Kur'an ve Sünnet
   
 
  1.2. Yaratıcı ve Yaratılmışların Sıfatlar Açısından Benzerliği Meselesi

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

1.2. Yaratıcı ve Yaratılmışların Sıfatlar Açısından Benzerliği Meselesi

 

Aynı şekilde Allah Te'âlâ kendi sıfatlarına (işaret) için kullandığı isimlerin benzerlerini kullarının sıfatlarına da vermiştir.

"O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler" (Bakara 2/255);

"Onu kendi ilmi ile indirdi" (Nisa 4/166);

"Şüphesiz rızk veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır" (Zâriyât 51/58);

"Onlar kendilerini yaratan Allah'ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi?" (Fussilet 41/15) buyurduğu gibi, yaratılmışların sıfatlarına da "ilim" ve "kudret" isimlerini vererek,

"Size ancak az bir bilgi / ilim verilmiştir" (İsrâ 17/85);

"Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır" (Yûsuf 12/76);

"Onlar kendilerinde bulunan bilgiye güvendiler" (Ğâfir40/83);

"Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren Allah'tır" (Rûm 30/54);

"Kuvvetinize kuvvet katsın" (Hûd 11/52);

"Göğü kendi ellerimizle (bieydin, yani kuvvetimizle) biz kurduk" (Zâriyât 51/47);

"Kulumuz Davud'u, o kuvvet sahibi zâtı hatırla" (Sâd 38/17) buyurmuştur ki burada geçen "ilim" ve "kuvvet" ler birbirinin aynı değildir.

Yine şu âyetlerde Allah Te'âlâ hem kendisini hem de kulunu "meşîet (isteme, dileme)" ile vasıflandırarak şöyle buyurmaktadır:

"Sizden doğru yola gitmek isteyenler için bir öğüttür. Âlemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz" (Tekvîr 81/28-29);

"Şüphesiz ki bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbi'ne bir yol tutar. Sizler ancak Rabbiniz'in dilemesi sayesinde dileyebilirsiniz. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir" (İnsan 76/29-30)

Aynı şekilde hem kendisine, hem de kuluna "irade" sıfatını atfetmiş ("irade sahibi" olmakla vasıflandırmış) ve:

"Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir." (Enfâl 8/67) buyurmuştur.

(Allah Te'âlâ) Kendisi ve kulu için "mahabbet / sevmek" sıfatını kullanarak / sevmekle vasıflandırarak şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! Sizden kim dininden irtidat ederse Allah, kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı izzetli, Allah yolunda cihad eden ve kınayanın kınamasından korkmayan bir kavim getirir. İşte bu, Allah’ın fazlıdır. Onu dilediğine verir. Allah Vasi’dir, Alim’dir." (Mâide 5/54);

"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin." (Âl-i İmrân 3/31);

Allah Te'âlâ, kendisini ve kullarını "rıza / razı olma" ile tavsif ederek (vasıflandırarak) de:

"Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır." (Mâide 5/119)  buyurmuştur.

Allah Te'âlâ'nın;

- meşîetinin kulun meşîeti (dilemesi),

- iradesinin kulun iradesi,

- mahabbetinin kulun mahabbeti,

- rızasının kulun rızası ile aynı olmadığı malûmdur.

Benzer şekilde Allah Te'âlâ kendisini kâfirlere gazaplanmak (makt) ile vasıflandırdığı gibi onlara da aynı sıfatı vermiş ve:

"Küfredenlere şöyle seslenilir: Allah'ın gazabı, sizin kendinize olan kızgınlıktan / öfkenizden elbette daha büyüktür. Zira siz imana davet ediliyorsunuz, fakat  küfrediyordunuz. (küfür de ısrar ediyordunuz)" (Ğâfir 40/10) buyurmuştur.

Bu iki "makt (gazaplanmak / kızgınlık)" birbirinin aynı değildir.

Bunların yanı sıra kulunu "mekr (tuzak kurmak)" ve "keyd (hile yapmak)"le vasıflandırdığı gibi kendisine de bu sıfatları atfetmiş (bu sıfatlarla nitelemiş) ve:

"Onlar tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu." (Enfâl 8/30);

"Onlar hileli bir düzen kurarlar, ben de hileli bir düzen kurarım." (Târik 86/15-16) buyurmuştur.

Bu "tuzak" ve "hile" ler aynı anlamda değildir. (Bunlar Allah hakkında kullanıldığında, "hile yapan ve tuzak kuranlara münasip cezayı vermek" anlamına gelir.)

(Allah Te'âlâ) kendisini "amel / iş yapmak" ile tavsif edip, niteleyerek:

"Görmüyorlar mı ki, biz kudretimizin eseri olmak üzere onlar için bir çok hayvan yarattık. Bu sayede onlar bunlara sahip olmuşlardır" (Yâsîn 36/81)  buyurmaktadır.

ve (Allah Te'âlâ) kulunu "amel" ile tavsif edip, niteleyerek:

"Yaptıklarına karşılık olarak ..." (Secde 32/17) buyurmuştur.

Birincideki "amel / iş yapmak" ikincideki gibi değildir. (Allah'ın "ameli iş yapması", kulun "ameli iş yapması" gibi değildir.)

(Allah Te'âlâ) kendisini "münâdât (seslenme, sesli konuşma)" ve "münâcât (fısıldama, gizli konuşma)" ile vasıflayarak, niteleyerek:

"O'na Tûr'un sağ tarafından seslendik ve O'nu, fısıldaşan kimse kadar (kendimize) yaklaştırdık" (Meryem 19/52);

"O gün Allah onları çağırarak ..." (Kasas 28/62);

"Rableri onlara ... diye nida etti" (A'râf 7/22) buyurmuştur.

Kullarını da "münâdât (seslenme, sesli konuşma)" ve "münâcât (fısıldama, gizli konuşma)" la vasıflayarak:

"(Ey Muhammed!) Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu aklı ermez kimselerdir" (Hucurât 49/4);

"Peygamber'le gizli bîr şey konuşacağınız zaman ..." (Mücâdele 58/12);

"Aranızda gizli konuşacağınız zaman günahı, düşmanlığı ve Resule karşı gelmeyi fısıldamayın" (Mücâdele 58/9) buyurmuştur.

Ki bu iki grupta zikredilen "münâdâ (seslenme, sesli konuşma)" ve "münâcât (fısıldama, gizli konuşma)" lar birbirinden farklıdır.

Kendisini şu sözlerinde "teklim (konuşma)" ile tavsif etmiştir:

"Ve Allah Musa ile gerçekten konuştu" (Nisa 4/164);

"Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi O'nunla konuşunca ... " (A'râf 7/143);

"O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş ..."  (Bakara 2/253).

Şu sözünde de kuluna "teklim (konuşma)" sıfatını yüklemiştir:

"Kral dedi ki: O'nu bana getirin, O'nu kendime özel danışman edineyim. O'nunla konuşunca (Yûsuf'a): Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin, dedi" (Yûsuf12/54).

Ancak her iki "teklim (konuşma)" birbirinin aynı değildir.

(Allah Te'âlâ) Hem kendini hem de yarattıklarından bazılarını "tenbie (haber verme, bildirme)" ile vasıflamış ve:

"Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamberi'ne açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi, dedi. Peygamber: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi" (Tahrîm 66/3) buyurmuştur.

Bu iki haber verme birbirine benzemez. (Allah'ın haber vermesiyle kulun haber vermesi biribirlerinden farklıdır.)

(Allah Te'âlâ) kendisini "ta'lîm (öğretme)" ile tavsif etmiş ve (bunun yanında kulunu da "ta'lîm (öğretme)" ile niteleyerek) buyurmuştur ki:

"Rahman Kur'ân'ı öğretti, insanı yarattı. Ona beyânı (açıklamayı) öğretti." (Rahman 55/1-4);

"Allah'ın size öğrettiğinden öğretip..." (Mâide 5/4);

"Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, mü'minlere büyük bir lütufta bulunmuştur" (Âl-i İmrân 3/164).

Buradaki "ta'lim (öğretme)" ler birbirinin aynı değildir. (Allah'ın öğretmesi, kulun öğretmesi gibi değildir.)

Benzer şekilde (Allah Te'âlâ) kendisini "gazap" la vasıflayarak:

"Allah onlara gazap etmiş, lânetlemiştir." (Fetih 48/6) buyurmuş, kulu için de şu sözünde "gazap" sıfatını kullanmıştır:

"Musa, kızgın ve üzgün bir halde kavmine dönünce ... " (A'râf 7/150).

Bu "gazap" da diğer "gazap" gibi değildir. (Allah'ın gazaba, gelmesi, kulun gazaba gelmesi gibi değildir.)

 


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol