Kur'an ve Sünnet
   
 
  ONUNCU DERS

ONUNCU DERS

 

35. Cennet ehlinin ru’yeti (Allah’ı görmesi) -ihata edebilmeleri ve bizce keyfiyetini bilebilmek söz konusu olmaksızın- yüce Allah’ın Kitabının dile getirdiği şekliyle bir gerçektir: “O günde yüzler var ki apaydınlıktır. Rabb’lerine bakıcıdırlar.” (el-Kıyamet, 75/22-23) Bunun açıklanması ise yüce Allah’ın muradı ve bildiği üzeredir. Rasulullah -Sallallahu Aleyhi Vesellem-’den bize kadar gelen bütün sahih hadislerde de o nasıl diyorsa öyle olup, bunun manası da aynen onun murad ettiği mana üzeredir. Bizler bu konuda görüşlerimizle te’villerde bulunarak, hevâlarımıza göre vehîmlere kapılarak yapılacak yorumlara kalkışmayız. Çünkü (bu gibi hususları) Yüce Allah’a ve Rasûlüne teslim edip de kendisi için müteşabih olanların bilgisini bilene havale edenler dışında hiçkimse dininde selâmete ulaşamaz.

 

ŞERH

 

Mü’minlerin Kıyamet günü Rabb’lerini çıplak gözle görmeleri Kitab ve Sünnet ile sabittir:

“O günde yüzler var ki apaydınlıktır. Rablerine bakıcıdırlar.” (el-Kıyame: 75/22-23)

“İhsanda bulunanlar için iyilik ve daha da fazlası vardır.” (Yunus: 10/26)

Allah Rasûlü -Sallallahu Aleyhi Vesellem-  fazlalığı (ayetteki “ziyade” kelimesini) “Allah Azze ve Celle’nin Yüzüne bakmak” olarak tefsir etmiştir. Allah Rasûlü -Sallallahu Aleyhi Vesellem-, “Siz Rabb’inizi ayın ondördün’de ayı görmekte hiç zorlanmadığınız gibi, Onu göreceksiniz.”[1] buyurmuştur. Bunun anlamı, Allah’ı tam kuşatarak ihata etmek demek değildir. Fakat yine de bu, gerçek bir gözle görmedir. Yoksa, kalple görülen manevi rü’yet anlamına gelmez. Bu, Cennet ehlinin Ahiret’te sahip olacağı en büyük nimettir. Bu konuda Rasûlullah -Sallallahu Aleyhi Vesellem-’den, birçok hadis alimlerinin de onayladığı gibi, mütevatir yolla gelen hadisler çoktur. Bu ayet ve hadisler açık anlamlarıyla şunu ifade etmektedirler ki; O da mü’minlerin Kıyamet günü Allah’ı gözle görebileceğidir. Biz bu konuda gelen haberleri; kısır görüşlerimizle te’vil etmeden ve onun  gerçeğine aykırı olarak hevamıza uymadan, olduğu gibi tasdik ederiz. Bu haberlerin hakikatına aykırı olarak heva ve hevesimize uymayız.

Müslüman, dininde sapıklık ve dalaletten kendini korumak istiyorsa, bize sahih yollardan gelen, Allah ve Rasûlü’nün emirlerine uymak zorundadır. Herhangi bir şeyde şüpheye düştüğünde, bunu Allah ve Rasûlü’ne havale eder.

Allahu Teâla -Celle Celalühü- Kitab’ında şöyle buyuruyor:

“Kalplerinde eğrilik bulunan kimseler, fitne çıkarmak ve teviline yeltenmek arzusuyla müteşabih olan ayetlere tutunup, onlarla uğraşır dururlar. Oysa müteşabihin te’vilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde yüksek dereceye erişmiş olanlar ise, ‘biz ona inandık; hepsi de Rabbimiz katındandır’ derler. Bunu, akıl sâhiplerinden başkası düşünmez.” (Âl-i İmran: 3/7)

 

36. İslam’ın ayağı ancak teslim oluşun ve teslimiyet gösterişin üzerinde sapasağlam durabilir. Her kim kendisi için öğrenmesi mümkün olmayan şeyi öğrenmeye talip olur da kavrayışı, teslimiyet ile huzurlu bir kanaate dayanmazsa, onun bu talebi kendisinin katıksız tevhid’i, sâfi marifeti ve sağlıklı imanı elde etmesine engel teşkil eder. (Böyle bir kimse) Vesveselere kapılmış, şaşkın, şüphe ve tereddüt içerisinde, yolunu şaşırmış bir halde; iman ile küfür, tasdik ile yalanlama, ikrar ile inkâr arasında gider, gelir. Ne tasdik eden bir mü’min, ne de yalanlayan ve inkâr eden bir kimsedir.

 

ŞERH

 

Kur’an ve Sünnet’in nass’larına tam teslim olup, onu tasdik ve itaatle kabul etmeden, hevasına uyarak kabul ettiği aykırı ve şüpheli görüşleri bırakmadan, mantık ve fasid kıyasla Kur’an ve Sünnet’in nass’larına karşı çıkmaktan vazgeçmeden, İslâm’ın emrettiği gibi bir insan ortaya çıkamaz.

Bir insan tahsili mümkün olmayan ve Allah’ın hikmeti ve hükmü hakkında, gizlemiş olduğu bir ilmi arayıp da bununla ikna olmazsa ve Allah’ın dileğine ve Rasûlü’nün Sünnet’ine teslim olmazsa; o insan böyle bir talebinde “Tevhid”in gereğini, Allah’ı saf olarak tanıma bilgisi, tasdik ve itaat üzere kurulu sahih bir iman olan kabul ve ittibadan, tam teslimiyetten mahrum kalıp, sahih haberlerle gelen Şer’î mesleklerde iman ile küfür, ikrar ile inkâr arasında gider gelir. Böylece o, vesveselerin, boş hayallerin peşinde şaşkın şaşkın dolaşıp durur. Belli bir kararlılık göstermez. O ne gerçekten halis bir mü’mindir, ne de tam anlamıyla reddedip inkâr eden bir kâfirdir. Zira imanın gerçeği tasdik ve teslimiyettir. Hatta hikmetinin bizce bilinmediği konular da buna dahildir. Öyle ki bu hikmetleri Allah’tan ve Rasûlü’nden bir bilgi almadıkça anlayamayız.

 

37. İslam dünyasından bazı kimselerin Allah’ı Cennet’te görmeyi, vehimlerine veya akıllarına güvenerek te’vil etmeleri, rü’yete sahih bir şekilde iman sayılmaz. Zira rü’yeti te’vil etmek, Allah’ın Rablığına izafet olunan anlamların hepsinin te’vili anlamına gelir. Te’vili terk etmek ve teslim yoluna bağlanmak müslümanların üzerinde olduğu dindir. “(Sıfatları) Nefy (işlevsiz kılmak) etmekten ve teşbih (benzetme)’ten sakınmayan bir kimsenin ayağı kayar ve tenzih (eksik, ayıp, kusur zaaf vs.’den uzaklaştırma)’i isabet ettiremez.

Şüphesiz ki Yüce ve Celil olan Rabbimiz vahdaniyet sıfatları ile mevsuftur. Bir ve tek olmak vasıflarına sahiptir. Yaratıklar arasından hiçbiri O’nun sıfatlarındaki anlama sahip değildir.

 

ŞERH

 

Müslümanlardan “rü’yet”i aklına ve hevasına göre te’vil eden veya kendi kendine bunun keyfiyetinin bilinebileceğini söyleyenlerin, rü’yet hakkındaki imanları sahih değildir. Bu insan hatalıdır. Rü’yete tam anlamıyla inanmamıştır. Çünkü, rü’yetin gerçeğini ve keyfiyetini Allah’tan başka kimse bilemez. Rü’yet ve yaratıcı Rabb’imiz hakkında yapacağımız en doğru şey, ne O’nun sıfatlarını ve ne de rü’yetini insanların dünyada alıştıkları şekilde yorumlamamaktır. Bilakis bunun anlamı Kur’an’da ne ise, ona öylece iman ediyoruz. Onun keyfiyetini araştırmayız. Bu konuda Allah’ın ve Rasûlü’nün haber verdiklerine bağlanıp teslim olmalıyız.

Bu, Allahu Teâla’nın müslüman kullarına gönderdiği doğru dindir. Müslümana gereken, şu iki şeyden kaçınmaktır:

1. Allah’ı, O’nun kendini vasfettiğinin dışında bir şekilde vasfetmek, O’na isimlerinde şirk koşmak ve Allah’ın, kendisini vasıflandırdığını gerçek muradının dışına çıkarıp saptırmak.

2. Allahu Teâla’yı sıfatlarında, isimlerinde, zatında veya fiilerinde yaratılmış olanlara benzetmek.

“O’nun benzeri hiç bir şey yoktur. O’dur hakkıyla işiten ve hakkıyla gören.” (eş-Şura: 42/11)

Ayetin ilk yarısı teşbih ve denkliği inkâr, ikinci yarısı ise sıfatların isbatıdır. Ayet tenzih ile isbatı bir arada zikretmiştir. Kim bu iki durumdan sakınmazsa, ayağı kayar ve akîdesinde hataya düşüp, doğruyu bulamaz. Böylece de, Allah hakkında vacip olan “tenzih”i gerçekleştiremez. Bu tenzih, Allah’ı benzer, denk ve ortaklardan tenzih etmektir. Çünkü Allah Azze ve Celle fiillerinde, isimlerinde, sıfatlarında, yaratmasında ve emrinde vahdaniyet sahibidir. Bütün bunlarda tektir. Hiç kimseye ihtiyacı yoktur. O’nun ortağı ve benzeri yoktur. Yarattıklarının hiçbirisi bunların anlamında ve zâtında, fiillerinde, isimlerinde ve sıfatlarında O’na benzemez.

 

38. O, sınırlardan ve nihai noktalardan yüce ve münezzehtir. O, erkân, organ ve araçlardan da münezzehtir. Altı cihet sonradan yaratılmış diğer mahlukatı kuşattığı gibi- O’nu kuşatamaz.

 

ŞERH

 

Allahu Teâla sınırdan, boyutlardan yüce ve münezzehtir. Allah’ın ne haddi vardır ve ne de sonu. Bu O’nun yarattıklarıyla birleştiği anlamına gelmez. O, yarattıklarından tamamen farklıdır.

Hâkezâ, Allah Azze ve Celle organlardan ve aletlerden de münezzehtir. Bu da kullarda olan âzâlar ve çalışma edevatlarıdır. İnsan bununla kendisine yararı olacak şeyleri kazanır, zararı olacakları da savuşturur. Böyle bir şey Allahu Teâla için sözkonusu değildir.

Böylece biz, Allahu Teâla hakkında varid olan tüm isimleri ve sıfatları değişmez olarak kabul ederiz. Fakat biz bunu açıklarken şöyle deriz: Buna delalet eden bir gerçek vardır. Biz bunun anlamını kavrıyor ve Allah’a layık olan şekilde kabul ediyoruz. Fakat biz bunun keyfiyetini izaha çalışmayız. Çünkü bu isimleri ve sıfatları, Allah kendisine özgü kılmıştır. Allah -Celle Celalühü-’yü kuşatacak olan hiçbir şey yoktur. Allah bundan münezzehtir.

Bunu söylerken bütünüyle cihetin inkârına gitmiyoruz. Ancak Allah -Azze ve Celle- herşeyden yüksekte, yücelik sahibidir. Hiç bir güç O’nu kuşatamaz.

Biz, Tahavî’nin, kavramları “kelam” ilmiyle zikretmemiş olmasını dilerdik. O, bu kavramla kelamcıların dediklerini ve doğrudan doğruya kasdettiklerini kasdetmemiş ve “yüz” ve “uluv” gibi sıfatları Allahu Teâla için isbat etmiş olmasına. rağmen, bu kavramları kullanmasa daha iyiydi. Ancak bundan daha iyisi, O’nun kelamcılara ait olan bu kavramları hiç kullanmamasaydı. Çünkü o kavramlar aynı zamanda hem Hakkı, hem de bâtılı içermektedir.

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in itikadî mezhebi gereğince, bu konudaki hüküm, ancak ayrıntılı açıklamadan sonra mümkündür. Mesela: “O, hudut ve boyutlardan münezzehtir” sözünü söyleyen kimse, eğer bununla Allahu Teâla’yı hiçbir şeyin kuşatamayacağını ve var olan hiçbir şeyin de O’nu sınırlandıramayacağını söylüyorsa, bu haktır. Ancak, eğer bununla Allah’ın yükseklik cihetiyle bir yücelik sahibi olmadığını söylüyorsa, bu durumda bâtıl olan bir söz söylemiştir. Çünkü, bu manada Allah’ın, yarattıklarından yüce olmadığını söylemiş olur.

“Erkan, organ ve araçlardan da münezzehtir” sözüyle, Allah’ın yüz, iki el, iki göz gibi tanımlamalarla yarattıklarının yüzlerine ve sıfatlarına benzemediğini söylüyorsa, bu haktır. Ancak bununla Allah’ın yüzünün (vechinin) ve iki elinin olmadığını söylüyorsa, bu söz batıldır.

“O’nu altı yön kuşatamaz” sözüyle eğer Allahu Teâla’nın altı yönden herhangi birisinde olmadığını söylemek istiyorsa, bu söz bâtıldır. Çünkü bu, yok olan bir şeyin sıfatıdır. Bu açık bir küfürdür. Ancak bununla Allah’ın var olan şeylerin herhangi birisinin yönleriyle sınırlandırılamayacağını söylüyorsa, bu doğrudur. Allah doğruyu daha iyi bilir.

 

Özet

 

Allahu Teâla Kıyamet gününde çıplak gözle görülür. Mü’minler O’nu hakikaten görürler, ama O’nu asla kuşatamazlar. Bu söz, Ehl-i Sünnet’in mütevatir kaynaklardan çıkardığı inancıdır. Her müslümana te’vilden, kelamdan, Allah’ın sıfatlarını yorumlamaktan ve yorumlayanlardan uzak durması vaciptir. Aynı zamanda her müslümanın Allahu Teâla’yı yaratılmışlardan münezzeh kılması da vaciptir.

 

Konunun Anlaşılması İçin Sorular

 

1. Allahu Teâla’yı Kıyamet’te görmenin hakikati nedir?

2. Ayet ve Hadislerde beyan edilen sıfatlar hakkında müslümana vacip olan nedir?

3. Tahavî’nin, “Allah altı boyuttan münezzehtir” sözünden ne anlıyorsunuz?


 

[1] Buhari, Kitabu Mevakiti’s-Salat, Babu Fadli Salati’l-Asri: 2/33 (54). Müslim, Kitabu’l-Mesacid, Babu Fadli Salateyi’s-Subhi ve’l-Asr, 1/439 (633) Cerir b. Abdillah rivayet etmiştir.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol