Kur'an ve Sünnet
   
 
  Arş ve Kalb
     
 
 

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Arş ve Kalb

 

Mevcudatın en temizi, en açığı, en nurlusu, en şereflisi, zat ve kadir bakımından en üstünü ve en geniş olanı hiç şüphesiz ki Rahman olan Allah'ın arşıdır. Bu yüzden de zaten onun üzerine Allah'ın (c.c.) istiva etmesi uygun olmaktadır.

Arşa yakın olan her şey de kendisinden sonra olmak üzere en nurlu, en pak ve en şerefli konuma gelmektedir. İşte arşa yakın olduğu için de Firdevs cenneti, cennetler arasında en yücesi, en nurlusu ve en üstünü olmaktadır. Öyle ki arş, bu cennetin tavanını oluşturmaktadır. Bu arştan uzak olan her şey, daha donuk, daha bayağı ve daha kötü olmaktadır.

Bundan dolayıdır ki; aşağılıkların da aşağısı olan (esfel-i safilin) kimseler yer bakımından da yerlerin en kötüsündedirler ve bütün hayırlardan oldukça uzaktırlar.

Yüce Allah, kalpleri yaratmış, kendisini bilmesi, sevmesi ve kendisini düşünmesi için de kalblerde bir yer yaratmıştır. Kuşkusuz burası, kendisini bilmek, sevmek ve düşünmek mânasına gelen yüce sıfatların arşıdır.

Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Âhirete iman etmeyenler için kötü sıfatlar var. En yüce sıfatlar ise, Allah'ındır. O çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Nahl, 60),

"Hem yaratmayı ilkin yapan Odur. Sonra onu çevirip yeniden yapacak olan da O'dur ki, bu O'na çok kolaydır. Göklerde ve yerde en yüksek şan ve şeref Onundur. O çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Rum, 27),

"O'nun benzeri olan hiçbir şey yoktur. O, her şeyi işitir ve görür." (Şura, 11)

İşte görüldüğü gibi bu, yüce sıfatlardandır. O, mü'min kulun kalbine istiva etmiştir. Bu da O'nun arşıdır. Şayet bu (kalp), eşyaların en temiz ve pak olanı olmasaydı ve bütün pisliklerden / kirlerden arınık olmasaydı, o zaman arşın üzerine yüce sıfatların marifet, sevgi ve düşünme olarak istiva etmesi mümkün olmazdı. Dolayısıyla kalb üzerine istiva etmiştir.

Dünyanın en alt yerinin sıfatlarına gelirsek, onu sevmek, düşünmek ve bağlanmakla, kişinin kalbi bayağılaşır, haktan uzak olur, zalimleşir ve felah bulmaz. Böylece kalpler iki kalp olarak anlam kazanırlar:

- Rahmanın arşı olan kalp; ki bunda nur, hayat, mutluluk, huzur, neşe ve her türlü hayır bulunur.

- Öbürü de Şeytanın arşı olan kalp. Bunda da darlık, zulüm, ölüm, hüzün, tasa ve keder bulunur.

Aynı zamanda bu kimsenin kalbi, geçmişte olanlardan ötürü hüzünlü, ileride olacaklardan dolayı sıkıntıda ve o anki durumundan dolayı da oldukça perişan bir durumdadır.

Tirmizî ve başkalarının rivayetine göre; Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Nur kalbe girdiği zaman kalp açılır ve inşirah bulur." diye buyurunca sahabe:

Ey Allah'ın Resulü! Bunun bir işareti var mıdır?" diye sordular. Resûlullah da (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Ebedî olan (âhiret yurdun)a yakın olmak, gururlanma yeri olan (dünya)dan uzak durmak ve ölüm gelmeden önce ona karşı hazırlıklı olmaktır." diye buyurdu.

Dolayısıyla nurun kalbe girmesi ancak yüce sıfatların izleriyle olmaktadır. İşte bu sebeple de kalp genişlemekte ve açılmaktadır. Şayet onda Allah sevgisi ve Allah'ı bilmek olmasaydı, o takdirde onda zulüm ve daralma bulunurdu.

(Tirmizî'de buna benzer bir hadis bulamadık. el-Hakim et-Tirmizî bunu "Nevadiru'l-usul" adlı eserde (1/528) sayfada 86. usul kaidesinde belirtmiştir. Bunu Said b. Mansur "Es-Sünen"de 5/86 (918), yine bu yolla Beyhakî "el-Esmâ ve's-Sıfât"da (326), İbn Cerir et-Taberî, tefsirinde (13856) rivayet etmişlerdir. Üçü de Süfyan b. Uyeyne yoluyla, ondan da Halid b. Ebû Kerime, ondan da Abdullah b. Musevvirin -ki o da Cafer b. Ebû Talib'in oğludur- rivayetiyle gelen hadisten rivayet etmişlerdir. Kendisi şöyle demiştir:

"Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Allah kimin hakkında hidayet vermeyi dilemişse, onun kalbini İslâm'a açar..." âyetini okudu ve hadisi zikretti."

İbn Cerir'in, tefsirinde (13852,13853, 13854) Amr b. Merra yoluyla, onun da Ebû Cafer'den -ki o da Abdullah b. Musevvir'in babasıdır- gelen hadisi rivayet etmiştir. Bir rivayette de (13855) Abdullah yerine Amr gelmiştir ki, bu bölümde tahrif ya da nüshada kopukluk oluşmuştur. Bunu da tefsiri tahkik eden yazar beyan etmiştir.

Yine İbn Cerir'in tefsirinde (13855) Amr b. Merra yoluyla, ondan da Ebû Ubeyde, ondan da Abdullah b. Mes'ud'un rivayet ettiği hadis vardır. Rivayete göre dedi ki:

"Allah kime hidayet vermeyi dilemişse, onun kalbini İslâm'a açar..." âyeti nazil olunca Resûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) soruldu ve bunun üzerine:

"Nur kalbe girdiği zaman..." hadisini zikretti.

Bu hadisi Dârekutnî "el-İlel" adlı eserde (5/188) kusurlu bulmuş ve:

"Doğrusu Amr b. Merra'dan gelen, ondan da Ebû Cafer Abdullah b. el- Musevvir'den mürsel olarak Nebi'den (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurulan rivayettir. Nitekim Sevri de bunun böyle olduğunu söylemektedir." )


     
 
 

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Kur'an Hitabının İçeriği

 

Kur'an-ı Kerim'in hitabının içeriğini iyiden iyiye düşünecek olursan göreceksin ki:

- O Allah (c.c), eşsiz Melik olandır.

- Mülkün hepsi O'nundur.

- Bütün övgüler O'nadır.

- Her türlü işler O'nun elindedir.

- İşlerin başlangıcı da, sonucu da Allah'a aittir.

- O'nun mülkünden hiçbir şey hiçbir yerde kendisine gizli kalmaz.

- Kullarının içlerinde beslediklerini çok iyi bilendir.

- Gerek gizliliklerini ve gerekse açığa vurduklarına muttali olandır.

- Mülkünde olanları tek başına evirip çevirendir.

- İşitir ve görür; verir ve alır.

- Sevap ve azap verir, ikram eder ve kısar.

- Yaratır ve rızık verir,

- Öldürür ve hayat verir,

- Takdir ve kaza eder,

- Kendi katından küçük / büyük bütün işleri evirip çevirir,

- İzni olmadan bir zerre hareket edemez ve ilmi dışında bir yaprak dahi düşemez.

Öyleyse bir düşün:

Nasılda kendi nefsini övmekte, onu yüceltmekte...

Kullarına nasıl nasihat etmekte ve onları kurtuluşa ve felaha davet etmekte...

Nasıl da helak olmaktan sakındırmakta...

İsim ve sıfatlarını nasıl dile getirmekte, nimetlerini kullarına nasıl sevdirmekte, onlara verdiği nimetlerini nasıl hatırlatmakta...

Tamamlamak zorunda oldukları şeyleri kendilerine nasıl emretmekte, intikamını gerektirecek şeylerden kendilerini nasıl sakındırmakta, kendisine itaat ettikleri takdirde onlara nimetler ve ikramlar hazırlattığını, isyan ettikleri takdirde de onlara azaplar hazırlattığını nasıl buyurmakta...

Veli kullarıyla düşman kullarının bunları yaptıklarında başlarına nelerin geleceğini ve akıbetlerinin ne şekilde olacağını nasıl haber vermektedir...

Allah; veli kullarını salih amelleriyle ve en güzel vasıflarıyla övmüştür. Düşmanlarını da amellerinin kötülüğüyle ve en çirkin özellikleriyle yermiştir.

Kur'an'da örnekler vermiş, deliller ve burhanlarla süslemiş, düşmanlarının şüphelerine en güzel cevapları vermiş, doğru olanları doğrulamış, yalancıların yalanlarını) ortaya çıkarmış, hakkı apaçık söylemiş ve yollarını göstermiştir.

Cennet yurduna çağırmış, onun nimetlerini, özelliklerini ve güzelliklerini zikretmiş; cehennem yurdundan sakındırmış, onun çirkinliğini, acısını ve azabını zikretmiştir.

Kendisinin (c.c.) her yaratılmıştan sonsuz zengin olduğunu, ihtiyaçsız olduğunu, her şeyin O'na karşı oldukça fakir olduğunu, hiçbir kimsenin bir zerre dahi olsa hayra ulaşamayacağını ancak O'nun lütfetmesi ve rahmet etmesi sonucu ulaşacağını ve şerre de ancak O'nun adaleti ve hikmeti sonucu ulaşılacağını bildirmiştir.

Allah'ın hitabından şahit olunan şu ki;

O'nun kınaması sevdiği kullarına karşı kınamaların en lütüfkarıyla olmaktadır. Buna ek olarak, ayak sürçmelerini ve küçük hatalarını bağışlamakta olmakta, özürlerini kabul etmekte, fenalıklarını islah etmekte, onları müdafa etmekte, onları korumakta, yardımcı olmakta ve işlerine karşı onlara kefil olmaktadır. Bütün sıkıntılarını gidermekte, vaadini onlara vermekte, onların dostu olmakta, başkalarının asla dostu olmamakta, onların hak olarak korumakta, düşmanlarına karşı onlara yardım etmekte, kendisinden başka bir dostun olmadığını ve ancak O'nun yardımcı olduğunu ortaya koymaktadır.

Bütün bunlardan sonra...

Kur'an'ın haber verdiği Allah'ın (c.c.) Yüce Melik, rahmet eden, cömert ve iyilik sahibi ve güzel olduğu -ki bunlar O'nda bulunan sıfatlardır- ile ilgili hitabına kalpler şahitlik ettiğine göre, o zaman kalpler nasıl olur da Allah'ı sevmez?

O'na yakınlaşmak için yarıştıkları, O'na bağlanmak için bütün nefeslerini ortaya koydukları hâlde...?!

Başkası değil de ancak Allah'ın o kalplere her şeyden daha sevimli geldiği ve yine başkalarının razılığını değil de ancak O'nun razılığını istedikleri hâlde nasıl olur da Allah'ı istemez?

O'na beslenilen sevgi, duyulan şevk ve kalplerin ilacı ve kuvveti olan dostluk ortada olduğu hâlde nasıl olur da kalpler O'nu zikretmeye yönelmez?!

Kalplerin hastalığı da hiç şüphesiz (Allah'a duyulan bu güzel) hasletlerden birisini kaybetmesiyle meydana gelir ki, bunları kaybettiği takdirde kalpler hastalanır, helak olur ve yaşadığı hâlde hiçbir fayda vermez?!


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol