Kur'an ve Sünnet
   
 
  İlmin Mertebeleri

     
 
 

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

İlmin Mertebeleri

 

İlim talep ederken hedeflerin en yücesi, Kur'an ve Sünnettir, Allah ve Resûlün'den anlaşılanlardır. Bizzat maksatlardır ve bilinmesi gereken şeyleri bilmektir.

İlim talep edenlerin hedeflerindeki en bayağı durum ise, önemsiz ve meydana gelmeyecek meseleleri hedef edinmeleridir ya da ihtilaflı konuları bilmeyi ya da insanların asılsız sözlerine uymayı hedeflemesidir.

Dolayısıyla hedefleri arasında, doğru olan meselelere ve konulara ait çaba bulunmamaktadır. İşte herhangi bir kimse, kuşkusuz bu gibi kimselerin ilminden de oldukça az istifade eder.

İrade kapısında bulunan hedeflerin en yücesi şüphesiz ki, Allah'ı sevmeye ve O'nun (c.c.) muradı olan emrinde durmaya bağlıdır.

En düşüğü ise, Allahu Teâlâ'dan istemesi, hedef sahibi kimsenin muradı ile beraber hedefinde o kimsenin durmasıdır.

Dolayısıyla o kul ancak bu muradından ötürü O'na kulluk etmektedir. Allah'ın muradından dolayı değil.

Buna göre ilki, Allah'ın istediği ve o kimsenin istediğidir.

İkincisi ise, Allah'tan istediğidir ki, bu da iradesi dışında olmaktadır.

 

 

     
 
 

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Kötü Âlimler

 

Kötü âlimler, cennetin kapısında otururlar ve insanları sözleriyle cennete ve amelleriyle de cehenneme çağırırlar. Onlar sözleriyle her defasında insanlara:

"Gelin!" diye çağırdıkları vakit, amelleriyle de: "Gelmeyin!" derler.

Şayet kendisine çağırdıkları şey doğru olsaydı, o zaman ilk icabet edenler onlar olurlardı. Onlar dış görünümlerinde yüce şahsiyetler gibi görünürler ancak gerçekte onlar yol kesici eşkiyalardır.

Eğer isteğin ve maksadın tek Allahu Teâlâ ise, faziletin hepsi kuşkusuz seni izler ve hangi türü olursa olsun sana gelir.

Eğer isteğin şayet senin ulaşmak istediğin ise, o zaman fazilet senden uzak durmuş demektir. Çünkü O'nun (c.c.) elindedir. Ona tâbidir. O'nun fiillerinden bir fiildir.

Şayet sana hâsıl olursa, o takdirde fazilet sana verilmek ve tâbi olmak yoluyla hâsıl oluverir.

Şayet fazilet senin amacın olmuşsa o takdirde Allahu Teâlâ onu sana vermek ve tâbi etmek yoluyla hâsıl etmez. Bunu anlarsan ve buna dost olursan ve sonra fazileti arama yoluna düşersen, sana ceza olsun diye seni bunlardan seni mahrum eder. Sonuç olarak Allah seni bırakır ve fazilet de senden uzaklaşır.


     
 
 

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Resûl'ün (sallallahu aleyhi ve sellem) Zaferi

 

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) düşmanların çemberinden çıkıp zafer çemberine girdiğinde, askerleri çevrede elleriyle zaferi kutladıklarında ve bunun zikri ta ufuklara yükseldiğinde, işte o esnada insanlar üç kısma ayrılmışlardı:

Ona (sallallahu aleyhi ve sellem) iman edenler, ona teslim olanlar ve ondan korkanlar.

Tarlaya sabır tohumları atılmıştı:

"Ey Muhammed! Azim sahibi peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de sabret!" (Ahkaf, 35)

Bitkilerin kökleri ise, sümbüllerle sallanmaktaydı:

"Hürmetli ay hürmetli aya ve bütün hürmetler birbirine karşılıktır. O hâlde kim size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının ayniyle saldırın da ileri gitmeyip Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir." (Bakara, 194)

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), Mekke'ye öyle bir giriş ile girmişti ki, öncesinde ve sonrasında hiç kimse O'nun gibi oraya girmiş değildir. Etrafında muhacirler ve ensar vardı ki, onlar da dikkatlice Peygamber'e bakmaktaydılar ve Peygamber'i gözetmekteydiler.

Sahâbîler ise, mertebe mertebe dizilmişlerdi. Melekler başlarının üzerlerinde bulunmaktaydılar ve Cibril ise, Peygamber ile Rabbi arasında gidip gelmekteydi. Kendisinden önce helâl kılmadığı haram bölgesini ona (sallallahu aleyhi ve sellem) mubah kılmıştı.

(Buhârî (1834) ve lafzı Müslim'e) 1353) ait olan İbn Abbas'tan (r.a.) rivayet edilen hadise göre; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke'nin fethedildiği gün şöyle buyurmuştur: "Bu beldeyi Allahu Teâlâ, göklerin ve yerin yaratıldığı günden beri haram kılmıştır. Kuşkusuz bu belde kıyamet gününe kadar Allah'ın hürmeti gereği haramdır. Benden önce de orada savaşmak hiç kimseye helâl kılınmamıştır. Bana ise sadece gündüz vaktinin bir saatlik bölümünde helâl kılınmıştır. Muhakkak ki bu belde Allah'ın hürmeti gereği haramdır.")

Kendisi o günle: "Hani bir vakitler, o kâfirler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak." (Enfal, 30) kurdukları zamanki günü mukayese ettiği zaman, o gün sadece iki kişiden biri olduğu hâlde onu Mekke'den çıkarmışlardı.

Kendisi Mekke'ye girdiğinde, eğerin kaşına başını eğmiş, huşulu ve takvalı bir hâlde kendisine izzet elbisesi giydirmiş olana, mahlukatın secde ettikleri o yüce yaratana boyun eğmiş olduğu hâlde girmişti. Mekke'ye malik olarak, desteklenmiş ve zafere ulaşmış bir hâlde girmişti.

Bilal ise, "Ehad Ehad" dediği düşmanlarından, işkence altındaki o günlerinden kurtulmuştu. Sonra güneş ışınlarının her tarafı sardığı o günde, Kabe'nin tepesine tırmanıp sesli şekilde ezan okumuştu. Ezanına her taraftan insanlar icabet etmekteydi ve her taraftan ona uymaktaydılar. Allah'ın dinine, önceden teker teker girerlerken, artık dalga dalga girmekteydiler.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) izzet minberine çıktığı, ondan herhangi bir şey de sudur etmediği hâlde, oradaki efendiler sınıfı boyunlarını itaatkâr bir şekilde uzattıklarında, onlardan kimisi Hz. Peygamber'e beldelerin anahtarlarını sunmuş, kimisi barış ve anlaşmayı teklif etmiş, kimisi cizyeyi ve küçülmüşlüğü kabul etmiş ve kimisi de savaş teçhizatını ve her şeylerini vermeyi göze almıştı. Ganimetlerin ve esirlerin hepsinin kendisine eksiksiz geleceğini de kuşkusuz bilmiyordu. Zafer kesinleşip tamamlanınca, tebliği bitirince ve emaneti de eda edince ona şu âyet-i kerime müjdelendi:

"Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik. Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru yola iletir. Ve sana Allah, şanlı bir zaferle yardım eder." (Feth, 1-3)

Bundan sonra şu âyetler indirildi:

"Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde ve insanların dalga dalga Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünde." (Nasr, 1-2)

Rabbinin elçisi ona (sallallahu aleyhi ve sellem) geldiğinde Allah ile buluşacağını bildiriyordu. O da şevkle Rabbiyle karşılaşmayı istemekteydi.

(Buhârî (4463) ve Müslim'in (2444) Hz. Aişe'den (r.a.) rivayet ettikleri hadise göre; Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) sağlıklı olduğu hâlde şöyle derdi: "Hiçbir peygamberin cennetteki yeri kendisine gösterilmeden ruhu alınmaz, sonra serbest bırakılır." Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve sellem) artık dünyadan ayrılma vakti geldiğinde, kendisinin başı benim dizlerimin üzerinde olduğu hâlde bayıldı sonrada ayılınca, gözlerini evin tavanına doğru dikti ve: "Ya Rabbi! En yüce dosta..." diye buyurdu." Hadisin lafzı Buhârî'ye aittir.)

Nitekim cennetler, onun temiz olan ruhunu karşılamak için süslenmişlerdi. Elbetteki bu süsleniş, kralların gelişlerinden ötürü şehirlerin süslenmesi gibi değildir.

Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve sellem) uyanlardan bazısının ölüm anındaki ferahtan ve ruhun çıkışından dolayı Rahman'ın arşının titrediğine göre33 mahlukatın efendisi olan Hz. Peygamberin ruhunun gelişiyle arşın durumu nasıl olur?  

(Buhârî (3803), lafız ona aittir ve Müslim (2466) Cabir b. Abdullah'tan rivayet etmişlerdir. Rivayete göre; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Rahman'ın arşı Sa'd b. Muaz'ın ölümünden dolayı titredi.")

Öyleyse haşr günü geldiğinde hangi sırlar üzerinde olduğunu göreceksin?!

"O gün bütün sırlar yoklanıp, meydana çıkarılır." (Tarık, 9)



Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol