Kur'an ve Sünnet
   
 
  Üçüncü Kural: Nassın Zahirine İtibar Edilir mi?

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

3.3. Zâhir / Zâhiri Anlam Nedir?

Üçüncü Kural: Nassın Zahirine İtibar Edilir mi?

 

Üçüncü esas:

Birisi kalkıp da "nassların zahiri kastedilir" veya "bunların zahiri kastedilmez" derse, ona denir ki:

"Zahir" kelimesinde icmal (manâya delâletinde kapalılık) ve iştirak (birden fazla anlama gelme) söz konusudur. Eğer bu sözü söyleyen kimse nassların zahirinin yaratılmışların sıfatlarına veya onların özelliklerinden birine benzetmeyi ifade ettiğine inanıyorsa, şüphesiz kastedilen bu değildir.

Nitekim Selef ve imamlar buna nassın zahiri demez ve Kur'ân ve hadîsin zahirinin küfür ve bâtıl olmasını hoş karşılamazlardı.

Allah Te'âlâ, kendisini tavsîf ettiği sözü zahiren bizzat küfür ve sapkınlık anlamına gelmeyecek biçimde ilim ve hikmet sahibidir.

Nassın zahirini bu şekilde görenler iki yönden hataya düşmektedirler:

Bazen yanlış anlamı nassın zahiri kabul edip (kelimenin zahirini bozuk bir mânâya hamledip), bu mânâyı zahire uymayan bir te'vile muhtaç hale getirmektedirler ki bu böyle olmaz. (Oysa zahirine yakıştırdıkları mânâ doğru değildir.) Bazen de lâfzın zahiri olan doğru manâyı, yanlış olduğuna inandıkları için reddetmektedirler.

Birinciye örnek şunlardır:

"Ey Kulum, acıktım ama sen beni doyurmadın." (Müslim, "Birr", 43; Ahmed b. Hanbel, II, 404.);

Bir başka hadîs:

"Hacer-i Esved, Allah'ın yeryüzündeki sağ elidir: her kim (onu tutar) onunla musafaha eder, ya da onu öperse Allah'la musafaha etmiş ve sağ elini öpmüş gibidir" (Heysemî, Mecma'u'z-zevâ'id, III, 242; Müttaki el-Hindî, Kenzü'l-'ummâl, XII, 215 - 217.);

Bir diğer hadîs:

"Kulların kalpleri, Rahman'ın parmaklarından ikisi arasındadır." (Müslim, "Kader", 17; İbn Mâce, "Duâ", 2; Ahmed b. Hanbel, II, 168; III, 112,255)

Bunlar hakkında:

"Kalbimizde Allah'ın parmaklarının olmadığı bilinmektedir." derler. Biz de deriz ki:

Eğer nasslara hakkı olan delâleti verseydiniz, onların yalnız gerçeğe delâlet ettiğini anlardınız.

Hadîslerden birisi şudur:

"Hacer-i Esved, Allah'ın yeryüzündeki sağ elidir: her kim (onu tutar) onunla musafaha eder, ya da onu öperse Allah'la musafaha etmiş ve sağ elini öpmüş gibidir"

Açık biçimde anlaşılmaktadır ki: Hacer-i esved Allah'ın bir sıfatı veya bizzat O'nun sağ eli değildir; zira:

"Allah'ın yeryüzündeki sağ eli" ve "kim onu tutar musafaha eder veya öperse, tıpkı Allah'ın sağ elini tutmuş ve öpmüş gibidir" demektedir. Benzeyen (müşebbeh) ile benzetilenin (müşebbehün bih) aynı şey olmadığı malûmdur.

Bizzat hadîste de (Hacer-i esved'e) dokunan kimsenin Allah'ın elini tutmuş olmayacağının (musafaha etmiş olmadığı) ve onun bizâtihî Allah'ın sağ eli olmadığının beyanı söz konusudur. Öyleyse te'vile ihtiyaç gösterdiği için bu hadîsin zahiri nasıl küfür kabul edilebilir.? Kaldı ki hadîsin İbn Abbâs'tan geldiği bilinmektedir.

Diğer hadîse gelince, Sahih'de ayrıntılı olarak şöyle geçmektedir:

Allah Te'âlâ buyurur ki:

"Ey kulum, acıktım fakat beni doyurmadın / yedirmedin?".

Kul der ki:

"Yâ Rabbi! Seni nasıl doyurayım; sen âlemlerin Rabbi'sin". O zaman Allah Te'âlâ:

"Bilmiyor musun, filânca kulum aç kaldı, eğer onu doyursaydın (yaptığın hayrı) nezdimde bulurdun. Ey kulum, hastalandım, fakat sen beni ziyaret etmedin" buyurur.

Kul der ki:

"Yâ Rabbi! Seni nasıl ziyaret edeyim; sen âlemlerin Rabbi'sin".

Yine Allah Te'âlâ buyurur ki:

"Bilmiyor musun, filânca kulum hastalandı, eğer onu ziyaret etseydin beni onun yanında bulurdun". (Müslim, Birr, 43.)

İmdi, Allah Te'âlâ'nın hastalanmadığı ve aç kalmadığı açıktır. Bilâkis kulu hastalanmış ve aç kalmıştır. Allah ise:

"eğer onu doyursaydın (yaptığını) benim nezdimde bulurdun; onu ziyaret etseydin beni onun yanında bulurdun" şeklinde açıklayarak onun hastalığını ve açlığını kendisinin gibi göstermiştir. Böylelikle hadîste te'vile gerek gösteren bir lâfız kalmamıştır.

"Kulların kalpleri, Rahman'ın parmaklarından ikisi arasındadır" sözünün zahirinde kalbin parmaklara bitişik olduğu, onlara temas ettiği ya da parmakların kalbin içinde olduğu gibi bir manâ yoktur.

"Bu, iki elimin arasındadır (yani önümdedir)" diyen kimsenin bu ifadesinde de, söz konusu varlığın bu şahsın ellerine dokunuyor olması gerekmez.

Keza, "yer ile gök arasında emre âmâde bulutlar" denildiği zaman bulutların göğe veya yere temas halinde olması gerekli değildir. Buna benzer örnekler çok sayıdadır.

Buna benzeyen bir görüş de, lâfzı (aslında) kendisine benzemeyen bir başka ibarenin benzeri gibi telâkki etmektir. Meselâ:

"İki elimle yarattığıma ( خَلَقْتُ بِيَدَيَّ ) secde etmekten seni men eden nedir?" (Sâd 38/75) ibaresinin,

"Şunu da görmediler mi:  Biz onlar için ellerimizin yaptıklarından   (مِمَّا عَمِلَتْ أَيْدِينَا) kendileri için nice hayvanları yarattığımızı görmüyorlar mı? Böylece onlar, bunlara malik oluyorlar."  (Yâsîn 36/71) ibaresinin benzeri olduğunu söylemek bu kabildendir.

Oysa bu ikisi (iki nass) birbirinin benzeri değildir. Zira birinde Allah Te'âlâ fiili ellere izafe etmiş ve böylelikle ibare:

"yapmış oldukları sebebiyle ( فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ  )" ibaresinin bir benzeri olmuş, diğerinde (diğer âyette) ise fiili kendisine izafe ederek "yarattığım" buyurmuş ve başında "ellerimle" ibaresini kullanmıştır. Burada mukaddes zâtını müfred (tekil) sıygasıyla zikretmiş: "iki el" de ise:

"bilâkis O'nun elleri (iki eli) açıktır." (Mâide 5/64) ibaresinde olduğu gibi tesniye (ikil) sıygasını kullanmıştır.

Ayette "eller"i cem' (çoğul) sıygasına nispet etmiş ve bu, çoğul olarak:

"gözlerimizin Önünde akıp giden" (Kamer 54/14) sözünün, tekil olarak da:

"mutlak hükümranlık elindedir." (Mülk 67/1) ve

"Her türlü iyilik senin elindedir." (Âl-i İmrân 3/26) sözlerinin benzeri olmuştur.

Allah Te'âlâ zâtını bazen -açık olarak isimle ya da zamirle- müfred sıygasıyla, bazen de:

"Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik." (Fetih 48/1) sözü ve benzerlerinde olduğu gibi cem' sıygasıyla zikretmiştir. Zâtını asla tesniye sıygasıyla zikretmemiştir. Zira cem' sıygası O'na lâyık olan (hak ettiği) tazimin bir gereğidir; bazen de isimlerinin anlamlarına delâlet (işaret) eder.

Tesniye sıygası ise belirli bir sayıya delâlet eder; Allah ise bundan münezzehtir:

"iki elimle yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir?" (Sâd 38/75) deseydi:

"ellerimizin yaptıklarından   (مِمَّا عَمِلَتْ أَيْدِينَا)" (Yâsîn 36/71) sözü gibi olmazdı.

Bu, "mutlak hükümranlık elindedir" ve "Her türlü iyilik senin elindedir" sözlerinin benzeridir.

Müfred sıygasıyla "yarattığım" deseydi, bu da ondan farklı olacaktı. "İki elimle yarattım" deyince nasıl farklı olmaz? (bunun farklılığı daha belirgindir.)

Bu (anlattıklarımızın böyle olduğuna) -yeri geldiğinde geniş biçimde açıklandığı üzere- Kur'ân'ın delâlet ettiği gibi meşhur ve mütevatir hadîsler ile selefin icmâı da delâlet etmektedir. Hz. Peygamber'in:

"Hüküm vermede, aileleri ve idarelerine verilen kimseler hakkında âdil davranan adaletli kimseler, Allah katında Rahmân'ın sağındaki nurdan minberler üzerindedir. O'nun her iki eli de sağdır" sözü de buna Örnek teşkil eder. (Müslim, "İmâre", 18; Nesâ'î, "Âdâbü'I-kudât", 1; Ahmed b. Hanbel, II, 159, 160, 203.)

Eğer bir kimse manâsı konusunda ihtilâf edilen nassların zahirinin, manâsı üzerinde ittifak edilen nassların zahiri cinsinden olduğuna inanıyorsa, bunların hepsinde kastedilen zahirdir. Allah Te'âlâ her şeyi bildiği ve her şeye gücü yettiğini haber verdiğinde ve Ehl-i Sünnet ve Müslümanların önde gelenleri bunun zahiri üzere olduğu ve zahirin de kastedilen şey olduğu konusunda ittifak ettiklerinde, zâhiri anlamın "Allah'ın ilminin bizim ilmimiz ve kudretinin kudretimiz gibi olduğu" nu kastetmedikleri malûmdur. Benzer şekilde, onlar Allah'ın gerçek anlamda diri, bilen ve güç yetiren olduğu konusunda ittifak ettiklerinde kastettikleri, "O'nun diri, bilen ve güç yetiren yaratılmış varlığın bir benzeri olduğu" değildir. Aynı şekilde:

"Allah onları sever, onlar da O'nu severler" (Mâide 5/54),

"Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır" ve

"Sonra Arş'a istiva etti" (Furkân 25/59) âyetlerinin zahiri üzere olduğunu söylediklerinde bu, (âyetlerin) zahirinin "O'nun istivası, sevgisi ve rızasının, yaratılmışın istivası, sevgisi ve rızası gibi olduğu" şeklinde olmasını gerektirmez.

Eğer işiten kimse zahirin yaratılmışların sıfatlarına benzeyen sıfatlar olduğunu zannediyorsa, bu ifadelerin zahirinden (anlaşılan) hiçbir şeyin kastedilmemiş olması gerekir. Zahirin, Yaratıcıya uygun ve O'na mahsus hususlar olduğuna inanıyorsa, bu zahirî anlamı ve kastedilenin de bu olduğunu -inkâra işaret eden bir delil bulunmadığı müddetçe- reddetmesi söz konusu değildir. Diğer sıfatları da redde götüren (deliller) dışında ne aklî ne de naklî bir (delil) mevcuttur. Dolayısıyla bunların tamamı hakkında söylenecek şey bir ve aynıdır. (Böylece tüm sıfatlar hakkında söylenecek söz aynıdır.)

Bunun açıklaması şudur:

Bizim sıfatlarımızın bir kısmı cevher ve cisim olanlardır ki bunlar yüz ve el gibi parçalarımızdır. Bir kısmı da manâ ve araz kabîlindendir; bunlar bizimle var olurlar. İşitme, görme, konuşma, bilme ve güç yetirme gibi.

Malûmdur ki, Rab Te'âlâ kendisini diri, bilen ve güç yetiren olarak tavsif ettiğinde Müslümanlar bunun zahirinin kastedilmediğini söylememişlerdir. Zira bunlardan Allah hakkında anlaşılan, bizim için anlaşılanın bir benzeridir. Aynı şekilde, kendisini "Âdem'i iki eliyle yaratmak" la tavsif ettiğinde, "bundan Allah hakkında anlaşılan, bizim için anlaşılan manâ gibidir" diye bunun zahirinin kastedilen manâ olmaması da gerekmez. Bilâkis tavsif edilenin sıfatı kendisine uygundur.(sıfat mevsûfa uygun olmalıdır).

Allah'ın mukaddes zâtı yaratılmışların zâtlarının benzeri ve yine sıfatları da zâtı için olduğu gibi yaratılmışların sıfatlarının benzeri değildir. Yaratılmışın sıfatının kendisine nispeti, Yaratıcının sıfatının kendisine nispeti gibidir ve nispet edilen sıfatlar da, kendisine sıfat nispet edilen iki varlık da birbirinin aynı değildir.

Nitekim Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Şu güneşi ve ayı gördüğünüz gibi Rabbiniz'i göreceksiniz" buyurarak iki görmeyi birbirine benzetmiş fakat görülenleri birbirine benzetmemiştir. (Buhâri, "Mevâkît", 16, 26; "Ezan", 129; "Tefsîru sûre 50", 2; "Rikâk", 52; "Tevhîd", 24; Müslim, "İmân", 81; "Zühd", 1; Ebû Dâvûd, "Sünnet", 19; Tirmizî, "Cennet", 15-17; Ahmed b. Hanbel, III, 16,17, 26, 27.)

Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hadîsinde görüleni görülene değil, görmeyi görmeye benzetmiştir. Bu ise, dördüncü kaideyle daha iyi açıklığa kavuşur.

 


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol