Kur'an ve Sünnet
   
 
  Allah'ı Bilmeye Götüren İki Yol

 

     
 
 

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Allah'ı Bilmeye Götüren İki Yol

 

Rabb Teâlâ, kendisini bilmeye dair bilgiyi Kur'an'da kullarına iki yol ile haber vermektedir.

Birincisi: Yaratmış olduklarına bakmakla,

İkincisi ise; âyetleri üzerinde düşünmek ve tefekkür etmekle.

- İlki şahit olup, bakılan âyetleridir.

- Diğerleri ise; işitilen ve akledilen âyetleridir.

İlkine gelirsek; Kur'an'da bununla ilgili birçok âyet vardır. Mesela şu âyetlerde olduğu gibi:

"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah'ın yukarıdan bir su indirip de onunla yeri ölümünden sonra diriltmesinde, diriltip de üzerinde deprenen hayvanları yaymasında, rüzgarları değiştirmesinde, gök ile yer arasında emre hazır olan bulutta şüphesiz akıllı olan bir topluluk için elbette Allah'ın birliğine deliller vardır" (Bakara, 164)

Bir âyet de şöyledir:

"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için gerçekten açık, ibretli deliller vardır." (Al-i İmran, 190)

Diğerine gelirsek; bunun hakkında da âyetler çokçadır. Mesela şu gelen âyetlerde olduğu gibi:

"Hiç Kur'an hakkında düşünmezler mi?" ve

"Onlar bu sözü (Kur'an'ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?" (Mü'minun, 98) ve

"Bu, sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır ki, insanlar onun âyetlerini düşünsünler ve temiz akıl sahipleri ibret alsınlar." (Sad, 29)

Yaratılmışlarına gelecek olursak; bunlar da fiile delalet ederler. Fiiller de sıfatlara delalet eder. Çünkü ortaya konan şey; fiili işleyene yani failine delalet eder. İşte bu da O'nun var olduğunu, kudret sahibi olduğunu, istediğini yapan olduğunu ve ilminin olduğunu gerektirir. Çünkü var olmayanın bir tercihli fiili ortaya çıkartması ya da var olduğu hâlde diri olmaması ya da kudreti bulunmaması, ilminin ve iradesinin olmaması asla mümkün değildir.

Sonra mahlukatın farklı farklı özellikleri, O'nun rahmetinin olduğuna delalet ederken, bu mahlukatı cezalandırması da O'nun gazabının olduğuna delalet eder.

Bunlardaki ikramlar, yakınlıklar, cömertlikler ve yardımlar da O'nun sevgisinin olduğuna, onlardaki ihanetler, uzaklaşmalar ve öfkelenmeler de O'nun buğz ettiğine ve kızdığına delalet eder.

Aynı zamanda mahlukatın son derece zayıf ve bayağılaşmış bir şeyi sonradan tastamam ve yeni hâle sokmaları da O'nun öldükten sonra canlıları dirilteceğine delalet eder.

Bitkiler âleminin durumu, hayvanlar âlemi ve suların, rüzgarların vb. değişmesi de yine O'nun öldürdükten sonra diriltmesinin mümkünlüğünü ortaya koyar.

Rahmetini esirgemediği kimselerde bu rahmetin izlerinin belli olması ve mahlukatına nimetler bahşetmesi de peygamberliğin hak bir konu olduğuna delalet eder.

Yine mahlukatın tamamlayıcı unsurlarından olan bir tamamlayıcı unsur da, nasıl yok olduğunda noksan oluyorsa, bu tamamlayıcı unsurları verenin ve onları alanın da, bunları (yaratmada) tek hak sahibi olduğu anlaşılmaktadır.

Dolayısıyla O'nun yaratmış oldukları, O'nun (Allah'ın) sıfatlarına ve peygamberlerin haber verdiklerinin doğruluğuna en çok delalet eden şeylerdir. Doğadaki âyetlere de şahit olmakta, işitmek suretiyle tefekkür edilen âyetleri de doğrulamaktadır. Allah'ın var olduğuna dair deliller getirmektedir.

Allahu Teâlâ şöyle buyurur:

"Biz onlara hem ufuklarda ve hem kendi nefislerinde delillerimizi göstereceğiz ki, Kur'an'ın hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Senin Rabbinin her şeye şahit olması kafi değil mi?" (Fussilet, 53)

Yani Kur'an hak bir kitaptır.

Bundan dolayı yüce yaratan, görülen âyetleri (delilleri) onlara göstereceğini ve âyetlerinin hak olduğunun onlara apaçık belli olacağını haber vermiştir. Sonra da peygamberlerinin doğruluğuna dair deliller ve burhanlar göstermiş, haberlerinin doğru olduğuna dair kendisini şahit tutmasının yeterli olacağını haber vermiştir. Nitekim O'nun âyetleri de O'nun doğruluğuna şahitlik ederler. O da Peygamberinin doğruluğuna âyetiyle şahit olmaktadır. O şahit olandır ve şahit tutulandır. O delildir ve kendisiyle delillendirilendir. O kendi nefsiyle kendisine delil olandır. Bazı arif kimselerin dediği gibi:

"Benim için her şeyime delil olana (Allah'ıma) nasıl delil istiyeyim?"

Kuşkusuz O'nun varlığı daha açık olduğu hâlde...

O'nun hakkında nasıl bir delil istersin? Bundan ötürü de peygamberler kavimlerine:

"Allah hakkında şüphe mi ediyorsunuz?" (İbrahim, 10) demişlerdir.

Yani O, her bilinenden daha bilinen olduğu, her delilden daha açık şekilde varlığı belli olduğu hâlde...

Özetle... Her şey gerçekte O'nun (c.c.) var olduğunu bildirirler. Bakmak suretiyle ya da fiilleri ve ahkamıyla deliller getirmek suretiyle bu şeyler bilinirler.

     
 
 

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Üzüntüyü ve Tasayı Götüren Hadis

 

"Müsned" de ve Ebû Hatim'in "Sahih"in de Abdullah b. Mes'ud'un rivayet ettiği hadiste Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bir kula herhangi bir üzüntü veya tasa isabet eder de:

"Allah'ım! Ben Senin kulunum, erkek ve kadın kullarının oğluyum. Benim canım senin elindedir. Hükmün bende geçerlidir. "Kaza"n adaletlidir. Sana ait olan isimlerinle senden istiyorum. Nefsini isimlendirdiğin isimlerinle istiyorum. Kitabında indirdiğin, yaratıklarından birisine öğrettiğin isimlerinle istiyorum. Kur'an'ı kalbimin hayatı / baharı, gözlerimin nuru, üzüntümün cilası, tasamın şifası yapmanı istiyorum." derse, Allah onu hüzün ve tasasını alır ve bunların yerine sevinç verir." diye buyurdu.

Bunun üzerine sahabe:

"Ey Allah'ın Resulü! Bunları öğretmeyelim mi?" dediler. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de:

"Elbette ki, bunları işitenin bunları öğretmesi gerekir." buyurdu.

(Ahmed b. Hanbel'in "Müsned"inde (3712) Abdullah b. Mes'ud'un rivayet ettiği hadisin isnadı zayıftır. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Allah kimin hakkında hidayet vermeyi dilemişse, onun kalbini İslâm'a açar..." âyetini okudu ve hadisi zikretti."

İbn Cerir'in tefsirinde (13852, 13853, 13854) Amr b. Merra yoluyla, O'nun da Ebû Cafer'den -ki o da Abdullah b. Musevvir'in babasıdır- gelen hadisi rivayet etmiştir. Bir rivayette de (13855) Abdullah yerine Amr gelmiştir ki bu bölümde tahrif ya da nüshada kopukluk oluşmuştur. Bunu da tefsiri tahkik eden yazar beyan etmiştir.

Yine İbn Cerir'in tefsirinde (13855) Amr b. Merra yoluyla, ondan da Ebû Ubeyde, ondan da Abdullah b. Mes'ud'un rivayet ettiği hadis vardır. Rivayete göre dedi ki:

"Allah kimin hakkında hidayet vermeyi dilemişse, onun kalbini İslâm'a açar..." âyeti nazil olunca Resûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) soru soruldu ve bunun üzerine "Nur kalbe girdiği zaman..." hadisini zikretti.

Bu hadisi Dârekutnî "el-İlel" adlı eserde 5/188 kusurlu bulmuş ve "Doğrusu Amr b. Merra'dan gelen ondan da Ebû Cafer Abdullah b. el- Musevvir'den mürsel olarak Nebi'den (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurulan rivayettir. Nitekim Sevri de bunun böyle olduğunu söylemektedir." demiştir.)

Hadisi şerif, gerek marifet, gerek tevhid ve gerekse kulluk konularını içeren bir hadistir.

Burada kulun:

"Ben senin kulunum, erkek ve kadın kullarının oğluyum." diye dua etmesi, baba ve analarını ve atası olan Âdem ve Havva'ya kadar giden nesli içerir. Bu duada bir yakarış ve Allah'ın huzurunda olduğuna dair bir yalvarış bulunmaktadır.

Bununla beraber kendisinin ve atalarının, yaratanın kölesi olduklarını da haykırmaktadır. Köleye de efendisinden başkasının kapı açmayacağı, ondan başkasının ikram ve ihsanda bulunmayacağı ve şayet efendi si kölesine bakmaz ve onu ihmal edecek olursa, kölenin bu durumda helak olacağı ve kendisine kimsenin destek çıkmayacağı hatta çok ezilip helak olacağı anlatılmaktadır.

İşte söz konusu bu itirafın altında şunları haykırılmış oluyor:

"Bir an dahi olsa sana olan ihtiyacımdan beni ayırma. Senden başka sığmağım yoktur. Kölesi olduğum efendimden başkasına da sığınmam."

Şüphe yok ki bu itirafta da, efendisi olanın, terbiye eden, işleri evirip çeviren, emreden ve yasaklayan olduğu ortaya çıkmaktadır. Hiç kuşkusuz bu, kölenin yapacağı iş değildir. Bilakis hür olan efendilerin yapacağı iştir.

Kullara gelirsek; bunların yapacakları da ancak ibadettir. Nitekim onlar itaat eden kullardır. Şu âyetlerde olduğu gibi Allahu Teâlâ, onları kendisine nispet etmiştir:

"Sana uyan azgınlardan başka, kullarımın üzerinde hiçbir nüfuzun yoktur." (Hicr, 42),

"O çok merhametli Allah'ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman "selâm" derler (geçerler)." (Furkan, 63)

Her kim onlara zulmedecek olursa, bilmeli ki onlar Rab ve Kahhar olan Allah'ın kullarıdır ve O'na nispet edilmişlerdir. Tıpkı evlerin O'nun mülküne; Mescid-i Haram'ın kendisine nispet edilmesi, devenin kendisine izafe edildiği, cennetin ve Resulünün kulluğunun kendisine nispet edilmeleri gibi. Şu âyetlerde böyledir:

"Eğer kulumuza (Muhammede) indirdiğimizden (Kur'andan) şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin. Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini de çağırın; eğer doğru sözlü kimseler iseniz." (Bakara, 23),

"Kulu Muhammedi geceleyin, Mescid-i Haram'dan kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören Odur." (İsra, 1),

"Allah'ın kulu (Hz. Peygamber) kalkmış O'na dua ederken, neredeyse (cinler) onun etrafında keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi." (Cin, 19)



Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol