Kur'an ve Sünnet
   
 
  a. Cennet

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

a. Cennet

 

Allah Te'âlâ Cennet'te yiyecek, giyecek, eş ve meskenlerin ikram ve ihsanı gibi yaratılmış hususları bize bildirmiş, orada süt, bal, şarap, su, et, ipek, altın, gümüş, meyve, hûrî ve köşkler bulunduğunu haber vermiştir.

İbn Abbâs (r.a.) da: "Dünyada, Cennet'te olan şeylerin ancak isimleri vardır" demiştir.

İmdi, Allah'ın bildirdiği bu hakikatlerin isimleri dünyada mevcut hakikatlerin isimleri ile aynı, fakat kendileri dünyadakilere benzemez ise, bilâkis aralarında Allah'tan başka kimsenin bilmediği farklılıklar bulunmaktaysa, Allah Te'âlâ iki yaratılmış varlığın birbirinden farklı oluşundan çok daha fazla derecede yaratılmışlara benzemez, onlardan farklıdır. O'nun yarattıklarından farklılığı, ahirette bulunanların dünyada bulunanlardan farklılığından çok daha büyüktür. Zira bir yaratılmışın, isim bakımından kendisine benzer olan bir başka yaratılmışa yakınlığı, Yaratıcının yaratılmışa olan yakınlığından daha fazladır. Bu açık ve aşikârdır. Bu nedenle insanlar bu konuda üç gruba ayrılmışlardır.

1 - Selef, imamlar ve onlara tâbi olanlar; dünyada bulunanların ahirette bulunanlardan farklı olduğunu ve Allah'ın yarattıklarından farklılığının daha büyük olduğunu bilerek Allah Te'âlâ'nın kendisi ve ahiret günü hakkında bildirdiklerine iman etmişlerdir.

2 - İkinci grup; Allah'ın ahiretteki sevap ve ceza gibi bildirdiği hususları kabul eden, fakat kendisi hakkında haber verdiği sıfatların pek çoğunu nefyedenlerdir. Kelâmcılardan bir çok grup gibi.

3 - Üçüncü grup; bunların her ikisini de reddetmiştir. Allah'ın kendisi ve ahiret günü hakkında bildirdiği hususların gerçekliğini inkâr eden Karmatîler, Bâtınîler, Meşşâîler'e tâbi olan filozoflar gibi mülhidler bunlardandır.

Sonra bunların çoğu emir ve yasakları da aynı kapsama dahil etmekte, emredilen ve yasaklanan dinî kaideleri, Müslümanlar'ın anladığından farklı Bâtını te'villere tâbi kılmaktadırlar.

Nitekim beş vakit namazı, Ramazan orucunu ve Hacc'ı, "beş vakit namaz, kendi sırlarını bilmektir; Ramazan orucu, kendi sırlarını gizlemektir; Hacc, şeyhlerini ziyaret etmektir vb." gibi yalan ve Peygamberler'e iftira olduğu, Allah'ın ve Resûlü'nün sözlerini asıl yer ve manâlarından saptırma niteliği taşıdığı ve Allah'ın âyetlerini inkâr anlamına geldiği zorunlu olarak bilinen bir takım te'villerle açıklamışlardır.

Bazen de "şeriatler (Dinî emirler) havâssı değil avamı bağlar" diyerek, bir kimse onların arifleri, muhakkıkları ve muvahhidlerinden ise ondan dinî vazifeleri kaldırır ve yasakları mubah kılarlar. Bu mezheplere bağlı olanların bazıları tasavvuf ve sülük mensuplarının arasına da girerler.

Bu Bâtınîler, Yahudiler ve Hristiyanlar'dan daha kâfir oldukları hususunda Müslümanlar'ın icmâ ettikleri mülhidlerdendir.

İman ve isbat ehlinin bu mülhidlere karşı kullandığı tüm delilleri, iman ve isbat ehlinden olan herkes, bazı ilhad ve inkârlarında bunlara iştirak edenlere karşı kullanabilir. Apaçık âyetlerin delâlet ettiği üzere Allah Te'âlâ kendisi için sıfatları isbat etmiş ve yaratılmışlara benzemeyi kendisinden nefyetmiştir. Nitekim akla ve nakle uygun olan hak, hakikat budur ve bu, sapkınlıklarla inkârın temellerini yerle bir eder.

Allah Te'âlâ için yarattıklarına benzerlik ifade eden meseller verilemez. Zira O'nun benzeri yoktur, en yüce kemal Örneği de O'dur ("En yüce sıfat (mesel) O'nundur"). O ve yaratılmışların ne kıyas-ı temsilde ne de fertleri birbirine eşit olan kıyas-ı şümulde ortak olmaları mümkündür. Ancak Allah hakkında en yüce sıfatlar (mesel) kullanılır. Bu ise şu anlama gelir:

Yaratıcı, yaratılmışın vasıflandığı her türlü kemal sıfatına daha lâyıktır; yaratılmışın tenzih edildiği her türlü eksiklik vasfından tenzih edilmesi de daha önceliklidir. Eğer -isimleri bir olmasına rağmen- yaratılmış bir başka yaratılmışa benzemekten münezzeh ise, -isimler konusunda bir benzerlik olsa bile- Yaratıcıyı yaratılmışa benzemekten tenzih etmek daha da öncelikli ve elzemdir, ikinci misalde de söylenecek şey aynıdır.

(Analoji (kıyas-ı temsil): Mantıkta bir akıl yürütme yolu olarak, İki şey arasındaki benzerliğe dayanıp birisi hakkında verilen bir hükmü diğeri hakkında da vermektir. Zihnin özelden özele yürüyüşüdür. Meselâ: "Dünya'nın atmosferi vardır ve üzerinde canlılar yaşar. Merih'te de atmosfer vardır. O halde Merih'te de canlıların bulunması gerekir." Bu, İslâm Fıkh'ında çok kullanılan bir akıl yürütme yoludur.)

(Tümevarım (kıyas-ı şümul): Mantıkta zihnin tikilden tümele (özelden genele) gidiş yoludur. Bir bütünün parçalarına dayanarak bütün hakkında hüküm vermektir.)

 


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol