rumîcedir ki, "Onları kendine çek ve kes" anlamındadır."[31]

 

Peygamberimizin Bir Büyük Özelliği De, O'nun Mucizesinin Kıyamete Kadar Baki Oluşudur

 

Peygamberimiz (s.a.v.); mucizesinin kıyamete kadar baki oluşu gibi, bir büyük özelliğe de sahip bulunmaktadır. Kıyamete kadar bakî olan bu mucize ise, hiç şüphesiz Kur'ân-ı Kerîm'dir! Diğer peygamber­lerin mucizeleri ise, kendi zamanları ile kayıtlı ve geçici idi. Peygambe-rimiz'in bir özeliği de, peygamberler içinde en çok mucizeye sahip olmasıdır. Onun bu mucizelerinin sayısı üzerinde beyânda bulunan bazı âlimler: "Bunlar sayıca bine varmaktadır" demiştir. Bâzıları ise, bunla­rın üç bin kadar olduğunu söylemiştir. Nitekim, Beyhakî de böyle de­miştir. Bu hususta Allâme el-Huleymî de şöyle der: "Peygamber Efendimiz, mucizelerin sayısı bakımından bütün peygamberlerden önde olduğu gibi, mucizelerinin keyfiyeti bakımından da bir üstünlüğe sa­hiptir. Zîra diğer peygamberlerin mucizeleri arasında, cisimlerin yarıl­ması şeklinde (meselâ Ay'ın yarılıp ikiye bölünmesi gibi) bir mucize bulunmamaktadır. Bu mânâ ve mâhiyet de, Peygamberimize verilmiş bulunan bir özelliktir."

Bu hususta ben de derim ki: Peygamberimizin büyük özellikleri arasında; daha önceki peygamberlere verilmiş bulunan bütün mucizele­rin kendisine verilmiş olması da vardır. Zîrâ daha önceki peygamber­lerden herhangi birine, sadece bir nevî mucize verilmiştir. Onlardan hiç birine her nevî mucize verilmiş değildir. Bizim Peygamberimiz'e ise, hem her nevî mucize, hem de her nevî fazîlet ve üstünlük dahî verilmiş du­rumdadır. [32]

îzzüddîn Ibni Abdüsselâm da der ki: Peygamber'e (s.a.v.) taşın selâm vermesi, O'ndan ayrılması sebebiyle kuru kütüğün inlemesi, par­maklan arasından su fışkırması gibi mucizeler de, O'nun özellikleri a-rasındadır. Zira bu gibi mucizeler başka peygamberlerden hiç birisine olmamıştır. Keza inşikâk-ı kamer (ay'm yarılması) mucizesi de O'nun bir özelliğidir."[33]

 

Peygamberimizin; Peygamber Olarak En Son Gönderilişi, Son Peygamber Oluşu,Getirdiği Şeriatın Kıyamete Kadar Baki Oluşu, Diğer Şeriatleri Nesh Edişi, Peygamberlerden Otvun Zamanına Ulaştıkları Takdirde O'na Tabi Olacaklarına Dair Söz Alınışı Gibi Özellikleri De Vardır.

 

Nitekim Yüce Allah ilgili bazı âyetlerinde şöyle buyurmaktadır:

"Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değil, fakat Al­lah'ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir." [34]

"Sana da, kendinden Önceki kitapları doğrulayıcı ve onları kollayıp koruyucu olarak bu kitabı gerçekle indirdik..." [35]

"O, Resulünü hidâyetle ve hak dinle gönderdi ki, Allah'a ortak ko­şanlar hoşlanmasa da o hak dîni, bütün dinlerin üstüne çıkarsın..." [36]

Bu konuda fikir beyân eden âlimlerden Ibni Seb, şu son iki âyeti Peygamberimiz'in getirdiği şeriatın, kendinden önceki şerîatleri nes-hettiğine dâir, birer delil olarak zikretmiştir.

Ebû Nuaym, Ömer bin Hattâb'ın aşağıdaki hadisi naklettiğini kaydetmiştir. Bu kayda göre Ömer şöyle demiştir: "Ben, Peygamber (s.a.v.)'e gitmiştim. Yanımda da, ehl-i kitâbtan bâzı dostlarımdan not ettiğim yazılar vardı. Bunları Hz. Peygambere okumak istemiştim. O, buna kızarak buyurdu ki: "Varlığım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer Mûsâ (a.s.) bugün sağ olup aramızda bulunasaydı, ona, bana tâbi olmaktan başka bir şey düşmezdi!" [37]

 

Peygamberimizin Özelliklerinden Biri De, Otna İndirilen Kitapta Nasih Ve Mensüh Bulunmasıdır.

 

Yüce Allah bir âyet-i celîlesinde şöyle buyurur: "Biz, daha iyisini veya benzerini getirmedikçe bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırmaz veya onu unutturmayız..." [38]

Bu âyet-i kerime, Kur"ân'da nâsih ve mensûh bulunduğunu açıkça haber vermektedir. Fakat bu, daha önceki kitaplarda bulunmamakta idi. işte bu sebepledir ki yahûdîler neshi inkâr etmişler, bunu havsala­larına sığdıramamışlardır. Bunun sırrı ise şu idi: Daha önceki kitaplar toplu olarak bir defa inerdi. Bunun için o kitaplarda hem nesneden, hem de neshe uğrayan âyetlerin bulunması imkansızdı. Zira nesheden (yü­rürlükten kaldırılan) bir âyetin bulunmasının şartı, neshettiği âyetten sonra inmiş olmasıdır. Şüphesiz bu ise, bütün âyetleri aynı anda ve bir defada inmiş bulunan bir kitapta mümkün olamazdı. Bu itibarla yahûdüerin kitaplarında da böyle bir durum yoktu. İşte bu sebepten neshi inkâra düştüler. [39]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Kendisine Arş Hazinesinden Ayetler Verilmesidir

 

Evet, Peygamber Efendimiz'in özelliklerinden biri de budur. Nite­kim sahih bir hadîste şöyle buyurmuştur: "Bakara Sûresi'nin sonundaki âyetler bana, Arş'm altındaki hazîneden verilmiştir!"[40]

 

O Tüm İnsanlara Gönderildiği Gibi Tümin-Sanları Davet Etmiş, Davetine İcabet Eden Üm­metinin Sayısı Da Diğer Ümmetlerden Çok Olmuş Aynı Zamanda O, İns Ve Cinne Gönderil­miştir! Hatta Bir Kavle Göre Meleklere De Pey­gamber Olarak Gönderilmiştir! Kendisine, Hiç Okuyup Yazmadığı Halde Kur'an Gibi Bir Kitap Verilmiştir

 

Yüce Allah, Kerîm Kitâbı'nda buyurur ki: "Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bilmezler!" [41]

Yüce Allah bir âyetinde de şöyle buyurur; "Alemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed'e Furkân'ı (hakkı bâtıldan ayırma ölçüsü olan Kur'ân'ı) indiren hayır ve bereketi pek çoktur!" [42]

Bu konuda Buhârî ve Müslim Câbir'den şu hadîsi rivayet ederler: "Benden önceki peygamberlerden hiç birine verilmemiş bulunan beş şey, sâdece bana verilmiş bulunmaktadır: Ben, bir ayhk mesafeye korku sa­lan bir peygamberim, yeryüzü bana mescid ve toprağından teyemmüm etmek üzere temiz kılınmıştır. Ümmetimden herhangi biri, namaz vak­tine nerede ulaşmış olursa namazını orada kılsın! Sonra bana harplerde alman ganimetler helâl kılınmıştır, halbuki bu, daha önce hiçbir pey­gambere helâl kılmmış değildi. Bana şefaat verildi, bir de daha önceki peygamberler sâdece kendi kavimlerine gönderilirken, ben bütün in­sanlara peygamber olarak gönderilmiş bulunuyorum."

Bezzâr, Beyhakî, Ebû Nuaym'in ve Târih'inde Buhart'nin îbni Ab-bas'tan olan rivayetleri ise şöyledir: "Bana beş şey verildi ki, benden ön­ceki peygamberlere bunlar verilmemişti: Arz benim için mescid ve tahûr kılındı; Önceki peygamberler ibâdet yerlerine varmadan namazlarını kılamazlardı. (Ben ve ümmetim ise nerede vakit olursa orada namazı­mızı kılarız), benden bir aylık mesafede bulunan müşriklerin kalbine Allah benim korkumu salmıştır; önceki peygamberler sâdece kendi ka­vimlerine gönderilirdi, ben ise ins ve cinne gönderilmiş bulunuyorum; önceki peygamberler elde ettikleri harb ganimetlerinin beşte birini ayı­rır, ateş gelip onu yakardı... Ben ise ümmetimin fakirlerine dağıtırım! Önceki peygamberlerden her biri duasını yaptı ve duası kabul edildi. Ben ise duamı, âhiret günü ümmetime şefaat olmak üzere saklamış bu­lunuyorum!"

îbni Ebû Hatim ve Kitâbü'r-Red ale'l-Cehmiye adlı eserinde Dârimî, Ubâde bin Samiften şöyle naklederler. O demiştir ki: "Bir defasında peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Cebrail bana gelip: "Yâ Mu-hammed, çık ve Rabbi'nin sana olan nimetlerini Onun kullarına anlat!" dedi ve bana, insanlara anlatmak üzere on iki şeyi müjde etti ve bunların daha önce hiç bir peygambere verilmediğini bildirdi! Bu oniki şey ise şunlardı:

1- Allah'ın beni bütün insanlara göndermiş olması, cinleri dahi u-yarmakla me'mûr oluşum,

2- Hiç okur-yazar olmadığım halde bana kitabını indirmiş olması ve Cebrail vasıtasıyla bildirmiş olması,

3- Gelmiş geçmiş bütün günahımın bağışlanmış olması,

4- Bana Kevser verilmesi,

5- Melekleriyle beni te'yid buyurmuş olması,

6- Savaşlarda bana zafer vermesi,

7-  Önümüzdeki bir aylık mesafede bulunan düşmanlara benim korkumun salınmış olması,

8- En büyük havzm bana verilmiş olması,

9- Okunan ezanlar vasıtasıyla adımın yükseltilmiş bulunması,

10- Kıyamet günü Makâm-ı Mahmûd'un bana verilmesi,

11- Kabrinden ilk kalkacak olanın ben olmam,

12- Cennete benim şefaatimle yetmiş bin kişinin sevkedilecek ol­ması ki bunlar, hiç hesaba çekilmeden doğruca cennete girecek olanla­rıdır. Ve ben cennete girdiğim zaman Rabbim beni cennetin en yüksek makamına çıkaracaktır! Benim makamımdan daha yüksekte, sâdece Arş'ı yüklenen melekler bulunacaktır... Bu meyanda (bana verilen bu on şey arasında) bana sultanlığın verilmiş olması ve ganimetlerin helâl kı­lınması da vardır. Halbuki bu, bizden evvel hiç bir kimseye verilmiş de­ğildir." [43]

Ebâ Yâlâ, Taberânî ve Beyhakî îbni Abbas'tan rivayet ederler. O demiştir ki: "Allah, Muhammed (a.s.)'ı bütün gök ehli ve peygamberler üzerine üstün kılmıştır." Bunun üzerine bâzıları da: "Ey Ibni Abbas, Peygamberimiz'in gök ehli üzerine olan üstünlüğü nedir?" diye sormuş. Cevabında da tbni Abbas şöyle demiştir: 'Yüce Allah, gök ehli hakkında: "Onlardan (yâni meleklerden) her kim: "Ben, O'ndan başka bir tanrı­yım!" derse onu cehennemle cezalandırırız!" buyurmuştur. [44] Pey­gamberimiz Muhammed (a.s.) için ise: "Habîbim, biz sana apaçık bir fetih verdik. Ta ki Allah senin günahından geçmiş ve gelecek olanı ba­ğışlasın! Bütün tasalarını gidersin ve sana olan nimetini tamamlasın ve seni doğru bir yola iletsin" buyurmuştur. [45]

Ibni Abbas'ın bu konuşmasından sonra, oradakilerden biri: "Peki, peygamberimiz'in diğer peygamberler üzerine olan üstünlüğünü nasıl i-fade edersin?" dedi. O da şu cevâbı verdi: "Yüce Allah, peygamberler hakkında şöyle buyurmaktadır: "Biz her bir peygamberi ancak kendi kavminin lisanı ile gönderdik." [46]Bizim Peygamberimiz Muhammed (a.s.) için ise şöyle buyurmaktadır: "Yâ Muhammed, biz seni ancak bü­tün insanlara müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik, fakat insanların çoğu bilmezler." [47]Evet, yüce Allah, son elçisi Muhammed (a.s.)'ı bütün insanlara ve cinlere peygamber olarak göndermiştir."

îbn Sa'd ise, bu konuda Hasan-i BasrVden rivayette bulunur. Buna göre Hasan demiştir ki: "Peygamber (s.a.v.), hadîslerinin birinde şöyle buyurmuştur:

"Ben, benim zamanımda yaşamakta olan kimselere ve benden sonra doğacak bulunan insanlara peygamber olarak gönderildim!"

Müslim'in Enes'ten bir rivayetine göre de peygamberimiz şöyle bu­yurmuştur: "Peygamberler içinde ümmeti en çok olan, şüphesiz benim."

Yine bu hususta Ebû Hüreyre'den bir rivayette bulunan Bezzar, onun şöyle dediğini bildirmiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Kıyamet günü, benimle beraber ümmetim de gelir. O kadar çok olurlar ki, sanki selin ve gece karanlığının her tarafı kapladığı gibi, her tarafı kaplarlar. Bunun üzerine melekler der ki: "Muhakkak şu günde Muhammed'le be­raber gelen ümmeti, diğer bütün peygamberlerden ve onların ümmetle­rinden daha çoktur!" [48]

Yine Müslim, Enes'ten rivayet eder. O şöyle der: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Hiç bir peygamberi, beni tasdik ettikleri gibi (çok sayıda in­san) tasdik etmemiştir! Hattâ ümmetinin tamâmı, bir kişiden ibaret bulunan peygamber dahî vardır." [49]

 

Peygamberimizin İns Ve Cinne Peygamber Olarak Gönderilmiş Olması

 

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in bütün ins ve cinne peygamber o-larak gönderilmiş bulunduğunda, icmâ ve ittifak vardır. Meleklere dahî peygamber olarak gönderilmiş olduğu üzerinde ise ihtilâf edilmiştir. Imâm-ı Sübkî'nin tercîh ettiği; meleklere dahî gönderilmiş olmasıdır. Abdürezzak'm tkrime'den rivayeti göz önüne alınarak buna delil geti­rilmek istenilmiştir. O rivayet ise şöyledir. "Yeryüzündekilerin safları, gökyüzündekilerin safları üzerindedir. Yeryüzünde söylenen bir "Amîn!" gökyüzündekilerin söyledikleri "Amîn!" sözüne rastladığı zaman, biliniz ki Allah kulunu atfetmiştir." [50]

 

Peygamberimizin Alemlere Rahmet Olarak Gönderilmesi

 

Peygamberimiz (s.a.v.), bütün âlemlere hattâ kâfirlere bile rahmet olarak gönderilmiş ve gerçekten rahmet olmuştur. Nitekim Peygambe­rimiz gönderildikten sonra, kâfirlerin bu dünyâdaki azabları da te'hîre uğratılmıştır. Daha önceleri peygamberlerini yalanlıyan kavîmlerin a-zablannm acele verildiği gibi, azabları verilmez olmuştur.

Bu hususta yüce Rabbimiz, Kerîm Kitâbı'nda şöyle buyurmaktadır: "Ey Muhammed, biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik!" [51]Bu âyet-i kerîme ile ilgili olarak Ibni Abbas hazretleri şöyle de­miştir: "Her kim Muhammed (a.s.)'a îmân ederse, Muhammed (a.s.)'m onun hakkındaki rahmet oluşu, dünyâda ve âhirette tamamlanmış olur. Eğer îmân etmeyecek olursa, daha önceki ümmetlerin derhal uğradık­ları azaptan afiyet bulmuş, dünyâdaki azabı âhirete te'hîr edilmiş olur."

Yüce Allah, bir âyet-i celîlesinde de şöyle buyurmaktadır: "Sen on­ların içinde bulunduğun müddetçe, Allah onlara azâb edecek değildir." [52]

Ebû Nuaym'in Ebû Umâre'den rivayetine göre, Peygamber (s.a.u.), bir hadîslerinde şöyle buyurmuştur:

"Allah Teâlâ beni, gerçekten bütün âlemlere rahmet ve müttekî kulları için de bir vesîle-i hidâyet olarak göndermiştir!"

(Bu husustaki hadislerin biri de şöyledir: "Ben ancak, bir rahmet ve hidayetim!" Diğer bir rivayet ise şu şekilde gelmiştir: "Allah beni, gerçekten bir rahmet ve hidayet olarak göndermiştir! Bazı insanlar be­nim sayemde en yüksek derecelere yükselir, bazıları da yine benim se­bebimle en aşağı derekelere yuvarlanır.")

Müslim'in Ebû Hüreyre'den rivayeti ise şöyledir: "Ben ancak bir rahmet olarak gönderildim, yoksa azab olarak gönderilmedim!"[53]

 

Peygamberimizin, Allah'ın Onun Hayatı İle Kasem Etmiş Olması Özelliği:

 

Yüce Allah, Kerim kitabında buyurur ki: "Ey Resulüm, senin öm­rüne andolsun ki, onlar, o sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı!" [54]

Ebû Yâlâ, îbni Merdûye, Beyhaki, Ebû Nuaym ve îbni Asakir, îbni Abbas'tan şöyle rivayet ederler: "Yüce Allah, yarattığı kulları ve varlık­ları içinde kendisine Muhammed (a.s.)'dan daha sevgili birini yaratma­mıştır ve Muhammed (a.s.)'m hayatından başka birinin hayatı üzerine and da vermemiştir. Nitekim ilgili ayetinde Allah şöyle buyurmuştur: "Ey Resulüm, senin hayatına andolsun ki, onlar, o sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı!" îşte bu âyet-i celile, sizlere söylediğim hususun delilini teşkil etmektedir."

Ayrıca îbni Merdûye Ebû Hüreyre'den şöyle nakletmiştir: Ebû Hü-reyre bu tesbite göre demiştir ki: "Peygamber (s.a.v.), bu ayet-i celile ü-zerinde konuştu ve buyurdu ki: "Allah, Muhammed'in hayatından başka bir kimsenin hayatı ile and içmemiştir." Peygamberimiz böyle buyurdu, sonra ilgili ayet okudu."[55]

 

Peygamberimizin; Kendisine Musallat Kılınan Şeytanının Müslüman Oluşu Ve Hanımlarının Da Kendisine Yardımcı Olmaları

 

Peygamber Efendimiz'in bir özelliği de, şeytanının müslüman olu­şu ve hanımlarının da daima kendisine yardımcı olmaları idi. Nitekim bu hususta da Efendimiz'in bazı hadisleri bulunmaktadır.

Bezzâr'm Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği hadis şöyledir: "Ben diğer peygamberlere karşı şu iki hasletle de üstün kılınmışımdır: Benim şey­tanım kâfir idi. Allah'ın bana olan yardımı ile, benim şeytanım müslü­man olmuştur."

Bezzâr'm rivayetine göre, Ebû Hüreyre bu birinci özelliği söyledik­ten sonra, ikinci özelliği unuttuğunu beyan etmiştir.

Beyhaki ve Ebû Nuaym'ın îbni Ömer'den olan rivayetinde ise her iki haslet beyan edilmiş ve şöyle denilmiştir: "Peygamber (s.a.v.) buyur­du: "Ben Adem'e karşı şu iki hasletle üstün kılındım: Benim şeytanım kafir idi, Allah bana yardım etti de müslüman oldu ve benim hanımla­rım, hep bana destek ve yardımcı oldular. Adem'e gelince: Onun şeytanı kafir idi. Hanımı da, cennette irtikab edilen hatada kendisine yardımcı olmuştur."

Müslim'in îbniMes'ud'dan rivayeti ise şöyledir:Peygamber (s.a.v.): "Sizlerden hiçbiriniz müstesna olmamak üzere, her birinizin hem bir şeytanı, hem de kendisinden ayrılmayan bir şeytanı vardır" buyurdu. Bunun üzerine ashab: "Ey Allah'ın elçisi, buna sen de dahil misin?" de­diler. Peygamberimiz de verdiği cevabda: "Evet, fakat yüce Allah bana yardım etti de benim şeytanım müslüman oldu, artık bana sadece hayır ve iyilikle emreder" buyurdu. [56]

 

Allah'ın Peygamberimize Hitap Şeklini Daha Önceki Peygamberlere Hitap Şeklinden Ayırması

 

Bu konuda Ebû Nuaym der ki: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in bir özelliği de; Allah'ın diğer peygamberlere hitap şekli ile Peygamberimiz'e olan hitap şeklini ayırmış olmasıdır. Bu suretle yüce Allah, Resûlü'ne verdiği şeref ve kıymeti artırmıştır. Şöyle ki: Önceki ümmetlerde pey­gamberlerine karşı: "Râinâ, sem'ake! = Bize kulak ver, bizi gözet!" gibi bir hitap şekli vardı. Daha sonraları da yahudiler bunu bir hakaret şekline sokmuşlardı. Allah Teâlâ bunu, bu ümmete yasaklamıştır. Müslümanların bu şekilde peygamberlerine hitab etmeleri yasaklan­mıştır. Nitekim bir ayet-i celile, bunu yasaklar ve şu mealdedir: "Ey mü'minler, peygamberinize karşı; "Râinâ, bizi gözet!" demeyiniz! "Un-zurnâ, bize bak" deyiniz ve o'na itaat ediniz! Biliniz ki kafirler için acı bir azâb vardır!" [57]

 

Yüce Allah'ın Kur'an'da Peygamberimize, Hiç Adıyla Çağırmaması Da O'nun Bir Özelliğidir.

 

Alimlerimiz bu konuda demişlerdir ki: Yüce Allah'ın Peygamberi-miz'e Kur'an'da hiç adıyla çağırmamış olması da, Peygamber (s.a.v.) E-fendimiz'e ait Özelliklerden birini teşkil eder. Ki, Rabbimiz, O'na Kur'an'da hep lakabı ve sıfatları ile hitap etmiştir. Buna dair ayetler çoktur. Şimdi onlardan bazılarım hatırlatalım: Bir ayet-i celilesînde yüce Allah:

"Yâ eyyühen-nebiyyüj (ey peygamber)" buyurmuş.

Bir ayetinde: "Ey Resul!" diye hitap etmiş, diğer bir ayette: "Ey Müddessir!" demiş, bir diğer ayette de: "Ey Müzzemmil!" diye O'na hi­tapta bulunmuştur.

Daha Önceki peygamberlere ise isimleri ile hitabda bulunmuştu.

Nitekim Kur'an-ı Kerim'deki; "Yâ Ademü, Yâ Nuhu, Yâ îbrahimü, Yâ Mûsâ, Yâ îsâ, Ya Davûdu" gibi hitablar; açıkça bunu göstermektedir. [58]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Ümmetinden Herhangi Birinin Kendisine Adı İle Çağırmasının Haram Kılınmasıdır

 

Ebû Nuaym, bu konuda der ki: Peygamberin (s.a.v.) özelliklerin­den biri de, ümmetinden herhangi birisinin, O'na adı ile çağırmasının haram kılınmış olmasıdır. Fakat bu, daha önceki ümmetlerde böyle de­ğildi. Onlar, peygamberlerini adıyla çağırabiliyorlardı. Allah Teâla ön­cekilerin durumunu bizlere hikaye eder ve buyurur ki:

"Dediler ki: Ey Mûsâ, bak bunların nasıl tanrıları var, bize de öyle bir tanrı yap! Mûsâ da dedi ki: Siz hakîkaten câhil bir topluluksunuz!" [59]

Diğer bir âyet-i celılesinde de şöyle buyurur; "Havariler demişlerdir ki: Ey Meryem oğlu îsâ..." [60]işte öncekiler için âyetlerin haber ver­diği durum böyle...

Yüce Allah'ın bu ümmet için olan emri ise şöyledir: "Peygambere çağırmayı (veya peygamberin çağırmasını) herhangi birinizin çağırıl­ması gibi tutmayınız!..." [61]

Yukarıda geçen âyet-i kerîme ile ilgili olarak Ebû Nuaym Dahhâk tarikıyla îbni Abbas'tan şu rivayette bulunur: îbni Abbas demiş ki: "Müslümanlar Önceleri Peygamberiruiz'e ismiyle hitâb ediyorlar ve: "Ey Muhammed, Ey Ebû'l-Kâsım!" diyorlardı. Allah Teâlâ, bu şekilde pey­gamberine hitâb edilmesini müslümanlara yasakladı ve bu yasak ile peygamberinin büyüklük ve şerefini artırmış oldu. Bu yasaktan sonra müslümanlar da: "Yâ Nebîyyallah! Yâ Resûlallah!" diye hitâb eder ol­dular."

Yine yukarıda geçen âyetle ilgili rivayetlerden biri de şudur: Bey-hakî, Alkarna ile El-Esved'ten rivayet ediyor. Onlar şöyle demişler; "Allah bu âyetle müslümanlara: "Ey müslümanlar, sizler peygamberinize "Ey Muhammed" diyerek hitap etmeyiniz, "Yâ Nebiyyallah, Yâ Resûlallah!" diyerek hitap ediniz, diye emretmektedir."

(Ebû Nuaym'm Hasan-ı Basri ile Saidbin Cübeyr'den olan rivayeti de bu mealdedir. Keza Katade'den sevkettiği rivayet de bu merkezdedir. Bunların hepsinin özeti; Peygamber (s.a.v.) ile konuşurken islâmi edebi takınmaktır. Bu da, yukarıdaki ayetin emrini yerine getirmek, aynı za­manda Peygamber'in bedduasından da sakınmaktan ibarettir. Bu da, bu hususta verilen ikinci mananın hükmüne riayetten ibarettir.)"[62]

 

Peygamberimizin Özelliklerinden Biri De, Kişi Ölüp De Kabrine Konulduğu Zaman, Peygamberden Yana Hesaba Çekilmesidir

 

îmam-ı Ahmed ve Beyhaki Aişe'den rivayet ederler. O şöyle demiş­tir: "Peygamber (s.a.v.) bu hususta buyurdu: "Kabir fitnesine gelince: Sizler kabirlerinize konulduğunuzda benden yana imtihana çekilir, bir soru ile karşılaşırsınız. Allah'ın iyi kullarından biri, kabrinde oturtulup da benden yana sorguya çekildiği zaman, şu karşılığı verir: "Evet Mu-hammed (a.s.), Allah'ın bizlere gönderdiği Resûlü'dür!" Melekler de ona, cennetteki yerini gösterirler. (Eğer o kul, mü'min değil de kafir veya münafık ise, benden yana sorguya çekildiği zaman; "Ben aslında bilmi­yorum. İnsanlar onun hakkında ne söylemişlerse, ben de onu söylemiş­tim. Hakikatte Allah'ın elçisi olup olmadığım bilmem" der. Sorucu melekler tarafından bu kula denilir ki: "Evet, hakikati bilmedin ve bile­ne de uymadın! Şimdi layık olduğun cezanı çek!" Sonra ensesine demir­den bir çekiçle ve şiddetle vururlar. O da öylesine bir sayha atar ki, bütün yakınmdakiler duyar. Sadece insanlar ve cinler bunun farkına varamazlar."[63]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Avret Yerinin Başkaları Tarafından Hiç Görülmemiş Olmasıdır,

 

Evet, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in özelliklerinden birisi de, O'nun avret yerinin başkaları tarafından hiç görülmemiş olmasıdır. Eğer, herhangi bir kimse O'nun avret yerini görmüş olsa idi, muhakkak o kişinin gözleri kör olurdu. Buna dair bir de hadis bulunmaktadır. Biz bu ilgili hadisi, Peygamberimiz1 in vefatına dair olan ve ileride gelecek bulunan bölümde vereceğiz. [64]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Ölüm Meleği Azrail'in O'nun Yanına O'ndan İzin Alarak Girmesidir.

 

Peygamber'in (s.a.v.) bir özelliği de, Ölüm meleği Azrail'in O'nun yanma O'ndan izin alarak girmesidir. Buna dair bazı rivayetleri, iler­deki "peygamberimizin vefatı" bölümünde kaydedeceğiz. Şahsen ben, el-Berzah adlı kitabımda Azrail (a.s.)'m; izin almaksızın ibrahim (a.s.)'ın, Musa ve Davud (a.s.)'m üzerlerine girdiğim kaydetmiştim." [65]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Kendisinden Sonra Hanımlarından Herhangi Birinin Herhangi Bir Kimse Tarafından Nikah Edilmesinin Haram Oluşudur

 

Bu hususta Yüce Allah, Kerim Kitabında buyuruyor ki: "Sizin Allah Resûlü'ne eziyet etmeniz ve kendisinden sonra O'nun hanımlarını ni­kahlamanız, asla olmaz! Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır!"

Halbuki bu, daha önceki peygamberlerde böyle değildi. Sâre vali­demizin o zalim hükümdarın yanında geçen kıssası ve ibrahim (a.s.)'m Sâriye hakkındaki; "bu benim kardeşimdir" sözü, aynı zamanda İbra­him'in Sâriye'yi o sırada o Cebbar'ın nikahlaması için boşamak istemesi göz önüne alındığında; diğer peygamberlerden herhangi birinin hanı­mının başkası tarafından nikahlanmasının haram olmadığına delil sa­yılabilir." [66]

Hakim ve Beyhaki Huzeyfe'nin, kendi hanımına şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: "Ey hanımım, eğer sen cennettâ de benim hanımım ol­mayı arzu edersen, benden sonra başkası ile evlenmemelisin! Zira cennetlik bir kadının cennetteki kocası, dünyada iken en son kocası kim ise odur." [67]

işte Huzeyfe'nin dile getirdiği bu sebebtendir ki, Peygamberimizin hanımlarının, O'ndan sonra bir başkası ile evlenmesi haram kılınmıştır. Zira peygamberimizin hanımları, cennette de peygamberimizin hanım­ları olacaktır. Sonra peygamberimizin hanımları, bütün mü'minlerin a-nalarıdırlar. Bu bakımdan da onlardan herhangi birinin, bir başkası tarafından nikah edilmesi mümkün değildir. Aksi halde böyle bir şey, Peygamber Efendimiz'in çok yüksek makamına da ters düşerdi. Sonra, Peygamber Efendimiz vefatından sonra da kabrinde diri bulunmaktadır. Bu bakımdan da, böyle bir şey doğru olamazdı. [68] Bu yüzdendir ki el-Mâverdi, Peygamberimiz1 in vefatından sonra hanımlarının dört ay on Ahzab suresi, 53 günlük Ölüm iddetini çekmelerine gerek olmadığına dair bir söz naklet-miştir. Peygamberimizin bayatta iken ayrıldığı hanımı ile bir başkasının nikahlanmasmın haram olup olmadığında ise bir kaç söz vardır. Bun­lardan biri: Onun da başkası ile evlenmesinin haram oluşudur. îmam-ı Şâfn bunu savunmaktadır. Ayetin umumuna bakarak el-Ravzâ'da sahih görülen mezheb de budur.

"Peygamberimiz'den sonra" denilince; Peygamberimiz'in vefatın­dan sonra demek değil "Peygamberimiz'in nikahlamasından sonra" de­mektir. [69] Tabii bunun zıddını söyleyenler de olmuştur. Üçüncü söz: Peygamberimizin hanımlarından Peygamberimizle birleşmesi gerçek­leşmiş olanların bir başkası tarafından nikah edilemeyeceği; nikahtan sonra birleşme gerçekleşmeden ayrılanın, bir başkası tarafından nikah edilebileceği merkezindedir. Nitekim el-Şerhu's-Sağir'da bildirildiğine göre, îmam-ı Haremeyn ile îmam-ı Rafii, bu sözü seçmişler ve sahih görmüşlerdir. Buna delilleri de, Eş'aş bin Kays'm, Peygamberimiz'den birleşme gerçekleşmeden ayrılmış bulunan el-Müsteize ile evlenmiş ol­masıdır. [70] Eş'aş, bu kadın ile evlendiği zaman; bunu haber alan halife Ömer, Eş'aş'ı recm ettirerek öldürtmek istemişti. Fakat kendisine, bu kadın ile Hz. Peygamber arasında nikahtan sonra birleşme gerçek­leşmemiş olduğu haber verilmiş, o da bundan vazgeçmiştir, ihtilâf, Peygamber Efendimiz'in: "Allah ve Resulü ile dünyayı seçmek" arasında kendilerini serbest bıraktığı zaman dünyayı seçerek Peygamberimiz'den ayrılmış olanın üzerinde de vardır. îmam-ı Haremeyn ile îmam-ı Gazali arasında en sahih görülen; böylesinin nikah edilmesinin helâl olduğu şeklindedir. Hatta bazıları buna kesin olarak hükmetmiştir. Zira Pey­gamber Efendimiz'in onları muhayyer bırakmasının hikmeti ancak bu şekilde anlaşılır, demişlerdir. Onlar da, dünyayı değil de, Allah ve Resûlü'nü seçince, dünyada da, çenette de Resûlüllah Efendimiz'in ha­nımları olma mükafatını kazanmışlardır."[71]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Savunucusunun Allah Olmasıdır.

 

Ebû Nuaym demiştir ki: Peygamberimiz'in özelliklerinden biri de, O'nun savunucusunun Allah olmasıdır. Bu, daha önceki peygamberlerde böyle değildi. Peygamber, kavmine karşı kendisim, kendisi savunur, onların inkar ve itirazları karşısında, onlara cevaplar vererek kendini müdafa ederdi. Mesela Nuh (a.s.), kavminin itirazları karşısında kendini savunmuş ve onlara: "Ey kavmim, bende bir sapıklık yok, ben, alemlerin rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim!" demiştir. [72]

Keza, Hud (a.s.) da, kavminin kendisini beyinsizlikle itham etme­leri karşısında demiştir ki: "Ey kavmim, bende bir beyinsizlik yok. Ben alemlerin rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim." [73]

Diğer peygamberlerin de, bu şekilde kavimlerine karşı kendilerini savunduklarını görüyoruz. Bizim peygamberimizi ise, kendisinin yerine Allah müdafa etmiştir. Kavminin ve düşmanlarının kendisine yönelt­tikleri şeylere karşı, bizzat Allah cevab vermiştir. Nitekim bir ayet-i ce-lilesinde şöyle buyurmuştur: Kaleme ve yazdıklarına andolsun! Sen, Rabbinin sana olan nimeti sayesinde, mecnun değilsin!" [74]

Diğer bir ayet-i celilesinde de şöyle buyurmuştur: "Akan yıldıza andolsun ki, arkadaşınız sapmadı, azmadı! O, havadan konuşmaz. O, kendisine vahyedilen bir vahiyden başkası değildir." [75]

Bir ayeti de şu mealdedir: "Biz ona (Muhammed'e) şiir öğretmedik, bu ona yakışmaz da. O'nun size getirdiği, sâdece bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır!" [76]Bizim bu söylediğimizi teyid eden başka ayetler de vardır. [77]

Yine Ebû Nuaym der ki: Peygamerimiz'in bir özelliği de, yüce Al­lah'ın O'nun risâleti (elçiliği) üzerine and içmiş olmasıdır. Nitekim Yâsîn Sûresinin baş tarafında şöyle buyurmaktadır: ırYâsîn. Şu hikmetli Kur'an'a andolsun, sen elbette gönderilmiş elçilerdensin!"[78]

 

Peygamberimizin Özellikleri Arasında, Onun İki Kıbleyi Ve İki Hicreti Cemetmesi, Şeriat İle Hakikat Arasını Da Cemetmesini Söyleyebiliriz.

 

Evet, Peygamber Efendimiz'in özellikleri arasında, böyle iki kıble­yi ve iki hicreti cemetmiş olmak gibi hasîsalar (Özellikler) bulunmakta­dır. [79]

Şeyh îzzüddin bin Abdüsselâm der ki: "Peygamber'in (s.a.v.) özel­liklerinden biri de, Allah Teâlâ'nm; vahiy çeşitlerinden her biri ile O'nunla konuşup kelâm etmiş olmasıdır. Bu vahiy çeşitleri ise üçtür: Birincisi: Sâdık rü'yâ, ikincisi: Vasıtasız kelâm (konuşma), Üçüncüsü de Cebrail vasıtasıyla konuşmadır." [80]

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in Özelliklerinden bâzıları da şunlar­dır: Bir aylık mesafeye korku salması ki, bir aylık ön tarafındaki mesafeye, bir aylık da arka tarafındaki mesafeye şâmildir.

Ahmed, İbni Ebâ Şeybe ve Beyhakî Ali'den rivayet ederler. O şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Peygamberlerin hiç birine ve­rilmeyen bana verildi: Bir aylık mesafedeki düşmanıma korku salmı-şımdır. Yeryüzünün hazîneleri verilmiş, Ahmet adı verilmiş, toprak temiz kılınmış, ümmetim de en hayırlı ümmet kılınmıştır."

Müslim'in Ebu Hüreyre'den rivayeti ise şöyledir: "Ben, altı şeyle diğer peygamberlere üstün kılınmışımdır: Bana cevâmiu'l-kelinı [81] verilmiş, düşmanıma korku salınmış, ganimet helâl kılınmış, yeryüzü mescid ve temiz kılınmış ve ben bütün halka peygamber olarak gönde­rilmişim ve peygamberlik benimle son bulmuştur,"

Taberanî de bu hususta Sâib bin Yezîd'den bu mealde bir hadîs rivayet etmiştir. Bunda ise önemli bir fark: "Ve ümmetim için şefaatimi saklamış bulunuyorum" buyurulmuştur. [82]

îmâm-ı Gazali, Peygamber Efendimiz'de gerek peygamberliğin, ge­rek sultanlığın toplanmış olması hususunda îhya'sında şu beyanda bu­lunmuştur: "Nübüvvet, mülk ve saltanatın kendisinde birleşmiş olduğu içindir ki, diğer peygamberlerden daha üstün olmuştur. Zira yüce Allah, O'nun bunları kendisinde taşıması sebebiyledir ki, dîni de, dünyâyı da salâha (iyilik ve düzene) kavuşturmuştur."

Beyhakfnin Katâde'den, Peygamber Efendimiz'in Cenâb-ı Hakk'tan "sultan-ı nasır" yâni yardımı dokunan bir güç ve kuvvet, des-tekliyen bir delîl istemesiyle ilgili bulunan âyet hakkında, bir nakilde bulunur. Bu Isrâ Sûresi'nin 80. âyeti olup şu mealdedir:

"De ki: "Rabbim, beni doğruluk girdırişiyle girdir, beni doğruluk çıkarışıyla çıkar. Bana katından bir sultân-ı nasır, yardımı dokunan bir

kuvvet ver!" [83]

îşte Katâde, bu hususta şöyle demektedir: "O, böyle dua etti. Allah da kendisini, doğruluk çıkarışıyla Mekke'den çıkardı ve doğruluk girdi-rişiyle Medine'ye girdirdi. Eğer kendisine lütfettiği bir güç ve kuvvet ol­masaydı, O bu şekilde Mekke'den çıkıp selâmetle Medine'ye varamazdı. Aynen bunun gibi O; Allah'ın kitabını tebliğ ve tatbik edebilmek, Kitâbullah'ın emir ve hudutlarını koyabilmek için de Allah'tan sultan-ı nasîr taleb etmiş; Allah da kendisine bu gücü ve desteği vermiştir. Yoksa bunda muvaffak olamazdı. Allah'ın lütfettiği, bu yardımı dokunan bir güç ve kuvvettir ki, aynı zamanda Allah'ın bir rahmeti olarak tecellî et­miştir de, kullar birbirine karşı anlayışlı ve yardımcı olmuşlardır. Yok­sa, Allah'ın bu yardımı ve rahmeti bulunmasa; insanların kuvvetlileri zayıflarını yer, insanlık mahvolurdu."

Buharî ve Müslim Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet ederler: Peygam­ber (s.a.v. ) bir hadîslerinde: "Ben etrafıma korku salmakla Allah'ın yardımına mazhar oldum ve bana devamlı kelim verildi. Ben uyurken bana geldiler ve yeryüzünün hazînelerinin anahtarlarını teslim ettiler" diye buyurmuştur! Evet Peygamberimiz böyle buyurmuştu amma, şimdi sizler dünyâ malına ve nimetlerine dalmış bulunuyorsunuz..."

îbni Şihâb der ki: Bana ulaşan bilgiye göre, Peygamber (s.a.v.) E-fendimiz'e verilmiş bulunan "Cevâmiu'l-Kelim" Yüce Allah'ın pek çok şeyi O'nun için cemetmiş olmasıdır ki, bunlar, daha önceleri bir veya birkaç hususta ilâhî vahiyle yazılıp tesbît edilmiş bulunan şeylerdir, işte bunların hepsi, bizim Peygamberimi z'e toplu olarak verilmiş bulun­maktadır.

Güzel bir senedle Taberânl, Beyhakî Îbni Abbas'tan şöyle nakleder: "Resûlüllah (s.a.v.), bir gün Cebrail ile birlikte Safa tepesinde bulunu­yordu. Buyurdu ki: "Ey Cebrail, Muhammed'in ev halkı için evlerinde, ne bir avuç un, ne de bir avuç sevîk bulunmaktadır. Onların akşamleyin hiçbir yiyeceği bulunmamaktadır!" Peygamberimiz bunu söyler söyle­mez, bir duvar yıkılıyormuş gibi semâdan bir ses duyuldu ve derhal Isrâfîl (a.s.) gelip şöyle bir teklifte bulundu: "Allah, senin dediğini duy­muş ve beni sana göndermiş bulunuyor! Yeryüzünün bütün hazîneleri­nin anahtarlarını sana getirmiş bulunuyorum! Eğer sen istersen, bütün Tihama Dağlarım seninle beraber zümrüt, yakut altın ve gümüş olarak taşıyacağım! Dilediğin yerde dilediğin kadar harcarsın... Eğer istersen, hükümdar bir peygamber olursun, istersen kul peygamber olursun! Ben, bunu sana arz etmekle mükellef ve me'mûrum! Dilediğini seç ya Resu-lallah!" Bu sırada Cebrail (a.s.), Peygamber Efendimiz'e, "Tevâzû' gös­terip kul peygamber olarak kalmayı tercih etmesi" hakkında işarette bulunur... Peygamber Efendimiz de:

"Bil'akis ben, kul peygamber olmayı seçiyorum!" diye üç defa tek­rarlamış, "Kul Peygamber" olmayı tercih buyurmuşlardır."

îbni Sa'd ve Ebâ Nuaynı Ebû Ümâme'den rivayet eder. O şöyle der: "Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Rabbim bana, Mekke Vadisini altın yap­mayı teklif etti de ben: "Hayır Rabbim, ben bunu istemem, bil'akis ben, bir gün doymayı, bir gün de aç kalmayı tercih ederim! Aç kaldığım gün, Sana yalvarıp yakarırım; tok olduğum günde Sana şükür ve hamdede-rim!" dedim."

Îbni Sa'd ve Bey haki Hz. Aişe'den şöyle rivayet eder: Bir gün an-sardan bir kadın, benim odama geldi. Bu sırada Peygamber efendimiz'in yatağına gözü ilişti. Onu, ikiye katlanmış bir aba şeklinde görünce ya­dırgadı. Kalkıp evine gitti. Bana, içine yün doldurulmuş bir yatak gön­derdi. Biraz sonra da Resûlüllah eve geldi ve o kadının gönderdiği yatağı görünce: "Yâ Aişe, bu nedir?" dedi. Ben de durumu kendisine anlattım. Derhal: "Bunu, o kadına iade et" buyurdu. Ben ise, doğrusu bu yatağı göndermek istemediğimden "peki" diyemedim. Çünkü yatak çok hoşuma gitmişti. Fakat, Peygamber Efendimiz: "Aişe, bu yatağı o kadına gön­der!" diye tekrarlayınca, göndermeye mecbur kaldım. Üçüncüsünde E-fendimiz: "Aişe, bunu iade et! Vallahi eğer ben istemiş olsaydım, Allah benim yanımda altından ve gümüşten dağlar yürütürdü" buyurmuştu.

Îbni Ebû Şeybe Müsned'inde ve Ebû Yâlâ Ebû Musa'dan nakle­derler. O demiştir ki: "Resûlüllah Efendimiz bir hadisinde: "Bana kelime ve sözlerin en güzeliyle başlayıp en güzeliyle bitirmek ve en veciz bir şekilde konuşmak hassası verilmiştir" buyurdu.

Ahmed ve sahih bir senedle Taberani Îbni Ömer'in şöyle dediğini naklederler: Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde: "Bana, her şeyin anah­tarı ve ilmi verildi. Sâdece beş gayb'm ilmi verilmedi. Bu beş şeyin ilmi-

ne, ne bir melek-i rnukarreb, ne de bir nebiyy-i mürsel vakıf olamaz! Şüphesiz kıyametin ne zaman kopacağına dair bilgi, sadece Allah'a mahsustur!" [84]

(Yine Ahmed ve Ebû Yâlâ'nm tbni Mes'ud'dan olan rivayetleri de, bu meal ve merkezdedir.)

Ahmed, Ebû Said el-Hudri'den şöyle rivayet eder: Peygamber (s,.a.u.) buyurdu: "Önceki peygamberlerden her biri, ümmetini deccâl fitnesinden mutlaka sakındırmış tır! Bana ise bu hususta daha fazla bilgi verilmiştir: Biliniz ki, deccâlin bir gözü kördür. Allah ise körlükten mü­nezzehtir." [85]

 

Peygamberimizin Diğer Bazı Özellikleri

 

tbni Seb' demiştir ki: Peygamber'in (s.a.u.) bazı özellikleri de şun­lardır: O abdest almak ister fakat su bulamazsa, ellerini uzatır, par­maklarından akan su ile abdestini alırdı. [86] Akşam aç yatar, tok olarak sabahlardı. Hiç kimse O'nu, kuvvetiyle yenemezdi [87]

.O, Al­lah'ın habibi, haîili ve kelimi olmuştur. Allah O'nunla, hiç bir meleğin ve peygamberin ayak basmadığı yüce bir makamda, Kâbekavseyn maka­mında kelâm söylemiştir ve yeryüzü kendisi için durulmuştur."

Peygamber'in (s.a.v.) göğsünün açılması, vizrinin (sırtındaki yü­künün) indirilmesi, zikrinin yükseltilmesi (adının Allah'ın adıyla birlik­te anılması), gelmiş-geçmiş günahlarının bağışlandığına dair söz verilmesi, Allah'ın dostu olması, Adem Oğullarının efendisi ve bütün yaratılmışların en faziletlisi kılınması, bütün peygamberlerden ve me­leklerden üstün kılınması, ümmetinin kendisine arzedüerek onların tamâmını görmüş olması, tâ kıyamete kadar ümmetinin içinde meydana gelecek olayların kendisine gösterilmesi, Besmele'nin, Fâtiha'nm, Ayetel Kürsfnin, Bakara Sûresi'nin sonundaki âyetlerin kendisine verilmesi, aynı zamanda âyet sayıları yüzü, iki yüzü geçen uzun ve mufassal Kur'ân sûrelerinin kendisine verilmiş olması gibi hususlarda, O'nun Ö-zellikleri arasında yer alırlar... Nitekim ilgili âyetlerde de buna dâir açık beyânlar bulunmaktadır. îşte inşirah sûresinin ilk âyetleri ki şu mealdedir: "Habîbim, biz senin göğsünü açmadık mı? Ve indirmedik mi senin üzerinden yükünü? Ki o, ağırlığından sırtını çatırdatmıştı. Ve se­nin şanını yükseltmedik mi?" [88]

Fetih sûresinde de şöyle buyurmaktadır: "Biz sana apaçık bir fetih verdik! Tâ ki Allah senin günâhından, geçmiş ve gelecek olanı bağışla­sın, bütün tasalarını giderip sana olan nimetini tamamlasın ve seni doğru bir yola iletsin!" [89]

Bezzâr, güzel bir senedle Ebû Hüreyre'den rivayet eder. O şöyle de­miştir: Peygamber Efendimiz buyurdular ki: "Ben, diğer peygamberlere karşı altı şeyle üstün kılındım ki bunlar, başka hiçbir peygambere ve­rilmemiştir. Şöyle ki:

1- Benim geçmiş bütün günahlarım bağışlanmış,

2- Ganimetler helâl kılınmış,

3- Ümmetim en hayırlı ümmet kılınmış, ,   

4- Yeryüzü mescid ve tahûr kılınmış

5- Bana Kevser verilmiş,

6- Bir aylık mesafedeki düşmanlarıma korku salınmıştır. Varlığım elinde olana yemin ederim ki, sizin arkadaşınız, kıyamet gününde "Livâü'1-Hamd" adh sancağın sahibidir! Adem'den bu tarafa herkes onun gölgesinde bulunacaktır... [90]

Şeyh îzzüddln bin Asdüs-Selâm der ki: Allah Teâlâ'nın, O'nun gelmiş geçmiş günahlarının bağışlanmış olduğunu haber vermesi; O'nun bir Özelliğidir! Başka bir peygamber için böyle bir şey buyurulmamıştır. Nitekim mahşer yerinde diğer bütün peygamberlerin "nefsî, nefsî..." diye çağıracak olmaları da bunu göstermektedir."

Müfessir îbni Kesir ise, Tefsîr'inde fetih âyetini açıklarken şöyle demektedir: "işte bu, peygamber'in (s.a.v.) özelliklerinden birisi­dir! O'nun bu özelliğine, diğer peygamberlerden hiç biri ortak değildir."

Taberânl, Beyhakı ve Ebû Nuaym îbni Abbas'tan şöyle rivayet e-derler: Peygamberimiz bir defasında buyurdular ki: "Ben, Rabbime mürâcât edip bir şey istedim. Fakat keşke böyle bir istekte bulunmamış olsaydım, diyordum... Dedim ki: "Ey Rabbim, benden önce gönderdiğin peygamberlerden öyleleri var ki, ölüyü diriltmiş... Bâzısına rüzgarı müsahhar kılmışsın (emrine vermişsin...)" Rabbim bana buyurdu ki: "Habîbim, seni yetim olarak bulup da barındırmadık mı? Seni yolunu şaşırmış bulub da yola kılavuzlamadık mı? Fakirdin de zengin kılmadık mı? Sırtını çökerten yükünü sırtından indirmedik mi? Zikir ve sânını çok yüce kılmadık mı?" Ben de Rabbim'e cevaben: "Evet, yâ Rabbi!" dedim." [91]

îbni Sa'd, Mücemmi' bin Cariyeden nakleder. O şöyle der: Bizler, Hudeybiye'den dönüp Medineye doğru giderken Dacnân denilen bir yere geldiğimizde, bir çok kimselerin atlarım hızla sürerek Resûlüllah Efen-dimiz'e doğru ilerlediklerini ve ilerlerken de "Resûlüllah'a bâzı âyetler inmiş, onları dinleyip belleyelim!" dediklerini duydum... Tabu ben de a-tımı hızla sürerek Resûlüllah'ın yakınına vardım... Bir de ne görelim, Resûlüllah Efendimiz: "Biz sana, gerçekten açık ve büyük bir fetih ver­dik..." mealindeki âyeti okumaktadır. Cebrail (a.s.), bu âyeti indirdiği zaman peygamberimizin fethini tebrik etmiş... Bizler de Peygamberi-miz'e tebriklerimizi sunduk..." [92]

îbni Cerır, îbni Ebû Hatim, Ebû Yâlâ, îbni Hıbbân ve Ebu Nuaym Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayet ederler. O da Resûlüllah'tan rivayet eder: "Cebrail bana, Kur'ân'daki: "Biz, senin sânım yükseltmedik mi?" âyetiyle ilgili olarak geldi ve yüce Allah'ın: "Habîbim, ben zikredildiğim zaman sen dahi zikredilirsin" buyurduğunu tebliğ etti..."

îbni Ebû Hatim, Katâde'den yine bu âyetle ilgili olarak şöyle nak­leder: Yüce Allah, O'nun adını ve şanını dünyâda ve âhirette yükselt­miştir. Hiç bir hutbe okuyan, şehâdet getiren, ezan okuyan veya namaz kılan yoktur ki, "eşhedü enlâ ilahe illallah" dedikten sonra, "eşhedü enne Muhammeden resûlüllah!" diyerek O'nun adını anmamış ve yükseltme­miş olsun!"

Ebû Nuaym de, Enes'ten şöyle nakletmiştir: ResûlütlahHs.a.v.) bu­yurdu: "Ben, Yüce Allah'ın samâvât (tsrâ ve Mîrâc) ile olan emrini yerine getirdikten sonra şöyle bir münâcatta bulundum: "Ey Rabbim, benden Önceki peygamberlerine birtakım ikramlarda bulundun: îbrahîm'i Halil, Musa'yı Kelîm kıldın. Davud'a dağları müsahhar eyledin... Rüzgarı ve cinleri Süleyman'ın emrine verdin... Isâ için Ölüleri diriltiverdin... Bana olan ikramın nedir?" Rabbim bana hitaben buyurdu ki: "Habîbim, ben sana bütün bunlardan daha faziletli olanı vermedim mi? Ben anıldım mı, mutlaka sen de anılırsın! Sonra senin ümmetinin kalblerini Kur'ân'm hazînesi kılmadım mı? Baksana onlar, Kur'ân'ı ezberlerinden okumaktalar... Böyle bir ikram, daha Önceki ümmetlere nasîb olmuş değildir. Ayrıca sana, Arş'ımm hazînelerinden bir cümle lütfettim ki, siz o cümle ile Bana en güzel şekilde sığınır, Ben'den güç ve kuvvet istersi­niz: "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah!" dersiniz. (Allah'ım, senin bize vereceğin güç ve kuvvetten başka, güç ve kuvvet yoktur! Bize güç ve kuvvet ver, bizleri destekle) diyerek Bana sığınır, bu şekilde îmân ve güveninizi tazelersiniz..."

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, yine bir hadîslerinde kendisine ve­rilmiş bulunan altı Özellikten bahisle, bunun sonunda da: "...Ve aynı zamanda ümmetimin tamâmı bana arzedilmiştir. Ümmetimin âlimi ve câhili, hep bana gösterildi de ben onların hepsini tanıdım" buyurmuş­tur.

Taberâni Huzeyfe bin Esîd'den nakleder. O şöyle der: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Dün akşam ümmetim bana arz olundu. Başından so­nuna kadar bana gösterildi." Ben dedim ki: "Ey Allah'ın elçisi, şimdi yaratılmamış olanlar nasıl gösterildi?" Cevaben şöyle buyurdu: "Halen yaratılmamış olanlar dahi Öyle gösterildi ki, sizden birinizin arkadaşını tanıdığı gibi, onların her birini tanımış bulunuyorum." [93]

Dârekutnî ve Taberâni Büreyde'den rivayet ederler: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Bana Öyle bir âyet indirildi ki, Süleyman (a.s.)'dan başka bir peygambere indirilmiş değildir. Bu âyet: "Bis-millâhirrahmânirrahîm!" âyetidir."

(tbni Merdûye de îbni Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kur'ân'da bir âyet var, pek çok kimseler o âyetin Peygamberimiz'den bir de Süleyman peygamberden başkasına indirilmemiş olduğunu bilmez­ler, îşte bu âyet: "Bismillâhirrahmânirrahîm!" âyetidir." [94]

Ebu Ubeyd ve tbni Durays, Kur'ân'm faziletlerine dâir yazdıkları kitablannda Ali bin Ebû Tâlib'in şöyle dediğini kaydetmişlerdir: "Aye-tel-Kürsî, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e Arş'm altındaki hazîneden ve­rilmiş bir âyettir! Bu âyet, sizin peygamberinizden önce herhangi bir peygambere verilmiş değildir." [95]

Ahmed, Taberâni ve Beyhakî'nin rivayetlerine göre ki bunu Huzeyfe rivayet etmektedir; Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bakara Sûresi'nin sonundaki şu âyetler bana, Arş'm altındaki hazîneden veril­miştir ve bunlar, benden önce hiç bir peygambere verilmemiştir."

(Imâm-ı Ahmed, benzeri bir rivayeti, Ebû Zerr'den nakletmiştir). [96]

Taberâni Ukbe bin Âmir'den rivayet eder. O şöyle der: "Bakara Sûresi'nin sonundaki "Amenerasûlü..." diye başlıyan iki âyeti çok oku­maya (ve mânâsı üzerinde düşünüp onlardaki hakikatleri anlamaya) bakınız! Zira yüce Allah; Peygamber Efendimizi, kendisine bu âyetleri vermekle seçkin kılmıştır!"

Hâkim, Mâkil bin Yesâr'dan rivayetle Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakleder: "Bana Fatiha Sûresi ve Bakara Sûresi'nin so­nundaki âyetler, arş'ın altında verilmiştir. Fazladan olarak da Mufassal verilmiştir."

Müslim îbni Abbas'tan rivayet eder. O demiştir ki: Peygamber'e (s.a.v.) bir melek gelip: "Yâ Muhammed, sana iki büyük nuru müjdele­mek için geldim, bunlar senden önce hiç bir peygambere verilmiş değil­dir! îşte bu iki nûr: Fatiha Süresiyle, Bakara Sûresi'nin sonundaki âyetlerdir!" demiştir.

Beyhakî de Vasile bin el-Eska'dan şöyle rivayet eder, O demiştir ki: "Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Bana, Tevrat yerine yedi uzun sûre, Zebur yerine âyet sayıları yüz civarında olan sûreler, incil yerine de el-Mesânî verilmiştir. Fazladan olarak da el-Mufassal verilmiş bulunmaktadır!"

(îbni Cerır ile îbni Merdûye'nin îbni Abbas'tan olan rivayetleri ise şöyledir: "Kur'ân-ı Kerîm'deki: "Andolsun ki Sana, ikişerlerden yedi, bir de bu büyük Kur'ân'ı verdik!" [97] mealindeki âyetle ilgili olarak îbni Abbas; "Bu ikişerli yedi'den murâd, "Sebû'd-Tıvâl" denilen yedi uzun sûredir! Bunlar daha önce hiç bir peygambere verilmiş değildir. Sâdece Mûsâ (a.s.)'a, altısı verilmişti..."

(îbni Merdûye'nin naklettiği bir haberde ise, îbni Abbas'ın şöyle dediği kaydedilmiş bulunmaktadır: "Peygamberimiz'e yedi uzun sûre verilmiş bulunmaktadır. Bunlardan sâdece altısı, yalnız Mûsâ (a.s.)'a verilmiş idi. O ise, kendisine verilen levhaları yere koyduğu zaman, bunlardan ikisi gitmiş, dördü kalmıştır. [98]

Ebû Nuaym, el-Mârife adlı kitabında Abdurrahmân bin Ğa-nem'den şöyle nakleder: "Bizler, Peygamberin (s.a.v.) yanında oturu­yorduk. O sırada biz, Mescid'de idik. Ansızın bir bulut meydana geldi ve Resûlüllah Efendimiz buyurdular ki: "Az önce bana bir melek inip dedi ki: "Ey Allah'ın elçisi, ne zamandan beri sana gelmek için Rabbim'den izin istiyordum. Nasîb şimdi imiş ve sana gelmiş bulunuyorum. Geliş sebebim ise, "Yüce Allah indinde, senden daha keremli ve daha şerefli bir kul olmadığını sana müjde etmektir!"[99]

Beyhakî 'nin rivayetine göre îbni Mes 'ûd şöyle demiştir: "Gerçekten Muhammed (a.s.), kıyamet gününde Allah'a karşı bütün yaratılmışların

en keremlisidir!"

Yine Beyhakl 'nin naklettiği bir habere göre, Abdullah bin Selâm da şöyle demiştir: "Allah indinde yaratılmışların en keremlisi, hiç şüphesiz Muhammed (a.s.)' dır!"[100]

 

Peygamberimizin Bir Diğer Özelliği Daha

 

Peygamber'in (s.a.v.) bir diğer özelliği ise, kendisine ve diğer pey­gamberlere olan ilâhî hitaptaki farktır. Bunu, bâzı âyetlerle misallendi-rebiliriz. Meselâ Dâvud (a.s.) ile ilgili bir âyet-i celile şu mealdedir: "Sakın hevâye uyma, aksi halde seni Allah'ın yolundan sapıtır." [101] Halbuki peygamberimiz hakkında: "O, hevâdan konuşmaz!" buyurul-muştur. [102] Böylece hevâsına uymaktan ve hevâdan konuşmaktan tenzih edilmiştir. Keza Musa (a.s.) ile ilgili bir âyette: "Bana bir kötülük yaparsınız diye korkup sizden kaçtım..." buyurulmuştur. [103]Pey­gamber Efendimiz hakkında ise: "Kâfirler senin için tuzak kurdukları zaman..." denilmiş ve O'nun Mekke'den çıkışı ve hicreti en güzel bir ta­birle belirtilmiştir. [104] Keza Peygamberimizin Mekke'den çıkarılışı da, O'nun düşmanlarına nisbet edilmiş ve Peygamberimiz için "firar" kelimesi asla kullanılmamıştır. Ki elbette "firar" kelimesinin kullanıl­masında, bir nevî eksiklik söz konusudur." [105]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği Daha

 

Peygamberimiz'in Özelliklerinden biri de, Onunla gizli konuşup fısıldaşmak isteyen birisinin, bu şekilde konuşmasını yapabilmesinin bir şarta bağlanmış olmasıydı. Bu ise, önce sadaka vermekten ibaretti. Fa­kat böyle bir şey önceki peygamberlerde görülmüş değildi. Nitekim ilgili âyette meâlen şöyle buyurulmuştur: "Ey mü'minler, siz, peygamberle gizli konuşup fısıldaşacağınız zaman, önce bir sadaka veriniz! Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet buna imkân bulamazsanız, Allah, bağışlayan ve esirgeyendir." [106]

îbniEbû Hâtim'in rivayetine göre, îbniAbbas, bu âyetle ilgili ola­rak şöyle demiştir: Müslümanlar, Peygamberimiz'e fısıldayarak pek çok şey soruyorlardı. Bu da Peygamberimiz'e ağır geliyordu. Yüce Allah, bunu şarta bağlamakla, Peygamberimizin sıkıntısını hafifletmek isti­yordu. Bu âyet-i kerîme nazil oldu ve müslümanların pek çokları soru­larını azalttılar... Hâttâ çekinip sormaz oldular. Cenâb-ı Hakk da bunun üzerine aşağıdaki âyetini inzal buyurdu: "Sadaka vermekten korktunuz mu? Çünkü yapmadınız. Allah da sizi bundan affetti. (Sadaka vermeden konuşabilirsiniz). Artık namaz kılın, zekât verin, Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin! Allah, yaptıklarınızı bilendir!" [107] İşte bu âyetin inmesin­den sonra, müslümanlara olan darlığı kaldırmış, genişlik lütfetmiştir.

Saîd bin Mensur da, Mücâhid'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Her kim Peygamber Efendimizle gizli konuşup fısıldaşacak olursa, bir dinar sadaka verirdi. Bunu ilk tatbik eden de Ali bin Ebû Tâlib olmuştur. Sonra bu husustaki ruhsat, yâni kolaylıkla ilgili âyet nazil olmuştur." [108]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği Daha

 

Peygamber'in (s.a.v.) özelliklerinden biri de, O'na itaat edilmesini kesin ve mutlak bir farz olarak Yüce Allah'ın herkese farz kılmış olma­sıdır. Allah bunu, hiçbir şarta bağlamamış ve hiç bir istisna da koyma­mıştır. Nitekim ilgili bir âyetinde şöyle buyurmuştur: "...Peygamber size ne verdiyse (neyi getirip emretti ise), onu olduğu gibi alınız! Size neyi de yasakladı ise, ondan kaçınınız! Allah'tan korkunuz! Çünkü Allah'ın azabı şiddetlidir." [109]

Diğer ilgili bir âyetinde de şöyle buyurmaktadır: "Her kim Resûl'e itaat ederse, şüphesiz Allah'a itaat etmiş olur..." [110] îşte, ilgili âyetlerden de anlaşıldığı gibi, Yüce Allah, herkese O'nu örnek edinme­sini kesinlikle farz kılmış; gerek işde, gerek sözde O'na uymalarını em­retmiştir. Bunu, mutlak bir şekilde emredip hiç bir istisna ve şart koymamıştır. O'nun, mutlak bir şekilde örnek alınması hususunda bir âyetinde şöyle buyurmaktadır: "Andolsun, Allah'ın elçisinde sizin için uyulacak en güzel bir örnek vardır." [111] Halbuki Halîli İbrahim (a.s.)'m örnek alınmasında şöyle buyurmuştur: "ibrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misâl vardır." Sonra bu âyetin sonuna doğru: "Yalnız ibrahim'in babasına: "Senin için mağrifet dileye­ceğim, fakat senin için Allah'tan bir şeye gücüm de yetmez" demesi hâriç. (Bu size misâl değildir.) [112] işte âyetin bu kısmında bir istisna yapılmıştır. Fakat peygamberimizle ilgili, bir istisna dahî söz konusu değil..." [113]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği Daha

 

Peygamber'in (s.a.v.) bir diğer özelliği de, Yüce Allah'ın Kendi Zâtı'na itaat edilmesini, yasakladığı şeylerden sakımlmasını, hükümleri ve farzları, va'dini ve veîdini zikrettiği yerlerde; Peygamber Efendimizi de zikretmiş olmasıdır. Bu gerçekten böyledir. Bu suretle Yüce Allah, Habîbi'nin şerefini ve büyüklüğünü artırmıştır. Buna dâir Kur'ân'dan pek çok misâller vermek mümkündür... Biz burada bâzılarım zikrede­lim: Önce itaat konusundaki misallerden bâzılarını-görelim:

"Ve Allah'a ve Resule itaat ediniz!" [114]

"Eğer müminler iseniz, Allah'a ve O'nun Resûlü'ne itaat ediniz!" [115]

"Onlar Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler." [116]

Şimdi de îmân veya tekzîb bakımından olan misalleri görelim:

"Mü'minler ancak o kimselerdir ki, onlar Allah'a ve Resûlü'ne i-nandılar, sonra da şüphe etmediler..." [117]

"Allah'tan ve O'nun Resûlü'nden andlaşma yaptığınız müşriklere bir ihtardır!... "[118]

".. .Ve oturup kaldı o Allah ve Resûlü'ne karşı yalan söyleyenler,.."[119]

Şimdi de itaat etmeyip karşı çıkanlarla ilgili âyetlerde Yüce Al­lah'ın Kendi adını zikrederken, Resûlü'nün adını da nasıl zikretmiş ol­duğunun bir kaç misâlini görelim:

"...Kim Allah'a ve Resûlü'ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur!" [120]

"...Kim Allah ve Resûlü'ne karşı gelirse, şüphesiz Allah'ın cezası çetin olur." [121]

"Onlar bilmediler mi ki, kim Allah ve Resûlü'ne karşı koymaya kalkarsa, onun için ebedî kalmak üzere cehennem ateşi vardır. İşte bü­yük rezillik budur!"[122]

Bu husustaki âyetler pek çoktur. Burada misâl olarak verdiğimiz mealler, bu konuda yeteri kadar bilgi vermiş olacaktır ve bu misâllerden açıkça görüldüğü gibi, Yüce Allah, Zâtı'nm adını zikrettiği yerlerde Resûlü'nü de zikretmiş ve bu suretle O'nun büyüklüğünü ve şerefini ar­tırmış bulunmaktadır. Bu da O'nun Resûlü'nün üstünlüğünü ifâde eden bir özellik mâhiyetini taşımaktadır. [123]

 

Onun Özelliklerinden Biri De, Dört Vezir İle Teyid Edilmiş Olmasıdır

 

Bu hususta Bezzâr ve Taberânl'nin îbni Abbas'tan olan rivayetlerini burada kaydedelim. îbni Abbas demiştir ki: "Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah Teâlâ beni, dört vezîr ile te'yîd etmiş bulu­nuyor! Bunlardan ikisi ehl-i semâdan olan Cibril ile Mîkâîl'dir. Diğer i-kisi de ehl-i arzdan olan Ebû Bekir ile Ömer'dir!" [124]

îbni Mâce ile Ebu Nuaym'in Câbir bin Abdullah'tan olan rivayetleri ise şöyledir: "Peygamber (s.a.v.) yürüdüğü zaman, ashabı O'nun Önünde yürürler ve arka tarafını meleklere bırakırlardı..."

Hâkim, îbni Asakir de Ali'den şu haberi naklederler: "Bir defasında Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Her peygambere yedi adet yakın ar­kadaş verilmiştir. Bana ise on dört yakın arkadaş verilmiş bulunmak­tadır." Ali, bu haberi duyurduğu zaman, kendisine: "Bu on dört yakın arkadaşın kimler olduğunu bize söyler misin?" dediler. O da onlara ce­vap olmak üzere: "Ben, Hamza, iki oğlum Hasan ve Hüseyin, Cafer, Akıl, Ebû Bekir, Ömer, Osman, Mikdâd, Selmân, Ammâr, Talha ve Zü-beyr'dir'" dedi." [125]

Dârekutnî el-Mü'telef adındaki kitabında Cafer bin Muham-med'den şu haberi nakletmiştir: "Hiç bir peygamber yoktur ki, arkasında duası müstecâb olan bir ehl-i beytini bırakmamış olsun... Bizim Pey­gamberimiz de bizim ehl-i beytimiz'de İki kabule şâyân dua örneği bı­rakmıştır! Bu makbul iki duanın biri, şiddet ve musibetlerle ilgili, diğeri ise ihtiyaçlarımızın te'miniyle ilgili bulunmaktadır. Bize isabet edecek olan şiddet ve musibetlerle ilgili bırakılan dua şudur:

"Ey varlığı dâima ezelî ve edebî olan! Ey benim ve babalarımın ilâhı olan rabbim! Ey hayyü kayyûm olan Allah..."

ihtiyâçlarımı zın te'miniyle ilgili bırakılan dua da şudur:

"Ey herşeye kâfi olan ve hiç bir şeyin kendisinin vereceğini vere­meyen rabbim! Ey Allah!... Ey, Muhammed'in Rabbi! Borcumu ödemem (ve ihtiyaçlarıma kavuşmam) için bana yardım et..." [126]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, O'nun Künyesi İle Künyelenmenin Haram Oluşudur!

 

Peygamber'in (s.a.v.) özelliklerinden biri de, O'nun künyesi ile künyelenmenin haram oluşudur. Bâzıları, O'nun ismiyle ad koymanın da haram olduğunu söylemişlerdir. Böyle bir haramlık, önceki peygam­berlerin hiç biri için yoktu... Bu konuda Hâkim'in Ebû Hüreyre'den bir rivayeti var. Buna göre Ebû Hüreyre demiştir ki:

"Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Sakın, benim adımla künyemi ikisi bir arada bir şahsa koymayınız! Ben, Ebul-Kâsım'ım! Allah verir, ben de taksim ederim!"

(Imam-ı Ahmed'in, Ensârlı Abdurrahmân bin Ebû Amra'dan nak­lettiği rivayet de bu mealdedir.) [127]

Enes'ten gelen bir rivayete göre, o şöyle demiştir: "Bir gün Pey­gamber (s.a.v.) Medine kabristanında idi. Bu sırada adamın biri: "Ey Ebul-Kâsım!" diye nida etti. Peygamberimiz de kendisine çağrıldığını zannederek o tarafa doğru baktı... Nida eden adam, Peygamberimiz'in kendisine doğru baktığını görünce: "Ben sana çağırmadım, ey Allah'ın Resulü!" dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "Sizler, benim adı­mı veriniz, fakat künyemi vermeyiniz" buyurdu.

Hâkim'in Câbir'den naklettiği rivayet ise şöyledir: Ensârdan biri­nin oğlu dünyâya geldi ve o, ona "Muhammed" adını verdi. Ensâr buna kızdı ve dediler ki: "Peygamberimiz'e sorulmadan, nasıl bu adı verebi­lirsin?" Sonra soruldu. Peygamberimiz de: "Ensâr iyi etmiştir. Sizler benim adımı veriniz, fakat künyemi vermeyiniz! Ben Ebul-Kâsım'ım! Aranızda Allah'ın izni ve emri veçhile taksimde bulunurum!" buyurdu,

îmâm-ı Şafiî der ki: "Herhangi bir kimseye, ister Muhammed adı verilmiş olsun, ister başka bir ad verilmiş olsun, Ebû'l-Kâsım künyesinin verilmesi asla caiz olmaz!"

îmâm-ı Rafit de bu konuda şöyle der: "Alimlerden bazıları, sâdece isim ve künyenin birlikte verilmesine karşı çıkmıştır, ikisinden birini vermeyi ise caiz görmüştür... îmâm-ı Mâlik ise, Peygamberimiz'in vefatından sonra, O'nun künyesi ile künyelenmeyi caiz görmüş ve: "O'nun vefatından sonra, birisi: "Ey Ebûl-Kâsım!" diye çağırdığı zaman, kimi çağırdığı belli olmama gibi bir durum söz konusu değildir ve pey­gamberimize ezâ vermiş olmak da mümkin değildir. Bu bakımdan, O'ndan sonra caiz olur" demiştir. [128]

Taberânl'nin îbni Abbas 'tan rivayeti ise şöyledir: "Bir kimsenin üç oğlan çocuğu olur da bunlann birine olsun benim adımı vermezse, işte o kimse cahillik etmiş olur..." [129]

îbni Ebû Asım, îbni Ebû Füdeyk kanalıyla Cehm bin Osman'dan, o da îbni Cüşeyb'teri, o da babasından naklen Hz. Peygamber'in şöyle dediğini rivayet eder: "Benim ismimi alan bir müslüman, bana verilmiş bulunan bereketten nasîbdâr olmayı umar ve gerçekten bu berekete erer ve kıyamete kadar da bu bereket içinde bulunur..."[130]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Kendisiyle İksam Alellah’ın Caiz Oluşudur

 

Evet, Peygamber Efendimiz'in özellikledinden biri de, O'nunla İksâm Alellah'ın caiz oluşudur. Yâni Yüce Allah'a dua ederken; "Ey Al­lah'ım, Muhammed hakkîçün..." diyerek niyazda bulunmak... Bu, O'ndan başkasına verilmemiştir. Yalnız O'na mahsûs olduğu içindir ki, O'nun özellikleri arasında bundan da söz edilmiştir.

(Nitekim, Şeyh îzzüddîn bin Abdüsselâm bu görüştedir.) [131]

Buhârî Tarih'inde, Beyhâkî sahihtir kaydiyle, Ebû Osman el-Mârife adlı eserinde Osman bin Hanîften şöyle rivayet ederler: Gözleri âmâ olan birisi Peygamber e (s.a.v.) gerelek: "Ey Allah'ın elçisi, dua edi-veriniz de Yüce Allah bana şifâ ve afiyet versin!" diyerek ricada bulundu. Peygamber Efendimiz'de: "istersen, senin için bu dua işini tehîr edelim, bu senin için daha hayırlıdır" buyurdu, Amâ: "Hayır yâ Resûlallah, dua ediveriniz!" dedi. Peygamberimiz de bunun üzerine o âmâya; önce güzel bir abdest almasını, sonra iki rek'at namaz kılmasını ve şu şekilde dua etmesini'emretti:

"Allah'ım, ben senden istiyorum ve peygamberin Muhammed (s.a.v.) ile sana yöneliyorum! O, âlemlere rahmet peygamberi olarak gönderilmiştir. Ey Muhammad, ben seninle Rabbim'e yöneliyorum, şu hacetimin Rabbim tarafından görülmesini istiyorum! Allah'ım, ben bu şekilde peygamberini şefaatçi kıldım, O'nun benim hakkımdaki şefaatini kabul eyle!"

O âmâ adam da, Peygamberimiz'in kendisine Öğrettiği şekilde du­asını yaptı. Duadan sonra, oturduğu yerden kalktığı zaman, gözlerinin âmâlığı gitmiş, derdine derman bulmuştu..." [132]

Beyhakî ve Ebu Nuaym, Ebû Ümâme'den rivayet eder. O şöyle de­miştir: Adamın biri, bir ihtiyâcının görülmesi için Osman bin Affan'a gider gelirdi. Osman, o adamın ihtiyâcını görmez, kendisine de iltifat etmezdi. Bu adanı, bir gün Osman bin Hanîf le karşılaştı ve derdini ona açtı... O da kendisine: "Haydi bir güzel abdest al, sonra mescide gidip iki rek'ât namaz kıl. Sonra şu şekilde dua eyle:

"Allah'ım, ben senden istiyor ve peygamberin Muhammed ile sana yöneliyorum! O, şüphesiz bir rahmet peygamberidir! Ey Muhammed, ben seninle Rabbim'e yöneliyor ve Rabbim'in hacetimi bitirmesini O'ndan istiyorum!" îşte böyle dersin ve hacetinin ne olduğunu da bu sı­rada zikredersin... Sonra kalkar Osman'a gidersin!"

Adam, Osman bin Hanîf in dediğini yaptı, sonra kalkıp Osman'ın kapısına gitti. Kapıcı dışarı çıkıp o adamın elinden tutarak içeri aldı ve Osman'ın huzuruna çıkardı. O da o adamı yanma aldı ve üzerine otur­makta olduğu yaygının üzerine oturttu. Adama hitaben: "Bir ihtiyâcın varsa, bize söyle" dedi. Adam, Osman'ın yanından çıktıktan sonra, yine Osman bin Hanîf ile karşılaştı ve ona: "Allah seni yaptığından dolayı mükâfatlandırsın, eğer sen benim hakkımda Osman ile konuşmasaydm, onun beni göreceği ve bana yüz vereceği yoktu." dedi. Osman bin Hanîf de o adama: "Ben onunla konuşmuş falan değilim. Ben sâdece sana, Peygamber Efendimiz'in âmâya öğrettiği duayı öğrettim. O kadar" dedi ve ama ile ilgili hadîsi de başından sonuna kadar bu vesile ile tekrarlayıp anlattı."[133]

 

Peygamberimizin Bîr Özelliği De Kadınlarının Ve Kızlarının Bütün Kadınlardan Daha Üstün Oluşudur.

 

Peygamber'in (s.a.v.) bir özelliği de, kadınlarının ve kızlarının, bütün kadınlardan daha faziletli oluşudur. Aynı zamanda Peygamberi­mizin zevcelerinin sevabı da, ıkâbı da başkalarına kıyasla iki kattır... Bu hususla ilgili bâzı âyetler ve rivayet edilmiş haberler bulunmakta­dır... Önce ilgili âyetleri görelim. Bu âyetler, şu mealdedir:

"Ey peygamber kadınları, sizler kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz..." [134]

"Ey peygamberlerin kadınları! Sizden kim açık bir çirkinlikte bu­lunursa, onun için azabın iki katı vardır! Ve bu, Allah'a göre kolaydır." [135]

"Fakat sizden kim Allah'a ve Resûlü'ne itaate devam eder, yararlı iş ve amellerde bulunursa onun da mükâfatını iki kat veririz! Ve cen­nette onun için bol bir nzık hazırlanmıştır." [136]

Bu konudaki ilgili rivayetlere gelince: Önce Tirmizî'nin Ali'den rivayetini görelim: Buna göre o şöyle demiştir: "Bir defasında Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki; "Kendi zamanının en hayırlı kadım, Meryem idi. Şimdi de kendi zamanının en hayırlı kadını Fâtımadır!"

Haris bin Ebû Üsâme'nin Urve'den naklettiği haber de şöyledir: Resûlüllah buyurdu: "Aleminin en hayırlı kadını Meryem'dir. Kendi âleminin en hayırlı kadını da Fâtuna'dır!"

Ebû Nuaym, Ebû Sâid el-Hudrî'den rivayet eder. O şöyle demiştir: Bir defasında Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Fâtıma; cennet ehlinin en üstün kadınıdır. Ancak Meryem binti îmrân için olan başka..." [137]

Yine Ebû Nuaym, Ali'den şöyle rivayet eder: Peygamber (s.a.v.) bu­yurdu: "Ey Fâtıma, Allah senin için buğzeder, senin için razı olur! Senin Allah yanındaki derecen bu kadar üstündür..." [138]

îbn Cerîr, bu konuda şöyle der: "Peygamberin (s.a.v.) kızlarının kadınlarından daha üstün olduğu konusunda, Ebu Yalâ'mn Ibni Ömer'den olan rivayeti delil kabul edilir. Bu rivayet ise şöyledir: Resûlüllah (s.a.v.) buyurdu: "Hafsa, Osman'dan daha hayırlısı ile ev­lendi. Osman da, Hafsa'dan daha hayırlısı (Peygamber'in kızı) ile ev­lendi."

Taberâni Ebu Ümâme'den şöyle nakleder: Bir defasında Peygam­ber (s.a.v.) buyurdu: "Dört sınıf insan vardır. Bunların sevâblan iki defa (iki kat olarak) verilecektir. Bunlardan biri de, Peygamberin zevceleri­dir..."

Alimlerimiz demişlerdir ki: İlgili hadîsde belirtilen "iki defa" ücret; âhirette o kişiye verilecek olan iki kat sevaptır., bâzıları da bu konuda farklı mütâlâada bulunmuş ve: "Bu iki kere verilecek olan sevaptan biri, bu dünyâda verilecek olanı; diğeri de öbür dünyâda verilecek olanıdır" demiştir.

"Azabın iki kat" olmasında da bu şekilde farklı mütâlâalar bulun­maktadır. Bâzıları: "Biri dünyada, diğeri de âhirette olmak üzere iki azâbtır. Çünkü diğerleri, dünyâda azâb olunduğu zaman, ahiret azabı ondan kaldırılır" demişlerdir. Bâzıları da: "Hayır, bunun mânâsı, baş­kalarına verilen cezanın, iki katının dünyâda verilmesidir" demiştir. Bu şekilde anlamış olan; Mükâtil'dir. Alimlerimizden Saîd bin Cübeyr de bunu kabul etmiş ve: "Keza onlardan birine iftira edene de iki kat iftira cezası verilir" demiştir.

Kâdî lyâd'ın Şifâ adlı kitabında da şöyle bir mütâlâa bulunmak­tadır: "Bazı âlimlerin bu söylediği, Aîşe validemizden başkasıyla ilgilidir. Zira Aişe validemize iftirada bulunana verilecek olan ceza; Ölüm cezasıdır. Zira Aişe validemizin öyle bir çirkinlikten uzak oluşu; Allah'ın âyetleriyle sabittir. Buna rağmen Aişe validemize iftirada bulunan kişi, Allah'ı ve O'nun bu âyetlerini inkâr etmiş olur ve kendisine ölüm cezası verilir..."

Bâzı âlimler ise, "Aişe validemize iftira edene verilecek ceza ile, Peygamberimiz'in zevcelerinden diğer birine iftira edene verilecek ceza aynıdır. Ona dahî, ölüm cezası verilir" demişlerdir.

Cezanın farklılığına bir işaret olmak üzere, Telhis adındaki kitabın sahibi, aşağıdaki âyetleri zikretmiştir:

"Sana ve senden öncekilere şöyle vahyedüdi: "Andolsun, eğer Al­lah'a şirk koşarsan amelin boşa çıkar ve ziyana uğrayanlardan olursun!" [139]

"Eğer Biz seni sağlamlaştırıp sabit kılmış olmasaydık, onlara bir parça meyledecektin!" [140]

"Ve o takdirde sana hayâtın da, ölümün de kat kat azabını taddı-rırdık! Sonra Bize karşı bir yardımcı da bulamazdın." [141]

Telhis'in yazarı, bu âyetleri zikrettikten sonra, "halbuki başkaları, şirk üzerine öldüğü takdirde bütün amelleri boşa çıkmaktadır" der."[142]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Onun Ashabının, Peygamberler Dışında Bütün İnsanlardan Üstün Kılınmasıdır

 

İbni Cerîr, Kitâbü's-Sünne adlı eserinde Câbir bin Abdullah'tan ş?,yle rivayet eder: Resulullah (s.a.v.) buyurdu: "Gerçekten yüce Allah benim ashabımı, nebiler ve resuller hâriç, diğer bütün insanlardan üs­tün kılmıştır! Ashabımdan da dördünü seçip diğerlerinden üstün kıl­mıştır. Bunlar, sırasıyla Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'dir ve diğer sahabelerimden daha faziletlidirler... Aslında ashabımın hepsi, hayırlı ve faziletlidir Topyekün ümmetimi de diğer ümmetlerden üstün kılmış­tır. Ümmetimin ilk dört asrı diğer asırlardan daha üstündür... Birinci, ikinci ve üçüncü asırlar birbirinin peşinden gelir. Dördüncü asır ise ay­rıdır." [143]

Bu konuda âlimlerin çoğunluğu demişlerdir ki: "Ashâb-ı kirâm'm hepsi, daha sonrakilerin hepsinden afdaldır. Daha sonrakilerin içinde i-limde ve amelde pek yüksek derecelere ermiş kişiler bulunsa dahî, bu böyledir..."[144]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Her İki Şehrinin Diğer Beldelere Üstün Kılınmasıdır

 

Peygamberimizin özelliklerinden biri de, her iki şehrinin (Mekke ile Medine'nin) diğer bütün beldelerden üstün kılınmış olmasıdır. Bu fazilet ve özelliklerinden dolayıdır ki, Mekke ile Medine'ye Deccâl de gi-remiyecektir. Tâûn hastalığı da... Keza Peygamber Efendimiz'in mesci­dinin diğer mescidlerden üstün oluşu da, O'nun bir özelliğidir. Vefatından sonra defnedildikleri toprak parçası ise, Kabe'den ve hattâ Arş'dan bile afdaldır. Bu husus dahî Peygamberimizin bir Özelliğidir.

Ahmed, Abdullah bin Zübeyr'den şöyle rivayet etmiştir: "Resûlüllah (s.a.v.) buyurdu:

"Benim şu mescidimde namaz kılmak; Mescid-i Haram müstesna, diğer mescidlerde kılınacak olan bin namazdan daha faziletlidir. Mes­cid-i Haram'da kılınan bir namaz ise, benim şu mescidimde kılınan yüz namazdan daha faziletlidir!" [145]

Tirmizî Abdullah bin Adiyy'den rivayet eder. Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ey Mekke, vallahi sen yeryüzünde en hayırlı, Al­lah'a en sevgili yersin!"

Hâkim 'in Ebû Hüreyre'den rivayetine göre ise, peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Allah'ım, beni yeryüzünün bana en sevgili olan yerinden çıkardmî'O halde beni, Sana en sevgili olan yerde sakîn kıl!"

Ahmed de Ebû Hüreyre'den şöyle nakletmiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Medine ve Mekke'nin giriş-çıkış yerleri, meleklerle korun­muştur! Bu iki mübarek beldeye, tâûn ve deccâl girmez..."[146]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, O'nun Şeriatinde Ganimetlerin Helal, Yeryüzünün Mescid, Teyemmüm'ün Meşru Kılınmasıdır

 

Bu hususta, bundan önceki bölümlerde ve O'nun ümmetinin Tevrat ve incil'de nasıl anlatıldığına daîr olan kısımda, bâzı hadîsler ve eserler geçmiştir. Burada abdest ve teyemmümle ilgili bâzı haberlere gelince: Taberânî'nin Ebud-Derdâ'dan rivayeti şöyledir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu:

1- Ben, bana verilen dört özellik ile üstün kılınmış bulunuyorum.

2- Ben ve ümmetim, namaz kılarken meleklerin saf bağladıkları gibi saf bağlarız...

3- Ben, toprakla teyemmüm ederim, yeryüzünün her tarafı bana mescid kılınmıştır.

4- Ve ganimetler bana helâl kılınmıştır..."

Huleymî şöyle demiştir: "Abdest'in, bu ümmetin özelliklerinden biri olduğu hususunda, Buhâri ve Müslim'in rivayet ettikleri hadîs ile delil getirilir. Zira bu hadîsde şöyle buyurulmuştur: "Ümmetim kıyamet gününde, aldığı abdestin eseri olarak abdest azaları nûr gibi parlar bir şekilde davet olunacaktır!"

Huleymfnin bu sözüne ise, şu şekilde karşı çıkılmıştır: "Bu üm­mete mahsûs olan, abdestin kendisi ve aslı değil, abdestin eseri olan parlaklık ve nurdur. Zira bir hadîsde de şöyle buyurulmuştur: "işte bu, benim ve benden önceki peygamberlerin abdestidir!" Bu durumda ab­destin aslının bu ümmete hâs olduğu, nasıl iddia edilebilir?"

îbni Hacer de bu mevzuda şöyle demektedir: "Buna verilecek cevâb şudur: Bu hadîs, zayıftır. Yukarıdaki sahih hadisle çatışamaz... Eğer bu hadisin sabit olduğu kabul edilecek olursa, bu takdirde de şöyle deriz: Demek ki abdest, önceki peygamberlerin bir özelliği idi. Fakat onların ümmetlerinde yoktu. Ümmet olarak abdest almak, sâdece bu ümmete mahsûstur..."

Ben de derim ki: îbni Hacer'in ileri sürdüğü bu hususu te'yîd eden bir rivayet de vardır. Nitekim bu rivayet, önceki bahislerden "Peygam-berimiz'in ümmetinin Tevrat ve İncil'deki sıfatı" bölümünde zikredil­miştir. Orada: "Bazı uzuvlarını yıkayarak abdest alırlar..." diye bir ifâde bulunmakta idi. işte bu ifâde de, îbni Hacer'i destekler mâhiyettedir. Bu rivayetteki Ebû Nuaym, îbni Mes'ûd'dan, Dârimî de Ka'bül-Ahbâr'dan nakletmişlerdi."[147]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Beş Vakit Namazın Topluca Kendisine Verilmesidir

 

Peygamber'in (s.a.v.) özelliklerinden biri de, beş vakit namazın topluca kendisine verilmiş olmasıdır. Daha önce hiçbir peygambere bu verilmiş değildi. Keza yatsı namazım ilk kılanın Peygamberimiz olması da O'nun bir özelliğidir. Zira daha önceleri bunu başka bir peygamber kılmamıştır. Buhârî, Ebû Musa'dan rivayet eder. O demiştir ki: "Bir gün pey­gamber (s.a.v.) yatsı namazı için hazırlığını yaptı ve gece yarısına kadar bekledi. Sonra kalkıp namazı kıldırdı. Namazdan sonra buyurdu ki: "Ashabım, sizlere müjdeler olsun! Muhakkak şu namazı sizden başka kılanın olmayışı, yüce Allah'ın ancak sizlere nâbîb buyurduğu büyük bir nimetidir..."

Ahmed ve Nesaî, îbni Mes'ûd'un şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Bir gün Peygamber (s.a.v.), yatsı namazına bir müddet çıkmadı. Sonra çıkıp Mescid'e girdi. Gördü ki ashâb toplanmış namazı beklemekteler... Onlara hitaben buyurdu ki: "Ashabım, şu dinlerin mensûblarından, şu saatte Allah'ı zikreden (şu yatsı namazını kılan) hiçbir topluluk yoktur! Allah'ın size olan bu nimeti ile sevininiz!"

Ebû Dâvûd ve îbni Ebu Şeybe ve Beyhakî Muaz bin Cebelden şöyle rivayet ederler: "Peygamber (s.a.v.), yatsı namazını hayli geciktirmişti. Toplanan cemâat, Peygamber Efendimiz'in namazını kıldığını zannetti. Sonra Peygamberimiz Mescid'e çıkıp: "Ey ashabım, şu yatsı namazım, gecenin üçte biri geçinceye kadar te'hîr ediniz! Ve biliniz ki, sizler bu yatsı namazı ile diğer ümmetlerden faziletli kılındınız! Sizden önceki ümmetlerden bunu kılan olmamıştır..."[148]

 

Peygamberırımızın Bir Özelliği De, Cum'a Namazı, "Amîn" Denilmesi, Kıbleye Dönülmesi, Meleklerin Saf Bağladıkları Gibi Saf Bağlanılması Ve Tahıyyetü's-Selam

 

Bu konuda Müslim, Huzeyfe ve Ebû Hüreyre'den şu hadîsi rivayet eder: "Allah, bizden öncekilere Cum'â'yı nasîb kılmadı! Onlar çok istedi­ler ve aradılar amma, bir türlü bulamadılar... Yahudiler için Cumartesi, Nasrânîler için de Pazar günü oldu. Sonra biz devreye girdik ve yüce Allah, bizlere Cum'â gününü lütfetti. Böylece bizleri öne geçirdi. Önce bizim günümüz olan Cum'a günleri, sonra Cumartesi, daha sonra da Pazar günü gelmektedir. Onlar, kıyamet gününde de böylece bize tabî olacaklar, bizden sonra geleceklerdir. Dünyâda sonra gelenleriz, fakat öne geçip âhirette ilk gelenler de biziz! Bütün ümmetlerden Önce hesabımız görülecek, herkesten evvel cennete gireceğiz..."

îbni Asâklr'in RubeyyV bin Enes tarikiyle rivayeti de şöyledir: "Bize, Peygamberimiz'in ashabının bâzılarından intikâl eden habere ve onların bâzı Isrâîl oğulları âlimlerinden işittiklerine göre; Zekeriya (a.s.)'m oğlu Yahya (a.s.), Allah tarafından beş kelimeyi (beş esâsı) teb­liğe me'mûr kılınmıştır. Aynı zamanda bu beş şey ile güzelce amel ede­rek vefat eden kişilerin, hesaba çekilmeksizin cennete girecekleri de müjde edilmiştir. Bu beş şey (esas) da şunlar imiş:

"Asla Allah'a şirk koşmayacaklar, sâdece Allah'a ibâdet edecekler,

Namaz kılacaklar,

Oruç tutacaklar,

Sadaka (yani zekât) verecekler,

Allah'ı zikredip asla unutmayacaklar..."[149]

îşte Yüce Allah, Muhammed'e ve O'nun ümmetine bu beş şeyi vermiş, bunlara ilâveten beş şey daha vermiştir. Bunlar da: "Cum'â, söz dinlemek itaat etmek, Allah ve dini uğruna hicret etmek ve cihâd et­mektir." [150]

Ahmed ve Bey haki Aişe'den şöyle rivayet ederler: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Onlar bize karşı, Allah'ın bize lütfettiği Cum'a gününe hased ettikleri kadar hiçbir şeye hased' etmemektedirler! Onlar bunu kaybet­mişlerdir. Bir de son derece hased ettikleri bir şey, bizim kıblemizdir! Onlar bunu da kaybetmişlerdir. Sonra bizim namaz kılarken imamın arkasında (ve fatiha'nm sonunda) Amin! dememiz var ya, işte buna da son derece hased ederler."

îbni Mace îbni Abbas'ın şu rivayetini verir: "Resülüllah (s.a.v.) buyurdu: "Yahudiler, size karşı "selâm vermeniz" ve bir de imamın ar­kasında, "amin!" demenize hased ettikleri kadar hiçbir şeye hased etmiş değillerdir!"

Taberani de Mûaz bin Cebelden şöyle rivayet etmiştir: "Peygam-ber'e (s.a.u.), bir defasında da: "Biliniz ki, yahudiler müslümanlan şu üç şeyden daha faziletli bir şey sebebiyle kıskanmış değillerdir: Selamlaş­mak, namazdaki safları ikâme etmek ve farz namazlarda imamın arka­sında "amin!" demek" buyurdu.

Haris bin Ebû Üsame'nin Enes'ten rivayeti ise şöyledir: "Bir defa­sında Resülüllah Efendimiz: "Bana şu üç şey verilmiştir: Namaz kılar­ken safları ikâme etmek, selâmlaşmak (ki cennet ehlinin selâmı da budur), bir de imamın arkasında "amin!" demek. Bunlar sizden önceki ümmetlere verilmiş değildir. Ancak Harun (a.s.)'ın Mûsâ (a.s.)'m duası­na "amin!" demesi hariç." [151]

îbni Ebâ Şeybe, Beyhaki ve Ebû Nuaym, Huzeyfe'den rivayet eder­ler. O, şöyle der: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Ben, şu üç şeyle insanlara üstün kılınmışımdır! Yeryüzünün her tarafı bize mescid kılınmıştır, toprağı da abdestlenmemiz için teiniz kılınmıştır (ki biz onunla teyem­müm ederek abdestleniriz), namazdaki saflarımız da meleklerin safları gibidir ve bana Bakara sûresinin sonundaki ayetler Arş'in altındaki ha­zineden verilmiştir. Bunlar ancak bana verilmiş olup, benden Önce kim­seye verilmiş değildir."[152]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Kendisine Ezan Ve İkametin Verilmesidir.

 

Sâid bin MansurEbû Umeyr bin Enes'ten rivayet eder. O şöyle der: Ensardan olan amcam bana şu şekilde haber verdi: Peygamber (s.a.v.), insanları namaza nasıl davet edeceği hususunda merak etmişti. O bu hususta ashabı ile istişarelerde bulundu. Kendisine denildi ki: "Namaz vakti gelince, etraftan görülecek bir şekilde yüksek bir yere bir sancak çektiriniz!" O, bu fikri beğenmedi. Denildi ki: "Boru çaldırınız!" O bu fikri de beğenmedi ve: "Bu, yahudilerin işidir" diyerek reddetti. O'na denildi ki: "Peki, çan çalınsın!" O, bunu da beğenmedi ve: "Bu da nasranilerin işidir" diyerek reddetti. Bu istişare toplantısında bulunan Abdullah bin Zeyd de, meraklı ve tasalı olarak evine dönmüştü. O gece rü'yasında Ezan'ı gördü." [153]

 

Peygamberimizin Bir Özelliği De, Namazlarının Rüku İle Ve Cemaatle Kılınmasıdır

 

Müfessirlerden bir topluluk, yüce Allah'ın kerîm kitabındaki: "...Allah'ın huzuruna durup rükû edenlerle beraber siz de rükû ediniz!" (Bakara, 43.) mealindeki âyeti tefsir ederken şöyle demişlerdir: "Na­mazda rükû etmenin meşruiyeti, bu ümmete mahsûs birşeydir. Isrâîl Oğullarının kıldığı namazlarda rükû bulunmamakta idi. Bu sebepledir ki, Ümmet-i Muhammedle beraber rükû etmeleri, yüce Allah tarafından kendilerine emredilmiştir."[154]

Ben derim ki: Müfessirlerin bu söylediklerine, Bezzâr ve Taberânfnin Ali'den naklettiği rivayet ile de delîl getirilmiştir. Zira bu rivayete göre Ali demiştir ki: "Bizim edâ ederken kendisine rükû yaptı­ğımız ilk namaz, ikindi namazıdır. Ben, böyle rükû ederek kıldığımız bu ikindi namazından sonra efendimize: "Ey Allah'ın Resulü, bu nedir?" diyerek sormuştum. O da cevaben: "Ben böyle rükû etmekle emrolun-dum" buyurmuştu... [155]

Bununla delîl getirmenin sebebi ve vechi şudur: Peygamberimiz, bu ikindi namazından önce öğle namazını kılmıştı... Ve beş vakit namaz farz kılınmazdan önceleri de, gece namazını ve diğer namazları kılmış­tır. Hz. Ali'nin bahsettiği ikindi namazından önce kılman namazların rükû etmeksizin kılınmış olması, daha önceki ümmetlerin namazlarında da rükû olmadığını göstermektedir. îbni Ferişteh de Şerhu'l-Mec'ma' a-dındaki eserinde, Peygamber Efendimiz'in: "Her kim bizim kıldığımız namazı kılar, bizim kıblemize dönerse, o kişi bizdendir!" mealine gelen hadîslerinden bahsettiği yerde, şu açıklamayı yapmıştır: "Sevgili pey­gamberimiz, burada; "Bizim kıldığımız namazı kılarsa" derken, cemâatle kılman namazı kasdetmiştir. Zira münferiden namaz kılmak, bizden önceki ümmetlerde de vardır."

Onun bu sözünden de anlaşılıyor ki, cemâatle namaz kılmak da Peygamberimiz'in (ve dolayısıyla bu ümmetin) bir özelliğidir." [156]


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol